Yeni Üyelik
18.
Bölüm

SU CİNİ BÖLÜM 17

@zifiri

"Beril; al bu mektubu ve perilerin liderine götürüp ver dikkatli ol ve kimseye yakalanma demişti.

"Cin; peki efendim nasıl isterseniz deyip mektubu da alarak ortadan kaybolmuştu ben ise olanları anlamaya çalışıyordum o cin gittikten sonra Beril denen o kadın ise kendi kendine bir şeyler söylendiğini duymuştum.

"Beril; lanet insan seni ilk geldiğin gün öldürmeliydim Aratı benden çok kimse sevemez bunu anlamadığı için yıllar önce Safiri de yolumdan çektiğim gibi senide çekeceğim insan nede olsa bir cinin aklıyla baş edemezsin tıpkı yıllar önce sizlerden bir insanı kolayca kandırıp kara büyü öğretip Safiri önümden çekdiğim gibi bu yüzden seni yolumdan çekmek daha kolay olacak derken alttan alttan sinsice mağaranın içinde yankılanan kahkahalarını duyabiliyordum ve yıllardır Arat bitmek bilmeyen bir nefretle insanlarla arasında koca bir uçurum açtığı gibi yalan bir davanın peşinden koşuyordu bu gerçeği ona söylemeliydim bu intikam onu daha fazla köreltmeden bir şeyler yapmalıydım fakat aklım öylesine karışmıştı ki bir an bakışlarım beni buraya getiren Safire kaydığında onun umutsuzca ağlarken görmüştüm yüzüme yalvaran bakışlarla bakıp su cinine yardım et lütfen ona yardım et gerçekleri öğrenmesini sağla demiş ve ruhu ortadan kaybolup gitmişti bir anda ben ise o kaybolduktan sonra ne yapacağımı şaşırmıştım tüm bu duyduklarımı su cinine anlatmalıydım ama nasıl o an gizlice mağaradan çıkıp geri döndüğümde ise rahat bir nefes alıp eve vardığımda kapının önünde beni ilk karşılayan Alaz olmuştu görünen o ki Arat evde yoktu bu da beni azda olsa hayal kırıklığına uğramıştı yüzümdeki endişeli hali gören Alaz ise hızla yanıma gelip beni soru yağmuruna tutmuştu.

"Alaz; neyin var insan çok kötü görünüyorsun bu halin ne diye sormuştuedişeyle.

"Mihrap; Arat nerede Alaz diye ona sorduğumda şaşırmıştı.

"Alaz; Arat burada değil neden sordun bir sorun mu var derken hala kapının önünde konuşuyorduk.

"Mihrap; onunla konuşmam gerekli o nerede olabilir Alaz? Derken su cinin sesiyle duraksamıştım onun arkamdan ansızın gelmesi beni bocalatsada kendimi toparlayıp tüm gerçeği ona bir şekilde anlatmalıydım.

"Arat; benim ile ne konuşacaksın insan senin ile bu gün yeterince konuşmadık mı demişti.

"Mihrap; onun bu son sözlerinden sonra iyice bocalamıştım su cini sabahki konuşmamızdan bahsediyordu ama konumuz şimdi bu değildi ki nefesimi toparlayıp senin ile başka bir konuda konuşmak istiyorum cin demiştim sabırsızca.

"Arat; başka bir şey mi benim ile ne konuşacaksın insan? derken merak dolu bakışlarını üzerime çevirmişti.

"Mihrap; Safir hakkında konuşmayı istiyorum dediğimde ise bana bakan bakışları tümüyle değişmiş kaşları çatılmıştı.

"Arat; Safir mi sen neden bahsediyorsun insan Safir hakkın da ne konuşabilirsin ki derken sesine yansıyan öfkeyi hissetmiştim o an.

"Mihrap; bu gün Safirin ölümüyle ilgili gerçekleri açığa kavuşturacağım cin bu gün öğrendiklerimi sende bilmelisin Safirin ölümünün ardında yatan bilmediğin bir sır var ve onun ölümüne sebep olan kişi Beril adındaki o ateş ciniymiş Berilin gözlerini öfke ve kıskançlık kör etmiş ve şimdide bir şeyler planlıyor demiştim bir solukta oysa ki bu kelimeleri ona nasıl anlatacağım diye yol boyunca düşünüp bir ikileme düşsem de şimdi hepsini bir solukta söylemiştim su cinine ama ona tüm bu olanları anlattığımda sanki tüm benliğini kaybetmiş gibiydi.

"Arat; sen neler saçmalıyorsun insan? Diye parlamıştı birden o sinir ile üzerime doğru yürümeye başladığını fark ettiğimde önce biraz korkmuş ve hüsrana uğramıştım ama Alaz onu kolundan yakalayıp kenara çekmişti birden.

"Alaz; sakin ol evlat nerede duracağını bilmelisin diye bağırmıştı ona.

"Arat; baba bırak asıl o nerede duracağını bilmeli Safiri onlardan biri öldürdü o bir insandı Beril değil her halde buna da inanmamı beklemiyorsun benden derken öfkeden burnundan soluduğunu fark etmiştim o an.

"Alaz; oğlum bir dinlesen bize ne anlatmaya çalıştığını belkide bizim bilmediğimiz bir durum var belkide haklıdır demişti.

"Arat; baba yeter o yalan söylüyor diye bağırırken sesi her yerde yankılanmıştıve yine o ince siyah damarların boynunu ve tüm vücudunu sarmalamaya başladığını görmüştüm bana duyduğu öfkesiyle birlikte gözlerini yine zifiri bir siyahlık kaplıyordu git gide ve bana bu defa öyle farklı bakıyordu ki bu öylesine bir bakış değildi bu defa ki bakışları öfke nefret ve tiksinti barındırıyordu su cininin bu hareketinden sonra ise artık ona söyleyecek hiç bir sözüm kalmamış ve azımdan tek bir cümle dahi çıkmamıştı o an tek idrak ettiğim cinin bana inanmadığıydı bu o an ne kadar duymayı beklemediğim bir durum olsa da tek gerçek onun bana bir nebze dahi güvenmediğiydi.

"Alaz; oğlum yeter hadi uzaklaş buradan kendine gel ona zarar veremezsin diye bağırmıştı bu bağırışmadan sonra ise bir an ikisi de göz göze gelmiş ama sonunda Arat bağırarak hızla yanımızdan uzaklaşıp gitmişti onun gidişinin ardından ise Alaz bana doğru döndüğünde görüyordum ki bakışları beni nasıl avutacağını bilmiyor gibiydi; İyi misin kızım diye sormuştu.

"Mihrap; iyi değilim Alaz o bana inanmadı demiştim.

"Alaz; benim dahi aklım olanları almıyor Mihrap her şeyi tane tane en başından anlat çünkü ben sözlerinden hiç bir şey anlamadım? ve tüm bu anlattıklarına nereden kapıldın nasıl inandın anlatırmısın demişti.

"Mihrap; neyi anlatayım baksana sen bile bana inanmıyorsun şüpheyle bakıyorsun anlatsam inanacak mısın ki derken istemsiz bir şekilde gözyaşlarım akmaya başlamıştı o an.Ve neden böyle olmuştu neden ağlıyordum bilmiyorum ama göz yaşlarımı bir türlü zapt edemiyordum. Fakat olanları birine anlatmazsam sanki yok olup gidecekmişim gibi hissediyordum. biri gerçekleri en azından bilmeliydi derken nasıl kelimeler dökülmüştü dudaklarımdan bilmiyorum ama bir şekilde bir ucundan söze başladığımda gerisi çorap söküğü gibi gelmişti; onu gördüm önce rüyamda ama uyandığımda görmüş olduğumun bir rüya olmadığını fark ettim diye söze başladığımda Alazın bakışlarında bir boşluk beni anlamayaçalışan gözlerinde ise bir belirsizlik görmüştüm.

"Alaz; neyi kimi gördün Berili mi diye söze atıldığında ise sözlerimi tamamen anlamadığını fark etmiştim.

"Mihrap; hayır Safiri gördüm demiştim.

"Alaz; Safiri mi diye cümlemi tekrarlarken bocaladığını fark etmiştim şaşkınlıkla; nasıl yani sen Safiri nasıl gördün Mihrap o öldü bunu sende biliyorsun demişti.

"Mihrap; biliyorum bu kulağa garip geliyor evet o öldü Alaz ama bana göründü işte bir şekilde bunu nasıl yaptı bilmiyorum ama benden yardım istediği çok açıktı ve bana göstermeyi istediği şeyi gösterip ortadan kayboldu derken önce şaşkınlık barındıran Alazın bakışları şimdi merak barındırıyordu.

"Alaz; dur bir dakika sakin ol ve ağlamayı bırakıp bana her şeyi doğru düzgün anlat Mihrap? deyip Safir sana neyi gösterdi diye kelimesini vurgulamıştı.

"Mihrap; Safir bana görünüp beni Berilin olduğu yere götürdü ve onların konuşmalarına kulak misafiri oldum iki kişiydiler Beril daha önce hiç görmediğim bir cine bir mektup verdi ve o mektupta ne yazdığı hakkında en ufak bir fikrim yok ama tek bildiğim o mektubu gizlice baş periye yolladığıydı ve o mektubu yolladıktan sonra Beril mağara gibi bir yerde kıskançlık ve öfkeyle bazı cümleler sarf etti bu duyduğum cümleler öyle cümlelerdi ki keşke birer yalan olsaydı demiştim.

"Alaz; baş perimi ona bir gizli mektup mu yolladı yani bu cin neler karıştırıyor böyle ne yapmaya çalışıyor olabilir pek bir şey anlamadım bu kafa karıştırıcı peki Mihrap orada duyduğun şeyler nelerdi? seni bu denli bocalatan ne diye sormuştu.

"Mihrap; Aratı kimseye bırakmayacağını ve Safiri etkileyen o büyüyü bizden olan o insana onun öğrettiğini söylüyordu Alaz yani kara davut kitabının insanlardan birinin eline geçmesinin sebebi o dahası o kitap da ki o tesirli büyüyü ona öğreten ta kendisi bunu nasıl yaptı bilmiyorum ama o yaptı Alaz o Arata aşıkmış ve Safiri bir engel olarak görüp ortadan kaldırmış işte anladın mı demiştim.

"Alaz; Beril tüm bu sözleri söyledi öylemi yani o bunca zamandır Arata aşıktı ve bizlerden bir şekilde bunu saklamayı başardı ve yıllarca Safirin dostuymuş gibi görünüp onu sırtından bıçakladı ha! buna inanamıyorum Safir onu kardeşi gibi görürdü Mihrap tüm bunlara inanamıyorum o hepimizi yıllardır kandırıyor muymuş.

"Mihrap; evet Alaz işte her şeyi öğrendin ne var ki sen bana inandın ama o inanmadı gözlerindeki nefreti gördüm Alaz o bana asla inanmayacak demiştim.

"Alaz; sakin ol Mihrap onu tanırım aklı karışmış olmalı biliyorsun o Safiri çok sevdi onun için bu kadar öfkelendi ona biraz zaman tanı demişti.

"Mihrap; bilmiyorum artık hiç bir şeyden emin değilim Alaz onun gözlerindeki nefreti tiksintiyi gördüm bana hiç daha önce böyle bakmamıştı belkide sen olmasaydın beni öldürebilirdi de kim bilir artık ne yapacağımı bilmiyorum derken gökten aşağı inen önümüzde birden iki adam belirmişti kıyafetleri uzuncaydı üzerlerini örten kaftanları zifiri siyahtı yüzlerinde ise peçe vardısaçlarını yukarıdan bağlamış siyah bir kurdaleyle salmışlardı biri esmer kavruk tenli mavi gözlüydü saçları ise siyahtı en az bir doksan boyların daydı diğeri ise onun aksine sarışındı gözleri ise elaydı anlında bir yara izi vardı ve boyu sağlam bir seksen vardı kollarında ise gümüşten bileklikler vardı bu kişiler bir cine benzemiyordu bir peri olmalıydılar ama o an yolunda gitmeyen bir şeyler vardıonların gelişi hayra alamet gibi durmuyordu.

"Alaz; burada ne işiniz var sizin derken Alazın yüzündeki tamamen değişen gergin bakışları beni korkutmaya başlamıştı.

"Peri; buraya büyük perinin emriyle insanı almaya geldik ihtiyar bize zorluk çıkarma ve onu bize ver demişti.

