Yeni Üyelik
5.
Bölüm

BÖLÜM-5

@zeyyneppece

BÖLÜM 5

  Akay

Birkaç saat önce eve gelmiştim. Şu an ise odamda yatağımın üstünde uzanmış, telefonumdan müzik dinliyordum. En sevdiğim şarkıya mırıldanarak eşlik ettim.

Tam gecenin köründe

Koca gökyüzünde

Ellerin ellerimde

Tamamlandım diğer yarım

Birbirimize yörünge

Gözlerimizin önünde

Tüm devran dönünce

Tamamlandım diğer yarım

(Ate-Diğer Yarım)

Müziğin bitmesi ile kulaklığımı çıkartıp yanıma koydum. Yattığım yerde dikleşerek oturdum. Dirseklerimi dizlerime yaslayıp başımı eğdim ve ellerimle yüzümü ovuşturdum. Ellerimi yüzümden çekip saçlarıma daldırdım bu kez. Karıştırdım.

Bugün kendimi çok garip hissediyordum. Yıllar süren bir kabustan uyanmış, güzel bir rüyaya ilk başlangıcımı yapmış gibi hissediyordum. Seneler sonra onunla göz göze gelmiştim. Kendimi ilk defa bu duyguların içinde bulmuştum.

Resmen rüyam gerçek olmuştu. Onu önce rüyamda sonra da karşımda bulmuştum. Ona sarılmış, saçını okşamış ve onu öpmüştüm. O da beni öpmüştü.

Eski halinden eser yoktu. Daha da güzelleşmişti. Eskiden de güzeldi tabi ama şimdiki güzelliği biraz farklıydı. Eskiden de onu seviyordum fakat şimdi…

Tam bu sırada odamın kapısı tıklatıldı ve kapı yavaşça açıldı. Ardında ablam kafasını kapının arasından çıkarmış bana bakıyordu. Dudaklarında her zaman olan tatlı gülümsemesi vardı.

Ablam genel olarak sevdiklerine karşı kediyken sevmediği insanlara karşı aslan olabiliyordu. Yani ablam tanısan çok seversin kişilerindendi.

Öz kardeş olmasak bile birbirimize çok fazla benziyorduk.

“Gelsene,” dedim hemen. Yatakta kayarak ona yer açtım. O da odaya girip arkasından kapıyı kapatmıştı. Ardından da yanıma gelip kendini sırt üstü yatağa attı.

Bu halini görünce dudaklarımda bir gülümseme meydana geldi. Ablam bir tek benim yanımda çocuklaşıyordu. Tabi bir de eniştemin yanında çocuklaşıyordu. Nazı sadece ikimize geçiyordu.

Eniştemi seviyorum ama yalnızca ablamı kıskanıyordum. Çok iyi bir eş, baba ve damattı eniştem. Ablamla birbirlerini çok seviyorlardı.

Onların ayrı bir evi vardı ama yemekleri birlikte yemek istediğimiz için yemek saatlerinde burada oluyorlardı.Akşamları da yemekten sonra burada kalıyorlardı. Hep birlikte sohbet ediyorduk. Geç olunca da onlar evlerine gidiyor, biz de odalarımıza çıkıyorduk.

Aslında benimde ablamlar gibi ayrı bir evim vardı fakat ben burada kalmayı tercih ediyordum. Belki ilerde evlenice oraya geçerdim.

“Ee,” dedi gülümseyerek. “Ne yapıyorsun?”

“Hiç,” Elimle kulaklığı ve telefonumu işaret ettim. “Müzik dinliyordum.”

Yattığı yerden doğruldu ve bana dönüp bağdaş kurarak oturdu. “İyi, iyi,” dedi. “Uzun zamandır dışarıda bu kadar zaman geçirmiyordum. Çıksan bile kimle çıktığını söylüyordun. Bir şey mi oldu?”

Ah, abla… Neler olmadı ki?

“Yok ya, bir şey olmadı. Sadece tek başıma dışarı çıkmak istedim.”

Pek inanmamış gibi kaşlarını kaldırarak bana baktı. Sonra kaşlarını normal bıraktı ve gülümsedi. “Yoksa senin kız arkad…”

“Abla!” diyerek cümlesini bitirmesine müsaade etmeden lafını kestim.

“İyi, tamam be!” dedi yapmacıktan kızarak. Sonra da elini omzuma koyarak bana baktı. “Her ne olursa olsun bana anlatabilirsin ablam. İyi veya kötü, fark etmez. Senin hep yanındayım. Ne zaman kendini hazır hissedersen konuşabiliriz. Tamam mı?”

