Yeni Üyelik
26.
Bölüm

İntikam timi (15.)

@zezeizim

Bölüm şarkıları: Ajda pekkan - bir günah gibi

 

Kayra- mesala yani

Stromae- formidable

 

Mardin kapısından atlayamadım.

 

𝔸𝕤𝕚 ℂ̧𝕒𝕜ı𝕣 𝕊𝕠𝕪𝕜𝕒𝕟

 

Hücremin kapısı gürültülü bir sesle açıldığında arkamı dönmedim.

Dün geceden beri belirli aralıklarla kemer, sopa ve benzeri nesneler ile dövülüyor ve aç bırakılıyordum.

Sorun değildi. Alışkındı.

"Asi canım yeğenim bak sana kimi getirdim." Dayının iğrenç sesini duymamak için kulaklarımı kapatmayı denedim. Sırtıma inen sert tekme ile yüksek sesle inledim.

 

Ardından diğer yarımın "yapma!" Diyen çığlığı kulaklarıma doldu.

Sırtımdaki tekmenin acısını unutmaya çalışarak duvara sırtımı, dayı ve Ayla'ya ise yüzümü döndüm. Ayla'nın yüzü her zaman olduğundan daha solgun gözüküyordu. Sanki vücuttundaki tüm kan çekilmiş gibi zaten açık renk olan teninin rengi daha'da açılmış, gözlerinin altı morarmıştı. Yaşlı gözleri kan çanağı gibiydi. Acı dolu bakışları gözlerimde oyalandı. Kısa sayılmayacak bir süre yüzüme baktıktan sonra bakışları yarı çıplak olan kanlı bedenimde gezindi.

 

Gözlerimi ondan çekip tepemde Azrail gibi dikilen dayıya diktim. Ayla'yı yanında getirdiyse asıl işkenceler şimdi başlıyacaktı.

Ayağı ile ayaklarımı dürttü. "Kal ayağa." Yanında Ayla olduğu için sorun çıkarmadan ayağa kalktım.

Ayla ile ikiz kardeştik ama Ayla hastalıklarından dolayı benden hem daha kısa hemde sıskaydı. Ona sarılan biri rahatlıkla kemiklerini hissede biliyordu. Ayla ayaklarını sürterek yanıma yaklaştı. Kollarını kanlı bedenime dolayıp yüzünü göğsüme gömdü. Yarı kıvırcık dalgalı saçlarına bir öpücük kondurup sıska bedenini sıkı sıkı sardım. "Çok özledim" Diye fısıldadığında gözlerim doldu.

Yüzümü saçlarına gömüp, "seni çok seviyorum." Dedim.

 

"Off sizi sarılın diye mi yan yana getirdim ben? Ayla ne konuştuk biz seninle gelmeden önce? Ha benim güzel yeğenim?" İğrenç sesini aklındaki plana uyarlayıp ılımlı tutmaya çalışıyordu. Zerre işe yaramamıştı hâlâ sesi kulağımı sikiyordu. Ayla'yı kendimden uzaklaştırıp dayının tam karşısına dikildim. "Ne istiyorsun?" Komik bir şey varmış gibi güldü. "Ben bir şey istemiyorum." Gözleri ile Ayla'yı işaret etti. "Ama o istiyor. Ayla'yı hastaneye gönderdim. Tedavi olması için ilaçlara ihtiyacı varmış." Göz kırptı. "Beni bilirsin Asi hiçbir şeyin karşılıksız olmasından hoşlanmam."

Ne zaman Ayla'nın bir şeye ihtiyacı olsa bana yapacağı işkence karşısında karşılardı. Artık sorun etmiyordum.

 

Başka çareniz olmadığında en kötü bile gözünüze iyi gelebiliyordu.

 

"Lafı uzatma Çetin. Ne istiyorsan direkt söyle." Kaşlarımı birbirine değecek kadar çattım. İki yanımda duran ellerim yumruk olmuştu bile.

"Elli kere dedim o salak anana bu veledin adını Asi koyma, adına çeker diye ama beni dinlemedi."

Öfke bir fişek gibi beynimde patladı.

Yumruk yaptığım sağ elime son gücümü vererek erkekliğine güçlü bir yumruk vurdum. İki büklüm yere serildiğinde güçlüce inledi.

"Seni haylaz piç! Ben seni sikmez miyim lan!" Tehditleri beni korkutmaya yetmemişti. Seslice gülmeye başladığımda adamlardan iki tanesi hücreye dalıp kollarıma girdi. "Orospu çocuğu!"

 

Öfkenin ikinci dalgası bu sözle beynime patladı sanki, hücrede Ayla'nın olduğu bile aklımdan çıkmıştı. Belki genetiğimden belkide beslenme şeklimden dolayı hem uzun boylu, hemde sıska olmama rağmen oldukça güçlüydüm. Yanımdaki adamlardan birinin yüzüne güçlü bir kafa darbesi vurduğumda acı ile inleyerek kolumu bıraktı.

 

Boşalan elimi diğer itin saçlarına attım. Güçlü bir çekişle aniden kafasını aşağı çektiğimde ikinci kafa darbesini de ona vurdum. Burnundan kanlar boşalırken yere düştü. Bir kaç hafta önce doğum günümden sakladığım bıçağı yatağın altından çekip aldım. Dayı ayaklanmaya çalıştığında elimdeki bıçağı daha sıkı kavrayıp bacağına sapladım.

Bedenime yayılan adrenalin ile kalp atışımı ağzımda hissetmeye başladım.

 

İtlerden ilk vurduğum küfür ederek ayaklandığında kaçmadım. Düşünmedim. Dizine bir tekme savurup dizleri üzerine düşürdüm. Avucumun içinde sıktığım bıçağı boğazına sapladım. Boynundan fişkıran kan yüzüme hücremin duvarına sıçradı. Bana ne olmuştu bilmiyorum. O an tek bildiğim daha çok kan istediğimdi.

 

Dayının adamlarından olan Fırat hücreye girdiğinde ona yöneldim.

Kafasını olumsuz anlamda salladı. Diğer itlerde hücreye doluşmaya başlamıştı. "Asi izin ver Ayla'yı çıkarayım." Dediğinde gözlerim diğer yarımı aradı. Hücrenin köşesine çökmüş yüzünü kapatarak ağlıyordu.

Fırat'a izin verip diğerlerine döndüm.

Altı kişiydiler ama içlerinden birisi bile bana yaklaşamıyordu. Fırat, Ayla kucağına alıp hücreden çıkardığında yüzümde tehlikeli bir gülümseme yer etti. "Hepinizin kanını içeceğim!"

 

Hepsi seslice yutkunduğunda gülmeden edemedim. Koca koca adamlar küçücük bir çocuktan korkuyordu. Altı kişi önümde dikilirken iki kişi dayı'yı hücreden çıkardı. Onu sonra hallederdim. Önce bu altı piçle ilgilenmem gerekiyordu.

Beynimde sadistçe bir duygu belirdi.

Gerçekten kanlarını içecektim.

"Eee ilk kimden başlıyayım?"

Hepsi birbirlerine baktı. Cesaretini toplamış olmalı ki en baştaki üzerime koştu. Avucumdaki metali daha sıkı kavradım. Yaklaştığı anda karnına saplayarak yana doğru çektim.

 

Karnı neredeyse ikiye yarılmıştı.

Kan ikinciye yüzüme sıçradığında tarifsiz bir zevk bedenime yayıldı. Kanlı metali ağzıma götürüp yaladığımda geri kalan beş piçin yüzünde gözle görülür bir korku oluşmuştu. Haftalardır çiğ etlerle beslendiğim için ağzıma yayılan metalik tadı garipsemedim.

"İkinci kim olsun?" Diye sorduğumda hepsi bir adım geriye çekilmişti.

