Yeni Üyelik
19.
Bölüm

Kıvırcık Saçlı Birileri (11.)

@zezeizim

Selamlarrrrr. Ben geldim. Gecikmeli bölümümüzü getirdi. Umarım beğenirsiniz bölümün sonuna minik bir süpriz koydum😜

Satır aralarında buluşalım

 

 

𝔸𝕝𝕜𝕒𝕟 𝕊𝕠𝕪𝕜𝕒𝕟

Armanç bulduğu pembe sıvıyı fotorafladı. Diğer askerler ise adamları oyalıyorlardı.

Armanç, "komutanım ne yapalım?" Diye sordu.

 

Bu adamlar kesinlikle gece gelecek olan sevkiyatın öncüleriydi.

Bu adamları patlatırsak gece olacak olan sevkiyatı alamazdık.

Risk alacaktım.

 

"Dokunmamış gibi yerine bırak Armanç."

 

Armanç elindeki pembe test tüpünü hiç dokunulmamış gibi tekrardan yerine yerleştirdi ve üzerine kilimi örttü.

 

O sırada Başak aracın plakasını bize destek vermek için bekleyen diğer timlerle ve bizim timle paylaştı.

Arkın, olası bir durumda Kaya'ya destek verebilmek için köyün girişinden biraz daha içine inmeye başlamıştı.

 

Serdar köy girişi ve sınır arasında bir yerlerde sürüsünü zapt etmeye çalışıyordu. Atahan, adamların eşkâllerini diğer timlere bildirdi.

Ben ise ıslık eşliğinde bir şarkı mırıldanıyordum.

 

Kafamda dönen düşünceleri zapt etmek bu gün beni oldukça zorluyordu. Bütün ilgimi operasyona vermeliydim ama kıvırcık saçlı birileri sürekli zihnimi bulandırıyordu.

 

Kafamı sallayarak aklımı bulandıran düşüncelerimden kurtuldum bu sırada ise şüpheliler sınırdan geçmişti. Telsizi madalladım, "Ata diğer timlere aracın göz hapsinde tutulması gerektiğini bildir. Hata istemiyorum."

 

"Emredersin komutanım."

 

2 saat sonra

 

Güneş yavaşça batmaya başladı.

Hava sanki kızarmıştı.

Güneş battığı an'da hepimizin yer değiştirmesi gerekiyordu.

Gündüz mevzisinde gece kalmak çok tehlikeli olurdu.

 

Telsizi mandalladım, "ne durumdasın Eryiğit?"

 

"Şüpheli bir durum yok komutanım."

 

"Kiraz, sen ne durumdasın?"

Cevap biraz geçikti ama geldi.

"Şüpheliler görüşümde komutanım." Dedi Arkın.

 

"Güzel. Şahinler sıkıntısı olan var mı?" Diye sordum.

 

Hep bir ağızdan "hayır" Dediler.

 

İyi ilerliyorduk.

Güneşin tamamen batmasına biraz daha zaman vardı. Cebimden telefonumu çıkarıp sosyal medya hesabıma girdim. Arama kısmına Zelal'in adını ve soyismini yazdım.

Karşıma bir sürü aynı isim ve soyismine sahip insan çıktı.

 

Bir süre gereksiz insanlar arasında kıvırcık kafalıyı aradım ve buldum.

Profil fotoğrafında yanık Sütlaç'la çekindiği güzel bir fotoğraf vardı.

 

Çimlere oturmuştu. Kucağında ise çok sevgili yanık Sütlaç vardı. Arkalarında akan bir şelale vardı. Çoğu kişinin dikkatini belki arkasındaki şelale çekebilirdi. Ama benim dikkatimi o bayıldığım kabarık kıvırcık saçları çekti. Bu fotoğrafta saçlarının uç kısımları açık sarı dipleri ise kendi ana rengi olan kahverengiydi.

 

Üzerinde açık mavi bol bir kot ve yün beyaz boğazlı bir kazak vardı.

 

Yanık Sütlaç'ı kameraya doğru bir bebek gibi kucağına oturtmuş kollarının altından tutuyordu.

Sütlaç'ın üzerinde ise kırmızı küçük bir kazak vardı. Fark ettiğimde kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum.

