@zezeizim
|
Kanlar akan bedenini büyük kayanın arkasına yavaşca bıraktı Alkan, nefes almak bile işkenceye dönüşmüştü.
Bırakmak yok oğlum. dedi kendine biraz soluklandı kendini attığı kayalığın arkasında.
Yerden aldığı yumuşak kar'ı elinde sıkabildiği kadar sıktı biraz sertleştirdiği kar'ı karnındaki yaranın üstüne bastırdı.
Soğuk, akan kanının pırtılaşmasını sağlıyacak ve biraz olsun yarasını uyuşturacaktı.
Bu sayede artık ağır bir çuvaldan farkı kalmamış olan bedeni biraz daha güç toplayacaktı.
Günlerdir yemek yememiş, su içmemişti. Bedeninin her yerinde haftalardır gördüğü işkencenin yaraları vardı. Kaşındaki yarıktan akan kanlar sağ gözünü neredeyse kör etmişti. Sağ kulağına yediği tekmeler kulak zarına ciddi zarar vermiş olmalıydı sağ kulağı hiç ses duymuyor sadece uğulduyordu. Sol elinin avuç içinde büyük bir yanık vardı. Sağ bacağında kasıklarının biraz aşşağısından başlayan ve dizine kadar uzanan derin bir kesik vardı. Karnının sol tarafında çarpı şeklinde derin bir kesik daha vardı.
Üzerinde yattığı kar'dan kanlı eliyle biraz daha aldı aceleyle ağzına tıkıştırdı. Kar biraz olsun su ihtiyacını bastıracak boğazındaki acı tadı alacaktı.
Yaralarına biraz daha kar'la tampon yaptıktan sonra kayalardan destek alarak ayağa kalkmaya çalıştı ilk denemesi başarısız oldu.
Biraz daha dayanmalısın Alkan. dedi kendine biraz daha oğlum.
Tüm gücünü toplayıp bir daha denedi ayağa kalkmayı bu kez başarılı olmuştu. Attığı ilk adımda bütün bedeni acıyla kasıldı var gücüyle sıktı dişlerini.
"Allah'ım yardım et" "Sen yardım et Allah'ım. " Diye acıyla inledi.
Yavaş yavaş yürümeye başladı her adımında güçlü bedeni acıyla kasılıyor, kısık kısık inliyordu.
Attığı adımlar kara gömülüyor, yürümesini iyice zorlaştırıyordu. Soğuk künyesi çıplak göğsüne deydikçe irkilmesini sebep oluyordu.
Bir eli yaralı bacağını destekliyor diğer eli karnındaki yaraya gücü yettiğince baskı uyguluyordu.
Büyük kayaların arasından yavaş adımlarla yürüyerek olduğu dağın eteklerindeki köylere inmeye çalışıyordu. Açık hedefti dağdaki çakallara ama başka çareside yoktu eğer dağın eteklerindeki köyelerden birine ulaşabilirse yardım isteye bilirdi. en azından biraz yiyecek bi'şeyler bulabilir yada yarasını sarabileceği bir paçavra isteye bilirdi. Türk askeriydi o bölge halkından kimin kapısını çalsa içeri alır karnını doyuracak bir kap yemek verirlerdi.
Bir kaç adım atıp biraz durup dinleniyor sonra tekrar yürümeye devam ediyordu. Sürünerek kaçmıştı o itlerin ellerinden haftalardır etmedikleri işkence kalmamıştı Alkan'a, o itlerin elinde ölmektense çabalayıp ölmeyi seçmişti Alkan haftalar sonra esir kampından sürünerek kaçmıştı. Esir kampından uzaklaşınca yaralarını umursamadan var gücüyle koşmuştu ama artık gücü kalmamıştı. İri bedeninin bir fare kadar kaldığını hissediyor bu his ise içini parçalıyordu. Yaralarından daha fazla canını yakıyor kendinden utanmasını sağlıyordu. Kendini bu halde görmektense ölmeyi yeğlerdi.
