@zezeizim
|
Geç kalmış bir özel bölümle geri geldim.
Beğenmeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayınız lütfen.
Keyifli okumalar. Satır arası yorumlarda buluşalım. bölümü hiç okumadan atıyorum yazım yanlışı varsa söyleyin düzeltirim. (Okumaya vaktim olmadı) 1 şubat. 2007 Diyarbakır
"Pusuuuuu!" Kuzgun bağırdıktan hemen sonra şiddetli bir patlama meydana geldi. Kuzgun patlamanın şiddeti ile oldukça geriye savruldu. İki eliyle silahına sarıldı. Kulaklarında yoğun bir uğultu, gözlerinde buğulanmalar vardı.
Vücudundaki yangını umursamamaya çalıştı sıkı sıkıya sarıldığı silahını kaldırdı. Gözünü dürbüne dayadı ama hiçbir şey göremiyordu. Tek eliyle gözlerini ovuşturdu. Karşı mevziden açılan canlı ateşe karşılık vermeye başladı. Önündeki ağacın dibine yatıp iri bedenini gelen mermilerden sakınmaya çalıştı.
Telsizi mandalladı. "Tim ne durumdasınız" Mermiler önündeki ağacın gövdesine ardı ardına saplanıyordu.
Telsizden cevap gelmedi. Kendi mevzi sinden atış yapanlar vardı farkındaydı. "Kuzgun! Ne durumdasın?" Diye soruyordu Orhan Binbaşı. Bulduğu ilk fırsatta telsizi madalladı. "Komutanım! Ağır ateş altındayım!" Nefes nefese durumunu bildirmeye çalıştı. "Timden sağ kalan varmı? Görüşün varmı?" Diye sordu Orhan askerine.
Ağır yaralanmıştı Binbaşı Orhan iyi değildi. En fazla birkaç dakikaya şehadet şerbetinden içecekti. Timin çoğunluğu patlamaya çok yakın olduğu için savrulmuş ciddi zarar almıştı. En şanslı kişi Kuzgun olmuştu. Timle arasında az fark olmasına rağmen bombaya en uzak kişi Kuzgun olmuştu.
Telsize tek cevap veren kişi Kuzgun'du. "Bilmiyorum komutanım! Bizim mevziden ateş açanlar var! Ama ne durumdalar bilmiyorum!" Yuttuğu toz sanki ciğerlerini tıkıyor nefes almasını engelliyordu.
"Sen ne durumdasın Kuzgun?" Orhan kısık kısık konuşuyor bir yandan da karşı mevziye ateş ediyordu.
Bedenine kısa bir göz gezdirdi Kuzgun. Kulakları zor duyuyor gözleri zor görüyordu. Bedeninin yarısı şimdiden kanlarla kaplanmıştı.
Telsizi mandalladı. "Yaram var-" Ama iyiyim diyecekti. Olmadı sözünü kesen şey sağ göğsünün biraz yukarsına saplanan mermi oldu. "Kuzgun! Kuzgun! Cevap ver" Diye bağıran komutanına cevap veremedi. Göğsünü parçalayan merminin girdiği yere attı elini hızla gücü yettiğince bastırdı. Kanamayı durdurmaya çalıştı. Boşa uğraşıyordu farkındaydı.
Kendi mevzi sinden açılan ateş yavaş yavaş kesildi. "Kuzgun! Eğer beni duyabiliyorsan geri çekil evl-" Sözünü bitiremedi Binbaşı Orhan, elindeki tüfeğin üzerine düştü kafası.
"Kom- komutanım" Diyebildi zorla Kuzgun. Komutanından ses gelmedi.
"Tim! Ses verin!" "Beni duyan varmı?" Telsizden cevap gelmedi. Ardına saklandığı ağacın arkasından karşı mevziye kısa bir bakış attı. Hızla ona doğru geliyorlardı. Kendi mevzisine baktı. Hiçbir hareketlilik yoktu.
Geri çekilmekten başla şansı yoktu. Eğer bu hain sürüsü köye ulaşırsa ozaman sorun dahada büyürdü.
"Konuşan, Kartal timinden Kuzgun. Bölgede pusuya düşürüldük! Terör örgütü hızla köylere iniş yapıyor!"
"Tekrar ediyorum terör örgütü hızla köylere iniyor. Acil desteğe ihtiyaç var."
