Yeni Üyelik
15.
Bölüm

Rüya [9.]

@zezeizim

sᴇʟᴀᴍʟᴀʀ 👋

ʏᴇɴɪ ʙᴏ̈ʟᴜ̈ᴍ ɢᴇᴛɪʀᴅɪᴍ ʟɪᴍᴏɴʟᴜ ᴏᴋᴜʀʟᴀʀıᴍ. sᴀᴛıʀ ᴀʀᴀsı ʏᴏʀᴜᴍʟᴀʀᴅᴀ ʙᴜʟᴜşᴀʟıᴍ.

 

𝔸𝕝𝕜𝕒𝕟 𝕊𝕠𝕪𝕜𝕒𝕟

 

"İyi düşün Alkan aklına hiç mi bir şey gelmiyor?" İhtiyarın sorusuyla parmaklarımı şakaklarıma bastırıp düşünmeye başladım.

 

Yoktu. Allah kahretsin aklıma şifreyle ilgili en ufak birşey bile gelmiyordu.

Toplantı saatlerdir devam ediyordu. Başak'ın abimin evinde bulduğu çelik sandığın bir şifresi vardı.

 

Ama bu şifreyi nereden bulacaktık.

Annesinin doğum tarihi değildi.

Babamın doğum günü değildi.

İkisinden birinin ölüm yıl dönümü bile değildi. Bu kahrolası sikik şifreyi nereden ve nasıl bulacaktık.

 

Daha önemlisi bu sandığın içinde bizi neler bekliyordu. "Asi'nin her şeyini anlattığı biri yada bir günlük gibi birşeyi var mıydı?" Diye soran Kaya'ya baktım. Dudaklarımı büküp, "bilmiyorum." Dedim.

 

"Abim... Bu güne dek belkide hiç kimseye kendisiyle ilgili bir bilgi vermemiş bile olabilir." Abim genelde kimseyle konuşmaz, konuşsa bile kendi hakkında hiçbir bilgi vermezdi.

 

Ahmet Albay ellerini birbirine bir defa vurdu ve ses çıkararak ilgiyi üzerine topladı. "Bu günlük bu kadar yeter. Evlerinize dağılın ve dinlenin. Aklına birşey gelen beni arayabilir."

 

Hep bir ağızdan, "emredersin komutanım" Dedik. Hepimiz evlere dağılmak için ayaklandığımızda Arkın cebinden hızla telefonunu çıkardı. Gülerek telefon ekranına bakması dikkatimi çekmişti. Bir kaç gündür telefon elinden düşmüyordu.

 

Hafif eğilip göz ucuyla telefona bakmayı denedim. Arkın baktığımı fark etmiş olacak ki bir elini ekrana yaslarken başını kaldırdı. "Bi'şey mi oldu komutanım?" Omuz silktim, "hayır da sen kimle konuşuyon lan kaç gündür."

 

Arkın'da omuz silkti. "Özel biri komutanım açıklayamam." Ağzına hayali bir fermuar çekti. "Sabır Allah'ım" Diye söylenerek oda dan çıktım. Ahmet Albay ve Başak fısır fısır birşey konuşuyordu.

 

Ayakkabılarımı giymeye üşendiğim için elime aldım. Çoraplarımla merdivenleri tırmanmaya başladığımda "Alkan ya amınakoyim sen salak mısın? Binada çorapla gezildiğini hangi kabileden gördün?" Diye haykıran Atahan'a omuzumun üzerinde bir öpücük yolladım.

 

Atahan'ı tanımayan biri onu çok temiz ve titiz zannedebilirdi. Ama bu koca bir yanılgıdan ibaretti. Atahan sadece hijyen takıntısı olan bir adamdı. Evin kapısını açıp içeri girdiğimde üzerimdeki ince kazağı çıkarıp gelişi güzel fırlattım.

 

Ardımdam gelen Ata üzerindeki kazağı çıkarıp kafama fırlattı. Omuzumun üzerinden Ata'ya sinirli bir bakış gönderip odama yöneldim. Rahatlamaya ihtiyacım vardı. Tek sorun bu stresi ve içimdeki yangını neyle söndürmem gerektiğini bilmiyor olmamdı.

 

Yatağın üzerine yüz üstü kendimi fırlattım. Gözlerimi kapatım. Uyumayı denedim. Olmadı. Yattığım yerde pantolonun kemerini çıkardım. Yastığa kafamı gömdüm. Gözlerimi tekrar kapattım. Biraz daha bekledim. Gene olmadı. Birşey eksik gibi hissediyordum. Ama neydi?