Hava gittikçe kararıyor, yağan kar ise görüşünü iyice engelliyordu. Artık adım atacak hali kalmamıştı Alkan'ın. bulduğu kuru bir ağacın dibine çöktü. Ağırlaşan bedeni bir dal gibi titriyor gözlerinden hakim olamadığı yaşlar sicim gibi kanlı yüzüne akıyordu.
Pes etti Alkan ağlayarak inledi. "Allah'ım al verdiğin bu canı artık dayanamıyorum Allah'ım. " Aniden yağan kar şiddetini arttırdı rüzgar daha sert esti sanki gökyüzü Alkan'ın isyanını bastırmak istiyor gibiydi.
Daha içli ağladı Alkan otuz yıllık ömründe ilk kez bu şekilde hıçkırarak ağlıyordu. Bir ihahi dökülmeye başladı dilinden
"Gergin uykulardan kör gecelerden, bir sabah gelecek kardan aydınlık" İlk babası düştü aklına karlı bir günde şehit olmuştu babası. Kendiside babası gibi bir gündemi şehit olacaktı?
"Gergin uykulardan kör gecelerden, bir sabah gelecek kardan aydınlık" Her bir satırdan sonra ağlaması daha şiddetli bir hal alıyor siyah gözlerinin retinası mümkünmüş gibi dahada kızarıyordu. "Sonra düğüm düğüm bilmecelerden, bir sabah gelecek kardan aydınlık" Bu güne kadar gömdüğü kardeşleri düştü aklına özlüyordu kardeşlerini babasını ama giden geri dönmüyordu. Birazda buna ağladı Alkan.
"Vurulup ömrünün ilk baharında kanından çiçekler açar yanında" "Vurulup ömrünün ilk baharında kanından çiçekler açar yanında"
Öyle acılı söylüyordu ki her satır insanın kalbini parçalıyordu sanki
"Cümle şehitlerin omuzlarında bir sabah gelecek kardan aydınlık" "Cümle şehitlerin omuzlarında bir sabah gelecek kardan aydınlık"
"Gökten yağmur yağmur yapacak renkler daha hoş kokacak otlar, çiçekler" Sesi gittikçe kısılıyor göz kapakları siyah gözlerini örtüyordu. Kapanan gözlerine daha fazla dayanamadı kendini kısa bir uykunun kucağına bıraktı Alkan.
...
Yaramaz bir çocuktu Alkan hiçbir zaman yerinde durmaz sürekli etrafta koştururdu.
"Alkaaan hadi saklandığın yerden çık sen kazandın ben kaybettim. " Diye seslendi Nil kardeşine. İyi saklanırdı Alkan mahallede kimse onunla saklambaç oynamak istemezdi ama Alkan'nın en sevdiği oyundu saklambaç üzülürdü kimse onunla saklambaç oynamıyor diye. Kıyamazdı ablası Nil saatlerce arıycağını bile bile oynardı kardeşiyle
"Abla yine bulamadın beni çok güzel saklamışım dimi" Diye sordu Alkan bir yandan da hoplaya zıplaya ablasının yanına geliyordu.
"Evet bitanem yine çok güzel saklanmışşın bulamadım seni" Dedi Nil "Hadi abla bikere daha oynayalım lütfen" Dedi Alkan bunu söylerken bir yandada ablasının beline sıkıca sarılıyor alttan alttan ablasına melül bakışlar atıyordu. "Olmaz yarın oynarız şimdi ödevlerimi yapmam lazım. " Dedi Nil, Alkan ablasının cevabından memun kalmadı biraz daha diretirse ablası kıyamaz bir kez daha oynardı biliyordu Alkan. "Ablam noluuur noooolur son bir kezcik lütfeeen. " Diye biraz daha sıkıştırdı ablasını. Kıyamadı Nil kardeşine bir kez daha oynadılar. Eve girdiklerinde Alkan yine babasının yedek üniformasının üstünü giymiş "bende babam gibi asker olcam" "Okadar iyi saklanıcamki hayinler kendileri gelicekler benim onları vurmam için" Diye bağırıyordu. Göz devirdi Nil "gerçekten kimse bulamaz bunu anne öyle bir saklanıyorki sanki yeri açıp içine giriyor. "Diye homurdandı annesine Nil...
