@zezeizim
|
Selamlar. Satır arası yorumlarda buluşalım.
Geçmiş zaman.
Nilay hanım evin çelik kapısının açılma sesiyle yattığı yataktan doğruldu. Hızla yatak odasından çıktığında kapıdan içeri girmiş olan üvey oğlu Asi'yi gördü. Her zamanki gibi üstü başı kan içindeydi. Nilay hanım üvey oğlunun yanına adımladığı sırada oğlan buz gibi bir sesle fısıldadı, "rahatsız ettiğim için özür dilerim." Nilay hanımın yeşil gözlerinden bir damla yaş yanağına kaydı. Hiçbir zaman Asi'den rahatsız olmamıştı. Olmazdı. Biricik arkadaşı Firuze'nin emanetiydi üvey oğlu ve kızı. Kendi oğlundan bir an olsun ayırmamış hep annelik yapmaya çalışmıştı iki üvey çocuğuna. Üvey kızı Nil gerçek annesini hiçbir zaman tanımadığı ve maalesef tanıyamayacağı için Nilay hanımı öz annesi zannediyordu. Elbette Nilay hanım günü geldiğinde kızına gerçeği açıklayacaktı ama şuan için bu durum neredeyse imkânsızdı.
"Ben, senden rahatsız olmam ki" Diyebildi zar zor üvey oğlu kafasını hiç kaldırmadan ve bir şey söylemeden yanından geçip odası'na gitti. Nilay hanım evin geniş koridorunda bir kaç dakika öyle bekledi. Yıllardır ne yaparsa yapsın üvey oğlu Asi, onu bir türlü kabul etmiyor ve yüzüne bakmıyordu. Kızmıyordu Asi'ye anlıyordu onu. Kolay bir çocukluk geçirmemişti Asi. Annesi ve ikizini birbirine çok yakın bir süre içerisinde kaybetmiş ve en acısıda ölümlerini canlı canlı izlemişti. Psikolojisi normal değildi farkındaydı Nilay hanım ama ne yaparsa yapsın oğlanı bir türlü Pisikolog'a götüremiyordu. Koridorun sonundaki kapı açıldığında elinde temiz kıyafetleriyle Asi banyoya yönelmişti. Kafasını hiç kaldırmıyor geniş sırtını kambur tutuyordu.
Onu her gördüğünde Nilay hanımın içi biraz daha sızlıyordu. Asi bakışlarını hiç kaldırmadan sessizce banyoya girdi. Evde olduğu çoğu zaman belli bile olmazdı olabildiğince sessizce gezinir kimseyi rahatsız etmezdi. Kendi babasının evinde sığıntı gibi yaşar çoğu zaman yemek bile yemezdi. Nilay hanımın adımları banyoya yaklaştı amacı kapıdan seslenip yemek hazırlayacağını söylemekti ama Asi'nin kısık hıçkırıklarını duyduğunda adımları banyonun kapısının önünde mıhlandı. İçeriden gelen suyun sesi bile ilk kez Asi'nin acılı hıçkırıklarını bastırmaya yetmiyordu. Nilay hanım avuçlarını dudaklarına bastırdı. Tıpkı banyoda ağlayan üvey oğlunun yaptığı gibi. Banyonun kapısının önüne çöktü dizlerini kendine çekip sırtını ahşap kapıya yasladı. Üzülüyordu. hemde çok üzülüyordu ama kendisi için değildi bu üzüntüsü toplum içinde kendine yer edinemeyen, kendini yalnızlıkla cezalandıran oğluna üzülüyordu. Küçük yaşından beri kendini toplumdan o kadar soyutlamıştıki babasıyla bile arası berbattı. Kendini yalnızlığı ile kırbaçlıyor acısına acı ekleyerek yaşamaya çalışıyordu. Dakikalarca Asi içeride ağladı Nilay hanım ise kapıda. Suyun sesi kesildiğinde Nilay hanım hızla ayaklandı sessiz ama büyük adımlarla mutfağa girdi.
Akşamdan biber dolması yapmıştı belki Asi akşam yemeğine gelirse yer diye düşünmüştü ama Asi yemeğe gelmemişti. Mutfaktaki duvar saatine baktığında saatin 03.00 olduğunu gördü. Kim bilir nasıl acıkmıştır diye düşündü. Hızlıca yemeği ısıttı böldüğü ekmeği başka bir tavada birazcık ısıtı Asi ekmeğini kıtır severdi. Buz dolabını açıp uzun uzun oğluna içecek olarak ne vereceğini düşündü. Asi hiç söylemese de gazoz'u sevdiğini bilirdi. Küçük cam şişe gazoz'u açıp kenara buraktı. Isınan dolmalar dan bir tabağa bolca koydu. Biber dolması Asi'nin en sevdiği yemekti. Hazırladığı tabağı, ekmekleri ve gazoz'u büyük bir tepsiye koydu ve Asi'nin odası'nın yolunu tuttu.
Odanın önüne geldiğinde derin bir nefes alıp yüzüne içten bir gülümseme kondurdu. Terliği nin ucuyla kapıyı hafifçe tıklatıp dirseğiyle açtı. Asi her zamanki gibi yer yatağında yüz üstü uzanıyordu açılan kapıya bakmadı bile gözlerini sımsıkı kapatıp uyuyormuş gibi yapmayı seçti. Nilay hanım uyumadığını bildiği için oda'ya girip kapıyı kapattı. Bakışlarını olabildiğince Asi'nin çıplak sırtına değdirmemeye çalışıyordu. Asi yatağın içinde hafifçe kıpırdandı yanındaki battaniyeyi gözlerini açmadan üzerine çekti amacı yaralar ve izlerle kaplı sırtını üvey annesinden saklamaktı. Kendine acınmasından nefret eder, merhamet gördüğü yerden kaçmak isterdi.
"Çakır'ım, bak en sevdiğin yemeği yaptım, yanınada sevdiğin gibi ekmek kızarttım." Nilay hanım, oğluna her ne kadar Asi ismini daha çok yakıştırsada üvey oğlu Asi ismini kullanmasını istemezdi Nilay hanım ise saygı duyar oğluna sesleneceği zaman ikinci ismini kullanırdı. "Aç değilim" Diye mırıldandı Asi kafasına kadar çektiği battaniyenin altından. Nilay hanım çoğunlukla Asi'nin üzerine gitmezdi ama bu gece ona yemek yedirmeden bu Oda'dan dişarıya çıkmayacaktı. Yavaş adımlarla Asi'nin yer yatağına yaklaştı tepsiyi yere bırakıp yatağın kenarına oturdu. Asi yanında hissettiği ağırlıkla derin bir nefes alıp bıkkınca, "aç değilim dedim!" Diye hafifçe yükseldi.
