Yeni Üyelik
5.
Bölüm

Limonlu Kurabiye (3.)

@zezeizim

Alkan soykan

 

"Sarı kızım benim korktun mu sen?"

Önümde huzursuzca kıpırdanan ineğin kafasını sevdim biraz daha.

Demin yaşanan olaydan epey huzursuz olmuştu.

 

Yan tarafımdaki siyah inek uzunca mö'ledi.

Siyah ineğe doğru döndüm. Elimin bir tanesini büyük gövdesinde boylu boyunca gezdirdim.

 

"Ne oldu daha demin sana yemek verdim beni istemedin." Sesim alaylıydı. Tekrardan mö'ledi. " Ama olsun ben yinede senide seviyorum kara kız." Geniş gövdesine dostane bir şekilde hafifçe vurdum.

 

Diğer ineklerde mö'leyince hepsini görebilmek için ahırın tam ortasına geçtim.

"Merak etmeyin ben hepinizi çok seviyorum." Dedim gülerek. Halkını selamlayan bir başkandan hiçbir farkım yoktu.

 

Hepsi uzunca mö'ledi. "Evet evet biliyorum sizde bana bayılıyorsunuz ben farkındayım zaten." Büyük bir kahkaha attığımda gülüşümü kesen şey Zelal'in dışarıdan bağıran sesiydi.

"Böyle şakamı olur densiz." Diye bağırıyordu.

 

İneklere geri çevirdim kapıya bakan yüzümü "demek ki bu kızın şiddet girişimleri tek bana değil. Ben gidip bir bakayım sonra görüşmek dileği ile hoşçakalın gençler." Dedim. Yüzümdeki tebessümü silip ahırın büyük kapısından dışarı çıktığımda yerde iki büklüm olmuş Hozan'ı ve onun tepesinde ellerini belinin iki yanına koymuş ayağı ile Hozan'ı dürten Zelal'i görmeyi planlamıyordum.

 

"Ne oldu? Burada" Sorumla Hozan kafasını kaldırdı. "Ne olacak bu salak benim malafatı sakat etti." Diye sinirle açıkladı durumu.

 

Zelal ayağıyla birkez daha Hozan'ın kıçını dürttü. "Salak sensin! Böyle eşek gibi eşek şakası yaparsan işte böyle takımların bozulur!" Elinin baş parmağını dişlerinin arasına sıkıştırp ısırmaya başladı. Parmağını ısırdığını sabahta görmüştüm ama neden yaptığına dair hiç bir fikrim yoktu.

 

"Hozan kalk işe yoksa çocuğun olmaz." Sesim oldukça ciddi çıkmıştı.

Hozan yüzündeki korku dolu ifadeyle bana döndü. "Abi çok ciddi söyledin. Harbi böyle bişey mümkünmü?" Diye sordu. Fazla tedirgin olmuştu. "Kesin değil. Ama ihtimalde yok değil." Dedim bu sefer tavrım herzaman olduğu gibi umursamazdı.

 

"Zelal sıçtım gevşek ağzına" Ayağa kalktı Zelal'in yanından geçerken kafasına bir sille çaktı.

Zelal bu hareketine fazlasıyla sinirlenmiş olacak ki Hozan'ın kıçına bir tekme savurdu. Karlı zeminde ayağında pof duran ev ayakkabıları yüzünden kıçının üstüne yere yapıştı.

 

Hozan'la ikimiz aynı anda kahkaha attığımızda Zelal delirdi. Yerden aldığı kar'ı önce Hozan'ın sırtına sonra benim yüzüme fırlattı.

 

Kaşımın yarık olan kısmı yüzüme vuran soğuk kar'la sızladı ama bu gülmemi durdurmadı.

"Allah belanızı versin!" Diye cırlayan Zelal'in sesi ağlamaklıydı.

Karnımdaki yara sızlamaya başlayınca Zelal'in yanına çöktüm.

