Yeni Üyelik
10.
Bölüm

𝙎𝙖𝙧ı 𝘽𝙖𝙣𝙙𝙖𝙣𝙖(6.)

@zezeizim

Zelal aktan

 

Avucumdaki askerî bandanayı yavaşça okşadım. Bu bandanaya ne zaman dokunsam sanki tekrardan ona dokunuyormuş gibi hissediyordum. Gözümden bir damla yaş daha süzülüp çeneme indiğinde elimin tersiyle sildim çenemi.

 

Çekmeceme uzanıp şehit olmadan hemen önce bana hediye ettiği sarı taşlı kolyeyi elime aldım.

Kıyıpta takamazdım bu kolyeyi. ya kaybolursa. Ya onun emanet lerinden birine istemeden de olsa zarar verirsem diye korkardım hep.

 

Arı peteği şeklindeki sarı kolyeyi incitmekten korkarak yavaşça masanın üzerine koydum. Parmak uçlarımla damlıyor gibi gözüken balı sevdim.

Nefret ederdim baldan annem çocukken saatlerce peşimden koşardı bir kaşık olsun yemem için.

Bana ilk kez bal yediren kişi bile oydu.

Bir hastane odasındayım ağrıdan kıvranıp duruyorum.

Kapı tıklıyor yavaşça kapı açıldığında içeri ilk giren kişi kıp kırmızı gözleriyle Reyhan oluyor.

Reyhan'ın hemen arkasından elinde bir kahvaltı tepsisiyle uzun boylu bir asker giriyor içeri.

 

Askeri hem tanıyorum hemde tanımıyorum çok garip. Sanki daha önce gördüm ama hatırlayamıyorum.

Genç askerin mavi gözleri ilk yanımda oturan annemi buluyor. Bakışlarıyla izin istiyor sanki. Annem eliyle karşımızdaki koltuğu işaret ediyor.

 

"Gelin buyrun"

Asker kafasıyla anneme selam veriyor.

Hasta yemekleri için olan küçük masaya elindeki tepsiyi bırakıyor.

Ardından kafasındaki koyu yeşil şapkayı çıkarıp kenara koyuyor.

 

Tam o esnada küçük Reyhan'la kesişiyor bakışlarımız. Reyhan ağlamaktan kızaran gözlerini kaçırıyor hızla. Kafasını yere eğiyor. Önünde birleştirdiği ellerinin üzerine bir damla düşüyor. Kimse görmeden minik elleriyle gözündeki diğer yaşları siliyor. Askerle annem kısa bir sohbet içinde. Asker anneme nasıl olduğumu soruyor. Ardından Reyhan'la birlikte bana kahvaltı getirdiklerini birlikte kahvaltı etmek istediğini söylüyor.

 

Annemin yüzünde yorgun bir tebessüm var. Kabul ediyor askerin bizimle kahvaltı yapmasını ardından askerden dışarı çıkmak için izin istiyor bir şeyleri bahane ediyor. Asker kafasıyla annemin dişarı çıkmasını onaylıyor.

 

Annem oturduğu koltuktan dolu gözlerle kalkıyor Reyhan'ın kafasını okşayıp kulağına bişeyler fısıldıyor. Reyhan kafa sallıyor annem Reyhan'ın yanağına tüy kadar hafif bir öpücük konduruyor. O anda fark ediyorum annemin de ağladığını. Gözlerim doluyor ama ağlamamalıyım diye telkin ediyorum kendimi.

 

Çünkü farkındayım ben ağladığım zaman onlar daha çok üzülüyor.

Reyhan'ın yaşlı gözleri kaçamak bir şekilde bana bakıyor. Gülümsemek için kendimi zorluyorum. Gülüşüm yüzüme yayıldığında gözümden bir damla yaş akıyor yanağıma. Hızla siliyorum gözyaşımı ama küçük Reyhan ağladığımı fark ediyor. Tekrar kafasını eğiyor. Yaşlı gözlerimi askere çeviriyorum o an fark ediyorum onunda gözleri dolu dolu ama gülümsüyor.

 

Genç asker elini altın sarısı saçlarına atıp geriye doğru attı. Ellerini birbirine çarpıp gülerek ayağa kalktı.

"Hadii bakalım küçük hanımefendiler gözyaşlarınızı silinde kahvaltımızı yapalım." Elini karnına atıp pat pat vurdu. "Bakın nasıl ses çıkıyor çünkü içi boş. İçi dolu olsa tok bir ses çıkardı ama benimki boş." Hemen hasta sehpasını yatağın önüne çekti.

 

"Vurun bakayım göbüşlere kim daha çok açmış test edelim." Reyhan'la birlikte gülerek karnımıza vurduk.