Bu sözler bana çok iyi gelmişti. Ablam bana yaklaştı ve sarıldı. Kafasını göğsüme koydu. Ben de kollarımı ona sarıp saçlarını okşadım.

“Biliyorum benim güzelim.”

Biraz daha birbirimize sarılı bir şekilde oturduk. O bana arkadaşlarından öğrendiği dedikoduları anlattı. Daha durmayı düşünüyorduk fakat annem odama ani bir baskın yaparak bizi aşağı yemeğe inmek için azarlayınca yataktan kalkmak zorunda kaldık.

Ablama bugün olanları şimdi anlatmak istemedim. İllaki bir gün öğreneceklerdi fakat bu konu hakkında biraz daha beklemek istiyordum.

Odadan çıkıp merdivenleri indik ablamla beraber. Mutfağa girince bizi gören babam “Hele şükür gelebildiniz!” dedi.

Hepsi masanın etrafına oturmuş, bizi beklemeden yemeklerini afiyetle yemeğe başlamışlardı.

Ablama döndüm ve “Bizi beklemeden yemek yemeğe başlamışlar, gördün mü?” dedim.

“Gördüm, gördüm…” Enişteme ters bir bakış atarak yerine yani onun yanına oturdu.

Trip yiyeceğini anlayan eniştem derin bir nefes vererek “Nasıl bekleyelim? Sadece biz değil yemekler bile ağaç oldu. Bizde ‘Meyvelerini bari yiyelim,’ dedik canım benim.”

Ben de bir yandan onları izlerken yerime geçtim. Ablam da kollarını göğsünde bağlayıp ona yandan bir bakış attı. Ben de “Yaa, öyle mi? Güzel miydi bari tadı meyvelerinin?” dedim.

“Valla öyle güzeldi ki anlatamam.”

Lila ise bizim atışmalarımızı gülerek izliyordu. Bu kez ona baktım ve “Kız, sen neye gülüyorsun öyle?” dedim.

“Siz çok komiksiniz.” dedi gülmeye devam ederek. Sonra da benim hiç beklemediğim bir hamle yaparak “Öğretmenimle ne konuştunuz?” diye sordu.

Böyle bir soruyu beklemiyordum ama çaktırmamaya çalışarak en uygun cevabı verdim. “Senin durumun hakkında konuştum öğretmeninle. Yaramazlık yapıp yapmadığını sordum.”

Ablama baktığımda bana bakıp gülümsediğini gördüm. O kadar zeki bir kadındı ki şu durumda anlamamasının bir ihtimali bile yoktu.

“Ne dedi peki?” dedi annem.

“İyiymiş, usluymuş, öğretmenini ve arkadaşlarını çok seviyormuş.”

“İyi, iyi… Sever zaten benim kızım öğretmenini.” dedi ablam da bana bakmaya devam ederek.

Gözlerimi ablamdan kaçırıp önümdeki yemeklere baktım. Kaşığımı elime alıp mercimek çorbasından bir kaşık alıp ağzıma götürdüm.

Onun en sevdiği çorbaydı. Yani benim de en sevdiğim çorba…

“Oğlum,” dedi annem. Kafamı önümden kaldırıp ona baktım. “Daldın gittin. Hadi ye yemeğini. Bak en sevdiğin çorbayı yaptı ablan sana.”

Önce çorbamı içtim. Ardından da annemin yaptığı tavuklu pilavı yedim. Bu yemeğimiz de diğer yemekler gibi annemin ve ablamın konuşmaları ve bizim onları dinlememizle, kahkahalar eşliğinde geçmişti.

Yemekleri bitirince ablam eniştemle sofrayı kaldırdılar ve annemle babam da bulaşıkları bulaşık makinesine yerleştiriyorlardı. Ben ise prensesim ile evcilik oynuyordum.

Günün geri kalanında da salonda oturup sohbet ettik. Doğrusunu söylemek gerekirse bugün hayatım boyunca yaşadığım en güzel ve en mutlu olduğum gündü. Çok eğlendiğim, güldüğüm, sevdiğim ve sevildiğimi hissettiğim bir gündü.

Saat geç olduğunda bütün gün boyunca konuşan, koşan ve yorulan Lila, babasının kucağında uyuya kalmıştı. Ablam ve eniştem de Lila’nın uyuması sebebiyle kendi evlerine gitmek zorunda kalmışlardı.

Onlar gidince annem ve babam kendi odalarına geçtiler. Ben de odama girip yatağıma uzandım. Telefonumu elime alıp biraz sosyal medyada gezindim. Saat bir olunca da telefonumu yatağın yanındaki komodinin üstüne koydum.

