@zezeizim
|
Selamlar. Geciken bir yeni bölümle karşınızdayım. Gecikme için kusura bakmayınız bu sıralar çok zor bir dönemden geçiyorum. Keyifli okumalar. Satır arası yorumlarda buluşalım. 🥰
𝟞 𝔸𝕪 𝕤𝕠𝕟𝕣𝕒 𝕄𝕒𝕣𝕕𝕚𝕟.
ℤ𝕖𝕝𝕒𝕝 𝔸𝕜𝕥𝕒𝕟
Bu gün çok güzel bir yaz günüydü. Takvimler 1 ağustos'u gösteriyordu. Reyhan'la ikimiz sabaha kadar heyecandan uyuyamamış yatağın içinde sürekli hayal kurup sohbet etmiştik. Saat sabah 05:30 olduğunda ise ahıra inip son kez anneme yardım etmek istemiştik. Kıkırdaya kıkırdaya şalvarlarımızı ve çizmelerimizi giydik. Reyhan'ın üzerinde beyaz bir atlet ve önden bağlamalı pembe bir gömlek vardı. Altında ise siyah, pembe çiçekleri olan bol şalvarı ve siyah çizmeleri.
Benim üzerimde ise halter yaka lacivert bir atlet ve üzerinde Reyhan'ın gömleğinin aynısının açık mavisi vardı. Altımda ise siyah, mavi çiçekleri olan bir şalvar ve siyah çizmelerim vardı. Atlaya zıplaya ahıra girdik. "Günaydınnn sevgili möcüklerrrr" Reyhan'ın neşeli sesiyle seslice güldüm. Sağ tarafımda duran Nalan'ın, yani Alkan'a göre sarı kızın tüylerini okşadım. Ardından ellerimize kovalarımızı alıp dişi ineklerin yanına geçtik. Sarı kızı, ben sağacaktım. Reyhan ise tam arkamızdaki siyah beyaz postu olan Sevil'i sağacaktı.
İkimizde öyle mutluyduk ki ahırın iğrenç kokusu bile bu gün bize güzel geliyordu. Ellerimi önce bir birine sürttüm. Ardından sarı kızın yumuşak göbeğinde gezdirdim. İnek sağarken en dikkat edilmesi gereken şeylerden biri ineği strese sokmamaktı. Eğer elleriniz soğuk olursa inek tedirgin olur ve huzursuzlanırdı. Reyhan'ın getirdiği küçük kovada ki suya bezimi sokup çıkardım fazlalık suyu iyice sıktıktan sonra Nalan'ın memelerini güzelce temizledim. Reyhan'la sırt sırta oturuyorduk. Reyhan bir yandan Sevil'in memelerini siliyor bir yandan da O'nunla sohbet ediyordu.
Ellerimin güzelce ısındığından emin olduğumda iki elimle sıcak memelerini kavrayıp yavaşça sağmaya başladım. "Nalan, biliyor musun biz bu gece gidiyoruz kızım." Dediğimde Nalan hiç umursamadı. Olsundu. Hiç sorun değildi. "Ay Zeloş, ben çok heyecanlıyım ya." Diyen Reyhan'ın sesiyle kıkırdadım. "Bende çok heyecanlıyım." Dedim gülerek. Son iki haftadır içim içme sığmıyordu. Bu gece arabamı selamı ile Ankara'ya yola çıkıyorduk. Ankara'da bizi, Alkan ve timi karşılayacaktı. Ahmet bey ve Alkan'ın timi başta olmak üzere yeni bir kampanya kurulmuştu. Özellikle doğu Türkistan'dan zulümden kurtarılıp getirilen çocuk ve bebekleri topluma geri kazandırmaya çalışacaktık.
Alkan'ın anlattığına göre gönüllü çocuk doktorları, hemşireler ve pedagoglarda bizimle olacaktı. Alkan, çocuk gelişimi okuduğumuz için bizimde orada işe yarayabileceğimizi söylemiş ve istersek o'nların ekibine katılabileceğimizi söylemişti. Her ne kadar uzun zamandır işimi yapmak için bekliyor ve bunun için heyecanlanıyor olsamda kabul etmeliyim ki asıl heyecanım uzun zaman sonra Alkan'ı tekrardan görecek olmaktı.
