@zorronezi
|
Sayımız gittikçe artıyor ama aynı oranda oyların olmaması beni biraz üzmeye başladı. Lütfen hayalet olur olmayalım yorumlar ve oylar asıl şevke getiren şey 🫶🏻 Sonraki bölümün duyurusunu her zamanki gibi instagram üzerinden ve buradan yapacağım. Takipte kalabilirsiniz ❤️ Bölümde çoook sevdiğim, özel biri de var 🤫❤️🔥 *** "Son Sözler" Baver Abi ve Melina bıraktığımız gibiydiler. Bahçelerindeki hasır koltukta onlarla beraber oturmaya başlamıştık. "Okuyor musun sen Efsun?" "Siyaset Bilimi okuyorum, bitirmeme az kaldı." "Ben de siyaset mezunuyum!" Oturduğu yerde dikleşip bizim koltuğumuza doğru eğildi. "Çok zor bir bölüm diyorum inanmıyorlar bana. Konuş, anlat şunlara." Yüzüme yaklaştığında yanağındaki pek de belirgin olmayan yara izini fark ettim. Derin ve eski görünüyordu ama zaman izini silmişti sanki. Açık kahverengi gözlerindeki mutluk da onu gölgeliyor olabilirdi. "Çok zor, özellikle istemeyerek okuyan için zulüm." Melina, Baver Abi'ye kaş göz yaparak "Duydun mu?" dedi. Çağlar yanımdaydı ama onlarla konuşmak için sağa doğru döndüğümüzden arkamda kalıyordu. "Efsun." Sesi kulağımın dibinden geliyordu. "İstemiyorsan okumak zorunda değilsin." "Zaten bitmek üzere, birkaç ayım kaldı." "İstemediğin bir şeyi yapmak, okul için bile olsa çok zor." Baver Abi derin bir iç çekti. "Merak ediyorum da..." diyerek devamını getirmek için soluklandım. "İç savaş zamanında adınızı çok duydum. Zor muydu?.. Yani kendi ırkınıza karşı olmak. Eğer yanlış bir şey sorduysam kusura bakmayın." Gözleri daldı ve anında bundan pişman oldum. "Zor olması bir şeyi değiştirmiyor. Görev ne gerektiriyorsa onu yaptım sadece. Yapmadığım tek şey masum insan öldürmekti." "Gurur verici." dedim hayran hayran. "Açıkçası çok mutlu oldum onları desteklemediğiniz için." "Ben Türk olarak büyüdüm Efsun, nasıl bir Türk kendi ırkına kurşun sıkar?" Histerik bir gülüş attım. "Babam?" Melina başını olumsuz anlamda salladı. "Ay o istisna." Sonra yine meraklı haline büründü. "Şu Elene, seni o mu büyüttü sahi?" "Yedi yaşıma kadar annemle büyüdüm, sonra birkaç yıl büyükannem ve büyükbabamla. Onlar da vefat edince beni eve aldılar. Daha doğrusu müştemilata, Elene evde kendi oğlundan başka çocuk istemedi." Benim için anlatması zordu ama onlar garip bir şekilde içimi ısıtmışlardı. Bir de Çağlar'ın varlığı. "Anladım canım." Omzuma aniden düşen bir başla irkilip başımı çevirdim. Çağlar sonunda dayanamayıp uyuyakalmış saçları boynuma sürtünüyordu. "Ben yatak hazırlayayım size, kıyamam kuzum." "Kuzum dediğin herif otuzuna merdiven dayamış bir üsteğmen, Melina." "Olabilir, hala kuzum. Görevden dönmüş bir de." Gülümseyerek ikisinin birbirine bakışlarını izledim. "Kalk Baver, yardım et bana. Efsun canım sen de şu koca adamı uyandırır mısın?" Bir elimi yanağına yerleştirdiğimde bahçedeki böcek seslerinden ve akan sudan başka ses yoktu. "Çağlar." dedim sessizce. Sürekli sakallarını kestiği için pürüzsüz yanağı yumuşacık gelmişti. Aslında sakal çok yakışıyordu, onu ilk gördüğümde kirli sakalı ve ne kadar dikkat etmemeye çalışsam da baştan çıkaran o gülüşü vardı. "Seni kimse taşıyamaz kalk hadi." dedim yumuşak bir şekilde. "Efsun." dedi uykulu bir sesle. "Sesin çok güzel." Ne diyeceğimi bilemeyerek donakaldım sadece. Omzumdaki saçlarının arasına daldırdım parmaklarımı, saçları göründüğünden yumuşaktı. Dokunuşuma doğru kaydırdı başını, bir kedi yavrusu gibi sokuldu. "Çağlar, hadi ama." diye tekrarladım. Melina kapı pervazında göründüğü sırada başını kaldırdı. Öne eğilip parmaklarını saçlarına daldırdı, kendine gelmeye çalışıyordu. Ayağa kalkıp içeri girdiğimde koca salon ve iki ayrı oda dışında küçücük bir yer beklemiyordum. Dışarıdan daha büyük görünmüştü halbuki gözüme. Sade ama geleneksel bir ev gibiydi. "Burayı pek kullanmıyoruz, genelde tüneli kontrol etmek için geliriz." Etrafa bakındığım için açıklama gereği duymuş olmalıydı Melina. "Çok hoş, küçük ve tatlı bir ev." Gülümseyerek etrafa bakınırken Çağlar, Baver Abi'nin gösterdiği odaya valizle birlikte giriyordu. "Bir ihtiyacınız olursa çekinmeyin." Bir anlığına parmaklarını omzuma koyacakken hızla farkına varıp geri çekti. En az onun kadar mahçup olmuştum, hep olurdum. "Teşekkür ederim. En çok da bana gösterdiğiniz sağduyu için. Bu... Aşmaya çalıştığım bir şey ve inşallah bir gün hiç kalmayacak." "Bizim için sorun değil Efsun. Karşımızdaki nasıl rahat hissediyorsa ona saygı duymamız gerek." dedi anlayışla. "Keşke herkes sizin gibi düşünse." Kaşlarını çattı. "Onların ayıbı." Biraz yakınıma gelip "Eğer istersen Çağlar'a salonda bir yatak yapabilirim. Ben