Genç asker koca bir kahkaha attı. "Sizde en az benim kadar açsınız" Tepsinin içindeki üstü kapalı yiyecekleri açtı güzelce masaya dizdi. Reyhan'ın oturacağı küçük refakatçı koltuğunuda hasta yatağının yanına çekti.

 

Ekmek poşetini açarken aklına birşey gelmiş olmalıki büyük ellini yeni uzamaya başlamış sarı sakallarına attı. "Hanımlar biz neyi unuttuk?"

Reyhan'la birbirimize baktıp düşünmeye başladık. Reyhan küçük yemek masasına yaklaştı. Elini çenesine atıp uzunca düşündü.

"Eee asker abi herşey var. Ne eksik ki?"

Diye sordu. "Kız sofrada eksik yok zaten bizim yapmayı unuttuğumuz birşey var." Dedi gülerek.

 

Heycanla elimi havaya kaldırıp, "ben biliyorum" Dedim.

"Söyle bakalım küçük fare, biz neyi unuttuk" Kısıkça kıkırdadım. "Ellerimizi yıkamayı unuttuk" Dedim

 

Reyhan, "evet evet ellerimizi yıkamadık." Diye cıvıldadı.

Bir koluna beni diğer koluna ise Reyhan'ı alıp gülerek oda'da ki küçük tuvalete götürdü. Üçümüzde ellerimizi köpükledik o ise bizden farklı olarak hafif uzamış sakallarını da bolca köpükledi. Reyhan'la birlikte köpükten gözükmeyen sakallarını sevip oynadık. Gülüşlerimizin odanın dışından bile duyulduğuna emindim.

 

Ellerimizi yıkadıktan sonra bizi yavrularını taşıyan bir aslan edasıyla odaya getirip yerimize oturttu.

Açtığı ekmek poşetinden bir parça bana bir parça Reyhan'a bölüp verdi.

 

"Benim kahvaltım genelde bu kadar çok olmaz, bu kadar şeyi nereden buldunuz?" Diye sordum merakla.

 

Ağzına attığı büyük ekmek parçasını hızla yutup, "marketten aldık. Hemşire ablalardan da onların mutfaklarını kullanabilmek için izin istedik." Diye cevapladı sorumu.

Ardından eline aldığı ekmek parçasına bolca bal sürdü.

 

Elindeki ekmeği Reyhan'ın dudaklarına uzattığında Reyhan ne kadar isteksizde olsada uzatılan ekmeği geri çevirmedi.

Aynı boyutta bir ekmek parçası daha aldı eline onada bolca bal sürdü. Ben dikkatle onun mavi gözlerini incelerken o elindeki ballı ekmeği dudaklarıma dayadı. Burnuma gelen balın kokusuyla yüzümü hızla çevirdim. "Ne oldu? Miden mi bulandı?" Diye sordu hafif endişeli bir sesle.

 

Benden ses çıkmayınca Reyhan, "Zelal baldan nefret eder asker abi" Dedi.

Meyve suyundan koca bir yudum alıp ekledi. "O reçel sever" Kendi önündeki reçeli benim önüme koydu.

"Ama bal yemezsen büyüyemezsin ki"

Dedi. Elini önümden çektiğinde kafamı ona çevirdim.

"Ben zaten büyüyemiycem ki" Diye mırıldandım. Yüzündeki tebessüm hızla soldu. Reyhan'ın gözlerinde her an akmak için bekleyen yaşlardan bir tanesi yanağından süzülüp elindeki ekmeğe düştü.

 

"Hayır Zelal... Sen büyüyüp kocaman güçlü bir kadın olacaksın." Dedi

Reyhan'ın gözünden akan yaşlar şiddetlendi. Kısık kısık iç çekti.

"Hayır ben kocaman falan olmıycam. Çünkü benim kalbim çalışmıyor." Diye haykırdığımda küçük Reyhan'ın ağlaması şiddetlendi artık kısık kısık iç çekmiyor hıçkırarak ağlıyordu.

 

"Küçüğüm illa ki sana uygun yeni bir kalp bulunacak. Böyle düşünme." Dedi sesi ılımlı ve üzgündü.

Reyhan'ın ağlamalarına dayanamadım bende ağlamaya başladım. Elini Reyhan'ın gözyaşları ile kaplanmış küçük yüzene koydu. Parmaklarıyla gözlerinden akan yaşları sildi. "Şşş ağlamayın bakayım. Beni dinleyin." Dedi ciddi bir sesle.

 

Usul usul yerinden kalkıp Reyhan'ı kucağına aldı. Ardından büyük eli benide kucağına çekti. Birimiz sağ dizinde, birimiz sol dizinde oturuyorduk.