...
Tenine vuran soğuk rüzgar ve kalın kar tanelerinin etkisiyle araladı siyah gözlerini Alkan ne kadar süre uyumuştu bilmiyordu hava tamamen karamış kar yağışı, yerini kar fırtınasına bırakmıştı.
İri bedeni kontrol edemediği bir şekilde titriyordu. Siyah hareleri hızlıca etrafını taradı nerede olduğunu ve ne tarafa gitmesi gerektiğini bulmaya çalışıyordu. Ardından sol tarafındaki tepede belli belirsiz bir hareketlilik gördü gibi oldu emin değildi çünkü kar fırtınası görüş açısını çok düşürmüştü. İşini şansa bırakamazdı ellerini yere batırarak yerden güç alıp ayağa kalktı ağzından ufak bir inlemenin kaçmasına engel olamadı
"Dağılın! Bana o piçi bulun! " Diye bağıran bir adamın sesini duydu peşine düşeceklerini biliyordu. Kaçamassın Alkan dedi kendine Çok kan kaybettin savaşamassın. Rüyasını hatırlamaya başladı ablasıyla çocukken oynadığı gibi saklambaç oynuyor ama ablası onu yine bulamıyordu. Saklan Alkan saklan sen saklanırsan kimse seni bulamaz. Ablan haklı oğlum diye düşündü.
Yavaş bir adım attı bütün bedeni acıdan kasılıyor ve sızlıyordu. Umursamamaya çalıştı. Ateşinin yükseldiğini hissedebiyordu biraz daha yürüdü Alkan yaralı bedeninden akan kanlar ne tarafa doğru gittiğini rahatlıkla işaret ediyordu.
"O piçi bulduğumda kanını içicem. " Diye bağırıyordu peşindeki hainlerden biri.
Biraz daha hızlanmaya çalıştı Alkan yokuş aşşagı inmesi gerekiyordu. yaralı bedeni her adımında mümkünmüş gibi daha fazla kasılıyor ağzından ufak inlemeler kaçıyordu.
Peşindeki hayin sürüsünün adım seslerini duya biliyordu. Gelen akan su sesleriyle kafasını sağ tarafına çevirdi sağ tarafında büyük bir akarsu vardı. "Çok sükür Allah'ım" Dedi. Akarsuya girip kendini akıntıya bırakırsa bu it sürüsünden de kurtulmuş olurdu. Hemde aşşağıda kalan köylerden birine daha hızlı ulaşabilirdi.
Akarsuya çevirdi yönünü biraz daha hızlandırmaya çalıştı adımlarını. Dişlerini sıkıyor elleriyle yaralarına tampon yapmaya çalışıyordu. Soğuk rüzgar çıplak göğsüne çarpıyor ürpermesine sebep oluyordu. Yanına geldiği suya avucunu yasladı ve soğuk sudan kana kana içti. Su çok soğuktu bu suya girerse hipotermi geçirebirdi ama başka çaresi de yoktu.
Önce sağ bacağını attı soğuk suya, suyun soğukluğundan bütün bedeni bir dal gibi titredi. Ardından bedenini geri kalanını çekti suyun içine ve uzanır pozisyona geçti. Bıraktı kendini akıntıya başka şansı yoktu. Gözleri kapanıyor, beyni uyuşuyordu. Daha fazla dayanamadı kapanan gözlerine kendini belkide bir daha uyanamayacağı bir uykuya teslim etti.
...
Zelal duyduğu babasının sesiyle araladı gözlerini. Dişarıdan sesleniyordu babası "ZELAL! ZELAL!" Hem bağırıyor hemde odasının camını tıklıyordu babası. Aceleyle kalktı yataktan bir yandan eline aldığı hırkasını giymeye çalışıyor bir yandan da evin kapısına koşuyordu. Evin koridorunda koşarken kolunu mutfak kapısına vurdu ama umursamadı babası hala dişarıdan bağırıyordu. Evin kapısını açtı aceleyle iki tekide farklı olan birer terlik giydi. Babası odasının camına tıkladığına göre bahçenin arka tarafında olmalıydı. Hızla arka bahçeye koştu "Baba ne oldu? Neden bağırıyorsun! " Diye sordu telaşla "Bana yardım et şu çocuğu içeri taşıyalım." Dedi babası yerde kanlar içinde yatan adamı göstererek.
