Yeni Üyelik
14.
Bölüm

13. Susmak

@zorronezi

İyi okumalarrrr

İyi okumalarrrr






***

13. Bölüm
"Susmak"

Pürüzsüz yüzünü incelerken kolumu koltuğun başına yerleştirip başımı da koluma koydum. Parmaklarım ilk kez saçlarına değmek için çırpınıyordu. Kızıl güneş içimde akan kırmızı sıvıyı fokurdattı; bir kere şerbetin tadına bakınca böyle bağımlı olunuyordu demek.

"Babam Kuzgun lakaplı bir istihabaratçıydı yani öyleymiş. Annem de İtalyan asıllı- Yunan melezi olduğunu da sonradan öğrendim- bir mafyanın kızı. Yıllar önce babam görev için Konstantinopolis'e geliyor, annem de bir davet için. Annem şehre aşık olup ailesine burada birkaç ay kalıp tatil yapacağını söylüyor. Tabi hepsi fasa fiso, ilk görüşte aşık olmuş babama." Dudağı kıvrılmış bir şekilde anlatıyordu tüm bunları. Sanki hüzünlüden ziyade mutlu bir sona kavuşacak gibi.

"Babama ilk görüşte aşık oluyor ama babamın sadece görev için orada olduğunu bilmiyor. O birkaç ay oluyor sana koskoca iki yıl, babamdan eser yok. İtalya'ya arada bir uğrayıp geri Konstantin'e dönerken bir gün babam Akif'i yeniden bulup takılıyor peşine."

Gözlerini birkaç saniyeliğine açtığında pür dikkat dinleyen ifademi gördü. Burukça gülümseyip devam etti oysa ben gülüşünün köşesinde takılı kalmıştım. "Sonra neler yaşandı dersen... Kaç yıl geçmiş bilmiyorum ama annem İtalya'daki ailesine bir Türk'le evlendiğini söyleyince evlatlıktan reddediliyor. Babam, anneme bir ailesi olmadığını söylüyor çünkü gizli bir görevde ve karşısında İtalyan mafyasının kızı var. Annem hep şüpheleniyor babamın bir şeyler sakladığından ama aşkından kör kütük sarhoş olmuşken umursamıyor da. İstanbul'da yaşıyorlarmış bu sürede. Hamilelik haberinden iki ay sonra babama büyük bir görev çıkıyor; Konstantinopolis'te. Gitmeden önce anneme her şeyi anlatıp onu kendi ailesine emanet ediyor, dönemezsem onları bul diyor. Aylarca dönmüyor, ölüm haberi geliyor. Haliyle herkes kabullenirken annem öldüğüne asla inanmayıp karnı burnunda her yerde onu arıyor. Aşkın en illet haline tutulmuş, zehir zemberek bir hayat artık onu bekliyor."

Gülüşü artık tamamen yok olmuştu. "Akli dengesini yitirip hastanelere düşüyor. Annemin soyadı artık bir Türk soyadı olduğundan akıl ve ruh hastanesinde doğumu başlamışken kimse gözünü çevirip de bakmıyor sırf bir Türk daha doğmasın diye. Sonra Türk bir hemşire gelip doğuma yardım ediyor, ismimi bile o koyuyor. Yıllarca ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde annemle kimliksiz bir şekilde yaşadım o günden sonra. Bazen o Türk hemşire baktı, bazen bana acıyan diğer hastalar. Etrafta koşuşturup dururken altı yaşımda Türk istihbaratından bir asker, o hemşireyle konuşup Türkiye'ye gönderilmem için işlemler başlatmış. Beni nasıl ve nereden bulduklarını hiç bilmedim. Ölüm döşeğinde annemin ellerinden alınıp- daha doğrusu hastanenin ellerinden- İstanbul'da özel bir eve gönderildim. Sıradan bir kimsesiz çocuk değildim; kimliksiz, geleceği şekillenebilecek bir askerdim gözlerinde. Büyüyünce öğrendim meğer o gece Yunan askerleri de peşimdeymiş ama Türkler hızlı çıkmış."

Nasıl tüm bu olanları böyle kolay anlatabiliyordu. Diken diken olmuştu kollarım. O yaşta neredeyse koca bir yük omuzlarındaymış meğer. Gözlerinde hiç görememişim acılarını. Benim gibi sadece annesiz değil yuvasız büyümüş. Bir yere ait olmamanın ne demek olduğunu benden iyi biliyor olmalıydı.

"Sağ olsunlar hiçbir şeyden geride kalmadan büyüdüm, okudum, asker olarak yetiştim. Ailem, duygularım ve yuvam dışında her şeyim vardı. İlk görevim yirmili yaşlarımın başında İtalya'ya gizli bir görevdi. Oradaki annemin ailesini de arkama alıp Çağlar Kuzgun oldum artık. İlk kimliğimi yirmi yıl sonra aldım ellerime. Tam bir silahtım anlayacağın; şu bayrak, ülkem, vatanım söz konusu olmasa kinlenirdim belki. Ama vatan sağ olsun, bir gün elbet kazanacağız ve benim de ailem olacak dedim."

Başımı koltuktan kaldırıp omzuna yaslandım, irkilip gözlerini araladı. Gözlerine baktığımda artık vicdan azabı çekmiyor aksine umutlanıyordum. Bana umudu vadediyordu Çağlar Kuzgun.

Derin bir nefes çekti, "Sonrası zaten malum, yıllarca ralli kariyeri yapıp Konstantinopolis adına bilgi sızdırdım İtalya'nın en önemli ralli pilotundan. Ralli pilotunun babası politikacıydı tabi asıl adamım da oydu. İtalya görevi bittiğinde artık Konstantinopolis'in en güvenilir askerleri listesindeydim. Sonunda merkeze görevlendirildim ve Türk istihbaratının asıl istediği yeri, konumu yıllar sonra elde edebildim. Hem Barış Bakanı'nın evindeyim artık hem de İstanbul'un tam merkezinde emrimde onlarca asker var."

"Türk istihbaratı babamın evine de mi girmeni istedi?"

"Türk istihbaratı bakanı ve dosyası bomboş kızından bilgiler istedi. Ben de en iyi şekilde yerine getiriyorum."

"Gerçekten dosyamı Türk istihbaratı bile bulamayacak kadar mı gizliyorlar. Meraklandırıp durma ayrıntılı anlatsana Çağlar."

Güldü ve içim eridi. "Dilim damağım kurudu ayrıntılı anlatmaktan daha ne diyeyim. Telefonuma babanın bilgileri atıldı ve senin dosyan neredeyse bomboştu."

"Nasıl doldurdun dosyamı ne yazdın peki." dedim heyecanla. Gözleri açılıp bana döndüğünde içi parıldıyordu. "Çağlar Kuzgun'un nişanlısı yazdım bir de fotoğrafını koydum bitti."

Koca bir kahkaha patlattığımda başımı omzundan kaldırmıştım, o da dikleşip yüzüme bakıyordu. "Rica ediyorum ciddi ol." diye sitemde bulundum.

"Sen böyle kibar olursan benim içimdeki maço Türk kanı ne yapsın be güzelim." diyerek makas aldı yanağımdan. Zerre rahatsız olmadım, birazcık ürktüm.

Bir kahkaha daha patlattığımda artık gözlerimden yaşlar süzülüyordu. "Ay! Ya başka bir Bakan'a görevlendirilseydin ne olacaktı?" Düşüncesi bile tüylerimi diken diken etmişti. Ya asla kozamı çatlatacak o kişi bana gelmeseydi?

"Başka bir Bakan söz konusu değildi. Barış Bakanı demek bu ülkenin en büyük bağı demek biliyorsun ki. Babanın bağlı olduğu parti seçimi almalı ve böylece ayağı daha kolay kırılmalı. İnsanlar geçici Cumhurbaşkanını sevmiyor dolayısıyla işler zor."

Zihnim karman çorman olmuştu. Çok basit bir şeymiş gibi anlattığı tüm bu trajedinin ardından politik konular konuşmak beni zorlamıştı çünkü duygular arası geçişi kolayca beceremiyordum.

Akıl hastanesinde büyümüş bir çocuk ne kadar normal olabilirdi, diye düşünürken Çağlar'ın bu güçlü duruşunun kaynağını buldum. Aşkından deliren bir anne, vatanı uğruna şehit olan bir baba, var olmayan kimlik; Çağlar Kuzgun'un Çağlar Kuzgun olmak için verdiği savaş o küçücük yaşında kim bilir ne kadar zorlamıştı onu.

Yalnızca canı yananlar anlayabilirdi bir başka acıyı. Başımı kaldırıp baktığımda gördüğüm o yeşil hareler artık daha anlamlıydı. Güneş yüzünde batmıştı, artık etraf mavi renge bürünüyordu.