sadece birbirinize alışmışsınızdır diye düşünerek misafir odasını hazırladım." Fısıltısı da kendi gibi naifti ve nezaketi karşısında yeniden gülümsedim. "Çok düşüncelisin ama sorun değil. Yorgun halde koltukta yatmasa da olur." Baver Abi salonun ışığını kapatıp "Günler çuvala girmedi hanımlar, yarın vaktimiz olacak." dediğinde ona göz devirdi. "Kadınların işine karışma da git uyu." "O odaya sensiz ayak basmam, biliyorsun." Daha fazla ikisinin yanında kalabalık olmak istemediğimden "İyi geceler." dedim. Arkamı dönmemi beklemeden birbirlerine sarıldılar bile. "İyi geceler canım." Ardımdan kapattığım kapıyla birlikte gerçekliğe döndüm sanki. Çağlar'ın beni sevmediğini söyleyip aksi şekilde hareket ettiği gerçekliğe. Gözlerimi kısıp üzerini değiştirmeyi henüz bitirmiş Çağlar'a baktım. Tişörtünü kavisli belinden henüz indiriyordu. Yanına gidip burnunun dibine girdim. Yarışmayı sevmezdim ama yarıştığımda pisleşirdim. O daha çekilmeden valizin içinden kıyafetlerimi çıkardım, bu kadar yakınına girmemi beklemiyor gibi donup kalmıştı. Saçlarımı omzumdan atıp bir türlü elime gelmeyen pijamalarımı karıştırmaya devam ettim. Derin bir soluk çekti. "Sınanıyorum." Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Elimi valizden çekip başımı Çağlar'a kaldırdım. "Bir sorunumuz var." Bu kesinlikle planım değildi takım olarak koyduğum pijamamın üstü yoktu. "Var bir sorunumuz var da çözemiyorum ben de şimdilik." diye kendi kendine konuştu. "Neymiş güzelim, neymiş sorunumuz Efsun!" "Üzerime kıyafet almamışım." "Bir tişört mü sorun yani?" "Değil mi?" Valizden çekip çıkardığı tişörtünü uzattı, kokusunun sinmediği bir tişörttü ama parfümünün esintisi duruyordu. Odanın içindeki banyoda hızlıca üzerimi değiştirdim, tekrar döndüğümde Çağlar hala bıraktığım gibiydi. Uykusu olduğunu sanıyordum ama onun yerine camın önünden dışarıyı gözetliyordu. Valizin içinden serumlarımı ve diğer bakım malzemelerini de çıkarttım, sabah yaptığım makyajı temizlemeli ve rutinimi aksatmamalıydım. Tam banyoya doğru adım atıyordum ki elleri cebinde arkasını dönmüştü. "Konuşalım mı biraz?" Sesi ciddiydi. Elimde şişeler ve paketlerle karşısında beni görünce gözlerini kıstı. "Bunlar ne?" Birkaç adımda karşımda bitti. "Bakım. Akşam rutinim." "Tamam yap şu rutini konuşalım." "Uzun sürebilir." diyerek banyoya daldım, kapıyı açık bıraktım. "Anlat sen, dinliyorum." Aniden aynada yüzünü görünce olduğum yerde sıçrayarak kalbimi tuttum. "Deli misin sen Çağlar? Ne zaman geldin, ses çıkarır insan." "Yüzüne şöyle şeyler sürmeye ihtiyacın yok." Gülümsememi içimde tuttum, elime sürdüğüm temizleme jelini ağır ağır köpürterek yüzümü iyice temizledim. Bilerek işkence çektiriyordum, onun bana yaptığı gibi. Bu süre içinde gözleri üzerimden hiç ayrılmadı. Havlu peçeteyi çöp kovasına atıp temiz yüzüme serum sürmek için elime almıştım ki şişeyi elimden kaptı. "Dinle beni." Serumun kapağını açarken konuşmaya devam etti. "Üzül istemiyorum, sana her şeyi de anlatamıyorum ve bu beni büyük bir çıkmazın içine sokuyor." Elindeki seruma garip garip baktı. "Bunu ne kadar süreceksin yüzüne." Aynı anda iki farklı konudan konuşmak onun algılarını zorlamıyor olsa bile benim aklımı karıştırıyordu. "Birkaç damla, ben yaparım." Elinden almak için yeltendim ama hemen geri çekti. "Sakladığın şeyler var yani. Bana karşı açık olduğunu sanıyordum." "Bazı şeyler mezara gider," Yüzüme birkaç damla damlatıp geri lavaboya koydu. Parmaklarıyla serumu dağıtmaya başlamadan önce çenemden tutup başımı yukarı kaldırdı. Yeşilleri karanlıktı bugün. "Sana söyleyemesem de bana kızma, kırılma." Gözlerimi kapatıp yüzümdeki hareketlerinin etkisiyle mayıştım. "Sadece yanımda kalsan olmaz mı? Duygularını kırmayacağım, incitmeyeceğim ama sen de bu mesafeden uzaklara gitmeyeceksin." Gözlerimi geri açmama sebep oldu cümleleri. Demek istediği şeyi anlayamıyordum ama bir şeyleri başarmaya çalıştığını hissedebiliyordum. Bana annesini anlattığındaki gibiydi sesi ve bakışları. Adem elmasının hareketini ne denli büyük bir şekilde yutkunduğunu gösterirken bakışları gözlerimin içinden tüm yüzüme kaydı. "Gitmezsin değil mi?" Önümdeki saçımı kulağımın arkasına attıktan sonra enseme yerleştirdiği eliyle sarılmak için kendine çektiğinde karşı koymadım. Günler sonra tüm karışıklığımı alan yine Çağlar'ın varlığıydı. Kollarımı boynuna geçirdiğimde hiç beklemediğim bir anda derin bir soluk çekişi ilişti kulaklarıma. Ben de aynını yapmamak için zor tutuyordum. "Gitme." Sonra yine beklemediğim bir şekilde dudaklarını boynumda hissettiğimde gözlerim açık kaldı. Gitmemeden