@zezeizim
|
Selamlar... Ben geldim bu bölüm iki kısımdan oluşacak haberiniz olsun. İkinci kısım 2 gün içinde gelecek. Bu hafta bol yorum bol beğeni istiyorum. Gelecek hafta bir süpriz bölüm. Birde çok sevgili Kuzgun'un bize kendinden bahsettiği bölümü oluyacağız. Keyifli okumalar 😘
Geçmiş zaman Mardin devlet hastanesi
Kuzgun timiyle birlikte hastanenin bahçesinde oturmuş çay içiyordu. Büyük bir çatışmadan çıkmışlardı. Nazım Yüzbaşı çok ağır olmasada yara almıştı. Bütün tim hastanenin geniş bahçesinde hem dinleniyor hemde komutanlarını bekliyorlardı.
Bir kişi hariç. Kuzgun ne dinleniyor nede komutanını bekliyordu. O'nun beklediği tek kişi muhbiri olan Fırat'tı. Sürekli etrafına bakıyor gözleri ile şimdiye kadar gelmesi gereken Fırat'ı arıyordu. Arkadaşları kendi aralarında bir şeyler anlatıyor gülüşüyorlardı.
Kuzgun kafasını soluna çevirdiğimde uzakta koyu sarı saçlı bir kız çocuğu elindeki bir peluş oyuncağa sıkı sıkı sarılmış beton zeminin üzerinde oturuyordu. Kız çocuğu ne kadar uzakta olsada kabarık koyu sarı saçları kim olduğunu ele veriyordu.
Oyuncaklı çocuk muhbiri Fırat'ın yeğeni olan Reyhan'dı. "Nereye daldın Kuzgun'um?" Diye soran kişi Kurt lakaplı tim arkadaşıydı. Umursuzca omuz silkti Kuzgun "Hiç öyle dalmışım." Diye geçiştirdi Kurt'u.
"Sen bu ara çok dalıp gidiyon uzaklara ama hayolsun bakalım." Dedi Kurt. "Yok be oğlum sana öyle geliyor"
"İnşallah öyledir."
Kuzgun her ne kadar arkadaşlarının sohbetine dahil olsada gözleri sürekli oyuncağına sıkı sıkaya sarılmış küçük Reyhan'ın üzerindeydi. Arkadaşları koyu bir sohbete daldığında Kuzgun oturduğu yerden usulca kalktı.
Adımları istesede istemesede O'nu küçük kızın yanına götürüyordu. Küçük Reyhan yanından geçen insanları umursamadan oyuncağına kafasını gömmüş için için ağlıyordu.
Bu küçük kız kendisine benziyordu. Ağladığını sürekli kardeşinden saklıyor ama başka insanlardan gizleme gereği görmüyordu. Muhbirinin kızı olan Zelal ise tıpkı rahmetli ikiz kardeşi Ayla'ya benziyordu.
Ayla'nın da tıpkı Zelal gibi uzun kıvırcık saçları ve koyu kahverengi gözleri vardı. İkisininde gözlerine bakan eşsiz bir toprağa bakmış gibi oluyordu.
Kuzgun yanına geldiği küçük kızın yanına çöktü. Bir dizini yere yasladı. "Reyhan" Dedi naif çıkarmaya çalıştığı sesiyle. Küçük Reyhan duyduğu sesle hızla kafasını kaldırmıştı. "Kuzgun abi?" Ağlamaktan sesi bir tuhaf çıkmıştı.
"Neden ağlıyorsun bitanem?" Diye sordu Kuzgun ağlamaktan gözleri ve burnu hem şişmiş hemde pancar gibi kıpkırmızı olmuştu küçük kızın.
"Zelal yine çok kötü oldu Kuzgun abi" Hıçkırıkları cümlesini kesiyor gözlerinden akan yaşlar sarıldığı oyuncak tavşanın kafasını ıslatıyordu.
