

Kurguda geçen olaylar tamamen hayal ürünü olup gerçekle bağdaştırılamaz.... Küfür ve argo kelimeler içerir.
Keyifli okumalar dilerim....
Anlamsız gözlerle etrafıma bakınıyordum. Çünkü nerede olduğumu hatırlamıyordum. Yorganın ucunu çekiştirerek yataktan çıktım, kimin eviydi burası bilmiyordum, neyse ki dün gece giydiklerim hala üzerimdeydi. Beni buraya kim getirmişse öylece uyumamı sağlamıştı. Kendimde değilken pişman olacağım bir birliktelik isteyeceğim son şeydi. Etrafıma bakındım, büyük bir odaydı. Duvarda asılı duran saate takıldı bakışlarım. Tam saatimde uyanmıştım, 07.07 İşte bu! Saat falına göre bu; biri seni sevmeye çalışıyor demekti. Umarım aklımda ki isimdir. Oflayarak saçlarımı sırtıma attım, uzak durmam gereken adamın benden hoşlanmasını istemem kesinlikle deli saçmasıydı. Siyah perdeleri aralayıp camı açtım.
Gün ağarırken yayılan mis gibi havayı derince soludum. Bulunduğum odanın kocaman bir terası vardı. Burada yoga yapmak muhteşem olurdu. Kendi evim içinde böyle bir teras yaptıracaktım. Çokta oyalanmadan odadan ayrıldım. Önümde uzun sayılacak bir koridor vardı. Her adım attığımda başımda ziller çalıyordu sanki. Kim bana iç dedi ki!
Yalın ayak ilerlerken gözümün önüne gelen görüntüyle duraksadım. Dün gece neler yaptım ben. Yanlış hatırlıyorumdur canım o kadarda değil. Kendi kendime teselli vermeye çalışmam tamamen saçmalıktı. Çünkü başka şeylerde hatırlamaya başlamıştım. Hani sarhoş olunca ertesi gün hiç bi'şey hatırlanmıyordu, ben niye hatırlıyorum.
Önüme çıkan merdivenlerden alt kata indim. Etrafta kimse yoktu, ortalık fazla sessizdi. Meydan tabirini kullanabileceğim kadar büyüktü salon. Kraliyet ailesini andıran koltuklar, upuzun yemek masası. Kaç kişilikti bu, on iki mi? Şömine salona göre küçük kalıyordu. Burayı nasıl ısıtıyorlardı acaba. Bu saçma düşüncelerime bir son verip geçip oturdum.
Başım ağrıyordu, üstelik üstümü değiştirip duş almam lazımdı. Odaya mı çıksam belki bana uygun bir şeyler bulabilirdim. Ayak seslerinin gelmesiyle başımı merdivenlere çevirdim. Esat Mir tüm heybetiyle iniyordu. Üzerine tam oturan siyah takım elbisesiyle gözlere ziyafet çekiyordu. Yutkunma ihtiyacı duydum. Geceyi neden hatırlamıştım ki, kahretsin!
-gece- (sarhoş bir adet Güneş)
Beni arabaya bindiren Esat'la yerimde uyuklamaya çalışıyordum. Uykum vardı ama yoktu. Bu ne saçma bi'şeydi öyle. Huysuzca yerimden hareketlendim. "Esat, başka bir yere götür beni. Ya bana ne eve gitmek istemiyorum" dedim kedi mırlaması gibi bir sesle. Sesime ne olmuştu?
Arabayı kullanırken yandan bir bakışla beni yerime sindirdi. Ne kadarda kötü bakıyordu öyle. İyice huysuzlaştım. "Durdur arabayı, inmek istiyorum" dedim. Arabanın hızı yavaşladı ama durmadı.
"Ne oldu, miden mi bulanıyor?" diye soran Esat'la omuzumu silktim. Onunla konuşmak istemiyordum, bana kötü kötü baktı. Kapının kolunu tekrar çekiştirdim. Doğru düzgün tutamıyordum elimden kayıyordu. "Güneş, rahat dur" dedi sertçe. Ama ben arabadan inmek istiyordum.
"Banane ya indir beni, seninle gelmek istemiyorum kötüsün sen." Dedim emniyet kemerimi çözmeye çalışırken. Araba aniden durunca öne doğru savruldum. Kafamı çarpmıştım. "Kafamı kırdın ya beyinsiz hayvan" sinirle çıkıştım. Bu adam kimdi? Kendimi arabadan attım. Evet, yere düştüm. Ayağa kalkmaya çalıştım ama olmadı. Topuklularımı güç bele çıkararak yola savurdum.