çok korkuyordu ama kalmam için de yeterince çabalamadığını hissediyordum. "Neden susuyorsun?" Dudaklarını boynumda gezdirirken konuşuyordu ama ben cevap verecek gücü bulamıyordum. Yutkundum, parmaklarımı ensesinde ve kısa saçlarında gezdirdim. "Ne diyeceğimi bilemiyorum ama gitmeyeceğim." Sözlerimin bitişiyle belimdeki kolları daha da sıkılaştı. "Saçların çok güzel, parmaklarımı daldırıp durmak istiyorum." dedi. Telefonumun melodisi odayı doldurmaya başlayınca kollarımı çözdüm. Çağlar'ın da ayrılmasını bekliyordum ama aksine dudaklarını bile çekmeden boynumda sürttü. "Çağlar." dedim uyarıcı bir tonda. "Telefonum çalıyor." "Arayan kimse tüm ecdadını ve onları görmüş her bir gözü ayrı ayrı-" Omzundan güç bela ittirip parmaklarımla dudağını kapattım. "Çağlar!" Banyodan çıkıp yatağın üzerinde duran telefonumu aldım. "Gülüm dememe izin var mı bari?" "Belki!" diye seslenirken arayanın Sonat olduğunu görüp gerildim. Beni genelde aramazdı üstelik bu saatte asla. Bir de günler önce yaşananlar eklenince hiç hayra alamet değildi. Açıp açmamakta kararsız kaldıktan sonra açmam gerektiğini düşündüm. "Efendim." dedim yalnızca. "Efsun." sesi fısıltı gibiydi, bitkinlikten ölmüş de konuşamıyor gibi. "Kimmiş?" Çağlar'ın sesi banyo kapısından gelmişti. "Özür dilerim, yanlışlıkla aramış olmalıyım." Aynı anlarda Çağlar yanıma doğru geliyordu. İstemsizce kaşlarımı çatıp "Tamam." diyebildim sadece. Sonra da alel acele kapattım. Rüzgar gibi yanımda bitmişti Çağlar. "Bu saatte hangi ecdadını körelttiğim aramış?" Kuşkulu gözlerle bir bana bir telefona baktı. Yalan söyleyemezdim kısaca "Sonat." deyip geçiştirdim ve telefonumu komodinin üzerine koydum. Fakat onun için geçiştirilebilir bir şey olmamalıydı ki "Seni arayacak kaç yürek yemiş? Ne dedi sana?" diyerek telefonuma doğru yeltenmişti. "Sakin olur musun?" Kolundan yakalayıp elini tuttum, avucuma aldım. "Sinirlenmeni gerektirecek kadar büyük bir şey değil. Yanlışlıkla aramış sadece." Öfkesi seğiren sağ gözünden ve şakaklarında belirginleşen damarlardan belli oluyordu. "Çok yorgunsun ve sanırım yorgunluk da sinir yapıyor sende. Bırak hadi uyuyalım." Son cümlemden sonra gevşeyen damarları geri gizlendi yüzünde. Avucumdaki elini sıkıp gözlerini kapattı, kendini sakinleştirmeye çalışıyordu. Karanlıkta camdan vuran ışıkla yatağa biçimli gölgesi düşüyordu. "Tamam." dedi güçlükle ve yatağa girip diğer tarafa geçti. Birlikte birden fazla kez uyumuştuk ama hiçbirinde bu denli açık değildi duygularımız. Burnunu çekip kendini adeta yatağa bıraktı, yorgunluğunu artık ben bile hissedebiliyordum ki daha dakikalar önce uyuyakalmıştı. "Bazen çok yorgun olduğumda derin uykuya dalamıyorum." Başı yastıktayken kolunu alnına koymuş, gözleri kapalıydı. Yorganın altına girip ona doğru döndüm. Siyah tişötrünün kolu yukarı kalkmıştı, yorganı üzerine neredeyse örtmüyordu. Elimi uzatıp açıkta kalan yüzünde gezdirdim, yanağından çenesine kadar yol aldı. "Sakalların uzunken daha güzel." Dudağının kenarında küçük bir kıpırtı oldu sonra hızlıca bileğimi yakalayıp bana doğru döndü ve çekiştirdi. "Sen kaşındın gülüm." İkimiz de gecenin böyle biteceğini biliyorduk aslında. Başımın altından kolunu geçirip beni boyun girintisine aldığında yutkunuşunu duyuyordum. "Uykuya dalamıyorum dedin, ben çok kıpırdarım. Bırak Çağlar." Ayağını benimkinin üzerine atıp beni tamamen kapanına aldı. "Artık değil." Belimdeki baş parmağı tişörtün üzerinden hafifçe okşuyordu. "Güzel kokuyorsun." dedim kendimi tutamayarak. Genizden gelen kısa bir kahkahayla "Sana bugün ne oldu böyle?" Belimdeki parmakları saçlarım yerleşip okşamaya başladı bu defa da. "Çok zararlısın bu hallerinle." Bu defa gülme sırası bendeydi. "Ne? Neden?" Başımın üzerine de bir öpücük kondurduğunda artık erimekten bitmiştim. "Çünkü güzel kokuyorsun, güzel gülüyorsun, her hareketin güzel ve bu korkutuyor." Saçlarımın arasına geçirdi parmaklarını ve ben bir kez daha boynunda çektim soluğu. "Biri gelir de seni yanımdan alırsa diye, kırdığım kalbini iyileştiremem diye. Çünkü kırık biliyorum." Ellerimi göğsüne yerleştirdim. "Kırıksa yine sen iyileştir, başkaları şimdiye kadar beceremedi." Başımı yukarı kaldırıp nasıl cesaret ettiğimi bilmediğim bir şekilde dudaklarımı çenesinin altına doğru yerleştirip küçük bir öpücük kondurdum. Hızla kapalı gözleri açıldı ve başını indirdi. Afallamış gibi dişlerini göstererek gülümsüyordu. "Başımı döndürüyorsun, küçücük bir öpücükle beni soktuğun şu hallere bak. Birazdan eriyip parkeye yapışacağım." Gülüşüne güldüm ve bu birinin dudaklarında gördüğüm en güzel