"Şimdi bana bunları anlattın ya." Ciddi bir şey söyler gibi dikleşip gözlerinin içine baktım iki saniyecik. "Ben de artık sizden miyim?"

Gülüşü büyüdükçe büyüdü, başını arkaya atarak boğuk bir kahkahayla güldü. Yanağımdan tekrar makas alırken "Sen hep bizdendin." dedi. Bu küçücük hareketi bile bir anlık kalp spazmına sebep olmuşken artık daha yakınımda olacağını bildiğim için kalbime söz geçirmeliydim yavaşlaması adına.

Saate bakınıp iyice geç olduğunu gördüm. "Artık dönmeliyim, Çağlar." İlk defa bana bakarken yüzünü astı. Eve dönmeliyim, bile diyemiyordum o yere. Çünkü burada geçirdiğim birkaç gecede bile daha çok evde gibi hissettiğimde gerçek aidiyeti tattım. Kalp atışlarının sakinleştiği, huzurla gözlerini yumduğun bir yermiş meğer ev; tetikte bir uyku ve uyurken bile yarı açık zihin değilmiş.

"Seni bırakacağım, ceketimi alıp geliyorum."

"Boşuna gelme. Görevden döndün, yorgunsundur."

Göz kırpıp ayaklandı. "İyi adamlar nişanlılarını evlerine bırakırlar." Yukarı çıkıp odasına girdikten hemen sonra kapısı tekrar açılmıştı. Asma kat olduğundan her yer ortadaydı, korkuluklardan eğilip aşağı doğru seslendi, "Sen... Benim odamda mı uyudun?" diye.

"En rahat orası gibi görünüyordu." Başını sağa sola sallayarak muzipçe gülümsedi; onda en sevdiğim gülümseme şekliydi bu. Çağlar geldiğinden beri o gülümsedikçe ben gülümsüyordum; duygularıma yön veriyordu sanki.

Merdivenleri inerken kapıyı açıp arabama doğru ilerledik. Anahtarı ona uzatırken birden bileğimden yakaladı, kaşlarımı istemsizce çatıp başımı kaldırdım ve yüzüne baktım. Akşam rüzgarı elbisemi ve saçlarımı uçuşturuyordu, tutamlarım omzuna çarptı.

Avucundaki parıltılı şey gümüş bir kolyeydi. Küçük bir gül figürlü, gümüş bir kolye. Benim için ne anlam taşıdığını biliyordu güllerin. Çağlar, ruhu ince bir adamdı ama gerçekten böylesi berrak bir incelik hiçbir erkekten beklemediğim kadardı.

Çenem titredi, gözlerim doldu; bir erkekten aldığım ilk hediyeydi bu kolye. Bir avucuma bir Çağlar'a baktım. "İzin verirsen takayım mı?" diye sordu temkinli bir şekilde yüzüme eğilip.

Boğazımın düğümünden konuşamadım, başımı salladım. Avucumdan aldı, yaklaşıp beni koynuna sakladı. Saçlarımı bir kenara çekip kolyeyi takarken bulunduğum konumu dünyanın en huzurlu yeri ilan etmiştim artık; Çağlar'ın göğsü.

"Teşekkür ederim." Burnumu çekip gözyaşımın düşmesini engellemeye çalıştım. Kolyeyi takıp hafifçe uzaklaşırken parmakları çenemi kavradı, irkilmedim bile. "Ben teşekkür ederim, tüm bu yalnızlığın içinde var olduğun için."

Sert bir rüzgar daha esip saçlarımı yüzüne çarptığında şimşek sesiyle irkildim. "Gitsek iyi olacak." Parmaklarını çenemden ayırıp arabayı açtığında hızla yerleştim. Günler sonra onun sürdüğü arabaya binmek bile huzurlu hissettirmişti.

Trafik yoktu, eve varışımız hızlı olmuştu. İçeri girmesini beklemiyordum fakat hemen arkamdan adımlarını duymak rahat hissettirmişti. Kapıyı çalarken yandan bakışlarla onu izliyordum, farkında olduğunu bilerek bakmaya devam ettim. Çelik kapının açılma sesiyle beraber içeri adımımı attım, Güzide'yi görmemle arkaya sendelemem bir olmuştu.

Yüzü solgun ve sanki daha da yaşlanmıştı. Onu hastanede kablolara sarılı gördüğümden bu yana daha da iyileşmişti fakat ayakta ve karşımda olmasını beklemiyordum. Koktum, ona yakın olmak bana yine o günü hatırlatmıştı.

Çağlar arkamdaki varlığını belli etmek için bana iyice yaklaşmış ve bu her şeyi daha da sarpa sardırmıştı. Ellerimi yumruk yapıp hep yaptığım gibi göğsümde birleştirdim. "Güzide?" kelimesi döküldü dudaklarımdan. "İyileşmişsin." dedim umutla ve biraz da korkuyla.

Anın etkisiyle Çağlar'ın arkamdaki varlığı bile tehlikedeymiş gibi hissettim. Sanki artık ona da dokunmamalıymışım gibi, halbuki daha saatler öncesinde sarılıyordum ona.

"İyileştim, kuzum."

Bana kızgın değildi, gülümsüyordu. Kırışık göz kenarları daha da kırışacak kadar gülümsüyordu hem de. "Bana kızmıyor musun?" iye sordum vereceği cevaptan deli gibi korkmama rağmen.

"Estağfurullah neden kızayım? Sen bana ne ettin de kızayım?"

Sarılmak istedim, alçakgönüllülüğü karşısında bir kere daha inandım iyi insanların gerçekten var olduklarına. Canını deli gibi yakmama rağmen suçu bende bulmayıp kızmamıştı.

"Ee ne duruyorsunuz, içeri girin."

Adımlarım beni salona götürürken Çağlar da peşimden geliyordu yine. Herkesi yemek masasında yakalamayı beklemiyordum elbette. Babam gelmişti, bu akşam geç saatlere kadar programı olduğunu sanıyordum oysa.

"Ah! Ofeli ve Çağlar gelmiş!" dedi Yunan aksanıyla. Atina doğumlu olmasına rağmen yıllardır burada yaşıyordu, etrafı Türkçe konuşan insanlarla doluydu ama asla bırakmıyordu aksanını ve Türkçe cümlelerin arasına Yunanca, İngilizce kelimeler karıştırmayı; bilerek yaptığına bile emindim.

Elene'nin sahte sevinç nidasıyla beraber Çağlar baş selamı verdi herkese. "Gelin, gelin. Oturun, biz de sizden bahsediyorduk."

Babam öfkeli görünüyordu. Televizyonda son seste haberler oynuyor, elindeki telefonla hareretli bir konuşma yapıyordu.

"Afiyet olsun." dedi Çağlar. Masada Elene'nin yanındaki yerimi alırken o da Viktor'un yanına, tam karşıma oturmuştu.

"Evet Philip... Derhal sildirin!.. O zaman yerine başka bir haber başlığı bulun, daha büyük bir haber patlatın! Kapat!"

Telefonunu masaya vurarak bıraktı. Elene elini babamın omzuna yerleştirip sıvazlarken "Tansiyonun yükselecek biraz sakin olur musun hayatım." dedi. Öfkesinin kaynağı olmayı istemezdim ve olmaktan da korkuyordum.

Babam sanki varlığımızı yeni fark etmiş gibi kimize bakıp durdu. "Hoş geldiniz." Çağlar cebinden küçük bir şey çıkarıp "Bu sizin için Sayın Bakan." diyerek babama uzattı. Gri bir usb bellekti; artık babama verdiği her şeyin Türk'lerin geleceği uğruna olduğunu hatırlayıp rahatladım. Vicdanım derinlere gömülüp oldukça rahat bir beklemeye ayrılmıştı.

"Sonunda lanet günü iyileştirebilecek bir şey." Usb belleği cebine atarken telefonundan kısa bir mesaj çekip "Teşekkür ederim Üsteğmen." dedi. Çağlar gerilmiş çenesiyle babama değil bana bakıyordu. Kaşlarımı çatıp önüne dönmesini işaret ettim, babamın herhangi bir şüphesi ikimizi de bitirebilirdi.

Önüne dönüp çalışanın ona servis açması için bıraktığı tabağa karşılık "Tokum, teşekkür ederim." diyerek yemeği geri çevirdi.

Telefon ekranıma düşen bildirimle irkildim. Çünkü babamın bildirim sesiydi; onun mesajlarını kaçırmamak için ayrı bir bildirim sesi yapmıştım.

Bakan: Müştemilatın mutfağına git ve beni bekle.
Derhal!

