@zezeizim
|
Bazı gecelerin sabahı olmaz. Bazı gecelerde insan ölür duyan olmaz. Bazı gecelerde kalp ölür çığlığını bir kişi bile duymaz.
Bu gece içimdeki çocuktan bana kalan kırıntılar öldü. Kimse duymadı. Bütün insanlar birbirlerini duydu sanki bir bana kulaklarını tıkadı. Geniş omuzlarım çökük. Her zaman dik duran başım eğik bir şekilde kabristana yürüyordum.
Soğuk bir şubat gecesi olmasına rağmen üzerimde kısa kollu bir üst altımda ise kamuflaş kargo pantolonum vardı. Adımlarım yavaştı. Öyleki yanımdan geçen insanların tedirgin bakışları rahatsız ediciydi.
Ama hayır insanların tedirgin bakışlarının asıl sebebi bunlar değildi. Asıl sebebi üzerimdeki kıyafetlerimin kanlarla kaplı olmasıydı. Artı olarak elimde kanlı bir kasatura vardı.
Yanımdan geçen bir kadın yanındaki küçük kız çocuğunu benden saklamak ister gibi diğer yanına aldı. Kafamı kaldırmasamda hareketlerini hissedebiliyordum. Kadın çocuğu çeke çeke uzaklaştı. Annesinin çekiştirmesine uyan küçük kızın bakışları bendeydi. Hissediyordum.
Kafamı hafifçe kaldırdığımda küçük kızın omuzunun üzerinden bana baktığını gördüm. O'na bakmam O'nda bariz bir korku yaratmıştı. Ayakları birbirine dolandı. Annesinin elini tutmasına rağmen düştü.
Annesinin bakışları bana döndü. Korku içinde düşen çocuğunu yerden kaldırmaya çalışıyordu. Kasatura olan elimi arkama sakladım. Boşta kalan elimi cebime attım. Kardeşime aldığım gofreti küçük kıza uzattım.
Küçük kız tedirgindi ama bir yandan da çocukluğunun vermiş olduğu masumiyetiyle neden ona gofret uzattığımı sorguluyordu.
Annesi küçük kızı göğsüne çektiğinde kalbimde bir şey paramparça oldu. Olmaktan korktuğum kişiye dönüşmüştüm. Kadına yaklaşmadan "ben kötü biri değilim" Diye fısıldadım. Beni duydu mu duymadı mı emin değilim ama titreyen elini elimdeki gofrete uzattı. "Teşekkür ederiz" Diye mırıldandı.
Burukça gülümsedim. Küçük kız el salladı ve onlardan uzaklaştım. Köşe başından döndüğümde artık kabristan tam karşımdaydı. Adımlarım iki öne bir geriye gitmeye başladı. Keşke üzerimi değiştirseydim. Kardeşim beni böyle görmeseydi. Ama buna bile halim yoktu.
Kabristanın büyük kapısından girdiğimde güvenlik görevlisi hafif göbekli adam önümü kesti. Çok sık görürdü beni burada ama bu kez o bile benden ürktü.
"Kuzgun... Ne bu halin oğlum? Ne vardı sanki halimde. Alt tarafı ellerim ve kıyafetlerim kanlıydı.
İşte insanlar böyledir. İçiniz kanarken kimse sizi görmez. Ne olduğunu sormaz. Ama eğer üzerinizdeki kıyafetler kirli yada eski ise herkezin sizin hakkınızda bir fikri olur bu fikri doğrulayıp kendilerini tatmin etmek içinse sizi kullanırlar.
Umursamazca omuz silktim. "Ne varmış halimde?" Diye sordum. Karşımdaki adam gerilmişti. Ikına sıkına, "kötü gözüküyorsun" Diye mırıldandı. İlk kez kendim gibi sokakta gezmiştim ve biri bana kötü gözüküyorsun demişti.
Adama daha fazla katlanamadım. Omuzuna çarpıp kabristanın taşlı yolunda annem ve kardeşimin kabrine doğru yürüdüm. Bir kanat sesi ilişti kulaklarıma gelmişti tek ve en sadık dostum.
Kanat sesi yaklaştı. Başımın üzerinden bir şey geçti. Yanıma indi. Artık yoldaşım tam yanımda benimle yürüyordu. Yüzümde yorgun bir tebessümle kafamı yan çevirdim. Başım zaten eğikti.
Yanımdaydı. Hep olduğu gibi. Hep olacağı gibi. Kim olduğunu merak ediyorsunuz dimi? O zaman O'nunla tanışın. O gerçek bir kuzgun. Tek yoldaşım. Tek arkadaşım. Tek dostum. Tek benliğim. Bana adını veren kişi. Benim, ben olmamı sağlayan kişi.