Şimdi belli olmuştu Fırat'ın neden geç kaldığı. "Zelal iyi olacak Reyhan" Dedi Kuzgun elinde sihirli bir değnek olsaydı eğer tanrıdan isteyeceği tek şey çocukların hiç üzülmemesi ve hastalanmaması olurdu.
"Hayır. Hayır Zelal hiçbir zaman iyileşmeyecek siz, beni kandırıyorsunuz." Küçük kız resmen hayatına olan bütün öfkesini Kuzgun'un yüzüne kusumaya başlamıştı. "Sende, beni kandırıyorsun. Annemde kandırıyor. Babamda kandırıyor. Amcam ve yengemde kandırıyor. Hepinizin tek bildiği beni kandırmak." İçindeki acıyı haykırmaya çalışan küçük kıza Kuzgun hiçbir tepki vermiyor yalnızca dinliyordu.
Reyhan kucağındaki oyuncak tavşanı şiddetle yere atıp bir tekme savurdu. "Neden beni kandırıyorsunuz. Benden ne istiyorsunuz?" Kuzgun halen daha oyuncak tavşanı tekmeleyen Reyhan'ı kolundan yakalayıp kendine çevirdi.
"Sakın ol" Diye mırıldandı belli belirsiz ama küçük kızın hayata olan öfkesi boyunu aşmıştı. Yalnızca "neden" Diye bağırıyor, ağlıyor ve oyuncağına vuruyordu.
Küçük kız öfkesini oyuncaktan çıkaramayacağını anladığında bu kez Kuzgun'un sert göğsünü yumruklamaya başladı. "Bana neden yalan söyledin?" Tabiri caizse küçük kız resmen Kuzgun'a kükrüyordu.
O an kendini gördü Kuzgun, küçük kızın yüzünde o'da Ayla öldüğünde babasının göğsünü yumruklayarak ağlamıştı. O'nun da mavi gözlerinin etrafı tıpkı karşısında ki küçük kız gibi kanlıydı.
O an Kuzgun için bir yıkımdı. Bir deprem. Bir sel belki bir yangın. Ellerini küçük kızın kollarından çekti ama geri çekilmedi. Küçük Reyhan'ın boyundan büyük olan öfkesini göğsüne hapsetti. Sinirini kendinden çıkarmasına izin verdi.
Hastanenin bahçesinde ki herkes o'nları izledi. Saniyeler hatta dakikalar belkide saatler geçti. Küçük kız öfkesini Kuzgun'un geniş ve sert gövdesinden çıkardı.
Kuzgun ise sanki karşısında ki küçük bir kız çocuğu değilmişte kendi çocukluğuymuş gibi küçük kızı izledi. Sanki çocukluğu başka bir bedende O'nunla yüzleşiyordu. Zamanında O'nun babasına sorduğu hesabı şimdi küçük kız O'ndan soruyordu.
Ne kadar zaman geçti ikiside bilmiyordu. Küçük Reyhan sakinleşti alnını Kuzgun'un sol göğsüne yaslayıp tekrardan ağlamaya başladı. Ağlaması bu kez şiddetli değildi. Yalnızca kısık kısık iç çekiyor ve gözyaşlarını döküyordu.
Bir kaç dakika önce hıncını karşısında ki genç adamın göğsünde söndürmesine rağmen yine genç adamın göğsüne sığınmıştı küçük kız. Küçük kollarını yaslandığı iri gövdeye dolamayı çalıştı. Ne kadar başarılı olduğu tartışılırdı. Ama Kuzgun küçük kızın çabasına kayıtsız kalmadı. Geniş ve güçlü kollarını Reyhan'ın küçük gövdesine doladı.
Kendi çocukluğuyla birlikte O'nu da saklamak ister gibi sarıldı. Yanlarına bir sürü kişi gelip bi'şeyler sordu ama ikiside dinlemedi. Biri kardeşine ağladı. Biri çocukluğuna. Kaç dakika geçti bilinmez ama bir süre sonra Reyhan'ın nefes alışları düzene girdi. Uyumuştu.