Bundan altı ay önce Alkan, beni aramıştı. Tekrardan sesini duyduğumda O'nu gerçekten çok özlediğimi anlamıştım. Kısacık bir süre içerisinde O'na bu kadar bağlanmam ve bundan haberimin dahi olmayışı delilik olmalıydı. Altı aydır sürekli telefonda konuşuyorduk. Gitti bir görevde tıpkı Sütlaç'a benzeyen bir kedi bulmuş ve sahiplenmişti. Adını ise limon koymuştu. Limon ismini koyarken benden kopya çektiğinide söylemişti. Arada Sütlaç ve Limon'u görüntülü konuşturup uzaktan arkadaş olmalarını istiyordu. Ama ne Limon hanım nede Sütlaç bey, Alkan'ın bu fikrine pek sıcak bakmıyor olacaklar ki her konuşmada Sütlaç kaçıyor. Limon ise Alkan'ı tırmalıyordu.
Ama Alkan inat etmişti. İllaki arkadaş olacaklar deyip duruyordu. Reyhan'la birlikte dişi ineklerin hepsini sağdıktan sonra kovalarımızı alıp eve döndük. Süzgeçten geçirdiğimiz sütleri büyük tencereye boşaltıp ocağın üzerine kaynamaya bıraktık. Reyhan kahvaltılık bir şeyler hazırlamaya başladığında bana ise ahırda ki ve evdeki hayvanları beslemek düşmüştü. İlk ahıra gidip hortumla ineklerin sularını doldurdum. Sonrasında büyük dört adet saman balyasını açıp yemlik lerine koydum. Ahırdan çıkıp kümese geçtim. Tavukları bahçeye salıp önlerine yaygın bir şekilde buğday ve yem attım.
Hazır tavuklar bahçeye çıkmışken yumurtaları topladım. Tabii bu sırada kuluçkaya yatan bir kaç tavuktan azıcık dayak yedim. Ve mutlu mutlu eve geri girdim. Sütlaç açıkmış olmalı ki eve girer girmez elimdeki yumurta sepetine atlamaya çalıştı. Yere eğilip Sütlaç'ı kucağıma aldım koca kafasına bir öpücük kondurdum. "Acıktın mı oğlum?" Sütlaç miyavladı. Bu evet demekti. Kucağımda Sütlaç'la mutfağa girdim Reyhan tezgahın önünde kahvaltı için bir şeyler hazırlıyordu. Bir yandan da şarkı mırıldanıyordu. Elimdeki sepeti masanın üzerine bırakıp sinsice Reyhan'a arkasından yaklaştım ve ensesine bir öpücük kondurdum.
Reyhan, "Zelal!" Diye cırladı. En nefret ettiği şeylerden biri ensesine dokunulmasıydı, çünkü tiki vardı. "Hihihi" Diye garip bir ses çıkardım. Reyhan'ın şoke olmuş bakışları yüzüme döndüğünde kahkaha attım. Reyhan sabır dileyerek önüne döndü. Gülerek mutfaktan çıktım. Kendi odama geçtim. Bülbüle kuş yemi doldurdum ve koridora geri döndüm. Koridorda duran gömme dolaptan büyük saklama kabını çıkardım. İçindeki ölçü bardağını ağzına kadar doldurdum. Sütlaç'ın mama kabını geceden yıkamıştım temiz kaba elimdeki mamayı boşalattım.
Sütlaç mamasını yerken bende, Reyhan'a yardım etmek için mutfağa geçtim. Reyhan gülerek telefonda görüntülü konuşuyordu. Kiminle konuştuğunu anlamam çokta zor olmadı. Reyhan'ın arkasından kadraja girdiğimde Arkın ve Alkan'ı gördüm. Arkın, "yenge ne yapıyorsun?" Dediğinde her zamanki gibi göz devirdim. "İyiyim Arkıncım. sen nasılsın?" Diye sordum. "Bu gün harikayım yengecim." Altı aydır Arkın'a bir türlü Alkan'la aramızda bir şey olmadığına ikna edememiştik.
Arkın ve Alkan'la bir süre konuştuktan sonra işleri çıkmış ve gitmişlerdi. Bizde kahvaltıyı hazırlamıştık. Reyhan'la anlaşıp annemle, babamı uyandırmaya gittik. Annem yatağın sağında babam ise solunda uyuyordu. Reyhan'la sesizce anlaşıp el ele tutuştuk. Kapının önünden koşup yatağa annemle, babamın ortasına atladık. "Günaydınnn" Diye aynı anda bağırıp küçük çocuklar gibi gülmeye başladık. Ben, babamın yanın Reyhan ise annemin yanına düşmüştü. Babam gözünü açıp yüzünü eksikti. "Ne işiniz var lan yatağımızda?" Diye yalancı bir sinirle kızdı.
"Kahvaltı hazırladık. Sizi uyandırıyoruz babiş" Dedim lafları uzata uzata. Biz babamla konuşurken annemle, Reyhan sarılmış birbirlerine sevgi gösterisi yapıyorlardı. Babamda, beni kucağına çekip sıkıca sarıldı. Annem, "hiç büyümeyecek misiniz siz?" Diye sorduğunda Reyhan tatlı bir gülümseme eşlinde, "hayır" Cevabını verdi.