Kıvırcık ve kaba olan saçlarımızı sevdi önce. "Kızlar bana bakar mısınız?" Diye sordu. Reyhan'la ikimizin yaşlı gözleri onun dolu dolu bakan mavilerini buldu. "Siz, benim kim olduğumu biliyor musunuz?" Diye sordu. Reyhan ağlamaktan konuşamadığı için sözü ben devraldım.

"Askersin işte" Dedim ağlayarak bir elimi ise üniformasının koluna atıp çektim.

 

Kafasını olumlu yönde salladı.

"Evet ben, bir Türk askeriyim" Dedi

 

"Ama hayır. Ben yalnızca bir Türk askeri değilim."

 

"Bana kuzgun derler." Mavi gözlerinin koyulaştığını hissettim sanki mavi gözleri artık lacivertti.

"Siz bilir misiniz kuzgun'un ne olduğunu?" Diye sordu.

Reyhan'la aynı anda kafalarımızı iki yana salladık.

 

"Bilmiyoruz" Dedi Reyhan.

Küçük bir öksürükle boğazını temizledi "kahvaltınızı yaparsanız size kuzgun'un ne olduğunu anlatırım" Diye şart koştu.

 

Ballı ekmeği önüme koyup.

"Sana kuzgun sözü; sen yaşıyacak ve kocaman bir kadın olacaksın Zelal."

 

Reyhan'ın önüne reçel sürdüğü ekmeği bıraktı. "Sanada kuzgun sözü: Reyhan, siz hiç ayrılmayacak sınız. Zelal'e yeni bir kalp bulunacak. Size kuzgun sözü."

 

Sözüne inandım ilk kez önüme konulan ballı ekmekten koca bir ısırık aldım hevesle. O ise yemek yemeyi bırakıp biz yemeğimizi yiyene kadar dolu gözlerle bizi izledi.

Elimdeki kolyenin üzerine bir damla gözyaşı daha düştüğünde. "Sözünü tutabilmek için mi kendi canından vazgeçtin?" Diye sordum diğer elimdeki bandana ya bakıp.

 

Ben bandanayla konuşurken odanın kapısı hızla açıldı. Elinde bir tepsiyle içeri giren kişi Reyhan'dı. Kabul etmeliyim ki aniden kapıyı açtığında irkildim. Ağlaktan şişmiş kırmızı gözlerimi gördüğünde yüzü düştü.

 

Hızla yanıma geldi tepsiyi masanın üzerine iteleyip kollarını vücutuma doladı. Boynuma, yanağıma ve kafama ardı ardına sulu öpücükler bıraktı. İçini çektiğinde onunda ağlamaya başladığını anladım.

 

Burnunu boynuma iyice dayayıp derin soluklar aldı. "Ağlama bitanem." Dedi. Oysa ben, onun mutfakta benden gizli ağlamak için bir şeyler hazırladığını biliyordum.

Reyhan hep böyledi işte 'sen ağlama derdi.' ama kendisi benden gizli hep ağlardı.

"Bana diyene bak sende ağlıyorsun" Burnumu çektim.

"Ben, sen ağlıyorsun diye ağlıyorum."

Oda burnunu çektiçektiğinde ikimizde güldük. Kafasını kaldırıp getirdiği tepsiyi işaret etti. "Bak sana sütlaç yaptım." Sesinde çocuksu bir heyecan oluştu.

 

"Mis gibi kokuyor" Elimdeki bandana ve kolyeyi özenle yerine yerleştirdim.

Tepsiden sütlaçımı alıp kokladım.

Bol tarçınlı sevdiğim için üzeri tarçınla kaplıydı. Tarçın burnuma kaçmış olmalı ki hapşurdum.

 

"Burnun birazdan kaseye giricek Zeloş." Diye kıkırdadı Reyhan.

 

Dayanamayıp sütlaçtan bir kaşık alırken, "neden fırında yapmadın?" Diye sordum.

Reyhan kibirle gülümsedi. "Fırında yapmadığımı nereden çıkardın?'

"Gerçekten mi?" Diye sordum heyecanla.

 

Reyhan kıkırdayarak kafa salladı.

İkimizde susup sütlaç larımızı yemeye koyulduğumuzda Sütlaç, Reyhan'ın kucağına çıkıp bacağına masaj yapmaya başladı.

 

"Ooo Sütlaç bey, siz teyzeniz olduğunu mu hatırladınız?" dedi Reyhan. Sütlaç uzunca miyavladı.

Reyhan avuç içini Sütlaç'ın kafasına yasladı. "Git kucağımdan. Alkan varken beni tanımıyordun." Kediye trip atan kuzenime bakıp kıkırdadım.