 

Zelal'in yüzünde hayat dolu bir gülümseme varken yanık Sütlaç etrafına bıkkın bakışlar atmakla meşguldü.

 

Kafamı telefonumdan kaldırıp etrafıma keskin kısa bir bakış attım. Bir sorun yoktu. Tekrardan telefona dönüp profil fotoğrafından çıktım.

Sayfasında paylaştığı fotoğraflara bakmaya başladım.

 

Son fotoğraf iki gün önce paylaşılmıştı.

Zelal ve Reyhan birbirlerine sarılmış koltukta uyuyorlardı. Muhtemelen fotoğrafı Ferda teyze çekmişti.

Yorum kısmında gördüğüm isimle başımdan aşağı kaynar sular döküldü.

 

Serdar.kava.k; en güzel uyuyan bizim yeğen Sütlaç 😃

 

Zelal.Ak.Tan; 😁😁😁

 

Yorumlardan çıkıp fotorafı tekrar büyüttüğüm de Sütlaç'ın kızların ayak ucunda patilerini havaya dikmiş halde uyuduğunu gördüm.

 

Yüzümde salak bir gülümseme oluştu ister istemez. Normalde kedi adamı değildim, genelde bütün hayvanları sevsemde köpekler benim için hep baş köşedeydi. Ama Sütlaç çok farklı bir kediydi. Hayatım boyunca bu kadar umursamaz bir kedi daha görebileceğimi sanmıyorum.

 

Sayfayı kaydırdığımda yine Sütlaç ve Zelal karşıladı beni. Ama bu kez Zelal'in kameraya arkası dönüktü.

Geniş ve renkli bir balkonda korkuluklara tutunarak gökyüzüne bakıyordu. Üzerinde örgü sarı bir kazak ve beyaza yakın mavi dar bir kot vardı.

 

Ayağında sarı postal botları, gür kıvırcık saçlarını zapt etmeye yarayan beyaz bir bandanası vardı.

Kabul etmeliyim ki bu kıyafeti kusursuz fiziğini bir görsel şölen gibi gözler önüne sermişti.

 

Dar kot pantolonu sıkı kalçasını daha'da sıkı sarmış. Dar sarı kazağı belini adeta bir kum saati gibi göstermişti. Kalbim sanki ağzımın içinde atıyordu. Yer mi değiştirmişti bu aptal acaba?

 

Her neyse. Etrafıma tekrardan baktım hiçbir sorun yoktu. Sayfayı kaydırdığımda bu kez Zelal'in yemek yaptığı bir video vardı.

"Zeloş ne yapıyorsun?" Diye sordu Hozan.

 

Zelal, Hozan'ın geldiğini fark etmemiş olacak ki irkildi. Ben Mardin'de iken de Zelal'in arkasından yaklaşıldığında tedirgin olduğuna şahit olmuştum.

Normal bir bireyde olmayacak kadar ürküyordu arkasından biri yaklaştığında.

 

Belkide terör bölgesinde yaşadığı içindir diye düşünüp bu konunun üzerinde durmadım.

 

Zelal ürkmenin etkisini gülüşüyle toplamaya çalıştı. "İçli köfte yapıyorum." Diye cevap verdi elinde şekil verdiği içli köfteyi havaya kaldırarak.

 

Video akıp gitti. Kalbim ağzımda atıyordu. Bu aptal kalbimin derdi neydi Allâh aşkına? Bağırsaklarımda bir hareketlilik başlamıştı. Görev esnasında ishal olmak en son isteyeceğim şey bile değildi.

 

Huzursuzca telefonumu kapatıp cebime koydum. Telsizi mandalladım, "tim ne durumdasınız?"

 

Rütbe sırasına göre ilk Atahan, "benim mevzide herhangi bir tehlike yok. Tamam." Dedi.

 

Ardından Kaya, "şüpheli araç köy girişinde yıkık bir evin önüne geldi. Adamlar evin içine giriş yaptı. Şüpheliler haricinde içeride iki kişi daha var."

 

Ardından Serdar, "benim mevzi görüşümde şüpheli üç şahıs var."