Nilay hanım bu yükselişi zerre umursamadan battaniyenin üzerinden üvey oğlunun sırtını okşadı. Asi'nin bütün bedeni sırtında hissettiği ellerle gerildi. Nilay hanım elleri altında gerilen bedeni incitmekten korkar gibi narince seviyor varlığını kabullendirmeyi deniyordu. "Nilay abla!" Dedi Asi'nin uyarı dolu sesi. En nefret ettiği şey merhamet görmekti. "Çakır'ım..." Nilay hanım battaniyenin ucunu tutup hafifçe aşağı çekti. Genç oğlunun altın sarısı gür saçları artık gözleri önündeydi. Eğilip dudaklarını oğlunun altın sarısı saçlarına bastırdı. Kokusunu ciğerlerine çekti. Oğlunun yalnızca sarı saçları ve mavi gözleri annesine benzemiyordu kokusuda tıpkı rahmetli annesi gibiydi. Aynı anda üvey anne ve oğlunun sol gözünden birer damla yaş süzüldü. Asi'nin gözünden süzülen yaş içindeki anne özleminin ateşine değdi. İçinde bir yerlerde derin bır sızı belirdi. Anne hasreti birkez daha sırtına bir kırbaç oldu. Aklı Nilay hanımın yanından kaçmak istiyor, kalbi ise özlediği anne sıcaklığını ilk kez Nilay hanımda aramak için can atıyordu.
Nilay hanım, Asi'nin saçlarına ard arda öpücükler kondurup sırtını okşadı. Asi ne kadar onu istemiyor gibi davransa da anne sıcaklığını tekrardan hissede bildiği tek kişi Nilay hanımdı. "Neden yapıyorsun bunu?" Asi ağladığını belli etmemeye çalışsada çatallaşan sesi onu ele veriyordu. "Çakır, sence annelik sadece o çocuğu dokuz ay karnında taşıyıp zamanı geldiğinde doğrumakla mı oluyor?" İnce ve biçimli ellerini oğlu olarak kabul ettiği genç'in saçlarına attı. Altın sarısı, dalgalı saçlarını okşadı.
Asi gözlerini kapatıp sadece birkaç saniyeliğine saçlarındaki ellerin annesine ait olduğunu hissetti. Beyninde bir ışık patladı annesinin kısık sesi kulaklarında yankılandı. "Oğlum ve kızım, sana emanet Nilay" Asi hızla yattığı yataktan doğrulup kendini üvey annesinden kurtardı. "Annem, bizi sana emanet ettiği için bana iyi davranmaya çalışıyorsun." Asi kısık çıkan sesiyle öfkesini belli ediyordu. Mavi gözlerinin etrafı kıpkırmızı olmuştu.
"Hayır..." Nilay gerisini getiremedi. Hıçkırıkları dudaklarından dökülmeye başladı. "Ne hayır! Ne demek hayır! Ben çocuk muyum Nilay abla?" Asi kızgınlıkla Nilay hanımın önüne çöktü. Kardeşleri uyuduğu için sesini kısık tutmaya çalışıyordu. "Hayır. Çakır, ben anneyim. Senin, Nil'in, rahmetli Ayla'nın, Alkan'ın annesiyim oğlum." Asi parmaklarını dalgalı saçlarına geçirip çekti. "Benim, sana ihtiyacım yok! Benim tek bir annem vardı o'da öldü! Anladın mı?" Nilay hanımın ağlaması biraz daha şiddetlendi. Kendi için değil karşısında ki genç oğlu için ağlıyordu. Nasıl olurdu da bir çocuk toplumdan kendini bu kadar soyutlayabilirdi.
"Ben, sana annen yok demedim ki Çakır." Tam önünde dizleri üzerinde duran oğlunun ellerini tutu ikiside titriyordu. Asi geçmişi yüzünden bu haldeydi. Nilay ise Asi'yi tetiklemekten korktuğu için. "Bende, senin annen sayılırım demek istedim. Belki kendimi yanlış anlattım," Çaresizçe kafa salladı. "Özür dilerim." Asi ellerini üvey annesinin elinden çektiğinde yakışıklı yüzü öfkeyle kasıldı. "Sen sadece Nil'e ve Alkan'a annelik yap! Benim hiçbir şeyim değilsin!" Kelimeler dudaklarından bir zehir gibi dökülüyor, mavi gözleri vahşi bir hayvan gibi parlıyordu. Nilay üvey oğlunu sakinleştirmek adına "ben, seni anlıyorum." Dedi. Asi ellerini yüzüne atıp parçalamak ister gibi sıvazladı.
"Beni anlıyorsun öyle mi? Peki Nilay söylesene kaç kez köpek maması yedin?" Nilay seslice yutkundu. "Yemedin dimi?" Nilay kafa salladı. "O zaman beni nasıl anlıyorsun?" Sıktığı dişlerinin arasından tükürür gibi konuşuyordu. "Cevap versene!" Nilay, Asi'den korksada belli etmemeye çalışırdı. Ama bu kez korkusunu saklamakta zorluk çekiyor titreyen bedenini durduramıyordu. "Ben öyle demek istedim." Dedi mırıldanır gibi.
"Ya ne demek istedin?" Diye sordu tıslar gibi. Mavi gözleri fırtınalı bir deniz gibi hırçın ve buğulu bakıyordu. "Ben sadece babanla ve benimle neden görüşmek istemediğini anlıyorum demek istedim." Nilay yeşil gözlerini Asi'nin derin mavi lerinden kaçırmaya başladı. "Benim seninle bir derdim yok? Kardeşlerime annelik ediyorsun teşekkür ederim. Ama benimle lütfen uğraşma." Asi karşısındaki kadının kendinden korktuğunu fark ettiğinde kendinden bir kez daha tiksindi. 19 yaşında genç bir adamdı ama hiçbir zaman yaşıtları gibi bir hayat sürememişti. Yaş aldıkça daha'da kötü bir adama dönüşüyordu. Nilay dirseklerini dizlerine yaslayıp ellerini yüzüne kapattı. Tutamadığı hıçkırıkları dudaklarından seslice dökülmeye başladığında Asi'nin yüzü acı çekeriyor gibi kasıldı. Derin bir nefes alıp sakinleşmeyi denedi.