 

Sütlaç iki patisinin üzerinde ayağa kalkıp diğer partileriyle Reyhan'ın elini tutu. Reyhan elini çekmeye çalışınca Sütlaç, teyzesinin elinden ufak bir ısırık aldı. "Şerefsiz kedi! Alkan'a laf ettim diye ısırdın dimi?"

Elini Sütlaç'ın patisinden kurtarmaya çalışıyordu.

 

Ama Sütlaç asla bırakmıyordu.

Reyhan elindeki kaseyi masanın üzerine iteleyip Sütlaç'ı ensesinden kavradı. "Bana bak bakayım! Kedi dediğin teyzesini ısırır mı?" Sütlaç sinirle miyavladı. "Kuduruk! Biz, senin adını yanlış koyduk. Azman koymamız lazımdı." Sütlaç'ın en sesini bırakıp kollarının altından kavradı.

 

Hafifçe salladı. Sarı kaşlarını çattı.

"Sen, ısır beni ısır. Bir daha benden sofranın altına girip yemek istersin sen o zaman'da ben sana yemek vermeyeceğim." Diye diklendi kediye.

 

Sütlaç, Reyhan'ın tehditlerini zerre umursamadı. Reyhan'ın bu kez de parmağını ısırdı. Reyhan'da tutuğu Sütlaç'ın patisini ısırdığında ağzımdaki sütlaçı ikisinin üzerine püskürterek gülmeye başladım.

 

"Allah cezanı versin! Zelal!" Diye bağıran Reyhan'a daha büyük bir kahkahayla karşılık verdim.

"Özür dilerim... Vallahi yanlışlıkla oldu." Sütlaç sinirli mırıltılar çıkararak odadan çıktı.

Sırtındaki siyah tüyleri artık beyaz ve pirinç' liydi.

 

Sütlaç, gerçektende Sütlaç'a dönüşmüştü. Onun bu haline gülerken başımdan aşağı dökülen Sütlaçla gülüşüm bıçak gibi kesildi.

 

Bu sefer kahkaha sırası Reyhan'a geçmişti. Sinirleneceğimi düşünmüş olabilirdi ama Reyhan'ın karşımdaki görüntüsü dahada komiğime gitti.

 

Gülerek yerimden kalkıp Reyhan'a sıkıca sarıldım. kafamı kafasına ve göğsüne sürttüm. Zaten üstü başı batmış olan Reyhan dahada battı.

 

"Ah Zelal ah" Diye homurdandı Reyhan.

"Hadi gidip duş alalım" Dedim kıkırdayarak.

 

Kol kola koridora çıktığımızda Sütlaç mutfak kapısının önünde kendini temizlemeye çalışıyordu.

Reyhan eğilip Sütlaç'ı kucağına aldığında mutfaktan çıkan babam şok olmuş gözlerle bize bakıyordu.

 

"Ne oldu size? Sütlaç tenceresine falan mı düştünüz?" Diye sordu gülerek. Reyhan eliyle beni göstererek, "hayır amca, eve sütlaç fıskiyesi aldık. Malûm Zelal'in bu hayatta en sevdiği şey sütlaç ya hani ondan." Dedi göz devirerek.

 

Reyhan'ın en kötü huyu ne? diye sorsalar hiç düşünmeden, beni canlı cansız fark etmemek üzere her şeyden kıskanması derdim.

 

"Evde böyle dolaşmayın Ferda sultan görürse ağzınıza eder." Dedi babam gülerek bu kadar gülecek ne vardı sanki.

 

"Bizde zaten bonyaya gidiyoruz. Bizi oyalama baba."

 

"Hadi defolun"

 

Reyhan'ın kolunu tutup kendimle birlikte duşa sürükledim.

Önce Sütlaç'ı sonra kendimizi yıkamamız gerekiyordu.

 

🐺🐺🐺🐺

 

Alkan soykan

 

"Nereye lan?" Diye soran Atakan'a ters bir bakış attım." Bakışlarımın aksine oldukça sakin bir şekilde cevap verdim. "Evime" Kapıyı çekip hastane odasını terk ettim. "İnadına sokayım Alkan" Peşimden söylenen Atahan'ı zerre umursamadım.

 

Asansöre yönelip ard arda düğmeye bastım. "Yaşlandıkça inadı artan tek insansın" Atahan bir yandan bağırıyor bir yandan peşimden koşuyordu. Nihâyet asansör zahmet edip geldiğinde kendimi hızla asansöre attım. Kapı kapanmadan Atahan'da kendini içeri atmayı başarmıştı.