Bu kez ağlama sırası Kuzgun'a geçmişti. Göğsünde uyuyan kız çocuğuyla birlikte yavaşça ayağa kalktı. Hastanenin arka bahçesi daha tenha bir yere kalıyordu. Yerden kirlenmiş ve zarar görmüş oyuncak tavşanıda eline aldı. Arka bahçeye geçtiğinde gözüne kestirdiği bir banka yavaşça bıraktı kendini.
Göğsünde uyuyan kızı rahatsız etmeden üzerindeki ince poları çıkardı. Kucağında uyuyan kızın bedenine sardı. Elini cebine atıp eski bir fotoğraf çıkardı.
Eski siyah beyaz bir fotoğraftı. Ailesinden kalan son şeylerden biriydi. Kenarları yırtılmış ve yıpranmıştı. Ama en sevdiği fotoğraf şüphesiz bu fotoğraftı. Annesi ve babası evlerinin eski bahçesinde yere bağdaş kurmuş oturuyorlardı. Kuzgun annesinin kucağında ikizi Ayla ise babasının kucağındaydı. Ama fotoğrafta görünmese de bir kişi daha vardı. Annesi bu fotoğrafta hamileydi.
Ama bu aileyi hiç kimse beş kişi olduklarında göremedi. Çünkü önce Ayla ardından ise annesi öldü. Kuzgun küçük kardeşiyle yalnız kaldı.
Artık babası için görünmez oldu.
Bir çift mavi boncuğu andıran mavi gözlerinden arsız bir damla elindeki fotoğrafa tam Ayla'nın yüzüne düştü. Bir rüzgar esti içindeki enkazın küllerini dağıttı.
ℤ𝕖𝕝𝕒𝕝 𝔸𝕜𝕥𝕒𝕟
Uyku ile uyanıklık arasında elimi yanıma attım. Karşılaşmayı beklediğim şey Reyhan'dı. Karşılaştığım ise koca bir boşluk. Huzursuzca mırıldandım. Belki yatağın ucuna kadar gitmiştir diye düşünüp bu kez ayağımla yokladım. Yine Reyhan yoktu.
"Yaaa nereye gittin?" Diye sordum kendi kendime. Normalde uykumdan ayılmam uzun sürerdi ama bu kez hiçte öyle olmadı. Akşamdan kâbus görmüştüm. Beni bırakıp nereye gitmişti.
Üzerimdeki yorganı sinirle topak yapıp gelişi güzel yere fırlattım. Bandanam gözüme kadar inmişti. Elimle geri çektim. Sarsak adımlar eşliğinde oda dan dışarı çıktım.
"Reyhan" Diye seslendim cevap gelmedi. Kendimi duvarlara vura vura mutfağa gittim. Allah'ın cezası burada da yoktu. Evin dış kapısı açıldığında içeriye elinde büyük bir kutuyla annem girdi.
"Günaydın kızım" Sesi her zaman olduğu gibi neşeliydi. "Reyhan nerde?" Diye sordum ters ters. Dudak büzdü. "Bilmem ki biz babanla sabah erkenden çıktık evden. Daha şimdi geldik." Dedi.
Sinirli adımlarla banyoya ilerledim. Beni tek bırakıp bir yere gitmiş olamazdı. Banyoya yaklaştıkça gelen su ve Reyhan'ın şarkı söyleyen mırıltıları yanılmadığımın kanıtıydı.
Kapının önüne geldiğimde derin bir nefes alıp kaşlarımı iyice çattım. Tüm gücümle kapıyı açmak için abandım. Ama maalesef kilitliydi.
"Ne oluyor be!"
"Aç kapıyı bi'şey konuşucaz"
"Zelal deli misin? Bırak kapıyı"
"Kapıyı aç!"
"La havle Zelalcim duş alıyorum"
"Reyhan aç şu kapıyı!" Diye daha şiddetli bağırdığımda Reyhan homudanarak kapıyı araladı.
