Yeni Üyelik
20.
Bölüm

𝓐𝓼𝓲 𝓒𝓪𝓴ı𝓻 𝓢𝓸𝔂𝓴𝓪𝓷 {𝓸̈𝔃𝓮𝓵 𝓫𝓸̈𝓵𝓾̈�

@zezeizim

Kuzgun özel bölüm bekleyenler lütfen bana kızmasın. 😁

Bu hafta üç bölümü aynı anda yazmaya başladım. İlk biten bölüm Asi Çakır Soykan özel bölüm oldu, bende elimde tutmak istemediğim için süpriz bölüm olarak atayım dedim.

 

[DİKKAT. Bu bölüm şiddet ve tetikleyici unsur içerir.]

Keyifli okumalar. Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın.

 

◦•●◉✿Asi Çakır Soykan✿◉●•◦

 

Hücremin soğuk zemininde yerde yatıyorum. Bu gün doğum günüm.

Bir yaş daha büyüyorum ama yaşıtlarım gibi heyecanlı değilim. Aksine korkuyorum. Çünkü her doğum günüm bir ızdıraptan oluşuyor.

Zaman algımı neredeyse kaybettim.

Bu günün doğum günüm olduğunu bile hücremin önünde bekleyen zebaniden öğrendim. Söylediğine göre dayı bana büyük bir süpriz hazırlıyormuş.

Süpriz diye adlandırdıkları şeyin yeni bir işkence olduğunu anlamayacak kadar ne küçüğüm nede aptalım.

 

Yeni işkencenin ne olacağına dair en ufak bir fikrim yok. En fazla ne yapabilir ki? diyorum kendi kendime daha ne yaşatabilir? Yine kedi yada köpek maması mı yedirecek yada köpek tasmasıyla mı bağlayacak beni.

Bunlara zaten alışmadım mı?

Aslında hayır. alışmadım. Sadece kendimi kandırarak güçlü durmaya çalışıyorum. Çünkü ne zaman O'ndan korktuğumu fark etse daha çok acı çektiriyor. Sırtımı hücremin rutubetli duvarına yaslayıp ayaklarımı karnıma çektim. Kollarımı bacaklarıma sardım.

Korku içimde gittikçe büyüdü.

Ama hayır zaten esirken birde korkuma esir olamazdım diymi?

 

Bir süre sonra karanlık koridorun sonundan o lânet olası büyük demir kapının açılma sesini duydum.

Vücudum korkumun etkisiyle titremeye başladı. "Sevgili yeğenim" Diyen sesini duydum. Titreyen çenemi sıktım. Omuzlarımı dikleştirdim ama kafamı yasladığım bacaklarımdan kaldırmadım. "Asicim..." Kafamı kaldırmadım. Mide bulandırıcı sesi ve adımları hücremin demir kapısına yaklaşıyordu. "Aaa doğum günü çocuğu mutsuz mu?" Sesini duymaktansa sağır olmayı tercih ederdim. Hücremin kapısı açıldı.

Tam on adımda yanımda olacaktı.

 

Bir adım.

 

İki adım. Kafamı kaldırmamakta ısrarcıydım.

 

Üçüncü adım. Kollarımı bedenime daha sıkı sarmaya çalıştım.

 

Dördüncü adım. "İyi ki doğdun Çakır"

 

Beşinci adım. "Bol işkenceli yıllar sana."

 

Altıncı adım. Çenemi o kadar sıktım ki bir anda bütün ağzımın içine kan yayıldı.

 

Yedinci adım. "Doğum gününü kutlamamı bile hak etmiyorsun."

 

Sekizinci adım. "Oysa ben, sana bir sürü hediye almıştım."

 

Dokuzuncu adım. "Bana bak!"

 

Kafamı kaldırmadım.

 

Onuncu ve son adım. Gözlerimi hafifçe araladığımda tam önümde olduğunu görebiliyordum. "Kaldır o sikik kafanı!"

Gelecek olanı bildiğim için kafamı bacaklarıma daha çok bastırdım.

Eğer kafamı kaldırırsam yüzüme tekme atacaktı. Bunu biliyor o yüzden kafamı kaldırmıyordum.

Sert bir tekme sağ omuzum ve kulağıma indi. Omuzum gelen darbenin sertliği ile sızlarken kulağımda bir yangın hissi ve çınlama oluştu.

Sol gözümden bir damla yaş dizlerime aktı. Ardından saçlarımdan kavrayıp kafamı geri yatırdı. Çekmenin etkisiyle kafam arkamdaki duvara vurdu.