"Hadi hadi kalkın daha biz çarşıya çıkacağız sonra amcamlara gideceğiz çok işimiz var çok." Diye bağırdım. Elimide havada sallıyordum. Gülerek yataktan kalktık hep birlikte babam elini yüzünü yıkamak için odalarındaki lavobaya girdi. Annem, ben ve Reyhan ise odadan çıktık. Koridorda yemeğini bitirip oyun saatine geçen Sütlaç'ı kucağıma alıp tüylü göbüşünü öptüm.
Annemle, Reyhan arkamda bir şeyler fısıldaşıyorlardı ama dinlemedim. Reyhan'la birlikte mutfağa geçtiğimizde annem yüzünü yıkamak için banyoya girmişti. Kucağımda Sütlaç'la birlikte sofraya oturdum. Sütlaç sofraya bakıp mıyavlamaya başladı. Reyhan'ın yaptığı mükkemmel gözüken omlet ten küçük bir parça bölerek Sütlaç'a verdim. Önce kokladı sonra yedi. Annemle, babamda geldiğinde babam çaylarımızı koydu ve yemeğe başladık.
Birkaç dakika sonra Reyhan'ın telefonuna bir mesaj geldi. Reyhan ellerini silip arka cebinden telefonunu çıkardığında şaşkın şaşkın ekrana baktı. "Kimoş?" Diye sordum dolu ağzımla. "Alkan'ın timinden Kaya, mutlaka yanımıza almamız gereken şeyleri listeleyip atmış."
"Ne varmış listede?" Diye sordum.
"El feneri, düdük, yaka kartı, kışlık mont ve bot, mevsimlik ceket. Bu kadar"
"Herşeyi anladımda kışlık mont ve bot ne alaka?"
"Otuz gün sonra havalar soğumaya başlar" Dedi annem.
"Kırsal kesim geceleri soğuk olabilir." Diye kendi fikrini belirtti babam. Reyhan'la ikimiz anladığımızı belli etmek için kafa salladık. Sütlaç, Reyhan'ın kucağına gidip kafasını masaya dayadı. Reyhan gözlerini devirerek Sütlaç'a peynir ve omlet verdi. Sütlaç şapır şupur kendisine verilen peyniri yerken bizde hızlıca kahvaltımızı yaptık.
𝔸𝕝𝕜𝕒𝕟 𝕊𝕠𝕪𝕜𝕒𝕟
Elimdeki traş köpüğünü gayet neşeli bir şekilde yüzüme yaydım. Metal traş bıçağımı elime aldım ıslık eşliğinde traşımı olmaya başladım. Gereksiz bir heyecan ve neşe vardı üzerimde. Aslında sebebi belliydi ama inkâr etmek şimdilik daha iyi hissettiriyordu. Dan dan kapı tıklamaya başladığında söverek kapıya gittim. Gelen kişiyi tahmin edebiliyordum ama kapıyı açtığımda gördüğüm kişiyle adeta dilimi yutuyordum.
"Anne?" Dedim zar zor burada ne işi vardı? "Süpriz annesinin paşası" Oldukça neşeliydi. Boyu azıcık kısa olduğuna boynuma sarılamadı çıplak olan üst bedenime sarılıp kafasını göğsümün biraz altına yerleştirdi. "Hoşgeldin" Dedim sarılmasına karşılık verirken. Beklenmedik bir süpriz olsada onu çok özlediğimi kabul etmeliydim.
"Hoşbuldum annem." Elleri sırtımı sıvazlıyordu. Yüzümdeki tıraş köpüklerini boşverip anneme doğru eğildim. Saçlarına sinen kokusunu ciğerlerime hapsetmek ister gibi içime çektim. "Bu ne güzel süpriz böyle" Diye mırıldandım kahverengi saçlarına doğru. "Çok özledim ben yavrularımı" Sarılmayı bırakıp köpüklü yüzümü elleri arasına aldı. "Uyyy annesi yesin onu yesin. Kurban olurum kendime ne güzel çocuk doğurmuşum ben be." Dediğinde şoke olmuş bakışlarımı yüzüne diktim.
Bu kadının özgüveni beni gerçekten şaşırtıyordu. Yüzüme küçük bir şaplak vurup salona doğru yürümeye başladı. Bir yandan da, "Atahan oğlum nerede yok mu evde? Atahan." Diye bağırıyordu. "Buradayım." Diye bağıran Atahan koridorun sonundaki odasından çıktı. Annemi gördüğünde şaşırsada çok belli etmedi. "Ooooo Nilay sultan hoşgeldin." Dedi abartılı bir çoşkuyla. Annem süzüm süzüm süzülerek kendini Atahan'ın kollarına bıraktı. Atahan'ın boyu oldukça uzun olduğu için eğilmek yerine annemi kaldırmayı tercih etti.