İki ayrı mesajı korku dolu gözlerle okurken Çağlar'ın gözleri üzerimdeydi, zaten hiç ayrılmamıştı bile. Daha eve adım attığım ilk dakikadan beni korkudan titreten bu adamın gazabından nasıl kurtulacaktım ben?

"İzninizle, hemen dönerim." diyerek kimsenin yüzüne bakmadan kalktım. Çağlar'ın herhangi bir tepkisini de beklemedim çünkü çıkabilecek en ufak kaos her şeyi sarpa sardırırdı.

Koşar adım oradan uzaklaşırken tırnaklarımı kemiriyordum. Elbisemin açıkta bıraktığı kollarım diken diken olmuş, ölüm anını bekleyen idam mahkumu gibi titriyordum. Zaten dakikalar önce Güzide'yi görmek anılarımı canlandırırken bir de salondaki olay mahalinin yanından geçince midem alt- üst olmuştu.

Müştemilatın mutfağına geçip bekledim. Çiğnenmiş kurallar gözümün önünden geçerken hangisi için yargılanacağımı düşünmeden edemiyordum ki kapı açılıp kapandı. Öfkeli nefesini dizginlemeye çalışırken "Tüm bunların bedeli ağır olacak Ofelya Zaharyas!" dedi babam.

Peki ama hangisi?

"Sokak yarışı!" diye bağırdı. Neden müştemilat mutfağını seçtiğini şimdi anlamıştım; daha rahat öfke kusabilmek için. "Çağlar'la sokak yarışına katıldın! Bir de insülin aletini çıkartmışsın!" Elini şıplatıp doğruca ona bakmamı sağladı. "Kuralları çiğnemenin bedelleri olurdu değil mi kızım?"

Sözleri korkuyla sinmeme sebep oluyordu. Birkaç adım geri attım, ellerimi yine göğsümde yumruk yapıp savunma pozisyonu almıştım. "Özür dilerim, baba." Çaresizce özür diledim çünkü yapabileceğim başka bir şey yoktu.

"Bazen katil olduğunu unutuyorsun sanırım."

Nefesim kesildi, ellerimin titremesini engellemeye çalıştım. Güzel şeyler düşünüp onu duymamaya çalıştım; koskoca ömrümde tek güzel şeyin Çağlar'ın gözlerinde bana vadettiği özgür bir dünya olduğunu o an fark etmiştim.

"Devran'ı hatırladın mı Ofelya?" İlk kez bu kadar yakınıma yaklaşmıştı, nefesi yüzümü vuruyordu. Bana değer diye korkmadım, değsin ve ölsün istedim. "Büyükanneni ve büyükbabanı hatırladın mı? Kollarında kan kustular hatırladın mı!?"

Gözlerimden bir damla yaş düştü. Nasıl unuturdum ki?

Ellerimle kulağımı kapattım. "Sus!" diye bastım çığlığı. "Sus artık sus!" Gözlerinin dehşetle büyüdüğünü son anda görmüştüm çünkü gözlerimi kapatıp kendimi soyutladım oradan. "Duymak istemiyorum, sus! Sus!"

Ses çıkarmamı beklemiyordu, sineceğimi sanmıştı ve ben ilk kez ses çıkarıyordum. Çığlığım öyle güçlüydü ki tüm duygularımı kusuyordum. Gözlerimin aralandığı o ufacık saniyede içeri giren Çağlar'ın tek adımda önüme geçip bana gölge yaptığını gördüm. Babamın kollarını tutup onu arkaya savurduğu gibi bana döndü ama dokunmadı hiç.

Gözyaşlarım ve hıçkırıklarım arasında açtım kulağımı. Buğulu görüntüler gözlerimi kırpıştırınca netleşti. Çağlar korkarak gözlerimin içine bakıyordu, "İyi misin Efsun?" dediğini güçlükle algıladım.

Elene, babamı tutmuş sakinleştirirken anlamsızca baktım ikisine. Sonra Viktor'un endişeyle bana geldiğini gördüm. "İyi misin abla?" dedi beklemediğim bir şekilde. Abla demesi bile öyle iyi gelmişti ki. Çağlar öfkeden çenesini sıkarken "Cevap ver artık Efsun!" diye bağırdığında bir kere daha irkildim.

Ondan da uzaklaşmak için geri geri adım attım. "Bağırmayın artık bana! Sesinizi yükseltmeyin! Lütfen, lütfen!" Gücüm kalmamıştı. Çağlar'ın öfkesini kontrol edemediğini biliyordum ama en azından böyle bir anda bana sesini yükseltmemesi gerekirdi.

"Git buradan Çağlar, aile meselesine karışma." dedi babam sertçe. Elene hala onu göğsünden tutmuş sakin olması için yanında duruyordu. Çağlar arkasını dönüp "Şu an bir asker olarak değil kızının nişanlısı olarak buradayım ve onun bir daha canını yakarsan yaptığımız anlaşmanın hiçbir hükmü kalmaz." diye tehdit ettiğinde ortam aniden ölüm sessizliğine büründü. İlk kez babama karşı saygı ekleri kullanmadan konuşuyordu.

Yeniden bana döndüğünde başım yerdeydi, yüzümü görmek için eğildi. "Özür dilerim." Sesi az öncenin aksine sakindi. "Benimle gelir misin?"

Babamın önünde kuralları aşıp yendiğimi göstermiyordu, benden olabildiğince fiziksel uzaklık sağlıyordu yine. Başımı kaldırıp yüzüne baktığımda yine bana özgürlüğü vaadeden gözlerini gördüğüm gibi yumuşadım. Bu olmamalıydı, aşık olmadığım bir erkeğe böyle bakmam doğru olmamalıydı değil mi?

Fakat bir tek ona güvenebilirdim artık. Çünkü tüm bu insanlar arasında zulme başkaldırıp vicdanımı susturan tek kişiydi. Başımı salladığımda gülümseyip dikleşti, arkasını döndü "İzninizle Sayın Bakan. Öfkeniz geçene kadar kızınıza çok iyi bakacağım." dedi keyifle.

Çağlar'ın hemen ardından ilerlerken başımı kaldırmadım bile, sadece geçip gittim. Mutfaktan çıktığımız gibi derin bir soluk verdim. Yeniden bir Güzide vakası daha yaşamamış olmam büyük bir mucizeydi.

Dış kapıdan çıktığımız gibi yüzüme vuran rüzgar ve yağmur beni kendime getirdi. İkimiz de arabaya ilerlemek yerine olduğumuz yerde kaldık.

"Şimdi ne olacak?" diye fısıldadım.

"Her defasında korumacı yanımı ortaya çıkarıp bana mantıksız şeyler yaptırdığın için inan... ben de bilmiyorum."

Kaşlarımı çatıp başımı sağıma çevirdim. "Bilerek yapmıyorum."

"Biliyorum." Derin bir nefes alıp burun kemeriyle oynadı. "Mutfakta sana bir şey yaptı mı?"

"O bana bir şey yapmaz. Sadece biraz canımı yakıp bırakıyor."

"Daha kötü ya a*ınakoyayım."

Kaşlarımı daha da çattım. b"Böyle bir küfrü senden duymak hiç yakışmadı."

Kahkaha atıp inci gibi dişlerini bana gösterdi. "Neden yakışmadı?"

"İyi birisin ve iyi insanlar böyle küfürler etmemeli."

Başını iki yana sallayıp cebinden sigarasını çıkardı. Kapının girişinde olduğumuz için yağmur üzerimize gelmiyordu ama rüzgar yüzünden sigarasını yakabilmek için biraz uğraştı. Sonun derin bir nefes çekip "Sandığın kadar iyi bir adam olmadığımı fark ettiğinde üzülme."

"Değilsin." dedim kör gözle. Sadece içimdeki sesi dinledim. "En fazla birkaç kadının kalbini kırmışsındır."

Burukça güldü. "Kadınlar aşk istiyordu, ben de eğlence. Onlar aşkı bende bulamadı, ben eğlenceyi onlarda; doğal olarak kalpleri kırıldı, bunda benim suçum yok bence."

"Neden aşık olduğun bir kadınla mutlu olmak varken sadece eğlenmek için takıldın ki?"

"Kimliği bile gerçek olmayan bir adamın kalbinde aşk olmaz gülüm."

Cümlesi kalbimi kırmıştı. Sanki hayallerimde koca bir dağ devrilmiş de altında kalmıştım. Yağmur damlalarından birinin yüzüme çarpıp gözyaşı gibi yanağımdan süzülmesi de kaderin cilvesiydi sanırım.

En başından bildiğim bir şeydi duygulara karşı tutumu ama şimdi neden böyle çökmüştüm birden?

