@zezeizim
|
Yeni bölümden selamlar. 👋
Satır arası yorumlarda buluşalım beğenmeyi unutmayın. 💜
Bölümü düzenleme fırsatı bulamadım yazım hataları varsa affola.
Alkan Soykan.
Evimin salonuna girdiğimde bütün timin ve ablam haricinde kızların hepsini burada görmeyi beklemiyordum. Salonun kapısında durup yüzümü ekşitmeden edemedim. Ev mahalle teyzeleri'nin günü gibiydi. Eline tabak ve çay alan koltuğa yere ve sandalyelere yayılmıştı. "Hepiniz niye geldiniz lan?" Dediğimde Armanç ağzına tıkıştırdığı kekle dolu dolu konuştu, "Nilay annemizi görmeye geldik."
Yüzümde midem bulanıyormuş gibi bir ifade ile, "sanki daha çok tıkınmaya gelmişsiniz gibi." Dediğimde annem gözlerini belerterek uyarı bakışlarını attı.
Annemin yanında oturan Kaya bütün bir poğaçayı ağzına tıkıştırıp su bardağındaki çayını tek seferde içti.
Bardağı yanında oturan Başak'ın önüne gürültülü bir şekilde bıraktığında Başak göz devirdi.
Bu hareket Kaya'ya göre, çay koy. Demekti. Başak eline aldığı boş bardakla birlikte çatık kaşlar eşliğinde mutfağa geçti. Bakışlarımla Başak'ı takip ederken mutfak masasında oturan Efkar'ı görmeyi beklemiyordum. Şaşkın bakışlarımı fark eden Efkâr, "ne bakıyon?" Diye bir tepki verdi. "Senin burada ne işin var?"
Göz devirip kaşları ile annemi işaret etti. "Seni görmeye değil, anneciğini görmeye geldim. Kazık gibi dikilme git otur." Elindeki sarmayı ağzına tıkıp rakısına uzandı. Efkâr'ı alkol dışında birşey içerken görmek neredeyse imkansızdı. Başak çay doldurduğu bardağı Kaya'nın önüne sertçe bırakıp, "tek dikişte içersen vururum seni." Diye tehditte bulundu.
Kaya'nın bu tehditten ne kadar etkilendiği tartışılır tabi.
Bana en yakın tekli koltukta oturan Nazlı annenin ayağının dibine oturdum. Oturmamla kapının çalması bir olmuştu. Nas kapıyı açmak için kalkacağı sırada annem heyecanla ayaklandı. "Sen otur kızım ben açarım." Seke seke kapıya koştu. Kapının açılma sesi geldiğinde ablamın "anne?" Diyen şaşkın sesi duyuldu. Bu sırada Kaya elindeki çayı tek seferde Başak'a bakarak içtiğinde Başak, Kaya'nın alnına dökülen saç tutamlarına yapışıp çekmeye başladı.
"Ben, sana demedim mi tek dikişte içme diye!" Kaya saçlarını Başak'tan kurtarmaya çalışıyordu. Ortamdaki herkes sesli kahkahalar atmaya başladı. Başak ve Kaya'nın her zamanki haliydi bu durumlar.
"Çay istedik, canını istemedik ya!"
"Çay falan isteme! Elin ayağın tutuyor kalk kendin al!" Başak, Kaya'nın saçlarına biraz daha asıldığında kendini yan tarafa yani Atahan'ın üzerine doğru yıktı. Kaya'yı ise üzerine çekiyordu. "Ben, senden büyüğüm köpek. Bana saygı göstermek zorundasın." Kaya tamamen Başak'ın üzerine düşmüştü. Aslında kendini Başak'tan kurtarmak Kaya için çokta zor değildi. İstese saniyeler içinde Başak'tan kurtulurdu ama Başak'ın canını yakmak istemiyordu. "Senin yüzünden kıçım beş dakika yer görmüyor! Demlik demlik çay içiyorsun." Atahan elindeki tabağı Başak'ın siyah saçlarından kaçırmaya çalışıyordu ama üzerine neredeyse yatmış olan Başak pekte yardımcı olmuyordu.
"Bağırma kulağımın dibinde! Saçımıda bozdun zaten. Bırak sıçarım bacağına." Başak bir elini Kaya'nın saçından çekip bozkurt bıyıklarına attı. Bu hareket Kaya'yı sinir etmek için gayet yeterliydi. "Şimdi sıçtım ağzına! Vatan haini!" Kaya elini Başak'ın saç diplerine atıp yere doğru çekmeye başladı. Başak bağırmaya başladığında Atahan göz devirdi.
Bir eliyle tabağını havaya kaldırırken diğer elinin avuç içini Başak'ın kafasına yaslayıp itekledi. "Başak başka tarafa yıkılın saçların tabağıma giriyor." Başak, Kaya'nın bıyığını çektiği elini Kaya'dan kurtarıp Atahan'ın omzuna vurdu. "Sus be!"
Atahan tiksinti dolu bir ifade ile düğüm olmuş gibi gözüken Kaya ve Başak'ı iteleyip yere düşmelerini sağladı. "Şurada iki tatlı yiyelim dedik kafasını tabağa sokuyor salak." Hiçbir şey olamamış gibi tatlısını yemeye başladı. "İyi akşamlar millet" Ablam neşeli bir şekilde salon kapısından girdiğinde hızla yüzünü ekşitti.
"Gene mi kavga ediyor bunlar?" Diye soran ablama yanıt Serdar'dan geldi. "Soru yanlış, doğrusu bunların kavga etmediği bir zaman dilimi var mı? Olacaktı."
"Haklısın." Ablam üçlü koltukta oturan Armanç ve Serdar'a yöneldi. "İkinizden biri kalksın büyüğünüz geldi." Serdar, ablamı zerre umursamadı. Armanç garibim yavru köpek bakışları eşliğinde oturduğu koltuktan kalkıp sandalyeler de oturan Lâl ve Nas'ın başına dikildi.