 

"Acayip komik düştün he." Gülmekten bütün yaralarım sızlamaya başlamıştı. "Kesinlikle Alkan'a katılıyorum." Zelal, Hozan'a ters bir bakış attı. "Kisinlikli Avkan'a kıtılıyırım." Zelal sesini garip bir şekilde incelterek Hozan'ı taklit edince kolumla omuzunu ittim.

" Dikişlerim patlıycak kızım yapma" Dedim gülmeye devam ederken. İlginç bir şekilde gülmeme hakim olamıyordum.

"Dikişine sıçıyım senin! Salaklar." Zelal tükürür gibi konuşurken omuzuma bir tane şamar attı. Ayağa kalktı söyle söylene odasının camından içeri geri girdi.

 

🐺🐺🐺

 

Ankara Özel Kuvvetler Komutanlığı.

Günümüz.

 

Atahan askeriyenin yatak hanesinde uzanıyordu. Uyumaya çalışmıştı ama uyuyamamıştı.

 

İki elini kafasının altında birleştirmiş sırt üstü uzanıyordu. Kapı tıkladı Atahan daha "gel" Demeden içeriye Başak daldı.

 

"Oha Başak." Başak odaya kadar koşarak geldiği için önce derin bir nefes alıp kendini toplamaya çalıştı.

 

Atahan, Başak'ın mermer gibi beyazlayan yüzünden birşeyler olduğunu anladı.

 

Yattığı yerden hızla doğruldu üç büyük adımda Başak'ın karşısına geçmişti. "Başak birşey mi oldu"

 

Başak nihâyet nefesini toplamış olacak ki "Alkan Yüzbaşıdan haber var." Dedi. Atahan'ın yatağının yanındaki matarayı görünce oraya yöneldi. Mutluluktan olsa gerek oldukça susamıştı.

 

Atahan çatık kaşlarıyla askerini izliyordu. Başak, Atahana baktı. "İçe bilirmiyim komutanım susuzluktan geberdim de."

 

Atahan olumlu anlamda kafa salladı.

Başak litrelik matarayı kafasına diktiğinde Atahan huzursuzca yerinde kıpırdandı.

 

Başak dolu dolu içtiği suyu içmeyi bıraktığında Atahan konuşacağını sandı ama öyle olmadı.

Başak derin bir nefes alıp matarayı tekrar kafasına dikti.

 

Atahan sinirden yumruklarını sıkmaya başladı. Eğer karşısında ki Başak değil bir başkası olsaydı mataryı kafasına patlatması muhtemeldi.

 

Başak matarayı ağzından çekince Atahan harekete geçti. Kızın elinden matarayı çekti aldı.

Başak şok içinde komutanına bakıyordu.

 

"Alkan'la ilgili haber var dedin. ne haberi var." Başak minik bir öksürükle boğazını temizledi.

"Mardin'in bir köyünde. Bölge halkından bir ailenin evinde kalıyormuş komutanım."

 

"Ahmet Albay'ın haberi varmı?" Diye sordu Atahan. Elindeki metal matarayı sıkmaya başlamıştı.

"Hayır komutanım. İlk haberi size getirdim. Atahan kafasını salladı.

Elindeki matarayı Başak'a geri uzattı.

 

"Timi toplayıp harekât odasına geçin. beni bekleyin." Sesinde engel olamadığı bir sevinç vardı.

Saklamaya çalışıyordu ama başaramıyordu belli ediyordu.

 

"Emredersiniz komutanım." Dedi Başak.

 

Atahan arkasını dönüp çıktı. Utanmasa kaybolan oyuncağını geri bulmuş çocuklar gibi zıplardı.

 

Başak komutanın odadan çıkmasıyla elindeki matarayı tekrardan açıp dolu dolu içti.

 

sevinçten olsa gerek Alkan yüzbaşının yaşadığını öğrendiğinden beri litre litre su içmiş hala da içmeye devam ediyordu.

 

Sonunda mataranın içindeki suyu bitirmişti. Mataranın kapağını kapatıp yatağın yanına geri bıraktı ardından cebinden telefonunu çıkarıp komutanı Kaya'yı aradı.