Yattığı ağacın arkasından sürünerek aşağıya inmeye başladı hızla. Dik yamaça geldiğinde temkinli bir şekilde kendini aşşağıya bıraktı.
******
Sonunda köye ulaşmayı başarmıştı Kuzgun, Fırat nehri tam sağında deli gibi akıyordu. Hava buz gibiydi. Yerdeki kar buzlanma yapmıştı. Aşağı doğru inmeye devam edecekti ki; Fırat Nehri'nin yanında oturan küçük bir kız gördü. Kucağında bir defter, üzerinde açık mavi bir mont, elinde sıkı sıkıya tuttuğu bir kalemi vardı.
Çocuğu burada bırakamazdı örgüt hızla köye iniyordu. "Ufaklık" Küçük kız duyduğu sesle başını arkasına çevirdi. Karşısında kanlar içinde bir adam görünce haliyle irkildi. "Korkma Türk askeriyim ben." Dedi Kuzgun silahını tek eline alıp omuzuna yaslarken. Küçük kızın korku dolu bakışları yerini üzüntüye bırakmaya başladı ama hala biraz korkuyordu.
Kuzgun arkasına kısa bir bakış attı. Görünürde kimse yoktu. Kızı daha fazla korkutmamak için tek dizinin üzerine çöktü. "Ne yapıyorsun? Bu soğuk havada burada." Küçük kız elindeki defteri ve kalemi hafifçe yukarı kaldırdı. "Hiiiç" Dedi uzata uzata ardından ekledi. "Resim yapıyorum." Konuşmasında çocukluğun verdiği bir pelteklik vardı. Kuzgun arkasına kısa bir bakış daha attı. Hâlâ görünürde kimse yoktu. "Ama Fırat senin içi çok tehlikeli. Allah korusun ya içine düşsen."
Küçük kız bıkkınca üfledi. "Ben zaten Fırat'ı çizmeye geldim. Korkma düşmem içine." Dedi. Kuzgun, küçük kızla yaptığı boş konuşmayı bırakıp asıl meseleye geldi. "Biz büyük bir grup olarak saklambaç oynuyoruz. sende benimle saklanırmısın?" Diye sordu. Küçük kıza travma bırakmak istemiyordu. Küçük kız olmaz dercesine kafa salladı. "Yok oynayamam saklambaç falan." Dedi ters ters şüpheli bir bakışla Kuzgun'un yaralı vücutunu süzdü. "Hem bu nasıl oyun böyle? Senin her tarafın kanlı." Kuzgun arkasına kısa bir bakış daha attı geride kalan ağaçlık alanda kıpırtı vardı. Acele etmeliydi.
"Daha demin düştüm. O yüzden vücutuma yerden kırmızı boya bulaştı. Yani kan falan yok." Sesini umursamaz çıkarmaya çalışıyordu ama küçük kız ters giden birşeyler olduğunun farkındaydı.
"Senin üzerindeki boya değil. Kan onlar benim annem hemşire ben oradan biliyorum kanın nasıl gözüktüğünü asker abi. Beni kandıramazsın." Elini havada umursamazca sallayıp yerine geri oturdu.
Kuzgun küçük kızın bilmiş hallerine daha fazla dayanamaycaktı. Her an küçük kızın önüne düşüp bayılabilirdi. Daha fazla uzatmadı bu oyunu pes etti.
"Tamam... sen kazandın ufaklık. Oyun falan oynamıyorum gerçekten yaralıyım peşimdeki kötü adamlardan kaçıyorum." Zorla yutkundu Kuzgun. "Bana yardım edermisin?" Diye sordu küçük kıza artık hali kalmamıştı.
Her an şehit düşebilirdi. Küçük kız omuz silkti "ben zaten biliyordum. Hadi gel sana yardım edeyim." Dedi. Kalemini ve defterini kolunun altına sıkıştırıp askerin yanına gitti.
Elini sıkaca kavrayıp çekiştirmeye başladı. Ses etmedi Kuzgun gücü kalmamıştı. Küçük kızın çekiştirmesine uydu. "Annem hemşire benim biliyor musun?" Diye soran küçük kıza karşı Kuzgun kısıkça inledi. Canı yanıyordu acısı ve ağrısı çoğalmıştı. Telsizinin pili bitmişti. Küçük kız endişeli bakışlarını yüzüne kaldırınca güldü Kuzgun.