Aralık kapıdan köpüklü kafasını çıkardı. "Ne var?" Sorusuna cevap vermedim. Kapıyı kakalayıp içeri girdim. "Ben dün gece kâbus gördüm." Dediğimde Reyhan, "biliyorum" Diye cevap verdi.
"O zaman neden yanımda yoksun? Heh cevap ver. Neden?" Reyhan bıkkın bıkkın ofladı. "Yani bu konuyu ben duş alınca konuşsak olmaz mı Zeloş" Kafamı olumsuz anlamda salladım.
"Olmaz. şimdi konuşmamız lazım." Dudaklarımı içe doğru büktüm. "İyi sen burada dikil ben duş alacağım" Tekrardan suyun altına girip kafasındaki köpükleri durulamaya başladı.
"Neden beni tek bıraktın?"
"Zeloşum, seni yalnız bırakmadım sadece duş alıp gelecektim. Tabi sen peşime gelmeseydin."
Küçük bir çocuk gibi kollarımı göğsümde bağladım. Küskün bir bakışla kendini Keselemekle meşkül olan Reyhan'a baktım. "Hadi gel yıkayayım seni."
Omuz silktim "istemem" Reyhan durulanmıştı bile. Üzerine fosforlu yeşil bornozunu giyerken, "sıcak bir duş seni rahatlatır hadi gel yıkayayım." Dedi. Reddetmek istemiyordum. Haklıydı sıcak bir duşun çözemeyeceği sayılı sorun vardı.
Kafamı olumlu yönde salladım. Reyhan sıcak bir gülümsemenin ardında oturmam için banyoda duran küçük tabureyi altıma doğru çekti.
Üzerimdekileri çıkarıp Reyhan'ın çektiği tabureye oturdum. Reyhan başımdan aşağı sıcak suyu döktüğünde sanki bütün bedenim bir yay gibi gevşedi. Uslu uslu Ablamın, bana duş aldırmasını bekledim. Bu beni rahatlatıyordu.
ℝ𝕖𝕪𝕙𝕒𝕟 𝔸𝕜𝕥𝕒𝕟
Yüzümdeki tebessümle önümde bir çocuk gibi oturan kardeşimin saçlarını köpürtüyordum. Gözlerini kapatmış kollarını göğüsleri ve karnının birleştiği bölgede bağlamıştı. Elime aldığım tası Zelal'in kafasındaki köpükleri durulamak için yavaşça başından aşağı döktüm.
Her sıcak suyu döktüğümde bedeni biraz daha gevşiyordu. Gece gördüğü rüyalardan oldukça etkilenmişti. Gecenin geri kalanında sıkı sıkı bana sarılmış sürekli huzursuzca bir şeyler mırıldanmış ve sıçrayıp durmuştu. Ne zaman uykuya dalsam Zelal'in sıçramaları beni uykumdan ediyordu.
Üzerimdeki uykuyu atabilmek adına sessizce yanından kalkıp duşa girmiştim. Ama sanki kalktığımı hissetmiş gibi saçımı şampuanladığım sıra kapıma dayanmıştı. Kıyıpta kızamıyordum. O ise bu durumdan çok güzel faydalanıyor beni duşta bile rahat bırakmıyordu.
Elime aldığım sarı banyo lifine Zelal'in duş jelinden döküp köpürttüm. Köpürttüğüm lifi narin hareketlerle Zelal'in vücudunda dolaştırmaya başladım. Çoğu kişiye Zelal'e duş aldırıyor oluşumu garipserdi aslında ama durum dışarıdan göründüğü gibi değildi.
Dışarıdan bakan birisi Zelal'in şımarık ve çocuksu olduğunu düşünürken. Benim ise daha olgun ve anaç olduğumu zannederlerdi. Hatta çevremizdeki çoğu kişi Zelal'in, beni kullandığını bile söylerdi. Ama aramızdaki ilişkinin böyle bir şeyden olduğunu düşünmek yalnızca saçmalıktı.
