BÖLÜM 2
Bir ormandaydım. Kapkaranlık bir orman. Karanlık olmasına rağmen neredeyse iki katım olan ağaçları görüyordum.
İlk önce kafamı kaldırıp aya baktım. Her zaman olduğu gibi yine tepemdeydi ve beni aydınlatıyordu.
Bakışlarımı bileğime çevirdim. Altı yaşındaki Elis olduğum için saat bileğime tam oluyordu.
Saat on ikiydi. Aslında o günden sonra hep on ikiydi saat benim için. Hep o gece yarısında kalmıştım.
“Elis,” diye birinin bana seslendiğini duydum. O ses… Onun sesiydi. Akay…
Hemen kafamı sesi duyduğum tarafa çevirdim. O… Akay burada, tam karşımda gülümseyerek bana bakıyordu. O da benim gibi seneler önceki o çocuktu.
“Akay,” dedim ve ben de ona gülümsedim. Elini kaldırdı ve bana doğru salladı. Ben de ona el salladım.
Gözlerimi yavaşça Akay’ın yanına çevirdim. Gördüğüm kişiyle dudaklarımdaki gülümseme yavaşça soldu. Akay’ın sağ tarafında bana bakan kişi beni Akay’dan ayıran ve hayatımı mahfeden o kişiydi. Cemil Akar.
Her zaman dudaklarında olan o iğrenç gülümsemesiyle bakıyordu bana. “Küçük kızım.” dedi.
Bana doğru bir adım attı. Sonra bir adım daha ve bir adım daha… Aramızdaki mesafe her adımda daha da azalıyordu. Tam koşarak Akay’ın yanına gidecektim ki ayaklarım hareket etmedi. Sanki ayaklarım yere çivilenmiş gibiydi.
Akay da durduğu yerde çırpınıyor, yanıma gelmeye çalışıyor fakat o da benim gibi olduğu yerden hareket edemedi.
En sonunda kaçamayacağımı anlayınca yavaşça olduğum yere çöktüm.
Saçlarım salık olduğu için yüzüme tel tel düştüler. O gittikten sonra saçlarımı toplamıyordum çünkü bir gün gelip onun toplayacağına inanıyordum.
İnandığım ve hayalim olan her şey bir gün gerçek olacağını biliyordum.
Oda pes etti ve benim gibi yere çöktü. Yanıma gelemediği için tedirgindi ama beni rahatlatmak istediği için gülümsüyordu.
Onun gözleri maviliklerimde boğulurken ben de onun keskin kahvelerinde kayboldum.
Cemil Akar ile aramızda az bir mesafe kalmıştı.
Akay son kez gözlerime baktı ve elini kaldırıp bu sefer veda etmek için elini salladı. Ardından Cemil Akar yanıma geldi ve üzerime atıldı.
Anında sıçrayarak gözlerimi açtım. Nefes nefese kalmıştım ve saçlarım da boğazıma dolanarak boynumu terletmişti.
Birkaç dakika yatakta öylece uzanıp derin nefesler alıp verdim. Ardından alarm çalınca elimi komodinin üstündeki telefonu aldım ve alarmı kapattım.
Yatakta doğruldum ve ayaklarımı yere sarkıttım. Terliklerimi ayağıma geçirdim. Uzanıp komodinin üstündeki sürahiden hemen yanında duran bardağa su koydum. Bardağı kaldırıp kafama diktim.
Yine aynı döngünün içindeyim. Akay’dan ayrıldığım altı yaşımdan şu an olduğum zamana kadar geçen on yedi senede her sabah aynı rüyadan uyanıyorum.
Altı yaşımdan yirmi üç yaşıma kadar. On yedi sene. Koskoca, onsuz geçen on yedi sene…
Bunları düşünmeye başlayınca gözlerimin dolmaya başladığını fark ettim. Hemen elimdeki bardağı aldığım yere koydum. Ardından yataktan kalktım ve ellerimi yüzüme götürüp gözlerime bastırdım.