"Daha demin dedin ya ufaklık. Ne çabuk unuttun." Küçük kızın yüzü düştü. "Kusura bakma asker abi... Ben öyle arada unutuyorum." Diye mırıldandı. Kuzgun küçük kızın düşen yüzü baktı içli içli. Küçük kızı üzmüştü.
"Küçüğüm. Özür dilerim. Seni kırdım mı?" Yaraları için ağlamamıştı ama küçük kız üzüldüğü için ağlayabilirdi. Hayatta en son istediği şey bir çocuğun kalbini kırmaktı.
Kendi küçükken her anlamda çok kırılmıştı. Küçük bir kalbin kırıklarını toplayabilmek için kin ve nefrete sarılması en son istiyeceği şey bile değildi. Kendisi bunun bedelini yıllardır kayıplarla ödüyordu.
Küçük kız kafasını olumsuz anlamda salladı. "Hayır asker abi kırılmadım" Dedi küçük yüzü tekrardan gülmeye başlamıştı. Ama Kuzgun'un adım atacak hali kalmamıştı. İki dizinin üzerine yere düştü. Elini tutan kız askerin elini bırakıp önüne geçti yüzünü avuçlarının içine aldı.
"İyi misin asker abi? Asker abi cevap ver!" Korkmuştu küçük kız. Asker adamın açık teni sanki dahada açılmıştı. Nerdeyse yerdeki karla aynı renkti yüzü. Kuzgun elini havaya kaldırıp kızı tutmaya çalıştı ama başarılı olamadı kızın küçük avuçlarındaki yüzü sağ omuzuna düştü. Yorgun göz kapakları kapandı.
Küçük kızın endişeli sesini duyuyordu ama cevap veremiyordu. Sanki vücudu kas katı kesilmişti. Daha fazla dik duramadı küçük kızın üzerine yığıldı düştüğü yerde. Küçük kız son anda genç askerin altında kalmaktan kurtulmuştu.
Ama korkusu ve endişesi küçük bedenini aştı. Elleri ve dudakları titrediğinde kendini tutamadı bağırarak ağlamaya başladı. Küçük elleriyle genç askerin yüzünü tutup salladı. Yüz üstü düşmüştü genç asker yüzünün sol tarafı yerdeki karlara dayalıydı. Küçük kız askerin iri bedenini ağlayarak iteklemeye başladı. Askerin göğsünü soğuktan korumalıydı. Annesi hep göğsünü soğuktan kolla derdi.
Askeri itelemeye devam etti ama cılız bedeni askerin iri bedenini zerre oynatamadı. Ağlamakla olmaz sakinleşme liyim diye düşündü. Askerin yanına oturup bir kaç dakikada ağlamasını durdurmaya çalıştı. Ne kadar başarılı olduğu tartışılır ama sonunda kendini topladığını hissetti.
Derin bir nefes alıp yerden kalktı. Askerin neredeyse kendi kadar olan silahını kenara çekti. Ardından askerin sağ ayağını tutup geriye attı. Sıra sağ kolundaydı. Ikına sıkına askerin sağ kolunuda geriye attıp bedenini iteledi. Artık asker sırt üstü yatıyordu. Sevinçle yumruklarını havaya kaldırdı. Eğilip genç askerin kanlı alnına bir öpücük kondurdu.
Dudaklarına bulaşan kanı montunun koluna sildi. Uzun uzun etrafına baktı büyük bir ağacı gözüne kestirdi. Askeri ağacın altına çekmeye karar verdi.
Askeri ayağından tutup çekmeyi denedi başaramadı. Askeri tutacak bir yer ararken yeleğin deki tutmalık yeri fark etti. Zafer kazanmış bir gülümsemeyle bu sefer yeleğe asıldı. Çekti çekti çekti. Ve bıraktı. Askeri bir adım bile kımıldatamamıştı. Moralini bozmadı. Bir kez daha çekmeyi deniycekti. Çekmek için güç uygularken kendini fazlasıyla sıkıyordu.
Daha fazla devam edemezdi. Yoksa tatsız olaylar yaşanacaktı. Kendini biraz daha sıkarsa altına yapması muhtemeldi. Birazcık oturup dinlendi sonrasında tekrardan ayağa kalktı. Ağlaması durmuştu. Kararlıydı askeri ağacın altına çekecekti.