 

Telefon ilk çalışta açıldı. "Başak hayırlı haberin yoksa kapat abim." Diyen Kaya'nın sert sesine karşılık Başak gür bir kahkaha attı.

 

"Bu sefer hayırlı abi. Alkan komutanımdan haber var."

 

Kaya her zamanki gibi yine çay içiyor olmalı ki boğazına birşey takılmış gibi şiddetle öksürmeye başladı.

 

Bir şeye vurulma sesi geldi önce Başak'ın kulağına ardından "abi ne olmuş?" Diyen Armanç'ın meraklı sesi.

 

"Oğlum bırak geberticen beni ciğerim düştü lan!" Diye bağırdı Kaya ardından birşeye vurulma sesi geldi.

Kesin Armanç'ın kafasına vurmuştur diye düşündü Başak.

 

"Tamam abi niye kızıyorsun ki ben boğulma diye şey ettim." Sesinde bariz bir trip vardı Armanç'ın

 

Elini ağzına kapatıp kısık kısık güldü Başak.

 

"Sen şey etme Armanç! Bırak boğulayım hiç değilse daha acısız bir ölüm olur. Sen ölmeden otopsi yapıyon amınakoyim." Diye söylenmeye devam etti Kaya.

 

Telefona geri döndü. "Başak ordamısın?"

 

"Burdayım abi."

"Atahan komutan hepimizi harekât odasına bekliyor."

 

"Tamam Başak geliyoruz."

 

 

🎋🎋🎋🎋

 

Zelal Aktan

 

Sobanın arkasında olan sedire sıkış tepiş oturmuş ısınmayı ve kurumayı bekliyorduk.

 

Alkan, Hozan ve ben bir takım hatırlamak istemediğim olaylar yüzünden epey ıslanmıştık.

 

Eve girdiğimizde sırasıyla duş almış şimdi ise kedi eniği gibi dizilmiş kurumayı bekliyorduk.

 

Ben duştayken Kadir abi jandarmayı aramış Alkan'ın bizde olduğunu haber vermiş. Babam Alkan'ın iyi olduğuna emin olunca gitmesine izin vermişti.

 

Hozan oturduğu yerde biraz daha yayılıp beni iyice duvara yapıştırınca ters bir bakış attım.

Ne var? dercesine bir bakışla karşılık verdi. Gözlerimi devirdiğim'de bu seferde Alkan'a döndü.

 

"Alkan abi senin saçlarda maşşallah kömür karasıymış he. Yıkanana kadar fark etmemiştim." Alkan saçlarını öven Hozan'a içten bir tebessüm etti.

 

"Annem hep rahmetli babama benzetir saçlarımı." Yüzündeki gülümseme boş bir tebessüme dönüştüğünde güçlükle yutkundu.

 

"Peder yakışıklı adammış anlaşılan. Sadece saç geninin geçtiğini sanmıyorum." Dedi Hozan gülümserken.

 

"Yakışıklıydı." Dedi Alkan bakışlarını kucağında yatan sütlaç'a çevirerek.

"Alkan sen nerelisin?" Diye sordu babam. Konuyla alâkasız bir şekilde.

 

"Aslen Çanakkale'liyim ama Irak'ta doğmuşum belirli bir yaşa kadarda orada kaldım." Diye cevap verdi kucağındaki sütlaç'ın kabarık tüylerini okşarken.

Normalde sütlaç kendini ben hariç kimseye sevdirmez kaçardı. Alkan eve geldiğinden beri kucağından neredeyse hiç inmiyor oluşu beni oldukça şaşırtıyordu.

 

"Annen mi Irak'lı neden orada doğdun ki" Diye sordum.

Alkan olumsuz anlamda kafa salladı. "Hayır babam askerdi. Uzun bir süre Irak'ta görev yaptı o yüzden uzun yıllar Irak'ta yaşadık." Diye yanıtladı sorumu.

Asker bir babanın asker oğlu olması çok gurur verici olmalıydı.