Ayakları yerden kesilen annem bir koluyla Atahan'a tutunurken bir eliyle de kafasına vuruyordu. "Allah seni ıslah etsin çocuk! Ne zaman gelsem aynı şeyi yapıyor yahu." Diye bağırmaya başladı. Atahan, annemi zerre takmadan tek kolunun üzerine alıp zorla kendine vuran elini tutup öptü. Annem düşme korkusuyla bağrınırken Atahan'ın tek derdi zor tuttuğu eli öpüp alnına koymaktı. Başarılı olmuştu da. Koridorun ortasında didişen ikiliyi baş başa bırakarak yanlarından kapısı açık odama süzüldüm.
"Ya çocuğum!" Diye cırlıyordu annem. "Dur başım döndü. Dur!" Aralık kapıdan gördüğüme göre Atahan, annemi havada döndürüyor annem bağırdıkça kendisi kahkaha atıyordu. Gülerek kafamı salladım ve banyoya geri döndüm. Aynadan kendime baktığımda sağ yanağımın yarısı sinek kaydı olmuşken geri kalan kısımların kirli sakal olarak kaldığını ve yer yer tıraş köpüğü nün kalıntılarını gördüm.
Tekrardan yüzüme traş köpüğü sürüp kaldığım yerden devam etmeye başladım. "Alkan in aşağı Atahan'a yardım et." Bu halde aşağı inemezdim bu sebepten annemi duymamış gibi davranmayı tercih ettim. "Alkan, kime diyorum?" Yeni duymuş gibi, "efendim" Diye seslendim.
"Atahan'a yardım et, çocuk bir sürü bavulu kendi çıkarmasın."
"Traş oluyorum anne, Ata halleder."
"Ne kadar ayıp bu yaptığın." Diye cığırdı annem. Göz devirerek traş olmaya devam ettim. Traşım bittikten sonra kısa bir duş aldım sonra siyah havluyu belime sarıp odama geçtim. Büyük boy aynasının karşısına geçip kendimi incelemeye başladım. Karnımın sol tarafında çarpı işareti şeklinde büyük bir kesik izi vardı. Bu iz bana esir kampından hatırlamak istemediğim kötü bir hatıraydı. Karnımın ve göğsümün farklı bölgelerinde de küçük kesik izleri vardı bazıları çok eski olsada bazıları hafızamdan silmek istediğim esir kampından kalan izlerdi.
Kollarımda ve sol avucumdaki yara izlerine bakıp bıkkınca ofladım. Tim dışında esir düştüğümü bilen yoktu ve söylemeyi de düşünmüyordum. Ama annemin yara izlerimi gördüğünde her şeyi en ince detayına kadar soracağınıda iyi biliyorum. Bu yüzden elime aldığımda siyah t-shirt'ü hızla kafamdan geçirdim. Geldiğinde fark etmemiş olması mucizeydi. Altıma koyu mavi bir boxer giydim ve üzerine siyah bir eşofman giydim.
Şaçlarımın ıslaklığını kurulandığım havlunun arka tarafıyla alıp havluyu kirli sepetine fırlattım. Saçlarımı tarayıp salona geçtim. Mutfakla birleşik salonumuzun mutfak kısmında Atahan, annemin getirdiği yemekleri ısıtıp tabaklıyor annem ise koltuğa yayılmış olan Limon hanımefendiyi seviyordu. Mutfak tezgahının önündeki Atahan'a yaklaşıp sırtını sıvazladım "afferin oğlum çalış çalış" Atahan omuzu nun üzerinden bana ters bir bakış atıp annemi kontrol etti bize bakmadığından emin olunca bana doğru eğilip, "sikerim seni" Dedi.
Elimi ağzıma kapatıp abartılı bir tepki verdim. "Vallaha mı?" Atahan, senden adam olmaz bakışları eşliğinde önüne döndü. Atahan'ı çıldırmak en sevdiğim şeylerden biriydi o yüzden biraz daha üzerine gitmeye karar verdim. Siyah eşofmanın sardığı sert ve büyük poposuna bir şaplak attım. "Sevmiyorsan oyalama kardeşim." Atahan deli gibi bana dönüp kükredi, "Alkan bak yeter ama cidden sikerim seni." İstediğimi almış olmanın gururu ve mutluluğuyla bize dönen anneme baktım. "Duydun dimi anne? Bana hep böyle kötü davranıyor işte." Diye şikayet etmeye başladım.
