__ Seni uyarmıştım çok konuşuyorsun konuşman seni bu ayinden kurtaramaz küçüğüm. Pis pis sırırıtırken üzerimdeki tüm kıyafetleri çıkarmış sonra da eline aldığı bir şişenin kapağını açınca tüm odaya yayılmakta olan keskin bir koku burnuma çalınmıştı. Bu bir gül suyuydu vücudumu bu gül suyuyla silmeye başlayan kadının yüzünde bana karşı acıma belirtileri gösteren alaylı bir ifade bürünmüştü. Vücudumu silen kadın bir an duraksamış yine konuşmaya başlamıştı; Yazık gerçekten çok yazık çok da güzelsin ama bu güzelliğin ve hayatın güzel bir amaç için son bulacak en azından buna sevinmelisin demiş kahkahalarla gülmeye başlamıştı. Onun bu son sözlerinden sonra doğrusu onun boynunu kırmak istesemde hala ilacın etkisi yüzünden hareket edemiyordum üzerimi gül suyuyla temizledikten sonra bana beyaz omuzlardan ve sırttan açık saf ipekten dikilmiş uzunca bir elbise giydirmişti. Saçlarımı ise özenle tarayıp örmüş ve her ihtimale karşı ilacın etkisi sona erdiğinde ona sorun çıkarmamam için beni ellerimden ve ayaklarımdan bir bez parçası ile taşın üzerine bağlamıştı.
__ Nihayet beklediğim an geldi bu lanet virüsten sonsuza dek kurtulacağım ve dünyada benim hükmüm başlayacak istediğim her şeyi gerçekleştireceğim son sözleri kadar odayı inleten kahkahasıda korkunç gelmişti bana. Artık sonumun geldiğini düşünmeye başlamıştım. Hayatta kalmak için bu kadar mücadelem bir hiç uğrunamıydı. Onların elinden kurtulmam imkansız gibiydi. Etrafıma baktığımda duvarların dört bir tarafı daha önce hiç görmediğim yazıtlarla çevriliydi. Burası çok eski tarihi bir yermiş gibi görünüyordu. Azra denilen kadının o an eline aldığı çok eski kara kaplı bir kitap dikkatimi çekmişti.
__ Bu kitabın ne olduğunu biliyor musun tatlım bu kitaba kara Davut kitabı derler nice seneler insanlardan saklanan içinde gerçek büyünün cinlere nasıl hükmedeceğimizin sırları yazıyor. Sen şimdi bununla ne yapacağımı merak ediyorsundur. Belkide bana inanmıyor beni deli olarak görüyorsundur. Bu kitap sayesinde su Elfini yani sizin deyiminizle su cinini çağıracağım ve onun gücüne sahip olup tüm dünyaya hükmedeceğim; O an söyledikleri tümüyle kanımı dondurmuştu fakat bu kitap hakkında daha önce de bir kaç şey duymuştum ben küçükken büyük dedem kara Davut kitabıyla alakalı bir çok şey anlatırdı bize ve bildiğim kadarıyla kara Davut kitabını kullanan insanlar birbirlerine kötülükten başka bir şey getirmemişlerdi. Öğrendikleri büyülerle birbirlerine zarar vermiş yoldan çıkmışlardı. Cinlere hakim olacağını sanan insanlar da helak olmuştu. Bir cin insan gibi değildi. Onlar ateşten sudan yaratılmış varlıklardı. Bilinmedik bir güce sahiptiler ve hırslarına yenik düşen insanlar ise zamanında okunması bile yasak olan bu kitabı kullanıp cinleri etkisi altına almaya kalkmış ve insan oğlunun bu hırsı ve aç gözlülüğü sayesinde cinler insanlarla olan bağlantısını tamamen kesmiş kendi dünyalarına çekilmişti. Cin alemi bu olaydan sonra İnsan oğluna bir daha asla güvenmemiş tümüyle düşman olmuştu. Ama insanların kötüsü olduğu gibi cinlerin kötüsü de vardı. Bir zamanlar meleklerin başı olan iblis gibi ve şimdi bizim alemden olmayan bir su cinini çağırmayı planlayan bu kaçık kadın beni ayinde öldürmeyi planlıyordu, fakat ben ise bu şekilde ölmek istemiyordum ama o an ne kadar bez parçalarından kurtulmaya Çabalasam da bağlı olduğum