 

Giriş katın tuşuna basıp beklemeye koyuldum. "İhtiyar senide, benide sikecek biliyosun dimi?" Diye soran Atahan'a dönüp, "inan şuanda hiç birşey sikimde değil. Evime gitmek dışında hiçbir şeyi umursamıyorum." Diye söylendim.

 

Hastanelerden nefret ediyordum.

İhtiyara Ankara'ya gelene kadar dil dökmüştüm. Dinlememiş zorla GATA'ya getirmişti. Orta yaşlı doktor hanım bir şeyler zırvalamış ve yatış kararı vermişti.

 

Umurumda değildi. Kendimi iyi hissediyordum. Umurumda olan tek şey aylardır görmediğim evime gidip kafa dinlemekti. Hastanenin bahçesine çıktığımda nerden geldiğini bilmediğim Kaya yanıma geldi.

 

"Nereye lan ihtiyar mı çağırdı yoksa?"

Diye soran Kaya'ya çevirdim kafamı.

Kafasında sivilken asla çıkarmadığı siyah şapkası vardı. Şapkasını kafasında çekip kendi kafama takarken sorusunu yanıtladım.

 

"İhtiyar değil kardeşim, Evim çağırıyor." Şapkayı yüzümü gizliyecek şekilde yüzüme indirdim.

"Hayda... Oğlum daha birkaç saat oldu lan sen yatalı bir sonuçların çıksaydı. Ne bileyim dijital görüntü falan çekilmişti bari onun sonucu gelseydi."

 

Yanımda konuşan Kaya'ya omuz silktim. Atahan ise Kaya'nın cümlesini "dijital değil amına koyim radyolojik görüntü" Diye düzeltti. Hastanenin geniş bahçesinden çıkamak üzereydim ki bir anda bütün tim yanıma toplaştı.

 

"Komutanım nereye?" Diye soran Armaç'ı dumamazlıktan geldim.

Benim yerime Kaya cevap verdi.

"Eve gidiyormuş."

 

Hastanenin bahçesinden peşimdeki sürümle birlikte çıktım.

Az ileride bir taksi durağı vardı o tarafa doğru yürümeye başladım.

Taksi durağını gördüğümde adımlarım dahada hızlandı.

"La bebe deki yürümeye bag sanki aylarca işgence gören biziz." Diyen Arkın'ı düzelten kişi Serdar oldu.

 

"İşgence değil, işkence amına koyim artık alfabede K harfinin olduğunu bir kabullen lan"

Arkın'ın, Serdar'ın kafasına vurduğunu işittim. "Bırak şimdi K harfinin derdine düşmeyide bu boğayı nasıl sakinleştiricez onu düşün"

 

Yolun karşı tarafındaki taksi durağına geçmek için arabaların geçmesini bekliyordum ki tam önümde beyaz bir mersedes durup camı açtı.

"Ooo Alkan bey nereye böyle?" Diye soran kişi bizim ihtiyar dan başkası değildi.

 

"Evime ihtiyar." Aceleci bir cevap verip yerimde huzursuzca kıpırdandım. "Doktor'un çıkmana izin verdi mi?" Diye sordu. "Doktor'un iznine ihtiyacım yok. Kendimi iyi hissediyorum." Dedim kararlı bir sesle.

 

"Anlaşıldı gene kör inadın tutmuş senin." Hayret ihiyar bu gün ılımlı günündeydi. Çünkü normalde o'da fazlasıyla inatçı bir adamdı.

"Serdar, git şunun Doktor'uyla konuş sabah kontrole geleceğini söyle"

 

Serdar kafa sallayıp hastaneye geri dönerken Armanç'ta peşine takıldı.

"Sizde geçin arabaya, evinize bırakıcam sizi" Gelen komutla birlikte ben arabanın ön koltuğuna geçtim.

 

Atahan, Kaya, Arkın ve Başak ise arka koltuğa sıkışmaya çalışıyorlardı.

Kaya, sol tarafın cam kenarına oturmuş. Atahan, Kaya'nın yanına oturmuştu. Ardından Arkın'da bindiğinde Başak'a yer kalmamıştı.

 

Başak'ın "ben nereye oturcam?" Sorusuna Kaya hiçbir tepki vermedi.

Atahan ise Arkın'a dönüp, "sen in, ilk Başak binsin." Dedi. Arkın indiğinde yerine Başak geçti.

 

Arkın söve söve tekrar arabaya binmeye çalışıyordu.

"Başak az bir zahmet gösterde oturma uzvunu biraz yana gaydır" Cümlesinin sonunda yine Ankara şivesine hızlı bir geçiş yapmıştı.