Tepemde dikilen adama bakmak istemiyordum. Kafama vurmuştu. Önümde diz çöktü. Vay canına gözleri ne kadar da güzeldi. Kendimi beş yaşında ki şımarık çocuklar gibi hissetmem normal miydi? Yüzümde ki saçlarımı geriye doğru yatırarak cama çarpan kısmı ortaya çıkardı. Merakla onu izliyordum. "Ne olmuş kan akmış mı? yardın demi kafa mı?" Sorularımı duymuyormuş gibi davranıyordu. Elini iterek ayağa kalkmaya çalıştım. "Kızım bir rahat dursana" diyerek kollarımdan yerime sabitledi.
"Ya sen bıraksana beni. Hem kötü kötü bakıyorsun hem de kafamı yardım. Üstelik eve zorla götürüyorsun. Düş peşimden sapık" dedim çırpınarak ondan kurtulmaya çalışıyordum ama çok güçlüydü. "Çocuk gibisin var ya" dedi sinirle. Dizlerimin üzerinde hareketsiz kaldım. Çocuk mu ben mi? hah. Dizlerime batan çakılları umursamadan ayrık bacaklarının arasına girdim. Kimmiş çocuk görecekti. Asla mantığımla hareket etmiyordum.
Anlamaz gözlerle ne yapmaya çalıştığıma bakıyordu. Aklını alacaktım haberi yok. Bileklerimi ellerinden çekerek boynuna doladım. Yüzünde ki ifade silindi. Kendimi göğsüne yasladım. "Çocuk olmadığımı göstere bilirim hım ne dersin" diyerek nefesimle yüzüne üfledim. Sertçe yutkundu, etkilenmişti. "Siktir!" Beni aniden kendinden uzaklaştırdı. "Sana rahat dur dedim" dedi bastırarak.
Benden hoşlanmamıştı. Kendimi iğrenç hissetmem normal miydi. Gözlerimin dolmasına engel olmadım. Neden bu kadar duygusal geçişler yaptığıma anlam veremiyordum. Bu halimi görünce tekrar önümde diz çöktü. "Ya sabır, Neden ağlıyorsun, Güneş?" dedi daha yumuşak bir sesle. "Ağlamıyorum. Bana kötü baktın ama ağlamıyorum. Kafamı yardın yine ağlamıyorum. Benden hoşlanmadın ve ben yine ağlamıyorum." Dedim ağlak sesimle.
Sinirle yüzünü sıvazladı. Sabır kotasını taşırdığımı nerden bilebilirdim ki. "Güzelim, sana kötü bakmadım sen yanlış anladın. Kafanı da yarmadım hafifçe kızarmış sadece. Üstelik senden etkilenmemem mümkün değil." Dedi tane tane. Yüzüme yayılan gülümsemeyle baktım. "Bende senin kafanı yarayım ödeşelim." Dediğimde başını geriye atarak gür bir kahkaha attı. Oldukça samimi olması beni de güldürmüştü. Yol kenarında gülen iki deli gibi göründüğümüze emindim ama olsun sorun değildi.
"Hadi kalk, üşüteceksin." Beni nazikçe yerden kaldırdı. Savurduğum ayakkabılarımı da eline alarak arabaya yerleştik. Adı neydi bu adamın neden hatırlamıyordum. "Seni evime götürmemin bir sakıncası var mı?" diye sordu. Mayışmış halimle ne cevap vermem gerektiğini bilemiyordum. "Pişt yakışıklı adın neydi senin" diye sordum, sorusunu unutarak. Yandan bakışlarını yakaladım. Boynunu kütleterek burnundan sesli nefes verdi. Bu adam niye bu kadar gergindi acaba. "Esat Mir, adım" dedi.
Vay be ne güzel ismi vardı. "İsimlerin çok güzelmiş. Esat Mir, eğer ilerde oğlum olursa adını Esat Mir koymak istiyorum." Dediğimde tekrar öne doğru savruldum. Aniden firen yapmıştı. Buna ehliyeti kim vermişti. Bu sefer cama çarpmamı engellemişti. Göğsüme siper ettiği koluna iki elimle yapıştım. "Yavaş olsana be adam, öldürecek misim bizi" dedim sinirle.