Tekrardan genç askeri yeleğinin çıkıntısından kavradı. Bütün gücüyle çekmeye başladı. Yine başarılı olamadı. Sinirle askerin yeleğine sağlam bir tekme attı. "Bu kadar ağır olunmaz ki! Yazık değil mi bana?"diye hayıflandı.
Attığı tekmeden pişman olup askerin yanağına bir öpücük kondurdu. " Özür dilerim asker abi." Diye mırıldandı. Askerin baş ucuna oturup kafasını kucağına çekti. Altın sarısı saçlarını sevdi.
O ne zaman hasta olsa Reyhan, ona türkü söylerdi. Oda askere söylemeliydi belkide. Bir eli askerin altın sarısı saçlarında diğer eli yeni çıkmaya başlamış sakallarındaydı.
Kısa bir düşüncenin ardından söyleyeceği türküyü seçti. Kısık kısık mırıldanmaya başladı. "Turnam gidersen Mardin'e Turnam yâre selam söyle Karlı dağların ardına Turnam yâre selam söyle Karlı dağların ardına Turnam yâre selam söyle"
"Turnam gidersen Aktaş'a Karlı dağlar aşa aşa Turnam gidersen Aktaş'a Karlı dağlar aşa aşa Hem kavime hem kardaşa Turnam yâre selam söyle Hem kavime hem kardaşa Turnam yâre selam söyle Hem kavime hem kardaşa Turnam yâre selam söyle"
Sesi kısık dili peltekti. Bir eli şefkatle askerin saçlarını seviyordu. Küçük kız duyduğu sesle irkildi. "ZELAL! Nerdesin kızım?" Bu annesinin sesiydi. Boğazını minik bir öksürükle temizledi. Ellerini kucağında yatan askerin kulaklarına kapatıp annesine seslendi.
"BURDAYIM ANNE" Karşısında annesini görmeyi beklerken babası geldi. "Zelal ne yapıyorsun kızım burada?" Küçük kız mahçup bakışlarını genç askerin yüzüne eğdi. "Yaralanmış baba. Ona yardım ediyorum" Dedi. Tekrardan ağlamaya başlamıştı bile.
Fırat, kızının kucağında gördüğü yüzle bozguna uğradı. "𝓚𝓾𝔃𝓰𝓾𝓷" Diye mırıldandı. Genç askeri tanıyordu. "Ferda! Hemen Zelal'i al" Diye çıkıştı karısına. Eğer Kuzgun açıktaysa mutlaka peşinde birileri vardır. Diye düşündü.
Ferda küçük kızını kucağına aldı. "Zelal nerelerdeydin? annecim bizi çok korkuttun farkında mısın?" Sesi ılımlıydı.
"Ferda yerden silahı al. Siz önden inin bende askeri getireceğim" Ferda kafasını salladı. Silahı eline alıp kızıyla birlikte evin yolunu tutu.
Genç askerin yanında kalan Fırat ilk nabızına baktı. Atıyordu ama yavaştı. "Kuzgun, beni duyuyor musun" Diye sordu. Kuzgun'dan hiçbir ses gelmedi. Daha fazla zaman öldürmedi Fırat sırtına aldığı Kuzgun'la birlikte evin yolunu tuttu.
Kuzgun'u yıllardır tanır ve severdi. Hem iyi bir asker hemde iyi bir insandı. Vakti zamanında çok yardımı dokunmuştu ona. Belkide Kuzgun olmasa bir ailesi bile olmazdı.
Ferda kucağındaki kızıyla hızlı hızlı eve ulaşmaya çalışıyordu. Elindeki silahta oldukça ağırdı. "Anne biliyor musun ben asker abiye türkü okudum. Hani Reyhan, ben hastalanınca bana okuyor ya bende asker abiye okudum." Diye heyecanlı bir sesle konuşan kızına küçük bir tebessüm etti. "Aferin sana annecim"
"Zelal, sen asker abini nerde buldun annecim?" Zelal şimdi sıkışmıştı işte annesi Fırat nehrine gitmesine çok kızıyordu. "Şey..." Dedi tatlı tatlı gülümseyip. Ferda anlamış ama kızının itiraf etmesini istiyordu. "Ney?" Diye sordu.