Benim düşündüğümü Hozan'da düşünmüş olmalı ki "baban için çok gurur verici bir şeydir seninde onun gibi bir asker olman." Dedi yüzünde samimi bir gülümseme vardı.

 

Alkan'ın yüzünde mutluluktan uzak bir gülümseme oluştu. "Eğer görebilseydi gururlanırdı." Yüzünde ki gülümseme silinirken kömür karası harelerinden derin bir acı geçti.

"Ama babam ben çocukken şehit oldu."

 

Bir kaç saniye hiç birimizden ses çıkmadı. Sessizliği ilk bölen kişi babam oldu. "başın sağolsun oğlum"

Dedi ayağa kalktı Alkan'ın sırtını gerçekten oğlunu seven bir baba gibi okşadı ve salondan dışarı çıktı.

 

Hozan elini Alkan'ın omuzuna atıp dostça sıktı. "Başın sağolsun abi." Dedi üzgün bir ifadeyle. "Vatan sağolsun aslanım." Diye karşılık verdi Alkan.

 

"Başın sağolsun" Dedim mırıldanır gibi. "Vatan sağolsun"

 

Ortam sessizliğe gömüldü. Alkan kucağında uyumakta olan sütlaç'ın tüylerini okşuyor. Hozan tam karşımızdaki camdan yağan kar'ı izliyordu. Bense omuzlarımdan doğru sarıldığım battaniyenin ucuyla oynuyordum.

 

Aradan kaç dakika geçti bilmiyorum ama tam uyuyacaktım ki içeri sesli bir şekilde annem girdi.

"Size çay demledim yanınada Süryani çöreği koydum." Hozan oturduğu yerden kalkıp annemin elindeki büyük tepsiyi aldı.

 

"Ellerine sağlık yenge" Dedi Hozan eline aldığı çayı ve çörek tabağını Alkan'a verirken. "Afiyet olsun oğlum" Dedi annem

 

Alkan çay bardağını alıp sedirin yanındaki küçük sehpaya koydu.

"Teşekkür ederim Hozan"

"Afiyet olsun abi"

"Ellerine sağlık Ferda teyze çok güzel kokuyorlar." Dedi Alkan.

Annem sıcak bir tebessümle "şifa olsun oğlum" Dedi.

Hozan eline bir bardak çay ve bir tabak daha çörek alıp bana yaklaşınca elimi uzattım.

 

Hozan elindeki çaydan bir yudum aldı ve ne var der gibi kafa salladı.

"Benim için değilmi onlar"

"Yoo bunlar benim sen istiyorsan kalkıp masanın üzerinden alabilirsin"

Omuz silkti ve yerine geri oturdu.

 

"Ama Alkan'a verdin. Bana niye vermedin?" Diye sordum

 

"Alkan abi bizden büyük olduğu için ona verdim. Sen bizden küçüksün git kendin al." Eline aldığı çöreği ağzına attı.

 

"Hozan sen ne kadar öküz oldun ya."

Sinirle yerimden kalktım.

Omuzlarımdan düşen battaniyeyi topak yapıp Hozan'a fırlattım.

 

"Çay var deli!" Hozan'a dil çıkardım ve büyük masaya döndüm son kalan çörek tabağını ve çay bardağını alıp yerime ilerledim.

 

"Bu hep böyle şiddette meyilli miydi sonradan mı oldu?" Alkan'ın kısık sesle sorduğu soruyu zorda olsa anlayabilmiştim.

 

Hozan, Alkan'dan tarafa eğildi.

"Bu en iyi hali, önceden daha fenaydı."

 

Alkan, Hozan'ın önünden kafasını uzattı. Benim onlara baktığımı farketmiş olmalıydı. Samimiyetsiz bir tebessümün ardında Hozan'ın kulağına eğildi.

 

"Bu iyi haliyse kötüsünü hayal edemedim. Sabah ahırda kafama odunla vurdu." Dedi.

 

Hozan gür bir kahkaha attığında omuzuna bir tane patlattım.

"No guluosun solok" Dedim ağzım dolu olduğu için muhtemelen ne dediğimi anlamadılar far görmüş tavşan gibi kala kaldılar.