Burukça gülümseyip önüme döndüm. "Gidelim yoksa ayakta uykuya dalacağım." diyerek arabayı çalıştırmak üzere ilerledi. Peşinden giderken hiçbir şey düşünmüyordum, aklımdan geçen tek şey ona kapılmamaktı. Çünkü sonum olurdu.


 

Çağlar arabayı günlerdir onu beklediğim gerçek evine sürüyordu. "İnsülin aletinden neden şüphelendin? Nasıl anladın artık şeker hastası olmadığımı."

Direksiyonu daha sert kavradı. "Aslında hiçbir zaman değildin. Baban seni daha rahat takip edebilmek için şeker hastası olduğunu söyleyip aletlerin içine takip cihazı yerleştiriyormuş. Sana aldığım insülin aletine kızdığında şüphelenmiştim."

Gerçeklik algımı kaybetmiş gibi bakakaldım yola. Bir baba kızına neden bunu yapardı, diye düşünürken aklıma kollarımda can veren üç kişi geldi. İntikamını böyle alıyordu demek.

"Fark etmiş." dedim. "Takmadığımı."

"Güzel. Artık uyandığını anlamış demek."

Eve yaklaştığımızda kapıda park etmiş olan diğer iki arabaya merakla baktım, Çağlar zaten beklediği bir şeymiş gibi sakince arabadan iniyordu. "Kim gelmiş olabilir ki?"

"Kuyruklarım."

Gülümseyerek ilerlemeye başlamıştım ki "Güldün mü sen sonunda?" deyişi aniden kendimi toparlamama sebep olmuştu. Neden toparlıyordum ki?

Çağlar aniden kolumu kavrayıp beni kendine çevirdiğinde şaşkınlıkla "Hi!" nidası dökülmüştü. Alışamıyordum dokunuşlara kolayca. "Artık yasaklar ve kurallar yok, gülümsemeni göstermek kötü bir şey değil."

Anne gördün mü sonunda birisi bana gülümsememi söylüyor!

Parmaklarını sardığı kolum önce buz kesti sonra alev attı sanki. "Deniyorum." diyebildim sadece. Parmaklarını çekmesiyle boşluğa düştüm sanki. Derin bir soluk verip arkasında onu takip ederken bahçe kapısından girmiştik. Çitler yüzünden Çağlar'ın arkadaşları ve Hira'nın bahçede oturduğunu yeni görebiliyorduk.

"Komutanım!" diye çıkıştı Boris heyecanla ardından beni fark ederek elleriyle ağzını kapattı. Herkes buz kesmişken elimi havaya kaldırdım ve "Her şeyi biliyorum." dedim keyifle.

Boris ellerini kalbine koydu, "Vallahi bir an ölüm fermanımı imzaladım sandım." Çağlar onların yanında gerçek bir komutan edasıyla ciddiyete bürünüyorken kaşları çatık bakmaya devam etti Boris'e. "Ne yapayım komutanım size Çağlar demek üç büyük günahtan biri gibi hissettiriyor."

"Üç büyük günahı üzerinde denememi istemiyorsan sus Boris."

Boris asker selamı verdi. "Emredersiniz komutanım!"

Çağlar arkasından "Gevşek." diye söylene söylene ilerledi bahçede.

Ender elinde çevirdiği anahtarı havaya kaldırdı. "Bakıyorum da kilidi değiştirmişsin Kuzgun." Ondan rütbeli olmasına rağmen komutanım demiyordu Ender. Belki de artık yakın arkadaş olduklarındandı.

Boris'in aksine saçları kumraldan en uzak kahverengiydi. Boris tam bir melez tiplemesiyken Ender klasik bir Türk'ü anımsatıyordu. Çağlar cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı açarken "Efsun geldiğinde sizin pat diye girmenizi önlemek için." diye yanıtladı onu.

"He, o bakımdansa tamam."

"Başka bakımdan olsa ne yapabilirsin Nadir Çelebi."

"Yalnız göbek adıma kadar ifşa oldum şu an komutan."

Çağlar, Ender'in ensesine tokadı indirirken içeri girmişlerdi.

Hira onların aksine sessizce köşesinde bana bakıyordu. "Artık yalan söylemeyecek olmak beni çok mutlu etti." Ayaklanıp yanıma geldiğinde ben de gülümsüyordum. "Türk askeri Hira Grivas, tanıştığımıza memnun oldum."

"Efsun Gümüş, ben de memnun oldum."

İkimiz de karşılıklı kıkırdayarak girdik içeri. Boris ve Ender koşar adım televizyonun önündeki koltuğa oturup playstaison'a oturunca gülümsemeden edemedim yine. Bu gidişle yanaklarım acıyacaktı.

Anne! Yeni arkadaşlarıma bak!

Çağlar odasına doğru çıkarken ben de guruldayan karnımı susturmak için salondan mutfağa ilerliyordum. Telefonumu tezgaha bıraktım, dolabı açıp kendim için aldığım birkaç malzemeye baktım. Çağlar'ın tüm mutfakları gerçek anlamda boştu.

Klasik bir makarna ve fırında tavuk yapmak için malzemeleri tezgaha bırakırken kapı pervazından duyduğum adımlardan gelenin Çağlar olduğunu hissetmiştim. "Ne yapıyorsun bakalım?"

Omzumun üzerinden baktım. "Klasik bir şeyler." deyip önümdekileri gösterdim. "Makarna ve tavuk." Üzerine rahat kıyafetlerini giymişti; siyah tişört ve siyah pijama.

"Ben ne yapıyorum?"

Düşünür gibi yapıp "Salata?" dedim. Buz dolabını açtığında malzemeleri çıkarırken "Sen mi aldın bunları?" deyip tezgaha dizdi, hemen yanıma. Tencere bulmak için dolapları karıştırırken Çağlar'ın koca cüssesini hemen dibimde hissedince kımıldayamadım. Tam üzerimdeki dolabı açıp tencere çıkarmıştı.

"Ben aldım."

Bir yandan yemek hazırlıyor diğer yandan konuşuyorduk ve bu biriyle yaptığım ilk aktiviteydi. Çünkü eskiden yemeklere karşı çok hassastım; sonra bu hassasiyetten vazgeçmek zorunda kaldım. Bir gün az kalsın açlıktan ve vitaminsizlikten ölmeme sebep olacaktı.

"Sıkılmadın mı burada?" dedi sanki bir şey için ağzımı aramaya çalışıyor gibiydi. Dudağımdan bir "Cık!" sesi çıkarıp başımı olumsuz anlamda salladım. Su kaynarken tavuklarla ilgilendim. "Tatil gibiydi. Kafamı dinleyip kitap okudum, sanki..." Devam edip etmemekte tereddütlüydüm. Sanki cümlemi bitirirsem ucu bir şeyleri ititraf etmeye çıkıyordu.

Merakla başını çevirip bana bakarken parmakları durmuştu. "Sanki kendi evim gibi." Utançla önüme dönüp çöpleri avucumda unufak etttim. "Rahattım yani. Babamın olmadığı her yerde olduğum gibi."

"Anladım."

Bir saate neredeyse her şey hazırdı. Karnım gerçekten guruldamaya başlarken mutfaktaki masayı hazırlıyorduk ikimiz. Sanki bir filmin son sahnesi gibiydi her şey. Hira mutfağa gelip bize katılınca her şey daha hızlı bir şekilde tamamlanmıştı. Diğerleri de geldi, tabaklarını doldurmak üzere aldığımda Çağlar hepsini elimden alıp baş köşedeki sandalyeyi çekiğp oturmamı işaret etti.

Gözlerim ondaydı, servis yapışını izledim. Parmakları büyüktü ama yine de bir askerinkine göre güzel ve bakımlı gibiydi. Askeri üniforma giymediğinde tüm elini yüzüklerle doldururken son zamanlarda pek takmıyordu. Sol elindeki gümüş yüzükle oynayıp duruyordu hep.

Önüme tabağı bırakırken göz kırptı; kadınları etkileme sanatını Çağlar yazmış olmalıydı. Yanaklarım pembeleşirken kimsenin dikkati üzerimde değil sanıyordum. Hira yandan bir bakış atıp "Kusmamı istemiyorsanız ötede aşk yaşayın." dedi.

Duyduklarımla birlikte sanki algılarım kapanmıştı. Aşk yaşamak böyle bir şey miydi? Bir kadın ve erkeğin birbirine böyle bakması aşka dahil miydi? Bunları Hira'ya sorsam beni aptal yerine koyar mıydı?

Anne keşke bana bunları da öğretseydin.

Yüzümün soluşunu belli etmemeye çalıştım. Çünkü eğer bu duygu aşksa, hayatımın en hatalı hissine kapılıyordum.