Hayır, şimdi ağlayamazdım. Hayır, şimdi olmazdı. Bugün en büyük hayalimi gerçekleştirdiğim gündü. Bugün öğretmenliğimin ilk günüydü.
Ellerimi yüzümden indirdim ve zor da olsa biraz gülümseyerek unutmaya çalıştım. Olmuyordu ama, geçmiş oradaydı ve ben her baktığım yerde onunla yüzleşiyordum. Baktığım bir çiçekte bile aklıma o geliyordu.
Olduğu kadar, dedim ve kendimi tuttum. O günden sonra ben çiçek olayı bırakmıştım, o da ay olmayı…
Gözlerimi kapattım ve derin nefesler alıp verdim. Sakinleşince gözlerimi açtım ve banyoya doğru ilerledim. Kapıyı açtım ve musluğu açıp elimi soğuk suyun altına soktum. Avucumun içindeki suyu da yüzüme çarptım.
Aynı işlemi birkaç kere daha yaptım. Kafamı kaldırdım ve aynadaki benle göz göze geldim. Yüzümde özellikle de yanağımdaki izler yüzümü kötü gösteriyordu.
Elimi yanağımdaki dört gün önce olan morluğun üzerine attım. Bastırınca biraz canım acıdı ama alışmıştım.
Su damlalar halinde boğazıma doğru akmaya başlayınca havluyu aldım ve yüzüm ile boğazımı kuruladım. Sonra da banyodan çıktım ve mutfağa doğru ilerledim.
Mutfağa girdim ve buzdolabını açıp kahvaltılıkları çıkardım. Çıkardıklarımla güzel bir kahvaltı sofrası hazırladım. Hayır, bu kahvaltıyı kendime hazırlamadım. Ona hazırladım, beni Akay’dan ayıran adama.
Kenarda kalan şeylerden biraz yedim ve dişlerimi fırçaladıktan sonra odama doğru ilerlemeye başladım. Odama gelince hemen dolabımı açtım ve dün akşam ütüleyip askıya astığım beyaz kısa kollu badimi ve siyah kumaş pantolonumu aldım.
Kıyafetleri askıdan çıkardım ve üstümdekilerden kurtulduktan sonra onları giydim. Odamdaki boy aynasının önüne geçerek kendime baktım.
Güzel olmuştum. Kıyafetlerim vücuduma tam oturmuştu.
Kıyafetlerimi giydikten sonra küçük makyaj masasına oturdum ve aynanın yanındaki kapatıcıyı elime aldım. Yüzümdeki izleri kapattım. Ardından da kırmızı rujumu aldım ve dudaklarıma sürdüm.
Dudaklarıma sürdüğüm ruj fazla olunca peçeteyle birazını sildim. Ruju yanaklarıma da hafifçe sürüp dağıttım.
Makyajımı bitirince akşamdan hazırladığım çantama telefonumu koydum. Kapatıcımı ve rujumu da koyduktan sonra siyah, orta boy çantamı kapattım ve koluma taktım ve evden çıktım.
Yürüyerek otobüs durağına gittim. Okul, evime yakındı. Otobüs ile on dakikada gidilirdi. Ben durağa gittikten yaklaşık beş dakika sonra otobüs geldi. Boş bir yer bulup oturdum ve okulun yanındaki markete gelene kadar yolu takip ettim.
Markete gidip öğrencilerim için şekerler alacaktım.
Otobüs marketin önünde durduğunda indim ve markete girdim. Bir sürü ve renk renk şeker aldım onlar için. Parasını da ödedikten sonra marketten çıktım ve okulun önüne geldim.
Yaklaşık bir saat sonra öğrencilerim ile birlikte sınıftaydık. Yirmi öğrencimin hepsi sıralarına oturmuş; etrafı, birbirlerini ve beni meraklı gözlerle inceliyorlardı.