Zelal küçük yaşlarda kalp yetmezliğine yakalanmıştı. Hastalığın anlaşılması ve yeni bir kalp bulunması oldukça zor olmuştu. Hattâ belki de Kuzgunu tanımamış olsaydık şuanda Zelal çoktan ölmüştü.
Kuzgun'un son isteği eğer kalbi uyarsa kalbini Zelal'e vermekti. Son isteği olmuş kalbi Zelal'in vücudunda tekrardan hayat bulmuştu. Ama bu kezde Kuzgun, Zelal'in yanında öldüğü için Zelal, Kuzgun'un, O'nun yüzünden öldüğünü düşünmüş ve psikolojik olarak sorun yaşamaya başlamıştı.
Hattâ kalp naklinden sonra uzun bir zaman içine kapanmıştı. Hal böyle olunca bu durumdan en çok etkilenenlerden biride ben olmuştum. Oyun arkadaşım, kardeşim, diğer yarım artık yüzüme dâhi bakmıyor sürekli ağlıyordu.
En sonunda uzun uğraşlar sonucu Zelal'i tekrardan kazanabilmiştim. Ama bu süreç uzun ve yorucu bir süreç olmuştu.
Zelal'i duruladıktan sonra sarı renk bornozuna sardım ve sıcak olan benim odam olduğu için kendi odama getirdim. Duş alan Zelal üzerindeki bornozla yatağa oturmuş melül bakışlar eşliğinde beni izliyordu. Ben ise ikimizede kıyafet seçiyordum.
Kendim için lila boğazlı bir kazak, siyah bir tayt ve kalın yün çorap çıkardım ve yatağın üzerine bıraktım. Zelal için ise açık mavi bir kazak ve lacivert bir tayt çıkardım. Yün çoraplardan ise açık sarı olan çorabı seçmiştim.
İç çamaşır çekmecesini açıp kendime pembe tavşanlı bir iç çamaşırı seçtim. Kıyafet seçiminde en sevdiğim şey böyle tatlı desenleri olan iç çamaşırlarıydı. Zelal için ise almış olduğum ama henüz paketlerinden bile çıkarmadım iç çamaşırlarından açık mavi üzerinde beyaz kediler olan iç çamaşırını seçtim.
Evde ikimizde sütyen giymezdik zaten. Gerçi Zelal normalde de olabildiğince giymezdi. Bu yüzden birer tane desenli kalın askılı atlet seçtim ve Zelal'in için seçtiklerimi önüne iteledim.
Ayağa kalıp iç çamaşırını eline aldı. Yüzündeki ciddi ifadeyle elinde tutuğu iç çamaşırını incelemeye başladı. Ben ise neredeyse giyinmeyi bitirmiştim bile. Zelal elinde çekiştirdiği iç çamaşırını havaya kaldırp, "Reyhan kaç yaşındasın?" Diye sordu.
Omuz silktim. "Yirmi beş"
"O zaman neden hala çocuk iç çamaşırı giyiyorsun. " Elimdeki saç havlusuyla saçlarımı kurulamayan çalışırken, "çocuk için değil ki yetişkin için onlar" Dedim. Zelal umutsuzca kafa sallayıp giyinmeye başladı. Ben ise saç kurutma makinesiyle saçlarımı kurutmakla uğraşıyordum.
𝔸𝕝𝕜𝕒𝕟 𝕊𝕠𝕪𝕜𝕒𝕟
Hava kararmadan keşif işini halletmek için erkenden bölgeye iniş yapmıştık. Sağlam bir plan yapmıştık eğer plana sadık kalabilirsek hiçbir sorun yaşamadan hem olacak olan sevkiyatı engelleyecektik hemde işimize yarıyacak birkaç böcek avlıyacaktık.
Armanç'ı sınırda nöbet tutan askerlerin arasına yerleştirmiştik. Serdar çoban gibi ortalarda dolaşıyordu. Önünde ise gerçekten küçük bir koyun sürüsü vardı. Arada koyunlar sürüyü terk edip Serdar'ı peşlerinden koşturuyor. Serdar ise onları yakaladığında kesip yemekle tehtıt ediyordu.