"Nilay abla" Dedi sakin çıkarmaya çalıştığı bir sesle. "Özür dilerim." Diye mırıldandı Nilay.
Asi bir kez daha kendinden nefret etti. "Sen özür dileyecek bir şey yapamadın." Nilay kafasını olumsuz yönde salladı. "Firuze'ye yetişemedim. Sana yetişemedim. Çakır, ben kimseye yetişemedim." Asi karşısında hıçkırarak ağlayan kadına belkide ilk kez bu kadar üzüldü. Ellerini Nilay'ın kollarının üzerine koyduğunda Nilay irkildi. Kendinden korkan kadından içten içe özür diledi. Odanın kapısı aniden açıldığında içeriye küçük Alkan girdi. "Abi?" Asi kardeşinin içeri girdiğini gördüğünde hızla Nilay hanımdan uzaklaştı. Odanın içinde ilk bulduğu tişörtü üzerine geçirip kardeşini kucağına aldı. "Abicim, sen uyumadın mı?"
Nilay göz yaşlarını silip kucaklaşan oğullarına baktı. Asi normalde ne kadar hırçınsa kardeşlerinin yanında bir o kadar naif ve sakindi. Onların yanında sesini bile yükseltmez hep gülmeye çalışırdı. "Uyudum abiş ama uyandım." Dedi küçük Alkan'ın dilinde çocukluğun getirmiş olduğu pelteklik vardı. "Niye uyandın sen bakayım?" Diye sordu Asi, Alkan'a. Siyah hafif uzamış olan saçlarına bir öpücük kondurdu. Alkan kısa sayılmayacak bir süre düşündü. "Çünkü abicim, ben çok acıktım." Gecikmeli gelen cevaba Nilay'da, Asi'de gülmeden edemedi.
Alkan dört yaşına yeni girmişti. Ama küçük bebekler gibi gece sürekli acıkıyor ve yemek yiyip geri uyuyordu. Asi, Nilay'ın getirdiği tepsiye baktı. Biber dolması ve kızarmış ekmek vardı. Alkan'a dönüp, " Nilay abla yemek getimişti, birlikte yiyelim mi?" Diye sordu. Alkan tepsiye bakıp biber dolmasını gördüğünde abisinin yüzünü avuçları arasına aldı. "Abi, anne dolma yaptı. Senin için."
Küçük Alkan farkında değildi ama bu gece ilk kez Asi kendi için yapıldığını bildiği bir yemeği giyecekti. Nilay hep senin için yemek yaptım derdi ama Asi inanmazdı. Sanki dünyada herkes sevilebilirdi ama o sevilemezdi. Kucağında ki kardeşi ile üvey annesinin yanına oturdu. İlk çatalı kardeşine uzattı. İkinci lokmayı kendi aldığında gözünden arsız bir damla yaş firar etti. Kimseye göstermeden sildi elinin tersiyle ile. Alkan ekmekten kopardığı bir parçayı ağzına itelediğinde güldü kardeşine. Yediği her lokmada midesi çalkalandı ama yoksaydı.
Nilay ise dolu gözlerinden hakim olamadığı yaşları akıtarak oğullarını izliyordu. Kendine hakim olamadı Asi'yi ensesinden tutup kendine çekti. Sarı saçlarını kokusunu içine çekip sulu bir öpücük bıraktı. Aynı şeyi Alkan'ada yaptı. Oğulları yemek yedi o ise yalnızca izledi. Hayatında belkide ilk kez mutluluktan ağladı.
****
𝓐𝓵𝓴𝓪𝓷 𝓢𝓸𝔂𝓴𝓪𝓷
Saat gece 02:40 ve biz hâlen daha Efkâr'ın mekanında eğleniyorduk. Hafif çakırkeyf olmanın etkisi ile yanımda oturan Serdar'ın kafasına bir tane patlattım. Kafası öne doğru sendelediğinde bana dönüp güldü. "Ne yapıyon lan?" Ne için kafasına vurduğumu unuttup bende gülmeye başladım. "Canım vurmak istedi." Dedim umursamazca. Mekan saat bir gibi boşaldığında Efkâr başka müşteri kabul etmemiş mekanı bizim için kapatmıştı. Arkın, Ablam, Armanç, Nas ve Lal kafalarına göre şarkı açıp ortada oynuyor arada birbirlerinin üzerine düşüyorlardı. Kaya masanın bir ucuna oturmuş önüne çektiği mezeleri Limon'a yediriyor, Atahan, 'zararlı verme' dediğinde ise Atahan'ı azarlıyordu. Halinden epey memnun olan Limon ise Kaya'ya daha çok sırnaşıyor arada içkilerede uzanmaya çalışıyordu. Allah'tan, Kaya içki içmesine izin vermeden yalnızca koklatıyordu.
Efkâr burada çalışan genç kıza yanına gelmesi için işaret verdiğinde kız elindeki tepsiyi bar masasının üzerine bırakıp yanına geldi. Efkâr yanına gelen kızın kulağına eğilip bir şeyler söylediğinde kız gülerek yanından uzaklaştı. Bir kaç dakika sonra müziğin sesi daha'da yükselirken şarkı değişti. Kısa bir süre şarkıyı tanımaya çalıştım.
"Mardin kapısından atlıyamadım"
"Mardin kapısından atlıyamadım.
Efkâr'a bıkkın bir bakış attığımda masanın sonunda oturan Kaya şarkıya ani bir dalış yaptı.
"Liralarım döküldü, toplıyamadım." Kaya, Erzincan şivesi ile bağırarak şarkıya eşlik etmeye başladı. Bir elini ise imalı imalı bana sallıyordu. Tiksinir gibi yüzümü buruşturup Kaya'ya uzaktan tükürür gibi yaptım. Belkide gerçekten tükürmüşümdür emin değilim. Yanımda oturan Serdar'da tıpkı Kaya gibi bağırarak şarkı söylemeye başladığında ensesine bir tane yağıştırdım. "Ben, sizi dost sanıyordum meğer siz çift kaşarlı tost muşsunuz." Diye bağırdım. Baş köşede oturan Efkâr sesli bir kahkaha atarken, yanımdaki Atahan içtiği içkiyi püskürttü.