"Bu adam kim baba." Diye tekrar bi soru yöneltti babasına zelal.
"Bende kim olduğunu bilmiyorum kızım akarsuyun yanında buldum." "Buraya kadar çekerek getirdim ama içeri tek sokamam yardım et bana hadi. " Dedi babası.
Afallamıştı zelal sadece kafa sallaya bildi babasına. Ardında babasının yanına koştu yaralı adamın bacaklarından tutarak babasına yardım etmeye başladı.
Yaralı adamın bacaklarını bile kaldırmakta güçlük çekti Zelal. Güçlü bir kızdı normalde ağır saman balyalarını taşırken pekte zorlanmazdı. Yaralı adam oldukça iriydi, yüzünün sağ tarafı kanla kaplıydı, geniş üst bedeni tamamen çıplaktı, boynunda bir askeri künye vardı. Karnında, kollarında ve bacaklarında küçük ve büyük kesikler vardı. Altında kamuflaj desenli bir kargo pantolon vardı, ayaklarında kalın askeri botlar.
İçeri taşıdıkları adamı sobanın yanındaki divana yatırdılar.
Zelal sobanın üzerinde kaynayan sudan birazcık bir kabın içerisine döktü ve birazda soğuk suyla karıştırıp sıcakla ılık aralığında bir su hazırladı.
Odasına koştu, beyaz aletlerinden birini aldı ve yırttı. Ardından içeride yatan yaralı adamın yanına koştu.
Elindeki atletin yırttığı parçasınını hazırladığı suya sokup iyice ıslattı ıslanan bezin fazlalık suyunu elleriyle sıkarak akıttı, ardından yaralı adamın karnındaki çarpı işareti gibi olan yarayı temizlemeye başladı.
Karnındaki yara temizlendikçe yaranın nekadar derin olduğu ortaya çıkıyordu.
Zelal yaralı adamın karnındaki ve yüzündeki yaraları temizlerken babası Fırat'da yaralı adamın ayaklarındaki kalın botları ve pantolonunu dikkatlice çıkarmış ayaklarındaki ve bacaklarındaki yaraları temizliyordu.
Zelal'in annesi Ferda hanım emekli hemşireydi. Köyde kimin acil hastane işi olsa ilk o koşar yardım edebileceği birşey varsa yardım ederdi.
Dün gece köyün aşşağısında oturan zerda'nın doğumu başlamış, ama kardan yollar kapandığı için hastaneye gidememişti. Bu yüzdende Ferda hanım dün geceden beri Zerda'nın yanındaydı.
Annesinden öğrendiği ilk müdehaleleri yaptı zelal, yaralı adama.
Kafasını kaldırıp duvardaki saate baktı saat sabahın altısıydı. Annem birazdan gelir diye düşündü. Yaralı adamın hastaneye gitmesi gerekliydi ama yollar kapalıydı gidemezdi. Umarım yaşarsın asker. Dedi içinden.
"Zelal benim çıkmam lazım kızım. " Dedi fırat amca kızına. "Tamam baba. " "Zelal kendine ve bu çocuğa dikkat et kızım. " Dedi fırat amca. Kafa salladı zelal "Sen merak etme baba. Asker bana emanet. " Dedi ve kamyon şöförleri gibi bir elini yavaşça göğsüne vurdu. Güldü fırat amca kızının bu ukala tavrına oda kızının yaptığını yapıp çıktı evden.
Babasını yolcu ettikten sonra mutfağa geçti zelal kendine bazlama ekmeğinden tost yaptı yanına babasının sabahtan demleyip sobanın üzerine bıraktığı çaydan büyük bir bardak doldurdu. Elindeki tepsiyle salona geçti yaralı adamın tam karşısına oturdu ve tostunu yemeye başladı bir yandan yemek yiyor bir yandanda gözleriyle yaralı adamı takip ediyordu.