Başak yoğun ağaçlığın arasında elinde sadık yari olan sniper silahıyla yalnız başına yatıyordu. Yattığı ağaçlık oldukça tepede kaldığına sınırı rahatlıkla görüyordu. Arkın köyün evsizi ve alkoliği rolünü üstlenmiş yırtık pırtık kıyafetleri ve elinde şarap şişesiyle ortalıkta cirit atıyordu.
Atahan'nın iri cüssesine maalesef hiçbir rol yakışmamıştı. Bu sebepten dolayı kendisi Başak'a çapraz bir ağaçlığın arasında yatıyor çevreyi kolaçan ediyordu. Kaya'yı olabildiğince bizden en uzak köşeye köy girişine yerleştirmiştik. Maalesef sınır köye oldukça yakındı. Bu yüzden elimizden kaçırabileceklerimizi birinin toplaması gerekiyordu.
Ben ise sınırın gözcü kulesinde nöbet tutuyordum. Henüz asıl böceklerin gelmesi için erkendi. Ama illaki sabahtan keşif için birilerini göndereceklerdi. Bu da bizim işimize yarıyacaktı.
"Ya kuzu gene nereye gidiyon!" Diye kulaklıktan bönüren Serdar'ın sesiyle yüzümü ekşittim. "Gel buraya Fadime"
"Bu salağın Fadime diye bahsettiği kişi inşallah koyun değildir." Dedi Kaya.
"Yani şuanda koyunun peşine koştuğuna göre maalesef Fadime ismi bir koyuna ait." Dedi Başak.
"Şahsen ben koyun olsam bende Serdar'dan kaçardım." Diye fikrini belirtti Atahan.
"Bu bebe geriban hayvanlara bu gün tranba yaşattı resmen." Diye söylenen Arkın'ın cümlesine sinirli bir sesle Başak giriş yaptı. "Tranba değil sığır travma"
"Ya anasını satayım ha tranba ha travma ikiside aynı şey" Diye geniş geniş söylendi Arkın.
"Abi ikisi aynı şey değil ama yinede sen bilirsin" Dedi Armanç. Bu söz ise Arkın'ın, kendini gazlamasına yetti. "Tabi ben bilirim yavşak" Diye gururlandı.
Serdar ise Fadime'nin peşinde koşarken Sümbül'üde kaçırmıştı. Artık yakalaması gereken koyun sagısı bir değil ikiydi.
"Fadime bak seni bu sefer yakaladığımda gerçekten kesip yiyeceğim. Kız zilli ben kime diyom? Bak bütün sürü sana özenip kaçmaya çalışıyor geri dön hemen."
Sevgili Fadime, Serdar'ı bir an olsun dinlemeden kırlarda koşmaya devam etti. Ben olsam bende dinlemez koşardım. Bir koyuna Fadime ismini takmak zavallıyı zorbalamaktı.
Serdar artık Fadime'nin peşinde koşmaktan pitap düşmüş olmalıydı ki dizlerinin üzerine çöküp ellerini havaya doğru açtı. "Allah'ım sen tüm bu çoban kardeşlerimize başta ben olmak üzere sabır ver Yâ Rabbim" Diye sabır dilendi. Ardından tekrardan özgürce kırlarda koşmakta olan Fadime'ye döndü.
"Fadime dön babana, kızım söz seni isteğin kocaya vereceğim. Nolur evine dön!" Diye haykırdı. Fadime bir anlık gafletle arkasında bağıran Serdar'a döndü. Bir adım atar gibi oldu sonra vazgeçti ve özgürce kırlarda koşmaya tam gaz devam etti.
Arkın kuvvetli bir kahkahanın ardından, "angut alt tarafı üç tane koyuna sahip çıkamıyor." Diye Serdar'ı zorbaladı. Serdar ise karısı evi terk eden dayı siniriyle, "senin ben matematik öğretmenini sikeyim Arkın. Sence burada üç koyun mu var?" Diye çıkıştı.