"Ne gülüyonuz lan?" Diye bağırdım. Yanımdaki Serdar diğerlerine dönüp, "yarrağı yedik Alkan sarhoş oldu." Dedi. Bu lafı hakaret olarak algıladım. "Ne sarhoşu lan!" Diye bağırıp yumruğumu masaya indirdim. Yani masaya indirmeye çalıştım ama maalesef yumruğum tabağa indi. Elime bulaşan mezeye sinirli bir bakış attım. Masaya baktığımda peçete göremeyince yumruğuma bulaşan mezeyi Atahan'ın üzerine sildim. Atahan'ın gülen yüzü aniden soldu. "Allah senin belanı versin!" Diye bağırıp boğazıma yapıştı. Aniden kesilen soluğumla ne olduğunu anlayamadım. Pistte oynayan Arkın ve Ablam koşarak yanımıza geldi.
Kendimi Atakan'dan kurtarmaya çalışırken Serdar'ın koluna yapıştım. "Ben sarhoş değilim. Sensin sarhoş." Diye söylendim. "Oğlum nefesin kesildi hâlâ sarhoşluk derdindesin." Diye azarladı beni. Ne olursa olsun sarhoş olduğumu kabul etmezdim. Ellerini üzerimden çeken Atahan üzerindeki tişörtünü çıkarıp yüzüme fırlattı. Ablam ve Efkâr, Atahan'ı üzerini temizlemesi için mekânın arka tarafına götürdüler. Yüzüme fırlatılan tişörtle yüzümü ve ensemi sildim. Terlemiştim. Masanın öbür ucunda oturan Kaya eline aldığı beyaz peyniri Limon'un ağzına tıkıştırıyor, Kediden kalan kısımları ise kendi yiyordu. Atakan'ın boşalan sandalyesine Arkın kuruldu. Bakışlarından anladığım kadarıyla o da benim gibi çakırkeyf olmuştu. "Sarhoş mu oldu?" Diye sordum Arkın'a. Olumsuz yönde kafa salladı. "Olmuşsun işte." Diye bağırdım.
"Amına koyim nereyle konuştuğun belli değil." Diye atarlandı. Elimi kaldırıp Arkın'a vurmaya çalışırken meyhane nin renkli duvarına yumruğu çaktım. Sanırım cidden sarhoş olmuştum. "Sensin sarhoş." Diye Arkın'a yükseldim. Kafamı tutup çevirdi. Elini gözümün önünde salladı. "Bebe o tarafta değil bu taraftayım. Yanlış yerle kavga ediyon." Olabilir. insanlık hali ile karıştırmış olabilirdim. "Lan nereden biliyon senle kavga ettiğimi? Ben belki duvara sinirliyim. Hayır yani sana ne oluyor?" Arkın, Kaya'ya dönüp, "yavaştan toplansak mı?" Diye sordu. Sorunun kendisine sorulduğunu fark etmeyen Kaya, Limon'a halay çekmeyi öğretmekle meşguldü. Limon ayağının birini öne doğru adımladığı sırada Kaya kaşlarını çattı. " bak gene yanlış yaptın." Diye söylendi Limon'a.
Arkın'ın yanına gelen Armanç kısık bir sesle, "abi ne yapacağız hepsinin kafası iyi oldu." Dedi. Arkın derin bir nefes aldı. "Alkan'a sarhoş demede kudurmasın." Dedi. Ne konuştuklarını duymuyormuş gibi önümdeki rakı bardağına uzandım. Kafama diktiğimde yanıma Lâl geldi. Ellerini görebileceğim bir hizada tutarak hareket ettirmeye başladı. "Alkan abi, benim çok uykum geldi. Eve geçebilir miyiz?" Diye sordu. Ellerini okuduktan sonra bende ellerimi havaya kaldırıp tıpkı Lâl'in yaptığı gibi işaret dili ile konuşmaya başladım. "Olur, Ata gelsin gideriz" Lâl yüzüme tuhaf bir şekilde bakarken arkamdan Armanç el hareketleri ile bi şeyler yaptı. Ne yaptığını Lâl anlamış olmalı ki bana kafa sallayarak yanına geçti. Nas, daha önce hiç duymadığım bir şarkıya eşlik ederek Kaya'nın yanına oturdu. "Kaya abi biliyor musun kedilerin ensesini diş fırçası ıslatıp onunla okşarsak bizi annesi sanıyormuş." Nas'ın düzensiz kelimeleri ile kurduğu cümleyi benim anlamam biraz uzun sürmüştü ama Kaya çabuk anlamıştı. "Ne uğraşıcam diş fırçasıyla ben yalarım." Dedi ve Limon'un ensesini yaladı. Yüzümü Buruşturduğumda yanımdaki Serdar tek sorun buymuş gibi "ensesi değil kafasını yalamalıydı." Dedi.
Serdar'a dönüp, "sence tek sorun o mu?" Diye sordum. Haklıymış gibi, "bir şeyi yapıyorsa düzgün yapmalı" Diye çıkıştı. Kaya bu kezde Serdar'ı dinleyerek Limon'un kafasını yaladı. Amcalık görevini hakkı ile yerine getiriyordu. Başak elinde küçük bir tepsi ile yanıma geldi. "Bana yemek mi getirdin?" Diye sordum. "Hayır, kahve getirdim." Gülerek bir fincan kahveyi önüme bıraktı. Diğer fincan'ı ise Kaya'nın önüne iteledi. "Sende sarhoş olmuşsun." Dedi Başak. kaya, Başak'a bakarak ağzında biriken tüyleri yere tükürdü. "Ben, sen miyim?" Diye sordu. Ve bir kez daha ağzında ki tüyleri tükürdü. "Sen neden siyah tükürüyorsun?" Diye sordu Başak. "Kediyi yaladı." Dedi Nas. "Ne? Niye yaladın lan kediyi?"
Kaya'nın kafası karışmış olacak ki etrafına kısa bir bakış attı. En sonunda bakışları Nas'ın üzerinde durdu. Parmağıyla yanında oturan Nas'ı işaret etti. "Bu dedi." Diye bir şikayette bulundu. Önümde duran fincana uzanıp bir yudum aldım. Hayatımda içtiğim en kötü kahve olabilirdi. Kahveyi Arkın'ın önüne ittim. "Al sen iç. Sarhoş olmuşsun açılırsın." Dedim. Arkın fincana uzanıp bir yudum aldı. Yudumu alması ile yüzünü ekşitmesi bir oldu. "İğrenç olmuş bu kahve, Nil abla mı yaptı bunu?" Diye sordu yanında oturan Armanç'a. "Ne bileyim abi ben burada oturuyorum." Ablam dünyanın en kötü kahve yapan insanıydı. Lâl yanımda oturan Serdar'ın yanına geldi. İşaret dili ile şarkı söylemesini istedi. Serdar timin assolist'tiydi. Kabul eden Serdar daha öncede birkaç kez duyduğum bir şarkıyı söylemeye başladı.