"Madem siz seçemediniz o zaman ben seçeyim." Kanlandığını fark etmediğim şehadet parmağımı o şekline getirdiğim dudaklarımın arasına soktum.

 

Aklıma gelen ilk tekerlemeyi sırası ile onları göstererek söylemeye başladım.

 

"Üsküdar bağlarbaşı,

Dükkanlar karşı karşı,

Madem tiryakisin sikimin başı,

Ateşini yanında taşı."

 

Parmağım ortadaki nin üzerinde durduğunda sinsice gülümsedim.

Dilimi çıkarıp dudaklarımı yalayarak üzerine koştum. Geri adımladığında bir kaç adım sonra sırtı duvara tosladı. İlk bıçak darbesini baldırına indirdim. Bıçağı hızla çektiğimde yere düştü. Saçını tutarak boğazını kestiğimde içimde tarifsiz bir zevk ve rahatlama vardı. Geri kalanlar hızla üzerime çullandığında içeriye tekrardan Fırat girdi.

"Bana burakın ben hallederim." Daynın en genç adamlarından biriydi Fırat. Diğerleri biraz tereddüt etti ama sonrasında bırakıp geri çekildiler.

 

Fırat üzerime doğru yürürken sadece dudaklarını kımıldatarak, "sana zarar vermeyeceğim." Dediğinde garipsedim ama tepki göstermedim. Elimdeki bıçakla birlikte yatağıma geçip oturdum. Fırat yanıma geldiğinde göz kırptı ardından sol yanağıma kuvvetli ama bir o kadarda kuvvetsiz bir yumruk indirdi.

Ne yapmaya çalışıyordu bu piç!

Koluma girerek beni zorla ayağa kaldırdı. "Temizleyin şunun hücresini." Diğerlerine emir vererek beni karanlık koridora çekmeye başladı. Diğerlerinin bizi göremeyeceğine etrafına bakarak emin olduktan sonra içi ilaç dolu bir şırıngayı bana uzattı.

"Kafeste buna ihtiyacın olacak."

 

"Sana neden güveneyim?"

 

"Kafestekini gördüğünde başka şansın kalmayacak."

 

Neyden bahsediyordu bu? Kafes dediği şeyde neydi?

 

Elindeki şırıngayı zorla pantolonumun kemer kısmına sıkıştırıp beni koridorun sonundaki bir odaya getirdi. Karanlık odaya girdiğimizde dev bir kafes bizi karşıladı. Kafesin içine atıldığımda Ayla'yı tam karşıma demir bir sandalyeye oturttular. Odanın arka kısmında karanlık bir koridor vardı.

Karanlık koridordan bir zincirin şıngırtısı duyulduğunda kafamı koridora çevirdim.

 

Dayımın gözde adamlarından biri olan Kenan elinde siyah bir köpek ile karanlığın arasında belirdi.

Kafamı çevirip dayıya baktığımda yüzünde pis bir sırıtış vardı.

Kemal içinde bulunduğum kafesin kapısını açtırıp iki eli ile zor zapt ettiği köpeği içeri soktu.

Dayıya döndüğümde gözlerindeki parıltıyla, "sana iki gün önce dövüş için hazırlanman gerektiğini söylemelerini istemiştim."

 

Hassiktir. Beni bir köpeklemi dövüştürecekti?

Bu kadarını yapamaz dedi zihnim.

"Asi bize güzel bir dövüş izlet olur mu?"

 

Siktir. Seni dövüştürecek dediklerin bahsettikleri kişi gerçekten bir köpek miydi? Kemal köpeğin ağzındaki dikenli ağzılığı çıkardığında köpek dişlerini vurarak hırlamaya başladı.

Ağzından akan salyalar çenesine ve ön patilerine dökülüyordu.

"Kemal zinciri sal!"

 

Kemal gelen emre itaat ederek zincir adındaki köpeği saldı.

Köpek havlamaya ve kendi etrafında dönmeye başladı.

 

Tanrım yardım et! Kaçacak yerim yok!

 

Köpek dişlerini göstererek üzerime koştuğunda sağ tarafa kaçıp çömeldim. Köpek hızını alamayıp duvara tosladığında havlayarak üzerime koştu. Ağzına tekme savurduğumda bacağımı yakalayıp ısırdı. Acı içinde inlediğimde yumruklarımı yere vurdum.

Sikeyim bacağım çok acıyor!

Kulakları kesik olan köpeğin koca kafasını yakalayıp yumrukladım.

Hiçbir işe yaramamıştı. Sanki hissetmiyordu. Aklıma Fırat'ın verdiği ilaç geldiğinde hiç düşünmeden şırıngayı çıkarıp kimseye göstermeden bacağıma sapladım.

 

Bütün ilacı enjekte ettiğimde köpek bacağımı bırakıp yüzüme saldırmaya başladı. Kollarımı yüzümün önüne koyarak engel olmaya çalıştığımda sol kolumu dirseğimden yakaladı.

Koca dişleri etime girdiğinde inleyerek dişlerimi sıktım. Bir kaç saniye sonra yoğun bir terleme başladı. Nabzım kulaklarımda atıyordu. Köpeğin ağzına sağlam bir yumruk çaktığımda hırlamaları kuvvetlendi. "Bırak kolumu!" Diye bağırdım. Anlamıyordu da koca kafa.

Beynimde bir flaş patladı. Sekiz yıldır gördüğüm işkencelerin yanında küçük bir köpeğe mi yenilecektim?

 

Komik olmayın. Hırsla köpeğe yumruk vurduğumda kafesin tellerine çarpıp yere düştü. Ayağa kalkana kadar vaktim vardı. Hızla ayağa kalkıp onun bana yaptığı gibi üzerine koştum. Kolumu tekrar yakaladığında ağzından sarkmaya meyletmiş olan dilini yakalayıp son gücüm ile çektim. Ağzının içinden yırtılma sesi geldiğinde acı ile inleyerek patileri ile saldırmaya başladı. Dilini bırakıp bu kezde sağ patisini yakaladım. Vahşi bir hayvan gibi yetiştirilmenin hakkını bu gece verecektim.

 

Tuttuğum sağ patisine dişlerimi geçirdiğimde ciyaklamaya başladı.

Dişleri boşaldığında kolumu kurtarıp köpeği göğsünden tutup kafesin ortasına savurdum. Her yerimi vıcık vıcık salya yapmıştı piç!

 

Ayaklanmasına izin vermeden üzerine atılıp boynunu ısırdım.

Bütün ağzımın içine metalik kan tadı yayıldı. Aynı anda bir zevk dalgası bedenimi sardı. Dişlerimi biraz daha sıktışımda köpek ciyaklamaya başladı. Sıktığım dişlerimi açarak köpeği ittirdim. Sağlamından bir tekme vurup acı içinde inleyen köpekten uzaklaştım. Köşeye çöküp düzensiz soluklarımı düzene sokmaya çalıştım. Gözüm bir anlık sandalyede oturan Ayla'ya kaydı. Toprak gözleri sulu ve kızarıktı. Dayının ise yüzünde sinsi bir gülümseme vardı.

Beklemediğim bir anda bacağıma yapışan köpek ile güçlüce inledim.

 

"Sikicem ananı artık yeter ya!"

 

Hırladığında tekrardan diline yapıştım. Kuvvetlice çekmeye başladığımda çırpınmaya başladı. Tekmeleyerek üzerimden attığımda sürünerek köşeye kaçtım. Kanlar akan bedenimde tarifsiz bir acı hakimdi. Arkamı dönmekle büyük bir hata yaptığım köpek boynum ile omuzumun arasında bir yere dişlerini geçirdiğinde gözlerimden yaşlar sicim gibi akmaya başladı. Önüme patisi geldiğinde hiç düşünmeden dişlerimi geçirdim. Dişlerim kemiğini zorlamaya başladığında boynumu bir anlığına bıraktı. Altında dönerek boynunu dişlerim arasına aldım. Ben onu o ise beni ısırıyordu. Derin bir karanlık gözlerimin önüne geldiğinde köpek boynumu bırakarak üzerime yığıldı. Kalkmaya meyil ettim ama olmadı. Uçsuz karanlığın içine çekildim.