Ablamı taklit ederek "kızlar kalkın büyüğünüz geldi." Dedi. Lâl duymamış gibi yaparak çayını yudumladı. Nas ise sadece dudaklarını oynatarak kimse görmeden "siktir git." Dedi. Oturacak yer bulamayan zavallı Armanç salonun tam ortasına dilenci oturuşu yapmayı seçti. Bu sırada kavga etmeyi bırakan Kaya ve Başak ise bozulan saçlarını düzeltmekle uğraşıyorlardı.
Annem elinde küçük bir tepsiyle kıvırta kıvırta salondan içeri girdi. Elindeki tepsiyi ablama uzattı.
E bana yok muydu? "Al annem açsındır." Ablam, annemin elindeki tepsiyi alıp uzaktan bir öpücük gönderdi. "Seviyorum seni anam kadınısı." Gibi saçma bir cümle kurdu.
Annem kıkırdayarak yerine geçip oturdu. "La bebe sen niye beni aradın?" Arkın'dan gelen sesle kısa bir süre kalabalık salonda Arkın'ı aradım.
"Burdayım bebe." Lâl'in sandalyesi nin yanında yere çökerek oturmuş cam ve Lâl'in arasında kalmıştı.
Umursamazca, "çocuklar için olan alışveriş için kızlar, bizi bekleyin dediler. O yüzden aradım. Benden habersiz alışverişe gitmeyin."
"Zaten benim alışverişe gidecek vaktimde olmadı. Verdiğin dosyaları tamamladım anca."
"Tamam çayını bitir şu dosyanın detaylarını aktar bana." Dosya diye şifrelediği şey abimin evinden çıkan kasaydı. Aylardır hâlâ kasayı açmayı başaramamıştık. Kasanın donanımı çok fazlaydı. Arkın bardağın dibinde kalan çayı bitirip ayağa kalktı. Dikkat çekmek istemediğimiz için timin geri kalanı salonda kaldı. Arkın'la birlikte yatak odama girdik. Arkın'ın neşeli yüzü ciddiyete büründüğünde bir terslik olduğunu anladım. "Yine iyi haber yok sanırım." Dediğimde Arkın huzursuzca çenesini ovuşturdu.
"Berbat haberlerim var kardeşim."
Cebinden bir USB çıkarıp yatağa oturdu. "Bu kez görüntülerde yalnızca Çakır soykan yok. Ayla Soykan'da var."
Beynimin içinde bir uğultu oluştu sanki. Görüntülerin içeriğini bilmiyordum ama umarım yalnızca işkence videosudur diye geçirdim içimden. "Görüntüleri nereden buldun?"
"MİT'te Akrep diye bir adam var. Kuzgun'u birebir de tanımıyor ama namını çok duymuş. Yasin olaydan bahsedince dosyayı almayı kabul etmiş. Son bir aydır dosyayla ilgili araştırma yaptırıyormuş. Biz görevdeyken Akrep dedikleri adam Kuzgun'un daha önce görev aldığı bölgeleri araştırmaya başlamış."
Huzursuzca yerinde kıpırdandı.
"Diyarbakır'da Kuzgun'un kaldığı eski bir gecekondu varmış. Arama için oraya gittiklerinde," Birden duraksaması hoşuma gitmemişti.
Arkın gözlerini kaçırdığında ciddi bir sorun olduğunu anladım."
"Devam et Arkın." Dedim sıktığım dişlerimin arasından.
"Evde insan... Evde insan kemikleri ve, " Derin bir nefes aldı. Sanki boğazını sıkan bir şey vardı.
"İnsan kemikleri ve Ayla Soykan'a ait eşyalar ve kanlı giysiler bulunmuş." Sanki o an kalbim ve beynimde bir patlama oldu. Bedenim kaskatı oldu bir anda sanki bir taşa dönüşmüştüm.
Arkın oturduğu yer ateşten bir tahtmış gibi huzursuzca ayağa kalkıp odanın içinde gezinmeye başladı. Söylemek istediği bir şeyler daha vardı ama zorlanıyordu.
"Evin bir odası tamamen Ayla Soykan'ın fotorafları ile doluymuş. İnceleme sırasında bu USB bulunmuş." Elindeki USB'yi hafifçe havaya kaldırdı. "İçeriği ne?"
"Sandığın gibi bir şey yok." Elimi USB'ye usattığımda elini geri çekti.
"Bu gün bakma be kardeşim."
"Ver şunu."
"En azından şimdi değil Alkan. Bak içeride Nilay anne var. Herkes içeride, ne olur kardeşim şimdi değil." Arkın normalde böyle bir tepki verecek adam değildi. Umursamaz ve neşeliydi. Üzüntüsü başka biri gülene kadardı mesela ama şuan gergindi ve görüntülere bakmamı istemiyordu.
Kabul etmekten başka şansım yok gibiydi. "Öyle olsun." Diye mırıldanıp odadan çıktım. Salona girdiğimde herkes kendi arasında başka bir şey konuşuyordu. Kaya balkona çıkmış sinirli bir ifade ile telefonda konuşuyor. Başak zorla Atahan'a bir şeyler anlatıyor, Atahan ise bıkkın bıkkın Başak'a bakıyordu. Annem heyecanla getirdiği çantasını karıştıp ördüğü kazakları çıkardı. "Nazlıcım, bak bunları yeni ördüm." Elindeki sarı renkli kazağı çekiştirerek örgü şekillerini anlatmaya başladı. "Bak bunu dün gece yolda gelirken ördüm." Nazlı anne kazağı eline alıp çekiştirmeye başladı. "Nilay bu tığ işi dimi?"