Öfke dolu bakışlarını yüzüme sabitledi. "Çocuğumuzun ismine tek başına karar veremezsin. Ve senin benden başka seçeneğin yok" dedi bastırarak. Anlamaz gözlerle bakıyordum çünkü ne dediğini yada neyi kast ettiğini anlamış değildim. Ayaklarımı koltuğun üstüne çıkararak başımı dizlerime yasladım. Yüzü oldukça gergin olduğunu gösteriyordu. Sanırım ortamı yumuşatmam lazımdı. "Pekala, öyle olsun. İstersen olacak bütün çocuklarımızın adını sen koyarsın. Neden bu kadar sinirlendin ki, hem ben çocuk yapmayı düşünmüyorum bile." Son sözlerimi duyduğunda emin değildim. Uyku feci bi'şekilde bastırıyordu.
"Oraya gelmemize daha çok var. Benimle birlikte oldukça fikirlerin değişecektir." Esat'ın sesini uzaktan duyuyormuş gibiydim. Son gördüğüm tebessümle bakan Esat'tı. Ne değişik biriydi.
Hatırladıklarım başımı kuma gömme isteğini uyandırıyordu. Bu kadar çocukça ve saçma davranan ben olamazdım. Karşı koltuğa oturan adama bakmak istemesem de bakışlarım benden bağımsız onu bulmuştu. "Günaydın, erken kalkmışsın öğlene doğru ayaklanırsın diye tahmin ediyordum" dedi uykudan sıyrılmış sesiyle. Allahtan odadan çıkmadan önce saçımı başımı düzeltmiştim yoksa rezilliğime kaldığım yerden devam ederdim. Gerçi kotamı doldurduğuma eminim.
"Günaydın" diye karşılık verdim. Hafif bir boğaz temizlemesiyle devam ettim. "Öncelikle dün gece benimle uğraşmak zorunda bıraktığım için özür dilerim. Ve beni evime götürmek yerine buraya getirdiğin için de teşekkür ederim" dedim. Gözlerini kısmış bana bakıyordu. Yüz ifadesini okumak mümkün değildi. Umarım hakkımda olumsuz düşünceleri yoktur. "Özre de teşekküre de gerek yok. Seninle ilgilenmek benim vazifem" diye karşılık verdi.
"Gece boyunca neler yaptığını hatırlıyor musun?" diye sorunca domatese dönen yüzümle ortalığa bakındım. Bakışlarımı kaçırmak yaptım bi'şey değildi ama şuan ihtiyacım vardı. Yutkundum, konuyu daha fazla uzatmak istemiyordum. Bu halimi gören Esat, bıyık altından gülmüştü. Hatırladığımı anlamıştı. "Rezilliklerimi dile getirmek istemiyorum" dedim. Rahatsız olduğumu belirtmeme rağmen yüzünde ki gülüş yerini koruyordu. Sabah sabah bu adamın derdi neydi. Ayağa kalkıp, "Müsaadenle odaya çıkacağım. Benim için kıyafet ayarlamanı rica ediyorum." Dedim kaçarcasına.
Arkamdan seslendi ama ben merdivenleri çıkmaya başlamıştım bile. Bir daha kendimi bu duruma düşürürsem köprüden atlama şartı koşuyorum. "Dolaptan kendine uygun eşyalar bulabilirsin. Hepsi sana alındı" Son basamağa geldiğimde Esat'ın sesini tekrar duydum. Odaya tekrar döndüğümde direk elbise dolabını açtım. Dediği gibi etiketli bir çok elbise vardı. Bunları sırf benim için mi aldırmıştı yoksa? Bu hoşuma gitmemeliydi.
Odaya iyice bakındığımda ihtiyacım olan her şey vardı. Özellikle kullandığım ürünlerin çoğunluğu mevcuttu. Bu kesinlikle hoşuma gitmemeliydi. Elim Kulağımda ki Kaplumbağa küpeme gitti, bana şans getirmesini istiyordum. Bu adama karşı nasıl bir tutum sergilemem gerektiğini bilmiyordum. İtiraf etmem zor olsa da akıntısına kapılıp boğulmaktan korkuyordum.