 

 

 

Yazardan (zeze)

 

Fırat evin mutfak masasında oturmuş sigarası ve çayını içiyordu. Kızlar gittiğinden beri ikinci sigara paketini bitirmişti. Beklediği bir telefon vardı.

Ferda ahırda hayvanlarla ilgileniyor. Kızların yokluğunda kendini oyalamaya çalışıyordu.

 

Fırat'ın eli çay bardağına uzanmıştı ki

Masanın üzerindeki yedek telefon çalmaya başladı. Fırat derin bir nefes alıp telefonu açtığında, "görev başarılı Şahin." Dedi telefonun diğer ucundaki tanıdık kadın sesi. "Yavrular buluştu." Diye ekledi. Fırat sıkıntılı bir nefes çektiğinde telefon kapandı.

 

Yavrular... Yavrular diye tabir edilen kişilerden biri kendi kızı Zelal'di.

Yıllardır bu gün bekleniyordu.

Kuzgun'un intiharından önceki kurduğu plana sadık kalan herkes'in dört gözle beklediği gün bu gündü. Yavruların buluşma günü.

 

Fırat için asıl zorluk bu günden sonra başlayacaktı. Haberi yoktu ama farkındaydı. İçindeki sıkıntıyı dışarı vurmanın ümidi ile sigarasından derin bir nefes çekti. Kafasını yukarı kaldırıp çektiği zehri serbest bıraktı.

 

Ferda mutfak kapısından içeri girdiğinde eşinin sıkıntılı yüzü ile karşılaştı. "Fırat ne yapıyorsun burada?" Fırat, eşinin geldiğini gördüğünde yüz ifadesini toplamayı denedi. "Hiç öyle oturdum kızlarımın yokluğuna alışmaya çalışıyorum."

 

Ferda çektiği sandalyeye kendini bıraktı. Kafasında aylardır dönüp duran soruyu hiç dolandırmadan sordu kocasına. "Fırat, ben bilmem ama sen bilirsin. Alkan, onun kardeşi mi?" Fırat beklenmedik anda gelen soru ile afalladı ama belli etmedi. Ferda, Kuzgun hakkında neredeyse hiçbir şey bilmezdi. Yıllardır kızına kalbini veren adamı anacağı zaman ya Kuzgun yada O diye anardı. Ona dair bildiği tek şey iyi bir adam olduğuydu.

 

Fırat usulca kafa salladı. Sanki biri onları dinliyormuş gibi fısıldayarak, "kardeşi." Ferda aldığı cevapla huzursuzlandı. Alkan'ın iyi bir adam olduğunu anlamıştı ama ya gerçeği öğrendiğinde kızına zarar verirseydi.

"Gerçeği biliyor mu?" Gerçek Kuzgunun intiharıydı. "Bilmiyor"

 

"Ya öğrenirse ya Zelal'e bir şey yaparsa?"

 

"Yapmaz." Dedi Fırat kendinden emin bir sesle. "Alkan öyle bir çocuk değil."

Kuzgun'un intiharını bilen sayılı kişi vardı ama neredeyse hiçbiri gerçek sebebi bilmiyordu. Bilen kişiler ise bu sırrı on beş yıldır titizlikle saklıyordu.

Ferda ne kadar huzursuzlansada belli etmemeye çalıştı. Fırat ne kadar karısının huzursuzluğunu fark etsede susmayı seçti. Susmak zorundaydı.

Ama iki şeyden emindi. Alkan tıpkı abisi gibi merhametli ve iyi kalpli bir çocuktu. Sırf abisi öldü diye hoşlandığı kadına zarar verecek biri değildi. Belki Ferda anlamamıştı ama Fırat anlamıştı. Alkan kızına aşık olmuştu.

 

Cebindeki telefon titrediğinde yavaşça telefonunu çıkardı. İsimsiz numaradan gelen mesaja tıkladı.

 

Her zaman ki adrese gel. Seni alacaklar.

 

Gelen mesajı hemen sildi. "Kimmiş?" Diyen karısını, "Baytar, akşam gelecekmiş ona haber veriyor." Diyerek geçiştirdi. Sorgulamadı Ferda ayaklanırken. "Ben akşam Zerda'ya gideceğim haberin olsun." Dedi. Ferda mutfaktan çıktığınds Fırat bir sigara daha yaktı.

 

ℤ𝕖𝕝𝕒𝕝 𝔸𝕜𝕥𝕒𝕟.

 

Kucağımdan atlayan Sütlaç'ın, Alkan'a gittiğini gördüğümde önümde kavga eden Kaya ve Reyhan'a döndüm.

"Biraz sakinleşir misiniz?" Diye bağırdım. Reyhan çatık kaşları ile bana döndü. "Sakinleşemeyiz Zelal'cim çünkü bu dana babama it dedi." Reyhan geldiğimiz gibi araba ile Kaya'ya çarpmış birde haklıymış gibi özür dilemek yerine kavga çıkarmıştı. "Babana bir şey dediğim yok. Refleks olarak küfür ettim hepsi bu." Kaya dişlerinin arasından tıslar gibi konuştuğunda Reyhan ona küçümseyici bir şekilde baktı.

 

"O zaman adi refleksinin bedelini ödeyeceksin." Elini Kaya'nın göğsüne vurdu. "Yontulmamış kalas." Yardım dilenmek için bakışlarımı karşımdaki kalabalığa yönelttim. Alkan kucağındaki Sütlaç ile özlem gideriyor, kaparık tüylerini öpüyordu.

Sütlaç ise kendini öpen ve mıncıklayan Alkan'a tepki göstermiyor aksine daha çok sırnaşıyordu. Yardım istemek için gözlerimle kalabalığı süzdüm. Çoğunluğu tanımadığım kişilerden oluşuyordu. Arkın ile sohbet eden Hozan'a seslendim. "Hozan yardım etsene." Gözlerimle tekrardan birbirine giren ikiliyi işaret ettim. Hozan sanki küfür etmişim gibi bir ifade ile bana döndü. Elini kaldığıp Kaya'yı işaret ederek, "Zelal eğer daha önce yanındaki adamdan yumruk yemediysen bana bu teklifi yapma."

 

Sinirlenmeye başlıyordum. Geldiğimiz gibi tanımadığımız bir grup insana rezil olmuştuk.

"Yahu senden istemeyeceğim de kimden isteyeceğim. Gelsene buraya."

Hozan tam yanında duran Başak'ın arkasına geçip hafifçe itti. "Bence beni değil seni çağırıyor. Hadi git yardım et." Başak hafif itilmenin etkisi ile bir adım öne çıkmıştı. Bakışları birbirine saç baş girmiş Kaya ve Reyhan'ı gördüğünde yüzünü ekşiterek geri adımladı. Yanında duran Armanç'ın kafasına vurdu. "Git ayır şunları."

 

Armanç'ın gülen yüzüne dehşetle karışık büyük bir korku yayıldı.

"Asla ayırmam. Sonra Kaya abi bana kızıyor, ne karışıyorsun diye beni dövüyor." Armanç'ın küçük isyanına hak verecekken üzerime düşen sert şeyle yeri boyladım. "Senin ağzına bok sokmayan Reyhan'ı gebertsinler!" Allah'ım yardım et! Üzerime düşen Kaya ve Reyhan altlarında kalan zavallı beni zerre umursamadan kavgalarına devam ediyordu.

 

Kaya, Reyhan'ın saçını bırakıp ayaklandı. "Bana bak dağlar kızı bana bir daha bulaşırsan o küçük kafanı pis klozete sokarım haberin olsun."

