@zeyzek
|
Lâl'den Kendimden bir kez daha nefret ettiğim bir gündü. Çok çabuk kanmıştım! Altay'ı ilk gördüğüm an şok olmuştum. O da beni hipnoz etmiş gibiydi. Ve manipüle etmekte ustaydı şerefsiz! Hilâl beni bırakıp gidince peşinden gitmek istemiştim ama Altay engel olmuştu. O iyi değildi ve yanına gidememiştim! O olsa, ne yapıp eder bana gelirdi. Aptalın tekiyim. Şuanda Altay'ın arabasındaydım. Hilâl'in gidişinden sonra pişman olmuş ve kaçmaya çalışmıştım ama bırakmamıştı. Pişmanlık hiç bir zaman bir işe yaramazdı. Önemli olan o pişmanlığı yaşamamaktı. Ve ben, bunu çok geç fark etmiştim. Şuan nerede, ne yapıyor, nasıl bilmiyordum. Kalbim sıkışıyordu. Kötü olduğunu hissediyordum. Altay arabayı sürerken ben tırnak etlerimi yiyerek Hilâl'i arıyordum. Ama ulaşılamıyordu. Umarım Alaz abim onu hemen bulurdu. Umarım iyi olurdu. Ve umarım ilacı yanındadır. Yoksa... Gelen korkuyla kalbim daha kötü sıkıştı ve derin bir ağrı çektim. Sessizce inledim. "İyi misin?" Çok iyiyim ya! Çok! Şuan arka koltukta duran yeni fark ettiğim tahtayı kafasına geçirmemek için zor tutuyordum kendimi. Alaz abimi aramak istiyordum ama yapamazdım. Çünkü onu görevde biliyorlardı. En net anlamla boku yemiştim. Yahu ben her şeyi negatife sürerim, Hilâl değilim ki ben! Dedemin bizi aldığı yola geldiğimizde ofladım. Dejavu da yaşayınca iyice kötü olmuştum. Ya kapıyı açıp atlasa mıydım ki? Elimi tutunma amaçlı oraya götürünce direkt kılik diye bir ses geldi. Kapıyı kilitlenmişti manyak! "Sende manyaklaşma." Diye homurdandı. Hilâl'in manyaklaşmasına kurban olun be siz! Kızı hep manyak diye suçluyordum ama şuan haklı olduğunu anlamıştım. Titreyen dizlerim fazla dikkat çekiyordu. Ellerimle tutayım derken, ellerimin daha berbat olduğunu gördüm. Böyle anlarda hep titriyordum. İstemsiz oluyordu. "Fazla titriyorsun, sakinleş biraz." Öyle kolaydı sanki! "Sana kötü bir şey yapmayacağız Lâl. Sadece evine dönüyorsun." Alayla güldüm. Evmiş! Duygusal boşluğumu yakalayıp manipüle etmişti ve ben şuan onun cezasını çekiyordum. Telefonu açıp Hilâl'e mesaj attım. Belki görürdü. Siz: Evlerine götürüyor beni. En azından nerede olduğumu bilsinlerdi. Şuan Hilâl bana kırgındı, farkındaydım. Kendimi affettirmek için her şeyi de yapacaktım. Ama kolay değildi. Haklıydı. Ellerimle yüzümü kapatmış dururken araba durdu. "Geldik." Ofladım. Kalbim daha da sıkıştı. Sanki oraya yaklaştıkça artıyordu bu his. Yavaşça kapıyı açtım. Altay yanıma geldi. "Yardım etmemi ister misin? Her yerin titriyor." Ondan uzaklaştım. Hayır, bana dokunmasını istemiyordum. Ben teması severdim. Sadece belirli kişilerde ama. Onun dışında yakınıma girmelerinden bile rahatsız olurdum. İç çekti ve kolunu geri çekti. Yürümemi bekledi ama bu hiç kolay değildi. Bacaklarım uyuşmuş gibiydi. Yine de zorlukla yavaş yavaş yürümeye başladım. Asıl şaşırtıcı olan ise hâlâ ağlamamış olmamdı. Hatta gözlerim bile dolmamıştı. Bir adım arkamdan o geliyordu. Kapının önüne geldiğimizde kalbimdeki ağırlık arttı. Boğazımda bir yumru oturdu. Kapıyı çaldı. Bir süre sonra kapıyı saçı