"Evet, bak bunu şişle gelmeden bir gece önce ördüm."
"Ay ikiside birbirinden güzel olmuş arkadaşım bayıldım."
Bir anlığına sarı kazağı Zelal'in üzerinde hayal etmeden edemedim.
Ablam eline aldığı sarı kazağı incelerken, "anne bu hanım dilendi bey beğendi örgüsü dimi?" Diye sordu. Annem, ablamı onaylayıp bir şeyler anlatmaya başladığı sırada Kaya balkondan içeri girdi. Hayırdır. Der gibi kafa işareti yaptım.
Sonra kınuşuruz gibi bir hareket yaptı. Kafa sallayıp koltuğa oturdum.
Nas ellerini çarpıp "eee ne yapıyoruz bu gün." Diye bağırdı.
Annem, "benim bir yere gidecek halim yok. siz gençler olarak gidin gezin." Dedi.
Nazlı teyzede, annemle aynı fikirdeydi. "Ben yorgunum gidemem bir yere." Dedi Armanç.
Aslında benimde pek enerjim yoktu.
Görevden dün gece dönmüştük ve henüz dinlenememiştik.
"Sen gelme o zaman Armo." Dedi Nas.
"Ne demek sen gelme? Bende gelcem."
"Yorgunum dedin ya gerizekalı. Salak ya." Nas göz devirdi. Bana döndü. Ellerini çenesinin altında birleştirip yavru köpek bakışları atmaya başladı.
"Alkan abim, ne olur dışarı çıkalım lütfen." Umursamazca omuz silkip, "hiç moodum da değilim." Dedim.
"Başak, Alkan abim leri ikna et."
Başak, Atakan'a döndü. "Atahan, Alkan'ı ikna et gezmeye gidelim."
"Siz gidin. Ben gelmiyorum."
Atakan'dan istedikleri tepkiyi alamadıklarında Nas, Lâl ve Başak, Kaya'nın dibine kadar girdiler.
"Kaya abim... " Nas, Kaya'ya yapışıkça sarıldığında Kaya avuç içini Nas'ın kafasına yaslayıp itekledi. "Git git. Bana yanaşmayın yalaka ordusu."
Lâl, Kaya'nın isyanını umursamayarak kafasını tutup kendine çekti. Kafasına sarılmaya başladı. Bu onun dilinde bir şeyi çok istemek anlamına geliyordu.
Kaya kafasına yağışan Lâl'i bıkkınca ittirdi. "Yalaka."
"Ata, al şu bacını kafamdan."
Atahan göz ucuyla Kaya'nın kafasına kuala gibi yapışan kız kardeşine baktı. Ardından umursamaca koltuğa yayıldı. Lâl, Kaya'nın kafasına, Nas koluna, Başak ise eline yapışmıştı.
"Defolun! Hemen." Diye bıkkınca söylendi Kaya. "Hadi abi ya n'olur azıcık gezsek." Diye çıkıştı Nas.
"Ağzınıza sıçmama son on saniye haberiniz olsun."
"Kaya ne mızıkçı adamsın hadi be!" Başak, Kaya'nın koluna bir şamar attı.
"Niye gidip Serdar yada Arkın'a yalvar muyorsunuz?" Cevap gecıkmedi "çünkü onları nereye çağırsak geliyorlar." Haklılardı genelde uyumsuzluk yapan kişiler Kaya, Atahan ve bendim.
Kaya'yı bırakan Nas, "meselâ iki ay önce sırf biz istiyoruz diye Arkın abim, bizi pavyona bile götürdü." Diye bağırdı. Tüm bakışlar Arkın'a dönerken salonu derin bir sessizlik kapladı. Arkın sesli bir şekilde yutkunduğunda Serdar'dan, "ne?" Diye bir ses yükseldi. Ardından "nasıl bensiz pavyona gidersiniz? Bir daha benimle konuşmayın." Diye bir isyanda bulundu. Sanki tek sorun buydu. Salonda şaşırmayan tek bir kişi vardı. O kişi ablamdı. "Çenenin bağına sıçayım senin Nas" Diye mırıldandı Arkın.
Atahan yayıldığı koltuktan usulca doğruldu. "Yorgunluktan hayal mi görüp duyuyorum yoksa daha demin Nas'ın söylediği şey gerçek mi?"
Arkın, ablama kısa bir bakış attığında ablam tehditkar bir şekilde gözlerini kıstı. "Evet gittik. Hattâ Nil'de, bizimleydi."
Ablam gayet rahat bir şekilde geriye yaslandı ve "ben çok sonradan katıldım." Dedi. "Ayrıca Efkâr'da vardı." Ablam eliyle Efkâr'ı gösterdiğinde Efkâr, "ben otuz dokuz yaşında, bekar bir kadınım. Kimseye hesap vermek zorunda değilim." Diyerek kendini savundu.
Armanç çok önemli bir şey söyleyecekmiş gibi Nas'ın yanına yaklaştı. "Beni neden çağırmadınız?" Diye sordu sessizce. "Serdar abi ve sen uyuyordunuz o yüzden bizde çağırmadık bir dahaki sefere sende gelirsin." Delirmek üzere olan Atahan daha fazla dayanamamış olacak ki "lan konumuz bu mu?" Diye çıkıştı.
Ata'nın öfkesinden nasibini ilk alan kişi olmak Armanç'ı germiş olacak ki "sadece merak ettim." Diye mırıldandı. "Sokarım lan merakına! Kim kim gittiniz pavyona?" Nas, Ata'nın kendisine doğru yürümesinden hafif tırstığı için Kaya'nın arkasına saklanıp soruyu cevapladı. "Arkın abi, ben, Lâl, Nil abla ve Efkâr."
"Fikir kimden çıktı?"
"Neden sorduğuna göre değişkenlik gösterebilir." Diye mırıldandı Nas.