 

"Tamam Kavak görüş açında tut en ufak bir olayda iletişime geç." Dedim.

 

"Emredersin komutanım." Dedi.

 

Bu kez Arkın telsizi mandalladı.

"Kaya'nın bahsettiği şüpheli evin önünde şarap içiyorum. Şüphelilerden ikisi görüş açımda."

 

"Gözünü içeriden ayırma Kiraz. Müsait bir anda evi yoklaya bilirsen iyi olur."

 

"Emredersin komutanım."

 

Başak sinirli bir sesle, "menzilimde Serdar'ın bahsettiği üç şüpheliden başka bir sorun yok. Ama yanımdaki deccal kedi için aynı şeyi söyle yemiycem komutanım. Ton balığı konserve mi kendisine hediye etmek zorunda kaldım." Dedi.

 

İçimden kıs kıs güldüm. Hafif bir öksürükle boğazımı temizleyip, "ben kendi konserve mi sana veririm." Dedim.

 

Armanç, "komutanım ben bildiğiniz gibiyim." Dedi

 

"Sorun gören bildirsin."

 

Hep bir ağızdan "emredersin komutanım" Dediler.

 

Güneş yerini kara bulutlara bırakmıştı artık. Kara bulutlar yağacak yağmurun habercisi gibi gökyüzünü tamamıyla sarmaya başladı.

 

Kaç dakika geçti bilmiyorum. Belki beş belki onbeş dakika sonra gökyüzünde o iğrenç ışık kümesini ve akabinde yaklaştığını bildiren sesini işittim.

 

"FÜZE!" diye bağırdığımda hızla kuleyi terk etmeye çalışıyordum.

Saniyeler içerisinde kulakları sağır eden bir ses ve yakıcı bir ısı yayıldı.

Şiddetli bir savrulmanın ardından sırtımın bir şeye çarptığını hissettim.

 

Ardından hissedebildiğim tek şey nabzımın yüksekliği ve vücudumdaki şiddetli yanma hissi oldu.

Ağzıma yayılan metalimsi tat dudaklarımdan sıcak bir sıvı halinde döküldü. Kulaklarımda ki uğultu o kadar yoğundu ki sanki beynimi deliyorlardı.

 

Gözlerimi açmayı denedim ama sanki bir şey göz kapaklarımı aşağı çekiyordu. Ensemden sırtıma sıcak bir sıvı aktığında eş zamanlı olarak sonsuz karanlık beni içine çekti.

 

𝕐𝕒𝕫𝕒𝕣𝕕𝕒𝕟 [𝕫𝕖𝕫𝕖]

 

"FÜZE!" Atahan, duyduğu Alkan'ın sesiyle kafasını kaldırdığında havada arkadaşlarına doğru süzülen ateş topunu fark etti. Akabinde kulakları adeta sağır eden o lânet olası sesi işitti. Çevik bir hareketle yattığı yerde kafasını kollarıyla sardı. Savrulan toz toprak üzerine bir yağmur gibi yağdı.

 

"Alkan komutanım patladı!" Diye bağıran Başak'ın sesiyle kaldırdı kafasını. O anda bir ateş topu daha havada süzülmeye başladı. Hızla ayağa kalkıp ateş topunun tersi yönüne doğru koşmaya başladı.

 

"Armanç, Alkan iyi misiniz?" Diye bağırıyordu Serdar. Bir yandan ise küçük sürüsünü alandan kaçırıyordu.

Kepeneğinin altına sakladığı silahını çıkardı. Alanı görebileceği ilk yere tünedi. İkinci patlamanın ardından üçüncüsü geldi.

 

Alkan ve Armanç çoktan parçalanmıştı belki de Füzelerin nereden geldiği bile anlaşılmıyordu.

"Fadime sürüyü topla kaç kızım." Dedi Serdar.

 

Fadime sabahtan beri çıldırmıştı Serdar'ı hiç söz dinlemiyor sürekli kaçıyordu. Ama bu kez sanki Serdar'ın çaresizliğini anlamış gibi sürüyü peşine takıp engebeli köy yoluna doğru gitmeye başladı.