 

"Tabi ya pantolonumu çıkarmadım. Kesin o rahatsız etti." Homurdanarak yatağın üzerinde dizlerimin üzerine kalktım. Pantolonumun düğmesini ve fermuarını açıp aşağı indirdim.

 

Tekrardan yüz üstü yattığımda bacaklarımı kıpırdatarak pantolonu iyice aşağı indirdim. Bacaklarımı birazcık kaldırıp pantolonumu paçasından yakaladım çekip çikardım. Gelişi güzel fırlattım. Çoraplarımıda çıkarıp odamda ki kirli sepetine karanlıkta basket attım.

 

Tekrardan yastığa yüzümü gömüp uyumayı denedim. Gene olmadı. En iyisi kalkıp soğuk bir duş almaktı. Bir hışımla yataktan çıktım. Odanın içinde bulunan duşa girdim. Kapıyı örtme gereksiniminde bulunmadım.

Suyu en soğuk dereceye getirip tekte altına girdim.

 

Elime şampuan kutusunu alıp sıktım. Hiçbir şey gelmedi. Aşağı yukarı salladım ve tekrar denedim yine gelen giden yoktu. Tek gözümü kapatıp içine baktım. Boştu. Dolu olursa siksinlerdi. Boş şampuan kutusunu açık kapıdan dışarı fırlattım.

 

Eskiden şampuan mı vardı sanki?

Banyonun içine kısa bir bakış attım. Bir adet sıvı el sabunu, bir adet duş jeli ve bir adette kalıp sabun vardı.

Hepsi aynı işi görürdü. Ama en yakınımda olan duş jeliydi. Elime döktüğüm duş jelini kafama sürüp köpürttüm. Yeterince temiz hissettiğimde durulamaya kara verip suyun altına girdim.

 

Ama bu sikik şey bunu bekliyormuş gibi daha da köpürdü. Huzursuz homurtular eşliğinde kafamdaki köpüğü arındırmaya çalışıyordum ki odanın kapısı şiddetli bir sesle açıldı. Refleksle iki elimi erkeklimi kamufle edecek şekilde önüme kapattığımda Atahan'ın, "Allah seni bildiği gibi yapsın! Oradaki kapıyı süs için yapmışlar zaten dimi!" Diye bağıran sesi geldi.

 

Tek gözümü açıp açık kapıdan Atahan'ın sinirli yüzüne baktım.

Geniş geniş gülümseyip "sen miydin lan? Bende başkası sandım." Dedim.

 

Ellerimi tekrardan kafamda arınmak bilmeyen lanet olası köpüklere attım.

"Oğlum ayıp denen birşey var. birde utanmadan yıkanmaya devam ediyorsun." Diye homurdanan Atahan'a "bende olan sende de var niye utanayım" Dedim ve geniş geniş gülümsedim. Ağzıma giren köpükleri yere tükürdüm. Tadı bok gibiydi.

 

Atahan sırtını bana döndü.

"Allah'ım sabır ver! Yemek zıkkımlanca mı?"

 

"Ne yemek yaptığına bağlı"

 

"Zıkkım"

 

Abartılı bir biçimde ıslık çaldım.

"En sevdiğimm"

"İyi yıkanda gel. Bekliyorum"

Kafa salladım.

Nihâyet kafamdan köpükleri arındırmayı başarmıştım.

Duş kesesine duş jeli döktüm. Bir güzel keselenip belime sardığım havluyla odama geçtim.

 

Kıyafet dolabından bir eşofman altı ve iç çamaşır alıp kapakları kapattım. Üstün körü kutulandım ve giyindim.

Telefonumu aldım ve mutfağa geçtim.

Muazzam yemek kokuları mutfağı sarmıştı bile. "Üffff köfte mi yaptın lan?" Atahan tavayı ocağın üzerinden çekti. Önüme doğru yaklaştırdı.

 

"Gözün yemek görsün aç köpek."

Gür bir kahkaha attığında ellerimi pençe gibi yapıp yüzümün hizasına getirdim. Hırlayan bir kurt gibi dişlerimi gösterdim.

 

"Benden köpek olmaz. Olsa olsa Bozkurt olur." Dudaklarını aşağı büktü. "Bak şimdi tırstım senden malûm aşında yok" Göz devirdim. Çektiğim sandalyeye oturdum. Atahan köfteleri de pişirip masaya diğer yemeklerin yanına koydu.

 

Birer bardak şalgam doldurdu.

Yemek yemeye başladığımızda ikimizde sessizleştik.

"Alkan iyi görünmeye çalıştığının farkındayım kardeşim. Ama olmayınca olmuyor işte..."