Yemeğini yedi boşalan tepsisini mutfağa götürdü. Yedi yemekten çıkan bulaşıkları yıkadı ve suları iyice aksın diye ters çevirip tezgahın köşesine bıraktı.
Salona dönmek için mutfaktan çıktığında kapının açılma sesiyle durdu. Gelen annesi Ferda hanımdı.
Ferda hanım bu saatte Zelal'i uyanık görmeyi beklemediği için biraz şaşırdı.
"Zelal hayırdır annem sen bu saatte uyanırmıydın. " Diye alaycı bir tavırla sordu.
"Pek hayır değil anne. Babam suyun yanında yaralı bir adam bulmuş. " "Emin değilim ama asker galiba boynunda künyesi var.
Ferda hanım duyduklarıyla bozguna uğradı. " Eee nerde şimdi o asker." Diye telaşla sordu. Cevabı beklemeden botlarını çıkarıp aceleyle içeri daldı.
"Salonda anne" Diye peşinden bağıran kızına kafa salladı.
Evin salonuna girdiğinde içi parçalandı Ferda hanımın. Salondaki divanda henüz yirmili yaşlarının sonunda genç bir asker yatıyordu. Genç adamın yanına koştu.
Önce ateşi varmı diye eliyle kontrol etti. Genç adamın ateşi vardı." Zelal koş kızım yatak odasından sağlık çantasını getir. " Dedi
Zelal annesinin dediğini yapıp koşar adımlarla annesinin yatak odasına gitti. Sağlık çantasını aldı buz dolabındanda ilaçları bir tepsiye koyarak annesine getirdi.
Ferda hanım, kızının sardığı yaraları yavaş ve temkinli bir şekilde açtı. Y
aralar çok derindi. Karın boşluğunda çarpı şeklinde derin bir bıçak yarsı vardı. İlk o yaraya müdahale etmeye kara verdi Ferda hanım.
"Zelal, babanın atletlerinden uzun parçalar halinde kes. Çok soğuk olmayan sirkeli bir su yap gel. " Dedi Ferda hanım.
"Çok soğuk olmayan derken anne." Diye bir soru yöneltti annesine Zelal. Kızının saçma sorusuyla ters bir bakışla kızına döndü ferda hanım. "Kız sen salakmısın?" "Ilıkla, soğuk aralığında su hazırla bir leğene getir işte. "
Kafa salladı zelal, annesi sinirlenmeden dediğini yapmaya gitti.
Ferda hanım, dikkatli bir şekilde önce damar yolu açtı genç adama. Ardından paketten çıkardığı orta boy bir seruma, ateş düşürücü ve ağrı kesici enjekte etti. Hazırladığı serumu genç adama taktığı sırada kızı Zelal ılık su ve bezleri getirmişti.
"Ne yapayım şimdi anne" Diye sordu Zelal "Bezi iyice ıslat fazla suyunu sık yarasına gelmeyecek şekide alnına koy. " Zelal annesinin dediğini hızlı bir şekilde yaptı. "Birer tane daha bez ısla koltuk altlarına koy."dedi Ferda hanım bir yandan kızını yönlendiriyor diğer yandan genç adamın yarasını dikiş için hazırlıyordu. " İnşallah yaşarsın evladım." "İnşallah iç organlarında bi sorun yoktur. " Dedi Ferda hanım sesi bir fısıltıdan ibaretti.
Ferda hanım genç adamın karnındaki yaraya dikiş attıktan sonra yarayı güzelce kapattı, ardından genç adamın bacağındaki derin yarayı güzelce temizledi ve dikiş attı.
Kaşındaki yaraya dikiş atmadı temizledi ve kapattı. Kollarındaki derin yaralarıda dikti ve sardı. Sol avucunun tamamı yanıktı sol elinede yanık kremini bolca sürdü ve sardı.
Yavaşca kalktı yerinden Ferda hanım banyoya gitti ellerine iki kat giydiği eldivenleri çıkarıp çöpe attı. Ellerini ve yüzünü yıkadıktan sonra yatak odasına gitti. Temiz kıyafet çıkardı kendisine ardında bornozunu alıp duşa girdi.