Atahan sinirden kudurmuş bir şekilde parmaklarını saçlarına geçirip çekiştirdi. "Hanginizin çenesini kırmam gerektiğini öğrenmek için." Bakışları masum masum koltukta oturan Lâl'e döndü. "Yada ellerini." Diye devam ettirdi cümlesini.
Nas'ın yutkunma sesi bana kadar ulaşmıştı. Belli ki fikir ondan çıkmıştı.
Arkın, kızları kurtarmak adına kendini ortaya attı. "La bebe ben vardım yanlarında ben. Zaten iki saat durduk çıktık. Ben içki bile içmedim."
Ablam elini kaldırıp parmaklarını şıklattı, "doğru söylüyor."
Efkâr'da, Arkın'ın doğru söylediğine katılınca daha fazla huzursuzluk çıkmasın diye araya girdim. "Atahan, tamam gitme üzerlerine olan olmuş bir kere." Atahan'ın öfkeli bakışları bir anda bana döndüğünde yutkunma dan edemedim. Kırmızı görmüş boğa gibi bakıyordu. "Ne demek üstlerine gitme Alkan. Pezevenk olucak bunlar bizim başımıza." Diye bağırdı.
Ablamın öyle olduğuna dâir şüphelerim olsada ortamı germek istemedim. Benim ardımdan Kaya, Lâl ve Nas'ı kolunun altına aldı.
"Efkâr, hadi senin mekana geçelim." Dedi. Efkâr hızla ayağa kalkıp kapıya doğru yürüyen Kaya ve kızları takip etmeye başladı. "Beni bekleyin." Diye seslendi ablam. Annemin ve Nazlı annenin yanaklarına sulu birer öpücük bırakıp kaçar gibi diğerlerinin peşine koştu. "Ne bekliyonuz hadi bizde gidelim." Dedi Başak. Kafa sallayıp Arkın'la birlikte salondan çıktık. Ayakkabılarımı giymek için eğildiğim sırada Limon hanım sırtıma çıktı. Sanırım o'da meyhaneye gelmek istiyordu. Bir baba olarak hızlıca düşünüp evladımı evde tek bırakmanın doğru olmadığına karar vererek kucakladım kendisini.
"Babası kurban olsun." Küçük kafasına ard arda öpücükler bırakıp patilerini de öptüm. Evlat sevgisi gerçekten bambaşka bir şeydi. Canım evladımla birlikte binadan çıktığımızda Kaya uzaklaşmış telefonda konuşuyor ablam, Efkâr ve Nas ise kavga ediyordu. "Benim araba ile gidelim." Dedim Arkına dönüp.
"Olur." Dediğinde arabama doğru yürürken cebindeki telefonum titredi. Kucağımdaki Limon'u tek elimle sabitleyip telefonumu çıkardım.
Zelal, yola çıktıklarına dâir bir mesaj göndermişti. Saatte baktığımda 21:30 olduğunu gördüm. Anlaşılan biraz erken yola çıkmışlardı. Zelal'den bir mesaj daha geldi.
Zelal: Hozan'da bizimle geliyor bir sorun olmaz diymi? 🤔
Hayır olmaz. Hayırlı yolculuklar. Bir sıkıntı olursa ara mutlaka. 🙂
Zelal: tamamdır. Teşekkürler.🤗
Hozan süpriz misafirimizdi ama sorun yoktu. İyi ve sevimli bir çocuktu açıkcası kızlarla geliyor olması hoşuma gitmişti.
Sağ elimi cebime sokup anahtarı aradım ama yoktu. Limon'u sağ tarafıma geçirip sol cebime baktım yine yoktu. Olsa şaşardım zaten.
Limon'u, Arkın'a uzattım. "Sen, Limon'u tut ben anahtarı alıp geleceğim." Arkın iki elini Limon'u koltuk altlarına koyarak havaya kaldırdı. Bir çocuk gibi atıp geri yakaladı Limon zerre rahatsız olmadı. Bu şekilde sevilmeye alışmıştı. Ama Arkın patisini ısırınca boşta kalan patisiyle Arkın'ı güzelce tokatladı.
"Adam gibi dur bebe. Kedi dediğin amcasını tokatlar mı? Ne kadar ayıp ya." Damağını şıklatarak Limon'u kınayan Arkın'a gülerek arkamda kalan binaya koştum. Bina kapısından çıkmakmak üzere olan Armanç'ı yakaladım. "Git yukarıdan benim arabanın anahtarını al gel." Dediğimde Arkın'ın yüzü düştü. "Timin en küçüğü olmaktan daha zor ne var ki?"
Cevabım her zaman hazırdı. "Tim komutanı olmak."
"Ama bu sayılmaz ki"
"Niye sayılmıyormuş Angus. Sizin gibi mal sürüsüyle uğraşmak kolay mı?"
"Aşk olsun komutanım alınıyorum ama."
Ensesine bir tane çaktım. "Alınırsan alın çokta umurumdaydı."
Bir şey söyleyecekti ki izin vermeden konuştum. "Anahtarı al gel."
Oflaya oflaya arkasını dönüp merdivenleri tırmanmaya başladığı sırada merdivenlerden kavga ederek Atahan, Başak ve Serdar inmeye başladı. "Atahan!" Diye biz bir sesle cırladı Başak. "Sus be sus!" Diye karşılık verdi Atahan ve Serdar ikisinin yanından koşarak aşağı inmeye başladı. Kapıda bekleyen beni görünce kolumdan tutup kenara çekti.
"Aklın varsa kaç. Başak kudurdu."
"Niye lan ne oldu?"
"Atahan salağı kedinin pis kumunu yanlışlıkla Başak'ın üzerine döktü. Kaç Alkan. Kaç!"