bez parçalarından bir türlü kurtulmayı başaramıyordum. Kısa bir süre sonra ilacın etkisi yavaş yavaş tesirini kaybetmeye başlasa da bende bıraktığı etkisi yüzünden halsiz düşmüştüm. Karşımdaki kadın kitabı açıp içinden bir şeyler okumaya başlamıştı. Fakat o an söylediklerinden hiç bir şey anlamıyordum. Bilmediğim bir dilde bilmediğim bir lisanda tuhaf sözler söylüyordu. O okudukça odadaki meşaleler bir bir yanmaya başlamıştı. Zemin büyük bir gürültüyle ortadan ikiye bölünüyor, gök gürültüleri de odanın dört bir yanında yankılanıyordu odadaki küçük su havuzu ise alev alıp yanmaya başlamış ve birden üzerinde bulunduğum taş yukarıya doğru kalkmıştı. Ellerimdeki ve ayaklarımdaki bağlar tutuşup, alev aldığında içimdeki bu ürpertiyle dehşete kapılıp çırpınmaya başlamış ve duyduğum acı ikiye katlanmıştı. O ansa tek kurtuluş yolum bez parçalarına tüm gücümle asılarak koparmak olmuştu. Ama birden dengemi kaybedip taşın üzerinden yere düşmüş sersemlemiştim. Hızla ağzımdaki bez parçasını çözerken ayağa kalkmaya çalıştığımda birden başıma korkunç bir ağrı saplanmış, sanki beynimi patlayacak gibi hissetmeye başlamış yere kapaklanmıştım; Kes şunu artık dur bunu yapmamalısın sonuçların ne olacağını bile bilmiyorsun okumayı bırak diye bağırsam da onun durmaya niyeti yoktu...
__ Durmak mı? ben ne yaptığımı gayet iyi biliyorum ve sen kaçmayı aklından bile geçirme. Elindeki hançerin sapını birden başıma vurunca fluğ görmeye başlamıştım. O ise hala kitaptan bir şeyler okumaya devam ediyordu. Okuduğu her ne ise bittiğinde benim dilimce Türkçe konuşmaya başladı; Su cini Arat sana sesleniyorum bana kulak ver ve sana sunacağım bu kadının hayatıyla dünya alemine kapılarını aç bana kulak ver su Cini Arat, seni bu aleme çağırıyorum gel ve sana sunduğum hayatı al derken. Kınından çıkardığı ateş kırmızısı hançeri tam bana saplayacağı sırada onu bileklerinden yakalamıştım; Lanet olsun kaçık kadın, bunu yapmana asla izin vermeyeceğim bir yandan var gücümle onunla boğuşuyor ve elindeki hançeri düşürmeye çalışıyordum. Birden onu geri ittiğim sırada dengemizi kaybetmiş birlikte yere düşerken hançer ona saplanmıştı. O yerde çığlık çığlığa kıvranırken ses üzerine o zenci adam odaya girmişti; Lanet olsun yakala onu! Ahmet...
__ Seni lanet kadın buna nasıl cürret edersin buradan hiç bir yere kaçamayacaksın seni kendi ellerim ile ben öldüreceğim adam var gücüyle peşimden gelirken, odanın orta bölümüne doğru toplanmakta olan binlerce su tanelerini görünce ikimizde yerimizde donup kalmıştık. Artık karşımda tamamen şeklini almakta olan bir insan sureti vardı ve git gide bedenini tamamen sarmış olan su taneleri çekildikçe gölgeler ardına gizlenmiş ten rengi ortaya çıkıyordu ve artık onu daha net görebiliyordum. Bu bir erkekti ve bir doksan boylarında, iri cüsseli beyaz, tenli sert bir yüz çehresine sahip siyah uzun sık kirpikleri ve siyah sürmeli gözleri vardı. Omuzlarını geçen perçemli siyah saçları etrafında dalgalanırken rüzgarla etrafına savruluyor yüzünde geziniyordu. Kulakları küçük ve sivriydi üzerinde siyah deriden bir kıyafet vardı. Çağrılan bu bir cinse neden bizlere anlatılan kadar çirkin ve korkutucu değildi, anlatılanların tam tersine karşımda duran bu varlık olağan üstü bir güzelliğe sahipti, ama tek bildiğim şey bizim dünyamıza ait olmayan bu varlık bir insanda değildi.