Oyalanmadan hazırlanmaya başladım. Dolapta ki elbiselerin hepsi tam bedenimdi. Bu adam kaç beden giyindiğimi nereden biliyordu. Bu iş gittikçe garipleşiyordu. Hazırlanmam kırk dakikamı alsa da sekiz olmadan aşağıya indim. Kahvaltı saatini asla kaçırmazdım. Malum, korumam gereken fiziğim ve zinde tutmam gereken bedenim var.
Salona indiğimde az önce kocaman dediğim masanın etrafı doluydu. Hem de boş yer olmayacak şekilde. Bu kadar adamın birlikte yemek yediğini görmek oldukça şaşırtıcıydı benim için. Evimde ki masada tek oturan ben, burada bu kalabalıkta nasıl kahvaltı yapacaktım. Kendimi fazlalıkmış gibi hissediyordum. Sanırım biran önce bu evden gitsem iyi olacaktı. Temkinli adımlarla kalabalığa doğru ilerledim.
Varlığımı fark ettirmek amacıyla hafifçe boğazımı temizledim. "Günaydın herkese" dedim. Baş köşede oturan Esat elinde ki gazeteyi okumaya devam etti. Bana bakmayışı kötü hissettirmişti. Bu aralar fazla mı duygusaldım ne. Kimse bana karşılık vermemişti. Sanırım daha yüksek sesle söylemem gerekiyordu. Kendi seslerinden beni duymamışlardı. "Günaydın millet" dedim daha yüksek sesle. Sesimi duyan masa üyeleri hep birlikte ayağa kalkarak ceketlerinin ilk düğmelerini iliklediler. "Günaydın, hanımefendi" dediler hep birlikte. Bu hareketlerine oldukça şaşırdım. Az önce beni duymamışlardı şimdi de hep birlikte ayakta karşılıyorlardı.
Ne tepki vermem gerektiğinden emin olmasam da Esat'ın yanında ki boş sandalyeye doğru hareket ettim. Esat yerinden kalkmamıştı ama bana diktiği gözleriyle bakıyordu. Ne yapacağımı o da merak ediyordu. Biran önce gitmeyi düşünen ben, sandalyeyi çekip oturdum. Ayakta duran adamlara elimle işaret vererek, "otun lütfen" dedim. Beni saygıyla karşıladıklarını anlamam birkaç saniyemi alsa da çaktırmadım. Bulunduğum ortama yabancı olsam da kalabalık bir sofraya oturmak güzel gelmişti.
Esat'ın gözleri üzerimdeydi ama dönüp bakmadım. Karşımda oturan adamı daha önce görmüştüm. Esat'la ilk kez bir araya geldiğimizde o da oradaydı. Kara Şövalye, kesinlikle bu tabir tam ona göreydi. Hemen yanında oturana çevirdim gözlerimi. O'da Kara Şövalye kadar olmasa da iri yapılıydı. Gerçi bu masada oturan herkes kaslı ve oldukça yapılıydı. Teker teker göz gezdirdim hepsine, onlarda beni kendilerince tartıyorlardı. Malum, yüzünde cerrahi maskeyle kahvaltı masasına oturan birini daha önce görmediklerini düşünürsek bu halimi garip bulmaları gayet doğaldı.
Kulağıma doğru eğilen Esat fısıltıyla konuştu. "Maskeni çıkarabilirsin, bu masaya güvenliğine kefil olmadığım kimseyi oturtmam. Rahatlıkla kahvaltını yapabilirsin." Dedi. Bu şekilde beni rahatlatmasına hayran kalmamam mümkün görünmüyordu. Yüzümü açığa çıkardığımda bana uzun uzun baktı. Kulaklarımda defile gecesinde söylediği kelimeler yankılandı. Güzelliğin perde arkasını hak etmiyor. İkimizin de gözlerinden kurduğu o manidar cümleyi hatırladığımız belli oluyordu.
Masada hükmeden sessizliği Esat'ın otoriter sesi bozdu. "Beyler" dedi elimden tutarak. "Güneş, yengeniz" basit ve netti. "Bana gösterdiğiniz saygıyı ona da göstereceksiniz. Güneş'in sözünü benim sözüm kabul edeceksiniz. Bana nasıl itaat ediyorsanız o'na da öyle davranacaksınız. Şimdi, kendinizi tanıtın." Dedi son derece otoriter bir ses tonuyla. O'nu hiç emir verirken görmemiştim ve bu onda inanılmaz derecede karanlık bir hava yaratıyordu. Başkasına emir verme işini bende yapıyordum fakat bu kadar kesin ve tehlike saçan ses tonum yoktu.