şekildi. "Küçücük olabilir ama bu bir erkeği ilk öpüşüm." Utanıp başımı geri indirdim ve alnımı göğsüne yasladım bu defa. "Ve kesinlikle son değil." diye fısıldadı. Uyumaya niyetliydim ama aklımı kurcalayan soruların ardı arkası kesilmediği için duramadım. "Hani bale ve opera salonunda bir patlama olmuştu ya hatırlıyor musun?" Alacağım cevaptan korkmuyordum çünkü mantıklı bir açıklaması olduğuna sonuna kadar inanıyordum. Uykulu bir sesle "Hıhı." diye mırıldandı. "Olayın failleri gerçekten Türk değildi biliyorum. Türklere suç atıp kargaşa çıkarmaktı tek amaç. Onları toplu mezara gömülme emrini sen vermiştin. Peki diğerleri? Suçsuz bir sürü Türk mezarsız yatıyor. Bir de şey... Evi silahla bastıklarında vurduğun Türkler... Yani ne hissettin?" Belimdeki eli yavaşça yukarı kaydı ve baş parmağı yanağıma yerleşti. Yüzüm avucunun içindeyken bir şekilde en güvenli yuvamdaydım. "Toplu mezar emrini verdim çünkü onlar Türk rolü yapıp halkı kışkırtan örgüt üyeleriydi. Ayrıca evi basan o grup da teröristti. Önüme sürekli sahte Türkler çıkıyor, işim yaver gidiyor ama bir gün gerçek bir masumu vurmam gerekirse ne yaparım diye sorduysan..." Güçlükle yutkundum. Devam etti. "Biz sadece emirleri uygularız. Vatan için ne yapılması gerekiyorsa onu yaparız. Ve hiçbir komutan boş yere sivil öldürmek için de emir vermez." Gözlerimi kapatıp asla görmemeyi diledim onun ellerinde masum birinin kanını. "Uyu artık Efsun, yarın konuşuruz." Onun da rahat etmesi için kıpırtımı kestim. Kısa bir süre sonra nefesi düzene girmişti zaten. Başımı ağır ağır yukarı kaldırıp yüzüne baktım; kaşları çatık ve çenesini sıkıyordu. Onu uykusunda bu denli rahatsız edenin ne olduğunu merak ettim. Zira ben onunla uyuduğum gecelerin hepsinde yüzümdeki gevşeyen kasları hissedebiliyordum. *** Sabah gözlerimi yeniden açtığımda hala varlığını hissedebileceğimi düşünmemiştim. Birinin kollarında uyanabileceğim sabahların da bu denli yakın olduğunu bilmiyordum. Acı hatıralar canımı yakarken anın güzelliği karşısında durup dinlendim. Sırt üstü uzanıyorken Çağlar'ın kolları belimi sarmış, nefesi boynumu gıdıklıyordu. Başımı çevirdiğim gibi ağır ağır kollarından çıkmaya çalıştım. Öyle sıkı tutuyordu ki vücudumu, doğrulmak bile zordu ama sonunda derin bir solukla kurtuldum. Sessizce banyoya girip elimi yüzümü yıkayıp üzerimi değiştirdim. Uyanmasına gerek yoktu, dinlenmeliydi bu yüzden kapıyı açarken çıkan gıcırtıya yüzümü buruşturdum ama yalnızca kıpırdanmakla yetinmişti. Kapıyı ardımdan geri çektiğim gibi yalnızca Melina'yı gördüm mutfakta. Benden yaşça büyük olduğunu bilsem de yaşını göstermediği için abla diyemiyordum muhtemelen. "Günaydın tatlım." "Günaydın." dedim onunki gibi bir neşeyle. Çoktan kahvaltı için bir şeyler hazırlamış görünüyordu. "Yardım lazım mı?" "Hiç gereği yok, hallettik biz Baver'le. Çağlar uyanmadı mı?" "Uyuyor hala. Siz yapın kahvaltınızı." "Ender'ler de gelecek onları bekliyoruz zaten." Başımı sallayıp sandalyelerden birine oturdum. "Babana hiç benzemiyorsun. Annene mi çekmişsin?" Burukça gülümsedim. "Öyle söyler o da. Çok benziyorum anneme." Elindekileri bırakıp karşıma oturdu, fasulye kırmaya başlayınca ben de elimi attım. "Efsun sana açık olayım mı?" diye fısıldadı. Kaşlarım hafif çatıldı. "Tabii." "Çağlar'ı bırakma olur mu?" Elim kıpırtısız kaldı bir an. Çağlar'ın sözleri zihnimde yankılandı gitmekle ilgili olanlar. Sonra Melina'nın yüzündeki endişeyi gördüm. "Neden öyle bir şey yapayım?" "Biraz zor zamanlar geçiriyor, yapmak istemediklerini yapmak zorunda kalıyor. Ben bunların hiçbirini tasvip etmediğim için söylüyorum sana. Lütfen seni kendinden uzaklaştırsa bile, istediği için yaptığını düşünme olur mu?" Başımı salladım. "Biliyorum. Sözleriyle gözleri uyuşmuyor zaten." Kendimi o an saf bir güvene attım. Melina'ya içim hepten ısındı. "Sevemem diyor, sonra sarılıyor." Burnumu çektim. "Benim de canım yanıyor." "Biliyorum." derken bir anlığına gözleri arkama kayıyor. "Baver ve Çağlar gibiler genelde kendi kararlarıyla çok az hareket ederler. Emirler onların üstüdür." "O zaman aldığı emirlere göre hareket etseydi her şey daha kolay olurdu." "Ah canım. Kendimi gördüm bir an. Sarılmak istiyorsun ama bunun sahte değil içten olmasını dilediğin için hiçbir şey yapamadan geçiyor vaktin." Burukça gülümsedim ve bana aynı buruklukla baktı. Kapının çalışıyla beraber ayaklandım. "Ben bakarım." Hızlıca kapıyı araladım. Hira, Ender ve Boris üçlüsü elleri dolu bir şekilde gelmişlerdi. Onları gülümseyerek karşıladım. "Hoş geldiniz." Aynı gülümsemeyle içeri geçtikleri sırada Baver Abi'yle