Reyhan bu tehditi zerre kadar umursamadı. Sinirden kızaran yanaklarını elleri ile yelledi ardından ayağa kalkarak bize arkasını dönmüş olan Kaya'nın sırtına atladı. "Yolarım senin o hilâl bıyıklarını." Kaya refleks olarak Reyhan'ın bacaklarını tuttu.

"Bırak bıyığımı vatan haini!"

 

"Sensin vatan haini öküz!"

 

"Bak canını yakmak istemiyorum. Ama sen beni zorluyorsun." Kaya çevik bir hareket ile Reyhan'ı omzunun üzerinden kucağına çekti. Tabii benim manyak kuzenim durmadı bu kezde Kaya'nın gür koyu kahve saçlarına yapıştı. Geldiğimiz gibi bir grup kalabalığa rezil olmanın utancı ile ayağa kalktım. "Yengem hoşgeldin." Diye bağıran Arkın bir anda yanımda bitti. Henüz ne olduğunu anlamadan beni kendine çekip kemiklerimi kırmak ister gibi sıkıca sarıldı. Ne zaman alıştığımı bilmediğim sarılmasına zorlanmadan karşılık verdim. Omuzlarımdan tutup beni kendinden ayırdı. "Doğruyu söyle Alkan'dan sonra en çok kimi özledin?" Diye sorduğunda gülmeden edemedim. "Tabiki seni." Dedim kıkırdayarak. "Yazıklar olsun! Püh senin yengeliğine" Tam dibimde bağıran Serdar'ın gür sesi ile irkildim. Ne ara yanımıza gelmişti? Serdar dudaklarını aşağıya büktüğünde sanki şakadan değilde gerçekten alınmış gibi gözüküyordu.

"Ben size demedim mi oğlum yengem en çok beni seviyor diye." Arkın bir elini yumruk yapıp diğer elinin avuç içiyle yumruğuna vurdu. "Kapak olsun."

 

Serdar'ın küskün bakışları beni bulduğunda kollarını göğsünde bağladı. "Sana yazıklar olsun ya. Beni şunun diline düşürdün ya vallahi çok kırıldım." Arkın gülerek yanımızdan ayrılıp Kaya ve Reyhan'ı ayırmaya çalışan Alkan'a desteğe gitti.

Küskün küskün duran Serdar'a döndüm. Gerçekten bana küsmüş gibi gözüküyordu. Alkan'ı almaya geldikleri gün hariç hiç yüz yüze görüşmemiştik ama sürekli telefonda görüşüyorduk. Onları pek tanımasamda sebebsizce kendimi onlara yakın buluyordum. Küçük adımlarla dibine kadar gittim. Kafasını başka bir yöne çevirip beni görmemezlikten geldi.

 

"Küs müsün bana?"

 

"Evet"

 

"Barışalım mı?" Düşünür gibi yaptı.

 

"İleride Alkan'la olan çocuğunun adını Serdar koyarsan olur."

 

"Oha" Diye yükseldim. Alkan'la sadece arkadaştık ama tim asla buna inanmıyordu. "Biz sadece arkadaşız."

 

"O zaman barışmıyorum."

 

Tam Serdar'a itiraz edecektim ki yanımıza sarı saçlı, uzun boylu bir kadın geldi. Boya olduğu belli olan sarı saçları özenle maşalanmıştı ve omuzlarına dökülüyordu. Fotoğraflardan hatırladığım kadarıyla ile bu kadın Alkan'ın ablası Nil'di.

Üzerine tam oturan siyah askılı uzun elbisesinin derin bir yırtmaçı vardı.

Güzel yüzünü hafif bir makyaj ile taçlandırmıştı. Tüm bu güzelliklerine rağmen açık kahverengindeki kavisli kaşları çatıktı. Reyhan'ın çıkardığı olay yüzünden bana kızacağını sandım ama öyle olmadı. Elini bana uzatırken yüzündeki o sert ifade içten bir gülümsemeye dönüştü. Hattâ gülüşünü gözlerine taşıdı bile diyebilirim. "Merhaba, ben Nil Soykan. "

 

Beklediğim sert tepkiyi almamış olmamın rahatlığı ile gülümseyerek elini sıktım. "Bende Zelal Aktan, memnun oldum Nil hanım." Yalandan yüzünü ekşitti. "Resmiyette gerek yok. Nil yada abla diye bilirsin. Bu arada bende memnun oldum." Gülümseyerek, "peki." Dedim.

 

Kolunu omzuma dolayıp beni yanına çekti. "Hadi gel seni bizimkilerle tanıştırayım." Birlikte kalabalığa adımladığımızda birazcık gerilmiştim.

Sanki rahatlatmak ister gibi elini sırtıma indirip hafifçe okşadı.

Gözüm kalabalığın içindeki bir kadına takıldı. Çok uzun olmayan kahverengi saçları salınıktı ve omuzlarına dökülüyordu. Ona yaklaştığımızda yerinde huzursuzca kıpırdandı. Yanında bembeyaz teni ve saçları olan bir kız vardı. Masallardan fırlamış gibi gözüküyordu. Onlara yaklaştığımızda kadının bir adım arkasına geçti.

Kadının tam karşısında durduğumuzda gözlerinin sulandığını fark ettim. Peki ama sorun neydi?

 

"Anne bu güzel kızımız Zelal. Zelal'cim buda annemiz Nilay."

 

Annesiyle benzer isimleri paylaşmaları çok tatlıydı. Nilay hanım gülüşü ile dolu gözlerini saklamayı denedi. Ne kadar başarılı oldu bilemem ama bana olan bakışlarında farklı bir ışıltı belirdi. "Hoş geldiniz kızım." Kollarını boynuma dolamasını beklemediğim için şaşkınlıkla kalakaldım. Bu kadar sıcak bir karşılama beklemediğimi itiraf etmeliyim. "Hoşgeldin, kızım" Ne diyeceğimi bilemedim. Dikkatimi çeken şey ise kızım kelimesini vurgulamasıydı. Sarılması çok içtendi. "Hoş bulduk." Diye mırıldanırken sarılışana karşılık vermeden edemedim. Birbirimizden ayrıldığımızda elleri saçlarıma uzandı. "Saçların çok güzelmiş maşallah."

 

"Teşekkür ederim." Nil abla ile pek benzemiyorlardı ama Alkan sakalsız hali ile annesini oldukça andırıyordu.

Nilay hanımın göz çevreside tıpkı Alkan gibi hafif kırışık ve yuvarlaktı.

Nil ablanın ise gözleri hafifçe çekikti.

Alkan ve annesinin yüzü biraz daha kemikliydi. Nilay ablanın ise hafif dolgun yanakları vardı. Üçünün yüzündeki en büyük benzerlik ise dolgun dudaklarıydı. Belkide ablası babasına daha çok benziyordu.

 

"Ay saçların çok güzel." Diye cırlayan bir kadın sesi ile düşüncelerimden arındım. Kafamı çevirip sesin geldiği tarafa baktığımda kısacık çok güzel bir kız vardı. "Teşekkür ederim" Dedim ıkına sıkına. "Ben Nas. Tanıştığıma çok memnun oldum."

Kısa açık kumral saçları yuvarlak yüzünü daha'da ön plana çıkarmıştı.

Üzerinde bej bir şort takımı vardı.

Arkın'ın daha önce attığı fotoğraflarda saçları sanki daha uzun ve kahverengiydi diye hatırlıyorum. Belkide yanlış hatırlıyorumdur.

 

Nas ve timin geri kalanı ile de sarılıp tanıştıktan sonra sıra Atahan'ın kız kardeşi Lâl'e geldi. Biraz çekingen bir yapısı vardı sanırım. Ne zaman ona adımlasam gülümseyip geri çekiliyordu. Hiç beklemediğim bir şey oldu. Kaya kolunu omuzumun üzerinden dolayarak kafamı kendine çekti. Sanki sarılır gibi yapıyordu ama amacı farklıydı. Sesli bir şekilde, "kız biz sarılmayı unuttuk." Dedi. Dudaklarını kulağıma yaklaştırdı.