Arabanın anahtarını siktir ederek tekrardan bizimkilerin yanına koştum. Kaya telefonu kapatmış kızları arabaya bindiriyordu. Koştuğumu görünce şaşkınca bana döndü. "Ne oldu lan?"
"Başak kudurmuş. Binin arabalara hemen kaçalım." Diye bağırdım.
Efkâr hızla kendi arabasına binip kaçar gibi mahalleden çıkış yaptı.
Kaya'da, Efkâr'ı takip edip gitti. Arkın, benim arabanın gecikeceğini anladığında kendi arabasının anahtarını çıkarıp bana attı.
Havada bana doğru süzülen anahtarı yakalayıp arabayı açtım.
Arkın, kucağında tuttuğu Limon'la birlikte arabanın sağ koltuğuna bindi. Bende bindiğimde hızla arabayı çalıştırdım. "Ne olmuş?" Diye soran Arkın'a, "Atahan, Başak'ın üzerine pis kedi kumu atmış." Arkın dehşette düşmüş gibi bakarken binadan sesli bir şekilde kavga eden Atahan ve Başak ikilisi çıktı. Başak eline aldığı pis kedi kumunu Atahan'ın üzerine doğru attığında Atahan çevik bir hareketle gelen kumdan kurtuldu. Bu ikilinin kavgaları hiç çekilmiyordu.
Daha fazla oyalanmadan Efkâr'ın mekanına doğru yola çıktık.
ℤ𝕖𝕝𝕒𝕝 𝔸𝕜𝕥𝕒𝕟.
"Reyhan, Allah aşkına şu şarkıyı ya kapat yada kıs. Yeter ya!" Reyhan arka koltukta isyan eden Hozan'ı tabikide umursamadı. Hattâ tam tersini yaparak şarkının sesini biraz daha açarak bir elini havaya kaldırıp kıvırtmaya başladı. "Biz sırf sen seviyorsun diye on iki saat sürecek bir yolculuk boyunca Tarık Mengüç dinlemek zorunda mıyız?" Reyhan arka koltukta sinir harbi geçiren Hozan'a göz devirip, "evet." Dediğinde Hozan sinirden kendi bacağını yumruklu yordu.
Hozan'ın yanında uyumakta olan Sütlaç bu durumdan rahatsız olmuş olacak ki tırnaklarını Hozan'ın koluna geçirdi. "Lan! Manyak kedi." Zavallı Hozan arka koltukta hem çantalar hemde Sütlaç ile cebelleşiyordu.
Radyodan Tarık mengüç "iki yüzlüler" Diye bağırıyor arkadan Hozan geldiğine şimdiden pişman olduğunu belli edecek şekilde isyanlarda bulunuyordu. Reyhan keyifli keyifli şarkıya eşlik ediyor ve arabayı kullanıyor benim ise gözlerim kapanıyordu. Kafamı arabanın camına yaslayarak gözlerimi kapattım. Tam derin bir uykuya dalıyordum ki Hozan'ın, "Zelal!" Diye bağırması ile sıçradım. "Ne oldu?" Omuzumun üzerinden arkama bakmaya çalıltığımda gördüğüm manzara beni şaşırtmadı. Sütlaç, Hozan'ın kolunu patileri ile tutmuş parmaklarını ısırıyordu.
"Sütlaç!" Diye bağırdığımda Hozan'ı bırakarak kucağıma atladı. "Karaktersiz kedi." Diye mırıldandı Hozan. Sütlaç ise ona tıslayarak kendini kucağıma yerleştirmeye çalıştı. Evet, araba yolculuklarında Sütlaç'ı taşıma çantasın koymam gerektiğini biliyorum ama ne zaman o çantaya girse işkence görüyor gibi bağırıyor ve işiyordu. Çantadan çıkardığımda uslu uslu oturuyor yada uyuyordu. Reyhan kısık kısık Hozan ve Sütlaç'a güldüğünde Hozan kafasına ufak bir şaplak attı.
"Gülme lan."
"Sus lan köpek"
"Sensin köpek, ben senden büyüğüm."
"Hozan atarım seni arabadan."
"Susarsanız uyuyacağım." Diye çıkıştım. Hozan arkadan doğru bir anda saçlarıma yapıştı.
"Ciguli, Allah için uyuma. N'olur."
Saçlarımı Hozan'dan kurtarmak için dönüp bir tokat patlattım.
Acıyla inleyen Hozan hızla benden uzaklaştı. "Sen ne lânet bir kadın olmaya başladın lan."
Omuz silktim "çekmeseydin saçımı banane." Hozan göz devirip arkasına yaslandığında bu kez radyodan Sertab Erener'in, "olsun" Şarkısının sesi yayıldı.
Hozan rahat bir nefes alarak arkasına yaslandı. Reyhan sessiz mırıltılarla şarkıya eşlik ederken, bende kafamı cama yasladım ve akan yolu seyretmeye başladığımda Sütlaç uzunlamaya göğüsüne yattı. Bacakları kasıklarımın üzerinde ön patileri ise göğsüme yaslıydı. Yüzüme yorgun bir tebessüm yerleştiğinde sol elim Sütlaç'ı destekliyor, sağ elim ise uzun tüylerini okşuyordu.
"Alırım başımı, başım bir deli nehir" Sertab Erener'in sesi yükseldiğinde Reyhan uzanıp sesi fulledi. Arabada yankılanan tek ses Sertab Erener'in sesiydi.
"Silerim yaşımı, siler ismimi şehir
Kestirir saçımı, kendimi avuturum
Bi' gülü kurutur, kurursa unuturum"
Kısık bir ses ile ezbere bildiğim şarkının en güzel kısmına eşlik etmeye başladım.