 

Ağzımda lokmam büyüdü. O kadar büyüdü ki yutamadım. Yutamayacağımı hissettim. Siyah harelerim buğuyla kaplandığında bardağıma uzanıp şalgam dan aldığım yudumla lokmamı yuttum.

 

Durumum dışarı dan bu kadar kötü mü gözüküyordu. Oysa normal davranmaya çalışıyordum.

Tabağıma mıhlanan bakışlarımı bir türlü Atahan'a kaldıramadım.

 

"Anlat Alkan. Dök içini."

Yapamazdım. Yapmamlıydım. Ama olmadı. Kendini sıkmama rağmen yüzsüz bir damla önümdeki tabağa düştü. Boğazım yandı. Atahan'ın elini güç vermek ister gibi omuzumda hissettim. Dosthane bir şekilde hafifçe sıktı.

 

Acı içimde büyüdü. Bir dağ oldu. Bir volkan oldu. Bir deprem oldu. Bir fırtına oldu. Ama taşamadı. Atahan'ın yükünü en iyi ben bilirdim. Kendi yükümü nasıl omuzlarına ekleyebilirdim.

 

Atahan, abimle aynı duyguları yıllardır taşımış hâlâ daha taşımaya devam eden bir adamdı. Nasıl dayandın? Demek istedim.

 

Nasıl gücün yetti?

Nasıl toparlandın?

Nasıl omuzlarını hâlâ dik tutabiliyorsun?

 

Bütün sorularım içimde patladı. Hiçbirini soramadım.

 

Ağladım. Tekrar ve yeniden ağladım.

Mardin'den döndüğümden beri yaptığım tek şey ağlamaktı. Küçük bir çocuk gibi köşeye çekilip ağlamak.

 

 

 

ℤ𝕖𝕝𝕒𝕝 𝔸𝕜𝕥𝕒𝕟

Bir ormanın ortasındayım. Önümde bir su birikintisi var. Ayaklarım çıplak. Üzerimde beyaz uzun kollu bir elbise var. Peki ama burası neresi.

 

Kafamı sağıma ve soluma çevirdim.

Sağ tarafım ağaçlar ve bataklıklarla kaplı. Sol tarafımda eski bir mezar.

Hızla arkamı döndüm. Arkamda yıkık dökük bir köşk. Sanki korku filminin içinde gibiyim.

 

Mezarın yanında küçük bir çoçuk var. Çocuğa doğru gitmek için adım atmayı denedim. Ama sanki ayaklarım çivilenmişti. Bakışlarımı çıplak ayaklarıma indirdiğim de ayakalarımın sarmaşıklar tarafından sarıldığını gördüm.

 

Yere eğilip sarmaşıkları açmayı denedim. Açılmıyor sanki daha'da çok yapışıyorlardı. Acaba küçük çocuk bana yardım edebilir miydi?

 

"Ufaklık"

"Hey! Çocuk" Allah aşkına beni duymuyor muydu.

 

"Ufaklık bana yardım eder misin?"

Çocuk yine beni duymadı.

Sarmaşıklar ayaklarımı o kadar sıkıyordu ki artık ayaklarım kanamaya başladı. Acı içinde yere çöktüğümde bağırdım. "Yardım edin!"

"Kimse yok mu!"

 

Mezarın yanındaki çocuk ayağa kalktı. Tam o esnada bir kuzgun mezarın taşına kondu. Çocuk bana bakmadan arkamda kalan köşke koşmaya başladı. "Hey! Nereye gidiyorsun? Lütfen gitme bana yardım et"

 

Çocuk beni duymuyormuş gibi hızla köşke girip kapıyı örttü. "Kimse yok mu?" Diye seslendim ormanın içine

 

Ormanın içinden yüzünü göremediğim bir kadın bana doğru gelmeye başladı. Üzerinde benimkine benzer beyaz ama kanlı bir elbise vardı. Yüzünde beyaz ama yarısı kanla kaplı bir peçesi vardı.

 

"Bana yardım et. n'olur." Diye bağırdım. Adımları yavaş ve hafifti.

Yaklaştı. Yaklaştı. Tam önümde durdu.

Artık bana üstten bakıyordu.

"Bana yardım eder misiniz?" Sesimde bariz bir korku vardı.

 

Önümde yavaşça eğildi. Tüy kadar narin elini çeneme koydu. Baş parmağıyla çenemin ucunu okşadı.

"Anlattığı kadar güzel ve safsın"

 

Anlattığı kadar mı? Peki beni bu kadına anlatan kimdi.

"Adın gibi duru ve berraksın"

Çenemde ki elini yüzümden çekti.

Dilim lâl olmuştu sanki. Konuşamıyordum. Narin elleri ayaklarıma dolanmış dikenli sarmaşıklara uzandı. Tek seferde sarmaşıkları koparıp attı.