Zelal bıkınca ofladı. "Fırat Nehri'nin yanında resim çiziyordum. Arkamdan seslendi." Diye yanıtladı annesini. Ferda kaşlarını çattı. "Zelal ben sana daha önce ne söyledim annecim"
Zelal'in yüzü düştü. "Fırat Nehri'ne gitme dedin anne"
"Peki sen ne yaptın Zelal?" "Ama anne.. " "Ama annesi yok Zelal! Bir daha seni Fırat'ın yakınında görürsem doğru anneannemin yanına yollarım." Ferda bu konuda kararlıydı. Fırat'ın suyu hırçındı küçük kızı içine düşse akıntıya kapılıp giderdi. Allah korusun kızının cansız bedeni bile bulunamazdı.
Küçük kız yüzünü düşürdüğünde üstlerinde bir kuş öttü. Kanat sesleri ve kuş ötüşleri anne kızın etrafını sarmıştı sanki. Ferda kafasını kaldırıp üstlerinde uçan kuşlara baktı. Kargalar üstlerinde uçuşuyor acı acı ötüyorlardı.
Ama aslında Ferda yanılıyordu. Onlar karga değillerdi. Onlar kuzgun sürüsüydü. Kuzgunlar anne kızın etrafını tamamen sarmıştı. Başlarının üzerinden geçiyor kulaklarının dibinde ötüyorlardı.
"Hayır olsun inşallah" Diye mırıldandı Ferda. Küçük Zelal hayran hayran başında uçuşan kuşları izliyordu. "Anne çok güzeller dimi." Diye mırıldandı küçük Zelal.
Kocaman güldü kucağındaki kızına Ferda. Kuzgun sürüsünden küçük bir kuzgun Zelal'in omuzuna kondu. Küçük Zelal birazcık korktu. Ama belli etmedi. Kocaman gülümsedi omuzunda ki kuzguna.
"Anne bak ne yapıyor" Dedi kıkırdayarak. Ferda korku doku bakışlarını kızının omuzuna çevirdi. Yavru bir kuzgun küçük kızının omuzunda oturuyordu. Ferda ne kadar korksada gülmeye zorladı kendini.
"Galiba seninle oyun oynamaya çalışıyor." Dedi. Küçük Zelal neşeyle kıkırdadı. "Karga beni çok mu seviyor anne" Ferda küçük kızının masumluğuna güldü. "Sanırım çok seviyor annecim. Sende onu seviyor musun?" Küçük Zelal hızla kafa salladı. Heyecanla, "çoook seviyorum anne" Dedi.
Anne kız gülüşürken nihâyet eve gelmişlerdi. Ferda kapıyı açabilmek için kızını yere indirdi. Tek eliyle kapıyı açtı. Kızını içeri soktuktan sonra yatak odasına koştu. Askerin silahını gardropun en üst katına yerleştirdi.
Ardından mutfağa koştu. Çaydanlığı suyla doldurup altını yaktı. Tekrardan yatak odasına koştu. Dolapı açıp içinde katlı duran yorgan yığınını kucakladığı gibi salona koştu. Kızının odasının aralık kalan kapısından üstünü değiştirdiğini gördü. Kucağındaki yorganları koltuğun üzerine gelişi güzel attı.
Soba sönmeye başlamıştı. Sobanın yanında duran odun kovasından aldığı odunları ard ardına sobaya yıktı. Kızının ve genç askerin kaç saattir dışarıda olduğunu bilmiyordu. Kızı çıkalı en fazla bir saat olmuştur ama asker belkide günlerdir soğuktaydı.
Lavobaya koşup ellerini yıkadı. Geri döndüğünden eline ilk köyü mor yün yorganı aldı sobaya en uzak köşeye serdi. Soğuktan gelip aniden sıcakla buluşan vücut şoka girebilirdi. Ardından açık mavi yünlü yorganıda diğer yorganın üzerine serdi. O sırada salondan içeri küçük Zelal girdi.
"Ne yapıyorsun anne?" Ferda elimdeki koyu yeşil yünlü battaniyeyi yorganların üzerine severken kızını yanıtladı. "Asker abine yer hazırlıyorum annecim"
Küçük Zelal annesine kafa sallayıp camın önüne oturdu. Babası uzaktan belli belirsiz gözükmeye başladı. Sırtında asker abisi vardı. "Geliyorlar anne" Diye içeri giden annesine seslendi. Ferda elinde ilk yardım çantasıyla içeri girdi. "Tamam kızım" Dedi
Koridorda fort manto'nun yanındaki küçük dolapın üstündeki ev telefonundan doktor arkadaşı Halil'i aradı. Telefon ikinci çalışta açıldı. "Efendim" Diyordu Halil'in bir erkeğe göre nayif olan sesi. "Halil yaralı bir asker var. Zelal bulmuş. Fırat eve getiriyor acil bize gelmen lazım."