Sağ tarafıma doğru yattığım yatakta sırt üstü döndüm. Gözlerimi tavana diktim. Onu düşündüm. Acaba şimdi ne yapıyordu? Bugün hava biraz rüzgarlıydı. Acaba üşümüş müydü?

Acaba o da beni düşünüyor muydu?

Onu düşünürken göz kapaklarımın ağırlaştığını hissettim. Onu düşünürken dudaklarımdaki tebessümle beraber uykuya daldım.

                     *****

Hayatımın yeni bir sabahına daha gözlerimi açtım. Bu sabah farklı bir şeyler vardı fakat. Mesela uzun bir zaman sonra gülümseyerek uyanmıştım. En son ne zaman böyle uyandığımı hatırlamıyordum.

Üstümdeki yorgunluk hissi yoktu. Hayattan ve yaşamaktanda korkmuyordum. Aksine hayattan zevk almak istiyordum.

Ve sadece tek bir kişinin yanında olursam alırdım u zevki.

Her sabah somurtarak baktığım sürahiye bile gülümseyerek baktım bu sabah. Suyumu içerken, terliğimi giyerken, yataktan kalkıp tuvalete doğru yürürken bile dudaklarımdaki gülümsemeye mani olamıyordum.

Kapıyı yavaşça aralayıp tuvalete girdim. Musluğu açtım ve eğilip avuç içlerimdeki soğuk suyu yüzüme çarptım.

Soğuk su hoşuma gitmişti. Birkaç kez daha yüzüme su çarptıktan sonra havluyu alıp yüzümü güzelce kuruladım. Ardından kafamı kaldırıp aynadaki kendime baktım.

Kendime de gülümsedim. Hatta en çok ona gülümsedim. Çünkü sevgimi en çok hak eden kişi kendimdim. Ne bir cam ne de bir yaprak hak ediyordu benim gülümsememi.

Evet, bazen zor şeyler yaşamıştım ama dimdik ayakta durmaya devam etmiştim. Kendi gözyaşlarımı kendim silmiştim. Şimdi de yanımda benim yerime gözyaşlarımı silebilecek biri vardı.

Elimi kaldırdım ve dün onun okşadığı, öptüğü yanağımın üstüne bıraktım. Bunları düşününce bile kalbimin atışı normalin üstüne çıktı.

Daha fazla oyalanmadan dişlerimi de fırçalayıp tuvaletten çıktım. Mutfağa gidip ona yemek hazırladım ve ben de kısa bir süre bir şeyler atıştırdım ve odama doğru ilerledim.

Bugün diğer günlerden daha çok özenmek istiyordum. O yüzden bana çok yakıştığını düşündüğüm siyah eteğimi giydim altıma. Etek kısa bir etek değildi, uzundu. Ayak bileğimin biraz üstünde bitiyordu.

Üstüme ise narçiçeği renginde bir gömlek giydim. Gömleğin kolları dirseğimin hizasındaydı.

Kıyafetlerimi giyme işini tamamlayınca makyaj masama oturdum. İlk başta yüzümdeki izleri kapattım. Kirpiklerime maskara sürdüm. En sonunda da kırmızı rujumu alıp önce dudaklarıma sürdüm. Ardından da ruju yanaklarıma değdirdim ve parmaklarımla dağıttım.

Saate bakınca zamanımın azaldığını gördüm. Aceleyle telefonumu ve makyaj malzemelerimi çantama koyup evden ayrıldım.

Son dakika yetiştiğim otobüse bindim ve boş bir koltuğa oturdum. Yanımda yirmili yaşlarda olduğunu düşündüğüm bir kadın ve kadının kucağında da kızı olduğunu düşündüğüm bir kız çocuğu vardı.

Kızı çok büyük değildi. En fazla üç yaşındaydı. Yol boyunca annesiyle konuşmuştu. Konuşması çok tatlıydı. Bazı kelimeleri yanlış telaffuz ediyordu ama annesi her halükarda onu anlıyordu.

Kızının her yanlış söylediği kelimede onu saçından öpüyor, okşuyor ve kelimenin doğrusunu ona gülümseyerek söylüyordu.

Benim annemse ben bir kelimeyi yanlış söylediğimde beni anlamıyor ve benimle konuşmak istemiyordu. Bana kızıyordu.

Bense herkesin annesinin böyle davrandığını düşünüyordum. Oysa bir keresinde bizim mahallemizdeki bir kız ve annesini görünce herkesin böyle olmadığını öğrenmiş oldum. Her anne benim annem gibi değildi.