Çağlar çaprazıma oturup yemeye başladı. Yine öyle hızlı yiyordu ki ben daha bir kaşık almadan tabağını yarıladı. Başımı kaldırıp diğerlerinin tabağına baktım, asker olmanın bir kuralı mıydı hızlı yemek?

"Ender, tuzu uzatır mısın toprağım?"

"Ben senin toprağın mıyım peze-"

Çağlar öksürüp Boris'in ayağına masanın altından tekme savurdu. Boris ayağını tutup inledi, "Komutanım ama yani siz de... Neyse bir şey demiyorum sonra acısı çok çıkıyor." diyerek önüne döndü.

"Hira senin iş nasıl gidiyor?"dedi Çağlar.

"Bir sonraki izin günümde buluşacağım Johnson,la."

"Nerede?" diye sordu Boris.

"Bir restoran adresi attı."

Boris az öncenin aksine ciddileşti. "Canlı konum atmayı unutma."

Hira benimle olmanın yanı sıra bir de görevleriyle ilgileniyordu. Benim boş hayatımın yanında onunkinin bu denli dolu oluşu canımı sıkmıştı.

"Siz ikiniz. Boşuna bakışmayın, bulaşıkları yıkamadan kalkamazsınız."

Boris ve Ender zaten bunu bekliyormuş gibi oflandı. Hira'da yemeğini bitirdiğinde ayaklanıp salona geçerken peşine takıldım. Çağlar, Ender ve Boris'i yakalayıp bulaşıkları yıkamaları için başlarında bekliyordu.

Yemeğin ağırlığıyla salondaki koltuklardan birine devrildi Hira. Peşiden gidip yanına oturduğumda konuya nasıl gireceğimi bilmiyordum. Çağlar ve Ender sigara içmek için yanımızdan geçip bahçeye çıktılar.

Hira "Fena kıvranıyorssun." dediğinde dudağımı ısırarak baktım gözlerine. Gerçekten de gördüğüm en koyu renklere sahipti.

"Sıkıldım biraz, konuşuruz diye düşünmüştüm." Yanına doğru kaykıldım, ilk defa bir arkadaşıma isteyerek yaklaşıyordum. O da bunu beklemiyor olacak ki gözleri hafifçe büyüdü. "Clause ile nasıl geçti?"

İsmi duyar duymaz elleriyle kulağını kapatıp abartılı bir şekilde "Bahsetme bile, bahsetme!" dedi. Arkasındaki yastığı çekip kucağına koydu ve daha rahat bir pozisyonda oturdu. "Kimseye söyleme ama yarın Clause ile alışverişe gideceğim."

İstemeden "Ne!" diye bağırdığımda Hira ağzımı kapatmak için yeltenecek oldu ama son anda elini geri çekti. "Neden?"

"Çünkü biriyle buluşmam gerekiyor ve ömrüm erkeklerin içinde geçse de ne giymem gerektiğini bana söyleyebilecek bir tane bile arkadaşım yok. Sanırım Clause kadınlardan anlıyor ve bu balkabağını at arabasına çevirebilir."

Kaşlarım tek çizgi oldu. "Ben sana yardım ederdim."

"Biliyorum. Ama seni de zorlamak istemedim, o an aklıma geldi ve söyleyiverdim muşmula suratlıya."

Gerçekten şöyle bir uzaktan bakınca iki zıt kutuptular ama bu zıtlıklarındaki ince duruşla yan yana geldiğinde ortalığı yakabilirlerdi; tabi Clause biraz adam olabilseydi. Hira'nın ortalamanın üzerinde boyu olmasına rağmen Clause onun yanında durabilecek boya, posa sahipti. İkisinin de yakıcı bir aurası vardı. Yıllardır insanları uzaktan izlemenin verdiği sarraflıkla ikisinin de saf altın ve gümüş hissi verdiğini kolaylıkla söyleyebilirdim.

Hira'nın kara gözlerine bakan Clause'un cam gibi gözlerinde küçücük bir alev gördüğümde yetmişti ikisini yakıştırmam için.

"Çok nefret içerikli konuşuyorsun. O da senden öyle bahsediyor."

Elini yumruk yapıp havaya savurdu. "Çünkü karşımda dursa sıkı bir yumruk indirecek kadar nefret ediyorum."

Kulağına doğru yaklaşıp sır veriyor gibi fısıldadım. "Nefreti elekten geçirirsen ortaya ne çıkar biliyor musun?" Uzaklaşıp yüzünü inceledim; merakla bakıyordu. "Aşk."

Kendimi filmlerde gibi hissettim. Hiç aşk yaşamamış ama arkadaşlarına tavsiye veren o kız gibi. Başrol olacak yetim yoktu, Hira'nın yanında esamem bile okunmazdı. O özgüvenliydi ben arkada kalan o kız. Ahu'yla da aynısı olurdu. Güzeldi, özgüvenliydi ve ilgi çekiyordu. Bense daha önce hiçbir erkekten güzel olduğumu bile duymamıştım; Ahu gittiğimiz her yerde iltifat yağmuruna tutulurdu. Özgüvenin her şey olduğunu yeni yeni anlıyordum.

Gözleri kocaman oldu, sonra sesli bir kahkaha patlattı. "Hiç güleceğim yoktu Efsun!" Gülüşünü kesmedim çünkü eğer bir şeyler yaşanacak olursa ona bunu hatırlatacaktım. Siyah saçlarını eliyle arkaya doğru savururken içten içe düşüncelere daldığını görebiliyordum.

"Aşk nasıl bir şey ben de bilmiyorum ama nefretin fazlasının aşka sebebiyet verdiğini çok iyi biliyorum."

"İlişkisi olmayıp yakın arkadaşına tavsiye veren o kızlar gibi oldun sen de." dedi.

Gülüştük. Gerçekten hayatımın bu evresine geçebildiğime inanamıyordum. Çağlar hayatıma girdiğinden beri bir avuçtan fazla insanla tanışmıştım; günleri üç kişiden ibaret olan Ofelya artık özgür bir Efsun oluyordu.

Bakışlarım Hira'nın arkasındaki camdan bahçe kapısıyla buluştu. Çağlar sigarasından bir duman üflüyor, Enden ona ciddi ifadelerle bir şeyler anlatıyordu. Zihnimden geçen tek şey bir süre onu izlemek oldu fakat bu Hira'nın da dikkatini çekip başını çevirmesine sebep olunca utana sıkıla gözlerimi indirdim; sanki yaptığım büyük bir ayıptı.

"Çağlar komutanımı uzun zamandır tanıyorum ve hiç bu kadar sakin görmemiştim." Başını yeniden bana çevirdiğinde gözleri gülüyordu. "Hep fevri ve öfkeliydi. Görevi gereği gevşemesi gerektiğinde bile yüz ifadesini güçlükle düzeltebiliyordu ama şimdi," gözlerini kısıp bana yaklaştı, bir an nefes alamayacak kadar korktum. "Senin olduğun her yerde kaşlarını serbest bırakıyor. Yüzükleriyle oynamıyor hatta onları takmayı bile bıraktı."

Hira ne söylediyse hepsi doğruydu. Fakat daha da ilginci onun değil benim değişimimdi. Çağlar beni değiştiriyordu ve ben bunun devam etmesi için her şeyimi vermeye hazırdım. Tek korkum ona aşık olup her şeyi batırmamdı.

"Çağlar için sadece bir görevden ibaret olduğumu biliyorum ama bana öyle iyi geliyor ki kendimi geri çekemiyorum."

"Çekme o zaman Efsun."

"Canım yanar, biliyorum. Onu eskiden görüştüğü bir kızla gördüğümde bile tuhaf şeyler hissettim. Eğer böyle devam ederse ben... yıkılırım Hira."

Derin bir nefes aldı ve konuşamadı. Çünkü o da biliyordu Çağlar'ın hisleri benimki gibi olamazdı. İlerleyen zamanlarda içimde büyüyen bu şeyi dile getirir ya da kabullenirsem daha da kötü olurdu.

"Yıllardır yanında birkaç kadın gördüm, yalan söyleyemeyeceğim. Ama hiç birinin elinden tuttuğunu ya da bizimle tanıştırdığını görmedim."

"Daha fazla bu konuyu konuşmayalım. Zaten hayatım duygularımı içimde öldürmekle geçti, küçük bir kıvılcımla başedebilirim."

"Emin ol düşündüğün kadar kolay bir şey değil."

Bahçe kapısının sürgülü sesi geldiğinde ikimiz de sustuk ama bakışlarımız konuştu. Hira beni gözlerimden anlamaya başlamıştı artık ve ona minnettar olmama sebep oluyordu. Kısa saçlarını elleriyle düzeltip saatine bakındı.