"Sakın belli etme. Lâl'in konuşma engeli olduğu için genellikle insanlardan çekiniyor. Size bu yüzden fazla yanaşmıyor onu zorlamayın." Diye fısıldadı ve benden uzaklaştı. "Eee Zelal ne getirdin bize Mardin'den?"

 

Kaya'nın dediği gibi Lâl'e bir şey belli etmeden gülümsedim. Alkan ise Kaya'nın bana yaptığını Reyhan'a yapmıştı sanırım. Reyhan, Alkan ile sarıldıktan sonra Lâl'e hiç yaklaşmamıştı. "Arabada olacak hediyelik eşyalar," Hozan'a döndüm. "Gidip getirir misin?" Kafa sallayıp arabaya gitti. Alkan, Armanç'a kafasıyla işaret verdiğinde Armanç'ta, Hozan'a yardıma gitti. "Hadi kızlar biz içeri geçelim." Ahmet beyin, eşi Nazlı hanım bizi içeri çağırdığında aparmanın pembe kapısından içeri giriyorduk ki bir kadının bağırma sesi yankılandı. "Ya yetişemedim mi?"

 

"Yarrağı yedik Efkâr geldi."

 

Serdar'ın ettiği küfür ile Ahmet beyin sinirli ve uyarı dolu olan bakışları direkt olarak Serdar'ı buldu.

Serdar boğazını temizleyerek, "pardon komutanım."dedi.

 

Pembe kapıdan kan kırmızısı saçları ile dövmeli bir kadın girdi. "Yetiştim mi?" Nereye yetişmeye çalışıyordu bir anlasam. Bakışlarımız denk düştüğünde abartılı bir sesle, "oha," Alkan'ın koluna vurup devam etti.

"Oğlum bu çok güzel lan." Stres ve utanç bir çember gibi etrafımı sardığında sonuç kaçınılmazdı.

Baş parmağımı dişlerimin arasına sıkıştırdığımda yanımdaki Başak kulağıma eğildi. "Bayılırsan içinde sütyen var mı?" Gözlerimi belerterek Başak'a döndüğümde imalı bakışları göğüslerimi buldu.

 

Unutmaya çalıştığım o kara günü hatırlatmasaydı ne olurdu sanki.

Tam yanımızda olan Serdar, Başak'ı duymuş olmalı ki, "içinde sütyen yoksa değil spazm kalp krizi bile gelırsen müdahale etmem. Geçen sefer Alkan'ın, beni bir sikmediği kaldı." Diye isyan etti.

 

"Ay maşallah. Lan Alkan bunlar hani kuzendiler? Aynı ikiz gibi benziyorlar lan." Kolundan çıkardığı çantayı Nas'ın kucağına iteledi.

Yanıma geldiğinde yüzümü avuçlarının arasına aldı. "Güzelliğe bak," Bir anda yüzüme tükürür gibi yaptığında yüzümü buruşturdum.

Ne gerek vardı şimdi böyle bir şeye?

Yanaklarıma sulu öpücükler bırakıp beni bağrına bastı. Hani anneler çocuklarını pazarda kaybederde bulduğunda kemiklerini kırmak ister gibi öfke ile karşılık bir sarılma olur. İşte bizim sarılmamızda tıpkı bunun gibiydi.

 

Atahan bana sarılmaktan olan kadının ensesini kavrayarak geri çekti. "Bir fırsat verin de kızlar bir içeri girsin." Diye çıkıştı bir anda. Benden uzaklaşan kadın Reyhan'a yapıştı. Zavallı Reyhan kendini gülmeye zorlasada şaşkınlığını gizleyemedi. "Abla çok özür diliyorum ama sen tam olarak kimsin?"

Kadın gülerek Reyhan'dan ayrıldı.

"Kusura bakmayın kızlar heyecandan kendimi tanıtmayı unuttum." Elini Reyhan'a uzattı. "Ben Efkâr, sende Reyhan olmalısın."

 

Tuhaf bir kadındı.

Kan kırmızı saçları, yarısı renkli yarısı ise siyah olan dövmeleri.

Siyah göz makyajına bordo bir ruj süremesi. Üzerinde yeşilin garip bir tonunda olan elbisesi ve en can alıcı nokta olan pembe topuklu terlikleri.

Tuhaf kelimesinin vücut bulmuş hali gibi gözüküyordu. Reyhan gülümseyerek elini sıktığında sıra bana gelmişti ki Başak'tan anı bir patlama geldi. "Ay yeter! Darlandım. Evde tanışırsınız. Hadi yürüyün." Kedi eniği gibi ensemden kavrayıp merdivenlere yönlendirilmeyi beklemiyordum. Apartmanın en üst katındaki bir daireye girdik. Başak'ın söylediğine göre bu dairede Nil ve Başak kalıyormuş. Karşı dairede ise Reyhan, Hozan ve ben kalacakmışız.

 

Eve girdiğimizde küçük bir hol bizi karşıladı. Giriş kapısının tam karşısında kanatlı açık bir kapı vardı. Burası evin salonu olmalıydı.

Salonun mutfakla bir olması ve mobilyaların toprak tonlarında dizayn edilmiş olması eve farklı bir hava katmıştı. Kahverengi L koltuğa oturduğumda içimi garip bir his kapladı. Alkan ağır bedenini bir anda yanıma bıraktığında koltuğun ondan tarafa olan kısmı çökmüştü. Hâlâ kucağında olan Sütlaç'ın tüylerini okşuyordu. Kendisine baktığımı fark ettiğinde gülümsedi. "Kızlar ne içersiniz?" Nil abladan gelen soru ile bakışlarım onu buldu. Mutfak'a geçmiş uzun masanın arkasından kimin ne içeceğini öğreniyordu.

 

"Soğuk olsunda ne olursa olsun. Sıcaktan bayılacağım yoksa." Diyen Reyhan'ı aradı gözlerim. Salon oldukça kalabalıktı. Koltuklara sığamayanlar yerlere oturmuştu.

Alkan, Reyhan'ı aradığımı fark etmiş olacak ki hafifçe kulağıma eğildi.

"Annemin yanındaki tekli koltuğun yanında Gölge'yi seviyor."

Derin bir nefes alıp benden uzaklaştı.

Bu kez kulağına ben eğildim.

"Gölge kim?"

 

"Ablamın köpeği."

 

Koltuğun ucuna kaydığımda köşede büyük siyah bir köpeği sevdiğini gördüm. Alkan'ın annesi Nilay hanım ise yüzündeki sıcak tebessüm ile onları izliyordu.

"Kızlar soğuk olarak, Limonata, soğuk kahve ve meyve suyu seçeneklerim var hangisini istersiniz?"

 

Limonatayı duyduğumda diğer seçenekleri kafamda elemiştim bile.

"Ben limonata istiyorum."

 

Köpekle ilgilene Reyhan, "bende limonata alabilirim." Diye seslendi.

Yanımda oturan Alkan, "abla bende limonata istiyorum." Diye seslendiğinde "kalk kendin al." Diye bir cevap aldı. Salonda oturan herkes güldüğünde bende kıkırdadım.

"Verseydi bir yeri eksilirdi çünkü" Diye homurdanan Alkan'a, ablasından cevap gecikmedi. "Sabahtan beri benı sinir ediyorsun ceza sana."

 

"Başka bir şey söylesem duymazdın."

 

"İnsanların yanında seni dövüp rencide etmek istemiyorum sevgili kardeşim o yüzden sus."

Gelen tehtit Alkan'ı susturmaya yetmişti. Arkasına yaslanıp Sütlaç'la ilgilenmeye başladığında nihayet Armanç ve Hozan gelmişti.