"Bana sen gerek, şu küslüğü bırak Gel konuşalım or'dan bur'dan Bahçemin deli, ey yaman gülü Feda uğruna, yansın bu orman
Sana ben ezelden geldim, lan Bi' çağır hele bak, bu yerde durmam O kara göze, kaşa ben ki kurban Taşıyor umudum aşkımdan"
Bu şarkıyı birkaç kez daha Serdar ve ablamdan duymuştum. Ablamında sesi en az Serdar kadar güzeldi.
A
blam, Efkâr ve Atahan'da gelip masaya oturduklarında artık aile ve tablo tamdı. İçimden bir his tablonun henüz tamamlanmadığını savundu ama susturdum. Onunla birlikte olamazdım. Beni evlerine alan insanların kızlarıyla birlikte olamazdım. Ama deli gönüle söz geçmiyordu. Adını bile duysam kalbim göğüs kafesimi parçalamak ister gibi atıyordu.
Bütün tim Serdar'ın işareti ile şarkıya eşlik etmeye başladığında yalnızca tek bir kıtaya eşlik ettim.
"Söylemiyorum, çok özledim ama Hasretin ağır, gel de kurtar Ben inanırım, bu aşk bize umar Kimse edemez onu tahtından"
Söylemiyorum, kabullenmiyorum ama ilk kez böyle hissediyorum be kıvırcık.
𝓡𝓮𝔂𝓱𝓪𝓷 𝓐𝓴𝓽𝓪𝓷.
Yolculuğu neredeyse yarılamıştık. Enerjik kalmak için sürekli roman havaları açıyor, arka koltukta Sütlaç ile kavga eden Hozan'ı delirtiyordum. Arabayı yavaş kullanıyor, sık sıkta mola veriyordum. Hozan ve Zelal direksiyonu devralmayı kabul etmiyor beni şöför gibi kullanıyorlardı. Arka koltukta bir hareketlilik olduğunda Hozan isyan eder gibi bağırmaya başladı. "Allah kahretsin! Bıktım lan bıktım. Ne zaman size güvenip birşey yapsam başıma mutlaka bir iş geliyor."
Sütlaç'ın miyavlaması tuhaf seslere dönüştüğünde arabayı iyice yavaşlattım. Zaten otoban oldukça boştu. "Ne oldu?" Diye sordum arkaya dönmeden. Aynadan arkaya baktığımda Hozan'ın sinirden pancar gibi kızardığını gördüm. Gülmemi bastırarak omzumun üzerinden arkaya baktım. İğrençti. Sütlaç, Hozan'ın üzerine kusmuştu. Hayatımda en tiksindiğim şey süphesiz kusmuktur.
Arabayı sağa çekip tamamen arkama döndüm. Hozan'ın yüz ifadesine normalde gülerdim ama neredeyse boğazından altı kusmuk doluyken bu durum imkansızdı. Sütlaç tekrardan Hozan'ın üzerine çıktığında garip bir şekilde öğürdü ve Hozan'ın üzerine ikinci posta kusmuğu bıraktı. Küçücük hayvandan iki kilo kusmuk çıkmasına ne kadar şaşırsamda öğürme refleksime hakim olamadım. Arabaya kusmamak için hızlı bir şekilde arabadan indim. Ben inerken Hozan bağırmaya devam ediyordu.
"Sen ne biçim bi kedisin anasını satayım ya! O kadar yol gittik bir kere kucağıma gelmedin kusacağını anlayınca bir anda bana aşkın kabardı." Sütlaç'ın Hozan'a olan tahammülü bitmiş olacak ki açtığım kapıdan dışarı fırladı. Yanıma oturup kusmuk olan patilerini temizlemek için yalanmaya başladı. Hozan arabanın içinde hem bağırıyor hemde ağlıyordu. Zelal ise Hozan'ın bağırmalarına rağmen hâlâ uyuyordu. Bu kızın uykusunun bu denli ağır olması akıl kârı değildi.
Hozan ağlarken arka kapıyı açıp dışarı çıktı. Zelal'in başının dayalı olduğu camı şiddetli bir şekilde tıkladı. Zelal kıpırdandı ama uyanmadı. Hozan küçük bir çocuk gibi ağlarken arabanın kapısını açtı. Anı açılan kapı ile Zelal sendeliyerek uyandı. "Ne oluyor?" Dedi şaşkınca. "Ebenin eteği oluyor, Zelal." Diye bağırdı Hozan. Bir eli ile Zelal'in kapısını tutuyor diğer eli ile ise göz yaşlarını siliyordur. Eğilip Sütlaç'a "afferin sana, iyi ki arabamıza kusmadın." Dedim.
"Hozan, iğrenç gözüküyorsun. Kustun mu sen?" Hozan sinirle bağırarak ağlamaya başladı. Zelal arabadan inip önce etrafını kontrol etti. Ardından tekrardan Hozan'a döndü. "Miden bulandı da niye söylemedin?" Hozan sinirden ve ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu. Arkadaşını şikayet eden küçük bir oğlan çocuğu gibi Sütlaç'ı işaret etti. "Ben kusmadım! O kustu!" Zelal bir Hozan'a birde Sütlaç'a baktı. Ardından en sevdiğim olan kendini dövdüğü kahkahasını patlattı. Bu şekilde gülmesi çocukluğumuzdan beri aşırı hoşuma gidiyordu.
Dizlerinin üzerine çöktü ve ellerini bacaklarına vurmaya başladı. Hozan'ın ağlaması şiddetlenirken, benim gülmem de tıpkı Zelal gibi kendimi dövdüğüm bir hal almıştı. Hozan dayanamayarak üzerimdekileri soymaya başladı. "Ne yapıyorsun yolun ortasında?" Diye bağırdım. "Reyhan salak mısın? Böyle mi kalacam?" Diye kükredi.