 

Derin bir sızı bütün beynimi esir aldı.

Canımın acısına karşı yüzümü olabildiğince ifadesiz tutmaya çalıştım.

"Bana bak! Dediğimde bana bakacaksın. Anladın mı?" Yüzüme tükürür gibi konuşuyordu.

Kafasını iyice yüzüme eğdi. Yüzlerimiz arasında bir karıştan az bir mesafe kaldığında saçlarımdaki elinin çekişi fazlalaştı. "Ya bana itaat etmeyi öğrenirsin yada her gün her saniye gebermek için bana yalvarırsın."

Saçımdan tutarak kafamı duvara bir kez daha vurdu. Acı bütün beynimi uyuşturdu. Kaşlarımı çatarak gözlerinin içine baktım. "Sana hiçbir zaman itaat etmiycem. Şimdi ister beni öldür ister işkencelerine devam et. Zerre sikimde değilsin."

 

Kahverengi gözlerinin retinası kanla kaplandı. Sıkı çenesi sinirle kasıldı.

O an gelecek olanı anladım. Titreyen bedenimi zapt etmek artık daha zordu.

Saçlarımı daha sıkı kavradı. Kafamı top sektirir gibi ard arda duvara vurmaya başladı. Gözü dönmüştü.

İfadesiz tutmaya çalıştığım yüzüm acıyla kasıldı. Ellerimi saçlarımdaki eline atıp vuruşlarını yavaşlatmayı denedim. Beynim sarsılıyordu sanki.

Kafamı duvara o kadar şiddetli vuruyordu ki her vuruşunda çenem sallanıyordu. Kafamın arka kısmından sıcak kan çıplak sırtıma sızdı. Gözlerimden engel olamadığım yaşlar yüzümü ıslatmaya başladığında bedenimi şiddetli bir şekilde sol tarafa savurdu. Duvara çarpıp yere düştüm.

 

Hızla ellerimi kanayan ve zonklayan kafama sardım. Yattığım yerde dayıya arkamı döndüm. Başım dönüyor, gözlerim kararıyor ve kulaklarım çınlayıp uğulduyordu. Ellerimi kafamın yarılan bölgesine tampon yaparak canımın acısını hafifletmeye çalıştım.

Ancak henüz acım dinmeden sırtıma inen tekme acımı daha'da harladı.

Sanki sırtımdaki bütün kemikler kırılmıştı. Bir ayağını üzerime koyup sırtıma basmaya başladı. "Sana sakinleşmek için bir saat veriyorum. Bir saat sonra geldiğimde aynı hatayı yaparsan eğer sadece bu gece değil hayatın boyunca gebermek için bana yalvarırsın Asi. anladın mı?"

 

Hızla ayağını üzerimden çekti. Hücremin kapısında bekleyen zebaniye, "doktoru çağır bir saatte adam etsin bunu." Dedi. Zebani, "anlaşıldı efendim." Diye karşılık verdi.

Başımdaki acıma ve ağrı yüzüme yayıldı. Sırtıma inen tekme sanki kaburgalarımı kırmıştı.

Dayı bir kaç bi'şey daha söyleyip çıktı.

Zebani telefonla birini arayıp doktoru çağırdı. Doktor diye adlandırdıkları kişi aslında bir veteriner hekimdi. Ama O şeytana göre ben zaten bir hayvandım. Bu sebepten dolayı gerçek bir doktora gitmeme hiçbir zaman gerek yoktu.

 

Acı içinde yerde kıvranırken tekrar koridorun sonundan büyük kapının açılma sesi geldi. Bu kez gelen doktor olmalıydı. Doktor neşeli mırıltılar eşliğinde hücremin kapısına geldi.

Zebani kapıyı açıp doktoru içeri aldı.

Doktor ayağının ucuyla sırtımı tekmeledi. "Kalk! Her yeri kan etmişsin!"

Kafama sarılı kollarımı kulaklarıma indirdim. Hiç birinin sesini duymak istemiyordum. "Kime diyorum lan ben?" Bacaklarıma inen sert tekmeyle bedenimin alt kısmı karşımdaki duvara vurdu. Tepki vermedim. İki zebani kollarımdan tutup ayağa kaldırdı.

Yüzümü tıpkı babamdan öğrendiğim gibi ifadesiz ve sert tutmaya çalışıyordum. Odanın köşesinde duran sandalyeye sertçe fırlatıldım.