"Alaz; siz neden bahsediyorsunuz bu insanı hiç kimse buradan alıp götüremez topraklarımızdan hemen çıkıp gidin aksi halde olacaklara karışmam bir peride olsanız nerede duracağınızı bilmelisiniz derken anlıyordum ki onun onlara boyun eğmeye niyeti yoktu ve tüm benliğim o an bir ikilem arasında kalmıştı ne yapmalıydım ya bu gelenler Alaza bir zarar verirlerse benim yüzümden ne yapacaktım.

"Peri; kuralları çiğnediniz ve bu aleme bir insan getirdiniz ve bize kafa tutmaya cesaret etmeni geçtim sen baş periye karşı mı geliyorsun bunak ihtiyar çekil önümüzden demişti.

"Mihrap; bunlar neler diyor böyle Alaz korkuyorum lütfen kendine zarar verecek bir şey yapma onlar iki kişiler diye kulağına hafifçe eğilerek kelimemi vurgulamıştım Alazın ise o an geri adım atmaya niyeti yok gibiydi.

"Alaz; sakin ol arkamda kal Mihrap korkma seni asla onlara vermem evet beni iyi dinleyin bu insan buraya kendi isteği ile geldi ve bu oğlum ve ikisinin arasında bir anlaşma gerisi sizi ilgilendirmiyor söyleyin başınıza burnunu bizim işlerimize sokmaya kalkmasın ve sizi oğlum burada görmeden kaybolup gidin hemen diye kelimesini tamamlarken yaşına bakmadan onlara nasıl meydan okuduğunu görünce Aratın neden bu kadar cesur ve damarlarında dolaşan kanın neden bu kadar delice aktığını bir kez daha anlamıştım o ölse de öldürse de geri adım atmayacaktı.

"Peri; seni bunak ihtiyar sen istedin o zaman derken elinden çıkardığı mavi güçlü bir ışığı Alazın üzerine savurmuştu Alaz ise bu hamleden sıyrılsa da beklemediği diğerinin beni yakalayıp kenara fırlatışıyla dağılan dikkati bir anlıkta olsa diğerinin ona karşı yapmış olduğu hamleyi görmesine engel olmuş ve arkasından gelen diğeri sinsice Alaza elindeki hançeri saplamıştı Alaz ise bu hareketten sonra bir süre soluk alamamış bakışlarını öylece yere dikmiş gözleri yaş dolmuştu nefesini toplamaya çalışıyordu ama her nefes almaya çalıştıkça yüzüne yansıyan acı ne kadar çok canının yandığını o an sergiliyor gibiydi o büyük acıya dayanamayan gövdesi onu dizlerinin üzerine düşürmüştü artık ben ise olanların şokuyla kalbimin göğsümden çıkacakmış gibi acıdığınıhissediyordum zihnimde adeta birer birer yıkılan buzdan kaleler vardı zaman durmuş gibiydi.O an ne çığlıklarım nede feryatlarım ulaşamıyordu ona her attığım adım bir boşlukta kalıyor beni oldum olası geri itiyordu ters giden bir şeyler vardıonlardan biri ne onun yanına gitmeme nede ona yardım etmeme izin vermiyordu çünkü biliyordum ki buna engel olan onlardan biriydi bunu nasıl yapıyordu bilmiyorum ama bir çeşit güç dalgası yayıp beni engelliyordu.

"Peri; asiliğinin bedelini ödedin ihtiyar asıl nerede durman gerektiğini sen bilemedin Maalesef bu hançerde bize sizin gibilerin işini bitirmek için verildi bize boyun eyip başında kızı bize verseydin şimdi yaşıyor olacaktın ama şimdi haline bak asiliğin yüzünden ölüyorsun derken bu son sözleri azından tükürür gibi çıkmıştı o an ve bu da beni onlara karşı iliklerime kadar tiskindirmişti.

"Mihrap; hayır Hayır! Alaz sizi aşağılık pislikler bırakın onun yanından hiç bir yere gitmeyeceğim onun bana ihtiyacı var yaklaşmayın yanıma diye ne kadar çığlık çığlığa bağırsam da onların beni duymaya niyeti yoktu en uzun olanıyanıma gelmiş beni kolumdan tutmuş çekiştiriyordu ben ise onun elinden kurtulmak için ne kadar uğraşsam da çabalarım bir sonuç vermiyordu.

"Peri; bize zorluk çıkarma insan o hak ettiğini buldu ve şimdi sen bizim ile geliyorsun seni baş periye teslim edeceğiz derken yüzlerinde en ufak bir merhametin kırıntısı dahi olmadığını şimdi açık ve net göre biliyordum.

"Mihrap; siz nasıl varlıklarsınız her şeyden öncesi sizler nasıl perisiniz bu perilik değil sizler saf ve temiz olmanız gerekirken aşağalıklarında en aşşağalığısınız şimdi ise gördüğüm asıl yüzleriniz midemi bulandırıyor sizler şaçma koyduğunuz kurallarla can alıyorsunuz bunlar Allahın kuralları değil sadece onun yarattıklarının koyduğu kurallar güçlü güçsüz ayrımı yapıyorsunuz kendi egolarınız için can almaktan çekinmiyorsunuz ve şunu bilin ki ben sizinle hiç bir yere gelmeyeceğim bende size zorluk çıkarıyorum durmayın beni de öldürün diye avazım çıktığınca bağırırken biliyordum ki benim yaşamımın onlar için hiç bir değeri yoktu ama onlara yinede direnmeliydim adalet ve doğru bildiklerim için hiç kimse için olmasa da Alaz için direnmeliydim diye düşünürken birden yıldırım sesi ve gözleri kamaştıracak kadar güçlü bir ışık yağmuruyla önümüzde hemen Ayzarla Tuana belirmişti ve görüyordum ki yerde yatan Alazıgördüklerinde ikisi de dehşete kapılmıştı.

"Aysar; siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz ne yaptınız siz böyle hemen o insanıbırakın sizler cin alemine yasak olmasına rağmen girdiniz bu yasakları da koyan bizat büyük babamdı ve bir cine zarar verdiniz şimdi bu yaptığınız yanlışla cin alemiyle peri alemi bir savaşa girebilir nasıl bir sorumsuzluk bu derken hemen yanında duran Tuana ise koşarak Alazın yanına gidip onun yanında eğilip durumuna bakınca ne yapacağını bilmez bir halde öylece üzgün gözlerle etrafına bakınıyordu.

"Tuana; olamaz Aysar Alazın durumu hiç iyi değil siz ne yaptınız böyle derken Alazın gücü artık tükenmişti son nefesini vermek üzere olduğu her halinden belliydi ben ise onların gelişiyle serbest kalmış Alaza doğru koşmuştum yanına vardığımda ise delice boğulmuş olduğum hıçkırıklara bir türlü engel olamıyordum.

"Mihrap; Alaz ölme dayan lütfen kendini bırakma eğer sana bir şey olursa kendimi asla affetmem her şey benim yüzümden oldu ben bu aleme hiç gelmemeliydim derken boğulduğum göz yaşlarımın arasından birden elimi sımsıkı tutan Alazın elini fark ettiğimde içten içe boğulduğum hıçkırıklarım ve pişmanlıklarım beni içten içe tüketiyordu onun yüzüne bakamıyordum bile o ise bir elini dudağımın üzerine koyup susmamı istermiş gibiydi o an ve dudaklarından birkaç kelime dökülmüştü zorluklada olsa...

"Alaz; böyle söylememelisin insan senin bunda hiç bir suçun yok bana söz ver Arata yardım edeceğine onu karanlıktan çıkaracağına söz ver Mihrap derken son sözleri ile birlikte son nefesini vermişti gözleri açık ölmüştü ne kadar bağırıp çağırsam da biliyordum ki tıpkı ailem gibi o da geri gelmeyecekti.

"Peri; tüm bunlar için üzgünüm ama bu büyük dedenizin emriydi efendim biz sadece onun emirlerini uyguladık derken Aysar yerden kalktığı gibi o periyi yakasından tutup yere çalmıştı ama yüzünde beliren şaşkınlığı bir türlü gizleyemiyordu çünkü büyük babasının nasıl böyle bir emir verdiğine inanamadığına adım kadar emindim.

"Aysar; Sizler şimdi bana bu emirleri veren kişinin aynı zamanda bu kurallarıkoyup hemde istediği gibi bozduğunumu söylüyorsunuz ağaçların bekçisi benim sabrımı sınıyorsun derken bu olanları kabullenmek istemediği her halinden belliydi.

"Bekçi Peri; efendim biz emirleri uyguladık yalnızca hepsi bu bizim suçumuz yok derken kaçamak bakışlarını onun yüzüne dahi bakmaya cesareti olmadığınıgösteriyordu.

"Tuana; siz nasıl adalet bekçileri nasıl doğruluğun timsali olabilirsiniz bu adaletdeğil burada bugün masum bir adamı öldürdünüz ve o bir cindi bu da büyük bir kaos ve savaş demektir ve bu adaletsizliğe daha fazla göz yummayacağız bu adaletsizliğe büyük babam sebep olsada dahi bu saatten sonra bilmeniz gereken tek şey bizim tam tersimiz olan cinlerin yanında yer alacağız ve adaletin yerine gelmesi için elimizden ne geliyorsa yapacağız derken gözleri sanki onlara karşı ateş saçıyordu.

"Mihrap; sizler nasıl perisiniz vicdan yoksunları acımasız caniler onun elinden ikinci kez hayatını yaşama sevincini tek umudu olan babasını aldınız şimdi ne olacak ha! Ne? Diye bağırırken su cininin gelmiş olduğunu görmüştüm azından tek bir kelime bile çıkmamıştı ayakları gelmek ve gelmemek arasında bocalıyor gibiydi gözleri dolmuştu herkes onu gördüğünde Alazı bırakıp kenara çekilmişti ve bir tek Alazın yanında kalan ben olmuştum sonunda daha fazla dayanamayan su cini hızlı adımlarla Alazın yanına gelip dizlerinin üzerine çökerken tamamen dibe vurmuş gibiydi. O an titreyen elleri ona dokunmak ve dokunmamak arasında bocalıyordu, sonunda ise tereddütle ona uzanan elleri Alazın yüzünde birleşmiş, ve çok geçmeden babasının öldüğünü fark edince içten içe çoğalan isyanı an be an öfke patlamalarına dönüşmüştü. Babasını böyle görmek onun tüm kanını dondurmuş, adeta onu bir çıkmaza sürüklüyor gibiydi. Üzerinde donup kalan bakışları ise hareketsizce üzerine düşen elleri gibi onun bu vedaya hazır olmadığını apaçık sergiliyordu. O an babası ellerinin arasından mink ışık zerreleri halinde kayıp giderken onun yüzünde sürekli seğiren bir sinir kasıgözüme çarpmıştı. Sürekli derin derin alıp verdiği nefesi içten içe bastırılamaz çığlıklara dönüşüp öfkesi arttıkça etrafta yankılanan çığlıkları gibi ansızın bastıran yağmurun sesiyle gök gürültüsü birleşip etrafta yankılanırken her yeri git gide siyah bir sis perdesi kaplamıştı. O an tek bildiğim onun tüm benliğinin git gide karanlık bir gölgenin ardına saklandığıydı isyanı ve acısı onu çıkmaz bir yola sürüklüyordu o an çıkardığı fırtınayla saçları etrafında uçuşurken boynunda ve yüzünde yine o ince siyah damarların belirdiğini fark etmiştim tırnakları ise uzuyor siyah bir renge bürünüyordu her saniye değişen benliği onun artık tümüyle karanlığa geçtiğini gösteriyordu. gözlerini açtığında ise bu kez gözleri tümüyle hazel sarısına bürünmüştü biliyordum ki artık durmayacak ve önüne ne gelirse yakıp yıkacaktı. Onun bu değişen benliğini gören Tuana ve Aysar onu durdurmak için bir şeyler yapmalıydı fakat korktuğum olmuş artık onu durduracak hiç bir şey kalmamıştı ilk ona seslenen ise kız kardeşi Tuana olmuştu...

"Tuana; üzgünüm Arat yetişemedik onu kurtaramadık bizi bağışla bu olmamalıydı onun sözleriyle kısılan Aratın bakışları tatmin olmuşa benzemiyordu ve bunu fark eden Aysar bu sefer söze atılarak onu durdurmak için bir hamle yapmıştı...