selamlaştılar. "Kız Hira! Duydum ki maviş bir İngiliz'e takılmışsın." diyerek dalga geçti Melina. Hira ters gözlerle elindeki meyve poşetini masaya koydu. "Seversin." Kısacık cevabı Melina'nın ağzını açık bırakmaya yetmişti. Baver Abi ansızın belirip "Di. Di'li geçmiş zaman kullanın lan!" Anlam veremeyip garip bakışlarla baktım hepsine. "Hadi herkes masayı kursun bakayım. Narş narş!" Melina, Baver ve Ender'in sırtına vurarak gönderdi. Onlardan ayrılıp kahvaltıya gelmesi için Çağlar'ın yanına, odaya girdim. Hala uyuduğuna inanamıyordum. Yarı yüz üstü dönmüş ve yastığı kollarının arasına almıştı. Dudağımı ısırarak ilerledim yanına. Hafifçe eğildim. "Çağlar." Kolunu dürtükledim, ses vermiyordu. "Kahvaltı yapacağız, uyan hadi." Derince bir nefes alıp kollarındaki yastığı gevşetti. "Çağlar!" diye sitem ettim bu defa. Sitemime karşılık gözleri kapalı gülümsemişti. Bunun sıradan bir gülüş olmadığını anlamıydım fakat buna zaman tanımadan kollarını belime geçirip beni yatağa çekince "Ay!" diye bir nida firar etti dudaklarımdan. Durmadı, karnımdan gıdıklamaya başladığında deli gibi kahkaha atmaya başladım. "Çağlar! Gıdıklanıyorum yapma!" Ama dinlemedi ve devam ederken "Çağlar, Çağlar. Ne var Çağlar? Sen, beni uyandırıp dururken iyi oluyor ama." Benimle birlikte yüzünde kocaman bir gülüş oluşmuştu. Göğsünden itmeye çalışırken bundan etkilenmedi ama gıdıklamayı bırakmıştı. Pür dikkatle burnumun dibinden gözlerime bakıyordu. "Sen her sabah böyle güzel mi görüneceksin?" Bir elini saçlarıma daldırdı, sonra burnuna götürüp kokladı. Ağzım açık bir şekilde utandım ve hızla geri kapattım. Gözlerimi kaçırmaya çalışıyordum ama öyle yakındı ki imkan tanımıyordu bana. Fırsatını bulup göğsünü sertçe ittim. "Kahvaltıya bekliyorlar diyorum sen ne yapıyorsun!" diyerek çekilmesini fırsat bilip doğruldum. "Hadi, hemen gel." Odadan adeta kaçmıştım. Ellerimi yanaklarıma koyup biraz serinletmeye çalıştım. Hem utanmış hem de gıdıklanmanın verdiği etkiyle sıcaklamıştım. Herkes dışarıdaki masayadaydı, üzerime hırka almamıştım ve üşüyebilirdim ama tam şu an odaya giremezdim de. Hızla masada yan yana boş kalan sandalyeden birine oturdum. "Aptal!" diyerek Boris'in ensesine yapıştırdı Hira. "Anlatma demedim mi ben sana?" Boris ensesine yediği şamarı umursamadan "Yalan mı söyleyeyim? Yarın buluşacaksınız işte." dedi. "Ne?" diye ciyakladı Melina. Hira öfkeli gözlerle baktı Boris'e ardından bize dönüp "Kapıma dayanmakla tehdit edip duruyordu ben de aniden geleceğine yarın gel dedim ne yapayım?" diye açıkladı kendini. "Günaydın." Bu dünyada üzerine düşünmeden en sevdiğim ses tonu olduğunu tam şu an fark etmiştim. "Da bunların ne işi var burada?" Ender ters bir bakış atmakla yetindi. "Benim misafirlerim. Bugün tünele gidiyoruz." dedi Baver Abi. "Siz de geliyor musunuz?" "Bizim işimiz var." Kaşlarımı çatıp döndüğümde "Sürpriz." diyerek göz kırptı. Gözlerinde eriyebilirdim kahretsin! Hızlıca ağzın bulduğunu atıyordu. Masaya gelişigüzel bakınca Hira'da onun gibi yiyordu. Sanki kıtlıktan çıkmış ve hasret gibi. Melina kulağıma eğilip "Öyle bakma." dediğinde masumca "Nasıl?" diye fısıldadım. "Bazen farkında olmuyorlar." Yutkundu. "Örgütte yaşadıklarından dolayı hızlı ve sanki bir daha karınları doymayacakmış gibi yerler." Çağlar'ın her hareketi gözlerimde büyüdü o dakikadan sonra. Elini attığı ekmek parçasında kaldı bakışlarım. Örgütte ne olmuştu da etkisi bunca yılda gitmez olmuş? Kahvaltının sonunda herkes işlerini halletmek üzere dağılırken Çağlar ve ben ayrı gideceğimiz için mutfağı hallettik. Görevden döndüğünden beri çok tuhaftı. Hareketleri değil bakışları bile tuhaftı, sanki kaldıramayacağı birtakım işlerin altında kalmış ve yükünü omuzlarından almaları için yalvarıyordu gözleri. İşler bitip saçlarımı toplamaya yeltendiğimde "Çıkalım, hadi." diyerek beni kapıya doğru yönlendirdi. Hızla ayakkabı giymek zorunda kalmıştım. "Ne bu acele?" dedim kaşlarımı çatıp çakıllı yoldan ilerlerken. "Geç kaldık." Ciddi bir tavırla saatine bakınıyordu. Arabaya binmek yerine es geçip beni sağa doğru, ormana çekti. "Yine mi ormanın ortasından gideceğiz?" Yüzümü astım. "Ormanla derdin ne? Yeşil, doğa, dağ, taş işte." "Böcek, ot, diken." Sigarasının çakmağını duydum, benden birkaç adım geriden geliyordu. Genelde içmezdi, hep kötü şeylerin ardından sık sık içiyordu. Sanırım onun beni çözdüğü kadar ben de onu çözüyordum artık. "Derdin var." Yanıma gelmesi için yavaşladım. "Eskisi kadar gülmüyorsun, gözlerinin içinde bilmediğim bir duygu var." Bir şey söylemeye yeltenecekken önce davrandım. "Yorgunum yalanını söyleme