 

"Arkın, az daha kayarsam Atahan'ın kucağına çıkmış olcam. Bir şekilde sığdır o koca mabadını."

 

Sığamamaları normaldi. Çünkü Atahan'ın hem boyu çok uzun hemde enine genişti. Kaya'yla, benim fizik ölçülerim neredeyse aynıydı.

Bende pek zayıf bir adam olduğumu söyleyemezdim.

 

Başak, bize göre sıska bir kızdı. Uzun boyluydu ama zayıftı.

Arkın bir bacağını Başak'ın kucağına iteleyip zorda olsa arabaya binmeyi başarmıştı.

 

"Arkın! Oturma uzvun ağzımıza giriyo!" Diye çıkışan Başak'a, Arkın, "çek ozaman ağzını" Diye bir öneri sundu. Bu sırada ihtiyar arabayı hızla çalıştırdı. Eve gidene kadar Başak ve Arkın'ın oturma kavgasını dinlemiştik neyseki ev yakındı.

 

Evimin daha doğrusu evimizin önüne gelince kendimi arabadan hızla attım.

Arka koltuğun kapısı açıldığında Arkın yere yapıştı. Başak yere düşen Arkını hiç umursamadı üzerine basıp arabadan çıktı. Arkın'dan ufak bir inilti sesi duyuldu.

 

Yan dönüp baktığımda iyi olduğunu görüp umursamadan apartmana yöneldim. İhtiyar arabasını kilitleyip peşime düştüğünde Atahan, Kaya ve Başak yerle bütünleşmiş olan Arkın'ı yerden kazımakla meşguldüler.

 

Apatmanın pembe kapısını büyük bir gıcırtı eşliğinde açtığımda yüzümü ekşittim. Bu apartman ihtiyara ait olduğu için bütün tim bu apartmanda yaşıyorduk. Çıkmaz sokağın en sonundaki apartmandı.

 

İhtiyar babamın gençlik yıllarından arkadaşı, rahmetli abimin ise eski komutanıydı. Babacan bir adamdı.

Bir kızı vardı ismi Nas'dı.

Hiç bir askerini Nas'dan ayırmaz hepimizi öz evladı gibi severdi.

 

Görev dışında bizimle şakalaşır, hata yaptığımızda bir baba gibi kızar ama arkamızda dururdu. Operasyonlarda ihtiyar varsa arkamızda gizli bir güç var demekti.

 

Apartmanın ilk katında ihtiyar ve eşi Nazlı teyze oturuyordu. Apatmanın ilk katı hariç her kat çift daireydi. Kocaman bir arka bahçemiz vardı.

Apartmanın ikinci katında Arkın ve Armaç bir evde, Kaya ve Serdar karşı dairede yaşıyorlardı. Üçüncü katta Atahan ve ben aynı dairede yaşıyorduk. Karşı dairemizde ise Atahan'ın kız kardeşi, Lal ve Nas yaşıyordu. En üst katta ise ablam Nil ve Başak yaşıyordu. Karşı daireleri ise boştu.

 

İlk katın merdivenlerini hızlı hızlı tırmanmaya başladığım sıra bir kapının açılma sesi duyuldu.

Kapının önünde terliklerini giyen Nas ve Lal'i gördüm. Nazlı teyze kızlara birşeyler tembihliyordu.

 

"İyi akşamlar hanımlar." Dedim neşeli bir sesle. Lal küçük bir çocuk gibi iki elini birbirine vurup merdivenin ucunda duran bana koştu. Boynuma atlayıp kıkırdamaya başladı.

 

Lâl hem albino hastası hemde konuşma engelliydi. 22 yaşındaydı ama neşesi küçük bir çocuktan farksızdı. Uzun kar beyazı saçlarını okşayıp küçük kafasına bir öpücük kondurdum. Kollarını bedenimden çözüp ellerini kaldırdı. İşaret diliyle "hoşgeldin Alkan abi." Dedi.

İçten bir gülümseme sunup "hoş buldum abicim" Dedim.

 

Nas'da yanıma koşup sıkı sıkı sardı kollarını bedenime gövdeme yapışan kıza kısıkça güldüm. Nas'ın boyu çok kısaydı. Öyleki sarıldığında boyu anca karnıma sarılmasına yetiyordu.

 

"Hoşgeldin Alkan abi" Sesi oldukça neşeliydi. "Hoşbuldum abicim" Dedim gülerek. Nazlı teyze kızları iteleyip kollarını boynuma doladı.

"Oğlum hoşgeldin. Nasılsın? Iyımısın yavrum?" Peş peşe sıraladığı sorularının ardından burnunu çekti.

 

Her zamanki gibi yine ağlıyordu.