 

"Ayakların çok acıyor mu?" Diye sordu. Sesi nayif ve merhametliydi.

Sorusunu es geçip "üstünüz neden kanlı" Diye sordum. Üzerine kısa bir bakış attı. Peçesinden kan damlamaya başladi. Bu kan ağzından geliyor olmalıydı.

 

Ellerimi peçesini tutmak için havaya kaldırdığım sırada ayağa kalktı.

"O'na yardım et. Çok acı çekiyor. Ancak o rahat ederse ben rahat edebilirim"

 

"O kim?" Cevap vermedi. Arkasını dönüp ormanın içinde kayboldu. Peşinden bağırdım ama umursamadı.

 

Rüya değişti.

Bu kez köşkün bahçesinde bir sallanan sandalyedeyim. Önümde iki salıncak. Salıncakların önünde uçsuz bucaksız bir uçurum. Uçurumun kenarında ise o. Sırtı bana dönük. Üzerinde beyaz bir takım elbise var. Omuzunda bir kuzgun var. Oturduğum sandalyeden yavaşça kalktım. O'na doğru bir adım attığımda omuzunda oturan gerçek kuzgun geldiğime haber vermek ister gibi öttü.

 

Bana yüzünü dönmedi ama "hoşgeldin küçüğüm" Dedi

 

Dayanamadım. Adımlarım hızlandı. Hızla geniş sırtına sarıldım. Gövdesi hâlâ hatırladığım gibi sıcaktı. "Ben seni çok özledim Kuzgun" Dediğimde kısıkça güldü. Karnının üzerinde duran ellerimin üzerinde sıcak avuçlarını hissettim. "Ellerin hâlâ küçük ve soğuk be küçüğüm"

 

Ellerimi tutup göğsüne çekti. Avuçlarımda hissettiğim sıcak sıvıyla acı içinde inledim. Ellerimi bedeninden çözdü. Artık yüzü bana dönüktü. Yakışıklı yüzü tıpkı çocukluğumda hatırladığım gibiydi. Hiç yaşlanmamış. Hiç değişmemişti.

Altın sarısı saçları geriye doğru taranmış ama asi tutamları alnına dökülmüştü.

 

"Küçüğüm kocaman olmuş..." Sesi titrekti. Mavi gözünden arsız bir damla yaş yanağına aktı. Tutmak ister gibi avucumu yüzüne yasladım.

"Ağlama n'olur.. Yalvarırım ağlama."

 

Elini çeneme koydu. "Bana ağlama diyorsan önce sen ağlamayacaksın" Dedi.

 

"Ama ben, seni çok özledim."

 

"Çünkü hâlâ beni nasıl yaşatman gerektiğini öğrenemedin."

 

O an fark ettim kalbinden akan kanları. Kıyafetinden damlıyordu.

Elimi yüzünden çekip göğsüne attım.

"Kanıyor! Çok kanıyor durdurmamız lazım!" Benim tedirginliğim ve talaşımın aksine O oldukça sakindi.

 

"Zelal, asıl kanayan ben değilim güzelim" Elimi kanayan göğsüne bastırmaya çalıştığımda omuzundaki kuzgun havalandı. Başımızın üzerinde daire çizmeye başladı. Acı acı öttü. Sanki ağıt yakıyor gibiydi.

 

"Boşa ötmüyor... Ağıt yakıyor."

Hızla kafamı Kuzgun'a çevirdim.

Mavi hareleri en yakın arkadaşını izliyordu. Boyum ancak göğsüne yettiği için hafif sakallı çenesine aşağıdan bakıyordum.

 

"Kim için ağıt yakıyor?"

 

Dudaklarını aşağı büktü.

"Kalbimiz için..."

Cümlesi bittiğinde göğsümün sol tarafını bir yangın kapladı. Ardından sıcak bir sıvı göğsümden karnıma aktı. Başımı eğip göğsüme baktığımda tıpkı Kuzgun gibi benimde kalbimin kanadığını gördüm.

 

"Kalbimizi kanattın küçüğüm"

 

"Abi yardım et n'olur!" Diye haykırdım. Yüzünde acı bir tebessüm oluştu. "Artık ben yokum küçüğüm"

Havada ağıt yakan kuzgun ağzında solmuş bir çiçekle omuzuma kondu. Kuzgun geriye bir adım attığında tekrar uçurumun en ucunda duruyordu. "Hoşçakal küçüğüm"

 

Ve kendini uçurumdan aşağı bıraktı.