Zelal'in koluna acıtmayacak bir şaplak attı. "Git valizimden bana kıyafet getir." Zelal gülerek arka koltuğu açtı. Tam o sırada aklıma gelen şeyle alnıma vurdum. "Zelal, bak bakayım koltuklara kusmuk bulaşmış mı?" Eğer arabama kusmuk bulaştıysa Hozan'ı gebertirim. "Yok bi'şey bulaşmamış." Diye seslendi Zelal. Ağlarken soyunan Hozan'a kıyafetlerini uzattı. Pis kıyafetleri Hozan çoktan otobanın kenarına fırlatmıştı. Otoban ortasında altında donuyla ağlayan bir adam, kendini yalamakla meşkul olan bir kedi. Gülmekten saç baş dağıtan iki kadın olarak film sahnesi gibi duruyorduk.
Hozan üzerini değiştirdi ve arabaya tekrardan bindik bu kez Hozan, Sütlaç'ı yanına almayı kabul etmemiş Zelal'in kucağına vermişti. Halinden memnun olan Sütlaç, Zelal'e sırnaşıyor ve mırlıyordu. Zelal kafasını tekrardan cama yasldığında uyku moduna geçtiğini anladım. Topuz yaptığı saçını canını yakacak şekilde çektiğimde inleyerek bana döndü. "Ne yapıyon?"
"Uyursan yolarım seni." Diye çıkıştım. Saçlarının dibini okşarken çatık kaşlar eşliğinde bana bakıyordu. "Reyhancığım, ben kalp hastasıyım biliyorsun değil mi? Yani benim bu kalbi yormamam lazım canım." Zelal ve inandırıcı olmayan bahaneleri. "Bahane yapma Ciguli." Diye bağırdı Hozan. "Sen sus kusmuklu." Diye Zelal'de, ona yükseldi. Hozan, Zelal'in kafasına vurup yerine yerleşti. "Sende mi uyuyacaksın?" Dediğimde umursamazca, "he uyuyacam." Dedi.
Tam uzun yolculuk ekibiydiler gerçekten. İkisininde uykusunun köpek ölüsünden daha ağır olduğunu bildiğim için en sevdiği şarkıcı olan Tarık Mengüç'ün şarkıları eşliğinde geri kalan yolu gitmeye başladım. Arada elimle yada kalçamla ritim tutuyor, bazende bağırarak eşlik ediyordum.
𝓐𝓵𝓴𝓪𝓷 𝓢𝓸𝔂𝓴𝓪𝓷.
Bir su kenarında yürüyorum. Buraya nasıl geldiğim hakkında hiçbir fikrim yok. Ayaklarım çıplak. Üzerimde bembeyaz bir takım elbise var. Yanımdaki su durgun gözüküyor ama hırçın olduğu arada gelen dalga seslerinden belli. Yürümeyi bırakıp yüzümü suya döndüm. Uçsuz bucaksız masmavi bir deniz. Gözlerimi kapatıp ellerimi iki yanıma yavaşça açtım. Suyun o eşsiz sesi ve kokusunu hissetmek istedim. Kısa bir süre sonra omuzuma bir el dokundu. Tutuğu yeri yavaşça okşadı. Gözlerimi açıp arkama döndüğümde karşımda babamı görmeyi beklemiyordum. Siyah saçları hafifçe alnına dökülmüş, kömür karsı gözleri hafif dalgalı bakıyordu.
Hiç değişmemişti. "Baba" Dedim kollarımı omuzlarına sararken. Artık aynı boydaydık. Kollarını bana doladı ama bedeni soğuktu. "Baba, çok özledim ben, seni." Diye mırıldandım. Üzerinde siyah bir takım vardı. "Bende özledim kara gözlüm." Dedi. Saçlarımı öperken, "ama seni özleyen tek ben değilim." Dedi. Anlamsızca kafamı omuzuna sürtmeye devam ettim.
Babamın kolları gevşediğinde bir kuzgun ötü. Gözlerim dalgalandığında onunda burada olduğunu anladım. "O'da burada mı?" Diye sordum babama. Dolu gözlerinden bir yaş siyah sakallarına aktı. Kafasını sallayıp, eliyle suyun içinde bir yeri işaret etti. Kafamı çevirdiğimde abim suyun sığ kısımında bir sandalyede oturuyordu. Üzerinde tıpkı benimkine benzer beyaz bir takım vardı. Omuzunda ise en yakın arkaşı Kuzgunu vardı. Adı gibi asi olan sarı şaçları tıpkı babam gibi alnına dökülmüştü. Babam, benden ayrılıp abimin yanına ilerledi. Abim, babama sarılmak için ayağa kalktığında omuzumda oturan kuzgun havalandı. Abimin oturduğu sandalye suyun ağır dalgalarına karıştı. Babam, abime sarıldığında abim kımıldamadı bile.
Bana bakıp gülümsedi. Acılarını maskelediği eşsiz gülüşü bir tablo gibi kusursuzdu. O'da kollarını babama doladığında Ying yang sembolüne benziyorlardı. Babam kötülüğü sembolize ediyordu, abim ise iyiliği. Babam, abimin içindeki kötülüktü, abim ise babam içindeki iyilik. Birbirlerinden ayrıldılar ama uzaklaşmadılar. Babam kolunu abimin omuzuna doladı. Abim ise babamın beline sarıldı. Yan yana durduklarında abimin, babama ne kadarda çok benzediğini fark ettim. Abimin yüz hatları bile babamla aynıydi. Fizikleri ve boylarıda bir o kadar benziyordu. Tek farkları abimin deniz gibi parlayan mavi gözleri ve saman sarısı saçlarıydı. Babamın kaşı , gözü, saçı tıpkı benim gibi siyahtı. Abimle tek farklılıkları bunlardı. Babamın girmesi ile suyun dalgalanması bir oldu. Sakin su artık hırçın dalgalar ile çalkalanıyordu. Abim ve babama doğru ilerlemek istediğimde ayaklarıma dolanan bir sarmaşık bunu engelledi. Sarmaşığa rağmen adım atmayı demediğim de sarmaşık sıkılaştı. Etimi parçalamaya başladığında acı içinde inleyerek olduğum yere düştüm.
"Abi! Baba!" Haykırır gibi bağırdığımda havada süzülen kuzgun daire çizmeye başladı. Abim, babamdan ayrılıp bana doğru yaklaşmaya başladı. Tam önüme geldiğinde dizlerinin üzerine çöktü. "Yine mi canını yaktın?" Diye hafif kızgın bir şekilde soru sordu. "Bilerek olmadı abi." Dedim acı içinde kıvranırken. Ellerini sarmaşığa attı. Sarmaşı iki eli ile tutup ortadan çektiğinde sarmaşık parçalandı. Abimin elleri kanla kaplandı. Üzerimdeki ceketi çıkarıp ellerini temizlemeye çalıştım ama fayda etmedi. Beyaz takımı yavaş yavaş kendi kanına bulandığında havada süzülen kuzgun inler gibi bağırmaya başladı.