"Aysar; o artık gitti Arat bunu kabullenmek zorundasın derken o an ona ne kadar yaklaşmayı denese de bunu başaramıyordu çünkü onun benliği çoktan karalıklar ardına saklanmıştı görüyordum ki onların son sözleriyle birlikte Aratın tüm dikkati kardeşlerine doğru yönelmişti gözlerindeki nefreti ve öfkesini gördüğümde kardeşleri dahi olsalar onlara acımayacağını fark etmiştim durum gittikçe kötüye gidiyordu birden Aratın her tarafından karanlık duman şeklinde siyah bir sıvının çıkarak Tuana ve Aysarı sardığını görmüştüm Aratın bu ani hareketinden sonra ise onların kaçmaya bile fırsatları olmamıştı Aysar ve Tuana artık ne ondan kaça biliyorlardı nede onun etkisinden sıyrıla biliyorlardı artık tüm bildiğim git gide bedenlerini saran siyah bir sıvının içten içe onları tükettiği gibi nefes almalarını da iyice güç bir hale getirdiğiydi. ve onun pişman olacağı bir şey yapmasını istemiyordum çünkü onlarda en az Alaz kadar masumdu o an bir şeyler yapmalıydım diye düşünürken o iki peri ona doğru hamle yaptıklarında buna dayanamamış ve dikkat et diye çığlık çığlığa bağırmıştım o ise benim tepkimden sonra ona doğru hamle yapmakta olan ikisinin üzerinde kısılan bakışları sabitleşmiş onlara doğru avucundan üflediği bir ateş dumanıyla önce derileri bedenlerinden ayrılmış sonra yavaş yavaş kurumaya başlayan bedenleri git gide bir kül halini almaya başlamıştı onların yok olup gitmesi dahi onun öfkesini dindirmemiş di biliyordum ki soğumayan yüreği alev alev kavurup içten içe onu tükettikçe hiç kimseye acımayacaktı ve aynı ölüm korkarım Aysar ve Tuananın da başına gelecekti bu yüzden bir şeyler yapmalıydım; Arat yapma onlar senin kardeşlerin en az onlarda senin kadar Alazı korumaya çalıştılar ve babanı onlar öldürmedi babanı öldürten baş periydi onlar yetişmeye çalıştı ama yetişemedi pişman olacağın bir şey yapma dur lütfen dur! Diye bağırmıştım benim sesim üzerine ise tüm dikkati şimdi benim üzerime yönelmişti ama onlarıda bırakmamıştı.

"Arat; onlar benim kardeşlerim değil insan derken her an yüzünde ayrı bir öfke patlaması yaşanıyordu. onun kaybolan bakışlarındaki benliğini gördüğümde etrafında hiç bir canlıya tahammülü olmadığını bir kez daha görmüştüm ve biliyordum ki herkes için planladığı sona artık bende dahildim ve onlar gibi beni de yok etmeyi pilanlıyor olmalıydı adım adım bana doğru yürüdükçe tüm benliğimi bir korkunun sarıp sarmaladığını hissetmeye başlamıştım geriye doğru istemsizce giden bacaklarım yerinde bir adım ileri iki adım geriye doğru bocalarken biliyordum ki ölümüm adım adım git gide bana doğru yaklaşıyordu ve sırtım duvara dayandığında kulağıma doğru eğilip bir kaç kelime fısıldamıştı...

"Arat; pişmanlık duymak mı? derken kaybolmuş bakışlarındaki benliği artık hisleri hiç bir insan için pişmanlık duymayacağını apaçık sergiliyor gibiydi ve onu durdurmak için daha ne yapabilirdim bilmiyordum.

"Mihrap; sen bu değilsin Arat kötüyle iyiyi birbirinden ayırmalısın diye kelimelerime devam ederken daha cümlemi tamamlayamadan beni boynumdan yakalamış ayaklarımı yerden kesmiş var gücüyle boğazımı sıkmaya başlamıştı o an soluğum kesilmiş ellerinin arasında çırpınırken onun ellerinde ölmenin değilde Alazın son anlarındaki benden istediği tek şeyi yerine getiremeden ölmekten korkuyordum ve artık onun ellerinde bocalamaktan vazgeçmiştim canım acıyordu ama elimden hiç bir şey gelmiyordu gözlerim kapanmak ve kapanmamak arasında o an bocalarken dudaklarımın arasından bir iki kelime dökülmüştü; Üzgünüm Alaz onun benliğinin kötü tarafa geçmesine engel olamadım affet beni diye cümlelerimi tamamladığımda eline damlayan gözyaşlarımla birlikte kısılan gözleri kocaman aralanmış gözlerimin içinde donup kalmış bakışları sanki kalbinden kendi benliğini söküp alıyorlarmış gibiydi sonra buğulu da olsa hazel sarısı gözlerinin kendi uçsuz mavilikteki rengine büründüğünü görünce boynumu sıkan elleri birden aralanmış benim onun ellerinin arasından yere düşmem ile birlikte bir iki adım geri çekilmişti ben ise o an yerde nefes almaya çalışırken ona doğru baktığımda bedeni çığlık çığlığa bir ikilemin içinde adeta kendi kendiyle savaşıyor gibiydi onun bu halini görünce ona yaklaşa bileceğim tek anın bu olduğunu fark ettiğimde tüm gerçekleri görmesi için her şeyi tekrar yüzüne haykır malıydım diye düşünerek tekrar söze zorlukla başlasam da dudaklarımdan ardı ardına dökülmüştü kelimeler artık beni duymalıydı; Arat senin elinden sevdiklerini alan kardeşlerin ve ben değiliz bu kişi baş peri ile Beril idi lütfen bir kez olsun bana güven Safirin ölümünden tüm sevdiğin insanların ölümünden o ikisi sorumlu şimdi anlıyorum ki baş periye yolladığı mektupta beni bildirdi çünkü Berilin bunu yapmasının sebebi sana sahip olmayı istemesi bunu gör artık su cini Arat derken yine onun gözleri eski rengine yani hazel sarısına dönmüştü bana inanmak istiyordu fakat ikinci kişiliği arasında sürekli gel git yapan benliği onu büyük bir ikileme sürüklüyor ve bu onu büyük bir acıya maruz bıraktığı gibi eski benliğine geri dönmesini de engelliyordu ta ki o cin denen kadın yani Beril denen ateş cini Aratın arkasında belirene kadar.

"Beril; o yalan söylüyor Arat onlarla iş birliği içindeydi babanı birlikte öldürdüler ben planlarını öğrendiğimde sana geliyordum ama geç kaldım Alazı çoktan öldürmüşlerdi ve sırada sen vardın şükürki sana zarar veremediler sakın o şeytanın yalanlarına kanma seni kandırmaya çalışıyor Arat diye kelimesini tamamladığında onun sözleri ile birlikte Arat bana dönmüştü ve yine tüm benliğini kaybetmeye başladığını gördüğümde tek yapabileceğim hayatta bunca zaman kala bilmek için tutunduğum dilek olduğunu fark ettiğimde onun gözlerinin içine bakarken hayatın benim için getirdiği bu ince çizginin onun gerçekleri görmesini sağlayacaksa tamamen onun hayatından çıkacağımıbilsemde artık bu yolun geri dönüşü yoktu. Ve tüm cesaretimi toplayıp ayağa kalktığımda onun tam karşısına geçerek gözlerinin içine bakarken Alazın o son anları gözümün önünde canlanırken tutmakta zorlandığım göz yaşlarımla birlikte belkide onun hayatında ilk kez gerçekleri görmesi için tüm çabamı sarf edecektim.

"Mihrap; dilerim ki tüm gerçekleri öğrenirsin ve Berilin gerçek yüzünü görürsün diye kelimemi tamamladığımda bizim dışımızdaki her şey durmuş donup kalmış zaman akmıyordu sanki Aratla aramızdaki bu son dileğim ile birlikte büyük bir mühür kırılmış ve benim bileğimdeki onun ise boynundaki sayı son dileğim ile birlikte yok olmuştu ve Arat zihnimin içindeki tüm anılarım ve düşüncelerim arasında oradan oraya sürükleniyor gibiydi ta ki bütün yaşadığım en son ki anıma kadar sürmüştü zihnimden bir parçaymış gibi söküp atılırken artık her şeyi öğrenmiş olduğunu biliyordum onunla tekrar göz göze geldiğimizde ise gözleri her an anlam veremediğim bir çekimle kilitlenip kaldığım o eski bakışlara o eski maviliğine dönüyordu ve aramızda esen karanlık bir sis perdesi yavaşça dağılırken Aysar ve Tuanayı da saran karanlık çekilmiş serbest kalmalarınısağlamıştı fakat yerlerinde hala öylece taş kesilmiş bir şekilde kıpırdamadan duruyorlardı onun yüzümde gezinen bakışları ise pişmanlık içeriyordu fakat ona ne kadar bir şeyler söylemek istesem de artık susmalı idim belkide tek olmasıgereken buydu diyerek sessizliğimi korumuş olsamda sanki onun hala bana söylemek istediği bir şeyler varmış gibiydi o an...

"Arat; üzgünüm insan sana ne söylemeliyim diye kelimelerinin içinde bocalarken daha fazla konuşamamış yine sessizliğe çekilmişti belkide o hep böyleydi duygularını yada hatalarını dile getiremeyecek kadar gururluydu ve ona ne söyleye bilirdim ki diye düşüncelerimin arasında bocalarken aramızdaki sessizliği bozan ilk kişi ben olmuştum.

"Mihrap; seni anlıyorum Arat ve sakın üzülme bu senin hatan değil senin üzülmeni istemiyorum gerçekleri gördün ya artık olması gerektiği gibi sonsuza kadar serbestsin şimdi dilediğini yapmakta özgürsün ama onlardan bir farkın olsun masum olanlara dokunma tıpkı babanın istediği gibi derken vücuduma baktığımda bir ışık çemberinin beni yavaş yavaş sarmaya başladığını görmüştüm sanırım son dileğim ile birlikte artık dünyama dönüyordum yani ait olduğum yere ve artık cini bir daha hiç göremeyecektim o anın verdiği hüzünle yine bir kaç cümle dökülmüştü dudaklarımdan; ne kadar tuhaf değil mi artık istediğin gibi benden sonsuza dek kurtuluyorsun Arat dilerim hak ettiğin huzuru bulursun babanın son isteğini de yerine getirdim artık huzurla yanından ayrılabilirim ama bana söz ver masumlara dokunmayacaksın benim ailemden geriye kimse kalmadı ama senin bir ailen var Arat annen kardeşlerin var ve hayattalar onların sana yaklaşmasına izin ver ve onları kendinden uzaklaştırma kendine dikkat et derken son sözlerim üzerine tam Arat bir şey diyecek iken geçit beni dünyaya çekmiş ait olduğum yere geri bırakmıştı ayrılmış olduğum yere gelmiş olduğumu fark ettiğimde ağaçlık alanda kimseye rastlamamıştım arkadaşlarımdan hiç kimse yoktu ve onlara ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu fakat aklıma gelenin başlarına gelmemesi için içten içe onlar için dua ediyordum umarım evrim geçirmiş insanlara yakalanmamışlardı tüm bunları düşünürken aklım arkadaşlarımdaydı ama bir yanımın da o alemde su ciniyle kalmıştı acaba ben gittikten sonra orada neler olmuştu su cini ne yapmıştı bilmiyorum ama onun için neden bu kadar endişeleniyordum ve bir daha onu göremeyecek olmam beni neden bu kadar üzüyordu aklımda bu gibi cevapsız sorular gezinirken acaba o da benim onu düşündüğüm gibi beni düşünüyor muydu aslında ondan kurtulmak için bugüne kadar elimden geleni yapmama rağmen şimdi neden onu delicesine görmeyi istiyordum ve onu neden bu kadar çok merak ediyordum bunu bilmiyordum ama tek bildiğim bu düpedüz delilikti.