Ağzımdaki lokmamı hızlı hızlı çiğneyip yuttum.

 

Alkan'a dönüp " Yanlışlıkla oldu dedim ya ne abartıyorsun hâlâ."

Alkan yalancı bir şaşkınlıkla oturduğu yerde bana doğru döndü.

"Ben mi abarttım. Beni öldürmeye çalıştın." Yok daha neler.

 

Kolumun altında duran küçük minderi Alkan'ın kafasına doğru fırlattım. Minderi çevik bir hareketle havada kaptığında sütlaç, Alkan'ın kucağını hızla terk etti.

 

"Çocuğu korkuttun manyak." Gülmekten kızarmaya başlayan Hozan'a döndü. "Gördün mü yine bana şiddet uyguluyor."

Kafasına vurduğum için zaten saatlerdir vicdan azabı çekiyordum.

Birde sanki bilerek yapmışım gibi anlatınca iyice kafam atmıştı. hızla ayağa kalktım.

 

Kafasına en sağlamından bir tane şamar attım. "Ben sana ne zaman şiddet uyguladım." Ellerimi belime koydum.

"Sabah ahırda bana vuran kimdi?"

"Seni korumaya çalışıyordum!"

Benim aksime Alkan oldukça sakindi.

"Döverek mi koruyodun?"

"Durun. vallaha gülmekten altıma bırakcam şimdi." Diye araya giren Hozan'ın ayağına hafif bir tekme attım.

 

"Seni esefle kınıyorum Zelal. " Alkan'a geri döndüğümde yüzündeki munzur sırıtışı hiç bozmadı. Bilerek yapıyordu. Benimle uğraşmak hoşuna gidiyordu. O zaman bende onunla uğraşırdım.

 

Alkan'ın koluna hızla yapıştım. "Kazağımı ver!" Alkan'ın ifadesi bozguna uğradı. "Ne?" Yüzündeki alık ifadeye gülmemek için yanağımı dişledim. "Madem ben sana şiddet uyguluyorum kazağımı geri ver." Elimle kazağı çekiştirdim.

 

"Vermem..." Bakışları üzerindeki kazağa döndü. Dudak büktü, yüzünü bana döndüğünde ifadesi umursamazdı. "Hem bu kazağı bana sen vermedin ki Ferda teyze verdi."

Sinirden gözüm seyriyordu.

"Annem vermiş olabilir ama bu kazak benim! Ve şimdi geri alıcam!" Sesimde bariz bir sinir vardı.

 

Hafifçe eğilip kazağın etekleri tuttum ve yukarı doğru çekiştirmeye başladım.

Alkan elinde tutuğu çörek tabağını sehpanın üzerine bıraktı. Kazağı çekiştirmeye çalışan ellerimi bileklerimden yakaladı.

 

"Kızım ne yapıyorsun? Çıplak mı gezicem?" Diye sordu bir yandan da ellerimi kazağın eteklerinden çekmeye çalışıyordu. "Banane! Nasıl gezersen gez ama benim kazağımı ver."

 

"Verilen mal geri alınmaz" Ellerimi kazağın eteklerinden çekmişti.

Ellerimi sallayarak elinden kurtardım.

 

"Ben alırım!" Dedim ve kazağın yakasına yapışıp çekiştirmeye başladım. Benimle uğraşıyorsa kazağımı geri verecekti.

 

"Ferda teyzeeeee, Zelal beni dövüyor." Diye bağıran Alkan'ı zerre umursamadan kazağı çekiştirmeye devam ettim.

 

"Kızım ne yapıyon? Irzıma geçtin resmen." Alkan'ın cümlesi biter bitmez küt diye bir ses geldi. Sesin geldiği yöne kafamı çevirdiğimde Hozan'ın gülerken yere düştüğünü gördüm.

 

"Hayatımda hiç bu kadar gülmemiştim." Diye söylendi gülmeye devam ederken.

 

"Çocuklar ne oluyor burada." Diye soran kişi annemdi.