Kulakları sağır edecek kadar yüksekti sesi. Kafamı kaldırıp ona baktığımda uzakta bir yerde daire çizdiğini gördüm. "İyi değil" Dedi abim "hiç iyi değil." Onun dilinden anlayan tek kişi abimdi sanki. Kuzgun bağırıp kendini parçalarcasına dönmeye devam ettiğinde endişeli bakışlarım abimi buldu. "Neden iyi değil? Ne yapıyor o?" Diye sordum. Dostuna bakan gözleri vahşi bir yırtıcı gibi parladı. "Ağıt yakıyor Alkan. Acı çekiyor." Dedi.
"Kim? Kim için ağıt yakıyor?" Dedim. İçimdeki endişe korkuya dönüştü. "Kalbim ve kalbi için ağıt yakıyor." Korku bir kafes gibi beni içine hapsettiğinde içim titredi. Kimin kalbi içindi bu ağıt? Kuzgun hızla babama doğru uçtuğunda abim suya girdi. Kuzgun omuzunda ki yerini aldığında artık babamla yan yanaydılar. Onlara gitmek için suya adımımı atığım anda dalgalar şiddetlendi. Ardından bir öğüt gibi babamın sesi yankılandı.
"Suya dikkat et Alkan, su görüp görebileceğin en sinsi katildir. Aldığını geri vermez. Aldığını bellide etmez. Suya haps olursan fark edene kadar çoktan ona dönüşürsün."
****
Yüzüme atılan suyla boğulur gibi uyandığımda karşımda Serdar vardı. "N'oluyor lan?" Diye bağırdım. "Ne demek ne oluyor. Sayıklıyon bağırıyon, sallıyom sallıyom uyanmıyon." Diye azarladı beni. Elimle yüzümdeki suları temizlerken, "kötü bir kabus görüyordum." Dedim. Çıplak sırtını bana dönerek "belli oluyor" Dedi. Sırtı kızarmıştı. "Senin sırtına ne oldu." Diye sordum. Ağzımda zehir içmişim gibi bir tat vardı. "Sen yumrukladın ya beynine soktuğum." Gibi bir cevap aldım. "Kusura bakma. Cidden kötü bir rüyaydı." Etrafıma baktığımda halının üzerinde uyuduğumu fark ettim.
Sağ tarafımdaki koltukta Limon'a sıkıca sarılmış halde uyuyan Kaya vardı. Solumda ise bacak uçlu bir şekilde Arkın ve Armanç yatıyordu. Tek sorun Arkın'ın ayaklarını Armanç'ın kafasına koyması gibi duruyordu. Burası bizim ev değildi. Etrafıma biraz daha dikkatli baktığımda koyu renkli duvarlar ve mobilyalar dan burasının Kaya ve Serdar'ın evi olduğunu anladım. "Atahan nerede lan?" Diye sordum. Serdar koridora doğru yürüyen yanıtladı. "Tek sağlam kafalı olarak yatak odasına geçmiş."
Kafamı sallayarak kendime gelmeye çalıştım. Telefonumu aradım ama bulamadım. Kim bilir neredeydi. En yakınımda Kaya'nın telefonu vardı. Elime alıp ekranı açtım. Saat neredeyse iki buçuk olmuştu. Kahretsin. Kızları unutmuştuk. Kaya'nın telefonunda gördüğüm cevapsız arama ismi dikkatmi çekmişti.
Dağlar kızı Reyhan'da kimdi. Tam beş kez aramıştı kız. Numaranın içeriğine girdiğimde bu kişinin Reyhan olduğunu anladım. Numara ezberlemek gibi bir takıntım vardı. Numaraya tıklayıp aramayı başlattım. Tek çalışta açıldı. "Çok şükür!" Diye bağıran Reyhan'ın sesi duyuldu telefondan. "Reyhan, benim Alkan. Neredesiniz?"
"Lan hepinizi aradım, niye açmıyonuz? Öldünüz zannettim."
"Ölmedik ölmedik sadece geceden biraz çakır olmuşuz o sebepten uyuya kalmışız. Kusura bakma."
"Tamam, en geç iki saate oradayız."
"Tamamdır. Haber ver yine"
"Tamam. Hadi görüşürüz.
" Görüşürüz."
Sağ tarafıma döndüğümde kediye yapışık uyuyan Kaya'yı görünce dün geceyi hatırladım. Ciddi ciddi kediyi yalamıştı bu salak. Bir tokat atarak Kaya'yı uyandırdım. Etrafına kısa bir bakış atıp kediyle birlikte arkasını döndü. Zavallı kedinin bu durumdan şikayetçi olmaması tuhaftı. Bu işin böyle olmayacağına karar vererek mutfağa gittim. Elime çelik bir tencere ve kepçe aldım. Tam salonun ortasında kepçeyi tencereye vurmaya ve bağırmaya başladım.
"KOĞUŞ KALK!"
Kafama uçan terlik ve yastıklara eşlik olarak bıkkın isyanlar duyuldu. "Amına koyim kim alıyor bu bebeyi eve." Diye bağırdı Arkın.
"Abi cidden yeter ama." Diye arka çıktı Armanç.
"Sikicem belanı! Burası ev lan." Diye daha'da yükseldi Kaya.
Onları umursamadan yatak odasına Atahan'ın başına gittim. Tam tencereye vuracaktım ki kafama yastık uçtu. "Vurma şuna boğarım seni." Bu tehdit benim be kadar umurumdaydı. Dur bir düşüneyim. Hiç. Kepçeyi sertçe tencereye vurduğumda Atahan hızla yerinden kalkıp üzerime koştu. Elimdekileri fırlatıp dış kapıya koştum. Atahan bir şeylere takılıp düşmüş olmali ki bir kütleme geldi. Ayakkabılarımı giymeden yukarıya eve koştum. Kapının önündeki saksının altından anahtarı alıp kapıyı açtım.