"Arat; zaman geçitiyle birlikte ortadan yok olup giderken neden bu denli bir boşluk bırakmıştı içimde son dileğini asla dilemeyeceğini söyleyen bu kadın son dilek hakkını da benim için mi kullanmıştı ve bunu hiç düşünmeden yapmasıbeni büyük bir yanlıştan döndürmüştü insanlardan bu denli nefret etmeme rağmen neden bu insandan nefret edemiyordum ve neden onun gidişiyle kalbimi bu denli buruk ve kırık hissetmiştim. sanki o giderken benden bir parçayıda yanında alıp götürmüştü aklımda cevapsız gezinen sorular ona ne zaman bu kadar alışıp bağlandın diyordu bu saçmalıktı o nasıl beni kendine bu denli alıştırmıştı bunu bile cevaplayamazken o son dileğini dilemiş ve hayatımdan sonsuza kadar çıkıp gitmişti onun gidişiyle zaman eski akışına dönerken zaman diliminde etrafımda donup kalan her kez yavaş yavaş kendine gelmeye başlamıştı. Ben ise yine eski benliğime git gide dönüyordum her şey zihnimde bir öfke patlaması ile an be an belirirken benim ise odaklandığım tek şey intikam öldürmek ve yok etmekti. Aklımda ise delice odaklandığım iki şey vardı, Beril ve baş peri onlar bunun bedelini ödemeliydi. Bu sefer biliyordum ki babama ve bana bunca kötülüğü yapan baş periyi bulduğumda bunun bedelini kat ve kat ödetecektim gerekirse onun kurduğu düzenle birlikte önüme çıkan her şeyi yerle bir edecek ama asla durmayacaktım. Çünkü tek bildiğim kalbimi saran bu nefretin git gide mantığımla birlikte tüm iyi yanlarımı da yok ettiğiydi. O an ise bakışlarım daha yeni yeni kendilerine gelmekte olan Tuana ve Aysar'a kaymıştı. Fakat birden omuzuma dokunan bir el tüm dikkatimi o kişinin üzerine yönelmişti. sesini duyduğumda ise adeta tüm benliğimin intikam çığlıklarıyla bağırmaya başladığını hissetmiştim... "Beril; neler oluyor Arat o şeytan nerede kendimi neden böyle sersemlemiş hissediyorum diye sormuştu.

"Arat; Şeytan mı? tamda senin sıfatına uygun ateş cini.. Sen daha bu yalanı ne kadar sürdüre bileceğini düşünüyordun. sinsiliğininde bir sonu var derken dudaklarımdan dökülen son sözler ile birlikte onun yüzünde gezinen bakışlarım onda en ufak bir pişmanlık dahi görememişti.

"Beril; sen neler söylüyorsun Arat ne saçmalıyorsun ben senin düşmanın değilim derken görüyordum ki kurduğu oyunu devam ettirmekte kararlıydı. Fakat her an taşmakta olan öfkem git gide iyi tarafımın yok olduğunu hissettirsede bu cinin daha ne kadar oynadığı bu oyununa devam edebileceğini düşünüyordum benim ise tükenen sabrım daha ne kadar kendimi tutmamı sağlaya bilirdi ..."Arat; Sabrımı mı sınıyorsun ateş cini? Safir senin en yakın arkadaşın, benimde en değerli parçamdı ona nasıl bu şekilde ihanet edersin derken bir öfke patlaması gibi taşan benliğimden yükselen çığlıklar bir öfke denizini andırıyor bitmek tükenmek bilmiyordu tüm mantığımın köreldiğini hissettiğim bu anlarda nasıl ona doğru dönmüş ve boynundan yakalamıştım bilmiyorum fakat artık tek bildiğim boynunun ellerimin arasında olduğuydu ben ise her an boynunu kırmamak için kendi benliğimle mücadele ederken tüm benliğimi içten içe değişime sürükleyen bu nefret ona merhamet gösterme diyordu...

"Beril; hayır bu doğru değil sana bunları o şeytan söyledi değil mi lütfen ona inanma ben öyle bir şey yapmadım canımı yakıyorsun nefes alamıyorum lütfen bırak beni Arat derken acı çektiğini gördükçe içimde an be an yükselen haz duygusu onun daha da acı çekmesini isteyip adeta bedenini derisinden yüzmek istiyordu o an onu öldürmemek için ne kadar mücadele etsem de içten içe taşan öfkem onun yaptıklarını bir kez daha gör gör ki ona ihanetinin bedelini ödet diyordu artık kendimle daha fazla mücadele edemeyeceğimi anladığımda onun zihnine girmiş yıllar önce Safire kurmuş olduğu planı bu kez an be an onun zihninden izlerken onun nasıl ölümüne sebep olduğunu ve babamın ölümünün ardındaki gerçekler bir bir gün ışığına çıkarken baş periye yollamış olduğu mektup da Mihrabın varlığını haber verenin ateş cininin ta kendisi olduğunu öğrendiğimde dahada öfkelenmiştim Mihrabın bana anlatmaya çalıştığı her şey başından beri doğruydu."Arat; sen ölmeyi fazlasıyla hak ediyorsun ateş cini bunların hepsini planlarken sonunda bunları öğrenecek olmam seni anlaşılan bir nebze olsa da korkutmamış derken siyah bir hale bürünerek uzayan tırnaklarımı yavaşça onun boynuna geçirmiştim yüzünde beliren acıyı gördükçe duyduğum haz onun alev alev kanının damarlarında yavaşça yanmasını ister gibiydi onun yüzünde görmeyi istediğim tek şey ise o an yaptığı her şeyi itiraf edip hayatı için ayaklarıma kapanıp bana yalvarmasını görmekti fakat tek bildiğim o bunu yapsa dahi içimdeki öfkeyi söndürmeye asla yetmeyecekti...

"Beril; seni sevdim Arat çok sevdim yalnız benim olmanı istedim yaptığım hiç bir şeyden pişman değilim yine aynı şeyler olsa aynısını yaparım ben sadece benim olmanı istedim beni sevmeni ama sen gittin Safiri sevdin ona aşık oldun doğru onun önümden çekilmesi için o kara büyüyü ben o insana öğrettim ve o insan benim sayemde ona sahip oldu ve ikisini de sonunda ayağımın altından çekmeyi başardım ama sen ne yaptın gidip o insana aşık oldun Safir ölünce belki onu unutursun beni seversin diye bekledim ama sen yeniden aşık oldun fakat bana değil Arat o insana seni gördüm o insana nasıl baktığını ve o insandan an be an nasıl etkilendiğini eninde sonunda onuda öldürecektim ama o şeytan hesaplamadığım bir şekilde son dileğini de dileyerek kaçtı senin gerçekleri öğrenmeni sağladı ama ona gitmene asla izin vermeyeceğim asla eyer benim olmayacaksan kimsenin olamayacaksın Arat kimsenin buna izin vermeyeceğim derken nasıl ellerimin arasında çırpındığını görünce sürekli gel git yapan benliğim adeta şaşkınlık içerisindeydi.

"Arat; sen hastasın ateş cini tek hak ettiğin ölüm diye dudaklarımdan bu cümleler dökülürken aslında tüm benliğim onun ölmesini isterken neden hala onu öldürmemek için mücadele ettiğimi anlayamıyordum oysaki daha önce olsaydı onun çoktan boynunu kırardım diye aklımdan geçirirken o insan düşmanlarıma karşı bana merhamet mi aşılamıştı topla kendini Arat o insanın sözlerini ve merhamet duygusunu aklından çıkar o insan senin zayıflığın çıkar onun sözlerini aklından ve kır onun boynunu kır diye ardı ardına zihnimde yankılanırken kelimelerim kendi kendimle savaş verdiğim o anlarda yine Berilin sözleri kulaklarıma çalınıyordu onun boynunu o kadar sıkmama rağmen hala konuşabiliyor olması cesaret miydi delilik mi bilmiyordum...

"Beril; o zaman birlikte ölürüz tek ölemem Arat sensiz olmaz derken dizinden bir hançer çıkarmıştı o hançere daha dikkatli baktığımda Safirin kendini öldürmüş olduğu hançer olduğunu anlamam uzun sürmemişti elindeki hançeri beklemediğim bir anda birden bana saplamıştı; sana söylemiştim benim olmazsan kimsenin olamazsın buna izin vermem diye kelimeleri ardı ardına dudaklarından dökülürken nefesimin kesilip içimde tarifi olmayan bir acının git gide bedenimi sarmaya başladığını hissettiğimde boynunu sıkan ellerim iki yana düşmüş bir an onun gözleriyle kesişmişti gözlerim şimdi ise onun yüzünde içten içe gördüğüm haz duygularını fark ettiğimde tüm benliğimin adeta bir ateş gibi yanmaya başladığını hissetmiştim sanki içimde an be an taşmakta olan bir yanar dağ vardı ve saniyelerle taşan öfkem içten içe patlamaya hazır nefretimi kusar gibiydi sonra bir an onun gözlerinin göğsümde hançerle açtığı yaraya kaydığınıfark ettiğimde dikkatim göğsüme yönelmişti fakat onun için ters giden bir şeyler olduğu apaçık ortadaydı hançerin açtığı yaradan yavaşça aşağıya doğru siyah bir sıvı akıyordu ve bende git gide göğsümdeki yaranın verdiği acıyı tamamen unutmuş benliğim beni adeta öfke denizinde sürüklemeye başlamıştı sol elimle göğsüme saplı olan hançeri çekip çıkarttığımda hançer ellerimin arasında küle dönüşmüştü ve hançerin açmış olduğu yarada kısa sürede tamamen kapanmış geriye ise hiç bir iz bırakmamıştı; bu bu! hançer nasıl yok olur bu hançer bizimgibi cinleri öldürürdü sen nasıl nasıl kurtuldun bundan derken yüzünde beliren korku ve şaşkınlığı an be an göre biliyordum.

"Arat; unuttuğun bir şey var ateş cini ben yarı cin yarı periyim say ki bu gün beni öldürdün ama belki de sana bir nebze merhamet gösterecek yanımı yok ettin derken çoğalan öfkemle onu boynundan tekrar yakalamış konuşmasına bile fırsat vermemiştim onun soluğunu keserken kulaklarımda yankılanan kalp atışları beni çileden çıkardığı gibi içten içe yükselen nefretimi de su yüzüne çıkartıyordu ve artık diğer yarımla mücadele etmiyordum öfkelendikçe vücudum geriliyor ateş gibi yanan derimin üzerinde siyah damarlar belirmeye başlıyordu o an ise adeta nefertimle yarışan kalp atışları dizginliyemediğim öfkemi daha da öne çıkarıp git gide uzayan tırnaklarımla onun kalbini parçalara ayırmak istiyordum ta ki bu dürtü onun kalbini yerinden sökerek ellerimin arasında parçalara ayırana kadar sürmüştü fakat ellerime bulaşan kanı beni öylesine tiksindirmişti ki üzerime bulaşan kanına dahi tahammülüm olmadığını tekrar tekrar yineliyordu beynim düşünüyorum da onun önümde devrilişi benim için hiç bir şey ifade etmiyor aynı zamanda tüm benliğimi saran bu nefretin bu ölümün bile ona az geldiğini söylüyordu ateş gibi çoğalıp harlaşan öfkem kulaklarımda bir uğultu gibi çalınmaya başladığında daha da fazla kendimi kaybediyor öfkeden çılgına dönüp ayaklarımın altında yatan cansız bedenini dahi tıpkı kalbi gibi parçalara ayırmak istiyordum sanırım artık benden geriye tek kalan şey bu hayvansal iç güdüler di bu yanım git gide ortaya çıkarken onun bedenini ellerimin arasında parçalara ayırmak istiyordum bunun yegane kanıtıda sabırsızlıkla dahada fazla uzayan tırnaklarım olsa gerekti sonrasında ise bir an arkamdan gelen bir inleme sesi dikkatimi çekmişti o yöne doğru dönüp öfkeyle baktığımda neredeyse tamamen hafızamdan silinmekte olan Tuana ve Aysara dikkatim kaymıştı gördüklerinden olsa gerekti ki Tuana tamamen yere kapaklanmış kusarken Aysar denilen kardeşi tamamen girmiş olduğu şokta gözlerini üzerimden ayıramıyordu benim ise o an onların aldığı nefese dahi tahammülüm yoktu onlara doğru adım adım ilerlerken Aysar denilen kişinin Tuanaya hemen buradan gidelim diye seslendiğini duyabiliyordum benim ise tek düşündüğüm onların gözümde birer av olduğu ve elimden avımı asla kaçırmayacak olduğumdu şu an ise tek arzuladığım onların dökecek olduğum kanlarıydı şimdi ise onlara git gide yaklaşan adımlarım duyduğum bir ses üzerine zihnimde yankılanmaya başlarken bir kaç kelime ayaklarımı yerde kilitlemeye yetmişti duyduğum bu kelimeler ise şu sözlerdi; senin onlardan bir farkın olsun su cini masumlara dokunma diye ardı ardına tekrarlanırken bu kelimeler zihnimde iki benliğimde birbiriyle çakışırken beynimin ikiye bölüneceğini hissetmeye başladığımda ne bu sesten kurtulabiliyordum nede onlara karşıduyduğum öldürme arzusundan o an ise tek yapabildiğim oradan kaçar gibi uzaklaşmak olmuştu onlar o anda bir şekilde hayatta kalmayı başarsalar da tamamen odaklanmış olduğum baş peri bu sondan kurtulamayacaktı bir kasırga gibi adım adım onun krallığına doğru ilerlerken önüme çıkan ne kadar askeri ve taştan onu koruyabileceğini düşündüğü sütunları varsa hepsini birer birer yerle bir ediyordum şimdi ise onun tam krallığının kapısının önüne geldiğimde bir öfke patlaması gibi benliğimden yükselen çığlıklar sarayının kapısını saniyeler içinde küle dönüştürüp ayaklarımın dibine sermişti düşünüyorum da daha kapısını bile kırmama engel olamayan bu adamları onu öldürmeme nasıl engel olacaktı şimdi ise sesim bir yerde bir gökte yankılanırken avazım çıktığınca bağırarak onu ayaklarıma gelmesi için çağırıyordum ve görüyordum ki hiç bir güvendiği adamının dahi karşımda durmaya cesareti yoktu kimisi uzak kapıların ardından beni izliyor kimisi de arkasına bakmadan kaçıyordu belki de bu hayvani yanımı gördükten sonra onların kaçmaları onlar için en hayırlı yoldu çünkü biliyordum ki artık öldürmekten nede her yeri kana bulamaktan bir nebze dahi olsa da çekinmiyordum her aldığım can ise içimde inanılmaz bir haz bıraktığı gibi tüm düşünme duygumu da yok ediyordu ve eyer bu canavarlıksa ben bu canavara çoktan dönüşmüştüm; ben geldim Araf çık saklandığın delikten seni kalen ile birlikte tarihe gömeceğim diye öfkeyle bağırırken Arafın aksine bana doğru orta yaşlarda sarışın mavi gözlü bir kadının koşmakta olduğunu görmüştüm fakat bu kadının yüzünde anlam veremediğim bir korku ve keder vardı ama bu korku beni gördüğünden dolayı kaynaklanmadığına adım kadar emindim bu sarışın kadın kimdi tüm dikkatimle onu incelerken bir an gözlerim üzerindeki itinayla işlenmiş mavi uzun elbisesine kaymıştı bu sıradan bir peri olamazdı ve içimden bir his onu daha fazla kendine yaklaştırma diyordu ve öylede olmuştu sağ elimi havaya kaldırarak o bana daha fazla yaklaşmasın diye orada durmasını belirtmiştim bu garip bir durumdu diğerlerini ölesiye öldürmeyi arzulamış olsam da bu kadın için aklımda uyanan tek şey meraktı...