__ Bu bu! kusursuz ne aşina bir güzellik sen dünyamıza çağırdığım su cini olmalısın.
__ Aman Tanrım bu harika Azra sen başardın sonunda, onu bu aleme dünyaya getirdin onların sesiyle derin mavilikteki gözleri, aralanmış, bakışları önünde duran Ahmet ile Azra'ya kaymıştı an be an değişen göz rengi ise sonunda zifiri bir siyahlığa bürününce bu iyiye işaret değildi ona bakarken tümüyle içim ürpermiş ve ne yapacağımı şaşırmıştım. O an çağırdıkları cinin bir an bile gözlerini ayırmadan onlara bakarken görünce anlıyordum ki onlar kendi elleri ile ölümü ayaklarına çağırmışlardı. Öfke ile soluduğu her nefes o an bir fısıltı olup kulağıma çalınıyordu ve bu da hayra alamet değildi. Bu alemden olmayan bu varlığa bakarken onun karşısında hiç bir şansımız olmadığını fark etmem de pek uzun sürmemişti.
__ Seni bu aleme ben çağırdım su cini Arat efendine itaat et ve beni kurtar yoksa öleceğim. Azra denilen kadının son sözleriyle birlikte su cininin gölgeler ardına saklanan yüzünün önündeki sis perdesi çekildiğinde onun yüzünü daha net görmüş gözlerinin zifiri siyahlığı karşısında adeta nutkum tutulmuştu bu çok korkutucu bir bakıştı beni baştan tırnağa ürperten bu bakışından sonra onları sağ bırakmayacağını anlamıştım ve nitekim korktuğum da olmuştu daha ne olduğunu bile anlamadan birden saniyeler içinde o kadının yanında belirmişti. Nasıl, ne zaman, onun yanına bu kadar hızlı gitmişti bilmiyorum ama bu anormal bir şeydi. Şimdi ise kısık gözlerle bir an bile bakışlarını onun üzerinden ayırmadan Azra denilen o kadına bakıyordu ve ona bir adım daha yaklaşarak konuşmaya başlamıştı.
__ İtaat mı? sana neden itaat edeyim insan son cümleleri ile bakışları kadına saplanmış hançere kayınca; Sana yardım etmemi mi istiyorsun? derken alaylı bir ses ile bir an bile tereddüt etmeden kadından hançeri tek bir hamleyle çekip çıkarmıştı. Hançerin çıkması ile sol kolumda bileğimin üzerinde tarifi olmayan bir acı debellah olmuştu. Derimin alev alev yanmaya başladığını görünce, acıyla inlemiş bileğimde belirmekte olan ateş kırmızısı bir ışığın Cinin boynunda da belirmeye başladığını görünce dehşete kapılmıştım. Bu da neydi böyle kolumdaki kızarıklık git gide büyümeye ve ateş kırmızısı bir hal alırken alev birden sönmüş bileğimin tam üstünde siyah bir renkte Arapça bir rakkam belirmişti. Gözlerim tekrar su cinine doğru kaydığında rüzgarla birlikte savrulan saçlarının arasında boynunun üzerinde aynı renk rakkamı görünce bu hiç hoşuma gitmemişti. Gözlerim yerde acıyla kıvranmakta olan Azra denilen o kadına tekrar gidince onun o vahim halini gören ben tamamen bileğimdeki acıyı unutmuş onlara odaklanmıştım.
__ Ah! sen sen! bunu nasıl yaparsın seni çağırmak için neler yaptım bana nasıl böyle ihanet edersin Ahmet adındaki o zenci adam koşarak Azra denilen kadının yanına doğru gelip yere eğilmişti...
__ Azraa! iyi misin? lanet olsun bunu ona nasıl yaparsın öfke ile konuşurken belindeki silahı çıkartıp birden ona doğrultmuştu o ise bağıran adamı bu hareketinden sonra kısık bakışlarıyla baştan aşağıya süzmüştü.
__ Lanet okuma malısın insan. Bu sana öğretilmedi mi? Son sözleriyle birlikte, bakışları daha da bir kısılmış tehlikeli bir hal almıştı. Zenci adam ise daha ne olduğunu bile, anlayamadan elinde tuttuğu silah aniden kendi başına doğru çevrilince dehşete kapılıp ne yapacağını şaşırmıştı ve görüyordum ki bunu ona yaptıran su ciniydi o bir şekilde onun bedenine hükmediyor olmalıydı.