"Leş gibi sigara koktu her yer." diye söylenerek gelen Boris kendini koltuğa atıp ayaklarını orta sehpaya uzattı. Çağlar sürgüyü çekip onu o halde göründe ayağına vurduğu gibi "O sehpada yemek yiyoruz, leş ayaklarını çek oradan." diye söylendi.

"Bir araya geldiğinizde sadece oturur musunuz?"

Bir süre düşünüp suspus oldular. "Genelde çok yorgun olduğumuz için kafa dinliyoruz." dedi Ender. Elinde çakmağı bir açıp bir kapatıyordu. "Tesiste beraberken böyle değildi." Sanki eski günleri yad eden yaşlı insanlar gibi konuşmaya başladı. "Bir köşede Zafer mekik çeker dururdu. İşsiz göt hep bizden iyiydi." Gülüştüler, Çağlar'da dahil oldu bu gülüşe.

Boris kafasıyla Hira'yı işaret etti. "Hira sessizce bir köşeye siner bizi dinlerdi. Hayır yani kadınlar genelde çok konuşur, bunun ağzdından kelimeler sayılı çıkıyor."

Ender, yanında oturan Boris'in kafasına vurdu. "Sen de susmak bilmiyordun, hele ilk geldiğin gün siktin kafamızı."

Çağlar ikisine ters ters bakıp öksürdü. "Kellenizi ipe boncuk gibi dizerim doğru konuşun kızların yanında." Sanki duymamışım gibi davranıp kıkırdadım.

Bir şey söylemek istiyor gibi işaret parmağını kaldırdı Boris. "Ama güldürdük Bakan kızını, bakın komutanım." Çağlar bana dönmeden gülüşümü silip oyuna dahil oldum. "Yo, aksine çok rahatsız oldum." dedim yapmacık bir şekilde. Çağlar, Boris'in ensesinden tuttuğu gibi çekiştiriyordu ki kıvrak bir hareketle kaçtı.

Gözleri hayretle beni bulduğunda dil çıkarıp dudaklarımı birbirine bastırdım gülmemek için. "Tövbeler gelsin, içinde şeytan olduğunu biliyordum!" Yüzüne yediği yasttığı hızlı bir refleksle yakalayıp geri attı Ender'e. "Yemin ederim bana dil çıkardı."

Bu defa gülüşümü tutamayıp otuz iki diş gülümsediğimde Çağlar kıpırtısızca yüzüme bakıyordu. Sanki bir sanat eseri gibi incelendiğim için utanıp gülüşümü tekrar bastırdım. "İçinde harbiden deli bir şey mi yatıyor senin Gümüş?" dediğinde yüzünde muzip bir ifade vardı.

Başımı iki yana sallayıp önüme döndüm. Hayatımın en sosyal gününde olmalıydım. "Peki Çağlar ne yapıyordu tesiste?" diye sordum merakla. Önce derin bir sessizlik oldu sonra Boris dudaklarını birbirine bastırıp kendini durdurmaya çalıştı.

Çağlar hepsine öldürücü bakışlar atıp "Yanlış bir şey söyleyenin-" derken Boris battı balık yan gider hesabı tek solukta bağıra çağıra haykırdı "Karı kıza yazıyordu!" diye. Ardından topuklarını vura vura kaçtı, nereye kaçtığını göremeyeceğim kadar hızlıydı. Ender eliyle ağzını kapatmış kıs kıs gülerken Hira'nın kahkahası da kulağımın dibinde yankılandı. Cevabı hiç hoşuma gitmemişti ama belli etmemeye çalıştım.

"Biz de ara dayağı yemeden gidelim Bayan Grivas." Hira'nın kolundan tutup çekiştirdi.

"Hira biraz bizimle kalsın." dedi Çağlar.

"Neden?" diye sordum korkarak çünkü sebebini tahmin edebiliyordum.

"Hira neyle dönecek? Tek arabayla geldik."

"Siz ikiniz şimdi yürümeye başlarsanız en yakın durağa yarım saate varırsınız tabi son otobüse yetişmek için koşmanız gerekebilir. Taksi çağırmayı düşünmeyin bile."

"Ulan ben ne yaptım!"

"Bu bir emirdi."

"Sikerim emrini Kuzgun!"

Çağlar gözlerini kısıp ciddiyetini belli ettiğinde Ender arkasını dönüp kapıya yürüdü. "Ben bahtımı, gelmişimi, geçmişimi, ecdadımın kör talihini, tüm mahlukatı..." diye söylenerek kapıyı kapattığında devamındaki küfrü hayal edebiliyordum.

Üçümüz kaldığımızda kalp atışlarım zirvedeydi, yanaklarım heyecan ve korkudan kızarmıştı. Olacakları tahmin edebiliyordum. Yutkundum, "Hazır deliğim." dedim net bir şekilde. Hira'nın yanından kalkıp koltuğun teğet geçtim, merdivenlere yönelemeden Çağlar önümü kesmişti.

"Korkuyorum." diye itiraf ettim çünkü zihnimde dönüp duran tek şey Güzide'nin kustuğu kanlardı.

Hira ayağa kalkmış ama bana yaklaşmamıştı, Çağlar'ın arkasında öylece duruyordu. "Biliyorum." dedi Çağlar. Avuçlarını yüzüme yaklaştırırken istemsizce yine korktum ve bu ifademden de açıkça belli oldu. Ama durmadı ve elleri yüzümü kavradı, "Sadece küçük bir deneme olacak, çok uzun sürmeyecek." Bunca zaman sonra hala onun bile dokunuşlarından korkuyor olmamam canını sıkmış olabilirdi ama elimde değildi. "Ben burada olacağım."

Önümden çekilip ellerini yüzümden indirdiğinde boşlukta sallandım sanki. Hira'nın bana gelen her adımı kulağımda yankılandı. "Beraber yeneceğiz." dedi Hira, bana gülümseyerek. Öyle bir güven veriyordu ki elimde değildi artık geri çevirmek.

"Hira kıpırdamayacak, sen hazır olduğunda onun elini tutabilirsin."

"Keşke onun yerine daha az sevdiğim birini seçseydin." dedim umutsuca ve bu cümlem Hira'nın yüzünde gerçek bir hüzün belirtti. "Gözlerim yaşardı, bana böyle değer verdiğini bilmiyordum." diyerek elini öne doğru uzattı ve orada sabitledi.

Benimkinin aksine uzun ve ince parmakları vardı. Çağlar'ın hemen sağımdaki bedeni de neredeyse bana temas edecek kadar yakınımda olduğu için heyecanlanmıştım. Elimi kaldırıp yavaşça ona uzanırken içimden dua etmeye başladım. "Allahım lütfen canı yanmasın, lütfen canı yanmasın!" diye haykırdım zihnimde.

Parmak ucumun işaret parmağına değişiyle elektrik sanki tüm bedenimi çarptı. Hira, dokunduğum ikinci kişiydi artık. Birkaç saniye süreyle dokunuşum öylece kaldı, geri çekmedim çünkü artık cesaretliydim. Gözlerim dolmuştu, akmayacağını bildiğimden rahatça baktım gözlerine; benim kadar sevinmişti o da.

"Dokunuyorum." dedim heyecanla. "Yaşıyorsun." Gülüşüm bir kahkahaya evrildiğinde Çağlar'a çevirdim başımı. "Yaptım, gördün mü?" diyerek güç aldım ondan. Başını sallayıp gururla baktı, gözleri cam gibi parıldıyordu. "Başardın." dedi beni destekleyerek. Öyle yakından bakıyordu ki içim akıyordu ona doğru sanki.

Elimi geri çektiğimde sevinçten ağlayacaktım. Ellerimle ağzımı kapatıp olduğum yerde zıpladım, sevincimi haykırmak istiyordum ama onu bile beceremeyerek sadece kıpırdandım.

"Çünkü sorun hiçbir zaman sende değildi."

Zıplamayı kesip kaşlarımı çattım. "Nasıl yani?" diye sordum Çağlar'a.

"Baban seni kandırıyordu Efsun. Zihnini öyle ele geçirmişti ki onun yalanlarını öyle gerçek sanıyordun ki seni buna ikna edemezdik. Bu yüzden göstermeye çalıştım hep sana."

İnanamıyordum, belki de inanmak istemiyordum. Çünkü sorun hep bende olurdu; sorunlar hep benden doğardı.

"Ama öldüler işte." dedim umutsuzca. "Kollarımda ölenleri nasıl sileceğim ben aklımdan?" Sesim titriyordu çünkü yıllarımı kandırılarak geçirmiş olmak da canımı yakmıştı. Olmayan bir kafeste mi yaşamıştım ben bunca zaman?

"Ben gitsem iyi olur. Çağlar sana her şeyi açıkça anlatır."