Atahan, annemin yanında küfür etmeyi sevmez edince de utanırdı. Mahçup gözlerle, "özür dilerim Nilay anne" Dedi. Annem küçük bir kahkaha attı. "Özür dileyecek bir şey yok ki oğlum. Ben, Alkan'ın huyunu biliyorum." Dedi yine kötü olan ben olmuştum iyi mi. İstediğim etkiyi alamamanın siniri ile masanın üzerindeki poğaçalardan bir tanesini ağzıma tıkıştırdım. "Oha çocuğum biraz yavaş tıkıştır boğulacaksın. " Diye uyaran anneme göz devirmekle yetindim. Kapı çaldığında annem koşar adımlarla kapıya gitti.
"Ay benim kızım gelmiş." Diye neşeli bir sesle karşıladı annem kapıdaki kişiyi. Annem herkese kızım yada oğlum dediği için ilk baş kimin geldiğini anlayamadım. Sonrasın annemin "sen görmeyeli hem büyümüş hemde çok daha güzelleş mişsin." Diyen sesini duyduğumda karşı taraftan ses gelmeyince gelen kişinin Lâl olduğunu anladım.
Annem ve Lâl kol kola salondan içeri girdiğinde Lâl'in bir adım önünde rehber köpek olan pati vardı. Lâl konuşma engelli albino bir bireydi aynı zamanda albinizm kaynaklı olarak hafif düzeyde görme engeli vardı. Evde çok zorlanmasada sokakta ciddi zorluklar yaşıyor bu zorlukları azda olsa kolaylaştırmak ise köpeği Pati'ye düşüyordu. Annem Lâl'in pamuk beyazı saçlarını sevip bir öpücük kondurduğunda Lâl tıpkı bir çoçuk gibi anneme biraz daha sokuldu. Pati durmuş annem ve Lâl'in sarılmasını izliyordu. Lâl elini açıp kapattığında Pati serbest kaldığını anlayıp koltuğa çıktı ve yattı.
"Yemekleri ısıttım hadi gelin birlikte bi'şeyler yiyelim. Hem Nilay anne yoldan geldi açtır." Dedi Atahan.
Lâl kafa salladı. annemi öptükten sonra koridorda ki banyoya ellerini yıkamaya gitti. Annem mutfağa giriyordu ki vazgeçti Lâl'in peşinden o'da banyoya gitti. Çayları koyan Atahan bıyık altı gülerken, "sence, Nilay annenin bu gün gelişi tesadüf mü? Değil mi?" Diye sordu. Sıkıntılı bir soluk verip kendimi sandalyeye bıraktım. "İnşallah tesadüftür ama değil maalesef." Dedim.
"Gelini ile tanışmaya geldiği için fazlasıyla mutlu"
"Ya ne gelin'i? Ne gelin'i" Diye sesizce çıkıştım.
"Yükselme bana çakarım bi tane yalan mı? Aşıksın işte kıza."
"Aşık falan değilim. Evet ilk başlarda O'ndan hoşlanıyordum yalan yok ama sonrasında geçti bitti." Dedim kısık tutmaya çalıştığım sesimle. Atahan umursamazca elini salladı. "Aynen kardeşim bak inandım şuan sana." Baskın basanındır mantığıyla avucumu masaya vurdum. "İster inan ister inanma bunlar gerçekler. Abimin intikamını almak için bir yola çıktım Ata bunu en iyi bilen kişi sensin. Bu durumdayken nasıl birine aşık olabilirim? Bir yıldır neler çektiğimi bilmiyormuş gibi konuşma."
"Kıza karşı duyguların olmadığı için mi kızı peşimizden Hakkari'ye getireceksin? Ayrıca bunu geçtim Serdar'a aylardır çektirmediğin kalmadı lan. Sebep ne peki? Ben söyleyeyim Zelal'in kalp spazmı geçirdiği gün üzerini yırttığı ve bilmeden Zelal'in bedenini bize gösterdiği için." Çayından bir yudum alıp devam etti. "Bana masal anlatma Alkan. Damarında akan kanıda sıçtığın bokuda kalbinde yer edinen kadınıda en iyi ben bilirim."
Maalesef haklıydı. Ne cevap vereceğimi bilemediğim için birkaç saniye öylece Atahan'ı izledim hiçbir şey olmamış gibi çayını içiyordu. Tam cevap vermek için ağzımı açmıştım ki mutfaktan içeriye Lâl ve annem girdi. Derin bir nefes alıp susmayı tercih ettim. Lâl önce Atahan'a arkasından sarılıp yanağına sulu bir öpücük bıraktı. Ardından aynı şeyi benim içinde tekrarladı. Uzanıp saçlarını karşıtırdım. Sesiz kıkırtılar eşliğinde annemin yanına oturup yemek yemeye başladı.