Halil duyduklarıyla kısa bir es versede hemen kendini topladı. "Tamam Ferda, ben hemen geliyorum. Fırat'a söyle jandarmaya haber etsin." Deyip telefonu kapattı.
"Anne geldiler. Geldiler!" Diye cırladı Zelal. Kapıya koşup açtı. Babası içeri rahat girsin diye kenara çekildi. "İçeri geç Fırat. Yatak yaptım salona oraya yatır" Fırat kafa salladı. Hava buz gibiydi ama Fırat efor sarf ettiği için çok terlemişti.
Kuzgun ona göre oldukça uzun boylu ve kiloluydu.
Fırat'tan
Kuzgun'u, Ferda'nın tarif ettiği yere yatırıp yanına çömeldim. Sırtımdan resmen su çıkıyordu. Kuzgun'u yıllardır tanır severdim. Adam gibi adam, gerçek bir Türk askeriydi.
Kaç görevde canını hiçe sayıp kendini öne atmıştı bilen tek kişi Allah'tı. Eğer Kuzgun'u tanımamış olsam belkide hâlâ o it sürüsüyle dağlarda pis içinde yaşıyor olacaktım.
Ferda elinde getirdiği leğeni Kuzgun'un yanına bıraktı. Kuzgun'un üzerindekileri çıkarmaya çalıştı. Başaramadı "Fırat aval aval bakacağına bana yardım etsene!" Diye yükseldi. Kafamı iki yana sallayıp kendime gelmeyi denedim.
Elimi Kuzgun'un üzerindeki yeleğe attıp çıkardım. Askeri gömleği de çıkardığımda vücudundaki kesiklerle karşılaştım.
Ferda kafasını merakla bizi seyreden Zelal'e çevirdi. "Zelal hadi sen biraz odana geç annem. En sevdiğin oyuncaklarını seç asker abin uyanınca ona gösterirsin olurmu." Dediğinde. Küçük kızım yerinden fişek gibi fırladı. "Tamam annecim." Deyip odasına koştu.
Ferda'yı bulanık görmeye başladığımda fark ettim gözlerimin dolduğunu. Elimin tersiyle sildim gözümden akan yaşı. Kuzgun'un palaskasını çıkarıp, pantolonunu çıkardım botlarını Ferda çıkarmıştı.
Ferda ıslattığı bez parçasıyla yaraların kenarlarını silip yaraları görünür hale getirdiğinde yapabildiğim tek şey Kuzgun'un sarı saçlarını okşamak oldu.
Ferda birşeyler söyledi ama anlamadım. Çok şey borçluydum Kuzgun'a. Dışarıda gerçek bir kuzgun sanki etleri çekiliyor gibi bağırıyor beynimi deliyordu.
Kapı çaldığında Zelal kapıya koştu. "Hoşgeldin Halil amca" Diyen neşeli sesini duydum. Halil, Ferda'nın çalıştığı hastanede doktordu. Çok iyi bir adamdı. Elinde büyük bir çanta vardı. Zelal'i geri odaya gönderdi.
Montunu çıkarıp gelişi güzel bir köşeye fırlattı. Yanıma oturup Ferda'ya birşeyler sordu. Ferda anlamadığım birşeyler söyledi. Ferda ve Halil, Kuzgun'un yaralarına bakarken yavaşça doğruldum oturduğum yerden. "Ben bir hava alıp geliyorum." Dedim.
Ardımdan Halil birşeyler zırvaladı ama dinlemedim. Dinleyemedim.
Kendimi bahçeye attığımda bir sürü kuzgun'un bahçedeki ağaçlara yayıldığını gördüm. Gerçek kuzgunlar sahte Kuzgun'u bekliyordu.