"Bi' mektup yazarım yokluğundan da ağır
Bi' kedi alırım, sen de anneni çağır
Ellerin aklımda, sevdan kalbimde kalır
Hep hüsran, hep kahır, söyle artık, olsun"
Göğsümde yatan Sütlaç sanki bana eşlik ediyor gibi mırlıyordu. Şarkı bittiğinde başka bir şarkı başladı. Gözlerim ağırlıkla kapandı. Ne zaman arabaya binsem uykum geliyordu.
Radyoda Kara Tren türküsü çalmaya başladığında gözlerimi kapatıp eşlik etmeye başladım. Bu türküyü ilk O'nun sesinden dinlemiştim. Kapalı gözlerimin önüne o günkü hali gelince bana ait olmayan kalbim derinden sızladı.
***
Zelal kolundaki asılı serum ve direği ile hastane koridorunda dolaşıyordu. Annesi Ferda hanım hemşire olduğu için her zaman kızının yanında duramıyordu. Zelal ise ağrısı olmadığı zamanlarda kolunda serumu elinde hiç bırakmadığı peluş kedisi ile hastanenin koridorlarında turluyor, hasta yakınlarının yanına gidip onlarla sohbet ediyor konuşması bittiğinde ise geçmiş olsun diliyor ve yanlarından uzaklaşıyordu. Yine her zaman olduğu gibi can sıkıntısı ile hastanenin geniş koridorlarında turluyor kendine sohbet edecek birilerini arıyordu. Hastane gündüzleri ne kadar hareketli ise geceleri bir okadar sessiz ve sıkıcıydı.
Çocuk hastaların olduğu koridorda neredeyse bütün kapılar kapalıydı ve bütün çocuklar uyuyordu. Zelal büyük koridorun ortasında dikilip nereye gideceğini düşündü. Hastanenin yatan hastalar için olan bölümlerine ya Zelal'i almıyorlar yada hasta yakınları uyuyor oluyordu. Hastanenin en hareketli yeri olan acile inmeye karar verdi küçük Zelal. Tekerlekli serum direğini itekleyerek merdiven ve asansör lerin olduğu yere ilerlemeye başladı. Üzerinde dizlerinin biraz daha altında biten mavi beyaz karışımlı bol bir elbise vardı. Elindeki siyah peluş oyuncak kedisini kuyruğundan tuttuğunu fark ettiğinde kendine kızarak kolunun altına sıkıştırdı.
Asansör lerin önüne geldiğinde binmek istesede annesinin kızacağını bildiği için oflayarak merdivenlere yöneldi.
Serumun asılı olduğu direk ile merdiven inmek çok zordu. Peluş kedisini atkı gibi boynuna doladı serum direğini iki eli ile tutarak yavaş ve dikkatlice merdivenleri inmeye başladı. Bu inişin birde çıkışı vardı ama şimdi bunu düşünecek durumda değildi. Canı çok sıkılıyordu. Dikkatlice iki kat aşağı indiğinde derin bir nefes aldı. Zafer kazanmış bir gülümseme ile acilin olduğu koridora yürümeye başladı. Yürürken terliklerini sürüyerek sessiz koridorlarda ses çıkarıyor bir nevi geldiğini belli ediyordu.
Acilin sesli koridoruna girdiğinde elinde pansuman malzemeleri ile acile ilerleyen Seher hemşireyi gördü. Adımlarını hızlandırarak Seher'in yanında bitti. "İyi geceler Seher abla."
Seher ayaklarını sürüyerek gezen küçük kıza gülerek baktı ve "sanada iyi geceler fıstık." Dedi.
Zelal yorgunca gülümsedi. Yan yana acile girerken Seher'in elindeki malzeme tepsisine bakmaya çalıştı. "Seher abla, o elindeki tepsi ne?"
"Dikiş malzemeleri canım."
Zelal çok anlıyormuş gibi "dikiş atılack olan hastanın nesi varmış?" Diye sordu. Acilin arka tarafında kalan odalara yöneldiler.
"Eli kesilmiş" Diye cevap verdi Seher.
"Nasıl kesilmiş?" Anlaşılan yine Celal'in canı sıkılıyordu. Soru sormaya başladığında susmayacağını bilecek kadar iyi tanıyordu Seher hemşire, Zelal'i. "Bilmem, ben sorunca cevap vermiyor." Diye mırıldandı Seher hemşire.
Küçük Zelal bu cevapla hastanın kim olduğunu tahmin etmişti bile heyecanlı bir sesle, "eli kesilen hasta Kuzgun mu?" Diye sordu. Seher hemşire üzgünce kafa salladı. "Maalesef, O"
Seher hemşire, Kuzgun adındaki askere fena şekilde aşıktı ama adamın zerre umurunda değildi. Yüzüne bile bakmıyordu. "Zelal, sana bir şey sorabilir miyim?"
"Tabiki."
"Kuzgun abinin gerçek adını biliyor musun?" Zelal sorulan soruya oldukça şaşırmıştı. "Nasıl yani Kuzgun gerçek adı değil mi?" Oysa Zelal, Kuzgun'un başka bir adı olabileceğini düşünmemişti bile. "Tabikide Kuzgun gerçek adı değil güzelim. Gizlediği bir adı var." Zelal, Kuzgun'a gerçek adını sormayı aklına kazıdı. Bir kapıya yaklaştıklarında Kuzgun'un bir türkü söylediğini işittiler.
"Kara tren gecikir belki hiç gelmez
Dağlarda salınır da derdimi bilmez
Dumanın savurur halimi görmez
Gam dolar yüreğim gözyaşım dinmez"
Seher hemşirenin kapıya uzanan eli durdu. Etik değildi ama dinlemeden edemedi. Kuzgun'un yüzü ve fiziği gibi sesi de oldukça güzeldi.