Limon, Pati ile oyun oynamak istiyor Pati yüz vermeyince de zavallı hayvanı tırmalayıp kaçıyordu. "Limon gel bak mama var burada" Diye seslendim ilgisini dağıtmak için Limon elimde tuttuğum poğaça'ya anlamsız bakışlar atıp kıvırta kıvırta yanıma geldi. Mutfak ve salonun bağlandığı bölgede ada şeklinde hem tezgah hem masa olarak kullandığımız bir bölme vardı. Masanın üzerine çıkıp yemek beklemeye başladı. Elimde küçük parçalara böldüğüm poğaçayı önüne bıraktığımda önce koklayarak ağzına layık mı diye kontrol etti ardından poğaça tam not almış olmalı ki yavaşça yemeye başladı.
Ne yaparsak yapalım bir türlü kediler için olan kuru mamaya alıştıramamıştık hanımefendiyi. Ya bizimle birlikte yemek yiyor yada ıslak kedi maması tüketiyordu deli. Lâl çatalını tabağa vurarak ses çıkardığında hepimizin bakışları ona döndü. Ellerini kaldırarak bakışlarını gözlerime sabitledi. Bana bir şey anlatacaktı. Kafamı aşağı yukarı salladım. Onu beklediğimi anlayınca çocuksu ellerini hareket ettirmeye başladı. "Zelal abla ve kuzeni ne zaman yola çıkacaklar?" Ellerini okuduktan sonra hiç bekletmeden yanıtladım. "Tam saati bilmiyorum ama akşam dokuzdan sonra çıkacaklarını söylediler."
Lâl tekrardan ellerini kaldırdı. "Zelal ablalar neleri sever?" Diye sordu. İşte buna emin olmasamda bir cevabım vardı. Mardin'deyken Zelal'i hep kafasında renkli bandana larla görmüştüm belli ki bandana takmayı seviyordu. "Sanırım Zelal bandanalardan hoşlanır. Reyhan ise sanırım o'da tıpkı Zelal gibi bandana seviyor olabilir." Lâl düşünceli bir şekilde ağzına attığı böreği çiğnemeye başladı. Annem imalı bir sesle, "bu Zelal operasyon'da tanıştığın kız mı?" Diye sorduğunda sinirlensem de belli etmemeye çalışarak, "evet" Dedim. Annem, benden istediğini alamayacağına karar vermiş olacak ki Atahan'a döndü. "Atahan, sen tanıştın mı Zelal'e?" Atahan'ın yüzünde piç bir sırıtış oluştuğunda uyarır gibi kaşlarımı çattım. Belli belirsiz omuz silkti. "Tanıştım Nilay anneciğim."
"Nasıl bi kız?"
"Çok güzel bir kız, böyle kıvır kıvır uzun saçları var. Sürekli gülüyor, iyi niyetli birine benziyor. Çokta sıcak kanlı."
Masanın altından Atahan'ın ayaklarına küçük bir tekme savurdum. Atahan hayvanı hissetmedi bile anlatmaya kaldığı yerden devam etti. "Tam Alkan'a layık. Ama küçük bir kusuru var."
"Neyi var?"
"Azıcık sinirli ve Alkan'dan edindiğim bilgiye göre azıcıkta eli sopalı ama bizim oğlanıda anca böylesi haklar, Nilay anne."
Annem neşeli bir kahkaha attı. "Allah iyiliğini versin çocuğum. Bende önemli bir şey sandım."
Atahan, Lâl ve annem gülerken ben kaşlarımı daha ne kadar çatabileceğimi deniyordum. Masaya avucumu vurup ilgiyi üzerime topladım. "Yok öyle bir şey! Zelal, benim arkadaşım. Ar-ka-daş anladınız mı? Yoksa tekrardan heceliyi mi?" Hepsi bağırmamdan ne kadar sınırlı olduğumu anlamış olmalılar ki boş boş yüzüme baktılar. Gürültülü bir şekilde sandalyemi geri itip hızla ayağa kalktım. İştahım kaçmıştı. Mutfaktan çıktığım sırada annemin "utandı. utandı." Dediğini duydum. Allah'ım delireceğim. Büyük adımlarla odama geçip ışığı yakmadan kendimi yatağa bıraktım. Sırt üstü yatmaktan nefret ettiğim için yerimde yüz üstü döndüm ve yastığıma sarıldım. Biraz uyusam iyi olacaktı. Gözlerimi kapatıp bir süre uyumayı bekledim. Uyuyamayacağımı anladığımda tişörtümü çıkarıp gelişi güzel fırlattım.