Gözümden bir damla yaş süzülüp yere indi. Elimi cebime atıp sigaramı çıkardım dudaklarıma yerleştirdiğim sigarayı çakmakla yaktım. Sigaramdan derin bir nefes çektim. Dumanı üflerken bahçedeki kulübesinde uyuyan köpeğimiz pamuğun yanına gittim. Bu köpeğin ismini Zelal, pamuk koymuştu ama köpek zerre pamuğa benzemiyordu. Köpeğin tüyleri kömür karasıydı ve sertti. Ama adı pamuktu. Bu kız kime çekmişti.
Kuyruğunu sallayarak yanıma geldi. Başını okşayıp kulübenin içine üst bedenimi soktum. Köpeğin altında sünger bir yatak vardı. Sünger yatağı birazcık kaldırıp altındaki poşeti çıkardım. Poşedi cebime tıkıştırıp üzerime atlayan köpeği sevdim.
Bahçe'nin arka tarafı tenha bir yere bakıyordu. O tarafa geçip etrafımı kontrol ettim kimsenin olmadığına emin olunca cebimden poşeti çıkarıp içini açtım. İçinde bir cep telefonu vardı. Kayıtlı olan tek numarı arsyıp beklemeye başladım telefon ilk çalışta açıldı.
"Gümüş pansiyon buyrun" Diyen geç bir erkek sesi geldi kulağıma. "Kızıl serçe" Dediğimde telefon dıtladı. Ardından Zemheri'nin sert sesi geldi. "Fırat?" Yutkundum. "Zemheri.. Kuzgun burada" Tekrar yutkundum. "Yaralı. Şimdi Ferda ve bir doktor yaralarına bakıyor. Sana haber vermeden jandarmaya gitmek istemedim."
Bir şeyin duvara vurulup kırıldığını işittim. "Ölmesine izin verme! Benden haber alana kadar Kuzgun'u kimseye verme!" Telefon kapandı.
Geldiğimizden beri öten kuzgun tam dibimdeki ağaçın üzerine konmuş beynimi delmek ister gibi acı acı ötüyordu. "Sus!" Diye inledim kuzguna doğru. "Allah için sus!" Kuzgun inatla daha çok öttü. Tünediği daldan kalkıp başımın üzerinde bir tür daire çizdi. Kafamın üzerine kadar alçalıp tekrar ağacın en tepesine kondu.
Bu kez sadece o değil diğer kuzgun larda acı acı ötmeye başladı. İki elimi kulaklarıma bastırıp onları duymamayı denedim. Sağır olmak istiyeceğimi hiç düşünmezdim ama bu kez sağır olmayı bütün gönlümle istedim.
"Yalvarırım susun" Diye kısıkça inledim. Susmadılar hepsi birden başıma üşüştü. Fark ettim ki en çok bağıran diğerlerine göre daha büyüktü. Tünediği ağaç tepesinden uçtu başımın üzerinden üç daire çizip tam önüme indi. Susar sandım ama dahada çok çıktı sesi. Daha önce Kuzgun'un onları beslediğini görmüştüm. Belkide açtılar o yüzden ötüyorlardı.
Hızlı adınlarla içeri girdim mutfağa geçerken kızım yanıma geldi. "Kargalar neden bu kadar çok ötüyor baba?" Diye sordu Zelal çok meraklı bir kızdı. Sürekli birşeyler sorar öğrendiği şeylerle ilgili daha fazla detay isterdi.
Kısa kesmek istedim kızımın sorularını cevaplayacak kadar iyi değildim. Zoraki bir gülümseme eşliğinde, "açlar babacım sanırım o yüzden ötüyorlar." Dedim. "Ay yazık baba onlara yemek verelim" Dedi üzgün çıkan sesiyle. "Hava çok soğuk kızım, sen odana geç ben beslerim onları." Dedim.
Kafa sallayıp odasına doğru adımladı. Mutfağa girip mutfak dolaplarını açıp içlerine baktım. Biraz bulgur birazda buğday vardı ikisinide alıp dışarıya geri çıktım. Elimdeki bulgur ve buğdayı karların üzerine doğru savurdum. Kuzgunlar sadece ötmeye devam etti. Hiç biri inip döktüğüm şeyleri yemediler.
Daha fazla sabrım kalmadı. Yorgun adımlarla içeri geçtim. Salona girdiğimde Halil ve Ferda'nın işi bitmiş Kuzgun'un başında birşeyler konuşuyorlardı. "Durumu nasıl?" Diye sordum gözlerimle Kuzgun'u işaret ederek.