__ Lanet olsun neler oluyor! Dur yapma! Lütfen acı bana ölmek istemiyorum son sözleri ile cinin yüzünde gördüğüm o anki ifadeden sonra karşısındakinin hayatta kalmak için en ufak bir şansı kalmadığını fark etmem uzun sürmemişti.
__ Demin önceki cesaretine ne oldu insan. Bir anda pek bir değiştin. Ama hala bir şeyi öğrenememişsin. Sana lanet okuma demiştim. Zenci adama kendi elleriyle tetiği çektirip kendi hayatına son vermesini izlemişti. O an cin yüzüne saçılan zenci adamın kanını elinin tersiyle silerken şimdi tüm dikkati kan kaybetmekte olan o kadına yönelmişti. Kadın ise fazlasıyla kan kaybetmiş olmasına rağmen, ondan kaçabilmek için yerde geri doğru sürünürken onun daha fazla kaçamaması için kıyafetinin üzerine basmıştı.
__ Lütfen acı bana! beni öldürme Tanrım! yardım et bana dedi inleyen bir sesle.
__ Tanrı? hangi Tanrın?
__ Sen sen! bir şeytan mısın? inançsız nesin sen? nasıl Tanrıyı alaya alıp böyle pervasızca konuşursun?
__ Ben ne şeytanım nede bir melek Tanrıya gelince o sadece senin Tanrın benim değil ve sen benim ne olduğumu biliyorsun hafızanı tazeleme mi ister misin insan? ve sağ elini havaya kaldırıp tavandaki taşları tek bir hareketiyle söküp koca parçalar halinde kadının üzerine yağdırmaya başlamıştı. Ben ise bu olanlardan sonra onlarla aynı sonu paylaşmamak için tüm cesaretimi toplayıp fırsatını bulduğum bir anda kendimi zor bela dışarıya atmıştım. İnce dar merdivenlerden aşağıya hızla inerken, birden dengemi kaybedip bir kaç basamak yuvarlanmış zorlukla merdivenin korkuluklarına tutunduğum sırada başımı feci şekilde çarpmıştım. Çarpmanın etkisiyle sanki tüm dünyam kararmış zaman durmuş gibiydi. Merdivenlerin bütün basamaklarını çift görüyordum ve bir türlü zihnimi toparlayamıyor kendimde tekrar ayağa kalkacak gücü bulamıyordum. Fakat onun peşimde olduğundan da emindim. Bir şeyler yapıp buradan uzaklaşmalıydım. Bütün gücüm tükenmiş olsa da buradan bir çıkış yolu bulmak zorundaydım. Zorlukla ayağa kalkıp korkuluklara tutunarak bir çıkış yolu aramaya başladığımda, ne kadar bir çıkış yolu arasam da adeta her koridor beni bir diğer çıkmaz duvarla karşı karşıya getiriyor, panikle daha da çok elim ayağıma dolanıyor yerimde bocalıyordum. Artık bütün gücümün tükendiğini hissettiğim an sonunda dışarıya açılan, bir kapı görmüş sevinmiştim. Kapıya vardığımda kapı kilitliydi. Artık umudum tükenmek üzereydi. Korkunun verdiği panikle etrafıma bakınmaya devam ederken odada dışarıya bakan kırık bir cam görünce, hızla o yöne gidip zorlukla kırık camdan, dışarıya çıkmıştım. Artık sonunda dışarıdaydım. Can havliyle yolumda ilerlerken gözlerim bulanıyor zemin ayağımın dibinden kayıyor gibiydi, ağırlaşan adımlarım, beni adım adım sonuma götürüyordu sanki. Nefes nefese kalmıştım bu yaşadıklarım kanımı dondurmuştu. Bu nasıl bir varlıktı? Böyle ve o bu aleme çağırılan bir su ciniydi. Bulanık görüntüm zaman zaman netleşiyor ve azda olsa etrafımda olanları seçebiliyordum. Ondan kaçarken bir mezarlığa gelmiş olduğumu şimdi fark etmiştim. Etraf ise sessiz ve ürkütücüydü, yolumda ilerlerken bir ses üzerine yerimde dona kalmıştım? bu onun sesiydi...