 

Başak sınıra yakın ama bir o kadar da uzaktı. Patlamadan fiziksel olarak neredeyse hiç etkilenmemişti.

Yanındaki kedi korkuyla kucağına çıktığında kediyi sırt çantasının içine koydu. Rahat nefes alabilsin diye çantayı tamamen kapatmadı.

 

Tekrardan eline silahını aldı.

Füzelerin nereden geldiğini çözmeliydi. Bu kadar zor değildi. Aylarca bunun için eğitim almıştı.

Karşı mevziye baktı görüş açısında insana dair hiçbir şey yoktu.

 

Alkan ve Armanç'tan patlama anından beri hiç ses çıkmamıştı.

Arkadaşlarının olduğu alana baktı.

Kopmuş birkaç uzuv dan ve yanık bedenlerden başka birşey göremedi.

Hızlı olmalı kafasını toplamalıydı.

 

Çoğu operasyonun bel kemiği Alkan Yüzbaşı gibi gözüksede aslında kendiydi. Bunun farkındaydı.

Arkadaşlarının bulunduğu bölgeye bir ateş topu daha düşüp yeri göğü aydınlattı. Havada yoğun bir lodos hakimdi. Bu işini dahada zorlaştırdı ama Başak füze atışının nereden yapıldığını çözmüştü.

 

Telsizden Atahan üsteğmenin destek ekip isteyen sesi yankılanıyordu.

Başak göğsünü adeta bir balon gibi şişiren nefesini toplamaya çalıştı.

"Nefes kontrolü aptal Başak! Bunun için yıllarca eğitim aldın topla kendini!" Avuç içini alnına sert bir şekilde vurdu. Kendini topladı.

 

Silahını omuzuna biraz daha dayadı ve yaklaşan hain sürüsünün öncüsünü iki kaşının tam ortasından vurdu. Derin bir nefes aldı. Hain sürüsü Atahan'ın eski mevzisine doğru yaklaşıyordu.

 

Başak silahını tekrardan sıkıca kavradı. Dürbünden Atahan'ı aradı ama bulamadı. Çoktan bir yer bulup tünemiştir diye düşündü.

Karşı tarafta bir ordu adam ellerinde keleşlerle hızla yaklaşıyordu.

Silahını omuzuna iyice bastırdı bir kaç saniye içerisinde nişan aldı. Ve tek atış bir hain.

 

Kaya patlamanın sesini uzakta da olsa duymuştu. Gözlediği evde sıkıntılı işler döndüğüne emindi burayı bırakıp desteğe gidemezdi.

"Kiraz görüşün var mı?"

 

"Şu an yok."

 

Arkın evin içine bakmaya çalışıyordu ama görüşü yoktu. Elindeki köpek öldüren şarapı kafasına dikti. Sabahtan beri yudum yudum içe içe dibine gelmişti. Kafasından boynuna doğru sardığı puşiyi yüzüne doğru çekip ağır adımlarla oturduğu yerden kalktı.

 

Sarhoş değildi ama çok iyi bir oyuncuydu. Bir sarhoş gibi bir sağa bir sola sallanarak gözlediği evin kapısına geldi. Elindeki şarap şişesini daha sıkı kavradı. Boşta kalan eliyle kapıyı tıkladı. Tahta kapı şiddetli bir sesle açıldığında içeriden kısa boylu, zayıf ama göbekli bir adam çıktı.

 

"Ne var? Kimsin?"

 

Kapıdaki Arkın'dan önce kulaklıktan Kaya cevapladı. "Türk askeri ama şahinler de derler canım. Ama sen tercihen Azrail'in elçisi de diyebirsin"

 

Arkın bir sarhoş edasıyla, "dilenci değilim yarım ekmek varsa verin gideyim." Dedi. Konuşurken tıpkı bir sarhoş gibi duraklıyor ve kelimeleri yayarak söylüyordu.

 

Kapıdaki göbekli adam, "yok ekmek falan haydi defol." Diye azarladı Arkın'ı. Adam tarafından azarlanan Arkın evin iç şeklini çözmeye çalışıyordu. "Yarım yoksa çeyrek ver"

 

Göbekli adam elini çenesine atıp sabır dilendi. İçeride çok önemli bir toplantı vardı ve O kapıda sarhoş bir evsizle uğraşıyordu. "O'da yok." Diye tekrardan azarladı kapıdaki evsiz ve sarhoş görünen Türk askerini.