başı dağılmış, göz altları şiş ve kızarmış, dağılmış bir Ceyda hanım açtı kapıyı. Beni görünce bir kaç saniye boş boş baktı. Sonra ise gözleri doldu. "Şizofren de oldum ben!" Altay göz devirdi. Annesinin koluna girdi. "Anne, o gerçek. O burada." Ceyda hanım gözleri kocaman bir şekilde bana bakıyordu. Sonra bir anda gözleri parladı ve gülümsemeye başladı. "O gerçek!" Dedi ve hızla bana geldi. Kollarını uzatıp sarılacağı sırada geriye bir adım attım. Listemde sadece üç kişi vardı. Ona ne oluyordu? Bu davranışıma üzüldü. Hatta bayağı gözleri doldu ama bozuntuya vermedi. "Hadi gel kızım, içeriye girelim." Arkama bakmıştım ki Altay konuştu. "Hiç bakma, gidemezsin." Geldi ve arkama geçti. Of! Hilâl, özür dilerim kardeşim. Lütfen gel. Minik bir adım kapıya yaklaştım. O sırada Ceyda hanım tekrar gülümsemişti. Ne gülümsüyorsun be kadın! Bir anlık şeyle içeriye girdim. İşte o an, kalbim tüm gücüyle ağrıdı, gözlerim doldu. Bu evdi, beni zehirleyen şey, bu evdi. Veya Hilâl'in âhı. Ağır bir şekilde inledim ve ağlamaklı bir ses çıkardım. Geriye doğru bir adım atmıştım ki Altay beni kollarımdan tuttu. "Geldiğinden beri acı çekiyorsun, söyle diye bekledim ama nerede!" Beni kucağına alacaktı ki geriye kaçtım. Astımım falan yoktu. Sadece kalbim sıkışmıştı. Hilâl gibi olmuyordum. "Lâl! Dur kuzum bak kötüsün." Ceyda hanım telaşla bana gelmeye çalıştı. Ama ondan da uzaklaştım. Sırtım duvara çarpınca kalbim biraz daha acıdı. Ama dişimi sıktım ve ses çıkarmadım. Nefes almamda sorun yoktu, iyiydi. Ama kalbim aşırı kötüydü. "Tamam, sakin ol. Nefes alabiliyor musun?" Altay konuşuyordu. Başımı salladım. "Sadece kalbin mi ağrıyor?" Yine başımı salladım. "Tamam, bak bunun teşhisi için hastaneye gitmemiz lazım, öncelikle de senin sakinleşmen. Hadi gel güzelim, otur bir, su iç. Kendine gel sonra konuşalım." Onlar bana yaklaşmadan bildiğim kadarıyla salona gittim. Önüme geçen ilk koltuğa oturdum. Kalbimin sakinleşmesi için iyi şeyler düşünmeye çalıştım. Hilâl'i düşündüm, sonra Alaz abimi. Mutlu anlarımı düşündüm. Daha iyiydim. "Ne düşünüyorsun bilmiyorum ama böyle devam et, iyi gidiyorsun." O konuşunca herşey başa sardı. Aklıma onlar geldi. Hilâl'i bırakışım... İnledim. Yanlız kalmam gerekti. Onların en azından görünmediği bir yerde. Yanlız kalmam gerek diye dudaklarımı oynattığı. Tabii anlarlarsa. "Tamam. Hadi gel, odana çıkaralım seni, orda dinlen." Altay anlamıştı. Garipti. Ama şerefsizdi, belliydi. Ondan onu da beklerdim. Ceyda hanım koluma girince kalbime bir yumru daha vuruldu. Gözlerim acıdan doldu. Kısa süre sonra bir odaya girmiştik. Beni yatağa oturttu. "Birşeye ihtiyacın olursa seslen tamam mı birtanem, çekinme." Git artık ya! Odadan çıktı. Bende kendimi direkt saldım. Acıdan dolayı bir göz yaşı düştü. Düşündüm. Hilâl'i, abimi, iyi anılarımı. Mutlu zamanlarımı. Kalbim hafifledi, sürahiden bir bardak su içtim. Boğazım temizlenmiş gibi olmuştu. Ben düşündükce azalıyordu kalbim. Bana iyi gelen şeyleri düşündükçe iyileşiyordum. Yatağın ucuna iyice sokulup dizlerimi kendime çektim ve