Aklıma bu anılar gelince gözlerim doldu fakat kendimi tuttum ve ağlamadım. Gözlerimdeki yaşlar da bir süre sonra kendiliğinden gitti. Her acı veren ve kötü olan şey gibi…

Otobüs okulun yanına gelince yavaşça oturduğum yerden kalktım. Otobüsten inip okula doğru ilerledim. Okulun içine girdim ve sınıfıma doğru ilerlerken birden birinin kolumu tuttuğunu hissettim.

Beni tutarak boş sınıflardan birinin içine doğru çekti. Bu esnada dudaklarımdan tiz bir çığlık çıktı. Kolumu tutan kişi hemen kapıyı açıp benimle beraber sınıfa girdi.

Ben de bu sırada beni tutan kişinin burnuna doğru sert bir yumruk attım. Canı yanmış olmalı ki kolumu bıraktı ama dışarı çıkmamı engellemek için kapının önüne geçti.

Siyah güneş gözlükleri olduğu için kim olduğunu anlayamadığım kişi bir elini burnuna koydu ve diğer eliyle güneş gözlüklerini çıkartırken aynı zamanda da “Bir şey yapayım, dedim, burnumdan getirdin Çiçek. Ama gerçekten burnumdan getirdin.” dedi hayıflanarak.

Duyduğum ses ve gördüğüm gözler ile ağzım bir karış açık kaldı. “Akay?”

Ama dediği gibi cidden burnundan getirmiştim sanırım çünkü burnundan ince bir çizgi halinde kan geliyordu.

“Yok ben Kara Ay’ım.”

“Ne tersliyorsun ya!” dedim. “Ayrıca neden beni öyle kolumdan tutup çekiyorsun?” Sesimi biraz yükselttiğimi anlayınca sesimi alçaltıp “Özür dilerim. Canın çok yandı mı?” dedim.

Elini burnundan çekti. Zaten pek de bir şey yok gibi görünüyordu. Bana bir adım yaklaştı ve bana bakıp “İşte benim Çiçeğim. Aferin sana. Asla kimsenin sana bir şey yapmasına izin verme. Bu ben olsam bile.” dedi elini kaldırıp saçımı okşayarak. “Ayrıca senin bana attığın bir yumruk benim canımı yakamaz. Anca olduğu yerde çiçekler açar.”

Birbirimize bakıp gülümsedik. Burnu kanamıyordu artık ama az önceki kanın kalıntıları vardı. Elimi çantama attım ve bir ıslak mendil çıkardım. Elim kaldırdım ve burnunun altını sildim güzelce. O da beni izledi.

İşimi bitirince ıslak mendilin temiz tarafını burnuna yaslayıp “Hım yap bakalım.” dedim gülerek. Anında eli elimi buldu ve elimi yüzünden uzaklaştırdı.

Yüzünde öyle bir ifade vardı ki bu beni gülme krizine soktu. Ben karşısında ona gülerken o da ellerini beline atmış beni izliyordu. Her ne kadar durumdan hoşnut olmasa bile dudaklarında beni izlerken bir tebessüm vardı.

“Hadi, yeter bu kadar gülmek.” dedi en sonunda.

“Sen de kendi ifadeni görsen benden daha fazla gülerdin.” dedim gülmemi gülümsemeye çevirirken.

Koca bir adım daha atarak bana sarıldı birden. Böyle bir şeyi beklemesem bile hemen ayak uydurarak ben de ona sarıldım.

Birbirimize hiç ayrılmak istemezmişçesine sarıldık. Kollarımı boynuna doladım. Ayağımda topuklu ayakkabılarım olduğu için boylarımız arasında biraz daha az bir mesafe vardı.

Eğilerek başını boynuma yaklaştırdı ve derin bir nefes aldı. Bir elini sırtıma götürmüştü ve saçlarımı nazikçe okşuyordu. Uçlarını yavaşça parmağına doluyor ve ardından saçımı bırakıyordu. Sonra tekrardan doluyor ve tekrardan bırakıyordu.

Bir süre öyle birbirimize sıkıca sarılmış bir şekilde kaldık ama öğrencilerimin beni beklediğini hatırlayıp hiç istemesem de ondan yavaşça ayrıldım.

Ondan ayrılınca “Biraz daha dursaydık,” dedi dudağını bükerek.

Elimi yanağına koydum ve başparmağımla narin tenini okşadım. “İnan bana senin yanında kalmayı senden daha çok istiyorum ama öğrencilerim de beni bekliyor.”