 

Doktor elindeki çantayı yanında duran tilki diye hitap ettikleri adama verdi. Adam çantayı açıp doktor'a doğru tutmaya başladı. Doktor çantadan eldivenlerini çıkarıp giydi. Asıl işkence şimdi başlıyordu. Dışarıdan bir sandalye ve fener geldi. Sandalye doktorun oturması içindi. Fener ise işkencesini rahat yapması içindi.

Doktor yarayı temizlemeye yarayan sıvıyı yaranın üzerine boca ettiğinde cırlayarak ağlamamak için kendimi zor tuttum. "Uyuşturmayacak mısın?" Diye sordu zebanilerden biri doktor damağını şaklattı, "O'nun adı; Asi Çakır Soykan. Uyuşmaya ihtiyacı yok. Derisi kalın, eti sert." İğneyi etime batırdığında dişlerimi sıktım.

Etimi gere gere dikti. En son eline aldığı bandajı sertçe yapıştırıp kalktı.

 

"Temizleyin şunu" Dedi ve hücreden çıktı. Elinde ıslak bir havluyla zebanilerim den biri geldi.

Islak havluyu elime tutuşturup, "sil bedenini bir kaç dakika ya dayın gelecek." Dedi. Elime verilen ıslak havluyla önce yüzümü ve ellerimi ardından silebildiğim kadar çıplak gövdemi sildim. Havluyu tekrardan zebaniye uzattım. Çok geçmeden koridordan büyük kapının açılma sesi geldi. Hücrenin tam ortasına geçtim. Omuzlarımı ve başımı ne kadar dik tutabiliyorsam o kadar dik tutacak bu gece bütün zulümlere direnecektim.

Madem bana bir hayvan gibi davranıyordu, bende bu gece gerçek bir hayvan gibi davranacaktım.

 

Karanlığın içinde nursuz yüzü göründüğünde çenemi daha'da diktim.

Bu gece yılmayacaktım. "Ooo Asi bey bakıyorumda ayaklanmışsın." Tepki göstermedim. Olabildiğince ifadesiz durmaya çalışıyordum. Zebaniler hücrenin kapısını açıp önce kendileri girdi. Daha önce bir kaç kez dayıya saldırmıştım. O yüzden artık hücreye yanında en az iki zebaniyle giriyordu.

Zebaniler sağımda ve solumda yerlerini aldıklarında dayıda içeri girdi. Sakin ve ifadesiz duruyordum.

"Başın nasıl oldu? Bana çok kızmadın diymi sevgili yeğenim?" İfadesizliğimi bozmadım. "Hiç merak etme harika bir yemekle gönlünü geri alacağım Asicim." Yalandan üzülüyormuş gibi dudaklarını büktü.

 

"Tilki, sevgili yeğenimin masasını hazırlayın. Hemen!"

 

"Çok seveceğine eminim." Tek kişilik küçük bir masa ve sandalye geldi. Sandalyenin kolluk kısımlarında kelepçeler vardı. Belli etmesemde korku dört bir yanımı sarmıştı.

Kolumdan tutup sandalyeye oturttular. Ellerime kelepçeler takıldı.

Ayaklarım bağlandı. Koridordan elinde üzeri kapalı bir tabakla adam geldi. Elindeki tabağı masaya bıraktı ve geri çekildi. Soğuk bir ter damlası ensemden çıplak sırtıma indi.

Derin derin nefesler almaya başladım. Korkumu dizginlemeye çalışıyordum. Hücre buz gibi soğuktu oysa peki ben neden bu kadar terliyordum?

 

{Midesi çok hassas olanlar ikinci uyarıya kadar ilerletebilir. 🟥🟥🟥}

 

Tabağın üzeri açıldığında boş olan midem bulanmaya başladı.

Tabağın içinde çiğ ve kanlı et vardı.

Bakışlarım tabağa mıhlandı. Gözlerimi hiç bir şekilde tabaktan çekemiyordum. Dayı neşeyle el çırptı, "nasıl? Beğendin mi? Senin için özel olarak kestirdim." Tiksinti dolu bakışlarımı yüzüne çevirdim. Sanki bir şey unutmuş gibi elini kaldırdı.

"Ha bu arada ne eti olduğunu merak ediyorsan eğer, süt kuzusu. Taze kesildi bir kaç dakika önce." Hınzırca gülümsedi. Eliyle arkamda duran zebaniye işaret verdiğinde zebani kestiği bir parça eti iyice kana bulayıp ağzıma tıkıştırdı. Avuç içini ağzıma bastırdı. Ağzıma tıkıştırılan et hâlâ sıcaktı. Kanın metalik ve keskin tadı ağzıma yayıldığında boğazımdan mide asitim yukarı çıktı.