Armanç içinde hediyelik lerin olduğu valizi salonun orta yerine koyup ayaklarımın önüne kendini attı.

"Yenge gözünü seveyim ne koydun bunun içine? Belim, kolum, bacağım her yerim koptu bunu yukarı çıkarana kadar."

 

"Sadece hediyelik bir kaç eşya" Diye murıldanıp ayaklandım. Bavulun yanına yere oturup içindekileri çıkarmaya başladım. O sırada büyük bir bardak limonata getiren Nil ablaya teşekkür etmeyide unutmadım. İlk olarak telkarileri çıkarıp halının üzerine bıraktım.

Ardından doğal yağlar ile yapılan bir sürü sabunu kutusuyla birlikte orta sehpanın üzerine bıraktım.

Babannemin yapıp gönderdiği Mardin çöreklerini çıkarıp büyük saklama kabını Nil ablaya uzattım.

 

En sona ise Hozan'ın zorla bavula soktuğu Süryani şarapları ve badem şekerleri kalmıştı. Kim kime hediye olarak şarap verirdi ki. Utana sıkına aktı şişe şarabı çıkarıp masanın üzerine koyduğumda Hozan hemen birini alıp Ahmet beyin yanına koştu.

"Ahmet amca bak bunu özellikle sana özel getirdim. Bu bizim oraların meşhur Süryani şarabı." Hozan, Ahmet beye şarabı tanıtırken ben ise bakır kapları açıp hepsini dikkatlice masanın üzerine dizdim.

Dikkatle beni izleyen topluluğa döndüm. "Bizim oraların meşhur şeylerinden birisi de bakır kaplardır. O yüzden bizde size bakır kap getirdik umarım beğenirsiniz."

Lâl haricindeki bütün kadınlar pazar malı gibi açtığım bakırlara ve sabunlara bakıyordu. Herkes beğendiğini alıp daha az beğendiğini ise erkeklere bırakıyordu.

Nil abla kucağına doldurduğu sabunlar ile mutfaktan çıkacakken Arkın tarafından ensesinden yakalanıp durduruldu. "Oha bütün sabunları kendine mi alıyon?"

 

Nil abla boğazını temizleyip süpheci bakışlar ile kendini süzen Arkın'a döndü. "Hayır canım ne alakası var? Ben sadece erimesinler diye bizim banyoya koyacaktım."

 

"Yani yalan söyleyeni gördümde senin gibisini görmedim. Bunca saattir yolda erimeyen sabunlar niye evde erisin ki?" Nil abla, Serdar'ın beklenmedik sorusu ile kaşlarını çattı.

"Size ne be aç köpekler ister bir tane alırım ister on tane alırım sonuçta gelinim getirmiş. Size ne?"

 

Gelinim mi? Gelin kimdi? Reyhan? Ben? Kendim olma ihtimalini bile kabul edemezdim. Alkan'ın yüzü kıpkırmızı olduğunda uyarıcı bir tonda, "abla." Diye seslendi.

Nil abla önce Alkan'a ardından bana bakıp tekrar Alkan'a döndü.

"Ay özür dilerim ablacığım vallahi ağzımdan kaçtı."

 

"Sus abla."

 

Nil abla, Alkan'ın sinirinden faydalanarak sabunları kendi banyosuna kaçırdı. Herkes beğendiği hediyelikleri alarak köşesine çekildiğinde salonda derin bir sohbet vardı. Benim ise uykum. Nil abla hediyeliklerden sonra herkese küçük birer atıştırmalık tabak ve çay dağıtmıştı. Atıştırmalıkları yerken çektiğimiz uzun yolculuğun yorgunluğu vurmuş ve beni mayıştırmıştı. Sürekli kapanan gözlerimi açık tutmaya çalışmak artık bir işkenceden farksız olmuştu. Reyhan, Nil abla, Efkâr ve Nas bir köşede sohbet ediyordu. Lâl en köşede Armanç ile sohbet ediyor. Timin geri kalanı, Ahmet bey ve Hozan'da gideceğimiz kamp hakkında konuşuyorlardı. Ağırlaşan göz kapaklarıma daha fazla dayanamadım kafam kendi omuzuma düştü.

 

 

𝔸𝕝𝕜𝕒𝕟 𝕊𝕠𝕪𝕜𝕒𝕟.

 

Zelal'in omuzuma düşen başı ile irkildim. Uyumuş muydu o?

Kucağında duran eline uzanıp hafifçe sıktım. "Zelal, uyuyor musun?"

Ses gelmediğinde uyuduğunu anladım. Geldiğinden beri oldukça bitkin görünüyordu. Göz ucuyla salona baktığımda herkes farklı kişilerle grup oluşturmuş sohbet ediyordu. Diğer yanımda oturan Lâl hafifçe koluma dokundu. Ona baktığımda ellerini hafifçe havaya kaldırdı. "Yorulmuş sanırım. Uyudu."

 

"Evet, sızdı." Dediğimde kısıkça kıkırdadı. Kolumun altına çektiğimde başını göğsüme yasladı. Kucağımdaki Sütlaç'ı sevmek için elini uzattığında Sütlaç eline saldırdı. Yüzündeki şaşkın ifade ile kafasını kaldırıp yüzüme baktı. Ellerini kaldırıp, "saldırdı." Omuz silktim. "Saldırabilir."

 

"Ama sen seviyorsun, hiçbir şey yapmıyor." Ellerini okuduktan hemen sonra yanıtladım. "Zelal ve Reyhan'ın iddalarına göre kendini benim dışımda hiçbir yabancıya sevdirmiyormuş."

 

"Yok artık. Köpek mi bu?"

 

Sütlaç'ın tüylü kafasını okşadım.

"Gördüğün gibi bir kedi."

Kıkırdayarak önüne döndüğünde ablamın bizi izlediğini fark ettim.

Göz kırparak kafa salladı.

Ne iş?

 

Omuz silkip Zelal'i işaret ettim. Lâl'den tarafta kalan elimi düz yapıp yanağıma yasladım. Uyudu.

 

Dizinde duran elini açtı. Kimsenin ona bakmadığını fark ettiğinde şehadet parmağı ile beni işaret etti.

Neden senin omuzunda.

 

Ablamla küçüklüğümüzden beri kalabalık ortamlarda küçük işaretler ile anlaşırdık. Onu deli edecek şey aklıma geldiğinde bana bakan biri var mı diye kontrol ettim. Yoktu.

Dizimdeki elimle annemi işaret ettim.

Ardından elimi nah işareti yaptım.

Ananın a...

 

Gözlerini kocaman açıp ardından kaşlarını çattı. Bu haline gülmemek elde değildi. Ellerini dizlerine vurarak ayaklandı. Önümde durduğunda saçlarımı çekti. Bunu yapmasından nefret ediyorum!

"Zelal" Elini Zelal'in yüzüne koyup yavaşça okşadı. Zelal gözlerini araladığında elinden tutup ayağa kaldırdı. "Hadi gel güzelim benim odamda biraz dinlen." Zelal kafasını sallayarak beline sarılan ablama yaslandı. Ne güzel uyuyordu kız ne diye rahatsız etmişti. Odada uyumak isteseydi söylerdi elbette.

 

Sinirle derin bir nefes verdiğim sırada Efkâr'ın telefonuna bir mesaj geldi.

Mesajın ardından acil çıkması gerektiğini söylemiş, bizlerle vedalaşıp acilen gitmişti.

Efkâr çıktıktan sonra ablamlar sofrayı kurmuştu. Reyhan, Zelal'i araba tutuşunu söylemiş ve yemeğe uyandırmamıza izin vermemişti.

Gece olduğunda ablam, Zelal'i uyandırmamış kızları ilk gece kendi evinde misafir etmişti. Hozan ile Sütlaç ise ablamların karşı dairesine yeni evlerine yerleşmişti.