çünkü başka bir şey var, biliyorum." dudağının kenarı kıvrıldı, biraz buruktu. "Beni böyle kollayıp merak etmeye devam etmen canını yakmaktan başka bir işe yaramaz." "Elimden gelse yaparım mı sanıyorsun?" İkimiz de olduğumuz yerde donup kaldık. Sigarasının dumanını son kez üfleyip ciddi ifademde takılı kaldı. Sonra hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etmeye başladı. Gözlerim böceklere takılmaya başlayınca adeta sekerek yanına koştum ama hemen hızımı ayarlayıp normal davranmaya başladım. "Nereye gidiyoruz?" "Tepede bir çardak var." Kolunu yakaladım. "Çardakta oturmak için o kadar yol gitmek istemiyorum ayrıca yorgunsun." Kolunu hızlıca çekti ve oracıkta nefesim kesildi. Hareketi tam canımı yakmak üzereydi ki kolunu belime atıp "O zaman hızlı ol da eve dönüp dinlenecek vaktimiz olsun." dediğinde derin bir nefes verdim. Yol boyu ayağıma takılıp duran taşlar yüzünden sendeleyip durmuştum. Çağlar sonunda şehir kızı damgası vurup kıs kıs güldüğünde kaşlarımı çatıp yolun kalanında somurttum. Daha önce hiç ormanda bayır çıkmamıştım ki. Soluk soluğa tepeye ulaşmıştık. Çardak vardı evet ama dahası manzarasıydı. Konstnatinopolis kalabalığından uzak yeşiller içindeydi. Daha önce hiç böyle bir yere gelmemiştim. "Harika!" Çardağı es geçip manzaraya odaklandım, Çağlar ağır ağır geliyordu arkamdan. Bir ıslık sesi yankılandı hemen ardından. Kaşlarımı çatıp arkama döndüm, Çağlar birine işaret veriyor gibiydi. "Çıkabilirsin!" Yüz ifademi sabit tutmaya çalıştım. "Geldim Kuzgun!" Ağaçların arasından, geldiğimiz yöne yakın bir yerden aşinası olduğum bir silüet yaklaşıyordu. Göz göze geldiğimiz ilk an kokusu burnumda tüttü. Gözlerimle görmeyeli yıllar, kokusunu almayalı asırlar olmuş gibiydi. Gözyaşlarımı sabit tutmak çok zordu çünkü gülümseyerek kollarını açmıştı. "Koş kız!" Neredeyse çığlık atacaktım, kıkırdayarak koştum kollarına. "Abi!" Ayağıma takılan taşları umursamadan annemden kalan son nefesimi çektim. "Gülüm." deyişi içimi sızlattı, eski yaralarımın kabuğu çatladı. Boyuna yetişebilmek için ayak ucumdaydım, ellerimi boynuna sardım. "Eğer ağlarsan burnundan öperim." Küçükken en nefret ettiğim ve abimin en zevk aldığı şeydi. Kıkırdadım. "Yüzünü göreyim, dur." diyerek kollarından ayrılırken yanaklarımdan aşağı süzülen gözyaşlarımı elimin tersiyle sildim. "Boyun mu uzamış senin?" Eliyle beni etrafımda çevirip bakındı. "Serpilmişsin, büyümüşsün." Gülümsedim burukça. "Büyüdüm." Ama sen hiçbirini göremedin çünkü hayatla boğuşmakla meşguldün. Bense acılarımı gömmekle. Ona söylemedim ama aynı babama benzemiş görmeyeli. Yüzü onunki gibi sert ve acımasız duruyordu. Saçlarındaki beyazları eksikti bir tek. Gözleri arkama kaydığında kaşları çatıldı, burnunu çekip benden bir adım uzaklaştı. "Evlenmişsin." Birkaç adım daha ilerledi ağır ağır. "Yüzüğünde bu herifin mi adı yazıyor şimdi?" İkisi önce birbirlerine öfkeden daha ağır bir duyguyla baktılar. Yaşanmış birkaç anıyı gözlerinden geçirdiklerini görebiliyordum. Çağlar'ın yeşillerinin karşısında abimin şansı yoktu, gördüğüm en keskin gözlere sahipti. Sonra ikisinin mimiksiz suratında küçük bir tebessüm belirdi ve tokalaşarak sarıldılar. "Çağlar." "Zafer." Birbirlerinin sırtlarına vurdular ve ben öylece bakıyordum ikisine. Tepede olduğumuzdan esen rüzgar neredeyse beni yere yıkacakken bu ikisi birbirleriyle uğraşmakla meşguldü. "Sana on iki olmadan gel demiştim." "Kardeşin ömründe dağ tepe görmediği için bayırı çıkamadı." "İki gram kızı taşıyamadım demiyorsun da." "İsteseydi ayağına kırmızı halı sererdim." "Sen bir halt yapamazsın." "Görmek ister misin Zafer?" Abimin şakağındaki damarları genişledi. "Seni öldürürüm. Dostluğumuz ayrı, kardeşim apayrı unutma bunu." "Dünya bir yana Efsun bir yana. Sen de unutma." Hayatımın en güzel anını sorsalardı son aylarda sürekli değiştiği için artık cevap veremem sanıyordum. Fakat artık bu anı seçiyorum- daha iyisi gelelene kadar. "Bundan rahatsız olmam gerekiyor ama hiç değilim, devam edin lütfen." Lisede bir kız için kavga eden sınıf arkadaşlarıma iğrenç bakışlar atarken içten içe kızın nasıl hissettiğini hep merak etmiştim. Sevilmenin hele de iki kişi tarafından sevilmenin ne olduğunu unutmuştum çünkü. Ve yıllar sonra bu iki adam bana bazı şeylerin varlığını hatırlatıyordu. Abim beni yanına çekip "Gel buraya sen." diyerek kolunu omzuna attı. Çardağın altına girdik, beni yanında tutmaya devam ederken istemsizce yüzüne bakıp duruyordum. Babama benziyor olsa da hareketleri anneminki gibiydi. Çağlar karşımızda ikimize bakıp özellikle abime kaşlarını çatıyordu. Abim