"Ne olsun Ferda teyze kızın bize şiddet uyguluyor." Alkan yüzündeki munzur ifadeyle beni anneme şikayet etmeye başlamıştı.

 

"Hakettiler anne." Dedim küskün küskün.

"Biz sana ne yaptık? Yenge sen buna inanma bu yine delirmeye başladı."

"Hozan seni gebertirim." Diyip Hozan'ın üzerine atıldığımda Alkan'a gün doğdu.

 

"Bak Ferda teyze kim yalan söylüyor gayet belli." Parmağıyla beni gösteriyordu.

 

"Zelal rahat bırak çocukları. Çok ayıp!"

Hozan'ı bırakıp pıtı pıtı adımlarla annemin yanına gittim.

"Ama anne-"

Annem şahadet parmağını yüzüme salladı yalancı bir kızgınlıkla. "Sana küçüklüğünden beri öğretemedim eve gelen misafir dövülmez."

"Ama hakettiler."

Annem kaşlarını çattı.

"Hadi çaylarınızı için çörekleride bitirin. Sonrada Alkan'ın yaralarına pansuman yap."

 

 

 

 

🎋🎋🎋

 

Alkan Soykan

 

Uykulu gözlerimi boğazımdaki kurulukla araladım. Tam karşımdaki duvar saatine denk düştü bakışlarım.

Saat 03.45'ti. Zelal'in akşamdan yanıma bıraktığı sürahiye uzandım süratinin yanındaki bardağı ağzına kadar doldurdum ve tek seferde içtim. Boğazım yıllardır hiç şu görmemiş çöl torakları gibi korumuştu. Bir bardak su yetmeyince ikinci suyu doldurup onuda tek seferde içtim.

 

Bakışlarım büyük lacivert koltukta uyuyan Hozan'a kaydı. Üzerindeki battaniyenin yarısı ayaklarının üzerinde yarısı ise yerdeydi.

 

Ellerimi yere batırarak kendimi yukarı çekip oturur pozisyona geldim.

Ayaktayken yaralarım fazla acımıyordu ama uzanınca ve otururken fazlasıyla ağrıyordu.

 

Ayağa kalktım Hozan'a doğru adımladım. Hafifçe eğilip yere düşen battaniyesini aldım ve omuzlarına kadar örtüm. Lavobaya gitmek için salondan çıktım lavabo koridorun sonunda sol tarftaydı.

 

Sütlaç hep yaptığı gibi koridorda ki büyük çiçekle oynuyordu.

Lavobaya girip elimi yüzümü yıkadım. Lavabo dan çıktığımda sütlaç boşalan şu kabının başında durmuş patisiyle kapı itekliyordu.

 

Yavaşça eğilip sütlaç'ın boş şu kabını aldım. Mutfak Zelal'in odasının olduğu koridorun başındaydı.

Arkamda kalan koridora doğru adımladığımda Zelal'in su gibi duru sesini duydum.

Bir şarkı söylüyordu ama anlayamıyordum.

 

Biraz daha yaklaştım odasının kapısına.

 

(Lê dîsa jî digerim li dora xwe)

 

(Lê dîsa jî digerim li xewna xwe)

 

Kürtçe bir şarkı söylüyordu.

Odasının kapısına biraz daha yaklaştığımda kapının aralık olduğunu fark ettim.

Etik değildi ama kendime hakim olamadım kapının aralık kısmından içeriye baktığımda Zelal'in sırtı bana dönüktü. Camın önüne oturmuş kendi kendine şarkı mırıldanıyordu.

 

(Li deşt û li çiyayan li zozanan)

 

(Li gund û li bajaran lê lê lê)

 

Sesi sakın akan bir su kadar duru ve güzeldi.

 

(Ji sitêrkan gerîn ne hêsan e lê)

 

(Stêrkên dibişirin dişibe çavên wê)

 

İlk baktığımda fark etmemiştim ama Zelal'in sağ tarafında camın duvarına asılı büyük bir bülbül kafesi vardı.

 

Zelal, Bülbülden tarafa döndü. Ve devam etti.