Parmak uçlarımda yükselerek dudaklarımı yanağına yaslayıp derin bir öpücük bıraktım. Sanırım dünden sonra alışmış olmalı ki yine donup kalmadı. Gülümsedi. Ben de gülümsedim.

“Eee,” diye geveledim. Yanaklarıma ateşin oturmaya başladığını hissettim. “Ben gideyim artık.”

Tam tanından geçecekken eli yavaşça kolumu tuttu. Bana yaklaştı ve dudaklarını kulağıma doğru “Seni bekliyor olacağım çıkışta.” diye fısıldadı.

Nefes alışlarım düzensizleşmeye başlamıştı. Bu sözlerinden sonra ona bir şey demeden kapıyı açıp sınıftan çıktım. Sınıftan çıktıktan sonra kapının önünde biraz soluklandım. Telefonumu çıkartıp saate baktığımda dersin başlamasına bir iki dakika kaldığını görünce koşar adım sınıfıma yöneldim.

Sınıfa girince bütün öğrencilerimin sınıfta olduklarını gördüm. Bazıları arkadaşlarının yanındaydı, konuşuyorlardı. Onları böyle kaynaşmış bir şekilde görünce gülümsememe engel olamadım.

Beni gördüklerinde hepsi arkadaşlarının yanından ayrılıp kendi yerlerine oturmuşlardı. Çantamı masama koyup tahtanın önüne gelip hepsine tek tek bakıp gülümsedim. Hepsinin sesimi duyması ve dikkatlerini çekebilmek için sesimi hafiften yükselterek “Günaydın, çocuklar.” dedim.

Benden sonra ise hepsi bir ağızdan “Günaydın, öğretmenim.” dediler.

“Nasılsınız bakalım bugün?”

Hepsi tekrardan hep bir ağızdan ne kadar mutlu olduklarını söylediler. Onların mutlu olduğunu görmek beni fe çok mutlu etmişti.

“Peki bugün de dışarı çıkmak ister misiniz?”

Hepsi “Evet!” diye bağırdı anında.

Bazıları heyecanla yerinden kalkmıştı bazıları da ellerini çırpıyordu. Fakat hepsinin yüzü gülüyordu. Bazıları dişlerini göstererek gülüyor bazıları da yalnızca tebessüm ediyordu. Nasıl güldüklerinin bir önemi yoktu, sadece gülmelilerdi. Her çocuğa olduğu gibi onlara da gülmek çok yakışıyordu.

“Tamam, o zaman herkes arkadaşının elini tutup ikili sıra olsun kapının önünde.” dedim. Hepsi hemen en yakın arkadaşlarının elini tutarak kapının yanında sıra oldular.

Kapıyı açıp yavaşça yana çekildim ve onlar sınıftan çıktıktan sonra çantamı da alarak ben de sınıftan çıktım. Çantamda okuma kitapları vardı. Yine öğrencilerime onları okuyacaktım.

Ben bahçeye inince hepsinin geniş alanda koşturduklarını gördüm. Ağacın altındaki bir banka oturarak çantamı yanımdaki boş yere koydum. Bakışlarımı öğrencilerime çevirdim ve dudaklarımdaki tebessümle onları izledim.

Bir süre boyunca onların birbirleri ile oyunlar oynamalarına izin verdim. Sonra da çantamdan kitapları çıkartıp onlara temiz havada okudum. Bu sayede çocuklarla temiz havada biraz daha zaman geçirmiş olduk.

Bira daha bahçede durduktan sonra sınıfa çıktık. Sınıfta da birbirimizle sohbet ettik ve alfabeye ufaktan bir giriş yaptık.

Çıkış saati gelince her öğrencimin velileri gelip çocuklarını aldılar fakat benim gözüm sadece tek bir kişiyi arıyordu. Tam o esnada “Elis Hanım,” diye bir ses duydum. Kafamı kapının olduğu tarafa çevirince onunla göz göze geldim.

Akay, simsiyah gömleği ve mavi bol kot pantolonuyla bana bakıyordu. Elinde ise yine dün taktığı güneş gözlüğü vardı.

Ben ona bakmaya dalmışken Lila dayısının yanına doğru koştu ve onun kucağına çıkmak için kollarını havaya kaldırdı. Akay’da onu koltuk altlarından tutarak kaldırdı yerden.

Lila hemen dayısının boynuna sarıldı sıkıca. “Canım dayım,” Akay’ da Lila’ya sarılırken “Canım yeğenim.” dedi onu taklit ederek. Ardından da Lila’yı çantasını alması için yere bıraktı ve bakışları bana döndü.