Tekrardan yastığıma sarılarak bir süre daha uyumayı denedim. Yine ve yeniden başarısız olduğumda üzerimdeki eşofmanı yırtar gibi üzerimden çıkarıp hırsla duvara fırlattım. Eşofman hızla duvara çarpıp yere indiğinde sinirli bir iç çektim. Yastığıma sarılıp uyumayı denedim. Kaç dakika gözlerim kapalı uyumayı bekledim bilmiyorum ama telefonumun zil sesiyle gözlerimi açtım. "Hangi geri zekalı beni rahatsız ediyor." Söylenerek yataktan kalkıp nereye koyduğumu bilmediğim telefonumu aramaya başladım.
"Nereye gitti bu amına koyduğumun telefonu."
Çalışma masamdaki bir kaç kağıtı dağıtmak suretiyle telefonumu bulduğumda ekranda gördüğüm isim bütün sinirimi yatıştırmaya yetmişti. Yüzüme yayılan istemsiz sırıtışı minik bir öksürükle silip hafifçe kaşlarımı çattım. Gardrop'un aynasından karanlıkta göremesemde kendime bakmayı denedim. Ellerimle dağılmış olan saçlarımı düzene sokup koşarak ışığı açtım. Ve gelen görüntülü aramayı yanıtladım.
"Selam. Müsait misin?"
Midemde bir takım huzursuzlanmalar oluştu ama belli etmedim. "Selam. Müsaitim." Zelal hafifçe gülüp kafa salladı ve kameranın açısı bir anda değişti. Sanki bütün Mezopotamya ayağımın altında gibi hissettim. Zelal yüksek bir binanın balkonunda olmalıydı. Arka kamerayı çevirdiğinde Mardin'i yukarıdan izliyordum. "Gelmeden önce sana Mardin manzarası göstermek istedim." Kameranın açısını kendine çevirdiğinde asıl manzara artık tam karşımdaydı. Kabarık kıvırcıklarını tepeden dağınık bir topuz yapmıştı.
Gözlerinin üzerine mavi ve pembe boya sürmüş kahve kirpiklerini daha'da gür gösterecek bir şeyler yapmıştı. Dudaklarında ıslak bir görüntü vardı. Sanırım parlatıcı şeylerden sürmüştü. Fazla güzel gözüküyordu. Bağırsaklarıma ani bir darbe indi. Son altı aydır ne zaman Zelal'e görüntülü konuşsam karnıma bir ağrı yayılıyordu. Serdar'a bir kaç kez konuyu açmıştım ama tabiki işin Zelal kısmını söylememiştim.
Serdar ilk muayeneyi kendi yapmış ardından revire yönlendirmişti. Revir ise bir sorun görmemiş hastaneye sevk etmişti. Hastaneye gitmeye gerek görmemiştim. Konuyu öylesine ablama açtığımda ise 'sen aşık olmuşsun ve buda kelebek etkisi' diye cırlamıştı. Aşık falan değildim. Ayrıca aşkla bağırsaklarımın ne gibi bir bağlantısı olabilirdi ki? "Birileri yorgun sanırım." Zelal'in zarif sesiyle düşüncelerimden arındım.
Salak gibi donmuştum resmen. "Haklısın biraz yorgunum." Sıkıntılı bir şekilde alnımı ovuşturdum. "Alkan burası neresi biliyor musun?" Hafifçe gülümsedim. "Hayır" Zelal kıkırdadı. "Burası benim dedemin konağındaki odam." Gözleri parladı. "Sana odamı göstermemi ister misin?" Tıpkı O'nun gibi hevesle kafa salladım. "Eğer sanada uygunsa neden olmasın." Hevesli hevesli oturduğu yerden kalktı. Arka kamerayı açıp odanın terasını göstermeye ve anlatmaya başladı. "Bak burası Reyhan ve benim en sevdiğiniz yer. Dedem' lerde kaldığımızda kahvaltımızı hep burada ederiz." Gösterdiği köşede renkli koltuklar ve çokta büyük olmayan bir masa vardı. Dört tekli koltuğun biri sarı diğerleri ise mavi, pembe ve yeşil renkteydi. Sanırım Zelal'le konuşurken hoşuma giden şeylerden biri bana sürekli abimi hatırlatıyor oluşuydu.