Omuzumda bir kuzgun. Elimde solmuş bir çiçekle uçurumun kenarında kanlar içinde tek başıma kaldım.

 

 

 

 

ℝ𝕖𝕪𝕙𝕒𝕟'𝕕𝕒n

 

 

sᴀᴀᴛ:𝟶𝟻.𝟺𝟾

 

Yaklaşık on dakika önce yanımda uyuyan Zelal'in uykusunda ağlamasıyla uyanmış. Uyandığım andan itibaren Zelal'i uyandırmaya çalışmıştım.

 

Her ne görüyorsa hem korkuyor hemde üzülüyordu. Bu yüzden sesimi yükseltmek istemiyor, O'nu sallamak yada ağır bir temasta bulunmaktan kaçınıyordum.

 

Elimi Zelal'in terden ıslanmış saçlarına attım. "Zelal" Dedim kısık bir sesle. "Gitme" Diye mırıldandı Zelal. Sütlaç huzursuzlukla Zelal'in karnının üzerine oturdu. Patisiyle yavaşça Zelal'in karnına vuruyordu.

 

Zelal'i uyandıramayacağımı anladığımda yatakta tekrar yatar pozisyona geçtim. Sım sıkı sarıldım. Boncuk boncuk ter damlalarıyla kaplanmış alnını avuç içimle silip bir öpücük kondurdum.

 

Zelal'in gözünden bir damla yaş aktığında gözlerim buğulandı. Ağlamasına dayanamazdım. Acı çekmesine dayanamazdım. O'nu kaybetmeye dayanamazdım.

 

Zelal beline sım sıkı sarılı olan kolumu tutup kuvvetlice sıktı.

"Seni özledim" Gibi bir şeyler sayıklayıp duruyordu.

İşte şimdi anlamıştım rüyasında ne gördüğünü. Zelal rüyasında Kuzgun'u görüyordu.

 

Kim bilir ne halde görüyordu da bu kadar acı çekiyordu.

 

Kulağına iyice yaklaşıp, "Zelal hadi uyan birtanem" Dedim.

 

"Zelal bu bir kabus hadi canım uyan"

 

Sütlaç huzursuzca miyavladı.

Bir terslik olduğunu o'da anlamıştı.

Amcamla, yengemi uyandırsam mı? Diye düşündüm. Ama onlar ne yapabilirdi ki?

 

Kardeşimin gözünden bir damla daha süzüldüğünde bende ağlamaya başladım. Zelal bir anda hafifçe yan dönüp bana sım sıkı sarıldığında tek yapabildiğim daha sıkı sarılmak oldu.

Göğüs kafesime sokup orada saklamak istedim kardeşimi.

 

Hiçbir el değmesin. Hiçbir kâbus O'na ulaşmasın istedim.

Boynuma kafasını gömen Zelal hıçkırarak ağlamaya başladığında sonunda uyandığını anladım.

 

Çok şükür.

 

"Reyhan" Sesi yeni uyandığı için çatallaşmış. Ağladığı için ise titrekti.

Mümkünmüş gibi daha sıkı sardım kollarımı. "Burdayım birtanem" Lanet olası sesim ağladığımı dünyaya duyurmak ister gibi çatlamıştı.

 

"Reyhan, ben çok korktum." Diyen Zelal'in saçlarını okşadım.

"Korkma. Ben hep buradayım." Kafasına sulu bir öpücük kondurdum. Zelal olduğu yerde biraz daha aşağıya kaydı. Göğüs kafesimden içeri girmek ister gibi daha da sıkı sarılıyordu.

 

Sütlaç huysuz mırıltılar eşliğinde yorganın altına girdi. Hafif açılan karnımda kabarık tüylerini hissettim. Ardından Zelal'le ikimizin arsına sızan bir Sütlaç.

 

Zelal'in sırtından içeriye elimi soktuğumda sırtı su gibi ıslanmıştı.

"Biraz sakinleş sonra hemen üzerini değiştireceğiz." Huzursuzca kafasını göğsümde sağa sola salladı.

"Kâbus mu gördün?"

 

Kafasını yüzümü görebileceği kadar geri çekti. Alttan alttan yüzüme bakıyordu. Ağlamaktan şişen dudaklarını büzdü. "Hem evet hem hayır" Dediğinde kaşlarımı çattım.

 

"Yani uzun zaman sonra Kuzgun'u görmek iyi hissettirdi ama... " Devamını getiremedi. Zorlamadım.

Eğer isterse anlatırdı zaten.

Kabarık saçlarıyla kaplı kafasını göğsüme çektim. Kabarık kıvırcıklarını sevdim. Öptüm. Sakinleştirdim. Sakinleştim.