Bazılarının gözleri yaşlıydı. Minik elleriyle boncuk gibi olan gözlerini siliyorlardı. Az önce annelerinden ayrıldıkları için ağlıyorlardı. Anneleri de çocuklarının ağlamamasını istedikleri için kapının önünde bekliyorlardı. Çocuklarını bırakmak istemedikleri için böyle bir çözüm bulduk. Benim için de böylesi daha iyiydi. Öğrencilerimden birinin ağlamasını istemiyordum.
Velilerimi çocuklarına bu kadar düşkün görmek beni çok mutlu etti, ayrıyeten duygulandım da. Aklıma annem gelmişti. Onu pek hatırlamıyorum çünkü kendisiyle iki yaşımda yolum ayrıldı.
Kendileri beni iki yaşımda yetimhaneye bıraktı. Ona dair hatırladığım şey benim gibi olan mavi gözleri ve siyah saçlarıydı. Bana nefretle bakan gözleri ve beni hiç sevmediğinin göstergesi olan sözleriyse aklımdan çıkmayan şeylerdi.
Gözüme görünme Elis!
Git başımdan!
Bir de senin şu ağlamalarınla mı uğraşacağım?
Seni neden doğurdum ki!
Sen benim hayatımı bitirdin. Gençliğim, güzelliğim senin yüzünden yok oldu!
Oysa bunları bana söylerken çok güzeldi. O zamanlar yirmi üç yaşındaydı. Şimdi anlıyorum ki aslında o, bu sözleriyle benim hayatımı mahvetti.
Bir adamı seviyordu annem. Bir gün onlar salondayken ben de onları kapı arasından dinliyordum.
“Ben başkasının çocuğuna bakıcılık yapmam Esra. Babalık hiç yapmam. Kendine iyi bak.” diyordu sevdiği adam anneme.
Adam tam annemin yanından ayrılıp kapıya doğru bir adım attı ki annem bir anda adamın koluna iki eliyle yapıştı. “Yapma Yasin. Dur. Lütfen gitme Yasin. Problem sadece Elis ise kolay. Onu istemiyorsan hemen yetimhaneye veririm. Bırakma beni.”
O zamanlar küçük olduğumdan pek anlayamamıştım. Şimdi anlıyorum ki öz annem beni, sevdiği adamla evlenmek için bir engel olarak görmüştü.
Adam, anneme baktı birkaç saniye. “Tamam.” dedi ardından da. “Eğer o kızı en geç yarın gidip yetimhaneye bırakırsan seninle bir hafta içinde evlenirim.”
Adamın söylediği sözlerden sonra annem onun boynuna atladı. Birbirlerine sıkıca sarıldılar. Ayrıldıklarında da annem karşısındaki adama kocaman gülümsedi.
Benim annemi gülümseyerek gördüğüm ilk an buydu. Kendi kızına bir kere bile gülümsemeyen kadın, sevdiği adamın kollarında gülümsemekten kendinden geçmiş gibi duruyordu.
Annem sevdiği adamla evlene bilmek için benden vazgeçmişti.
Annem, o akşam şarkılar söyleyerek çantamı hazırladı. Ben de bir kenarda bütün bu olanları sessizce izlemiştim. Sabah olduğundaysa beni bir kedi yavrusu gibi yetimhanenin önüne bıraktı. Gerçi kediler bile yavrularına sahip çıkarlar ama annem bana hiçbir zaman sahip çıkmadı.
Düşüncelerimi bir kenara bırakıp bakışlarımı daldığım duvardan çekip öğrencilerime çevirdim. Masamdan ayaklandım önce. Tahtanın önüne geldim.
İlk başta kendimi onlara tanıttım. Adımı, yaşımı ve sevdiğim şeyleri söyledim. Anlatacaklarım bitince de “Bana sormak istediğiniz bir şeyler var mı çocuklar?” diye sordum.
Bir öğrencim “Ben bir şey sorabilir miyim öğretmenim?” dedi.