Arkın yavaş yavaş evin iç şeklini çözmüştü. "O zaman çay ver" Dedi Arkın açtığı avuç içini adamın gözüne sokarken.

 

Kapıdaki adam avucunu neredeyse gözüne sokmaya çalışan Arkın'ı kolundan tutup yere attı. "Çay may yok de haydi defol." Diye bağırdı. Normal şartlarda değil yere atmak Arkın istemediği sürece parmağını bile kıpırdatamazdı. Arkın bir sarhoş gibi düştüğü yerden Kürtçe bir şarkı söyleyerek ayaklandı.

 

Adamın karşısında durup şarkısının nakaratını bitirmeyi bekledi.

Nakarat bittiğinde başını annesinden bir şey isteyen küçük bir çocuk gibi sağ omuzuna yatırdı.

"O zaman olan bir şey isteyeyim."

Elini çenesine atıp bir düşünür gibi sıvazladı. "Hmm buldum. Canın" Dedi ve adam henüz ne olduğunu bile anlayamadan çektiği kasaturayı adamın tam kalbine sapladı.

Bunu yaparken bir elini adamın ağzına bastırmayı ihmal etmemişti.

 

Adamın sıçrayan pis kanı yüzündeki puşisini batırmıştı. Tiksintiyle yüzünü buruşturdu. "Bebe ben dalıyom"

Tabancasını çekti ve mermiyi ağzına verdi. İçeri girdiğinde sağ tarafta kapısı açık bir mutfak vardı.

Sol tarafındaki kapı kapalıydı.

Silah tutuğu elini yanına indirdi. Kapıyı yavaşça açıp içeri sadece kafasını soktu.

 

"Nabıyonuz la bebeler" Diye havalı bir giriş yaptı ortama. Büyük bir masanın etrafında altı kişi oturuyordu. Altısı birden bir birlerine bakıp kapıdaki kafanın kime ait olduğunu anlamaya çalışırken arkalarındaki cam gürültülü bir sesle kırıldı. Kırılan camdan giren kişi Kaya'ydı. Masanın çevresinde oturan altı adam şoke olmuş bir halde bir cama bir kapıya bakıyordu.

 

"La bebeler şok oldular ha" Dedi Arkın. Masadaki bir adamın eli beline gittiğinde Kaya tek mermiyle adamı omuzundan vurdu. "Ellerinizi masaya koyuyor ve hareketsiz kalıyorsunuz. Eğer hareket ederseniz direğe oturturum." Adamlar ne yapaklarını bilemez bir halde ellerini masanın üzerine koydu. Altı kişi iki adama teslim oldu.

 

Kaya tepelerinde dikilirken Arkın plastik kelepçeyle ellerini ve ayaklarını bağladı. Ardından Kaya yerde hareket etmeye çalışan bir adamın yüzüne tekme vurup bayılttı. .

Gelen destek ekipe ellerindeki böcekleri teslim edip evi aramaya başladılar.

 

 

𝔸𝕝𝕜𝕒𝕟 𝕊𝕠𝕪𝕜𝕒𝕟

 

 

Gözlerimi açtığımda silah sesleri etrafı sarmıştı çoktan. Bir elimi alnıma atıp ağrıyan başımı sıvazladım. Diğer elimle benden az ileriye savrulmuş olan silahımı almaya çalışıyordum. Etrafıma kısa bir göz gezdirdim. Dört bir yandan silah sesleri geliyordu.

 

Sürünerek kendimi saklaya bileceğim bir kayanın arkasına geçtim. Başım dönüyor midem bulanıyordu. Ensemden sıcak sıvı yavaşça sırtıma sızıyordu. Silahımı omuzuma dayayıp karşı mevziye ateş etmeye başladım.

Telsizi mandalladım, "şahin'den time. Ne durumdasınız şahinler?" Telsizden hiçbir yanıt alamadım. Karşı mevziden gelen bir mermi önümdeki kayaya vurup önüme düştü.