"Kadın; sen Arat mısın? diye bana sorarken adımı bilen bu esrarengiz kadının kim olduğunu içten içe daha da fazla merak etmeye başlamıştım öfke ve merakla kısılmış gözlerim onun her hareketini izlerken dudaklarımdan bir iki cümle dökülmüştü o an...

"Arat; kimsin sen beni nereden tanıyorsun kadın yoksa bu da yeni bir tuzak mıdemiştim.

"Kadın; evet sen osun yıllar sonra seni böyle burada canlı kanlı karşımda görmek çok garip tıpkı babana benziyorsun derken kadının gözleri anlam veremediğim bir şekilde dolmuştu ve birden tedirgin korkan gözlerle etrafına bakıp; ama senin burada ne işin var oğlum neden buraya geldin neden babamı arıyorsun o seni görmeden buradan gitmelisin Arat git buradan lütfen diyordu ben ise bu duyduklarımdan sonra tamamen öfkeden deliye dönmüştüm bu kadın beni bu dünyaya getiren kadından başkası değildi şimdi karşımda düşünüyorum da nasıl hiç bir şey olmamış gibi pervasızca durabiliyordu belki o karşımda durabiliyordu ama onun bana yaklaşmaya hiç bir zaman gücü yetmeyecekti çünkü en az paş peri kadar ondanda tüm benliğimle tiskiniyordum bu düşüncelerle söze atıldığımda onun için dudaklarımdan dökülen bu kelimelerin duymayı beklediği kelimeler olmayacağı açıktı...

"Arat; sakın bana daha fazla yaklaşma yoksa diğerleri için görünen son senin içinde aynı olacak ellerime senin kirli kanını bulaştırma...

"kadın; nasıl bunu yapabilirim benden nefret ettiğini biliyorum oğlum ama seni yılardır görmenin hayaliyle yaşıyorum derken ağlamaya başlamıştı oysaki onun gözlerinden akan yaşlar bana hiç bir şey ifade etmiyor ve tamamen beni deliye çeviriyordu...

"Arat; evet senden nefret ediyorum baş perinin küçük kızı Nüsa sen yıllar önce kendi yolunu seçtin unuttun mu kendi hayatını kurtarmak için babama ihanet etmiştin babam ise cinlerin lideri olmasına rağmen o aşkına sahip çıkmıştı ve bunun bedeli de senin ihanetin oldu baban senin için yaşamı seçerken babam için saf ateşi tercih etmişti sen ise benim için babam o saf ateşe atıldığı gün öldün baş perinin yegane kızı derken ona daha fazla konuşmaması için susmasını belirtmiştim.

"Nüsa; Arat lütfen oğlum anneni bağışla bir kez olsun anneni bağışlayamaz mısın biliyorum ben çok büyük bir hata yaptım gençtim korktum saf ateşte yakılmaktan ölmekten korktum doğru senin baban Hunat çok cesur ve sonuna kadar doğru bildikleri için mücadele ederdi o ölmekten korkmuyordu ama ben çok gençtim ölmekten korktum bu da beni hayatımın en büyük hatasını yapmaya zorladı ama o gün bunu yapmış olmasaydım sen bu gün dünyada olmayacaktın babandan bir geriye kalan sensin benim için bu acımasızca da olsa hep bununla teselli buldum avundum affet beni derken hıçkırıklara boğulmuştu bu son sözleriyle.

"Arat; affetmek ne kadar basit ve kolayca söyleniyor değil mi? Oysaki seni gördüğümde öylesine bir tiskinti hissettim ki adeta kanım damarlarımda alev alıp yanmaya başladı bu yüzden boynunu kırıp senide bu topraklara gömmeden yıkıl karşımdan derken baş peri tam önümüzde belirmişti annem denen kadın ise birden ikimizin arasına geçmiş yalvaran bakışlarla baş periye bakarken bana yaklaşmasını istemediği her halinden belliydi ben ise baş periyi gördüğüm an tüm benliğimin alev alıp yanmaya başladığını hissettiğimde aramızda hiç bir engel olmasını istemiyordum onu kendi açtığı nefret girdabında boğacaktım belki o zaman içimdeki nefret birazda olsa soğuyacaktı o an onun yüzünde gördüğüm ise benim buraya gelmemi uzun süredir beklediğiydi ve o yaşı bir hayli ilerlemiş olmasına rağmen karşısındaki düşmanı ben dahi olsam küçümseyen bakışlarla beni süzerken bu pervasız tavırları içimdeki ateşin git gide harlaşarak büyüdüğünü hissetmeye başladığımda yine aklımdan birer birer anılarım silinerek önümde ne varsa yakıp yıkmak istiyordum bir an o adamın üzerine kaydığında bakışlarım üzerindeki beyaz bir kaftan dikkati mi çekmişti bu kaftan diz kapaklarına kadar inerken kenarlarının ateş kırmızı işlemesi gözüme ilişmişti bu işlemeler yalnız baş perilerin kullandığı bir işlemeydi çıkan rüzgarda dağılarak uçuşan beyaz düz saçları ise bellerine kadar iniyordu tıpkı uzun düz beyaz sakalları gibi gözleri ise kömür siyahıydı boyu bir yetmiş civarlarında olmalıydı elinde ise tutuğu kısa kırmızı parlak bir zincir dikkatimi çekmişti...

"Araf; senin buraya gelmeni beklemiyordum küçük şeytan seni doğduğun gün öldürmeliydim fakat kısmet bu güneymiş demek adamlarımı geçtin bakalım beni de geçebilecek misin derken elindeki kısa zinciri bana doğru savurmuştu fakat küçümsediğim o zincir bir alev topu gibi yanarak büyürken birden metrelerce bana doğru savrularak uzamıştı ama beklemediğim o zincirin önüne o an annem denen o kadının atlayacağı aklıma gelmemişti zincir ona çarptığında vurduğu yeri kesip geçmişti yarası ise alev alev yanmaya başladığında bu zincirin saf ateşten yapıldığını anlamam fazla uzun sürmemişti tıpkı bir zamanlar babamı attıkları saf ateş gibi annemin yaptığı bu hamleyi tahmin edemeyen baş peri ise yüzünde tarifi olmayan bir acıya tutulmuş olduğu açıktı benim için hazırlamış olduğu bu sonda kendi elleri ile kızının ölümüne sebep olacağı aklına gelmemişti o an kızının adını acıyla haykırarak bağırırken kızı dahi olsa baş perinin birine bu denli değer verip gözlerinden yaş akıtacak kadar sevmesi ihtimalini hiç düşünmemiştim şimdi yerde ölmekte olan kızına doğru koşarken gözümde bir canavar gibi çizdiğim imajı hiç kimse için üzüntü duyacağına ihtimal vermemişti oysaki şimdi görüyordum ki içinde fırtınalar kopuyordu ben ise onun daha fazla acı çekmesini istiyordum tıpkı benim çektiğim gibi onun önünde bir barikat gibi yerden çıkardığım siyah bir sis perdesi Arafın kızına gelmesini engelliyordu ve bir an dönüp ayağımın yanında yatan kadına baktığımda onun ölmek üzere olduğunu fark etmiştim ama ona karşı şu an içimde ne bir acıma nede bir üzüntü vardı sadece ona sırtımı dönüp yarım bıraktığım şeyi tamamlamak istiyordum ama o birden ayağıma sarılıp uzaklaşmama engel olunca beklemediğim bu hareketi o an beni çılgına çevirmişti hızla onun yanına eğilip ellerini ayağımdan ayırırken o haliyle bana son bir şeyler söylemeye çalışıyordu ama bir yanım onu o an dinlemeyi istese de diğer yanım dinlemeyi reddediyordu bu kadın ise şu an bana her hangi biri kadar yabancıydı ve benim için hiç bir şey ifade etmiyordu onun mavi gözlerine bomboş bakarken zihnimde bir ses onun üzerinden bakışlarımı çekip tekrar baş perinin üzerine odaklamıştı öylece onun yanından kalkıp arkamı döndüğümde baş periye doğru ağır adımlarla ilerlerken tekrar o kadının sesiyle duraksamıştım fakat bu onu önemsediğimden değilde daha çok engellediğim onu öldürmemi söyleyen diğer benliğim tekrar ona doğru dön ve bu kez onun işini bitir diyordu körelen merhametim ise onun zaten öleceğini eyer sen onu kısa sürede öldürürsen acı çekmeyeceğini söylediğinde bunu yapmaktan vaz geçmiştim çünkü onun acı çekmesini istiyordum bir anlıkta durmuş olan adımlarım onun son nefesini vermek üzereyken benden yalvarırcasına af dilemesi ne beni yumuşatmıştı nede onu affede bilmiştim ağır adımlarla oradan uzaklaşırken iki kişinin sesi kulağıma çalınmıştı ona anne diye seslendiklerini duyduğumda onların onun çocukları olduklarını anlamam uzun sürmemişti şimdi ise adımlarım bir karanlık sis perdesiyle baş peri Arafı kendi topraklarından çıkararak cin alemi topraklarına getiriyordum onun için kurduğum ölüm kolay olmayacaktı yalvaracak ağlayacak ama asla kaybolan acıma duygumu geri getiremeyecekti tıpkı benden aldıkları gibi şu an her şeyi unutmuş olsam da insanların yüzü zihnimden birer birer siliniyor olsa da tek bildiğim ona karşı hissettiğim büyük öfkem idi şimdi artık onunla karşıkarşıyaydık ve onu tutan sis perdesini ortadan kaldırdığımda bütün dikkatiyle korku dolu gözlerle bana bakıyordu; şimdi baş başayız soytarılar perisi engel yok mesafe yok bizden başka hiç kimse yok şimdi seni bekleyen son ise yıllar önce babamı attığın o saf ateşten tatmak olacak fakat ölümün kolay gelmeyecek seni ilmik ilmik yok edeceğim acıyı iliklerine kadar hissedip yalvarıp yakaracaksın derken yüzümde gördüğü kaybolmuş benliğimde ki bakışlarım onun ürkekçe yüzüme bile bakmaya cesareti olmayan bakışlarından anlayabiliyordum ki onu ölümün korkusu çoktan sarmıştı ve bundan nasıl kurtulacağını bilmediği gibi sonunda dönüştürdüğü benliğim ona merhamet etmeyeceğini de gayet iyi biliyordu...