Yanıma geldi ve bana gülümseyerek baktı. “Merhaba, Elis Hanım.”

“Merhaba, Akay Bey.”

“Lila’yı alabilmem mümkün müdür?”

“Tabi, alabilirsiniz.”

Bu sefer bana biraz daha yaklaştı ve sadece ikimizin duyabileceği bir ses tonuyla “Peki yaklaşık yarım saat sonra sizi alabilmem mümkün müdür?”

Gülümseyerek ona bakarken cevabımı yineledim. “Tabi, alabilirsiniz.” O da bu cevabıma hafif bir tebessüm ile karşılık verdi.

Tam bu sırada Lila yanımıza geldi. Akay, Lila’nın sırtındaki okul çantasını alarak kendi omzuna astı. Sonra da bana döndü ve “İyi günler Elis Hanım.” dedi.

“Görüşmek üzere Akay Bey.” Lila’ya döndüm bu kez. “Görüşürüz tatlım.”

Lila elini öptü ve avuç içine doğru üfleyerek öpücüğü bana gönderdi. Ben de elimle sanki onun bana doğru attığı öpücüğü tutmuş gibi yaparak ben de ona aynı hareketi yaptım. En sonunda da ellerimizi birbirimize sallayarak vedalaştık.

Diğer velilerim de gelip çocuklarını almışlardı. Bütün öğrencilerim gidince çantamı da alarak tuvalete girdim ve makyajımı düzelttikten sonra bahçeye çıktım.

Bugün oturduğum banka oturup onu beklemeye başladım. Beklerken de telefonumu elime alıp biraz sosyal medyaya baktım.

Bir süre sonra arkamda duyduğum öksürük sesi ile irkildim ve hızla arkamı döndüm. Akay, hemen arkamda, elleri cebinde ve yüzündeki tatlı tebessümle bana bakıyordu.

Onu görünce heyecanla yerimden kalktım ve onun yanına gidip ona sıkıca sarıldım. O da iki elini belime sararak bana sarıldı.

On yedi sene boyunca bir kez bile görmediğim, sarılamadığım adamı yarım saat görmeyince özlüyordum. Çünkü onun güven veren bedenine ve mis kokusuna tekrardan alışmaya başlamıştım ve bu sefer vazgeçmem zor olacaktı.

Ben de bir elimi saçlarına doğru ilerlettim. Parmaklarım saçlarının arasında kayboldu. Saçları ne uzundu ne de kısaydı. Fakat saçları gür olduğundan çok güzel görünüyordu.

Bir kaç dakikanın ardından sarılmamız bitti ve yavaşça ayrıldık. Ama sanırım Akay, beni bırakmak istemediğinden elleri belimdeki yerini koruyordu.

Bana derin bir gülümsemeyle beraber baktı. Yaklaşıp yanağıma derin ve narin bir öpücük bıraktı. Beni elimden tutarak arabaya doğru ilerletti.

Arabanın yanına gelince ilk önce benim kapımı açtı ve inmem için kenara çekildi. Ben yerime oturunca da kapıyı nazikçe kapatıp arabanın etrafından dolanarak sürücü koltuğunun kapısını açtı ve yerine oturup kapıyı da kapattı.

Emniyet kemerlerini takınca bana döndü ve “Aç mısın?” diye sordu.

Ben de emniyet kemerimi takınca ona döndüm ve “Hayır,” dedim gülümseyerek.

“Peki, sen bilirsin. O zaman başka bir kafeye gidelim. Ne dersin?”

“Olur, benim için fark etmez.”

“Tamam ama bir şartım var.”

“Nedir?” diye sordum kaşlarımı çatarak.

Elini kaldırarak neredeyse burnumun dibine getirdi, gözleriyle elini işaret etti ve ardından yine gözlerimin içine baktı. “Şartım, o prenses ellerinle elimi tutup hiç bırakmaman.”

Sözlerin ardından gözlerimi kaçırdım fakat elimi de elinin içine bırakmaktan geri durmadım.

Bakışlarımı arabanın camından ona çevirdiğimde araba sürdüğünü ve arada sırada da bana baktığını gördüm.​

Bakışlarımız kesiştiğinde elimi havaya kaldırarak elimin üstüne minik birkaç öpücük bıraktı. Sonra da elimi tutmaya devam ederek aramıza koydu. “İstersen şarkı açabiliriz.” dedi.

Şarkı açma fikri hoşuma gittiğinden başımı olur salladım ve “Açalım,” dedim.

Elini elimden çekti ve “Şarkıyı açmak için bıraktım. Şarkıyı açınca elini tutacağım.” diye eklemeyi de unutmadı.