 

Aramızda sıkışan Sütlaç yukarı doğru süzüldü. Zelal'in kafasına benim ise kulağıma basarak yataktan indi.

Sinirli sinirli kapı koluna atladı. İlk deneme başarısız oldu. İkinciye atladığında odanın kapısı aralandı.

 

Odadan kıçını kıvırta kıvırta çıktı.

Sakinleşmiş olan Zelal, "Reyhan, ben acıktım." Dedi. Anlaşılan gördüğü rüyada bayağı efor sarf etmişti.

"Kalk önce üstünü değiştirelim sonra bi'şeyler hazırlar yeriz" Küçük bir çocuk gibi neşeyle kafa salladı.

 

Kollarını çözüp oturur pozisyona geçti. Yataktan kalktım. Bu gece benim odamda uyumaya karar vermiştik. Zelal'in odasına gidip kıyafet almaya üşendiğim için kendi dolabıma yöneldim. Zelal ise uslu uslu oturmuş beni bekliyordu.

 

Dolabın büyük kapağını açtım. Koyu yeşil peluş pijama takımını koluma astım. İnce uzun kollu badilerimi koyduğum bölüme ilerledim. Lila rengi uzun kollu bir badi seçtim. Onuda koluma astım. Zelal'in en sevdiği şeylerden bir tanesi ise bandanalardı.

 

Bandanalarımın olduğu çekmeyi açıtım. Boşta kalan elimi çeneme koydum ve benim için ciddi bir iş olan banda seçmeye başladım.

 

Acık mavi üzerinde beyaz kalp desenleri olan bandanayı seçmiştim ama vazgeçtim. Kombinime uymadı deyip beni sinir ederdi. Onu geri bıraktım ve haki yeşili bir bandana seçtim. Yüzümdeki imalı sırıtışla bana bakan Zelal'e döndüm.

 

Tabiki şapşal anlamadı ve kaşlarını çattı. "Seni ilerki hayatına şimdiden alıştırmaya başlıyorum aşkım." Dedim neşeli sesimle. Şapşal yine anlamadı tabi yüzndeki şaşkın ifadeyle, "heeh?" Gibi saçma bir tepki verdi.

 

Göz devirerek yanına yaklaştım. Tam önünde durup üzerini çıkarmaya başladım. "Diyorum ki Arkın beyefendi ile aynı fikirdeyim."

Bu kez göz devirme sırası O'na geçmişti. "Saçmalıyorsunuz"

 

Elimdeki peluş pijamanın kafasını bulmaya çalışırken "zamanla görürsün bebeğim." Dedim.

Odanın içi gece lambasından sızan loş sarı ışıkla aydınlandığından olsa gerek elimdeki pijamanın bir türlü kafasını bulamamıştım.

 

Ayağımdan çıkardığım terliği sinirle ışığın düğmesine fırlattım.

Artık oda beyaz bir ışıkla aydınlanmaya başlamıştı.

Zelal ise yarı çıplak oturduğu yerde uyuklamaya başlamıştı.

 

Elimdeki üstün nihâyet kafa kısmını bulmuştum. Zelal'in kafasından geçirdiğimde. "Reyhan" Diye uyarıcı bir tonda mırıldandı Zelal. Sanırım jeton anca düşmüştü. "Efendim"

"Badi giydirmedin" Dediğin jetonun hâlâ düşmediğini anladım.

 

Kafasından peluş üstü çıkarıp badiyi giydirdim. Zelal çok gerekmedikçe sütyen giymediği için badi biraz dağılmıştı. Elimle çekiştirerek düzeltim. Zelal ise baygın kızarık gözleri ile beni izliyordu.

Eğilip burnunun ucuna bir buse kondurdum.

 

Çocuksu bir tebessüm etti. "Hadi ayağa kalkta giyin uykucu"

Dudağını bükerek ayağa kalktı. "Sen giydir" Diye mırıldandı. İki parmağımla burnunun ucuna vurdum. "Şapşal seni"

Eğilip pijama altını soydum. Bacakları bile terden sırıl sıklam olmuştu. Pijama altında giydirip birileri odanın içindeki kirli sepetine attım.

 

Birlikte mutfağa geçtik. Zelal bir sandalye çekip masaya oturdu. Ben ise buz dolabını açtım. İçine kısa bir bakış attım. Ferda yengem kuru dolma yapmıştı. Tencereyi alıp tezgahın üzerine bıraktım.

 

Zelal için bir limon çıkardım. Zelal ise bayık ve uykulu gözleri ile telefonuyla oynuyordu. Mutfak dolabından iki tabak aldım. İki tabağa da kuru dolma koydum. Ben soğuk severdim. Zelal ise sıcak. Zelal'in tabağını mikrodalga fırına attım. O sırada limonu ikiye böldüm.