Anlaşılan normal bir masada oturmuyordum.
Kara Şövalye, ilk konuşan olmuştu. "Harun ben, aramıza hoş geldin yenge" dedi daha önce duymadığım kadar kalın sesiyle. Üç numara tıraşlı saçlarıyla Kara Şövalyenin yanında oturan sözü aldı. "Hoş geldin yenge, bende Musa" dedi. Geniş omuzlu esmer biriydi. Masada oturan herkes sırasıyla kendini tanıttı. "Bende Hamza, yenge" diyen adam kır saçlı olandı. Hepsinden daha yaşlı duruyordu.
"Kadir bende, Hoş geldin yenge." Diyen adam köşede oturuyordu. Hamza'yla aralarında bir sandalye boştu. Yüzüme bakmak yerine önünde ki tabağa bakıyordu. Göz rengini net göremesem de renkli gözlere sahipti. Nedense Kadir'in enerjisi değişik gelmişti. Fazla takılmadan kendini tanıtan diğer adama yüzümü döndüm. "Semih ben" diyen adamın sesi çatallı çıkmıştı. "Yenge, bende Arda" Diğerlerinden bir tık daha zayıf duruyordu. Mavi gözlü, buğday tenliydi.
Hemen yanımda oturanı da daha önce görmüştüm hem de iki defa. İlk defile gecesi görmüştüm, sonra ki görüşümde Esat'la yemek yediğimiz akşamdı. Şuan net bir biçimde hatırlamıştım. Saçları bağlı cam gibi parlayan mavi gözleriyle o da bana bakıyordu. "Hatırladım seni" dedim. Yüzünden geçen rahatlama ifadesine pek bir anlam veremedim.
"Oh be, hatırlamazsın diye korktum yengem be" diyerek konuştu. Eli göğsünde gerçekten de hatırlamasam üzülürmüş gibi duruyordu. Bu hali sempatik gelmişti. "Peki bana ismini de söyleyecek misin yoksa ben kendimce hitap edeyim." Dedim. Yerinde dikleşerek sol eliyle sıkıca bağladığı saçlarını düzeltiyormuş gibi yaptı.
"Bendeniz İsa, bana istediğiniz şekilde hitap edebilirsin yengem" diyerek diğerlerinden daha konuşkan ve sıcak kanlı olduğunu anladım. Sanırım aralarında ki komik ve şapşal olma rolünü üstlenmişti. Gülümsedim, "Memnun oldum" dedim hepsinin yüzüne tek tek bakarak. Ve devam ettim. "Ben de Güneş Ilkın. Modellik yapıyorum, Esat'la da çıktığım bir defilede tanıştık." Dediğimde birbirlerine manidar bakışlar attıklarını fark ettim. Belki de sadece İsa değil hepsi oradaydı o gece. Defilede ne işlerinin olduğunu deli gibi merak etsem de bunu dizginliyordum. Sonuçta beni ilgilendiren bir mevzu değildi. Başkasının işine tabiri caizse burnumu sokmak ahlakıma tersti.
Esat'ın yüzünde ifadesizlik hakimdi. Bunu nasıl yapıyordu en ufak bir fikrim yoktu. Gülümsememi büyüttüm avucunun içinde ki elimle elini sıktım. "Değil mi Esatcım" dedim sevimli çıkan sesimle. Yanımda ki İsa'dan yüksek sesle gülme sesi gelince hızla ona döndüm. Kendini gülmemek için tutmaya çalışıyordu. Yüzü gittikçe kızarmaya başladı. "Boğulsa da kurtulsak" diye mırıldanan Musa'yı herkes duymuştu.
"Allah'ım bizi bu beladan kurtar" diyen Kadir'di. "Amin" dediler aynı anda Hamza ve Arda. İsa'yı bu kadar sevdiklerine göre uslu biri değildi. Bunları duyan İsa'nın gülüşü solmuş hepsine -bana kurban olun- bakışı atıyordu. Nedense bu halleri hoşuma gitmişti. "Ulan düşmanlar, ben olmasam mendebur suratınız gülmeyi unutur" diye hayıflandı. Tekrar konuşmaya yeltenmişti ki Esat onu durdurmuştu.