Tam o anda arabanın içini müzik sesi doldurduğunda tekrardan elimi tuttu. Birlikte şarkıya eşlik etmeye başladık.

“Bir ortalıktaydın bir yoksun

Öyle olsun, öyle olsun

Gel yüz yüze konuşalım hepsini

Böyle olmaz biliyorsun”

Şarkıyı söylerken birbirimize bakmaya başladık.

“Sahipsizim biliyorsun

Bu yüzden hep seviliyorsun

Sensiz yapamam yalnız kalamam

Mutlu olamam sanıyorsun”

Akay burada kısık sesiyle bana doğru fısıldadı. “Doğru sanıyorsun.” Bir şey dememe fırsat kalmadan tekrardan şarkıyı söylemeye başladık.

“İlaç ol yaralarıma

Ben rotası şaşırmış bir gemi

Gel güneş ol zifiri karanlığa

Pusulam sensin deniz fenerim”

(Mavi Gri-İlaç Ol Yaralarıma)

Şarkı bitince birkaç şarkı daha dinledik ve kafenin önüne gelince şarkıyı kapattık. Bu kafeye ilk defa onunla geliyordum. Dışarısı çok güzel görünüyordu, Eminin içerisi de en az dışarısı kadar güzeldi.

Arabadan önce o indi ve gelip benim kapımı açtı. Ben inince de kapıyı kapatıp elini belime koyarak benimle beraber kafeye girdi.

İçeri girdiğimizde boş bir masaya oturduk. Tahmin ettiğim gibi içerisi de çok güzeldi. Bu sefer bir limonata söyledim, o da bir kahve söyledi.

“Çiçek,” diye seslendi bana. Başımı çevirip ona baktım. “Efendim.”

“Hani sen eskiden resim çiziyordun. Çizmeye devam ediyor musun?”

“Hayır,”

“Neden?”

Derin bir nefes verdim. “Çünkü sen yoktun.” dedim. “Ben resmimi çizince ilk senin yanına gelip sana gösteriyordum. Sen olmayınca göstereceğim kimse de yoktu. Ben de çizmeyi bıraktım.”

“Ee, seni evlat edinen var.”

“O, öyle şeylerle hiç ilgilenmez. Sevmez resmi.” ve beni…

Ne söyleyeceğini bilemedi bir an. “Peki, artık çizer misin?” dedi sonra. Elini kaldırdı ve kendini işaret etti. “Bak, ben artık yanındayım. Bana gösterirsin, olmaz mı?”

“Olur, olur da benim resim defterim ve boyalarım yok ki.” dedim omuzlarımı indirip kaldırarak.

Bu hareketim sonucunda yüzünde bir tebessüm belirdi. Masanın üstünden bana yaklaştı. “Ee, o iş kolay.”

Biz konuşmaya devam edecekken garson elinde siparişlerimiz ile geldi. Masaya bıraktı ve “Afiyet olsun.” deyip gitti.

Akay da “Hadi, iç bakalım limonatanı. İçtikten sonra seni bir yere götüreceğim.”

“Yaa,” dedim hafif uzatarak. “Nereye gideceğiz?”

Kahvesinden bir yudum aldı. “Sürpriz,”

Onu daha fazla zorlamadan limonatamı içmeye başladım. İkimiz de içeceklerimizi bitirince masadan kalktık ve kafeden çıktık. Hesabı ben ödemek istedim ama asla izin vermeden kendisi ödedi.

Arabanın yanına gelince kapımı açtı ve ben oturduktan sonra kendisi de koltuğuna oturdu. Araba hareket etmeye başladığında ben de başımı camdan olan tarafa çevirip geçtiğimiz sokakları, evleri ve çevreyi inceliyordum. Aynı zamanda da Akay’a bugün kulda ne yaptığımı anlatıyordum.

Şu an fark ediyorum ki benim birkaç gündür çenem düşmüştü. Yıllardır hiç konuşmayan Elis, Akay’ın yanında hiç konuşmadığı kadar çok konuşuyordu.

Çok uzun bir süre geçmeden araba yavaşlayarak durdu. Kafamı ön tarafa da çevirince de arabanın bir kırtasiyenin önünde durduğunu gördüm.

Hemen yanıma dönüp “İnanamıyorum Akay.” dedim ona bakarak. Aynı zamanda dudaklarımda çok derin bir tebessüm vardı. “Çok teşekkür ederim.”

Uzun bir zamandır kimse benim için bir şey yapmadığı için bu küçücük olayı bile kendi kafamda çok fazla büyütmüştüm.