ona baktığımı fark edip aşağı doğru bana bakmaya başladı. "Nasıl gelebildin buraya? Başına bir şey gelmez değil mi?" dedim korkuyla. Ellerini saçımın önüne daldırıp karıştırdı. "Geldim işte, gerisini boş ver. Zamanımız azken önemli mevzuları konuşmamız lazım." Kollarımı birbirine bağladım, abimin kolu hala omzumdaydı. "İki hafta sonraki seçimleri babamın partisi kazanırsa ve kanamazsa diye iki ayrı senaryomuz var." Kaşlarımı çatıp elimi havaya kaldırdım. "Yıllar sonra karşılaşıyoruz ve oturup yine siyaset konuşacağız demek." Haklıydı ama abimle birkaç saatliğine de olsa sıradan kardeşler gibi olmak isterdim. Omzumu sıvazladı ve sözlerimden pişman oldum. "Özür dilerim bir an yaşadığımız gerçekliği unuttum." "Seninle topraklarımızı geri aldığımızda Pera sokaklarında gerçek abi kardeş gibi gezeceğiz. Söz veriyorum gülüm ama şimdi sabretmeliyiz." Çağlar'ın bakışlarındaki duyguyu tanıyamadım ama ikimize de öyle derinden bakıyordu ki bir an ona da sarılmak istedim. Dünya üzerinde ailem diyebileceği bir kardeşi yoktu, benim en azından çocukluğum onlarla geçmişti. Kardeş sevgisini biliyordum ama bu onun için tarifsiz bir duyguydu. "Kazanırsa ve kazanamazsa diyorduk." Derin bir iç çekti fakat Çağlar ondan önce davrandı. "Kazanırsa bir hafta içinde tünel bittiği gibi operasyon başlayacak. Sorunsuz işlerse tünel sayesinde asker, silah ve diğer her şeyi kaçırabiliriz. Sorun eğer kazanamazsa olacaklar." "Babam, şerefsiz herifin teki olduğu için kaçakçılıktan aranacak. Muhtemelen yanına o kadını ve oğlunu da alıp kaçar. Sen de artık onun değil Çağlar'ın evinde yaşadığın için sorun yaşamazsın ama." Burnun kemerini sıkıp en az Çağlar kadar yorgun bakan gözlerini bana dikti. "Muhalefetteki o herifin partisi alırsa Türk kanı taşıyan her askeri görevden alacaktır. Böylece içerideki adamlarımızdan çoğunu kaybederiz ve operasyon sorun yaşar." "Ne yapacağız o zaman?" "Hakkımda inceleme başlattıkları an ülkeyi terk etmemiz gerekecek." Ülkeyi terk etmek, kulağa güç geliyordu. "Türkiye'ye mi gideceğiz?" diye sordum Çağlar'a. "Evet, tünelin bitmesini bekleyip bitişiyle beraber gelen emirleri uygulayacağız. Muhtemelen insanların zarar görmeyeceği bir yolu seçeceklerdir. Sadece emir uygulamaktan başka çaremiz kalamayacak o noktada." Türk olduğum için dışlanmayacağım, soyumu gurura ve rahatça söyleyebileceğim bir yerde var olmak fikri beni mutlu etmişti. "Tünelin bitişine ne kadar var peki?" Elini çenesine atıp düşündü. "Belki birkaç gün belki bir ay." Dikleşip öne doğru yaklaştı. "Her durumda bana görev çıktığında seni güvenli bir yere götüreceğim." Hızla itiraz ettim. "Hayır tabi ki! Ben de orada olmak istiyorum." "Bu görevi tehlikeye atar." dedi abim umutsuzca. "Olmaz, o tünelin ucundan özgür bir İstanbul'a gelmek istiyorum. Benim de yapabileceğim bir şeyler olmalı." "Resmi bir asker değilsin, silah tutamazsın, yapabileceğin en iyi şey Türk askerini beklemek abicim." Abimin karın boşluğuna dirseğimi geçirdim. "Kurtuluş savaşında cepheye mermi taşıyan kadınları ne çabuk unuttun. Salonumuzun ortasında o kadınların resimleri asılıydı abi! Annem yaşasaydı bu cümlelerin yüzünden sana kızardı." Başını çardağın arkasına yasladı. "Seni kaybetmek istemiyorum gülüm. Üstelik resmi askerler ve istihbaratçılar dışında tüneli kimin kullanacağına biz karar vermiyoruz. Yani istesek de işin içine dahil olamazsın. Bunları bilmen için bile birçok prosedür imzalayıp sana anlatabilmeyi aylarca bekledik." Nasıl olur da ikimiz de sonuna kadar haklı olabilirdik? "O gün geldiğinde bakarız." dedim küçük bir kız çocuğu gibi. Kolundaki saatine bakındı abim. "Birazdan beni almaya gelecekler, siz ikiniz dönseniz iyi olur." Yaslandığım yerden doğruldum. "Ama daha yeni geldin." "İki hafta, sadece iki hafta sonra yeniden görüşebiliriz." Ayağa kalkıp çardağın dışına doğru ilerledik. En azıdan bir geceyi beraber geçirebileceğimizi ummuştum ama oturup birkaç cümle konuşabilmemiz bile mucizeymiş. "Aslında buraya gelmemeliydim." diye itiraf etti. "Suratına yumruk çakmak istediğim şu herif ayarladı her şeyi." Çaprazımda elini cebine atmış mahcup bir edayla gülümseyen Çağlar'a baktım. Ayağının ucundaki taşları eşeliyordu. Benim için ikimizi görüştürmüştü, geceleri rüyalarıma girdiğini biliyordu. "Artık git de karımla rahat bir nefes alalım." Abim henüz onun cümlesini bile tamamlamasına izin vermeden sıkı bir yumruk geçirdi omzuna. Şaka olarak değildi üstelik. Çünkü Çağlar arkaya doğru sendelemişti ama ona karşılık vermiyordu. "Sabrımı sınama ve kardeşimden üç adım uzak dur Kuzgun." Kaşlarını iyice çattı. "Her