"Sağ omuzu nun alt tarafını mermi sıyırmış. Vücutunda büyüklü küçüklü kesik ve yanıklar var" Halil derin bir nefes alıp devam etti, "kan kaybı dışında başka ciddi birşey olduğunu pek sanmıyorum. Kesimlerin en derini bile yüzeysel yani organlarda bir sorun yok gibi."
"Sen jandarmaya haber verdin mi?" Diye soran karıma döndüm. "Verdim birkaç saate gelirler herhalde." Salon kapısından içeriye Zelal girdi. Arkasında bir sepet oyuncak çekeliyordu. "Anne bak en sevdiğim oyuncaklarımı seçtim" Dedi neşeli sesiyle. Sepetin içine eğilip mavi bir oyuncak ayı çıkardı. Elini çenesine atıp ofaladı. "Hmmm sanırım en çok bunu seviyorum." Dediğinde hepimiz güldük.
Zelal bakışlarını Kuzgun'a çevirdi. "Bakın. Bakın uyanıyor." Dedi heyecanla. Kafamı Kuzgun'a çevirdiğimde bakışlarımız denk düştü. Hafifçe öksürdü. Gözlerini kısıp yüzümü inceledi.
Gördüğü yüzün bana ait olmasına şaşırmış olmalıydı.
Bozuntuya vermedi. Bakışlarını yanına tüneyen Zelal'e çevirdi. Yorgun sesiyle, "beni eve sen mi taşıdın cimcime" Diye sorduğunda Zelal kıkırdadı. "Hayır asker abi. Ben seni nasıl taşıyım? Sen çok ağırsın." Diye yanıtladı. Kuzgun dudak büktü "sen taşımadıysan kim taşıdı beni?" Zelal parmağıyla beni işaret etti. "Babaaam" Dedi uzata uzata.
Kuzgun yorgunca gülümsedi. Doğurulmaya çalıştığında Ferda onu durdurdu. "Yatman lazım senin." Diye azarladı koca adamı. Diklenmedi Kuzgun olduğu yere iyice sindi. Zelal elindeki ayıyı kucağına iteledi. "Al asker abi senin olsun bu" Kuzgun kucağına iteklenen ayıyı inceliyordu. "Teşekkür ederim küçüğüm de bu ne?" Diye sordu.
Zelal kahkaha atıp cevapladı. "Oyuncak ayı." Kuzgun oyuncak ayıyı birkez daha inceledi.
"Teşekkür ederim. Çok güzelmiş" "Nica ederim asker abi." Dedi Zelal sırıta sırıta.
Rica kelimesini bir türlü söyleyemiyor sürekli nica diyordu. Kuzgun gülüp oyuncak ayıyı koluna yatırdı.
Halil saate bakıp ayaklandı. "Size çok geçmiş olsun. Benim hastaneye gitmem gerek" Diyerek kapıya yöneldi. "Eyvallah" Dedi Kuzgun. Ferda, Halil'i yolcu etmeye kapıya çıktığında Zelal'de annesinin yanına gitti.
"Nasılsın?" Diye sordum Kuzgun'a. "İyi gibiyim. Senin ailen dimi onlar?" Olumlu yönde kafa salladım. "Evet" Diye mırıldandım. "Biran önce eşinin tayinini Mardin'e aldıracağım. Burada onlarla yaşaman çok tehlikeli." Dedi.
Yine her zaman olduğu gibi kendini değil bir başkadını düşünüyordu. "Kızın kalbinde sorun varmış. Zemheri anlattı. Doğru mu?" Diye sordu. "Kalp yetmezliği başlamış" Kafasını salladı ağır ağır.
Dışardaki kuzgunlar susmuştu. Peki şimdi ne olacaktı? Eğer Kuzgun açığa çıktıysa 𝚔ı𝚣ı𝚕 𝚜𝚎𝚛𝚌̧𝚎 𝚘𝚙𝚎𝚛𝚊𝚜𝚢𝚘𝚗𝚞 𝚙𝚊𝚝𝚕𝚊𝚛𝚍ı...
𝓑𝓸̈𝓵𝓾̈𝓶 𝓼𝓸𝓷𝓾.
Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen.
Zelal'in babasıyla ilgili düşünceleriniz neler?
Kuzgun hakkında ne düşünüyorsunuz?
|
0% |