 

Çatışmanın sanırım sonuna yetişmiştim silah sesleri bir anda yavaşladı. Ensemde sıcak sıvı sanki zaman geçtikçe donuyordu.

Elimi enseme attığımda saçlarımla ensemin birleştiği kısımda derin bir yara olduğunu fark ettim.

Yüzüme sarılı olan askeri bandanayı yaranın tam üzerine gelecek şekilde sıkıca bağladım. Vücudumda yer yer yanıklar sızlıyordu.

 

Çatışma sesleri kesildiğinde Atahan'ın, "Alkan!" Diye bönürdüğünü duydum.

Başımdaki ağrıyı aniden şiddetlendirmişti it.

Elimi kaldırıp kayanın arkasında olduğumu belli etmeye çalıştım.

Bir kaç saniye sonra Atahan ayısı üzerime düştü. "Nerdesin lan sen eşek!" Diye sinirle soludu.

 

"Bağırma amınakoyim beynimi deldin!" Diye bende, O'na bağırdım.

"Armanç nerede lan?" Diye sorduğumda Atahan çoktan yaralarıma bakmaya başlamıştı.

Kafamdaki yaraya bakmaya çalışırken, "daha demin sürünürken Serdar köşeye çekti. Kontrol ediyor."

 

"Diğerleri ne durumda?"

 

"Üç şehidimiz var. Sen ve Armanç dışında yaralı yok."

 

Kafamı salladım. "Operasyon nasıl geçti."

 

"Baskın yedik ama operasyonu kurtarmayı başardık. Sevkiyat sınıra giremeden engellendi. Toplantı hiç yapılamadı. Küçük toplantı ise Kaya ve Arkın tarafından basıldı."

 

Güzel. En azından ben baygınken operasyon patlamamıştı.

"Serdar, Alkan'nın kafasında derin bir yarık var. Acil buraya gel."

 

"Tamamdır geliyorum."

 

Atahan kafama tampon yaparken yanımıza Serdar geldi.

"Kafası dışında büyük yarası var mı."

 

"Bedenimde yanık ve yaralar var."

Dedim. Yağmur çiselemeye başlanmıştı. Acaba Serdar'da, Zelal'le görüşüyor muydu? Sonuçta sosyal medyadan ekliydiler.

Atahan yuvaya haber vermek için yanımızdan uzaklaştı. Serdar saç dibimde olan yarığı temizliyordu.

"Serdar?"

 

"Efendim"

 

Sormakla sormamak arasında ikilemde kalsamda sordum.

"Sende, Zelal'in numarası var mı?"

Serdar kıs kıs gülmeye başladı.

"Ne o yengenin telefon numarası sende yok mu?" Diye sordu alayla.

"Serdar sikerim belanı. Var mı? Yok mu? Ayrıca o benim sadece arkadaşım." Serdar elini umursamazca salladı. "Aynen canım aynen üfürükten teyyare selam söyle sen bizim yâre"

 

Bunlara bi'şey soranda kabahat zaten.

Somurtarak önüme döndüm.

"Bende yok biz sadece sosyal medyadan bir kaç kez görüştük o kadar. Ama Arkın'la kanka oldular. O'nda var." Kafamı kaldırıp Serdar'ı görmeye çalıştım. "Ne zamandan beri görüşüyor O mal, Zelal'le"

 

Derin bir nefes aldı.

"Kafanı eğ lan. Tam tarih bilmiyorum ama bayağıdır görüşüyorlar."

Kafamı salladım. Serdar salladığım kafamı tutu tekrar sallamayayım diye.

"Arkın nerde?" Diye sordum.

"Yolda geliyorlar." Tekrar kafa salladım. "Alkan sikerim kafanı sabit tut artık."

 

Acaba Zelal'i arasam ne tepki verirdi?

Kötü bir tepki vermeyeceğine emindim aslında ama ya kötü bir tepki verirse o zaman ne yapardım.

Vermez. Dedi içimden bir ses.

İnşallah öyle olurdu. Serdar yarayı temizleyip kapattı.

Geri kalan tim üyeleride toplanmıştı.

Atak helikopterinin bize verdiği buluşma noktasına doğru yürümeye başladık.