Evet O'ndan bir insan gibi bahsediyorum. Çünkü bana göre iki ayaklı insanlardan çok daha iyi bir dost. O benim tek dert ortağım. Bütün dertlerimi bilen tek kişi.
"Hoşgeldin dostum." Dediğimde Gakladı. Kafamı hafifçe kaldırdığımda uzaktaki iki mezar taşını gördüm. Kendime lanet ettim. Kendimden nefret ettim. Keşke kanlı kıyafetlerimi değiştirseydim.
Annem ve kardeşimin yanına bu şekilde gelmek istemediğimi o an anladım ama çok geçti. Gelmiştim bir kere geri dönemezdim.
Adımları yere çivilenmişti sanki. Adım atamıyordum. Acaba kardeşim bu halde geldiğim için benden tiksinir miydi? Yada annem, beni, dayıma benzetir miydi? Gökyüzü yırtılır gibi gürlediğinde bir şimşek karanlık gökyüzünü aydınlattı. Yağmur bardaktan boşalırcasına yağmaya başladı.
Sanki tanrı utancımı görmüşte beni temizleye çalışıyor gibiydi. Kafamı gökyüzününe kaldırdım. Yağan yağmur yüzümdeki kanlarıda temizlesin istedim. O'nları daha fazla bekletmek istemediğim için yavaşça yürümeye başladım. Her adım attığımda sanki sırtıma bir darbe vuruluyordu. Yürümek zor gelmeye başladığında dizlerimin üzerine düştüm.
Değil adım atmak nefes almak bile omuzlarıma yüktü sanki. Kafamı hafifçe kaldırdığımda annem ve ikizimin adlarının yazdığı soğuk beyaz mermer tam karşımdaydı.
Firuze soykan
Ayla soykan
Elimi uzatıp Ayla'nın buz gibi olan mezar taşını okşadım. "Ben geldim diğer yarım... " Diye fısıldadım. Gözlerimden yaşlar yağan yağmura meydan okur gibi boşalmaya başladığında eş zamanlı olarak omuzlarım sarsılmaya başladı. "Annem... Bak oğlun geldi. Altın saçlın, çakır gözlün geldi annem..." Yalnızca bir kez cevap alabilmek için herşeyimi verirdim.
Annem ve Ayla öldüğünden beri en gücüme giden şey bana cevap vermemeleri olmuştu. Olduğum yerde emekliyerek Ayla'nın adının yazdığı soğuk mermere sokuldum. Belki bir mucize olurdu da o soğuk mermer diğer yarım gibi sıcak olurdu. Ayla'nın soğuk taşına sımsıkı sarıldığımda hıçkırarak ağlamaya başladım. "Neden gittin Aylam..."
Kaç dakika o soğuk taşa sarılı ağladım bilmiyorum. "Sen gittiğinden beri ben çok yalnızım diğer yarım." Yerde emekliyerek Ayla'nın yanına uzandım. Elimi çiçeklerle kaplı olan toprağında gezdirdim. "Özledin mi benimle uyumayı? Ben çok özledim Ayla." Bir el sanki boğazıma sarıldı. Nefesim tamemen kesildi sanki. Ellerimi boğazıma atıp boğazımı sıkan ellerden kurtulmaya çalıştım. Tırnaklarımı kendi boğazıma batırdım. Bir anlık sadece bir anlık boğazıma sarılı eller geri çekildi. Bu kez boynumda o iğrenç köpek tasmasının varlığını hissettim. Hızla ayağa kalktım. Kendi boğazımı parçalamak pahasına tırnaklarımı etime daha çok bastırarak o iğrenç hissi ordan yok etmeye çalıştım.
Olmadı. Olmazdı. O lanet olası hisse bedenim okadar alışıktı ki sanki o tasma hep boynumdaydı. Pes ederek dizlerimin üzerine çöktüm. Üzerimdeki t-shirtü tek hamlede çıkarıp attım. Annem ve Ayla'ya arkam dönüktü. Ayla'nın uykusundan sonra ilk kez içimdeki yangını dışarı vurmak için bağırarak ağlamaya başladım. Gücüm kalmamıştı artık. Ölüyordum ve kimse görmüyordu. Başımı karanlık gökyüzüne kaldırdım. Belkide son kez tekrardan diğer yarımın yanında içimdeki ateşi kusmak için bağırdım. Dışarıdan bakan için bu bağırma bir sınır krizi sonrası kendini rahatlatmak isteyen bir bireyin yaptığı bir davranış gibi gözüksede aslında içimdeki yangının ağıttını yakıyordum.