 

(Rêwî go stêrkê "tu stêrkê kê yî")

 

(Rêwî go stêrkê "tu çavê kê yî")

 

Ellini biraz kaldırdı ve bülbül kafesine yaklaştırdı.

Küçük bülbül bu hareketi bekliyormuş gibi kafesin teline kondu. Artık Zelal'in şahadet parmağı bülbülün küçük karnını okşuyordu.

 

(Stêrk tenê lerizî û geriya şeva xwe)

 

(Stêrk tenê lerizî û geriya dora xwe)

 

Zelal yavaşça oturduğu sandalyeden kalktı ve bülbül kafesinin küçük kapısını açtı.

Şahadet parmağını içeriye uzattığında bülbül hemen parmağına kondu.

 

Eline aldığı bülbülle birlikte geri yerine oturdu. Bir yandan şarkısını söylemeye devam ediyordu.

 

(Li deşt û li çayayan li zozanan)

 

(Li gund û li bajaran lê lê lê)

 

Şarkısını bitirdiğinde dolgun dudaklarını bülbülün küçük kafasına bastırdı. Bülbül ötmeye başladığında kısıkça kıkırdadı.

 

Kendime engel olamadım ve yavaşça kapıyı aralayıp içeri girdim.

"Sesin çok güzel" Dedim.

Konuşana kadar burada olduğumu fark etmemiş olacak ki irkidi.

 

"Sen ne zamandan beri buradasın?" Diye sordu. Al işte Alkan yap şimdi açıklamanı. Elimdeki boş su kabını havaya kaldırdım inandırıcı bir tebessümle "sütlaç'ın suyu bitmiş ona su dolduracaktım ama şarkı söylediğini duyunca adımlarım beni buraya getirdi." Dedim dürüst davranarak.

 

"Sütlaç'ın tek su kabı o değil her odada su kabı var. Sütlaç çoğunlukla o kapta ki suyu halıya döker. Ve kapla oynar."

 

"Ben bilmiyordum. Her neyse iyi geceler." Diyip arkamı döndüm tam çıkıyordum ki Zelal arkamdan seslendi.

 

"Senide mi uyku tutmadı."

Omuzumun üzerinden bakışlarımı ona çevirdim.

 

"Bilmem... Galiba öyle oldu." Dedim ağzımı eğerek.

Aslında su içmeye kalkmıştım ama uykum kaçmıştı.

 

"Uykun yoksa otur istersen."

Gözlerinde bariz bir çekince ve istek vardı. Sanki arkamı dönüp gitsem kırılacak gibiydi.

 

"Senin uykun yoksa olur" Dedim Zelal'den tarafa dönerek.

Olumsuz anlamda kafa salladı.

Eliyle odanın sol tarafında kalan iki kişilik yatağı gösterdi.

 

Geçip yatağın ucuna oturduğumda Zelal kaşlarını çattı.

"

 

Rahat otur o şekilde yaraların acır."

 

Ayağa kalktı elindeki bülbülü masanın üzerine bıraktı.

Masanın üzerindeki sarı renkli kupayı alıp odadan çıktı.

 

Zelal odadan çıktığında açık camdan esen sert rüzgar masanın üzerinde duran bülbüle sertçe çarptı.

Bülbül geriye doğru adımladı tam masadan düşecekti ki hızla yerimden kalkıp son anda düşmek üzere olan kuşu yakaladım.

 

Büyük avucumda kaybolan bülbülü sıkmadan yatağın köşesine bıraktım.

Bülbülü kurtarırken hem bacağımdaki yara hemde karnımdaki yara inanılmaz derecede acımıştı.

 

"Ah be bülbül çırpsana küçük kanatlarını. Hem kendi canını yaktın hem benimkini." Dedim kızar gibi.

 

Bülbül güçlü güçlü ötmeye başladı.

Kanatlarını sertçe çırptığında yerinden kımıldayamadı bile.

 

Bülbül uçamıyordu. Yatağa geri adımladığımda Zelal elinde küçük bir tepsiyle içeriye girdi.