Rahmetli abimde tıpkı Zelal gibi sarı rengi çok severdi. Hayvanlara olan sevgileri bile çok benziyordu. "Bu koltuk benim en sevdiğim." Kamerayı çevirdiği yerde siyah büyük bir sallanan koltuk ve yanında ise cam kapaklı kitaplık dolabı vardı. Dolabın etrafına yapay sarmaşık ve birkaç çiçekten süs yapmıştı. Kitaplığındaki kitaplara bakmaya çalıştım ama kamerayı hızlıca başka bir yöne çevirip yavaş yavaş yürüdü. "Burası manzara," Kamerayı sol tarafa çevirdi. "Burası ise Reyhan'ın terası." Aynı boyutlarda rengarenk bir terastı. "Reyhan'ın odası yan tarafta."
"Zelal, siz yalnızca iki kuzen misiniz?"
"Tabikide hayır. Babamlar dokuz kardeş. Bir sürü kuzenimiz var. Sadece Reyhan ve ben hiç ayrılmadan kardeş gibi büyüdük."
"Hmm anladım."
"Bu kat dedemin torunları için ayırdığı kat. Yani bu katta sadece torunlarının odası var." Anladığım kadarı ile dedesi Mardin'in zenginlerinden birisiydi.
Zelal kamerayı kendine çevirdi. Yavaş adımlarla bir kapıdan içeri girdi. "Çok sıcak ya." Diye kısa bir isyanda bulundu. Sonra aklına birşey gelmiş gibi gözlerini kocaman açtı. "Alkan, ben seni başka birşey için aramıştım." Kendimi tutamayıp küçük bir kahkaha attım. Gözlerini büyüttüğün de çok komik gözüküyordu. "Neden gülüyorsun?"
"Gözlerini kocaman açınca çok komik oldun." Dedim gülmeye devam ederken. Göz devirdi. "Her neyse konumuza dönelim. Ben diyorum ki çocuklar için alışveriş yapayım." Hafifçe kaşlarımı çattım. "Ne alışverişi?" Kendini Oda'da bulunan kahverengi bir koltuğa bırakırken, "ne alışverisi olacak oyuncak ve kıyafet işte. Yada ne eksikse." Bölgeyi henüz görmemiştim eksik bir şeyler olup olmadığına dair bir fikrim yoktu. "Güzel düşünmüşsün ama bölgeyi henüz görmedik yani ne eksik bilemiyorum." Dedim.
"Daha önce hiç böyle birşey yaptınız mı? Yaptıysanız o zaman en çok ihtiyaç duyulan şeyler neydi." Elimi çeneme atıp düşünmeye başladım. Genelde bu tarz kamplarda yemek ve giysi azlığı ile ilgili sorunlar yaşanırdı. "Sanırım yiyecek ve giysi sorun oluyordu. Oyuncaklar için bizim çocuklarda alışveriş yapacak."
"Hmm. O zaman şöyle yapalım biz yarın gelicez ya alışveriş işini eğer vaktimiz varsa birlikte yapalım." Bölgeye geçmek için bu gün haricinde üç günümüz vardı. İhtiyar kızların dinlenmesi için birkaç gün erken çağırmıştı. "Olur. Bu gün hariç üç günümüz var."
"Anlaştık o zaman. Biz akşam on gibi yola çıkacağız haberin olsun."
"Tamamdır. Çıkarken haber verin mutlaka."
"Tamam. Görüşürüz."
"Görüşürüz."
Zelal'le telefonu kapattığımda Arkın'ı aradım. Telefon tek çalışta açıldı. "Ne?"
"Ne değil efendim denir hıyar. Ne yapıyon? Neredesin?"
"Yemek yiyom. söyle ne söyleyeceksen sonrada kapat bebe."
"Nerdesin piç?"
Ağız şapırdatma sesleri geldi. Arkasından Kaya'nın "bana bir çay koy." Diyen sesi ve beklenen cevap, "sizin evin salonundayız." Elimi alnıma atıp sinirle sıvazladım. Telefonu kapatıp ayağa kalktım. Odanın kapısına yöneldiğimde altımda yalnızca boxer olduğunu fark ettim. Allah'ta seni bildiği gibi yapsın Alkan. Senden adam olmaz. Üstüme hiçbir şey giymeden Zelal'le telefonda konuşmuştum. Kim bilir kız hakkımda neler düşünmüştü. Abaza olduğunu düşünmüştür. Başka ne düşünecek. Diyen iç sesimi boğmak istedim. Rastgele savurduğum kıyafetlerimi söylenerek ve küfrederek giyip odadan çıktım.
Bölüm sonu.
Sorularınız varsa şu satıra alayım canım👉
Zelal ve Alkan önümüzdeki bölüm buluşuyor bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Nilay hanımla ilgili düşünceleriniz neler? Acaba bölüm günlerini hafta sonunu yapsak ne dersiniz? Beğenmeyi unutmayın 😘🥰
|
0% |