kollarımı etrafıma sardım. Kafamı da dizlerime dayadım. Ben buradan nasıl çıkacaktım? Daha önemlisi, Hilâl nasıldı? Hilâl'den Hissettiğim baş ağrısı ile gözlerimi yavaşça araladım. Ölmemiştim... Kalp ritim sesi duymamla başımı yana çevirdim. Bir monitör vardı. Hastanedeydik anlaşılan. "Uyandın mı abicim?" Bir el elimi sardı. O tarafa döndüm. Alaz abim endişeyle bana bakıyordu. Yutkundum, boğazım acıdı. Boğazım çöl gibi olmuştu yahu! Su yok muydu! "Su," diye mırıldandım. "Güzelim kriz ciğerlerine çok zarar vermiş, çok kuvvetli bir krizmiş. Doktor uyandıktan sonra ilk 2 saat su içmesin dedi." (Böyle bir şey var mı bilmiyorum, salladım.) Boğazımın yanmasıyla sertçe yutkunup yüzümü buruşturdum. "Özür dilerim..." Kısık ve hırıltılı bir sesle konuşuyordum. Sesim çıkmıyordu ki. "Önemli değil, senin suçun olmadığına eminim. Kendine gelince anlatırsın birtanem, önemli değil." Elimi öpüp konuştu. "Ben doktoru çağırayım bir, kontrollerini yapsın. Hemen geliyorum." Deyip odadan çıktı. Ulan Lâl, ne aptal birisin sen kızım ya. Balık hafızalı değildi, hatta unutmazdı. Benden çok daha iyiydi hafızası. Ama ne hikmetse, böyle şeyleri anında siliyordu! Rabbim ondaki tüm kini alıp bana vermişti! Ay zaten bok gibi giderken, birde su içemiyordum! Yahu boğazımda çöl oluştu, öleyim mi ben! Kapının açılmasıyla o tarafa döndüm. Bir doktor ve abim gelmişti. Doktor gülümsedi. "Nasılsınız küçük hanım? Daha iyi hissediyor musunuz?" Mükemmelim ya, hatta şuan tatile bile gidebilirim. Dubai falan, anlarsın ya. Öyle bir durumdayım şuan. Ters bir bakış atıp cevap vermememle güldü. "Kabul, saçma bir soruydu. Her neyse, ağzına bir cihaz takacağım, ona üfleyebildiğin kadar üfle. Ama kendini zorlama, bitince bitir." (Böyle bir cihaz veya uygulama var mı onu da bilmiyorum. Tamamen sallama.) Başımı onaylarcasına salladım. Oturur pozisyona geçtim. Cihazı yaklaşırması ile ağzımı açtım. Yavaşça taktı ve arkadan tutturdu. "Üç diyince başla." Onayladım. Bir kaç tuşa basınca bana döndü. "Bir, iki, üç." Demesi ile üflemeye başladım. Ama çok kısa sürmüştü, anında nefesim bitmişti. Üfleyebildiğim kadar üfledim ve durdum. O da durmam ile anında bir tuşa bastı ve cihaz durdu. Ekranı izledi. "Maalesef, düşük değerlerin. Krizden önce de kötüymüş ciğerlerin. Bronşit de var tahminimce sende. Test yaptıralım. İlaç falan yazacağım, oraları sonra konuşuruz. Geçmiş olsun." Dedi ve cihazı çıkartıp odadan çıktı. Ofladım. Onca derdin arasında birde bunla uğraşıyordum. "Daha iyi misin?" Başımı salladım. Uyandığım ana göre daha iyiydim. Elimi tuttu. "Güzelim, seni sıkmak istemiyorum ama anlatman gerek. Nasıl oldu, nerde oldu? Lâl sana mesaj yazmış sanırım bulmuşlar ama nasıl oldu da Lâl'i alıp seni almadılar?" Derin bir nefes aldım ve anlatmaya başladım. Sonuna kadar sessiz ve dikkatle beni dinledi. Lafım bitince bir süre düşünüp konuştu. "Lâl böyle devam ederse gerçekten çok daha kötü kararlar alacak. Ayrıca, sen oraya gitmek istiyor musun? Ona göre bir plan hazırlayacağım." Bende düşündüm. "Hayır ama Lâl orada ve onu yanlız