 

Mikrodalganın alarmı çaldığında tabakları alıp masanın üzerine bıraktım. Zelal bir video açtığında bütün mutfağı motor sesi esir aldı.

 

Zelal yüzünü ekşiterek sesi kıstı.

"Bak ne buldum." Elini yanındaki boş sandalyeye iki kez vurdu. Bardaklara ayran doldurdum ve Zelal'in işaret ettiği sandalyeye oturdum.

 

Zelal telefonu ikimizinde görebileceği şekilde tutuyordu. Video'yu başa sardığında kadraja ilk motorlu bir adam girdi. Siyah bir yarış motoru vardı. Ardından kan kırmızısı bir motorla ikinci adam kadraja dahil oldu.

 

Pist gibi bir yerde yarış yapıyorlardı.

Kamera başka bir yöne döndüğünde ilk kadraja giren Arkın oldu. Üzerindeki deri ceketin kolunu dişliyordu.

 

"Oğlum ketçaplı baklava yemek istemiyorum ya" Diye bağırdı video'daki Arkın. Kamerayı tutan kişi sesli bir kahkaha attı. Ardından kamerayı biraz daha kaydırdı. Bu kez kameranın kadrajına Kaya girdi.

 

Kaya'yı, Alkan'ı almaya geldiklerinde görmüştüm. Tuhaf bir aurası vardı.

Uzun boyu iri gövdesi ve ülkücü bıyığı. Bu bıyık türünü genelde kimseye yakıştırmazdım. Ama bu adamda çok başka duruyordu.

 

Her ne kadar sinir bozucu bir adamda olsa kabul etmeliyim ki fazlasıyla yakışıklı bir beyefendi idi.

Kamera olduğu yerde birazcık aşağı indiğinde Kaya'nın sırtına sarılmış kızıl saçlı kısa boylu bir kız kadraja dahil oldu. Boyu cidden o kadar kısaydı ki dudağında kırmızı bir ruj olmasa kesinlikle on beş yaşında yeni ergen bir kız zannederdim.

 

"Nas boku yedin haberin olsun" Diye bağırdı video'daki Kaya.

"Allah cezanı vermesin Kaya abi" Diye cıyakladı. Kaya'ya sarılı duran kız.

 

Kaya gür bir kahkaha attığında kadraja aniden Serdar dahil oldu. Bir sunucu edasıyla "evet sayın seyirciler şuanda çok sevgili Atahan Çevik yarışı önde getiriyor. Taraftarı mutlu ve huzurlu." Kamerayı tutup kızıl saçlı kızın yüzüne indirdi. "Alkan Soykan yarışa geriden devam ediyor bu konu hakkında ne düşünüyorsun?" Diye sordu.

 

Kızıl saçlı kız Kaya'dan ayrıldı. "Moralim çok bozuk Serdar abi. Yani şöyle bir düşünüyorum. Neden hız tutkunu Ata varken öylesine motor binen Alkan'ı seçtim." Dudaklarını büktü.

 

Bu kez kemera yön değiştirdiğinde albino bir kız kadraja dahil oldu. Yanında ise Başak vardı. "Evet hanımlar Atahan'ın yarışı bitirmesine sadece saniyeler kaldı. Düşünceleriniz?"

 

Başak en sağlamından bir kahkaha attı. "Hayatımın en mutlu günü olabilir Serdo. Alkan kaybederse eğer ki öyle olacak. Alkan, Arkın, Nas ve Armaç ketçaplı baklava yiyecekler."

 

Beyaz saçlı bir meleğe benzeyen kız ellerini çırptı ve kendi etrafında bir tür döndü. Atahan'ı tutan herkes cırlamaya ve alkışlamaya başladı.

Alkan'ı tutanlar ise birbirine sarılıp dudaklarını büktü.

 

"Hile var! Eğer hile yoksa beni aha şurda si... " Diye bağırdı video'daki Alkan. "Kaybedince çirkefleşme it. Adam hız tutkunu yıllardır asvaltın anasını öpüyor." Diye çıkıştı Kaya.

 

"Oğlum şuraya kadar ben öndeydim. Ne ara ben arkada kaldım. Hile yaptı." Eliyle pistte bir yeri işaret etti.

Alkan isyan ederken kadraja Atahan dâhil oldu. "Avans verdim kardeşim." Dedi gayet cool bir şekilde.

 

Alkan video'ya dahil olduğundan beri Zelal'in yüzünde bir tebessüm vardı. Zelal'in, Alkan hoşlandığını farkındaydım. Alkan'ın ise Zelal'e boş olmadığını düşünüyordum.