"Kahvaltın bitti anlaşılan, hadi iş başına koçum" dedi. İsa önünde ki dolu tabağa baktı. Gözlerini kırpıştırarak tekrar Esat'a baktı. "Yine başladı" mırıldanan Harun'du. İsa'yı çok iyi tanıdıkları belliydi. Yaptığı ve yapacağı hareketlere sürekli maruz kalıyorlardı anlaşılan. "Abi müsaade et tabağını da götürsün" dedi Harun. Yüzünü buruşturan Esat ve alt dudağını sarkıtan İsa arasında gidip geliyordu bakışlarım. "Geri getir" diyerek izin verdi Esat.
Tabağını da alıp masadan kalktı İsa. Esat'a ve bana başıyla selam vererek salondan ayrıldı. "Nihayet huzur içinde bir kahvaltı yapacağız" dedi Musa. İsa'ya olan sevgileri göz yaşartıcıydı doğrusu. Aslında ortamda hissedilen huzur vardı. Ne kadar kalabalık aile sofralarına yabancı olsam da bunu sevmiştim. İsa evin küçük kardeşi gibi herkes onunla uğraşıyordu. Ve Esat.. Aile basıydı. Bu mutlu görüntünün ardı, görünmeyen acılarla doluydu.
Sanırım mutlu aile ne demekti ben bunu da bilmiyordum. Aile neşesine oldukça yabancı geçti çocukluğum. Halada öyleydi. Görmediğim bilmediğim şeylerden biriydi, aile neşesi. Ve oturduğum sofra bana bunu hissettirmişti bu kısacık zaman diliminde. Kendi evime ayrılana kadar oturduğum yemek masası asla huzurlu değildi. Hiç bir zaman masaya oturma zamanımızın gelmesini istediğimi hatırlamıyorum. Hep bir bahane bulup o masadan kalkmaya çalışmamla geçerdi yemeklerimiz.
Sofrada asla gülünmez, gereksiz tek kelime konuşulmazdı. Sofra adabına aykırı en ufak hareketimde açlıkla cezalandırılırdım. Çocukluk işte, bende her defasında okulda yaptığımız etkinlikleri anlatırdım. Tabi konuşmama müsaade edilmezdi. Zamanla konuşmayı tamamen kestim. O yüzden şuan sofrada konuşulması yada birbirleriyle uğraşmaları garip geliyordu. Hangisi normaldi? Ayırt etmek benim için oldukça güçtü. Yıllar boyunca aynı kurallarla büyüdüğünüzde alışılmışın dışına çıkmak kolay olmuyordu. Belki de mümkün.
Aslını isterseniz babama en büyük karşı gelişim manken olmam. Bu onun için o kadar utanç verici ki, babam olduğunu asla toplu ortamlarda dile dahi getirmezdi. Ben onun için adeta bir utanç kaynağıyım.
Kahvaltı bitene kadar herkes kendi halinde aralarında sohbet ederek güzel bir kahvaltı faslı geçirdik. Telefonunum zil sesi yükseldi masadan. Ses oldukça yakınımdan geliyordu. Yani, Esat Mir'den. Sorgulayıcı bakışlarımla yüzüne baktım.
Elini ceketinin iç cebine doğru götürerek telefonumu çıkardı. Dünden beri telefonumdan bihaberdim. Ve telefonum Esat'ın elindeydi. "Dün gece arabada düşürmüştün. Sabah vermek için seslendim ama koşarak kaçtığın için veremedim." Sesi ikinci cümlesinde oldukça imalı çıkmıştı. Yine gözlerimi kaçırmak istedim ama direndim. "Neden öyle yaptığımı gayet iyi biliyorsun" dedim. Neyi kast ettiğimi elbette biliyordu.
Telefonun hala melodisi çalıyordu. Dirseğini masanın üzerine yaslayarak telefonu gözlerinin içine sokarcasına kaldırdı. "Telefonun Güneş" dedi. Elinden alınca, "teşekkür ederim" dedim. Ekrana bakınca annemin aradığını gördüm. Bu kadının zamanlaması muhteşemdi. Açamayacağımdan sessize aldım aramayı. Elbette dönüş yapacaktım.
Kahvaltı faslı bitince masada ben ve Esat'ın dışında kimse kalmamıştı. "Çekimin bitme saati belli mi?" diye sordu. "Evet, beş gibi biter" dedim cevaben. Başını salladı, beni yine o mu alacaktı. Sormak istedim ama tuttum kendimi. "İsa alacak seni onsuz dönme" dedi.