Ne zaman görevden gelsek kapıda bizi ağlayarak karşılar bir anne gibi yaramızın olup olmadığını kontrol ederdi. "İyim annecim iyim" Dedim neşeli çıkarmaya zorladığım sesimle.

 

"Ahmet anlattı bir şeyler" Cebinden çıkardığı mendille burnunu sildi.

"Gittiğin özel görevde yaralanmışsın?"

Esir düştüğümü tim dışındaki kimse bilmiyordu.

 

Kendimi gülmeye zorladım. "Herzaman ki olaylar işte öyle abartacak bişey yok" Dedim.

"Kesin öyledir" Diye söylendi. "Hadi evli evine, köylü köyüne. Defolun" Diye bağıran ihtiyara Nazlı teyze öfkeli bakışını kuşanmıştı.

 

"İyi akşamlar Nazlı sultan" Diyen Kaya koşar adımlarla yukarı çıkmaya başladı. Kaya'nın peşinden Nazlı teyze, "iyi akşamlar oğlum" Diye seslendi.

 

Birkaç veda cümlesinden sonra herkes kendi evine dağıldı. Atahan eve gelir gelmez duşa girmişti.

Ben hastanede duş almıştım zaten.

Buz dolabına yöneldim kapısını açıp içine baktım. Tam tahmin ettiğim gibi dolapta çeşit çeşit alkol vardı.

 

Atahan evde olduğu sürece ayyaş gibi sürekli içerdi. Benimde ondan pek bir farkım yoktu açıkcası. Dolabın kapağından rakı şişesini aldım mutfak masasına koydum. Üç patlıcan, yoğurt ve sarımsak çıkarıp tezgahın üzerine koydum.

 

Arkamı dönüp rakı şişesini aldım.

Rakı bardağına bir parmak boşluk kalacak şekilde rakı doldurdum.

Sek rakıyı tekte içtim. Bardağa tekrardan iki parmak boşluk kalacak şekide rakı doldurdum. Bir parmak su ekledim. Bardağı masanın üzerine bırakıp elime patlıcanları aldım.

 

Bıçakla deştiğim patlıcanları fırın tepkisine dizdim. Fırını açmayı unuttuğumu fark edince önce onu açtım. Fırının ısınmasını bekliycektim sonra vazgeçtim. Patlıcanlarla ısırabilir diye düşünüp tepsiyi fırına gönderdim.

 

Bardakta ki rakıyı tek dikişte içip tekrar doldurdum. Altı büyük diş sarımsağı ince ince doğradım. Yoğurdu geniş bir kaseye alıp çatalla çırptım. Doğradığım sarımsakları içine attım. Birazda tuz ekleyip tekrar çırptım.

 

Çırptığım yoğurdu kenara itelereken fırına kısa bir bakış attım. Patlıcanlar daha olmamıştı. Odama koşup dolapın çekmecesini açtıp cebimdeki sarı bandanıyı en arkaya narince sıkıştırıp yedek telefonumu aldım.

 

Telefonu açarken mutfağa geri döndüm. Üzerimdeki t-shirt rahatsız etmeye başladığında çekip çıkardım koltuğun üzerine doğru savurdum.

 

Mutfağımız amerikan mutfaktı. Yani salonla birleşikti. Telefondan radyo uygulamasına girip sesini sonuna kadar açtım. Telefonu masanın üzerine bırakıp fırına baktım. Patlıcanlar olmaya başlamıştı.

 

Mutfak dolabının alt kapağını açtım. Bir sürü çerez ve cips vardı. Hepsini çıkartıp tezgahın üzerine iteledim.

Üst dolapın kapağını açtım büyük leğene benzeyen borcamı çıkardım.

Bir tanede meyve kasesi çıkardım.

 

Borcama üç paket cipsi boşaltıp masanın üzerine bıraktım.

Meyve kasesine ise altı paket çerez boşalttım onuda borcamın yanına iteledim. Fırına baktığımda patlıcanların piştiğini fark ettim.

 

Salona koşup koltuğun üzerine savurduğum t-shirtü alıp fırının kapağını açtım tepsiyi elimdeki t-shirtle tutup çıkardım. T-shirtü arkama bakmadan fırlattım.

 

Sıcak patlıcanları üfleye üfleye kabuğundan ayırıp elimde doğrayıp yoğurdun içine attım karıştırdım ve mezem artık hazırdı.

"Alkan amına koyim!" Diye bağıran Atahan'ın sesiyle hızla arkamı döndüm.

 

Elindeki saç havlusuyla masanın yanında dikilmiş çattığı kaşlarıyla öfkeli bakışlar atıyordu.