Anahtarı eski yerine atıp kapıyı kapattım. Koşar adımlarla odamda ki banyoya ilerledim. Üzerindeki lerden kurtulup kendimi soğuk suyun altına attım. Bir kaç dakika sonra dış kapının açılma sesi duyuldu. "Nereye gittin it" Diye bağırdı Atahan. Oda'ya geldiğini adım seslerinden anlayabiliyordum. Bir kaç dakika sonra kapı şiddetlice açıldı. Atahan kafasını çevirdiğinde göz göze geldik. Tabikide banyonun kapısını örtmemiştim. Kapalı kapıları sevmezdim boğardı beni.
"Allah senin belanı versin diyeceğim ama verdi zaten vereceği kadar." Diye söylenerek odadan geri çıktı. Ardından bir kahkaha atarak bağırdım. "Kırıcı bir herif olmaya başlıyorsun." Cevap vermemeyi tercih etti. Hızlı bir duştan sonra giyinip salona geçtim. Atahan telefonda konuşarak yanıma geldi. Kafasıyla kapıyı işaret etti. "Tamamdır, geliyoruz." Telefonu kapatıp cebine attı. "Kahvaltıyı Nil'in evinde edeceğiz, Nilay annede oradaymış." Dedi.
Kafa salladım ve ayakkılarımı giydim. Ayağa kalktığımda Atahan'ın ayakkabılarını giymek için eğildiğini gördüm. Aklıma cinlik geldiğinde kalçasına sağlam bir şamar attım. "Maşallah kasada kasa ha. Hepsi senin mi yavrum." Diye piçliğine Ata'ya takıldım. Alışık olsada sinirlendi. Eline aldığı bir terliği koluma yapıştırdı. Çevik bir hareketle önünden kaçıp üst kata koştum. Atahan ise arkamdan söyleniyordu. Kapıyı çaldığımda annem açtı. "Günaydın" Deyip kucakladım kendisini. "Günaydın oğluşum." Yanağıma bir öpücük kondurup benden uzaklaştı. Ben içeri geçerken o ise Atahan'ı karşılıyordu.
Mutfağa girdiğimde herkesin burada olduğu gördüm. "Günaydın millet" Diye bağırdım. Hep bir ağızdan "günaydın" Dediler Lâl hariç. O ise boynuma sarılmayı tercih etti. Sarılmasına karşılık verip beyaz saçlarına bir öpücük kondurdum. "Hadi yumurtalar soğumasın terasa geçin." Diye bağırıyordu Nazlı anne. Hep birlikte terasa geçtiğimizde ihtiyarın bile burada olduğunu gördüm. Masanın en baş köşesinde ihtiyar oturuyordu. Diğer baş köşe ise benim için ayrılmış olmali ki kimse oraya oturmadı. Yerime kurulduğumda ihtiyara kafa selamı verdim.
Sol tarafıma sırası ile annem, Başak, Lâl, Ablam, Nas ve Nazlı anne oturdu. Sağ tarafıma ise yine sırası ile Atahan, Kaya, Serdar, Arkın ve Armanç oturduğunda hep birlikte yemek yemeye başladık. Şen şakrak edilen güzel bir kahvaltının ardından Reyhan, beni aramış neredeyse geldikleri sokağa çıkıp onları sokaktan alıp alamayacağımı sormuştu. Kabul edip sokağa çıktığımda herkes benimle birlikte aşağıya indi. Kaya'nın telefonu çaldığında bizden uzaklaşıp yola doğru çıktı. Sokağın başından mavi bir şahin çıktığında gelenlerin kızlar olduğunu cama çıkıp el sallayan Hozan'dan anlamıştım.
Kaya'nın yola arkası dönüktü. Yakınlaşan araba durur sandık ama öyle olmadı. Reyhan'ın şöförlük yaptığı araba bir anda arkadan Kaya'ya çarptı. Herkesten şaşkınlık nidaları dökülmeye başladığında tek gülen kişi ablamdı.
"Hangi it oğlu it lan bana vuran?" Diye bağırdı Kaya. Arabanın üzerinde oturuyordu. Kendini arabanın üzerinden yere bıraktığında ön tampon da Kaya ile birlikte düştü. Reyhan sinirle arabadan indi. "Ne iyi be! Yanlışlıkla oldu." Diye Kaya'ya bağırdı. Hozan arabanın arka tarafından inip kavga eden Reyhan ve Kaya'yı umursamadan bize doğru geldi. Elini bana uzatım. "Merhaba Alkan abi." Dedi.
Elini sıkıp omuzuna hafifçe vurdum. "Hoşgeldin Hozan."
"Lan sen manyak mısın? Ne diye bana vuruyorsun araba ile!" Kaya, Reyhan'ın üzerine yürümeye başladığında arabanın ön sağ tarafından kucağında Sütlaç ile Zelal indi. Kaya'nın yanına koşup kolunu tuttu. "Kaya, biz çok özür dileriz. Gerçekten yanlışlıkla oldu." Dedi. Reyhan, "sen karışma Zelal. Bu öküz bana it dedi." Diye bağırdı. Ardından Kaya'ya dönüp göğsüne bir tane patlattı. "Yanlışlıkla millet birbirini öldürüyor, ne olmuş azıcık arabanın ucuyla sana çarptıysam. Öldüm mü sanki." Bu kızın kendini savunma şekli beni çok güldürüyodu.
Kaya, Reyhan'ın kolunu tutup kendine çekti. "Bana bak dağlar kızı, seni bu kez affediyorum ikinciye neler olabileceğini tahmin bile edemezsin." Diye tehdit etti. Reyhan küçümseyici bir bakışla Kaya'yı süzdü. "Ay ne kadar korktum bilemezsin. Bak paçamdan akıyor." Kaya'nın bakışları Reyhan'ın şortun dan açıkta kalan bacaklarına kaydı. Sesli bir şekilde yutkundu. Reyhan bir kez daha Kaya'nın göğsüne vurdu. "Bakma lan bacaklarıma."
Zelal'in kucağından atlayan Sütlaç bana koşup kucağıma tırmandı. Yumuşak tüylerini okşayıp bir öpücük bıraktım.
Bölüm sonu. Merak etmeyin sahnenin devamı var. Sadece Zelal'in ağzından okumamız gereken bazı anlar var ilk tanışma sahnelerinde o yüzden burada bitirdim.
Yorum yapmayı ve beğenmeyi unutmayın. Öpüldünüz 😘 Yazım hataları varsa kusura bakmayın lütfen bölümü ikinciye okuyup düzeltemedim. 😘
|
0% |