Zelal genç adamın alnındaki ve koltuk altlarındaki bezleri sürekli değiştiriyor her on dakikada bir dereceyle ateşini ölçüyordu. Eline aldığı dereceyi tekrardan genç adamın alnına tuttu nihayet ateşi düşmeye başlamıştı. Derin bir oh çekti Zelal ve genç adamın boynunda asılı olan künyeyi parmaklarının arasına aldı. Bunu yaparken oldukça dikkatli davranıyordu genç adam yeterince acı çekiyordu birde Zelal canını yakmak istemezdi.
Künyede yazan yazılarda gezindi gözleri yavaşça.
Alkan soykan Çanakkale 1994.01.10 AB(+)
"Umarım yaşarsın Alkan. " Dedi Zelal sesi bir fısıltıdan ibaretti. Yavaşça doğruldu oturduğu yerden sönmek üzere olan sobaya bolca odun attı. Ardından annesine yiyecek hazırlamak için mutfağa geçti, annesine de peynirli bir tost yaptı.
İçeriden su sesi gelmediğine göre annesi duştan çıkmış olmalıydı. Elindeki tepsiye bir bardak çay ve birazda zeytin koydu annesi, zeytini çok sever neredeyse her yemeğin yanında yerdi.
Salona geçtiğinde annesi adının Alkan olduğunu yeni öğrendiği genç adamın serumunu kontrol ediyordu.
"Sultanım sana tost yaptım." "Sağol annecim teşekkür ederim. "Diyip kızına içten bir tebessüm etti Ferda hanım.
Ferda hanım yemek tepsisiyle birlikte salondaki lacivert tekli koltuğa geçti. Bir yandan tostunu yiyor bir yandan genç askere bakıyordu. Durumu çok kötüydü yaraları oldukça derindi.
Karın boşluğunda ki derin kesiğin iç organlarına zarar vermediğini düşünüyordu ama emin değildi. Eğer iç organlarına zarar gelseydi çoktan şehit olurdu diye düşünmeden edemedi.
"Ee sultanım Zerdam nasıl? " "Bebiş nasıl? Hiç anlatmıyosun. "
"Kapkara bi oğlu oldu. Maşallah kocaman doğdu sıpa. " Yüzünde kocaman bir gülümseme oluştu feurda hanımın. Çok severdi çocukları uzun yıllar yenidoğan hemşireliği yapmıştı.
Heycanla kıpraştı yeride Zelal. " Adını ne koydular anne" "Jiyan koyd-" Ferda hanımın lafını bölen şey sol tarafında yatan askerin kısık inlemesiydi.
Anne, kız hemen Alkan'ın yanına koştu. "Beni duyabiliyor musun oğlum" Diye sordu Ferda hanım bir yandan da elleriyle Alkan'ın ateşini kontrol ediyordu.
Alkandan cevap gelmedi sadece kısık kısık inliyor ve sağ elinin parmaklarını kapatıp açıyordu.
"Anne ne oluyor" Diye sordu Zelal sesinde engel olamadığı bir endişe vardı. "Bilmiyorum" Diye yanıtladı kızının sorusunu Ferda hanım
Ferda hanım, Alkan'ın baş ucuna bıraktığı çantadan ateş ölçeri çıkardı ve Alkan'ın alnına tuttu. Ateşi otuz dokuza kadar yükselmişti.
Ferda hanım elinde kalan son üç ateş düşürücüden bir tanesini Alkan için hazırladığı yeni seruma kattı. Alkan'ın biten serumuyla yeni serumu değiştirdi.
Zelal donuk bir ifade ile annesinin ne yaptığını seyrediyor aynı zamandada varlığını hissetmesi için Alkan'ın elini tutuyordu.
Başlama tarihlerini şuraya not alalım. Bolbol yorum yapmayı unutmayın lütfen... Yazım hataları varsa kusura bakmayın uyarırsanız düzeltirim.
Kapak idarelik oldu en kısa sürede değiştireceğim.
Bölüm kopyala yapıştır olarak alabildim hatalı yerler varsa kusura bakmayın. Uyarırsanız düzeltirim |
0% |