“Rica ederim güzelim benim.” dedi ve yaklaşıp alnıma derin bir öpücük bıraktı.

Heyecanla arabadan indim ve kırtasiyeye doğru ilerlemeye başladım. O kadar mutluydum ki arabadan inince Akay’ı beklemeyi bile unutmuştum. Hemen arkamı dönüp Akay’ın yanına doğru ilerleyip elini tuttum. Bu kez de birlikte ilerlemeye başladık.

Tam o esnada da Akay’ın telefonu çaldı. Cebinden telefonu çıkardı ve kimin aradığına baktıktan sonra meşgule attı. Fakat arayan kişi biraz fazla ısrarcı olacak ki telefon tekrardan çalmaya başladı.

“Aç istersen.” dedim ona. “Önemli biriyse eklerim konuşmanın bitmesini.”

“Önemli falan değil. Saçmalama, ne önemlisi ya!”

“Özel değilse kim arıyor?”

“Ya saçmalama, ne önemlisi! Arkadaşım Doruk arıyor.”

Telefon tekrardan çalmaya başladığında sanırım gerçekten sabrı baya taşmıştı. Çünkü telefonu açıp bir anda “Lan!” diye bağırdı. “Ne arayıp duruyorsun lan! Meşgule atmak ne demek kardeşim? Söyle bir bana bakayım.”

Akay hemen yakınımda olduğu için sesi ben de duyuyordum.

“’Meşgulüm’ demek bal peteğim.”

Son duyduğumuz kelime ile dudaklarımdan çıkan kıkırtıya engel olamadım.

“O zaman neden tekrar tekrar arıyorsun beni sen?”

“O güzel sesini duyup bayram etmek için Akay’ım.” dedi Doruk olduğunu öğrendiğim kişi.

Doruk’un söylediği söz ile daha sesli bir şekilde güldüm.

Akay derin derin nefes alıp verirken sabır diliyordu. Telefondan bu sefer “Lan,” diye bir ses yükseldi. “Senin yanında kim var, kiminlesin?”

Akay bu soruyu beklemiyormuş gibi bir an şaşırdı ama fazla çaktırmadan toparladı. “Sana ne lan! Anam mısın babam mısın? Seni ilgilendiren bir kısmı var mı?” diye sordu. Sonra da ona fırsat vermeden anında kendi sorduğu soruyu cevapladı. “Sen hiç yorulma, ben cevaplayayım. Yok. Yokulan, yok seni ilgilendiren bir kısmı.”

Telefondan bir gülme sesi geldi bu sefer. “Tamam, tamam canım benim. Hadi ben kapatıyorum. Sonra tekrar konuşuruz balım, öptüm.” Telefon kapanmadan önce de bir öpücük sesi geldi.

Telefon kapandıktan sonra Akay’a döndüm ve “Kusura bakma. Konuşmanız çok komik geldi, ondan güldüm.” dedim.

“Ne kusuru, saçmalama Çiçek. Bir sorun olmaz güzelim. Hem herkes eninde sonunda her şeyi öğrenecek.” dedi beni rahatlatmak istercesine gülümseyerek.

“Hadi,” dedi ardından da. “Kırtasiyeyi unuttuk.” Eliyle kırtasiyeyi işaret etti. “Önden buyurun hanımefendi.”

Gülümseyip “Sağ ol balım.” dedim az önceki telefon konuşmasına atıfta bulunarak. Kendi kendime daha fazla gülmeye başladım ardından.

Kırtasiyeye girdik ve iki resim defteri ve yirmi dörtlü kuru kalem seti ile çıktık. Arabaya bindik ve Akay, beni okulun orada bıraktı. Ben de otobüs beklemeye başladım. O da otobüs gelinceye kadar beni izledi. Otobüs gelince de ben bindikten sonra o da arabasıyla beraber oradan ayrıldı.

Eve gelince de günlük işlerimi hallettim ve ardından da yatağıma yatıp uyudum.

 
 

 

Selamlar herkese! Umarım iyisinizidir, ben gayet iyiyim. Sınavlarım bitti ve artık iki haftada bir olmak üzere bölümlerimize devam edeceğiz. Yani ben bu cumartesi bir bölüm daha paylaşacağım ve ondan sonra iki haftada bir cumartesi günleri olarak paylaşacağım. Yorum yapıp düşüncelerinizi benimle paylaşırsanız, takip ederseniz ve oy kullanırsanız beni çok mutlu edersiniz. Kendinize iyi bakın. Güzel günleriniz olsun, görüşmek üzere🫶🏻🫶🏻

 

 

 

 

 

                

                             
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%