 

"Çiğne!" Gözlerime yaşlar dolmaya başladı. Yaşları tutmak adına gözlerimi kapattım. Kuzu etinin mide bulandırıcı kokusu ve kan kokusu birleşmişti. Yutmaktan başka şansımın olmadığını anladığımda önce ağzımda yayılan kanı yuttum. Ağzımın içindeki metalik ve ağır tat boğazıma yayıldı.

Sanırım yutmak iyi bir fikir değildi.

Şiddetli bir şekilde öğürdüğümde ağzımın üzerindeki el sıkılaştı.

Midemden yükselen sıvılar ağzımın içindeki etle birleşti. Bir kez daha öğürdüğümde birisi burnumu sıktı.

Alışık olduğum bir şeydi.

Ne zaman kusacak olsam aynı şeyi yapar nefessiz kalana kadar ağzımı ve burnumu kapatırlardı.

 

Şakaklarımdan süzülen bir ter damlası önce çeneme ardından boynuma indi.

Nefessiz kalmıştım. Midemin bulanmasını umursamadan ağzımdakileri yuttum. Çıkarmayacağıma emin olduklarında ellerini çektiler. Dayı neşeyle gülüyordu. "Nasıl? Beğendin diymi?"

Gözlerimi açıp pis yüzünü görmek istemedim. Aynı tepkisizliğimi korudum. Dişlerimi sıkarak çenemi kilitledim. Biri çenemi açmak istedi ama başaramadı. Çenemin sol tarafına kuvvetli bir yumruk indiğinde ağzım istemsizce açıldı. Bir parça kanlı et tekrar ağzıma bırakıldı ve ağzıma bastırmaya başladılar. Kafamı sağa, sola kaçırmaya çalıştım ama olmadı.

Ağzıma bırakılan et parçasını çiğnemeye çalıştım. Çiğ olduğu için dişlerim doğru düzgün kesmiyordu bile. Dayı'nın "ablacım bak oğluna ne kadar iyi bakıyorum görüyorsun değil mi?" Diyen sesini duyduğumda yerimde dikleşmeye çalıştım. Hızla gözlerimi açtım. Tam tahmin ettiğim gibi yine kamera kayıttaydı.

 

Dayı kameranın önüne geçmiş bir şeyler anlatıyordu. Video anneme gidecekti. Güçlü durmak zorundaydım.

"Ablacım, Asi çok iyi ama bir sorunumuz var." Üzülüyormuş gibi yüzünü düşürdü. "Biraz iştahsız bir çocuk, bu yüzden yemek yerken biraz O'nu zorluyoruz ama hepsi O'nun iyiliği için." Kameranın önünden çekildi. Ağzımdaki eti çiğne yemesem de biraz ezip yuttum. Eti yuttuğum anda midemdeki sıvı köpürerek ağzıma geldi. Bu kez el yetişemedi ve tazyikli bir şekilde kusmaya başladım.

Yanağımın sağ tarafına inen tokatla sanki yanağımda bir ateş yandı.

 

{🟥🟥🟥}

 

Sinirlenmeye başlamıştım. Kafamı sağa çevirip tokat atan zebani nin yüzüne kustum. Amacım O'nları sinirlendirip dayak yemekti. Çünkü çiğ eti yiyemeyecektim. Çiğ etten kurtulmamın tek yolu O'nları kızdırıp dayak yemek ve aç bırakılmaktı.

Yüzüme ard arda üç yumruk indiğinde zaferle gülümsedim. Kendilerini zeki sanıyorlardı ama alt tarafı sekiz yaşına yeni girmiş bir çocuğun aklına yetişemiyorlardı. "Ne gülüyon lan!" Diye bağırdı dayı. Yanağıma sert bir yumruk daha indi. Sinirlendik lerini anladığımda dayının gözlerinin içine bakıp gür bir kahkaha attım.

 

Dayı tek kişilik masayı tutup hücrenin bir köşesine savurduğun da artık tamamen rahatlamıştım. Bu kez kameraya döndüm. "Annem seni çok seviyorum. Merak etme ben çok iyiyim." Dedim. İşte bu dakikadan sonra herşey tamda istediğim gibi gitmeye başladı. "İyisin ha? İyisin. Açın şunun ellerini ve ayaklarını." Zebani ellerimdeki kelepçeleri açtığında bileklerimi ovaladım. Dayıya hep direnirdim. Ama bu kadarsı ilkti.

Ayaklarım açıldığında dayı yüzüme bir tekme salladı. Sandalyeden eğilerek indiğimde tekmeden kurtulmayı başardım.