 

"Alkan birşey mi oldu?" Diye sordu.

"Bülbül sanırım uçamıyor. Camdan esen rüzgar kuşu geri savurunca yere düşmesin diye atıldım. Ani hareket yapınca dikişleri zorladım sanırım."

 

"Gel otur şöyle." kolumdan tutup yatağa oturmama yardımcı oldu.

 

Tepsiye uzandı açık mavi kupayı ve küçük beyaz tabağı alıp bana uzattı.

"Akşam siz uyuduktan sonra limonlu kurabiye yapmıştım."

"Çayıda sen uyanmadan hemen önce demledim."

 

Elime aldığım kurabiyeyi koklarken "ellerine sağlık çok güzel kokuyorlar" Dedim. Elimdeki kurabiyeyi tek seferde ağzıma attım.

 

Kurabiyeyi çiğnemeye başlamadan ağzımda dağıldı. Ağzımın içine limon ve ne olduğunu bilmediğim bir koku yayıldı. Daha dikkatli kokladım elimdeki kurabiyeyi umarım yanılıyorumdur.

 

Siktir. Kurabiye tıpkı Zelal gibi kokuyordu. Çayımdan kocaman bir yudum alıp ağzımdaki kurabiyeyi yuttum.

 

"Bu kurabiye tam neli yani içerisinde hoş bir koku var o koku ne kokusu."

Zelal yarısını ısırdığı kurabiyeyi kokladı. "Vanilya kokusundan mı bahsediyorsun" Dedi

"Bilmem sanırım" Dedim

 

"Normalde vanilya öz'ü az konulur ama ben vanilyayı çok severim. O yüzden biraz fazla koydum. Rahatsızmı etti kokusu."

 

Tabaktan bir kurabiye daha alıp ağzıma tıkıştıtırken "hayır aksine daha güzel olmuş bence. Galiba artık bende bol vanilya seviyorum." Dediğimde Zelal kıkırdadı.

 

Yanımdaki bülbül ötmeye ötmeye başlayınca kafamı ona çevirdim.

"Neden uçamıyor?" Diye sordum bakışlarımı Bülbülden çekmeden.

 

"Tam olarak bende bilmiyorum ama veteriner hekimin söylediği kadarıyla kanatlarında kırık varmış uzun bir süre o kırıklarla yaşamış. Biraz daha geç bulsam çoktan ölmüştü." Dedi saklayamadığı bir üzüntüyle.

 

"Desene o da benim gibi canını size borçlu." Yüzümde umursamaz bir tebessüm vardı.

 

"Haşa biz Allah'ın elçisi yiz. Eğer Allah sizi, bizim kapımıza getirmeseydi. Biz, sizi bulamazdık."

 

Kafa salladım doğru söylüyordu.

"Onu nerede buldun peki."

Çayından büyük bir yudum aldı. "İnanmazsın ama babamın seni bulduğu suyun yanında."

 

Gülerek şehadet parmağımı bülbülün küçük kanadına sürttüm. "Kader kardeşim benim."

 

Zelal yüzünde ki anlam veremediğim üzüntüyle "yarın seni almaya geliyorlarmış. Babam söyledi." Dedi.

 

Gülüşüm bir bıçak gibi kesildi.

"Öyle..." Dedim

Zelal'in üzgün yüzü daha da düştü.

Elindeki kupanın ağız kısmıyla oynamaya başladı.

 

Peki neden bu kadar üzgündü.

Yoksa ben gidiyorum diye mi üzülüyordu.

 

 

 

 

 

Bölüm sonu.

Bu sefer bölüm biraz gecikti kusura bakmayın.

 

Şimdi size bir sorum var.

Bir sonraki bölüm Alkan'ın esir kampındaki yaşadıklarını anlattığım özel bölüm mü olsun. Yoksa özel bölümler bir kaç bölüm sonramı gelsin.

 

Bölüm içerisinde Zelal'in söylediği şarkı: mem ararat - rêwî isimli şarkısıdır.

Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen

Loading...
0%