Bir süre sadece gözlerine bakarak geçirdim zamanı. Ona inanmalı mıyım bilmiyordum ama hayatımda inanabileceğim bir tek o kalmıştı zaten. Başka bir seçeneğin varlığı söz konusu bile değildi.

Hira çıkmadan önce "Yol üzerinde iki gereksizi de almayı unutma!" diye seslendi Çağlar ardından arkasında masaya yaslandı, boyu biraz olsun benimkine yaklaşmıştı. "Önce sakin kalıp bana o gece olanları anlatman lazım ki bendeki parçalar birleşsin. O geceye dair her şey örtüldüğü için elimde ufak tefek şeyler var."

İki elimi de tutup güç vermek için sıktı. Ellerim onun avucunun içinde kayboldu, başımı eğip o görüntüye baktım sadece. Bana güven veriyordu, düşündürüyordu; ona güvenmemem için hiçbir sebep yoktu artık.

Kendimi toparlamaya çalıştım. "Daha önce kimseye anlatmadım ben bunları. Kendim bile unutmak istedim hatta birçok yer silik benim zihnimde de." Ellerimi tek avucuna alıp boşta kalan eliyle önüme gelen saçlarımı kulağımın arkasına attı nazikçe. Sanki beni dinlemiyor gibi yüzümün farklı noktalarına bakıyordu ama kulağının bende olduğuna emindim.

"Annemin ölümünden sonra bize babannem ve dedem bakıyordu. Babamı birkaç haftada bir görüyorduk onda da zaten oğullarını görmeye gelirdi, beni değil. Ben doğacağım zaman babam siyasete atılmış bu yüzden benim doğumumu hiç istememiş hatta ben doğduğum için annemle ayrılmışlar. Benden zaten nefret ederdi, sevdiği kadını ondan almışım gibi bakardı. Düşününce..." Başımı yere eğdim. "Haklı olabilir. Hiç var olmasaydım dördü çok mutlu olurlardı belki de."

Çenemden tutup başımı kaldırdı, gözlerinde güven vardı. "Hiç var olmasaydın annen yanlış adamla ömrünü geçirirdi. Baban, annen için doğru kişi değildi bunu sen de fark etmiş olmalısın."

Haklıydı. Burukça gülümsedim. "Doğru."

"Devam et o geceye."

"O gece canım kek istemişti ama çikolatamız yoktu ve ben çikolata parçalı kek için diretmiştim. Babannem internetten sipariş verdi eksik malzemelerle birlikte, herkes bahçedeydi, ikimiz mutfaktaydık. O kekle ilgilenirken kurye geldi, melzemeleri alıp mutfağa gittim." Gülümsedim. "O zamanlar beraber yapardık her şeyi. Bana üç basamaklı tabure almıştı, ona basıp tezgaha anca yetişiyordum."

Yeniden yüzüm düştü. "Sonra salonda oturuyorduk, herkese ikram edip yemeye başladık. Akif abim arkadaşındaydı sanırım, dedim ya bazı şeyler silik o güne dair. Dedem'in yanına oturdum, yanağımı okşadı. Hep yapardı bunu. Sonra yere yığıldığını hatırlıyorum, kan kusuyordu." Gözlerim dondu, duvarda asılı kaldı bakışlarım. "Babannem korkarak geldi, bağırıp çağırdı dedemin başında. Sonra koluna sarıldığımı ve onun da kan kustuğunu hatırlıyorum. Devran abim duydu bağırışları. Benden birkaç yaş büyüktü ama o da çocuktu ve korktu. Babannemi sarstı, tepki vermiyordu. Polisi aramak için telefonun ararken korkudan Devran'ın koluna sarıldım bu kez....
Onun yere düşüşü, kanının tüm vücuduma sıçrayışını unutamam Çağlar." Gözlerim doluydu ama gözyaşı düşmedi hiç.

Bir avucu yüzümü okşuyordu, bakışları düşünceliydi. "Sonra ne oldu da polis geldi bilmiyorum. Onların beni sorgulamadan önce babamın köşeye çektiğini hatırlıyorum. Benim yüzümden öldüklerini söyledi, birine daha dokunursam yine ölürmüş, öyle dedi."

"Senin yüzünden değildi, asla olmadı da." Öfkeliydi ama bastırmaya çalışıyordu sanki. Soluklarının derinleştiğini farkedecek kadar yakınındaydım. "O gece bir şey oldu ve hepsini etkiledi, çözeceğim ama o zamana kadar şunu aklında tutmanı istiyorum. Hiçbir şey senin suçun değildi."

Başımı sallayamadım çünkü bundan asla emin olamazdım. Kendimi bildim bileli katil hissediyordum kendimi. Dünyaya gelmek için en yanlış kişi bendim sanki en başından hataydı doğuşum.

"Evet de bana Efsun. Ben suçlu değilim, dediğini duymak istiyorum."

Dünyanın en zor şeyiymiş gibi başımı olumsuzca salladım. "Ama-" diye itiraz edecekken işaret parmağını dudağıma yerleştirip beni susturdu. "Eğer şimdi bana evet demezsen seni öperim." Gözlerim fal taşı gibi açıldı. "Hayır yapamazsın." Ellerimi çekiştirmeme fırsat vermeden iki elini de sarıp daha sıkı tuttu. "Evet, yaparım." Yapabileceğini bildiğimden "Senin için normal bir şey olabilir ama hoşlanmadığın birini öpmek çok ahlaksızca." diye sitem ettim. "Sen duygulara önem vermiyor olabilirsin ama ben veriyorum."

Ellerimi çekmeme izin verdi, yüzüme derinden bakıyordu. İtiraz etmeyişi de kalbimdeki yarayı zedeledi ve ben bundan daha da nefret ettim. Öylece bakmaya devam ederken gerilimi bozmak adına "Odanda kıyafetlerim vardı, üzerimi değiştirip geleceğim." dedim.

Ondan uzaklaşmak zordu. Özellikle son yirmi dört saatte daha da güçleşmişti. Bir hain değil aksine kahraman olması beni ona daha da çekiyor olmalıydı. Evet, kesinlikle tek sebebi buydu. Etrafımda vatanı için debelenen pek erkek olmadığından onun her hareketi diğerlerinden daha çok etkiliyor olmalıydı. Bir de kadınları cezbetmek konusundaki becerileri de eklenince ağına kapılıyor olmam çok normaldi.

Odasına girdiğimde işler daha da kötüleşmişti çünkü her yerde ondan izler vardı. Son zamanlarda odasında olmamasına rağmen kokusu hala buralardaydı. Komodinin üzerine koyduğum kıyafetlerimi giymek için elbisemi çıkardım. Siyah boğazlı kazak ve aynı renk pijama giyiyordum artık. Elbisemi katlayıp komodinin üzerine koyarken üzerimdeki kıyafetlere bile onun kokusunun sindiğini fark ettim, başımı döndürüyordu. Bu kadar etkisi altındayken hipnoz olmamak elde değildi.

Kalp atışlarımı dinginleştirip "Sakin ol Efsun, şttt. Bir şey yok kızım." deyip durdum içimden. Saçlarımı toplayacak hiçbir şey olmadığı için rahatsız bir şekilde etrafa bakındım. Elle tutulur bir şey çıkmayınca aşağı indim, gözlerim Çağlar'ı arıyordu.

Mutfaktan elinde iki kupayla geldi. Etraf kahve kokuyordu. Salondaki sehpanın üzerinde dizilmiş mavi dosyalar dikkatimi çekti. "Bunlar da ne?" Koltuğa oturup bir tanesini elime aldım, bakındım.

Kahveleri sehpaya koyup yanıma oturdu. "Bugünkü dersin." Dosya ağzına kadar yazılarla doluydu. Üniversite dersleri Yunanca olduğu için son zamanlarda sürekli Yunanca okur olmuştum bu yüzden Türkçe okumam zayıflamıştı, kaşlarım çatılı halde dikkat kesildim.

"O elindeki dosya Clause'un ailesi Carter'lara ait." Başka bir dosyayı işaret etti. "Şu Lancelot ailesine ve diğerleri de çeşitli politikacılara. Sana Türkiye Cumhuriyeti adına çalıştığımı boşuna açıklamadım. Bundan sonraki adımları atmam için bize bir kapı olursun belki."

Heyecanla gözlerimi kırpıştırdım. "Ben mi? Size yardım mı edeceğim." Heyecanıma gülümsedi. "Evet, yardımın dokunabilir." İlk kez bir VIP olmanın avantajını yaşıyordum. Ülkeme, ırkıma yardım edebilecek olmak gururlandırmıştı.

"Bir şekilde artık babanın evinden kolayca çıkmanı sağlayacak mazeretler bulmalıyız."