 

Eve indiğimde soğuk bir duş alıp yatağıma yattım. Kısa sürede günün yorgunluğu sayesinde kendimi uykunun sıcak kollarına bıraktım.

 

 

 

𝔽ı𝕣𝕒𝕥 𝔸𝕝𝕥𝕒𝕟.

 

Saat gece yarısını geçtiğinde evden çıkıp buluşma noktasına geçtim.

Bir kaç dakika beklemenin ardından camları filmli bir araba tarafından alınmış toplantının yapılacağı asıl mekan olan. Güllü otel'e getirilmiştim.

Derin bir nefes alıp lobiye yürüdüm. Yalnızca ben ve ekibime kiralanan odanın anahtarını alarak asansöre bindim. On beş katlı bir otelin on beşinci katına çıkıp 216 numaralı odaya girdim. Odanın içinde gizli bir kapı daha vardı. Yatağın başlığının yaslı olduğu duvarın en köşesindeki küçük dolabı çektiğimde kapını kilidini açmak için dijital anahtar devreye girdi. Gerekli şifreyi girerek kapıyı açtığımda bilgisayarlar ile çevirili olan odada onları gördüm.

Hepsi buradaydı. Hepsi gelmişti.

Sağ baştan başlayarak hepsini süzdüm. En başta Zemheri vardı.

İkinci sırada ise Serçe. Gözlerindeki intikam hırsı yıllardır değişmemişti.

Hayata olan öfkesi ve kini hala kehribar gözlerinden dökülüyordu.

 

Üçüncü sırada Kurt vardı. Çatık kaşları ve dik duruşu hiç değişmemişti. Tek değişen şey dostunu kaybetmenin yorgunluğu ile koyu kahvelerine düşen hüzün ve saçlarına düşen yıldızlardı.

 

Dördüncü sırada ise görmeyi hiç beklemediğim bir isim duruyordu.

Safir... Alkan'ın yıllardır Efkâr adı ile tanıdığı intikam timinin bel kemiği olan Safir. Kolay kolay Ankara'dan çıkmazdı. Bu gün gelişi beni şaşırtmıştı. Beşinci sırada ise Laz vardı. Yeşil gözlerindeki hırs hâlâ ilk günkü gibi diri duruyordu.

Sarı saçlarına düşen yıldızlar, yüzünün sol tarafını kaplayan yara ile birleştiğinde ona tuhaf bir ürkütücü görüntü kazandırmıştı. Altıncı sırada Kulaksız vardı. Gençliğinde çıktığı bir operasyonda kulağına keleş mermisi girmişti. Aylarca bölgeye giden her ekibe kulağının parçasını bulurlarsa geri getirmelerini onun bir Türk evladının kulağı olduğunu ve o it sürüsüne bırakmamaları gerektiğini söylemişti. Tahmini bir beş ay kadar sonra bölgeye giden bir timin köpeği ağzında bir kulak parçası ile dönmüştü. Yarısından fazlasının eridiği kulağını güzelce yıkamış ve bir kavanoza koyup saklamıştı. Delinin tekiydi ama iyi adamdı. Kumral saçları pamuk gibi beyazlamıştı. Hilal bıyıkları ise hala kahverengiydi.

Yedinci ve son sırada ise Kör vardı.

Kod adının; Kör olmasının sebebi bir gözünü gerçekten kaybetmesiydi.

Gençliğinde esir düşmüştü ve sol gözüne kızgın yağ dökülmüştü.

Sol gözünün çevresindeki deride de ciddi bir iz kalmıştı.

 

Ve sekizinci sırada ise artık ben vardım. Ben Şahin. Yıllarca örgüte çalışmış Kuzgun ile tanıştığımda örgütten kurtularak doğru yolu bulmuştum. Uzun bir süre muhbirlik yapmıştım ardından askeri eğitim alarak timin istihbaratçısı olmuştum. Kuzgun'un intiharından sonra ise kısa bir süre timin yardımcı komutanı olarak görev yapmış ardından tim ile birlikte köşeme çekilmiştim. Uzun bir aradan sonra ise ilk kez yeni görev için birleşmiştik.

Boğazımı temizleyerek lafa girdim.

"Hoş geldiniz yaşlı kurtlar."

 

Evet bu odada bulunun herkes en az kırk yaşın üstüydü. Hep bir ağızdan, "hoş bulduk." Dediler ve herkes büyük dikdörtgen masanın etrafındaki yerini aldı. En başa en yaşlı ve en üst rütbede olan Zemheri oturdu. Zemheri nin soluna ise ben oturdum. İntikam timinin geri kalan üyeleride karışık bir şekilde oturdular. Hepimiz ellerimizi masanın üzerine koyup Zemheri'yi beklemeye başladık. Zemheri kolundaki saatte baktı. "Birazdan burada olur."

 

Kim birazdan burada olacaktı?

En önemlisi benim neden haberim yoktu?

 

"Kimi bekliyoruz Zemheri?" Diye sordum sinirden sıktığım diğerinin arasından. "Gelince göreceksiniz."

Sinir sağdan soldan gelmeye başladığında masadaki lerin yüzlerine baktım hepsi mikro bir ifade birşey bilmediklerini belli ettiler. Sadece bir kaç saniye sonra kilitli kapı açıldığında içeriye simsiyah kıyafetleri olan ağustos sıcağında kalın bir kapşonlu giymiş biri girdi. Yüzüne kadar indirdiği şapkası ve yerde olan bakışları yüzünden suratını göremiyorduk.

Masaya oturup şapkasını çıkardığında içinde yer yer beyaz tutamların olduğu siyah saçları yüzüne döküldü.

Kafasını kaldırdığında göz göze geldik.

 

Hassiktir!

 

Gördüğüm yüz ile dilimi yutmamış olmam mucizeydi. Karşımda yıllar önce şehit olmuş olan Arhan Soykan oturuyordu. Peki ama bu nasıl olmuştu? Yıllardır ölü bilinen bir adam nasıl olurdu da yıllar sonra kanlı canlı karşıma dikilebilirdi?

 

"Yok eşeğin siki!" Diye bağıran Kurt'u dinleyecek gibi değildim.

Hayatımın en büyük şoku karşımda oturuyordu. "Öncelikle selamınaleyküm İntikam timi. Ben Arhan Soykan. Bu gün rahmetli oğlum Asi Çakır Soykan'ın isteği üzerine yıllar sonra sizlerleyim."

 

"Ebenin amı! Öteki taraftan istek yapıp seçtiğimiz kişileri dirilte bileceğimizi niçin bana kimse söylemedi!" Kulaksızın sorusu ile Serçe kafasına bir tane patlattı.

"Ne isteği anasını satayım herif gebermemiş işte. Belli ki yıllarca kendini sakladı şimdi ise bok varmış gibi karşımıza dikildi ruh hastası."

 

"Senin burada ne işin var? Mezarda olman gerekmiyor mu?" Diye sordu Laz. Masadaki eli yumruk şeklini aldığında Zemheri olaya müdahale etti. "Sakin olun. Önce dinleyin."

Yanımdaki Kurt kulağıma eğildi.

"Biz bunun cenazesine gittik lan."

Biliyordum çünkü o cenazede bende vardım.

 

"Kapa çeneni!" Diye hafifçe yükseldim. "Bir açıklama bekliyoruz Zemheri." Elimi masaya vurarak öfkemi belirledim.

"Sakın ol Şahin. Arhan Soykan, Kuzgun istediği için şuan burada."

 

Sandalyesini iterek ayaklandı.

"Arhan yıllar önce Kuzgun'u korumak için kendini ölü gösterdi. Kuzgun, babasının ölümünden yaklaşık olarak bir yıl sonra gerçeği öğrendi. Babasının gizli durmasını ancak İntikam timi tekrardan sahaya döndüğünde bu timde bu kez kendi açığını kapatmak için babasının olmasını istedi."