Kafamı sallayıp “Tabii ki sorabilirsin tatlım.” dedim onaylayarak.
“Hangi takımı tutuyorsunuz?”
Soru karşısında gülümsedim ve “Galatasaray’ı tutuyorum” diye cevap verdim. ”Bu sınıfta kimler Galatasaraylı?”
Sorduğum soru karşısında sınıftaki on kişi parmak kaldırdı. “Peki kimler Fenerbahçeli?” Bu sefer de yedi kişi parmak kaldırdı. Parmak kaldırmayan üç öğrencime de hangi takımlı olduklarını sorduğumda üçünden de ”Beşiktaş” yanıtını aldım.
Çantama doğru ilerledim ve gelirken aldığım şekerleri çıkardım. Hepsinin elinden tutarak onları tahtanın önüne çıkardım ve onlarla tanıştım. Hepsi birbirinden güzeldi.
Konuşması biten her öğrencimi alkışladım ve ona alması için elimdeki poşetin içindeki şekerleri uzattım.
Hepsine en sevdiklerinde iki tane almalarını söyledim. Ama dişlerinin çürümemesi için şimdi sadece bir tanesini yemelerini söyledim. Hepsi de sözümü dinledi ve bir tane şekeri yiyip diğerini de çantalarına koydular.
Saat gelince velilerim sınıfa geldiler ve çocuklarını aldılar. Velilerimle tek tek tanıştım. Hepsi de birbirinden tatlıydı. Ama ne yalan söyleyeyim en sevdiğim Lila’nın anne ve babası olan Selen ve Fatih Gezen’di.
Sınıftaki öğrencilerim ve velilerim dışarı çıkınca masanın üstündeki çantamı aldım ve ben de sınıftan çıktım. Bahçeye indim ve okulun kapısına doğru ilerliyorken Lila koşarak yanıma geldi ve bacaklarıma sarıldı.
Şaşırdım fakat bir elimi sırtına diğer elimi de saçlarına atmaktan geri kalmadım. Saçlarını yavaşça okşadım.
Aynı annesi gibi sarı saçları vardı. Saçları yumuşacık ve beline gelebilecek kadar uzundu. İki yandan özenli bir şekilde örülmüş ve uçlarına da pembe kurdeleler bağlanmıştı. Sanırım sabah annesi yapmıştı.
Eskiden ben de annemin yanına gider ve saçlarımı örmesi için yalvarırdım. O ise “Uğraşamam.” diyerek beni geçiştirirdi. Israr etmeye başladığımdaysa “Git başımdan Elis!” diye bağırıyordu.
Zaten benim saçlarımı benden başka toplayan, ören tek kişi Akay’dı.
Lila başını kaldırıp bana baktı. “Yarın görüşürüz güzel öğretmenim.” dedi ve ilerideki anne ve babasına doğru koştu ve onların yanına gidince bana dönüp el salladı. Ben de sağ elimi kaldırıp ona doğru salladım.
Arkamı döndüm ve kapıdan çıkıp otobüs durağına doğru ilerledim. Bana ondan sonra kimse güzel dememişti. Uzun zaman ardından bu sözü tekrardan duymak ise biraz garip hissettirmişti.
Yaklaşık on dakika sonra otobüs gelince binip boş bir yere oturdum. İneceğim yere geldiğimde de otobüsten inip eve doğru yürümeye başladım.
Eve gelince önce ellerimi yıkadım ve makyajımı temizledim. Sonra da odama geçip kıyafetlerimi çıkartım ve rahat bir şeyler giyip yemek hazırlamak için mutfağa girdim.
Çorba yapmaya karar verdim ve hazırlayıp ocağa koydum. Yanına bir şey yapmadım çünkü dün yaptığım pilav artmıştı. Çorbanın yanına onu ısıtacaktım.
Çorbayı ocağa koyduktan sonra onun odasını ve salonu toparladım. Evi hızlıca süpürdüm ve kirlileri çamaşır makinasına atıp makineyi çalıştırdım.