Arkın, Sedar'ın sinirini gram umursamayarak, "la ha üç ha beş ne farkı var sanki?" Dedi. Bu kez ayağa kalkmaya çalışan Serdar. "Allah'ım al canımıda bu itten kurtulam" Diye isyan etti.
Kısa bir gülüşmeden sonra herkes ciddiyetine geri döndü. Zavallı Serdar ise zorlada olsa özgür Fadime'yi sürüye geri döndürmeyi başardı.
Kaç dakika geçti bilmiyorum ama kulaklıktan gelen Başak'ın bağırmasıyla irkildim.
"Ahhğ"
"Başak ne oldu kız?" Diye ilk soran kişi Arkın oldu.
"Allah cezanı versin!" Diye bir kez daha bağırdı Başak.
"Başak ne oluyor?" Diye sordum.
"Komutanım bir tane kedi geldi yanıma sürekli bir yerlerimi tırmalıyor." Diye çıkıştı.
Kaya gür bir kahkaha attı. "Başak kedinin rengi ne?" Diye sordu. "Siyah ah lan git deli." Diye tekrar bağırdı Başak.
Bu kez kahkaha atan kişi Arkın'dı. "La tek benim aklıma gelmedi dimi?" "Alkan'ın üvey evladı Başak'ı sıkıştırıyor"Dedi Kaya. "Allah çarpsın aynı o kediye benziyor. Komutanım alır mısınız üvey çocuğunuzun akrabasını başımdan."
Neyden bahsetiklerini anlamıştım ama anlamıyormuş gibi yapmak işime gelmişti. "Benim çocuğum mu var?" Diye sordum.
"Ney?" Diye bağırdı Arkın kulağımdaki kulaklık yüzünden neredeyse sağır olacaktım. "Ben şimdi bunu Zeloş yengeme yetiştirmez miyim?" Dediğinde şiddetli bir şok dalgası yüzüme sertçe vurdu.
Tamam belki abartmış olabilirim sonuçta hava rüzgarlı. Ama bir şok dalgası bütün tüylerimi diken diken etti. "Zeloş yengem derken?" Diye sordu Atahan.
"Siz bilmiyonuz mu Arkın komutanım Zelal yengemle sürekli iletişim halinde." Diye araya giren kişi ise Armanç'tı.
"Ohaaaa Arkın, Armanç bile biliyor ben bilmiyorum yazıklar olsun." Diye hayıflandı Başak cümlesinin sonuna ise tükürme efektini eklemeyi unutmamıştı.
"Nası yani sen, Zelal'e görüşüyor musun?" Diye sordum şok içinde. Ulan daha ben bir kerecik bile görüşememiştim. Acaba Arkına hiç beni sormuş muydu?
"Yani şimdi şöyle. Hmm sonuca göre cevap değişir."
"Arkın hatırlat Alay'a dönünce seni döveceğim." Dediğimde Arkın'ın yutkunma sesi kulaklarımızda yankılandı. Dost sandık fıs çıktı vıttırı vızık adamlar. Diye söylenen iç sesimi boğmak istedim. Abimin ve babamın sorunları yüzünde hiç Zelal'i araştırma fırsatı bulamamıştım.
Melek gibi kusursuz ve güzeldi. Gerçi eli biraz sopalıydı ama olsundu. Canı sağolsundu.
Ama olmazdı işte araştırmak ve görüşmek sadece can yakardı. Beni evine almış bir adamın kızıyla birlikte olmak o adama ihanet olurdu.
"Fadime gel buraya sıçarım bacağına bak sümbül sana özeniyor." Diye bağıran Serdar yüzünden dertlenememiştim bile bu timde dertlenmek haram mıydı?
"Yani komutanım bana bile sümbül ismini taksanız ben bile kaçarım." Dedi Armaç.
"Niye oğlum sümbül gayet güzel bir isim. Kız sümbül geri dön çabuk! Sende Fadime gibi zilli karımı olcan?"