İkimizin de aklından geçen şeyi tahmin edebiliyordum ama ne o ne ben bunu sesli dile getirmedik. Kahvemden bir yudum aldım, sanki direkt beynime hücum etmiş ve gözlerimi açmıştı.

"Öncelikle davet edildiğin birkaç kutlama var. Lancelot ailesi Yunan istihbaratıyla birebir ilişkili, evlerinde yaptıkları kutlamaya gittiğimizde özel odalarından birine dinleme cihazı koyabilirsem büyük başarı kaydetmiş oluruz."

"Ben de mi seninle olcağım?"

"Sen aşağıda bekleyeceksin tabiki. Davet edilen sensin. Ben senin sayende kolayca girebileceğim."

"Peki Clause neden?"

"O yalnızca şüpheli. Yaptığı işleri incelemem gerekiyor. Onu başarmak için de-" Sözünü kesip sanki aydınmış gibi "Onu başarmak için Clause'un teklifini kabul edip imza yetkisini bölüştürdün." dedim. Kaşlarını havaya kaldırdı, burnumun ucuna dokundu. "Hızlı kaptın küçük istihbaratçı."

Küçük bir kız çocuğu gibi neşelendim. Gözlerim duvardaki saate ilişti, saat on olmuştu ve bu saatte kahve içtiğim için asla uyuyamayacaktım. "Film izleyelim mi?" dedim yavru kedi gibi bakarak. Gerçekten reddetmesini istemiyordum çünkü dünyadan soyutlanıp başka bir diyara dalmaya ihtiyacım vardı.

"İzleyelim," dedi bekletmeden. "Ama bir şartla." Yüzündeki haince gülümsemeden benim çıkarıma olmayacak bir şeyler söyleyeceğini anlamıştım. "Korku filmi izleyeceğiz."

Meydan okur gibi saçlarımı omzumdan arkaya savurdum. "Olur." Kaşlarını çatıp bu kadar kolay kabul etmeme anlamsız bakışlarla karşılık verdi. Gerçekten korku filmlerinden hiç mi hiç korkmuyordum bu yüzden rahat tavırlarla sehpadaki kumandaya uzanıp televizyonu açtım.

"Sen seçmek ister misin?"

Soluk verip "Rastgele aç birini." dedi.

"O zaman sen aç. Ben üşüdüm, çay demleyip geleyim."

Salondan çıkıp mutfağa geçerken arkamdan "Dolabımdan üzerine kalın bir şeyler alabilirsin
." diye seslendiğini duydum. "Alırım, teşekkürler."

Çayı koyup yukarı çıktım, dolabından polar çıkarıp üzerime giydim. Kalın kazak giymeme rağmen hala üşüyor oluşum sinirlerimi bozmuştu, hastalanıyor gibiydim. Poların cebine elimi atıp aşağı indim, bir süre bekleyip çayları tepsiye koyup salona ilerledim. Çağlar ışığı çoktan söndürmüş, girişin turuncu ışığı dışında karanlıktaydı her yer.

Televizyonun karşısındaki koltuğun tam ortasına oturduğu için hangi tarafına oturcağımı şaşırdım. Biraz bile yerinden kıpırdamadı, sonunda sağına geçtim. Koltuğun arkasındaki yastıkları kaldırdığı için iyice genişlemişti, ayaklarımı uzatsam yere değmezdi belki de.

Tepsiyi aramıza koymayı planlıyordum ama ortada oturduğu için aramızda hiç mesafe kalmamıştı. "Biraz kayar mısın?" dediğimde tepsiyi elimden alıp kendi kucağına yerleştirdi. Umutsuz vakaydı.

Adını bile bilmediğim film başlar başlamaz ayaklarımdan gelen ürpertiyle bacaklarımı karnıma doğru çekip ellerimi dizlerimin etrafına sardım. Çağlar kolunu koltuğun başına yerleştirdiğinde oldukça rahat tavırlarla çayımdan yudumlar alıyordum.

Koltuğun üst kısmındaki parmakları saçlarıma ilişti, gerçek ürperti asıl buydu. Saçlarımın ucunda parmaklarını hissetmek mayıştırmıştı, gözlerim kapanıyordu sanki. Dikkatim filmin aksine Çağlar'ın hareketlerindeydi. Dokunuşları, kokusu ve kendisi tarafından esir alınıyordum ve bu yaşadığım en güzel esaretti.

Gerilim müziğinin tavan yaptığı sahnede ortaya çıkan korkutucu yüz karşısında buz gibi baktım sadece ekrana. Çağlar'ın kulağıma eğilmesi bile daha çok ürpertmişti bedenimi. "Tam bu noktada korkman gerekirdi." diye fısıldadı. "Çığlık atıp koluma falan sarılman lazımdı."

Yüzümü çevirsem hayatımın en büyük hatasına merhaba diyeceğimi bildiğimden sadece ekrana bakıyordum. Yutkundum, "Korku filmlerinden korkmam." dedim keyifle. "Küçükken yalnız başıma karanlıkta durmaktan keyif alırdım, bunun korkulması gereken bir şey olduğunu sonradan öğrendim."

Saçlarımdaki parmakları dondu, yüzü yeniden bana döndü. "Benim yanımda korkmakta da özgürsün." Sağ taraftaki saçlarımı kulağımın arkasına atıp başımı okşadı bir kız çocuğu edasıyla. Gözlerim kapandı, anılarda kaybolmamak için kendimi güçlükle tutuyordum.

Annemle konuşma ihtiyacım Çağlar'ın hayatıma girişiyle azalmıştı. Eskiden hayatımdaki temel rutinim onunla içimden ettiğim sohbetlerle doluyken artık buna ihtiyaç durmuyor oluşum değiştiğimin en büyük kanıtıydı; ve de en kötü.

"Senin yanında hep özgürdüm zaten." diye itiraf ettim. "En başından beri."

Artık filmin sesi kesilmişti sanki. Başımı çevirip yukarıdan bana bakan gözlerine odaklandım, tek görebildiğim oydu; Çağlar sarhoşu olmuştum.

Parmakları boynumdaki gümüş kolyenin zincirinde gezindi. "Yüzüklerini takmıyorsun hala. Görevde yasak olduğunu biliyorum ama görev dışında da takmıyorsun. Seni ilk gördüğümde pençeyi anımsatan yüzükler takıyordun, kocaman."

"Bazı yanlış alışkanlıklar gülüm, yerine doğrusu geldiğinde kolayca unutulur." dediğinde neredeyse çenem titreyecekti. Sözleri bana annemi anımsatıyordu, kalbimin içinde bir pençe gibi yaramı deşti ama çok tatlı bir acıydı bu.

Bazen cümlelerinden hiçbir şey anlamıyordum ama şimdi kurduğu cümleyi anlamama sebebim tamamen zihnimin onun yüzünden bulanıklaşmasındandı. Dalgın dalgın yüzüne bakınıyordum. Kim bilir daha kaç kız bu sözlerine aldanıp aynı benim gibi aval aval bakmıştı gözlerine.

Basittim, öyle basit bir kızdım ki her hareketinden kolayca etkileniyordum ve o da bunun farkındaydı.

"Ne yaptım yine de düştü o yüzün?" Sesi gerçekten sitem doluydu. "Buna bir cevabım yok." diyerek önüme döndüm ve filmin bitişine kadar tek kelime etmedik. Doğrusu filmin bitişini bile hatırlamıyordum çünkü yaşadığım duygu karmaşası ve yıllar sonra sesimi yükseltmenin verdiği yorgunlukla gözlerim kapanmıştı.

Genelde derin uykuya dalmam çok zor olurdu. Yüzümde gezinen parmakları rahatlıkla hissedebiliyordum, filmden gelen bitiş müziğini de duyuyordum. Başımın Çağlar'ın omzunda durduğunu hissedebiliyordum. Bir süre sonra onun da başı benimkinin üzerine ilişti, derin soluklarımız birbirine karıştı.

Çağlar artık hayatımın öyle büyük bir bölümündeydi ki en ufak bir hata tüm hayatımı altüst ederdi. Çağlar'a olan güvenim tamdı; güvenmediğim kendi duygularımdı. Çünkü o en başından beri duygularla bağı olmadığını söyleyip dururken ona çoktan kapılıp gidiyordum.

***

Ah efsun ah! Kapılıp gidilmeyecek adam mı Çağlar? Sen de haklısın ne diyelim hahahsdhs

Evvvet bir bölümü daha bitirdik. Lütfen ama lütfen oy vermeyi unutmayın. Hayalet okur olmayalım, etkileşimde kalalım olur muuu 🫶🏻😘

Hepinizi seviyorum. Sonraki bölüm duyurusunu instagramdan yaparım ✨

 

Loading...
0%