anlamda." Abimin yanına ilerleyip son defa sarıldım. "Seni çok seviyorum." Kelimelerime karşılık "Ben de seni seviyorum. Kendine iyi bak olur mu?" "Allah'a emanet." dediğimde aynı şekilde karşılık verdi. Annem birini Allah'a emanet ederseniz onu bir daha görmeden ölmezsiniz derdi. Onu en güvendiğime emanet edip dolu gözlerle ayrıldım. Ağlamamalıydım, onun için işleri daha da zorlaştıramazdım. Gittiğinde ağlayabilirdim ne de olsa. Çağlar onu dinlemeyip kolunu omzuma attı. "Sus ve git, helikopterin geldi." "Ciddiyim, onu üzme!" Çağlar yapmacık bir şekilde bana dönüp "Üzülüyor musun benimleyken gülüm?" dediğinde ben de keyif almaya başlamış gülümsüyordum. "Lan!" diye haykırdı abim ama yanımıza gelemiyordu çünkü helikopterin güçlü sesi yaklaşmış ve rüzgar estiriyordu. "Gülüm deme lan kardeşime! Sen ona gülüm diyemezsin!" Pervaneden çıkan sesi bastırmak için bir yandan bize bağırıyor diğer yandan ilerliyordu ve sözlerinde ciddiydi. Yere iniş yapan devasa helikoptere koşup kendini içeri doğru çekmeden hemen önce el salladı. Ona aynı neşeyle el salladım ama gidişiyle beraber tuttuğum gözyaşları sel oldu. Hıçkırığımı duyan Çağlar telaşla omuzlarıma koydu ellerini. "Efsun?" Ağlamamı beklemiyordu çünkü az önce iyi idare etmiştim. "Çok yoruldum Çağlar." Bunu abim gelene kadar fark etmemiştim ama sanırım artık tükenme noktasındaydım. Kendimi onun kollarına bırakmadan beni yakalayıp kendine çekmişti bile. "Böyle yaparsan tüm kuralları yıkmam gerekir. Her gözyaşına sözler verdim be gülüm." Hıçkırıklarım göğsünde yankılandı. "Neden böyle oldu bilmiyorum ama biraz dinlenmek istiyorum." Anne, tüm bu yasaklardan, kaçınmalardan sonra özgürlüğün verdiği ağırlık mı bu yoksa? "Yamacımda dinlen, istediğin kadar gölge yaparım sana." Böyle güzel sözlerine, hareketlerine rağmen beni gerçekten istemediğini biliyordum artık. Ama Melina'nın ima ettiklerini hesaba katınca da tam tersi ortaya çıkıyordu. Biri Çağlar'a benden uzak durması emrini mi vermişti? Burnumu çeke çeke ayrıldım kollarından, bu kadar çabuk teması kesmemi beklemiyor gibi baktı. Gözlerimdeki alevi görebilsin diye başımı dikleştirdim. "Kim?" dedim emin olarak. Önce anlamadı ya da anlamazlıktan geldi. Kaşlarındaki çatıklık ele veriyordu kendini. "Senin de özgürlüğünü kısıtlıyor birileri. Kim?" dedim yeniden. Bu defa bakışları yumuşadı ama yüzündeki düşünceli ifade taze kaldı. "Yoruldum diyorum, gölge yaparım diyorsun! Sarılıyorsun, birlikte uyuyorsun ama aynı zamanda duygular bunların hiçbirinde yok diyorsun!" Bağırmamı beklemiyordu, geriye doğru bir adım sendeledi şaşkın bir ifadeyle. Yüzündeki tüm o muzip Çağlar bakışı silindi, gerçek kimliğine büründü. Daha önce de söylediği gibi perdeliydi bakışları, muziplik ve gülümseme gerçek kimliğini saklıyordu. "Ben denge istiyorum!" Yeniden sesimi yükseltişim karşısında kaşları çatıldı ama bir yandan hüzün de vardı. "Yemin ederim," dedi yalvarır gibi. "Üzülmeni asla istemedim. Üzülme diye çırpındım Efsun." Yaklaşmasına fırsat vermek istemedim ama bir yolunu bulup yüzümü avuçları arasına aldı, eğildi. "Uzak durmaya çalıştım, bu hayatta en büyük yenilgimi de oradan aldım. Yakınında durmam da sana zarar veriyor. Şu leş dünyada yine yerim yok!" Bağırmamıştı ama sitemini belli edecek kadar belirgindi sesi. Ancak şimdi anlayabilmiştim onun için de zor olduğunu. Çünkü gülümsemesiyle gölgelediği duygularını ilk kez şimdi gösteriyordu. Ellerini yüzümden çekip saçlarına daldırdı. "Bu yaptığım yüzünden bir gün benden nefret edersen, beni bırakmak istersen artık çok geç olacak." Adımları yanıma öyle hızlı ulaştı ki ne yapacağını ben de kestirememiştim. Fakat yüzüme usul usul yaklaşırkenki temkinli ifadesi beni neredeyse öpüyor olduğunu açıkça gösteriyordu. Sert bir şekilde göğsünden ittirdim çünkü buna izin vermek demek kaybetmekle eş değerdi. "Aklından bile geçirme!" Arkamı dönüp gitmek için adımlarımı hızla atarken "Sana o iki kelimeyi söylemiyorum çünkü korkuyorum!" diye seslendi güçlü bir sesle. Kara bulutların etrafımızı sardığını esen rüzgarla anlayabilmiştim. Bir erkek için de korkuyorum demenin güç olduğunu biliyordum. Erkekler ağlamaz, gibi aptal bir olgunun yarattığı bir şeydi ve bunu gurur meselesi yaptıklarını bilmeyen de yoktu. "Anneme son sözlerimdi." Cümlesi beni ona döndürmüştü. Çocukluğunun benden daha ağır geçtiğini biliyordum artık. Bu yüzden bana bunları söylemesi bile değer verdiğini bilmem için yetmişti. "Onları söylemesem de sever misin beni?" *** Tamam Çağlar biz seni anladık kodjdpdls Sonraki bölüme kadar kendinize iyi bakınn kalpkalpkalp
|
0% |