"Araf; beni öldürmen hiç birisini geri getiremez görüyorum ki güçlüsün ama bu gücün sadece bir cin kanı taşısaydın bizden herhangi birini alt etmeye yetmezdi sende bizden birisin yarı melez olsan da belkide seni kabul etmeliydim fakat bu savaşı aramızda yıllar önce böyle yapan sizin alemden cinler idi belkide artık bu savaşın bitmesi lazım doğru ben nefretime yenildim ama senin hala bir şansın var bırakalım bizden sonraki nesiller barış içinde yaşasın derken yüzüme bile kaldırıp bakamadığı yerde sabitlediği bakışlarını sürekli benden kaçırıyordu ben ise şimdi neyin peşinde olduğunu merak ediyordum o beni kandıra bileceğini mi sanıyordu fakat körelmiş benliğim onunla oyun oynamak istiyor bu tiyatroda ona inanmış rolü kes diyordu...

"Arat; peki ne düşünüyorsun Araf sence bizler tekrar bir birine güvenip bir araya gelebilir miyiz sizin alem ne der sonra derken yüzünde alayla gezinen bakışlarım kedinin fareyle oynadığı gibi o an onunla oynuyordu...

Araf; edecekler etmeliler yoksa asla barış gelmeyecek ve kan dökülecek belkide şu an oynadığın oyun seni eğlendiriyor cin ama kaybettiğin iyi yanın geri gelmedikçe söylediklerimi anlayamazsın derken benim onunla oyun oynadığımıbiliyordu fakat bu nasıl bir aptallıktı ki eski halimin geri geleceğini ona düşündürmüştü...

Arat; Peki arayalım o halde eski beni ve her bulamadığımız anda bir kemiğini kırayım olur mu...Araf; sevdiğin iyi kötü ne varsa yok mu ettin cinler aleminin lideri Arat ya o kız onu bu zamana kadar yanında tuttun peki o sana ne ifade ediyordu derken bu adam kimden bahsediyordu böyle bunu anlayamadığım da artık aklımdan onunla oyun oynama fikride silinmişti şimdi sadece canını yakmak istiyordum ve onu hızla boynundan kavrayıp ayaklarını yerden kestiğimde daha ne olduğunu anlamadan ellerimin arasında boşlukta sallanmaya başlamıştı fakat zorlukla nefes almaya çalışsa da hala bir kaç kelime dökülüyordu dudaklarından; seninle oyun oynamıyorum Su cini Arat onu dahi unuttun görüyorum ki hafızan git gide kayboluyor o bir insandı ve onu bu aleme sen getirdin derken sözleri kulaklarımda yankılanmaya başladığında bir an zihnimde bir acı hissetmiştim o ise serbest bıraktığım ellerim arasından kayıp gitmişti zihnimde ise sürekli şu kelimeler tekrarlanıyordu...Arat; onu yapma İnsan bunu yapma insan beni çileden çıkarıyorsun insan diye ardı ardına zihnimde sürekli bu kelimeler tekrarlanırken sürekli seslendiğim bu insanda kimdi aklımı allak bullak eden bu belirsiz sorular beni cevaplayamadığım sorularla bir ikileme itiyor tamamen Arafın üzerindeki odaklanmış benliğimden sıyrılmasını sağlıyordu Sonra bir kaç kelime fısıltı şeklinde kulağıma çalınmaya başlamıştı bu dil benim çözemeyeceğim kadar karışık ve bilmediğim bir lisan daydı fakat beni olduğum yerde kilitliyordu bu sesin geldiği yöne baktığımda bunu yapanın Araf denilen o sinsi peri olduğunu anlamıştım fakat bana bilmediğim bir büyü yapıyor olmalıydı sonra ikinci bir ses daha kulağıma çalınmıştı bu bir kadın sesiydi o yöne baktığımda az önce ölen kadının çocuklarından biri olduğunu anlamıştım sürekli Aysara bağırıyordu...Tuana; Aysar büyük babam kara Davut kitabını kullanarak ona ölüm büyüsü yapıyor susturma büyüsünü kullanıp durdur onu diye bağırmıştı Aysar denilen kişi ise onun sözlerinden sonra panikle bir iki cümle söylemeye başlamıştı fakat hangi dilce konuştuğunu anlayamamıştım ama bu lisan neyse Araf denilen adamın şu an ki kullandığı dile çok benziyordu şimdi ise Aysarın sesi her yerde yankılanırken Araf denilen perinin sesi soluğu kesilmişti bu büyünün etkisinden kurtulan ben ise saniyeler içinde baş perinin zihnine girerek onun tüm gardını yıkmıştım şimdi ne yerinden kıpırdaya biliyordu nede sesi soluğu çıkıyordu içten içe onunla kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyordum; yasakladığın kara büyüyü hiç çekinmeden sen uygulamaya kalktın baş peri görüyorum ki hala değişmemişsin peki o halde senin oyununla oynayalım derken onu boynundan yakalayıp gözlerime bakması için zorluyordum çünkü yaratmış olduğu bu şeytani varlığın kimseye merhamet göstermeyeceği gibi ona da merhamet etmeyeceğini görmesini istiyordum; artık oyun bitti soytarı şimdi ölümün tamda dediğim gibi olacak derken uzayan tırnaklarımla onun boynunun yanındaki kürek kemiğini boydan boya çizerken çektiği acıyı görüyor ama susturma büyüsü yüzünden feryatları bile duyulmuyordu onunla bir kaç dakika daha böyle oynadıktan sonra onu öldüreceğimi anlayan Aysar ve Tuana ne kadar durmamı söyleseler de artık beni hiç kimse durduramazdı ama kulaklarımı tırmalayan perilerin sesleri onlar için iyi bir son hazırlamıyordu sonunun geldiğini hisseden baş peri içten içe benden merhamet dilenirken anlaşılan benim bir cin olduğumu unutmuşa benziyordu yoksa bu saatten sonra gerçekten ona merhamet edeceğimi mi düşünüyordu hayır ona asla merhamet etmeyecektim ve bunun farkında olan baş perinin artık tüm benliğini korku ve panik kaplamıştı ben ise ani bir hareketle zinciri alıp geri çekilmiştim onun etrafında adım adım dönerken birazdan tadacağı saf ateşin korkusunu iliklerine kadar hissetmesini istiyordum çoğalan öfkem sonunda adımlarıma bir son vermiş elimdeki zinciri bir kırbaç gibi ona doğru savurmuştum zincirin her parçasından bir ateş patlaması gibi etrafınısaran lav denizi bedenimden yükselen zifiri bir karanlıkla birleşiyor karanlığın içinden bir ateş girdabını andıran nefretim onun bedenine doğru püskürerek onun bedeninde her değdiği noktayı önce içten içe eritiyor sonra bir kül halinde yere saçıyordu bu santim santim derisine işleyen ateş onun bedenini yavaş yavaş tüketirken sanırım içimdeki nefret ve öfke onun daha fazla acı çekmesini istiyordu fakat onu böyle görmek bile içimdeki öfkeyi bir nebze dahi söndürmüyordu onu son anına kadar bir kül dumanıyla yere dökülüp yok oluşunu izlemiştim ve şimdi ondan geriye kalan ise bir avuç külden ibaretti artık her şey bitmişti ama neden içimdeki öfke soğumak bilmiyordu artık kimim kalmıştı şu an tüm benliğimi bir boşlukta asılı kalmış gibi hissediyordum bir an gözlerim düşüncelerimden sıyrılıp perilere yöneldiğinde bu anın verdiği gerginliğin ve korkunun onları nasıl etkilediğini hal ve hareketlerinden anlayabiliyordum bana bakarlarken yerlerinde donup kalmışlardı ne yerlerinden kıpırdaya biliyorlardı nede ağızlarından bir cümle çıkıyordu sadece öylece hareketsiz korkan gözlerle bana bakmaya devam ediyorlardı ben ise bu bakışlardan o kadar rahatsız olmuştum ki bir an önce yanlarından uzaklaşıp gitmek istiyordum o an onları hayatta tutmamın sebebi neydi bilmiyorum ama belki de hayatta kalmalarının tek sebebi büyük babalarına benzemedikleri içindi veya bir nebzede olsa bana yardım ettikleri için kafamdaki bu düşünceler ise Aysarın bana doğu bir iki adım atmasıyla son bulmuştu ve o an dizginliyemediğim öfkemle ona daha fazla yaklaşmamasını söylerken sesim bir hırıltı halinde çıkmıştı bu halimden irkilen Aysar ise yerinde kalıp bana yaklaşma cesaretini bir daha gösterememişti belki de bunlar benim bahanelerim olsa da onların canını tek seferlik de olsa bağışlamıştım oradan uzaklaştığımda karanlık bir yolda ilerlerken şimdi ne yapacaktım diye düşünürken tüm benliğimi saran karanlık kalbimi içten içe kuşatmaya başlamıştı. Sanki git gide şeytani bir varlığa dönüşüyor gibiydim o an kendi benliğimden git gide uzaklaştığımıhissettiğimde yalnız başıma kalabileceğim eski mabedime çekilmiştim artık her şey bitmişti ama ben neden hala tatmin olmamıştım tüm ailemin intikamınıalmıştım ama neden kalbimde dolmayan koca bir boşluk varmış gibi hissediyordum ve neden kendimi bu denli yalnız hissediyordum sanki birkanadım kesilip atılmış da bir yarım eksik kalmış gibiydi tek başıma geçirdiğim saatler günleri günler ayları kovalıyordu ama hala bir yanım eksik ve yarımdıneden aklımın her köşesinde ismini hatırlayamadığım o insandan izler vardıyanımda değildi ama onu her hatırladığım an kalbim bir farklı atıyordu yoksa zihnim onu hatırlaya masada kalbim onu tanıyor muydu o benim içimde büyük bir yere mi sahipti düşüncelerimin yoğunlaştığı anlarda o insanın hayaliyle zihnimi çevreleyen bazı anılar ve görüntüler belirmeye başlıyordu sonrasında ise bu hayallerim onu görme arzusuna dönüşmüş katlanılmaz bir hal almıştı onu sık sık rüyalarımda görüyor ama daha yüzünü bile göremeden uykumdan uyanıyordum bu işkence daha ne kadar sürecekti bilmiyordum ama bu anılar ve rüyalar beni sadece bir iki hafta daha idare etmiş bir süre sonra ise bu anılar bana yetmez olmuştu sonrasında ise daha fazla dizginliyemediğim benliğimden taşan çığlıklar onu görmeyi arzuluyor tekrar onu bulmamı istiyordu onunla yaşadığım tüm anılarım ise bana bir işkence olup içten içe beni kesip biçerken çoğu geceler isyanım çığlıklarla mağaradan dolup taşıyordu bazen hayalim o kadar gerçekti ki onu yanımda sanıyor dokunmaya çalıştığımda ise hayali gözümün önünden toz bulutu halinde yok olup gidiyordu artık tüm bu olanlara katlanamıyordum tüm bildiğim şu an onu görmek istediğimdi ve bir yanım onu görmek için yanıp tutuşsa da diğer yanım ise aptal bir gururun ardına saklanıyor onunla karşı karşıya gelmek için hiç bir sebebin yok diyordu fakat o insanla aramda anlam veremediğim bir bağ olduğunu hissediyordum şu anda ise neredeyse tamamen aklımdan silinmekte olan babamın sözlerini hatırlamıştım; bir insan birbirini sever ise kalpler birbirine mühürlenir nereye gitse kaçamaz her kaçmak istediğinizde ise ipler daralır daraldıkça kalpler birbirini çeker ta ki kalpler bir olup tek bir parçaymış gibi atmaya başlayana kadar işte bu tek bir ruh tek bir beden gibidir derdi bazen bu sözün arkasına saklanıp sadece onu bulup hiç bir sebep olmaksızın hislerim bana onu bul ve benim için ne ifade ettiğini kim olduğunu ona sor diyordu fakat inadım mı gururum mu hangisiydi buna engel olan bilmiyorum ama aramızda anlam veremediğim koca duvarlar ve mesafeler örüyordu sanki bu duvarlar çoğaldıkça içimdeki benim için yanmakta olan her umut ışığı birbirleriyle sözleşmiş gibi birer birer sönmekteydi ve o günden sonra saatler günleri günler ayları kovaladıkça git gide karanlığa çekildiğimi hissediyordum ve karanlığa çekildikçe her şeyi yakıp yıkmak tüm iyi güzel ne varsa yerle bir etmek istiyordum karanlık şeytani yanım tüm benliğime baskıyaptıkça içten içe tüm anılarımın yok olup gitmesine neden oluyordu sanki tüm anılarım an be an birer birer terk ediyordu beni bazen delice bir fikirle aklıma düşen kötü düşünceler her canlıyı iyi kötü ne varsa yok etmemi ve tüm benliğimi kaybedene kadar evreni tamamen kana bulama mı istiyordu içimde azgın dalgalarla savaş verirken bastıramadığım bu duygular her geçen gün beni yakıp kavuruyordu ayık olduğum zamanlarda ise içimi yakan bu kor ateşin verdiği hararetle mağaranın içinde bulunan bir küçük göl birikintisinin yanına gidip onun suyundan içiyordum fakat içimdeki bu dinmek bilmeyen ateşi ne bu su söndürebiliyordu nede hayallerim bazen bu suda beliren yansımama takılıp kalan bakışlarım dönüşmekte olduğum o canavar halimi göz önüne serdiğinde deliye dönüyor etrafa saldırıyordum artık ben ben olmaktan çıkmış git gide bir caniye dönüşüyordum içten içe dışarıya taşan öfkem tüm benliğimi ateşe verip katlanılmaz bir hal aldığında etrafa baktığım her yer alev alıp yanarak bir toz dumanı halinde ayaklarımın dibine dökülüyordu sanki her kezin dağ taş kayada olsa önümde eğilmesini istiyordum ve her canlıyı karşımda yalvartmak istediğim kadar canını da bir o kadar yakmak istiyordum bu yanım ortaya çıkmaya başladığından beri ise sanki tüm geçmişim bir karanlık yansımadan ibaret izleriyse bir kül dumanı halinde yavaşça beni terk ediyor gibiydi yine öyle bir karanlık gecede dışarıda deli bir fırtınayla esen rüzgar yağmuru getirirken ardıardına çakan şimşek sesleri beni içten içe isyana sürüklüyor bir çıkmaza sokuyordu yine böyle bir öfke nöbeti geçirdiğim bir gün nasıl oldu bilmiyorum ama daha ne olduğunu anlamadan birden içim geçmiş ve derin bir uykuya dalmıştım uykumun içinde ise adeta bir rüzgar beni bir yağmur tanesi gibi bir yerden öbür yere sürüklüyordu hiç bir hükmüm olmadan öylece ilerlerken uzaklardan bir ses kulağıma çalınmıştı bu ses sürekli ismimi bağırıp çağırıyordu ve bu kadın sesi nedense bana çok tanıdık gelmişti ve bu ses git gide bana yakınlaştıkça tüm benliğim bir isyana tutulmuş kendi kendimle adeta içten içe bir savaş veriyordum sanki bir el içimdeki karanlığı parçalayarak tüm benliğimden söküp ayırıyor bir toz zerresi gibi tüm benliğimden sökülüp gidiyordu sonrasında ise şiddetle yere çakıldığı mı hissettiğimde bir kadının ayakları altına atıldığımı görmüştüm üstü başı toz toprak yırtık pırtık kıyafetler giyen bir kadındı sürekli korku dolu çığlıklarla devamlı sağına soluna bakıp geri geri gidiyordu bir şeyden kaçıyordu ama neyden kaçtığı hakkında en ufak bir fikrim yoktu o kadar yorulmuş perişan bir hali vardı ki birden yere yığılıp dizlerinin üzerine düşmüştü ben ise onun yüzünü görmek için ona doğru yaklaştığımda o da beni fark etmiş yüzünü bana doğru çevirmişti onun yanına yaklaştığımda ilk gözüme çarpan bir çift yeşil göz olmuştu korku dolu gözlerle bana bakarken bağırıp bir iki cümle söylemişti; kurtar beni Arat günden güne ölüyorum görmüyor musun beni yok mu ettin içinde diye haykırırken bu çığlıkla birlikte yerimde iki büklüm olmuş kendime gelmiştim artık karanlık yanım beni terk etmiş tüm anılarım bir bir zihnimde canlanmaya başlamıştı şu an saat gecenin üçüydü fakat umurumda bile değildi onu unutma fikri bile beni deliye çevirmişti onu unutmayı istemiyordum ve tek bildiğim onun bana ihtiyacıolduğuydu onu bulmalıydım artık sebep bahane yoktu ne olursa olsun onu bulacaktım şu an o beni çağırıyordu ve bende onun çağrısını daha fazla kulak ardı edemezdim yolunda gitmeyen yanlış bir şeyleri seziyordum ve artık onu bir an önce bulmalıydım...