Çorba pişince altını kapattım ve sonrasında sabahtan kalan bulaşıkları yıkadım. Dinleneyim diye biraz oturacağım sırada çamaşır makinesinin bittiğini ifade eden sesi duydum. Çamaşırları serdim ve saate baktığımda onun gelme saatine yaklaştığını gördüm.
Hemen mutfağa ilerledim, pilavı dolaptan çıkardım ve tam ocağa koymuştum ki kapının açılma sesini duydum. Ardından kapı kapandı ve adım sesleri mutfağa doğru ilerledi. Mutfağa girdiğini adım seslerinden anladım.
Dönüp ona bakmadım çünkü hissettim. Adım sesleri tam arkamda durdu. Elini kaldırıp omzumu okşadı ve beni döndürüp ona bakmamı sağladı.
Yüzümün ona döndüğünü görünce “Hoş geldin yok mu?” dedi o iğrenç sesiyle.
Zorla “Hoş geldin.” dedim.
O da “Hoş buldum küçük kız.” dedi saçımı tutup omzumun arkasına iteleyerek. Gözleri benden ayrılıp ocağı buldu. “Akşama çorbayla pilav mı yaptın?” dedi.
“Evet,” dedim. “Aslında sadece çorba yaptım, yanına da dünkü pilavı ısı…” daha cümlemi tamamlayamadan bir eli çenemi buldu. Sıkıca tutarak beni susturdu.
“Ne demek dünkü yemek! Dünkü yemeği mi çıkartıp koyacaksın önüme!“ diye bağırdı. İki elimi de bileğimden sıkıca tutup göğsümüm üzerine bastırdı. Canım acımıştı ama kendimi tutmak zorundaydım.
Yine aklıma onun sözü geldi. Işıklarının üzerimde olduğunu hissettim, onun yanımda olup beni koruduğunu düşündüm.
“Şimdi hemen bana yeni bir pilav yapıyorsun. Hemen!” diye bağırdı ve beni yana doğru ittirerek bıraktı.
Dengemi son anda arkamdaki tezgaha tutunarak sağladım. O ise ocağın yanından geçerken pilav dolu tencereyi tutup yere doğru savurdu.
Korkuyla ellerimi kulaklarıma kapatıp olduğum yere çöktüm. Adım sesleri uzaklaşınca gittiğini anladım göz pınarlarımda akmayı bekleyen yaşlar yavaşça çeneme doğru süzüldü.
Sanki göz yaşlarım onun dokunduğu çenemi temizlemek ister gibi bir süre orada durdu. Sonra da giydiğim tişörtün ütüne damlayarak orada kayboldu.
Biraz orada öylece durdum. Sonra da gücümü toparlayıp çöktüğüm yerden kalktım. Yeni bir pilav yaptım.
Pilav hazır olunca sofrayı hazırladım. İlk o yedi, o sofradan kalkınca da ben oturdum ve yemeğimi yedim.
Yemek yedikten sonra da bulaşıkları yıkadım ve kuruyan çamaşırları ütüleyip yattım.
Selamlar tekrardan. Evet, 2. Bölümü tekrardan paylasiyorum. Diğer bölümde küçük bir hata olmuş ve bir kısım çıkmamış. Önemli bir kısım olduğu için de diğer bölümü silip tekrardan paylaşma kararı aldım. Umarım beğenirsiniz. Bol bol yorum atmaktan ve oy vermekten çekinmeyin. Yorum yapan, oy veren ve beni takip eden herkese kocaman sevgilerimi gönderiyorum. Sizin bana her verdiğiniz etkileşim beni havalara uçuruyor. Yani sizi çok seviyorum💋⚘️Sizin destekleriniz beni daha da heveslendiriyor, bunu bilmenizi isterim. Bu bölümün hemen ardından da yeni bölümü paylaşacağım. Kendinize iyi bakın.