İçimdeki acıyı en derinine kadar kusmak için bağırdım. Bağırmaya gücüm kalmadığında ağladım. Beynimin içinde yanıp sönen bir ışık vardı sanki. O ışık bu geceden sonra hiçbir zaman sönmeyecek yandığı sürece bana işkence etmeye devam edecekti. Cebimde çalmaya başlayan telefonu duydum. Kim bilir hangi lüzumsuz insan arıyordu. Cebimden çıkardığım telefonu kimin aradığına bile bakmadan yere vurup parçaladım. Bu gece rol yapmak istemiyordum. Tanrı yağmurun gücünü arttırdı yağan yağmur kanlı kıyafetlerimi temizlemek ister gibi yağıyordu.
Arkamı dönüp annemin mezarının yanına emekledim. Bu gece ya bacaklarım beni taşımıyordu yada yıllardır hayvan gibi büyütüldüğüm için bedenim artık hayvan gibi yaşamaya adapte oluyordu. İki türlüsüde umurumda değildi. Avuç içimi annemin çiçekli toprağında gezdirdim. "Annem... Ne olur benide yanına alsan." Bu gece anneme söyleyecek çok şeyim vardı ama hiç birini anlatamadım. Kelimeler bir yumru olup boğazıma oturdu. Gücüm kalmadı anne. Demek istedim. Yorgunum demek istedim. İntikam uğruna çıktığım bu yolda eriyorum demek istedim. Ama diyemedim.
Anneme söyleyemediklerimi Ayla'ya söylemek istedim. Ama sonra üzülür diye düşündüğüm için sustum. İki mezarın tam ortasına uzanıp yüzümü Ayla'ya döndüm. "Aylam... Sana gofret almıştım ama yolda gördüğüm bir kız çocuğuna vermek zorunda kaldım abicim." Ayla'yla ikiz olmamıza rağmen Ayla bana sürekli abi derdi. Hıçkırıklarımı düzene sokup tekrar konuşmaya başladım. "Düştü Ayla. Hemde benden korktuğu için düştü." Elimle kendimi gösterdim. "Ben kötü biri miyim Ayla?" Hiçbir cevap gelmedi. Cevap gelmedikçe daha'da sokuldum soğuk toprağa. Kardeşimi hissetmeye ihtiyacım vardı.
"Anneside, benden korktu. Küçük kızda. Sırf benden korktuğu için düştü. Canı yanmıştır Ayla..." Kesik bir nefes verdim ardından devam ettim. "Oysa ben hiçbir çocuğa zarar veremem ki. Kıyamam." Türlü işkencelerle büyümüştüm ben nasıl olurdu da bir çocuğa kıyardım. "Ben yine sana gofret alırım abim tamam mı? Kırılma bana sakın."
Ayla'nın toprağında ekili çiçekleri okşadım. Mermerine bir öpücük kondurup yüzümü anneme döndüm. Elimi toprağında gezdirirken konuşmaya başladım, "annem, söylemeyi unuttum üzerimdeki kanlar bana ait değil merak etme." Acı bir tebessüm dudaklarıma yayıldı. "Üzerimdeki kanlar Ömer'in pis kanı anne. Sonunda buldum onu. İntikamını alıyorum annem için rahat olsun." Annemin toprağına sarılmıştım ki kabristanda "kuzgun!" Diye bağıran bir ses duyuldu. Şaşkınlıkla kafamı kaldırdığımda tam karşımda onu görmeyi beklemiyordum.
Beni gördüğünde derin bir nefes aldı ve yüzüne huzurlu bir tebessüm yayıldı. "Fırat" Dedim belli belirsiz. Beni nasıl bulmuştu bu manyak? Hızlı adımlarla yanıma yürüdü. Yağmurdan sırıl sıklam ıslanmıştı. "Sen neredesin lan saatlerdir? Geberdim meraktan." Ayağının ucuyla ayak bileğime acıtmayacak bir darbe vurdu. Uzandığım yerden kalkmaya çalışıyordum. Normal şartlarda ağladığımı görmesin isterdim ama o Fırat'tı hayatımla ilgili birçok şeyi bilen adamdı. Ayağa kalkıp karşısına dikildim. "Niye geldin?" Diye hafifçe terslendim.
"Bahanem tekrardan örgüte girebildiğim. Asıl nedenim ise seni merak ettim." Kalbimin üzerinde küçük bir kuş kanat çırptı sanki. Çok olmuştu birileri tarafından merak edilmeyeli. Hâlâ güzel bir histi. Mavi gözlerim yaşlarla dolmaya başladığında kafamı eğdim. "Neden beni merak ettin." Dedim fısıldar gibi. "Çünkü içindeki yangını mavi gözlerine baktığımda rahatlıkla görebiliyorum." Ayla'nın uykusundan sonra belkide ilk kez birisi içimde yanan ateşi görebilmişti. Konuşamadım ama o anladı elini omuzuma atıp güç vermek ister gibi sıktı. "Dök içini kardeşim" Dediğinde kendimi tutamadım iki dizimin üzerine bu gece bir kez daha düştüm. Fırat tutmaya çalıştı ama olmadı. Tutamadığında o'da benimle düştü. "Fırat, ben olmaktan korktuğum kişiye dönüşüyorum." Diye mırıldandım.