"Ne var lan ne bağırıyon?" Eliyle masayı gösterdi. T-shirtüm cipslerin üzerine dek gelmişti.

 

Bozuntuya vermeden cipsin üzerinden t-shirtümü aldım.

"Bişey olmaz temizdi zaten." Diye kendimi savunmaya geçtim.

"Lan neyi temiz kaç saatten beri üzerindeydi o t-shirt."

 

"Lan ne olacak? Sanki benim vücutumdan bok mu akıyor." Diye çıkıştım. Baskın basanındır. Yüz verirsem bu göt beni yer.

"Bok akmıyor ama ter akıyor kardeşim." Diye dahada yükseldi.

 

"Yeme o zaman göt!"

"Açım amına koyduğum!"

"O zaman ye" Diye bir öneri sundum.

"Oğlum iyisin hoşsun ama pissin."

Bunun pislikle ne alakası vardı sanki yanlışlıkla olmuştu.

"Arazide de ter temiz yerden yersin zaten yemeğini piç." Göz devirip rakı bardağını kafama diktim.

 

"Kalk balkona çıkalım. Orada içelim." Eline cips ve çerez leri alıp balkona çıktı. Bende meze ve rakıyı aldım. Atahan içeri geri dönüp soğuksu ve bardakları aldı.

 

"Telefonuda al"

Atahan kadehleri doldururken radyo sunucusu kadın birşeyler zırvaladı ama dinlemedim. Ardında çalmaya başlayan şarkıyla rakı bardağına Uzanan elim kala kaldı.

"Turnam gidersen Mardin'e

Turnam yâre selam söyle

Karlı dağların ardına

Turnam yâre selam söyle

Karlı dağların ardına

Turnam yâre selam söyle"

 

Rakı bardağını kafama diktim sert bir şekilde masaya vurdum. Atahan tekrar doldurdu. Bu kez içmedim Ata'yı bekledim.

Bardak tokuşturup aynı anda içtik.

"Turnam gidersen Aktaş'a

Karlı dağlar aşa aşa

Turnam gidersen Aktaş'a

Karlı dağlar aşa aşa

Hem kavime hem kardaşa

Turnam yâre selam söyle

Hem kavime hem kardaşa

Turnam yâre selam söyle

Hem kavime hem kardaşa

Turnam yâre selam söyle"

 

Bir süre sadece bardak tokuşturup rakımızı içtik. Biraz Ankara'nın ayazını yedik. Atahan içeri girip elinde iki tane polarla geri geldi.

Poları omuzlarıma bırakıp yerine geri oturdu. İkimizinde üzeri çıplaktı belli ki Ata üşümüştü. Yalan yok bende üşümüştüm. Türkü akıp gitti bizse hafif hafif yağan yağmuru izledik.

 

"Sen aşık mı oldun lan?" Diyen Ata'nın sesiyle irkildim.

"Ne alaka amına koyim?"

"Çok alaka kardeşim. Uzaklara dalıp gitmeler. Kızın evinden eşyasını çalmalar falan." Dediğinde ani bir şok yaşadım.

 

"Eşya çalma derken? Sen bana hırsızmı demeye çalışıyon hayırdır?" Tek kaşımı kaldırdım. Haklıymış gibi kendimi savunmaya geçtim.

Aslında hakıydımda eşyasını çalmamıştım ki bandanasını ödünç almıştım asıl mesele bu götün bunu nereden bildiğiydi.

 

"Sen sarı renk bandana mı takıyon?" Aşağılayıcı bakışlarının hedefin deydim. "Sarı bandana ne?" Diye sordum sanki hiç bilmiyormuş gibi.

"Bu oyunları ben yemem kardeşim" Dedi kendinden emin bir sesle.

 

"Ayrıca Serdar'a anlatmışsın, ciddi düşünüyoruz evlenicez demişsin."

Ah Serdar ah şimdi ben seni sikmeyip ne yapayım?

 

"Birincisi; ben Serdar'a öyle birşey demedim. İkincisi; Serdar'ı sikecem. Götünden hikaye uydurmuş piç."

Rakı bardağını kafama dikip sertçe masaya geri bıraktım bir avuç cipsi ağzıma tıkıştırıp hırslı hırslı çiğnedim.

 

Piç Serdar!

 

Atahan ise piç piç sırıtıyordu.

"Ben anlıyacağımı anladım kardeşim. Sana iyi düşünmeler." Kıs kıs gülerek içeri gitti it.

 

Bölüm sonu.

Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın canlarım.

Bölüm sorularınız varsa bu satırda buluşalım limon çiçeklerim.

 

Bölümde çalan şarkı: Ayfer vardar- turnam gidersen Mardin'e

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%