 

"Arhan'ın yaşadığı kimse tarafından bilinmemeliydi. Yıllarca Amerika'da bir kasabada tek başına yaşadı. Çetin ne zaman ki Arhan'ın ölümüne inandı işte o zaman Arhan Türkiye topraklarına geri döndü. Şimdi ise yıllar önce yaptığını yapacak kendini kimseye göstermeden oğlu Alkan'ı koruyacak." Arhan'ın ölümü kafamda hep çelişkiliydi ama yaşayabileceğine hiç umudumda yoktu. Nasıl olmuştu da patlayan bir gemiden sağ çıkmıştı?

 

Benim aklımdaki sorular Köründe aklına takılmış olmalı ki Arhan'a döndü. "Sen nasıl o gemiden hiç zede almadan kurtuldun?" Arhan'ın yüzüne yorgun bir tebessüm yayıldı.

"Zede almadığımı sana söyleyen kim?" Üzerindeki kapşonluyu çıkarıp kenara attı. Tişörtünü sıyırdığında sırtının sağ tarafında omuzundan başlayıp kalçasına kadar inen bir ameliyat izi vardı. Yanık izleri ise cabasıydı.

 

İçeri girdiğinde faretmemiştim ama sağ bacağında ciddi bir aksama vardı.

"Vücutuma sayısız platin ler yerleştirildi. Ayakta zor duruyorum.

Aileme zarar gelmesin diye yaklaşamıyorum. Söylesene kör hiç zede almamış mıyım?"

 

Kendini gürültülü bir şekilde sandalyeye geri bıraktığında masadaki herkes sus pus olmuştu.

Arhan'a ne kadar kızsamda hak veriyordum. Kim bilir kaç yıldır çocuklarına hasretti.

"Başka sorunuz yoksa asıl işimize geçelim." Dik durmak için konuyu kapatmaya çalışıyordu. Yüzüme bakan Serçe'ye sakin olması için kaşlarımı çattığımda Zemheri neden burada olduğumuz hakkında bize bilgi vermeye başladı.

 

Dev ekrana Alkan ve Zelal'in fotorafları yansıdığında Arhan'ın gözünden süzülen bir damla aklar düşmüş siyah sakallarına süzüldü.

İntikam timi yeniden kuruluyordu.

Bu kez bir kişi eksikti ama masada evladının yerini doldurmaya çalışan bir baba vardı. Hepimiz Arhan'a kızsakta time girmesini Kuzgun istediği için hiçbirimiz sesimizi çıkarmadık.

 

Zemheri herkesin bu gece dinlenmesi gerektiğini yarın ise Kuzgun'un bize asıl planı bir video ile anlatacağını söyleyerek çıkıp gitmişti.

Diğerleride odadan çıktığında Arhan ile yalnız kaldık.

 

Ayaklanıp odadan çıkmaya meyil ettiğimde kolumu tutu.

"Beni anlıyorsun diymi Şahin."

Kömür karası harelerine baktığımda tek görebildiğim yaslı bir babanın çektiği tarifsiz acıydı. "Anlıyorum.ama sana bir o kadar da kızıyorum. Senden tek bir isteğim var Arhan. Sakın hırslarına yenilip çocuklarımıza bir şey olmasına izin verme. Çünkü bu kez boğzına bizzat ben yapışırım." Kolumu elinden kurtarıp odadan çıktım. On beş yıllık operasyonun en zor dönemine girmiş bulunuyorduk.

Yaptığımız tek bir hata çocuklarımızın canlarına sebeb olcaktı.

 

𝔸𝕝𝕜𝕒𝕟 𝕊𝕠𝕪𝕜𝕒𝕟.

 

Sabah saatlerinde uyanmış ablamların evinde kahvaltı yapmış şimdi ise çocuklar için alışverişe çıkıyorduk. Benim arabanın şöför koltuğunda Serdar sağ koltuğunda ben arka koltukta ise kızlar oturuyordu.

 

Bir önümüzdeki arabada ise Kaya, Başak, Hozan ve ablam vardı.

 

Arkamızdaki arabada ise Arkın, Atahan ve Armanç vardı.

 

Çalan sarkıyı değiştirip tekrardan Mardin kapısından atlayamadım şarkısını açan Serdar'ı dövmeme ise ramak kalmıştı. Piç dakikalardır aynı şarkıyı açıyor imalı imalı gülerek arabayı sürüyordu. Şöför koltuğuna geçmek istemesinden bir bok yiyeceğini anlamalıydım. "Sıkılmadın mı oğlum aynı şarkıdan?" Diye sordum dişlerimi sıkarken. Omuz silkti "sıkılmadım." Ama ben sıkılmıştım her şeyden önce kızarmaya başlamıştım. Dikiz aynasından Reyhan'ın, Zelal'in kolunu mıncırarak güldüğünü gördüm.

Serdar'ın bana yaptığını o'da Zelal'e yapıyordu. Zelal ise ya gerçekten anlamıyordu yada salağa yatıyordu.

Reyhan kıkırdayarak arkasına yaslandığında uzanıp şarkıyı değiştirdim. Saçma sapan bir Ankara havası çalmaya başladığında derin bir nefes aldım. Mardin'li şarkilardan iyidir. Sabah kahvaltısından beri imalı bakışlar, Zelal'e, beni övmeleri utancımdan artık kızarmayı geçmiş morarma ya başlamıştım.

 

Bir kaç dakikalık yolculuğun ardından kızılay meydanına gelmiştik. Arabadan indiğimizde Serdar, "yengem" Diyerek Zelal'i kolunun altına çekmişti. Bunların yenge hevesi beni öldürecekti.

Arkın ve Reyhan çok iyi anlaşmışlardı. Sabahtan beri fısır fısır konuşup gülüşüyorlardı. Kim hakkında konuştuklarını ise anlamamak için salak olmak gerekirdi. Ablam telefonla konuşarak arabadan indi. "Sılacığım biz tam meydandayız sen neredesin tam olarak." Etrafına bakındı. Sıla kimdi şimdi ya? "Ha gördüm sılacığım. Bak el sallıyorum. Yanımda yalı kazığı gibi dikilen kardeşim var." Göz devirdim bana sataşmasa olmazdı diymi?

 

Kalabalığın arasından uzun saçlı bir kızın el sallayarak yanımıza koştuğunu gördüm. Hafif kavruk bir teni vardı. Boyu neredeyse Zelal'e eşitti. Yanımıza geldiğinde ablamla sarıldılar. "Kız hiç gözükmüyorsun nerelerdesin?"

 

Dağınık düz saçlarını toplayıp dağınık bir topuz yaptı. "Nerelerde olayım abla babam tarafından sürgün edildim. Sizin kampanyayı duyunca babama yalvar yakar dönmek için zor izin aldım." Ablam gülümseyip bize döndü. "Sizi tanıştırmayı unuttum. Sıla Ebrar Baltacı Ankara başsavcısı Nail Baltacının kızı oluyor kendisi. Sizinle birlikte Hakkari'ye gelecek."

 

Reyhan ile kol kola olan Arkın, Reyhan'ın kulağına eğildi.

"Babasını hiç sevmem, bunuda sevmedim."

Reyhan kısık tutmaya çalıştığı sesi ile, "neden?"

 

"Babası yüzünden bir süre ihraç edilmiştim."

 

"Tamamda neden?"

 

"Yahu neden olacak başka bir savcının burnunu çatlatmıştımda o yüzden. Ama ben haklıydım."

 

Bölüm sonu...

 

Aslında sahnenin müthiş bir devamı vardı ama bölüm gereksiz uzun olacaktı. Bu sebepten burada bölümü bitiriyorum haftaya görüşmek üzere.

 

 

Loading...
0%