"Yara bende derman sende
Ya kendin gel yada bana gel de
Yara bende derman sende
Ya kendin gel yada bana gel de
Duyarım yazmışsın iki satır mektup
Vermişsin trene halini unutup
Duyarım yazmışsın iki satır mektup
Vermişsin trene halini unutup"
Zelal daha fazla dayanamadı kapıyı hızla açtı. Hastane yatağında oturmuş eline tampon yaparken türkü söyleyen Kuzgun'a koştu. Kuzgun kendine koşan küçük kızı gördüğünde derince gülümseyip kucağını açtı. Biliyordu bu kızı, ne kadar yaklaşma desede gelip ona yaklaşır kanlıda olsa öper koklardı. Yapışık ve merhametli bir çocuktu. "Senin burada ne işin var küçüğüm?" Diye sordu Kuzgun.
Zelal, Kuzgun'dan ayrılıp yere düşen oyuncak kedisini aldı. "Canım sıkılıyordu bende aşağı indim." Serum direğinde asılı olan serumu kontrol etti. Hâlâ bitmemişti. "Sonra Seher abla ile karşılaştık, senin burada olduğunun söyleyince seni görmek istedim." Kuzgun gözleri kısılacak kadar gülümseyip Zelal'in kabarık saçlarına bir öpücük kondurdu.
"Sen gelmeseydin ben zaten seni görmeye gelirdim küçüğüm." Dedi Kuzgun.
Zelal, İçeri yeni girmiş olan Seher hemşireye bakıp göz kırptı. Seher 'hayır' der gibi kaşlarını kaldırdı ama Zelal umursamadan Kuzgun'a dönüp pat diye "Seher abla, senin gerçek adını merak ediyormuş." Dedi. Seher hemşirenin yüzü utançla düşerken, Kuzgun son derece ifadesizdi. "Zelal, beni yanlış anlamış." Diye mırıldandı Seher.
Kuzgun yanlarında Zelal olduğu için sinirini belli etmedi. "Ben doğrusunu anladım merak etme." Dedi.
Zelal yanlış bir zamanda söylememesi gereken bir şeyi söydiğini fark ettiğinde yüzü düştü. Yanlışı toplamak adına "bende merak ettim. Adın ne?" Diye sordu. Kuzgun, Zelal'e bakıp tebessüm etti. "Benim Kuzgun'dan başka bir ismim yok güzelim." Dedi.
Zelal kafasını sallayıp Kuzgun'un yanına sedyeye çıktı. Kuzgun çıkarken yardım edip daha rahat oturmasını sağladı. Siyah askerî kıyafeti kendi kanından sırılsıklam olmuştu. Zelal'in üzerine baktığında onunda kıyafetinin kanlarla kaplandığını fark etti ama Zelal'in umurunda değildi. Seher hemşire, Kuzgun'un önüne bir sandalye çekip oturdu yanındaki masandan eldivenlerini giyerek eline ilaç dolu şırıngayı aldı. Zelal dikkatlice Seher hemşireyi izliyordu. Seher, Kuzgun'un elini tutup kendi dizinin üzerine çekmeye çalıştığında Kuzgun izin vermedi. Elini kendi dizine koydu. Seher'in morali bozulsa da belli etmedi.
Eline aldığı iğneyi Kuzgun'un eline batırmadan Kuzgun bileğini sertçe tuttu. "Ne, o?" Diye sordu dişlerinin arasından. "Uyuşturmak için ilaç"
"Gerek yok. Öylece dik."
"Ama"
"Aması yok ya uyuşturmadan dik yada ver malzemeleri ben kendim dikerim." Seher hemşire mecburen kabul edip şırıngayı geri bıraktı. Hazırladığı dikiş iğnesi ile dikmeye başladı. Dikerken arada kafasını kaldırıp Kuzgun'un yüzüne bakıyor ifadesini düz tuttuğunu gördükçe şaşırıyordu. Zelal kafasını Kuzgun'un koluna yasladığında Kuzgun'un ifadesi dakikalar sonra ilk kez değişti. Yüzüne derin bir gülümseme yer edindi. Kolunu kendine sarılan kızdan kurtarıp kızı gövdesine çekti. Eğilip kafasına bir öpücük bıraktığında Seher hemşire gülerek onları izliyordu. Sessizliği bozmak adına Seher, Zelal'e "kız akşam yine servise kara kediyi çıkarmışsın Merve söyledi." Dedi.
Zelal'in gülen yüzü sınırlı bir ifadeye büründü. "Evet soktum ama fark ettiklerinde dışarıya attılar." Diye söylendi. "Boşver kara kedi uğursuzudur zaten." Dedi Seher hemşire. Kuzgun'un altın sarısı kaşları çatıldı. "Neden uğursuz olsunlar? Onlarda bir canlı. Sırf rengi siyah diye bir hayvana uğursuz damgası yapıştırmak ne kadar doğru?" Diye sordu Kuzgun sesinden ne kadar sinirli olduğu belli oluyordu.
Seher ne diyeceğini bilemedi kem küm ederek "öyle derler." Diyebildi.
"Öyle derler diye bi'şey yok Seher hanım. Madem kara kediler renklerinden dolayı uğursuz o zaman sizinde saçlarınız siyah olduğu için bende, size uğursuz damgası vurayım."
"Yanlış anladı-"
"Yanlış falan anlamadım Seher hanım. İnsanlar gözlerine ve zevklerine hitap etmeyen her şeye bir kulp bulurlar. Size tavsiyem küçük bir çocuğa zehirli düşüncelerinizi bulaştırmamanız. Emin olun kedilerin uğursuzluğunu hiç görmedim ama insanların uğursuz olanına çok rastladım." Diye çıkıştı. Seher hemşire verecek bir cevap bulamadığında işini yapmaya devam etti. Dakikalarca süren sessizliğin ardından Seher merakına yenik düşerek "elinizdeki kesik nasıl oluştu?" Diye sordu.