bırakamam. Evet ona kırgın ve kızgınım. Ama tekte bırakamam." "O zaman benim görevimi bitiriyoruz. Oraya gidecek ve düşüncelerini öğreneceğim. Ona göre hareket edeceğiz. Bu sırada sen evimizde kalmaya devam edeceksin. Anlaştık mı?" Gülümsedim. "Anlaştık!" Güldü ve yanaklarımı öptü. "Ben taburcu işleriyle ugraşayım, sende dinlen o sırada. Kalkabilirsen dolapta giyecek var. Kalkamazsan hemşire çağır. Odadan çıkma." Dedi ve odadan çıktı. Yavaşça kalktım. Minik adımlarla dolaba ilerleyip kıyafetleri aldım. Geri gelip yatağa oturdum. Hâlâ başım dönüyordu. Bundan sonra hayatım nasıl olacak hiç bilmiyordum. Ben Koper'lerin ev Tuğra haberi duyar duymaz şirketten çıkıp eve gelmişti. Gelirken Yaman ve Kaan'a da haber vermişti. Aceleyle kapıyı çaldı. Kapıyı karısı çıkmıştı. Sabahki hâline göre daha iyiydi. Hemen gidip ona sarıldı. "Üzülme artık Ceyda'm. Hilâl de gelecek." Ceyda da öyle düşünüp kendini motive ediyordu. Ama hâlâ endişeliydi. Karısının elinden tutup içeriye yöneldi. "Nerede?" Ceyda iç çekti. "Odasında, ne yapıyor bilmiyoruz. En son kalbi sıkıştığı için tek kalmak istemişti." Endişelenmişti Tuğra. Ne olmuştu ki kalbine? "Niye sıkışmış kalbi?" Diye sordu endişeyle. "Korku ve stresten olduğunu düşünüyoruz. Kendine gelsin de hastaneye gideriz." "Altay nasıl getirmiş? Nerede görmüş?" Ceyda koltuğa oturdu ve her şeyi anlattı. Tuğra bey konuma adamlarını göndermişti. Hilâl'i orada da arayacaklardı. Karısını omzuna yatırıp konuştu Tuğra. "Üzülme birtanem, bak bir yavrumuz yuvasına döndü. Diğeri de döner." İç çekip konuştu Ceyda. "Umarım." Diye mırıldandı. Bir süre sonra Ceyda'nın uykusu gelmişti. Kocası kucağına alıp odalarına götürmüştü. Ceyda'yı yatırıp geri aşağı indi. Yaman ve Kaan içeri girmişti. Yaman direkt babasına ilerledi. "Baba?" Dedi. Babası salonu gösterince ikiside o tarafa ilerledi. Tuğra oğullarına kısa bir özet geçti. İkiside Lâl'in gelişine sevinirken Hilâl'in olmaması yüzünden geri moralleri düşüyordu. "Altay nerede?" Kaan Altay'ı göremeyince onu merak etmişti. Lâl'i o getirip nereye gidebilirdi? "Alaz askeriyeye dönmüş sanırım. Onu karşılamaya gitmiş." Evet, Alaz sonunda dönmüştü. Bir yandan ona endişe ederken bir yandan kızlarını arayıp durmuşlardı. İki kardeş de derin bir nefes aldı. Alaz'ın yokluğu kötüydü. "Gelirler birazdan. Alaz çok sevinecektir Lâl'e. En çok o merak etti. Onun derdiyle gitti." Yaman iç çekti. Geriye kalmıştı bir kardeşi. En nazlısı, Hilâl. Ama o da gelecekti tez zamanda. Uğraşacaktı. (O sırada dağ evinde keyif çatarkene Hilâl. Tabii maceralarla) Kaan ise abisinin sağ salim gelmesine sevinmişti. Askerlik zor işti, canını teslim ediyordu. Her göreve gittiğinde çalan telefonlara korkuyla bakıyordu. Ama en namuslu, en temiz meslekti. Vatanı için canını feda etmek, en onurlu ölüm şekliydi. (Burda bi milliyetçi kanım kaynadi, daha ovecektim da konudan çıkıyordu) Kaan ayağa kalktı ve odasına gitti. Kısa bir duş alıp Lâl'e bakmaya gidecekti. Tıp fakültesi son sınıftı Kaan. Az çok psikoloji de biliyordu ama branşı hekimlikti. (Ne