"Mihrap; dünyama döneli yaklaşık bir ayı geçmişti ve artık umutlarım bir bir tükenmeye başlamıştı tek başımaydım ve başı boş ormanda üç saattir yürüyordum fakat hala onlardan tek bir ize bile rastlamamıştım yine tek başımaydım ve hayatta kalmak için yine savaşmak zorundaydım çünkü hala dünyamız bu virüs etkisi altında yok olmaktaydı. Artık yalnızdım ama beni hayata bağlayan tek tesellim onunla geçirdiğim bazı güzel anılarımız olmuştu peki şimdi o neredeydi ve ona ne olmuştu diye düşünürken kulağıma çalınan bir silah sesiyle irkilmiştim bu silah sesi ormanlık alandan geliyordu o anda ise içimi bir korku ve panik sarmıştı ama bu ses bir yerlerde hala hayatta kalmaya çalışan birilerinin olduğunu gösteriyordu ve benim yardımıma ihtiyacı olabilirdi sesin geldiği yöne doğru koştuğumda soluk soluğa oraya varmış ve yerde parçalanmış bir şekilde yatan insan cesediyle karşılaşmıştım bu görüntü kanımıdondurmuş olsa da soğuk kanlı olmalıydım cesedi incelerken hemen yanında da başı kopmuş bir zombiyi fark etmiştim görünen o ki burada iki insan varmış ve zombiyle karşılaştıklarında biri sağ kalmayı başarsa da diğeri kurtulamamıştıyere baktığımda kuru yaprakların üzerine bir iki damla bulaşmış kanı fark etmiş izlerin nereye gittiğini kontrol ederken o yöne doğru ilerlemeye başlamıştım ve belli bir hizayı takip eden taze kan damlalarının sonuna geldiğimde bir ağacın dibinde oturan bir asker görmüştüm ve bu gördüğüm Asker Alinin ta kendisiydi hali o kadar kötü görünüyordu ki oldukça kan kaybetmişti kanayan bacağınısarmaya çalışırken gördüğümde çığlık çığlığa yanına koşarken sesimden korkup bana silahını doğrultmuştu fakat benim olduğumu fark ettiğinde silahını indirip derin bir soluk almıştı...

"Ali; Ah! seni zombi sandım beni korkuttun Mihrap seni görmek güzel ama sen üç aydır nerelerdesin birden ortadan kayboldun ve yine aynı şekilde birden karşıma çıktın nasıl bir kızsın sen diye sorarken titreyen elleriyle bacağınısarmaya çalışıyordu ve görüyordum ki bacağından sızan kanı durdurmazsam kan kaybından ölebilirdi.

"Mihrap; üç aydırmı ben burada yokum derken Alinin söylediklerinden sonra anlamıştım ki su cininin aleminde zaman çok farklı işliyordu orada aylarca kalmama rağmen burada sadece üç ay geçmişti; Ah! üzgünüm seni korkutmayıistememiştim hadi bacağını bana bırak onu ben bağlarım çok kan kaybetmişsin derken hemen yanına eğilip yarasını hızla Alinin elinden aldığım bir yama parçasıyla sarmış ve hemen ayağa kalkıp etrafta bize doğru yanaşmakta olan bir tehlike olup olmadığını kontrol etmeye başlamıştım fakat Alinin bacağına tekrar dönüp baktığımda ne kadar sarmış olsam da bacağından akmakta olan kanı hala durduramamıştım ve tek bildiğim ise yarasının çok derin olduğuydu...

"Ali; teşekkür ederim Mihrap ama bacağımın durumu pek iyi değil korkarım kan kokusundan o lanet zombilerin bizi bulmaları an meselesidir ve hala nerelerde olduğunu söylemedin derken ne kadar gülmeye çalışsa da canının acısından gülümsemekten çok acı çektiği belliydi ona yardım edememek ise beni üzüyordu.

"Mihrap; Su Cini ile beraberdim Ali çok uzun bir hikaye ama hayattayım bak buradayım ve sende dayanmaya çalış olur mu sana yardım edeceğim sana hiç bir şey olmayacak bu arada diğerleri nerede geride bir zombi cesedi ve parçalanmış bir insan cesedi vardı kimdi o Ali diye sormuştum.

"Ali; Maalesef bir saldırıya uğradık bir kaçımız hayatını kaybederken hayatta kalanlar ile birlikte ormana doğru kaçarken dağıldık orada yatan insan cesedi ise Denize ait Poyraz ve diğerlerinden ise bir bilgim yok her kez dağıldı ve korkarım benim sonum da Deniz gibi olacak bence sende hemen buradan uzaklaşmalısın onlar bir aç kurt gibi çoktan kanımın kokusunu almıştırlar çok geçmez burayı bulurlar lütfen uzaklaş git buradan Mihrap demişti.

"Mihrap; orada yatan ceset Deniz miydi lanet ucubeler bunu unut Ali seni asla bırakmam sen ölmeyeceksin kurtaracağım seni derken yakınlardan gelen hırıltıları duymuş irkilmiştim bunlar kan kokusuna gelen zombiler olmalıydı.

"Ali; git buradan Mihrap git onlar geliyor kalabalık olmalılar onlarla baş edemezsin git derken kana bulanmış elinde tuttuğu silahını zorla bana vererek git diye bağırmıştı.

"Mihrap; yapamam Ali seni burada tek başına bırakamam gitmeyeceğim demiştim.

"Ali; lanet olsun Mihrap ölmek üzereyim görmüyor musun bu yarayla yaşama ihtimalim sıfır kan kaybından öleceğim zaten anlıyor musun sana ayak bağıolurum lütfen sen kurtulmalısın git buradan demişti korku dolu gözlerle.

"Mihrap; lanet olsun hayır seni bırakmayacağım derken Ali silahı tuttuğum elimi yakalayıp anlına dayatmıştı ben ise o an korku ve panikle silahı geriye çekmeye çalışırken bir yandan da avazım çıktığınca bağırıyordum ve biliyordum ki tetiği çektirmesi an meselesiydi fakat durum beklediğim gibi olmamış Alinin dikkati arkamda bir yere doğru kaymıştı fakat Alinin yüzüne baktığımda onun yüzündeki şaşkınlık ve korkunun belirtilerini görmüştüm ve artık Ali sıkıca tuttuğu silahı bırakmış elleri iki yana düşmüştü onun donup kalan bakışlarından anlıyordum ki yolunda gitmeyen bir şeyler vardı fakat o an arkamıdönüp bakma cesaretini de bir türlü kendimde bulamamıştım çünkü biliyordumki arkamı dönüp baktığımda göreceğim şey bizi bekleyen ya vahşi bir hayvan ya da hayvanlardan da tehlikeli zebanileşmiş insanlar olacaktı şimdi tek bildiğim tepeden tırnağa tüm benliğimi bir korkunun sardığı idi ve biliyordum ki artık Alide bende yolun sonuna gelmiştik...

"Ali; hadi be! Derken bir yandan da aceleyle beni çekiştirerek arkamı dönüp bakmam için beni zorluyordu.