 

Bu kez dayı hızla kemerini çözmeye başladı. Gelecek olanı biliyordum. Gözlerimle yere düşen çatalı ve bıçağı aramaya başladım. Henüz bulamadan sırtıma sert bir kemer darbesi yedim.

Acıyla vücudumu geriye doğru gerdim. Hızlı olmalı aradıklarımı bulana kadar aynı zamanda hücrenin içinde kaçmalıydım. Dayı kemeri bir kez daha kaldırdığında bekledim kemerin iniş anını gördüğümde kendimi yüz üstü yere atıp dönerek köşeye kaçtım.

Dayı'nın yüzü sinirle kasıldı.

Bu kez kolay yılmayacaktım. Dayı zebanilere dışarı çıkmaları için işaret verdi. Ne zaman çok sinirlense bunu yapardı. Siniri çıkana kadar beni tek başına döverdi. Bıçak ve çatalı henüz bulamamıştım ama yerde parçalanan porselen tabağın bir parçası yatağımın yanına savrulmuştu. Dayı bir kez daha kemeri kaldırdığında bu kez kaçamadım kemer sağ omuzumdan göğsüme doğru indi. Kemer her etime değdiğinde derim bir ateş gibi yanıyor ve sızlıyordu. Dayı kemeri bir kez daha kaldırdığında hızla önünden kaçtım.

 

Yatağın yanına düşer gibi attım kendimi. Kimse fark etmeden porselen tabağın parçasını avucuma aldım. İşte şimdi şartlar eşitlenmeye başlamıştı. Henüz arkamı dönemeden kemer sırtıma sertçe indi. Bütün bedenim acıyla kasıldı. Bağırıyor, vuruyor ve küfür ediyordu. Kemerin vurduğu yer sızlıyor ve yanıyordu. Gözümü karartıp hızla ayağa kalktım. Poselen parçasını dayının bacağına sertçe sapladım. Dayı acıyla inledi. Zorda olsa porselen parçayı dayının bacağından çıkardım. Bir keresinde düştüğümde bacağıma cam parçası saplanmıştı ve babam etime saplanan bir şeyi çıkarmamam gerektiğini, eğer çekersem yaranın daha fazla kanayacağını söylemişti. O yüzden bu gün dayı'ya ne saplarsam saplayayım mutlaka geri çekecektim.

 

Dayı sinirle üzerime koştu, çekilmeme fırsat vermeden kemeri boğazıma doladı. Boğazımdaki kemer sıkılaştığımda gözlerim karardı. Yere düştüm ayağını göğsüme koyup bastırmaya başladı. Elimdeki porseleni kullanmak için son şansım olabilirdi.

Bedenimde kalan son gücü kullanarak poselen parçasını dayının ayak bileğine sapladım. Can havliyle ayağını üzerimden çekti. Bu kez porseleni çekememiştim. Yerde yatağımın dibinde öksürerek nefesimi toplamaya çalıştım. Yatağımın üzerinde parlak metali gördüğümde arkama baktım herkes dayı'yla ilgileniyordu. Bana bakan yoktu. Nefesimi bile toplayamadan parlak metali elime aldım arkama kısa bir bakış attım ve kimsenin bana bakmadığına emin olduğumda bıçağı yatağın altına soktum. Aynı anda dört adam üzerime çullandı. Tekmeler, tokatlar ve niceleri.

En azından kanlı eti yememiştim.

 

Dayağa bedenim alışkındı. Vuracaklar etim yarılacak ve çürüyecek belki saatlerce belkide haftalarca ağrıyacak yada acıyacaktı. Henüz yaralarım iyileşmeden tekrardan işkence edeceklerdi. Bunlar benim alışık olduğum şeylerdi. Yüzüm ve bütün bedenim kan içinde kaldığında sonsuz karanlığın beni içine çekmesine izin verdim. En azından canım daha az acıyacaktı. Kafama sarılı ellerim bolardı. Gözlerim belkide sonsuz karanlığa kapandı.

 

Acı dindi. Acıdan kasılan bedenim rahatladı. İlk kez bu kadar uzun süre direnmenin gururuyla kendimi sonsuz karanlığa tamamen bıraktım...

 

Bölüm sonu.

 

Kuzgun özel bölüm ve normal akış bölümümüz perşembe ile cumartesi aralığında gelecek iki bölümü aynı anda atmak istiyorum umarım yetişir.

(Amin)

 

Sorusu olanları şu satıra alayım.👉

 

 

Loading...
0%