__ Benden kaçabileceğini mi sanıyorsun İnsan? sence bu mümkün mü?
"O an arkama dönüp baktığımda etrafta hiç kimse yoktu, o halde benimle nasıl konuşmuştu? korkmaya başlamıştım. Kulaklarımı ellerimle kapatıp gözlerimi sıkıca yummuştum. Hayır Hayır! Seni duymayı istemiyorum, beni rahat bırak seni ben çağırmadım. Çık kafamdan ve düşüncelerimden, beni rahat bırak.
__ Seni rahat bırakmamı mı istiyorsun? O halde üç hakkın olan dileğini dile İnsan.
__ Üç dilek mi diye düşünürken birden gözlerim bileğimdeki üç işaretine takılmıştı şimdi yani bu üç rakamı onun bahsettiği üç dilek ile mi bağlantılıydı kafamdan geçen bu soruların yanıtını bulduğum sırada yine su cininin sesini işitmiştim...
__ Aynen düşündüğün gibi insan seninde dediğin gibi o mühürden kurtulmayı istiyorsan dilek dile sesi bu kez sabırsız geliyordu.
"Onu çağıran kadına ve o zenci adama yaptıklarından sonra, onun bu söylediklerini yapmaya asla niyetim yoktu. O bir cindi ve büyük ihtimal beni de dilek dilettirip öldürmeyi planlıyordu; Dilek falan dilemeyeceğim beni rahat bırak, seni ben çağırmadım. Geldiğin gibi geri dön ve rahat bırak beni, diye avazım çıktığınca bağırmıştım...
__ Sende beni çağıranların arasındaydın. Bunu inkar mı edeceksin? Öyle ya da böyle beni çağıranlar arasındasın. Kurtulmayı istiyorsan dilek dile.
__ Seni ben çağırmadım. O ayine kurban olarak getirildim ve senden asla dilek dilemeye niyetim yok cin dediğimde birden önümde belirmişti. Gözlerindeki o zifiri siyahlığı görünce bu kez ondan kurtulmak için ters yöne doğru geri gitmeye başlamıştım ardımdan bu şekilde benden kurtulamazsın insan bunu ne zaman anlayacaksın diye bağırırken onun sesi adeta bütün her yerde yankılanıyordu öfkelendikçe etrafımda olan tüm mezarları darmadağın ediyor mezar taşlarını yerinden söküp yoluma fırlatıyordu bir ara arkama baktığımda onu görememiştim o an korkudan nefes almayı unutmuş kalp atışlarım kulaklarımda yankılanıyordu o ise aniden tam önümde belirince ona yakalanmış dengemi kaybedip yere düşmüştüm cin kaçmamam için elbisemin eteğine basmış bir dizinin üzerine oturup bana doğru eğilmişti. Gözlerimin içine bakan o karanlık gözleri tümüyle beni baştan tırnağa ürpertiyordu.
__ Sana benden kaçamazsın demiştim değil mi İnsan ?
__ Benden ne istiyorsun beni rahat bırak ona bakamıyordum bile korkudan tüm vücum kitlenip kalmıştı.
__ Seni rahat bırakmamı mı istiyorsun dilek dile bende seni sonsuza kadar rahat bırakayım.
__ Sana inanmıyorum onlara yaptığını gördüm cin beni de onlar gibi öldüreceksin sana söylemiştim asla dilek dilemeyeceğim beni rahat bırak korkudan tüm vücudum kaskatı kesilmiş tümüyle gerilmiştim ama ona korktuğumu da belli edemezdim.
__ Sorun değil ben beklerim elbet dileğini dileyeceksin derken ayağa kalkıp geri çekildiği sırada arkamda bir yeri işaret etmişti; Dönüp baktığımda ise onun bana gösterdiği yolun üzerinde bana doğru gelmekte olan evrim geçirmiş insanları görmüş hızla bana doğru gelişlerini dehşetle izlemiştim. Çok kalabalıklardı.
__ Olamaz lanet ucubeler!
__ Sanırım o ucubeler seni birazdan parçalara ayıracak dedi alaycı bir sesle.
__ Bunu dilek dilemem için yapıyorsun öyle değil mi ama senden asla dilek dilemeyeceğim zorlukla ayağa kalkıp etrafıma baktığımda mezarların etrafının dört duvarlarla çevrili olduğunu görmüştüm artık kaçacak hiç bir yerim de yoktu bütün gücüm ise tükenmişti zorlukla nefes alıyor arkamdaki duvardan destek alarak ancak ayakta durabiliyordum.
__Yolun sonuna geldin insan bu senin son şansın onlardan nasıl kurtulacağını biliyorsun dilek dile dedi fısıldayan bir sesle.
__ Asla dilemeyeceğim beni duydun mu eninde sonunda zaten öleceğim ama bugün ama yarın ama senden asla dilek dilemeyeceğim cin.
__ Çok inatçısın insan ama bu inadın nereye kadar şuraya bak ne kadar kalabalıklar yaşamak istiyorsan dilek dilemelisin yoksa seni öldürecekler yaşamayı istemiyor musun bakışları daha da kısılmıştı bana bakarken.
__ Şu an oldukça korksam da onun tuzağına düşmemeli idim onlardan kurtulsam bu kez o beni öldürecekti her ikisi de aynı yere çıkmıyor muydu doğrusu her iki tarafta kanımı donduruyor beni ölesiye korkutuyordu fakat birşeyler beni ona karşı tetikliyor belkide o an benim korkularımdan onun ne kadar zevk aldığını görmek istemiyordum; Asla dilek dilemeyeceğim emeline ulaşamayacaksın su cini evrim geçiren insanlar gittikçe bana doğru daha da çok yaklaşıyordu korkudan yerimde iki büklüm olmuş sonumu bekliyordum her şey buraya kadar dedim kendi kendime artık yolun sonuna geldim diye mırıldanırken evrim geçirmiş insanlar tam bana saldıracağı sırada ortalığı bir anda kara bir toz bulutu sarmıştı onun yüzüne doğru dönüp baktığımda ise boynunda ve vücudunun belirli bölgelerinde kırmızı ince damarlar belirmiş ve sert bir rüzgar esmeye başlamıştı. O an tek bildiğim artık onları etrafında istemiyordu çünkü onlar istediğine ulaşmasını sağlayamamışlardı evrim geçirmiş insanlar birden bir kargaşayla birbirlerine dönüp saldırmış birbirlerini parçalamaya başlamışlardı ve adım kadar emindim ki bunu o yapıyordu tıpkı o zenci adama yaptığı gibi onlara da kendi kendilerini öldürtmüştü o ise şu an tam önümde duruyordu yüzünü bana doğru döndüğünde ise tek bildiğim şu an kendimden geçmek üzere olduğumdu o an dizlerimin bağı çözülmüş de artık beni taşıyamıyormuş gibiydi.
__ Seni baş belası dilek dilemeden ölmene izin vereceğimi mi sanıyorsun yoksa bu ucube dünyada ebediyen sıkışıp kalacağım. Onun kelimelerinin ardından yine istemsiz bir şekilde dudaklarımdan bir kaç kelime olup aynı sözler dökülmüştü asla dilek dilemeyeceğim cin derken göz kapaklarımı artık açık tutmakta zorlanıyordum vücudum kendini istemsiz bir şekilde boşluğa bırakmış o an ise onun beni yere düşerken tutuşu ile başım onun göğsüne çarpmış kucağına yığılmıştım. Onun kalp atışlarını duyarken aklımda bin bir soru ile kendimden geçmiş bayılmıştım. Gözlerimi açtığımda olduğum yer karanlık odada cılız bir ışıkta olsa etrafı aydınlatan bir meşale ışığı vardı. Bulunduğumuz yer ise bodrum katlarda bir yer olmalıydı çünkü herhangi bir yerden içeriye sıza bilecek bir güneş ışığı dahi yoktu etraf sessiz ve ürperticiydi duvarlar ise baya eski neredeyse her köşesi dökülen Pirketler ile çevriliydi burası neresi olabilirdi ve benim burada ne işim vardı ayağa kalkmak istediğimde sendelemiş tekrar yere kapaklanmış idim hala başım dönüyordu birden aklıma o cin gelince adeta başımdan aşağıya kaynar sular dökülüyor gibi olmuştu. Ben burada isem o neredeydi? Biliyordum ki beni ondan başkası buraya getiremezdi doğrusu tekrar başımı kaldırıp etrafa bakacak cesareti de kendimde bulamamıştım fakat arkamdan gelen ufak bir çıtırtı bana adım adım yaklaşmakta olduğunu hissettirmişti. Biliyordum ki o buradaydı ve yine benim zayıf bir anımı kolluyor olmalıydı.