 

Yanımızda Arkın ve Kaya'nın aldığı suçlular vardı. Geri kalanların çoğunluğu ağır yaralı ve ölülerden oluşuyordu. En hafif yaralılar ise kurşun sıyırmasıydı. Buluşma noktasına geldiğimizde ben ve Armanç hariç herkes atak helikopteri rahat iniş yapsın diye koruma çemberi yaptı. Atak yere iniş yaptığı anda önce suçlular ardından ise biz bindik. En hızlı şekilde atak tekrardan havalandı.

 

Arkın yanıma gelip oturdu.

"Serdar dedi beni çağırmışsın."

 

"Evet. Sende, Zelal'in numarası var mı? "

 

"Var. Reyhan'ında var."

 

Şoke oldum. "Reyhan ne alâka lan?"

Arkın'ın yüzünde sinsi bir gülümseme oluştu. "O'nu, Kaya'ya beğendim. Çok yakışıyorlar."

 

"Başımıza güzin ablamı oldun?" Dedim ters ters.

 

"Timin en yaşlı üçlüsü kim?"

Elini kaldırıp üç parmağını açtı diğer ikisini kapattı. Baş parmağını tuttu.

"Bir sen, otuz yaşındasın."

Şehadet parmağını tutu. "İki Atahan. O'da otuz yaşında."

Orta parmağını tutu "üç Kaya, yirmi dokuz yaşında."

 

Elini omuzuma koydu. "Yani ben olmazsam evde kalacaksınız birinin bu olaya artık el atması lazım kardeşim. Kusura bakmayın.

En kısa zamanda inşallah Ata'ya da uygun bir tâlip bulacağım."

 

İçimden sabır dileyip tekrar Arkın'a döndüm. "Senle uğraşamıycam Zelal'in numarasını ver sonra defol."

Yüzündeki hınzır gülümsemeyle ayağa kalktı. Elini üzerindeki kahve rengi şalvarın içine sokunca aniden gözlerimi belerttim. "İçimde pantolon var." Dediğinde içim rahatladı.

Arkın'a bek güvendiğimi söyleyemezdim. Uzun uğraşlar sonucunda nihâyet telefonunu çıkarmayı başardı.

 

Telefonunu hiç açmadan bana uzattı.

Telefonu alıp açma tuşuna bastım.

Kısa bir süre açılmasını bekledim.

Telefonunun şifresini girip rehbere girdim. "Ne diye kayıtladın lan?"

"Yengem" Dedi. Ya sabır çekip yengem yazan numarayı kendime attım.

Telefonu Arkın'a geri uzattım.

Umursamaz ama bir o kadarda mutluydu şerefsiz.

 

Yanımdan kalkıp uyuyan Kaya'nın yanına gitti. "La bebe uyuyon mu?"

Kaya cevap vermeyince Arkın omuzuyla Kaya'nın omuzunu dürttü.

"Bebe uyuyosan uyuyom de."

Kaya tek gözünü açıp Arkın'a ters ters bakmaya başladı. Ardından Arkın'ın kafasına bir şaplak atıp, "oğlum sen mal mısın? Uyurken sana nasıl cevap vereyim."

 

Bu kez Arkın, Kaya'nın kafasına vurdu. "Duyuyorsan cevapta verebilirsin."

Kaya tekrar Arkın'ın kafasına vurdu.

"Mal kafa uyurken seni nasıl duyayım. Hadi duydum cevap vermek için uyanmam gerek." Arkın önce Kaya'ya tip tip baktı ardından hiç beklemediği bir anda yüzüne tükürüp kaçtı. "Lâ havle velâ kuvvette" Kaya bağrınırken Arkın, Kaya'dan en uzak köşeye kaçmış kahkaha atıyordu.

 

Daha fazla onları çekemeyeceğim için kafamı arkama yaslayıp gözlerimi kapattım.

 

*****

 

 

 

Yaklaşık bir saat önce yuvaya iniş yapmıştık. Başak ve Kaya yakaladığımız suçluların sorgusuna girmiş geri kalanlar ise yemekhaneye yemeğe inmiştilerdi. Ben ise Ahmet Albay'la operasyon detaylarını paylaşıp bahçeye çıkmıştım. Elimde telefonumu döndürüyor bir türlü cesaretimi toplayıp Zelal'i arayamıyordum.