hekimi olsyn karar veremedim. Siz karar verin) Duştan çıktı ve giyindi. Lâl'in kapısına ilerledi ve kapıyı çaldı. Sonra ise yavaşça açtı. Lâl yatağın köşesine sinmiş öylece duruyordu. Kapı açılınca kafasını kaldırmıştı. Kaan'a öylece bakmaya başladı. "Girebilir miyim?" Hayır anlamında başını salladı Lâl. Kaan inatlaştı. "Ama girmem gerek." Lâl banane der gibi omuz silkti bu sefer. Dayanamadı ellerini kaldırdı. "İstemiyorum. Git!" Kaan iç çekti. "Sonra geliyim o zaman?" Lâl kaşlarını çattı. "Hiç gelme. Hiç birinizi istemiyorum, tek kalmak istiyorum." Kaan üstüne gitmek istemiyordu ama konuşmaz ve tek başına çözmeye çalışırsa daha kötü olurdu. Biraz zaman vermeyi düşündü ve odadan çıkıp kapıyı kapattı Kaan. Daha sonra tekrar gelecekti. Alaz'dan Askeriyeye gidip ailemi aramıştım. Altay gelecekti. Şuan kapının önünde onu bekliyordum. Hilâl'i evime bırakmış ve her şeyi planlamıştık. Lâl'e de anlatacak ve halledecektim. Lâl'in yaptığı kötüydü, ama ona kızmamıştım. Kızamıyordum ki. Gelen arabayla Altay'ın geldiğini anladım. İçinde bir kaç parça şeyin olduğu çantamı omzuma attım ve oturduğum banktan kalktım. Kapıyı açtım ve arabaya bindim. "Naber Altay?" Hiç bir şey olmamış gibi çantayı arkaya fırlattım ve yerime yerleştim. O da sorgulamadı zaten. "İyi abi, sen? Bir şeyin yok değil mi?" Arabayı hareket ettirdi. Bende camdan dışarı bakmaya devam ettim. "Bana bir şey olur mu aslanım? Yok bir şeyim." Başını salladı. "Abi, Lâl'i bulduk. Ama Hilâl yok." Role girip şok ve heyecanla ona döndüm. "Harbi mi lan? Lâl iyi değil mi, bir şeyi yok? Ben sonunda döndüm, Hilâl'i de buluruz en yakın zamanda. Hem onlar ayrılamaz birbirinden, Hilâl kesin gelir." O da başını salladı. "Bende öyle düşünüyorum. Ama henüz bir planımız yok. Eve gidince konuşacağız." Başımı salladım. Onlar duygularımı içimde yaşarım diye bildiği için çokta sıkmayıp tekrar dışarıya baktım. Kendimi gizli tanıtmanın faydasını ilk defa görüyordum. "Abi, o değilde Lâl kötü. Odasından hiç çıkmıyor, kimse ile görüşmek istemiyormuş. Az önce telefonda konuştum, Kaan abim konuşmak istemiş kovmuş. Kimseyi istemiyormuş. Lâl böyle değildi, noldu da böyle oldu?" Tahminimce Hilâl için yapıyordu. O an hata yapmıştı ve onu kendi kafasında affetirmeye çalışıyordu. "Halledilir. Hiç konuşmadı psikolog çağırırız. Zaten Hilâl'i bulup getirince düzelir o." Altay bilmiyorum dercesine omuz silkti. Ama bir şey demedi. Başımı arkaya yaslayıp gözlerimi yumdum. Hilâl arayıp öyle olunca ne yaptığımı bilmiyordum. Hangi hızla konumunu bulup, oraya gittiğimi bile bilmiyordum. Hele onu o hâlde görünce daha kötü olmuştum. Biraz daha geç kalsam ciğerleri iflas edecekti ve belki de... Her neyse. Şuan iyi, sakin. Doktor bir sürü ilaç vermişti. Testi de yaptırmış sonuçlarını bekliyorduk. Hilâl unutacağı için her saati gelince arayacaktım. Ben gözlerimi dinlendirirken gelmiştik sanırım. Araba durdu. "Geldik abi." Altay kapısını açmış ve inmişti. Bende indim ve çantamı alıp eve doğru ilerledim. Kapıyı babam açtı. Bana bakıp "hoşgeldin oğlum." Dedi. "Hoş bulduk