Umutsuzca kafamı iki yana salladım. Bu timden gerçekten adam olmazdı. "Başak kedi hâlâ yanında mı?"
"Evet komutanım."
"Kediye sahip çık giderken o'nu da alacağız"
"Emredersiniz komutanım."
"Sümbül bak yakalarsam senden kuzu çevirme yaparım." Diye peşinde koştuğu açık kahverengi koyunu tehdit etti Serdar.
"Sütlaç yıkılacak" Diye homurdandı Armanç bir şey daha söyledi ama anlamadım. Anlamakta istemedim. Mardin'den geldiğim gece haricinde bir kez bile uykuya dalamamıştım. Mardin'deyken sürekli yanık Sütlaç, benimle uyuyordu belkide O'nun yokluğu beni rahatsız etmişti.
Başak'ın yanındaki kediyi eve getirecektim ve adınıda Limon koyacaktım. İsim konusunda Zelal'i örnek aldığımı kabul etmeliyim.
Beyaz bir pikap sınıra yaklaştı. Arabanın içinden yüzleri puşi ile sarılı iki adam indi. Biri hafif uzun göbekliydi. Yüzünde kırmızı beyaz bir puşi vardı. Diğer adam kısa boylu sıskaydı. Yüzünde ise açik kahverengi ve siyah karışımı bir puşi vardı.
İki adamında üzerinde siyah mont ve siyah şalvar vardı.
Uzun boylu olan adam kapıda bekleyen Armanç'a
"alsalam ealaykum, kunaa sanadhhab 'iilaa turkia." Dedi
(Selamünaleyküm Türkiye'ye geçecektik)
Armanç temkinli bir şekilde uzun boylu adama yaklaştı.
"ealayk alsalam hal taerif allughat alturkiata?" Diye sordu.
(Aleykümselam Türkçe biliyor musunuz?)
Sıska adam elini alnına atıp ovuşturdu. Tedirgindi. Uzun boylu adam "biraz biraz biliyorum" Dedi. A harfini vurgulayarak konuşuyordu.
"Ellerinizi başınızın üzerine koyun ve aracın yanından uzaklaşın." Dedi Armanç. Adamla yakın olsada arasında ciddi bir mesafe vardı.
Ben ise gözcü kulesinde olduğum için olan biteni çok rahat görüyordum. Sıska adam elini bu kez puşiyle sarılı olan çenesine attı.
Askerlerden biri "ellerini başının üzerine koy." Diye uyardı.
Tam bu sırada kulaklığımdan yine ve yeniden Serdar'ın "Fadime iyice yollu oldun! Gel kız buraya!" Diyen sesi duyuldu.
İki adamda arabadan uzaklaştıklarında Armanç ve iki asker daha araca yaklaştı. Adamların yanında duran askerlerden biri, "yüzlerinizi açın." Diye bağırdı. Uzun boylu adam aceleci bir tavırla yüzünü açarken sıska adam biraz oyalandı.
Kesinlikle boş değillerdi.
Armanç ve diğer askerler arabayı ararken diğer askerler ise önce adamların üzerini aradı sonra ise evrak kontrollü yaptı.
Armanç arabanın arka kasasındaki kilim benzeri bir şeyi dikkatlice kaldırdığında küçük bir test tüpü buldu. Adamların bu tarafa bakıp bakmadığını kontrol ettikten sonra test tüpünü hafifçe havaya kaldırdı. İçinde garip açık pembe bir sıvı vardı. bölüm sonu. Bölümün ikinci kısmında Kuzgun'unla ilgili bir sahne daha okuyacağız ve sonrasında Kuzgun bize kendini anlatacak. Bol yorum ve beğeni karşılığında hafta iki bölüm gelir haberiniz olsun. sorusu olanları söyle alayım.👉 Kuzgunla ilgili tahmini olanlar buraya yazsın bakalım doğru bilen çıkacak mı? Pek sanmıyorum ama hadi neyse 😁🤭 |
0% |