İlk kez çarpı şeklinde bir kesik yarası görmüştü. "Operasyon esnasımda." Diye kısa bir cevapla geçiştirdi Kuzgun. "Anladım" Dedi Seher elindeki bandı yaranın üzerine yapıştırırken. "On gün sonra dikişleri aldırmak için gelirsiniz."
"Tamam"
Seher odadan çıktığında Kuzgun, Zelal'in uyuya kaldığını fark etti. Serumlu eline dikkat ederek küçük kızı kucağına aldı. Oyuncak kediyi kızın karnının üzerine koydu ve serum direğini de alarak Zelal'in odası'na gitmek için merdivenlere yöneldi. Ferda'yı bulup küçük kızın üzerini değiştirmesi gerektiğini söylemeliydi. İkinci katta çıktığında koşarak aşağı inen Ferda ile karşılaştılar "Kuzgun?"
"Sessiz ol Ferda. Uyuyor çocuk gel yukarı üzerini değiştir." Ferda kafa sallayarak Kuzgun'un peşine takıldı. Kuzgun, Zelal'i yatağa yatırıp arkasını döndüğünde Ferda, "ne bu halin?" Diye sordu. "Operasyondan geldim. Geri gidiyorum." Diye fısıldadı Kuzgun. Ferda bir şey diyemeden odadan çıkıp gitti. Hastane bahçesinde Zelal'in gizlice içeriye soktuğu kara kediyi görünce askerlerinden kediye yemek almalarını ve beslemelerini rica etti.
******
Kolumu sallayan elleri hissettiğimde gözümü açtım. Hozan üzerime eğilmiş kolumu sallıyordu. "Ne yapıyosun be?"
"Çok şükür uyandın. Son on dakikadır seni uyandırmaya çalışıyorum. Ölü gibi uyuyorsun." Diye azarladı beni.
"Mola verdik hadi kalk." Kafa sallayıp kemerimi çözdüm. Arabanın içinde Sütlaç'ı aradım ama bulamadım.
"Hozan, Sütlaç nerede?" Uzakta bir yeri işaret etti. "Şurada sıçmak için uygun bir yer arıyor." Rahat bir nefes alıp arabadan indim. Kaç saat olmuştu ben uyuyalı. Hozan mola verdiğimiz yerdeki restorant benzeri yere beni çekelerken cebimden telefonumu çıkardım. Saatte baktığımda 02:43 olduğunu gördüm.
Neredeyse beş buçuk saattir uyuyordum. Reyhan bir masaya oturmuş telefonda konuşuyordu.
"Mola verdik işte şimdi. Anca Hozan, Zelal'i uyandırdı." Etrafıma bakındığımda kasa duran yaşlı adamla göz göze geldik. Yaşlı adam yüzüme bakarak irkildiğimde şaşırmadan edemedim. Hozan kulağıma eğilip, "Zelal git saçını düzenle amcayı korkuttun." Dedi.
"Tamam, siz yemek söyleyin ben geliyorum." Dedim ve lavaboya geçtim. Aynada kendimi gördüğümde bende tıpkı amca gibi irkildim. Saçlarım kabarmış ve karışmıştı. Makyajım akmış gözlerimdeki mavi ve pembe farlar birbirine karışmıştı. Arabadan inerken elime aldığım çantamdan bir yüz temizleme jeli çıkarıp yüzümü güzelce yıkadım. Makyajımın güzelce çıktığından emin olduğumda yüzümü kuruladım ve saçımı topuz yapıp lavobaya girdim. İşim bittiğinde ellerimi yıkayıp bizimkilerin yanına döndüm. Köfte ve patates söylemişlerdi. Bir güzel yemeğimizi yedikten sonra Sütlaç'ada biraz yemek verdim. inşallah kusmazdı.
Tekrardan arabaya bindiğimizde Hozan ve Sütlaç arka koltukta yer kavgası etmeye başladılar. Arabamızın bagajı yetmediği için bavulların bağzılarını arka koltuğa koymuştuk. Arka koltukta yer daraldığı için Hozan ve Sütlaç sürekli kavga ediyordu. Reyhan arabayı çalıştırıp roman havası açtı. Yolculuklarda nasıl bu kadar enerjik olduğunu hiçbir zaman anlayamayacağım.
Cama kafamı yaslayıp tekrar uyuyacaktım ki Reyhan tarafından azarlandım. "Zelal, yine mi uyuyorsun sen?" Kafamı Reyhan'a cevirdim gayet rahat bir şekilde "evet" Dediğimde bu kez Hozan bağırdı. "Ne demek evet? Ben hem bu deli kediyle uğraşayım, hem dedikoducu Reyhan'ın dedikodularını dinliyeyim ama sen uyu öyle mi?"
Sütlaç bağıran Hozan'dan rahatsız olarak elini ısırdı. "Arkadaşlar ben kalp hastasıyım farkındasınız dimi?" Diye bağırdım. Bunun bir bahane olduğunu ikiside biliyordu ama umurumda değillerdi.
"Kalbine sıçarım senin. Yettiniz arttık canıma ya." Diye bağırdı Hozan.
"Ben uyumazsam kalbim yorulur." Dedim yerimde rahatlaşarak.
Söylenmeye devam eden Hozan ve Reyhan'ın dinlemeden kendimi uykunun eşsiz rahat kucağına bıraktım.
Bölüm sonu.
Rötarlı da olsa bölümü yetiştirdim.
Dün beklenmedik bir yolculuk yüzünden bölümü bitirememiştim. Bu gün ise hem geç uyandım hemde müthiş bir kulak ağrısı ile güne başladım. Diğer bölümü en kısa sürede atacağım hiç merak etmeyin.
Sorularınız varsa şu satırda buluşalım👉
|
0% |