baba." Dedim. Temastan nefret ederdim. Sarılmak falan asla tercihim arasında değildi. Onlar da bunu bildiği için çok sıkmazlardı. Ama ben bir temasa geçeyim anında onlarda bir şeyler yapardı. "Ben odama çıkıyorum, yoruldum." Dedim ve merdivenleri çıkıp odama girdim. Çantamı odanın ortasına fırlattım ve duşa girdim. Çıkıp üstümü giyindim ve aşağı indim. Rahatlamıştım. Annemin mutfaktan sesini duymam ile oraya ilerledim. O beni fark etmeden arkasından gittim. Arkasında durdum ve yanağına makas attım. "Naber kız?" Annem anında ban döndü. Güldü ve hiç umursamadan sıkıca sarıldı. "Hoş geldin oğlumm." Az önce sıkmazlar mı demiştim, o annem için geçerli değildi. Bende hafifçe ona sardım kollarımı. "Hoş buldum." Saçlarımı öpecekti ama boyu yetmemişti. Gülüp eğildim. Saçlarımı öptü. "Oh, mis oğlum. Senin sevdiğin yemekleri yaptım bak." Yaprak sarması yapmıştı. Yemekler demişti ama tek özellikle yediğim yemek vardı o da yaprak sarmaydı. Diğerleri yedirmeye çalıştıklarıydı. "Hiç değişmiyorsun ha." Ağzıma bir tane sarma attım. Hemen elime vurdu. "Yeme! Sofrada yersin!" Hızla sarma tabağını aldı ve kapağını kapatıp götürdü. Huylu kadın. Ayağımı sürte sürte mutfaktan çıktım. Dışarda dik ve sert adımlarla yürüyen ben evde sarhoş adam gibi yürüyordum. Arkadan götüme terlik yemem kaçınılmaz olmuştu. "Ayağını sürtme!" Yıllardır değişmeyen bir huy daha. Ayağımı sürtmeme gıcık oluyordu. . . . Yemek yenmişti. Lâl hâlâ kimseyle konuşmamıştı. Şimdi ben ona yemek götürecektim. Masadaki tepsiyi aldım ve asansöre bindim. Lâl'in kapısına geldim. Kapıyı açtım. Lâl direkt kapıya baktı. Bana bakınca yutkundu ve gözlerini kaçırdı. Çekinmişti. Tepsiyi masaya koydum. Lâl'in yanına gidip ellerini tuttum. Evde ses yalıtımı vardı. Rahat olabilirdik. "Neden çekiniyorsun Lâl? Kızmadım ki ben sana." Omuz silkti. Bana baktı. "Yaptığım çok kötüydü. Yüzünüze bile bakamıyorum." Başını geri eğdi. Saçını öptüm. "Hayır, sana kızmadık. Suçlama kendini. Üzülme. Hem Hilâl'de kızmıyor sana. Korkma." Bana baktı. "Yalan söyleme. Giderken ban kızmıştı." "Anlık şeyle kızmıştır o. Şuan bir sorunu yok, üzülme." Az da olsa rahatladığını görmüştüm. "Peki." "Yemeğini ye. Ben benimle de konuşmadı diyeceğim, böyle yapmaya devam et. O tepsi bitecek." Dedim ve yanağını öpüp çıktım. Odanın önünde beni bekleyenlere baktım. "Konuşmuyor. Yemeği koydum oraya, yer mi bilmiyorum ama aç gibi duruyordu." Diye açıklama yaptım ve odama gitmeye başladım. Gerçekten yorucu bir gündü. Uykumda vardı. "Ben odama geçiyorum. Bugünü bitirdim burda." Diye seslendim ve odama girip kapıyı kapattım. Kendimi direkt yatağa attım. Hilâl'e yazdım. Siz: İlaçlarını iç. Unutma açken içeceksin Siz: Kapının da tüm kilitlerini kitle. Perdeleri ört. Şömineyi ayarladım ben, uğraşma hiç sen Siz: İyi gecelerr İnternetimle beraber telefonu kapattım ve sehpaya koydum. Yattım, kısa süre sonra da uykuya daldım. BİTİSSS Nasılll? Geç geldi ama geldi. Biraz islerim vsrdi yazamadim bir ondan oyle oldu Olaylar hakkinda ne düşünüyorsunuz? Sizce degistireyim mi?
|
0% |