Fırat iki elini omuzlarıma atıp olduğum yerde silkeledi beni, "sakın! Sakın öyle düşünme. Kendini o itlerle aynı kefeye koyma sakın!" Kafamı kaldırıp Fırat'ın yüzüne baktım "ama artık çocuklar benden korkuyor." Diye mırıldandım. "Hayır hiçbir çocuk senden korkmuyor." Tekrardan eğdiğim başımı kaldırdı. "Zelal korkmuyor Reyhan korkmuyor. Çünkü seni tanıyorlar."
Zelal
Zelal, Fırat'ın kalp hastası kızıydı. Herşeyi ile Ayla'ya birebir benzediği gibi kalp hastası olmasıda Ayla'ya benziyordu. Bir şansım olsa tek bir şans intikamımdan bile vazgeçer onu yaştırdım. Zihnimdeki Ayla'nın yaşaması için Zelal'i yaşatırdım. "Kuzgun" Dedi Fırat. Kafa kaldırıp yüzüne baktım. "Kimin için ne olduğun önemli değil. Ama şunu bilki benim için kardeşten bile ötesin." Cevap vermemi bile beklemeden kollarını aciz bedenime doladı. Bir abi gibi bir baba gibi bir kardeş gibi. İşte asıl hikayem bu geceden sonra başlayacaktı.
Ben; Asi Çakır Soykan.
Annesinin altın oğlu, babasının koruyamadığı Çakır gözlüsü. İkiz kardeşinin diğer yarısı, küçük kardeşleri için öylesine bir abi. Fırat Aktan için kardeş, arkadaşları için ise Kuzgun.
Dayısı için ise bir hayvan.
Bu geceden sonra olmak istediğim tek kişi ise Zelal'e kalbini veren bir abi.
Fırat'ın sarılmasına karşılık verirken kulağına eğildim. "Dua et bu kalbim Zelal'in bedeninde atmak için uygun olsun." Fırat'ın bütün bedeni kasıldı. Kafasını kaldırıp yüzüme baktı. "Ne?" Dedi sadece. Yüzümde içten bir gülümsemeyle omuzlarını sıvazladım. "O'nu yaşatamadık ama Zelal'i yaşatacağız Fırat." Dedim Ayla'nın çiçekli toprağını göstererek. "Ben, ben anlamadım kuzgun kendinimi öldüreceksin?" Dedi kekeleyerek. "Bu aciz kalbim eğer ki Zelal'in bedeninde yaşamayı kabul ederse, Evet." Dedim.
Fırat'ın yüzünde o an hem derin bir acı hemde mutluluk gördüm. Kızına düşkün bir babaydı. "Ben ne diyeceğimi bilmiyorum Çakır" Dedi. "O zaman hiçbir şey deme"
"Birşey soracağım tek birşey." Ne soracağını biliyordum. Sormasına izin vermeden, "evet. Ayla'ya çok benzediği için çünkü zihnimde Ayla'yı yaşatmaya ihtiyacım var." Dedim. Fırat, beni tanıdığı gibi Ayla'yı da iyi tanırdı. Kafasını salladı. Yavaşça ayaklandık arkasını bana dönmüştü ki geri döndü hiç beklemediğim bir anda kollarını sıkıca bedenime doladı. "Teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim." Diye mırıldandı ağlayarak. Sarılmasına karşılık verip sırtını sıvazladım. Ayrıldığımızda Ayla'nın taşına bir öpücük kondurup vedalaştım. Aynı şeyi annemede yaptım. Ayla'nın taşından kalkan kuzgun omuzuma kondu. Fırat yerden kanlı kasaturayı aldı.
"Senin üzerinde bi'şey yok muydu?" Diye sordu. Omuz siktir, "vardı ama ben onu fırlattım. Nereye gitti bilmiyorum." Fırat montunu çıkarıp bana uzattı, "al giy şunu üşüme." Dedi. "Yok üşümem ben, hadi çıkalım."
"Şunu giy ondan sonra çıkarız." Umursamazca montu alıp giydim. Birlikte kabristan dan çıktık. Birkaç tanıdık sayesinde o gece Ankara'da Zelal'in testleri ile kendi testlerime baktırdım. Şükürler olsun ki kalbim Zelal için uygundu. Belkide ilk kez o an mutluluktan ağladım.
Zelal'e kalbimi verecek ardından huzurlu bir uykuya teslim olacaktım.
Bölüm sonu.
|
0% |