"Arat; seni uyarmıştım insan tekrar karşılaşacağız diye fakat öleceğin gün bu gün değil ölmek için bu kadar acele etme bu kelimeleri duyduğumda ise ölesiye içimi saran korku yok olmuş yerini şaşkınlığa bırakmıştı...

"Mihrap; bu bu! Ses su cininin sesi derken hızla ayağa kalkmış ona doğru döndüğümde ise kulaklarımla duyduğum sesin su cinine ait olduğuna bu kez de gözlerim şahit olmuştu o an onu görmenin verdiği heyecanla içim içeme sığmaz olmuştu fakat bu heyecanda neydi böyle onu ilk defa görmüyordum ya peki neden kalbimi adeta kanatlanıp uçacakmış gibi hissediyordum o neden buradaydı sonra aklıma gelen bir düşünceyle adeta boğazımda bir yumru olup oturmuş içime bir şüphe düşürmüştü o neden buradaydı artık aramızda bir dilek bağı da yoktu belki de beni korkutanda buydu fakat o her zaman vurguladığıyarım bıraktığı işi tamamlamak için mi buraya gelmişti yoksa.

"Ali; Mihrap onun buraya gelmesi hesapta yoktu ben zebanileri beklerken ondan bahsetmiyordum ne olursun bana hala bir dilek hakkın olduğunu söyle derken yüzüme bakan gözlerinde ölümü düşünürken bile böyle bir korku görmemiştim şimdi tek umudu görüyordum ki onun bilmediği çoktan dilemişolduğum bu son dilekti.

"Arat; benden ölesiye korkman güzel insan bu sana nerede durman gerektiğini gösterir ve görüyorum ki seni öldürmek içinde özel bir çaba sarf etmeme gerek yok bu şu anlık aklımda olmasa da derken Alinin üzerinden bakışlarını bana doğru çevirmişti benim ise bu bakışlardan sonra onun yüzünde şaşkınlıkla gezinen bakışlarımı kaçırmış ve şimdi onun yüzüne bakma cesaretini bir daha kendimde bulamamıştım biliyordum ki o her zamanki gibi kısık bakışlarla beni inceleyerek bir açığımı bulmak için yine zihnimi okuyordu onunda dediği gibi artık su cininin kurallarının geçtiği noktadaydık. "Mihrap; tüm cesaretimi toplayıp ona en sonunda sormam gereken soruyu sormuştum; Buraya ne için geldin su cini Arat diye ona sorduğum sorunun cevabını merakla beklerken etrafımızdaki çalılıklardan gelen bir kaç çatırtıyla tüm dikkati üzerimde olan su cininin bakışları çalılıklara doğru yönelmiş o yöne doğru döndüğümde ise bizlere doğru hızla gelmekte olan yirmi otuz tane kadar dönüşüm geçirmiş insan gözüme çarpmıştı o kadar vahşi ve iğrenç görünüyorlardı ki vücutları tamamen kan ve pislik içerisindeydi bizleri gördüklerinde ise avlarını paylaşmak istemeyen vahşi hayvanlar gibi hızla üzerimize doğru koşmaya başlamışlardı su cini ise onların bize doğru koştuğunu görünce etrafımızı siyah bir sis perdesiyle sarmalayarak bir çember oluşturmuştu çembere değen her zombi ise önce alev alıyor sonra bir kül dumanı halinde yere saçılıyordu doğrusu şu an beklediğim cevabın üzerine su cini onlardan kurtulacaktı biliyordum ama onların ansızın gelişi benim sorum içinde güzel bir kaçış olmuş gibiydi ve o bunu yaparak adım kadar emin olduğum bir şey varsa bu soruyu ona bir daha sorma cesaretini kendimde bula bileceğimden emin değildim...

"Arat; çünkü seninle kapanmamış bir hesabımız var daha insan derken görüyordum ki o tekrar zihnimde gezinmeye başlamış kendi kendime sormakta zorlandığım sorulara üstü kapalı bir şekilde cevap vermişti.

"Mihrap; hesap mı son dileğimle birlikte bir daha benim yüzümü görmek istemeyeceğini düşünüyordum fakat görüyorum ki hala öfkeni kontrol edemiyorsun şimdi ise kapanmamış bir hesabı kapatmaya geldin öylemi derken korkudan ve heyecandan titreyen dizlerim beni ayakta tutmakta zorlansa da onun karşısında zayıf yanlarımı göstermeye niyetim yoktu ve tekrar Aliye dönüp baktığımda onun çoktan kendinden geçmiş olduğunu görünce hızla yanına eğilip nabzını kontrol etmiştim nabzı çok yavaş atıyordu ve biliyordum ki artık ona benim yardım etmem mümkün değildi tekrar su cinine dönüp baktığımda içten içe onun karşısında ezilen bakışlarımla ona yardım etmesi için yalvarıyordum su cini Arat ise tamamen üzerimde kısılmış bakışlarla bana doğru ilerlerken onun aklındaki düşünceleri bilememek değil daha çok beni her zaman yenilmekte olduğu öfkesi korkutmaya başlamıştı o yine karşıma çıktığı bu anda yoksa o tamamen kendi benliğini kayıp mı etmişti bir nefes kadar ise tamamen bana yaklaştığında adeta bakışları içime işliyor git gide hazel sarısına dönen gözleri beni tepeden tırnağa beliren bir korkuyla sarıp sarmalıyordu ta ki onun yüzünde takılı kalan bakışlarım aklımda belli belirsiz gezinen sorularla Alinin yanına doğru eğilmesiyle son bulmuştu su cininin ona yardım etmeye çalıştığını görünce kaskatı kesilen vücudum rahatlamış derin bir nefes almıştım yoksa su cini Arat onu bıraktığım zamandan bu yana çok farklı birimi olmuştu onun vücudundan çıkarak etrafa saçılarak uzayan siyah ışık halinde beliren damarlar Alinin vücuduna girerek beyaz su damlacıkları halinde vücudundan çıkıyor binlerce parçaya bölünüp etrafa saçılıp kısa bir sürede yok oluyordu ta ki bu etkileşim Alinin bacağındaki yara tamamen kapanıncaya kadar sürmüştü Ali normal nefes alışına döndüğü zaman su cini ayağa kalkıp birkaç adım geri çekilmişti bir kaç saniye Alinin üzerinde sabitlediği bakışları bir şey olmasını bekliyor gibiydi olmasını beklediği şeyin ise Alinin yavaşça aralanan gözlerinden anlıyordum ki onun kendisine gelmesini bekliyordu bu olanlar büyük bir mucizeydi ve bu mucize Alinin hayatını kurtarmıştı.

"Ali; neler oluyor en son kendimden geçtiğimi hatırlıyorum Mihrap peki o nerede bizi sağ mı bıraktı yani peki o burada değilse ya zombiler onlardan da hiç bir iz yok ve aklımı kaçırmaya ramak kaldı bacağıma bakıyorum ne yaradan nede acıdan hiç bir eser yok neler oluyor burada o nereye kaybolduysa geri gelecek hemen toparlanıp kaçalım buradan bilirsin bir cine asla güven olmaz o an Alinin aklının çok karıştığını hemen bir kaç adım arkasındaki ağaca yaslanmış bir şekilde onu izleyen su cinini bile fark etmediğini görünce bir şeyler yapıp daha fazla konuşmaması için onu susturup su cininin öfkesiyle karşı karşıya bırakmamak için hemen onun arkasında dikkatlice onu izleyen su cininin varlığından bir şekilde haberdar etmeliydim çünkü su cininin yüzüne baktığımda Alinin üzerinde takılıp kalan bakışlarının git gide kısıldığını fark etmiştim bu da iyiye işaret değildi hemen Alinin yanına doğru eğilerek omzundan tutup sakinleşmesi için bir kaç kelime sarf etmiştim...

"Mihrap; Sakin ol zombiler artık yok onları su cini yok etti ve hayatını da o kurtardı derken hemen arkasında duran su cininin olduğu tarafı elimle işaret ettiğimde Alinin yüz hatları tamamen gerilmiş hemen arkasında duran su cinine bakıp bakmamak arasında bir ikileme düşmüş gibiydi... "Ali; beni o mu kurtardı? derken kekelemiş ve tam karşısına geçen su cinini gördüğünde bir hayli bocalamış bakışlarını yerde sabitlenmişti onun bu halini gören su cini ise bu durumdan bir hayli keyif alıyor gibiydi.

"Arat; evet insan senin hayatını ben kurtardım bunda şaşırılacak bir şey yok fakat bir şeyi unutmuşa benziyorsun ne zaman öleceğine yalnızca ben karar vereceğim derken su cinin gözleri Alinin yüzüne bakarken daha da bir kısılmış tehditkar bakışları onu yine korkutmayı başarmıştı.

"Ali; çok güzel yani şimdilik ölümden yırttım fakat beni ne zaman öldüreceğin de belli olmaz diyorsun bunu bir kez daha düşünelim belki bir uzlaşma yolu buluruz ha! Su cini derken gülmeye çalışıyordu ama içten içe su cininden ölesiye korktuğu da çok açıktı.

"Arat; bence şansını zorlama insan derken alayla alttan alttan gülümsemişti. Su cininin bu tehditkar konuşmasından sonra ise Alinin ağzından bu sefer tek bir kelime dahi çıkmamıştı anlaşılan su cininin mesajını çok iyi algılamış ve onu kızdırmaktan kaçınıyordu.

"Mihrap; onu kurtardığın için teşekkür ederim cin fakat buraya neden geldiğini anlayamadım demiştim."Arat; Artık cinler ve Periler aleminde yapacak hiç bir şeyim yoktu ve bu hayatın çok sıkıcı olmaya başladığını anladığımda aklıma sizler geldiniz seninde bir zamanlar dediğin gibi senden başka bu denli beni kim güldürebilir ki derken yine beni alttan alttan iğnelemiş ve sinirlendirmenin yollarını arıyor gibiydi.

"Mihrap; benimle dalga geçmeyi bırak su cini gerçekten neler oldu sen nasıl gedin buraya seni en son bıraktığımda durumun pek iyi değildi Beril denen o cine ne oldu neler yaptın? derken bir yandan da Alinin pür dikkat bizi dinlediğini görebiliyordum bir çok bahsettiğimiz konuyu anlamasa da.

"Arat; işte bu da benim alışkanlığım olmuş insan Berile gelince o hak ettiği yerde şimdi tek bilmen gereken bu derken kelimeleri nasıl geçiştirdiğini görünce yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu sezmiştim.

"Mihrap; yolunda gitmeyen bir şeyler var değil mi derken Alinin bir şeyler mırıldanmasıyla su cininin de benimde dikkatim Aliye yönelmişti.

"Ali; ne zaman her şey yolunda gitti ki şimdi yolunda gitsin derken onun üzerinde sabit kalan bakışlarımızı fark ettiğinde iki elini de hafifçe yukarıya kaldırıp ben sadece kendi kendime düşünüyordum siz bana bakmayın derken bize doğru arkasını dönüp bir kaç adım ileriye doğru gitmişti ve adım gibi biliyordum ki yine kendi kendine söyleniyordu fakat birden Alinin üzerine doğru gelen kocaman bir ışık kütlesi dikkatimizi çekmişti Ali ise bunu çok geç fark ettiğinden kaçmaya bile zamanı olmamıştı ışık kütlesi büyük bir gürültüyle yere düştüğünde yer sarsılmış Ali sırt üstü yere düşerek üstü başı toz toprak olmuştu fakat Arat bir şeylerden tedirgin olmuş olsa gerek ki kaşları çatılmış bir barikat gibi önüme geçerek kısık gözlerle ışık kütlesini izliyordu ve bir süre sonra gözleri gamaştıracak kadar etrafa saçılan ışık kütlesinin yavaş yavaş azalmasıyla içinden bize doğru gelmekte olan iki insan sureti belirmişti bizlere biraz daha yaklaştıklarında bu kişilerin Tuana ve Aysar olduğunu anlamıştık ben ise onlarıburada görmenin şaşkınlığıyla cine doğru dönüp burada neler oluyor ben hayal mi yoksa rüyamı görüyorum onların burada ne işi var diye sorma gereği duymuştum Arat ise bu hareketimden sonra bana doğru dönerek merak etme insan rüyada değilsin o gördüklerini bende görüyorum ta kendileri diye cevap vermişti bense onların neden bizim dünyamıza geldiklerini merak etmeye başlamıştım...

Loading...
0%