Geldiğim gün kahvaltıda Alkan'ın gözü sürekli Zelal'in üzerindeydi.

 

Zelal ise Alkan'a oldukça samimi ve sevecen davranıyordu. Zelal'in kalbini tutup yere yığıldığı an Alkan kendi yaralarını hiç umursamadan Zelal'i kucaklamıştı. Acil görev emri gelene kadar ise Zelal'in başında bizimle birlikte beklemişti.

 

Video akıp gitti. Alkan ve takımı ketçaplı baklava yerken Atahan'ın takımı iyi bir baklava ziyafeti çekti.

Nihâyet yemeklerimizi bitirdik. Çıkardığımız bulaşıkları yıkadım ve tezgahın köşesine suları aksın diye bıraktım. Odama geçtik. Zelal daha yatağa girmeden uyukluyordu.

Yatağa girdiğimde daha yerleşemeden sevgili kuzenim sarılarak üzerime çıktı. Ve hiç abartısız anında uykuya daldı. Yatakta kıpırdanarak rahat bir pozisyon aramaya başladim ama hareket alanım çok dardı.

 

Çünkü üzerimde benimle aynı fiziki yapıda olan bir Zelal vardı.

Huzursuz bir uykunun kollarına kendimi zor hattâ çok zorda olsa bıraktım.

 

 

 

 

 

 

 

𝔸𝕝𝕜𝕒𝕟 𝕊𝕠𝕪𝕜𝕒𝕟

 

 

Özlediğim Alay'ın koridorlarında dolaşıyor apoletlerimi gören genç askerlerin gururlu selamlarını karşılıyordum. Bu gün benim için büyük gündü. Uzun süreden sonra ilk kez operasyona çıkacaktım.

 

Toplantı odasına girdiğimde bütün tim beni bekliyordu. Hepsi hemen ayağa kaltılar. "Rahat. Oturun" Dedim.

Armaç, Başak'ın kulağına eğilip "geldi bizim Bozkurt" Dediğini duydum.

 

Serdar'ın bakışları sargısını çıkardığım elime düştü. "Komutanım elinizi sarmamı ister misiniz?" Diye sordu. Üstü yarık ve hafif şiş elime baktım. "Gerek yok"

 

Yerime oturduğumda Kaya yavaşça ayağa kalktı. Büyük haritanın önüne geçti. "Yasin'den gelen istihbarata göre örgüt bu gece Suriye'den çıkış yapacak. Ortalama olarak şafak vakti sınırdan geçmeyi deneyecekler."

 

"İçlerinde işimize yarayacak önemli birileri var mı?" Diye sordu Atahan

Bu kez sözü devralan kişi Armaç oldu.

Önündeki dosyadan küçük bir fotoğraf çıkardı. Atakan'a uzattı.

"Kod adı; tilki. Henüz gerçek adını bilen yok. Ama sınırdaki kontağı sağlayan kişi bu adam."

 

Atahan incelediği fotoğrafı bana verdi. Veskalık gibi bir fotoraftı.

Adamın sadece omuzlarından üstü gözüküyordu. Kirli uzun sakallarında yer yer beyaz tutamlar vardı.

Saçlarının tepsi kelleşmişti.

Koyu kahverengi gözleri rahatsız edici bir şekilde kameraya bakıyordu.

 

Sol elmacık kemiğinin üzerinde derin bir kesiğin izi vardı. Fotoğrafı Arkın'a uzattım. "Devam et Kaya" Dedim.

 

"Büyük ihtimalle sınırdan geçicek olan araçlardan bir tanesinde yüksek miktarda patlayıcı madde olacak komutanım." İşte bu çok kötüydü.

En ufak hata operasyonu patlatır elimizdekileri sıfıra çekerdi.

 

Hiçbir zaman işimizde hataya yer yoktu. Ama söz konusu şey patlayıcı maddeler olduğunda operasyon ekstra dikkat ve özen isterdi. Yapılan en ufak bir hata köylerdeki sivilleri canından edebilirdi.

 

"Sorusu olan?"

Hepsi birbirine bakıp kafa salladı.

"Güzel. Yarım saatiniz var. Yarım saat sonra hepinizi tam teçhizat helikopterde göreceğim."

 

Hep bir ağızdan "emret komutanım" Diye bağırdılar. Gururla kabaran göğsümü onlardan gizleyerek odadan çıktım.

 

bölüm sonu.

beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın.

sorularınızı şuraya alayım👉

Sizce zelal'in rüyasındaki kadın ve çocuk kimdi?

Kuzgun, zelal'e ne demek istedi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%