 

Yanımda uyuklamakta olan yeni kedim Limon'a çevirdim kafamı.

Sütlaç'la neredeyse aynıydılar.

Parmağımın ucuyla patisini dürttüm.

"Limon. Uyan sana bir şey sormam gerek."

Limon, O'nu rahatsız etmemden hoşlanmamış olacak ki uyandığı gibi parmağımı ısırdı. Hain evlat! Pis evlat!

 

Kanayan parmağıma bakarken dönüp hain evladımın yüzüne tükürdüm.

Bunu kesinlikle haketmişti.

"Şerefsiz evlat! Kedi dediğin babasını ısırır mı?" Üzülmüş gibi miyavladı.

Hainde olsa evlattı işte kıyamadım.

Eğilip kucağıma aldım.

"Olsun kızım üzülme arada olur öyle şeyler." Dedim. Sonra aklıma Limon'un aşısız olduğu geldi.

Kafasını tutup kendime çevirdim.

"Bana bak kuduz değilsin demi? Atahan amcan, bizi evden atar."

 

Miyavlayıp küçük kafasını avucuma sürttü. "Neyse asıl konumuza dönelim. Sence, Zelal'i arasam ne tepki verir."

Tekrardan miyavladı. Bence bu sevinir demekti. "O zaman arayalım"

Telefonda hazır duran numaranın üzerine tıklayıp telefonu kulağıma koydum. Bağırsaklarımda bir hareket oluştu. Hastamı olacaktım acaba?

Gereksiz yere heyecan yapmıştım.

Kalbim sanki ağzımın içinde atıyordu.

 

İkinci çalıştan sonra telefon açıldı.

"Alo... " Derin derin nefes aldığımı o an fark ettim. Bayılmam an meselesiydi. "Alo" Dedi Zelal'in duru sesi tekrardan. Dilimi sikeyim sanki lâl olmuştu. "Konuşmayacaksan ne diye aradın kardeşim." Diye bağırdıktan sonra telefonu kapadı.

Harikasın Alkan gene kendini rezil ettin. Bravo.

 

Hiç düşünmeden tekrar aradım. Telefon ilk çalışta açıldı.

"Ne var?" Diye bağırdı Zelal.

Sanırım kulak zarım patlamıştı.

Küçük bir öksürükle boğazımı temizledim.

"Alkan ben" Diye bildim zorla.

Sanki sesim götümden çıkıyordu.

Zelal bir kaç saniye iyi yada kötü bir tepki vermedi.

 

"Alkan... Sen misin?" Gecikmeli de olsa sonunda cevap gelmişti.

Tuttuğum nefesimi o an rahat bıraktım.

"Evet benim. Nasılsın?"

 

"İyiyim. Sen nasılsın?"

 

"Sesini duyana kadar kötüydüm ama sesini duyunca iyi oldum." Bir dakika ne? Ne söylediğimi fark ettiğimde dudağımı ısırdım. Zelal'i kıkırtısı doldu kulağıma.

 

"Bende sevindim aramana."

 

"Vallaha mı?"

Bana ne oluyordu Allâh aşkına.

Niye aptal gibi düşünmeden konuşuyordum.

 

Zelal bu kez kahkaha attı.

"Vallahi sevindim. Hattâ bende, Arkın'dan numaranı alıp seni arayacaktım ama sen hızlı davrandın.

Lanet olası bağırsaklarıma sanki biri yumruk atmış gibi kasıldılar.

 

Zelal'e tam iki saat telefonda konuştuk. Hayatımın en mutlu günlerinden birisiydi.

Eğer ben O'nu aramasay mışım O, beni arayacakmış ama ben hızlı davran mışım iyide yapmışşım.

 

 

Bölüm sonu.

 

Bir sonraki bölüm Kuzgun özel bölüm olacak.

 

Zelal'le, Alkan telefonda görüştü. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

Sorusu olanları 👉 şuraya alayım.

 

 

 

 

Loading...
0%