"Benim zaten bir korumam var, başkasına gerek yok"
"Ben öyle gerek görüyorum, itiraz etme" dediğinde sinirlerim ufaktan yükseliyordu.
"Bende gerek yok diyorsam demek ki gerçekten de ihtiyacım yok" diye direttim. Sol eliyle yüzünü sıvazladı. Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Yavrum sen böyle her şeye diretirsen seninle işimiz var ha" dediğinde ifademi sabit tutmam oldukça zordu. Çünkü bu kadar yakınımda olması beni sarsıyordu. Usulca başımı salladım. "Tamam" Bu kadar yakınıma gelmesi irademi etkiliyordu. Ben iradesi zayıf bir kadın değilim.
Bu halim dudağının kenarını kıvırmıştı. Başımın arka kısmından tutarak kendine iyice çekti. Saçlarıma minik bir buse kondurdu. "Kendine dikkat et. Numaram kayıtlı sende, en ufak bi'şeyde hemen beni arıyorsun" dedi yüreğimi sarsan sesiyle. Ne yaptığımıza dair en ufak bir fikrim dahi yoktu. Sözde etrafımızda kimse yokken rol yapmamıza gerek yoktu. Hah, hale bak. Adam beni gördüğü yerde yanından ayırmıyordu. Ne biçim rol bu.
Giden Esat'ın ardından bakmaya bir son vererek telefonumu açtım. Birçok arama ve mesaj bırakan Atıf'a çekim yerinde buluşmak adına kısa bir mesaj attım. Uyandığında beni göremeyince deliye dönmüştür. Onu yumuşatmam kolay olmayacaktı. Beyefendinin öyle bir nazı vardı ki düşman başına. Devamında anneme geri dönüş yaptım. "Alo anne, az önce açamadım müsait değildim diye. Bi'şey mi oldu?" dedim. "Kızım, nasılsın?" diyen annemin sesini duyunca istemsizce dikleştim yerimde. "İyiyim, sen nasılsın?"
"İdare ediyoruz" dedi ve duraksadı. "Güneş, akşam önemli misafirlerimiz olacak ve seninle tanışmak istiyorlar." dediğinde masanın örtüsünü avucumun içine alarak sıktım. O eve gitme düşüncesi panik yaratmıştı bende. Yutkundum. "Anne, oraya geri dönmem" dedim kesin bir sesle. Hattın öbür ucundan oflama sesi geldi.
"Bak, bu şekilde davranmanı anlıyorum kızım fakat misafirlerimiz özellikle seninle tanışmak istiyorlar." Dediğinde annem, vücuduma yayılan strese engel olamıyordum.
"Öğleyse dışarda buluşalım" diye bir öneride bulundum. "Baban, adamları özellikle evine davet etmişken bunu asla kabul etmez, kızım." Annemin bezgin çıkan sesi artık bizimle uğraşmaktan yorulduğunu belli ediyordu. Sertçe yutkundum, "Tamam" dedim ve aramayı sonlandırdım. Annemin hoşuna gitmemiştir yüzüne telefonu kapatmam ama daha fazla uzatmak istemedim.
Güzel başladığım günümün berbat bir şekilde devam etmesini kesinlikle tahmin etmemiştim. İçimde ki huzursuzlukla dış kapıya çıktım. İsa, bahçe kapısının ardında muhtemelen çekim yerine gideceğimiz arabanın yanında duruyordu. İlerlerken bahçeye göz attım. Geniş, oldukça büyük ve bol yeşilliklerin hakim olduğu güzel bir bahçeydi. Bu kocaman malikaneye anca böyle bir bahçe yakışırdı.
Yolcu koltuğunu açan İsa'ya nazik bir gülümsemeyle karşılık verdim. Kendisi de yerine yerleşerek çekim yapılacak yere doğru hareketlendik. Yol boyunca akşamki yemeği düşünsem de gitmekten başka bir şansım yoktu. Tarık Ilkın'ın evine davet ettiği misafirlerine yapılacak en ufak hatada hayatının dersini alırdın. Kendisiyle yeterince yüzgöz olmuşken daha fazlasına gerek yoktu.
Sıkıntıyla yerimden hareketlendim. İsa'nın dikkatini çekmiştim. "Yengem, bir sıkıntı mı var?" diye sordu. Yengem diyerek beni bu kadar hızlı benimsemesi ilginçti. "Sorun yok" dedim. Geldiğimizde İsa'nın kapıyı açmasını beklemeden indim. İki adım atmıştım ki karşıma çıkan Atıf'la adımlarım sekteye uğradı. Üzerime doğru hiddetle yürümesi beni kesinlikle korkutmamalıydı.
Yüzüme en kocamanından bir gülümseme yerleştirdim ve;" Atıf, n'aber" diye şakıdım. "Sen.." duraksayarak derin bir nefes alıp tekrar konuştu. Galiba düşündüğümden daha çok sinirliydi. "Sen, gecenin bir yarısı nasıl habersiz kulübe gidersin. Beni uyutup gitmekte ne demek, Güneş?" dedi tüm siniriyle. Kızaran yüzü ve sinirden kalınlaşan sesiyle Atıf bambaşka biri oluyordu.
Sesimi yumuşak tutmaya özen göstererek, "Bunu burada konuşmayalım istersen, gel kulise gidelim daha rahat konuşuruz." Dediğimde yerinde durmaya devam etti. Hayda! Gözlerinin içi kanlanmıştı uykusuzluktan. Akılsız kafam, ne diye haber vermiyorsun. Arkamda duran İsa, Atıf'ın biraz gerisinde duran Mehtap ve birkaç kişi daha bize bakıyordu. Atıf'ın elinden tutarak çekiştirdim. Kendi isteğiyle hareket etmiş olmasa mümkün değil onu yerinden kıpırdatmam. Bu erkekler neden bu kadar kaslı olma meraklısıydı anlamış değildim.
Kulise girmemizle elimi iterek benden uzakta durdu. "Bak, haklısın. Sana haber vermeden gitmem hataydı biliyorum. Ama sende beni anla, o an çok bunalmıştım ve farklı bir ortama ihtiyacım vardı." Dedim açıklarcasına. Yüzünde ki ifadede bir değişiklik olmadı. "Uyandığımda seni bulamayınca ne hissettim haberin var mı senin? Aklıma ilk gelen şey neydi biliyor musun?" dediğinde büyük bir hata yaptığımı fark ettim. Pişmanlıkla geriye adımladım. Durmadı, üzerime gelmeye devam etti. "Yine seni o halde bulacağım diye aklım çıktı." Yüzüme çarpan geçmişle sarsıldım.
"Sen bu şekilde düşüncesizce davranmaya devam edersen eğer..." duraksadı ve duymak istemeyeceğim kelimeleri telaffuz etti. "Ben yokum" dedi hiddetle. Bunu beklemiyordum. Gerçekten de. Yüzümde dehşete düştüğümü belli eden ifadeyle baktım. Fakat Atıf çoktan çıkıp gitmişti. Ayakta durmaya mecalim yoktu, arkamdaki sandalyeye bıraktım kendimi. Dolan gözlerimden yaşların akması kaçınılmazdı. Beni bu şekilde ağlattığı için onu kolay kolay affetmeyecektim.
Çekim saatinin yaklaşmasından dolayı toparlanmaya çalıştım ama ne kadar mümkündü bilmiyorum. "Güneş hanım müsaitseniz hazırlanmanızda yardım etmek için geldim." Diyen Mehtap'ın sesiyle hızla yüzümü sildim ve gelmesine dair onay verdim. Mehtap'ın yardımıyla giyeceğim elbiseyi rahatlıkla giyindim ve makyajımın yapılmasıyla da tamamen hazır hale geldim. Benim için özel dikilen tül maskemi de taktığımda çekim alanına geçtik. Kameraman Asaf'ın yönlendirmesiyle çekimlere başladık.
Aklımda ki düşünceleri bir süreliğine de olsa geriye doğru iteledim. Düşünmek her zaman huzur vermezdi, fazla düşünmek huzur kaçırırdı. İç huzuru bulamamışken fazlasıyla kaygı yaşamak istemiyordum. Yüzümde ki tebessüm, küçük dağları ben yarattım havasında görünüyor olmam tamamen arkasına sığındığım bir maskeydi.
Yüzüme taktığım maske yetersizdi ve ben bir maskede ruhuma takmıştım. Kimsenin görmediği, bilmediği acı geçmişimi saklamak kolay değildi. Ve ben hiç kolay yolu seçmemiştim.
-bitti-
Bol güneşli günler....
Bölüm hakkında ki düşüncelerinizi merakla bekliyorum.
Kendinize iyi bakın, hata olmuşsa affola diğer bölümde görüşmek üzere...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |