Yeni Üyelik
20.
Bölüm

19. Beyzade'nin Kızı

@zorronezi

 

 

 

Adamlar- Bilsen de Bilmesen de

 

 

 

Herkese iyi okumalar <3<3





***

 

 

 

"Beyzade,nin Kızı"

Sever miydim?

Severdim. Seni seviyorum cümlesini lugatımdan tek seferde silecek kadar üstelik. Çakan şimşeklerle beraber üzgün bakan gözlerinde kayboldum. "Hoşlanıyorum senden! Her şeyimsin desem onun yerine. Gülüm desem."

Bugün ömrümde hiç akıtmadığım kadar gözyaşı akıttım ve bu defa mutluluktandı. Kollarını bana açışına bir ömür sığdırmak istedim. Koştum, sanki kilometrelerce gibi gelen üç adım atıp kollarımı boynuna doladım.

Gülüşü kulaklarımı okşadı, başıma düşen yağmur taneleri yanağımdan süzüldü. Kahkaham bayırdan aşağı yankılandı, beni döndürüyordu. Çığlık çığlığa boynuna doladım kollarımı.

"Düşeceğim!"

Yavaşladı ama durmadı bir süre. Belimdeki kolları sıkı sıkıya sarılıydı. Sonunda yağmur fırtınaya dönüşürken ayaklarım yere basmıştı. Kollarım boynunda kaldı, onun kolları belimde. Yüzünde düşmekte olan su taneleri yarış içindeydi.

Yaklaşıp önce bir yanağıma sonra diğerine öpücük kondurdu. Sağ yanağımdan aşağı doğru çeneme binlerce defa değdirdi dudaklarını. Dudağımın kenarı kıvrıldı, onunkinin de öyle olduğunu hissediyordum.

"Gitme benden." dudakları yavaşça yaklaşırken başımı geriye doğru eğdim. Kaçışıma karşılık şaşkınca ama çatık kaşla baktı. "Gitmiyorum." dedim ama uzaklaştırdım dudaklarımı onunkinden. Gözlerini kıstı yaptığımı fark edince ama şimdilik bakışlarımı es geçip dudaklarını açıkta bıraktığım boynumda hissedince gözlerim mest olmuş gibi kapandı.

Derin bir nefes çekti. "Nasıl hep böyle güzel kokabilirsin?" Başımı geri yatırdığım için tüm damlalar yüzüme düşüyordu. "Dur artık Çağlar." diye sitem edişime aldırmadı ve bir nefes daha çekti.

Gözlerimin önünden ömrüm geçti. Yıllarımın tümünü toplayıp mutluluklarımı binlerle çarpsam yine şu saniyelerdeki kadar etmezdi. Bu noktaya da öyle güç gelmiştim ki tırnak aralarımda duruyordu acılarımın kırıntıları.

Kollarını belimden ayırmadı ama yüzünü uzaklaştırıp karşımda olacak şekilde eğildi. "Delirmeme ramak kalmıştı haberin var mı?" Sahte bir öfkeyle "Ben çoktan delirdim senin haberin var mı?" dedim.

Burnunu kırıştırıp hızlıca yanağımdan bir öpücük aldı. "Fark ettim." Sonra diğerine de aynısını yaptı. "Hasta olmadan gidelim, titriyorsun." Üzerimdeki ince hırkanın artık vücuduma yapıştığını hissedebiliyordum.

"Benden nefret etme olur mu?" Elimi hiç beklemeden yakalayıp koşturmaya başlayınca cümlesi arada kaynamıştı ama zihnimde bir yerlerde kayıtta duracaktı hep. Çamurlar üzerimize sıçrıyordu, yağmur her yeri kahverengine bulamıştı. Gülüşümü bastırmaya çalışıp iki dudağıma sahip çıkıyordum. Deli gibi gülümsemek geliyordu içimden. Beni sevdiğini biliyordum ya artık ruhum çekilse yine gıkım çıkmazdı.

Anne, Çağlar beni seviyor!

Nefes nefese kalıp neredeyse hareket edemeyeceğimi anladığımda Çağlar da bunu hissetmiş gibi duraksamıştı. "Gel böyle bakayım." Kolumu kaptığı gibi boynuna attı, bir elini bacaklarım diğer elini belime yerleştirip kucağına almıştı. "Çağlar! Ne yapıyorsun? Çok ağırım, indir beni!"

Kahkahalarla güldü cümleme bir süre. İnci gibi dişleri birkaç santim ötemde parıldadı. "Ağırlık görmesek inanacağız. Harekat çantası kadar bir şeysin. Sıkı tutun yeter." Boynundaki kollarımı sıkılaştırdım ve benden beklemeyeceği bir anda dudaklarımı yanağına bastırdım. Gözlerinin donduğunu görmek hoşuma gidiyordu çünkü onu gafil avlamak çok zordu. "Tamam." dedim masumca.

"Yemin ederim elli tane adamı buradan dereye sürüklerim ama şu hareketin yere yığmaya yeter beni."

Yolun devamı kısaydı ve yağmurun altında titremeye başlamıştım. Kapıya yakın, kollarımı Çağlar'dan ayırdım. Aramızdaki tüm paravanların kalktığını biliyordum ama içimde hala saklı kalmış bir tane olduğunu söyleyen sesi görmezden gelemedim.

Kapıyı vurmak üzere hareket etmişken paspasın altından anahtar çıkardı. "Yıl olmuş 2039 hala anahtarı paspasın altına mı koyuyorsunuz?"

Çağlar sözlerime önce gülümsedi sonra ansızın ciddiyete büründü. Kaşları çatık bir halde işaret parmağını dudağına götürüp "Ştt!" dedi. Elini refleks olarak beline attı ama yanında silah getirmediğini fark edip kendine küfür ederek kapının kilidini sessizce açtı.

"Burada kal." Fortmantonun yanından çekemeceyi açtı, silahı eline aldı. Kolunu yakalayıp endişeyle baktım. "Dikkat et."

Evden çıkarken içeride durmam gerektiğini biliyordum ama yapamadım. Hemen arkasına kapıyı kapatmadan geri açıp takıldım. Peşinde olduğumu tabiki duymuş ve kaşlarını çatarak karşılık vermişti.

Artık yapamazdım, ondan geri duramazdım. Aklımda felaket senaryoları dönerken silahı kavrayan elleri havalandı ve evin köşesinde bir adım attı. "Ne halt ediyorsun sen burada lan!"

Biri vardı, gölgesini görebildiğim kadarıyla uzun biriydi. "Sadece Hira'yı takip ediyordum." Claus'un sesini duyar duymaz ben de köşeyi döndüm. "Clause?"

Çağlar'ın karşısında o da elindeki bıçağı ona doğrultuyordu. "Bu bir cevap değil. Nereden buldun burayı? Kim gönderdi seni?"

Clause bıkkınca bir nefes verdi, Çağlar silahı şakağına vurdu. "Konuş lan!" Sesi beni bile ürkütmüştü. "Hira örgütten bahsedince örgütle ilgili bir şey olur diye arabasını takip ettiriyordum. Bu kadar uzağa gelince de bir şey oldu sanıp peşinden geldim ama evde değilmiş."

Çağlar bir adım bile gerilemedi, silahını da indirmedi; düşünüyordu. Açıkçası şüpheliydi.

"Başka ne diye geleyim Kuzgun!"

"Siktirip gidersen sağ salim bırakırım."

"Olmaz." dedi kesin bir dille. "Hira etrafta yok, onu göreyim giderim."

"Göremezsin, yarın evinde sorarsın."

"Bahçede otururum."

"Lan bir git!"

"Göndersene."

Çağlar silahıyla havaya ateş atınca ellerimle kulağımı siper ettim. "Çağlar!" diye çıkıp kolunu tuttum. "Bırak bahçede kalsın, Hira gelince gider."

Çağlar çenesi kasıla kasıla düşündü. "İçeri geç, gözümün önünde kal." Silahını geri beline koyarken derin bir nefes verdim. Delirmiş olmalıydılar. Clause da bıçağını katlayıp cebine attı.

Kapıdan girdiğimiz gibi bana yaklaşıp "Ilık bir duş al, hasta olursun." deyince başımla onayladım. Onun da üzeri tamamen ıslaktı. "Ben şunu gözümden ayıramam, üzerimi değiştiririm sadece." Aklımı bile okuyordu.

Başımı sala sola sallayarak banyoya girdim. İçimde rahatlamıştı, ferahtım artık. En azından aramızda bir şeylerin netleşmiş olması iyi gelmişti. Net olmayan, spontane şeylerden nefret ederdim.

Banyodan sonra saçlarımı kurutacak bir şey bulamayınca nemini alması için havluyla kuruladım biraz. Telefonuma yağan bildirimleri duyunca göz atmaya başladım, çoğu babamdandı ve uzun zamandır ondan mesaj almadığımı ancak fark etmiştim.

Bakan:

Yarın ailece bir ropörtaj verilecek eve gel. Konuşacaklarımızı önceden okuyup ezberlemen gerekecek.

Canlı yayın saat birde, dokuzdan önce burada ol.

Emir kipleriyle dolu mesajlara sadece onay ifadesi koydum. Seçimler için şimdilik hala onun lehine işler yapmalıydık. Salondan gelen seslerle beraber telefonu yatağa fırlatıp çıktım.

"Lan ne demek takip ettim." diye bağırıyordu Ender. Ortalık karışmış, Ender, Hira'yı arkasına almış ve her an Clause'un üzerine atlayacak gibi duruyordu. Baver abi ve Melina ortalıkta yoktu, anlaşılan henüz dönmemişleri.

Gözlerim hızlıca Çağlar'ı aradı, onu koltuğa yayılmış keyifle izlerken görmeyi beklemiyordum. Kalabalığın arkasından sıyrılıp oturduğu koltuğun başına geldim.

"Kalkıp ayırsana Çağlar."

Kolumdan yakalayıp yanına çekti. "İzlemesi daha güzel, bak." Ender korumacı abi edasıyla adeta Clause'un üzerine atlayacaktı ki Boris aralarına girip "Lan, bir dur dinleyelim!" diye çıkıştı. Biraz ara dayağı yemiş gibi olmuştu.

Hira hepsine göz devirip Ender'i omzundan tutup kenara çekti. İstese ondan da kurtulabilirdi ama Hira'ya karşı hiçbir harekette bulunmadı. "Çekil sen de kenara." diyerek Boris'i de iteledi.

"Sen kimsin de beni takip ettiriyorsun çizgili kravat!" Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırmak zorunda kalmıştım çünkü Clause tokat yemişten beter bir halde bakıyordu. Sonra Ender' döndü. "Sen de ne hakla benim yerime konuşuyorsun? Buradayım ben, kendim hesabını sorabilirim."

Clasue ve Ender birbirlerine keskin bakışlarla atıyorlardı. Hira, Clause'a yaklaşıp çenesini kaldırdı. "Yürek mi yedin de beni takip ettiriyorsun?" Clause cevap vermeye yeltenemeden devam etti. "Seni bir daha izinsiz yakınımda görürsem, kokunu bile alırsam avlarım."

"Örgüte karşı yaptıklarından sonra başına bir şey geldi sandım." Clause onu gördüğümden beri ilk kez çaresiz görünüyordu. Asla alttan alacak biri gibi görünmüyordu ama ona karşı ellerini önünde birleştirip başını eğiyordu. "Kötü bir niyetim yoktu Grivas."

"Niyetin önemli değil, sözlerimi ciddiye al yeter."

Gözlerini Hira'dan çekip "Sözlerini emir diye aldım bu seferlik. Abinin tasmasını sıkı tutarsan sorun yaşamayız." diyerek Ender'e meydan okuyarak baktı. Abi kelimesini bastıra bastıra söylemişti.

Ender parmaklarını yumruk yapıp sıktı. Her şeye rağmen gözlerinde o bakışın korumacı abi bakışı olmadığını anlayan tek kişi ben değildim sanırım. Çağlar da artık bundan keyif almıyor gibi görünüyordu.

Clause sessizce çıkıp giderken Ender kendini hala sıkıyordu. Boynunda beliren damarların öfke taşıdığını hepimiz görebilmiştik. "Bu herif neden bu kadar içimize girdi Hira?" diye sordu. Öfkesine rağmen sakin kalmaya çalışıyor gibi bir hali vardı.

"Efendim?" Kaşlarını çatıp Ender'e karşı savunmaya geçti haklı olarak. "Sanki onu ben çağırmışım gibi davranma Ender."

İkisi daha büyük bir kavgaya tutuşmadan Çağlar'ın "İkiniz de tek kelime daha etmiyorsunuz. Zaten işler karışık, kendi içimizde de çatışamayız." ikazı derin bir sessizlik oluşturmuştu. "Herkes akşam olmadan evlere dağılsın, seçim çalışmalarına başlıyoruz."

Son anda babamın mesajını hatırlayıp doğruldum. "Neredeyse unutuyordum. Babam yarın yapılacak röportaj için çağırdı beni." Çağlar koltuğun kenarına dayadığı elini çenesinde gezdirdi. "Güzel. Belki etkisi olur iyi bir reklamın."

Kapıdan telaşla giren Melina ve Baver Abi kötü bir haber getiriyor gibilerdi. "Çağlar çıkıyoruz. Ender, Efsun'u eve bırak. Hira sen de Melisa ve Broris'le tünele geç." Asker edasıyla sıraladığı emirleri öyle sertti ki herkes ayaklanmıştı bile.

Gitmesini istemiyordum ama görev beklemezdi. Daha yeni duygularımızı en çıplaklığı ile paylaşmışken vakit geçiremeyecek olmak üzmüştü ama belli etmek istemedim. "Benim eşyalarımı da alırsın olur mu?" Bir elini yanağıma sabitleyip onay bekler gibi baktı. Her an adım atıp gitmeye hazırdı ama aynı zamanda bunu güçlükle yapıyor gibiydi.

Başımla onayladığım sırada hızlıca yanağıma değen dudağı biraz olsun rahatlatmıştı. Bir şeylerin değiştiğini hissettirdi en azından.

Evden hızla çıkışını gözlerimle takip ettim. Beklemek yine başa düşmüştü. Üstelik ne zaman döneceğini, nereye gittiğini hatta belki de şu an hayatta olup olmadığını bile bilemeyecektim. Daha önce hiç bu kadar zor olduğunu düşünmemiştim geride kalan olmanın.

"Biz de çıkalım hemen."

"Tamam, biraz bekleteceğim eşyaları toplayıp geliyorum."

Ender nazikçe başıyla onaylayıp koltuğa geri oturdu. Odaya dönmeden önce benden daha da telaşlı olan Melina "Efsun, görüşemezsek kendine iyi bak olur mu? Çıkıyoruz biz." dedi.

"Sen de öyle."

Çağlar'ın bana kazandırdığı insanların ömrümün onsuz olan kısmından daha değerli olduğunu anlamıştım artık. Burukça gülümseyip beni anaçça bekleyen kollarına atıldım. Yutkunmadan edemedim çünkü alışmam zaman alıyordu.

Eşyalarımı apar topar valize atıp Çağlar'ın tişörtlerini de yanına dizdim. Burada daha çok vakit geçiririm sanıyordum fakat öyle olmadığı için de mutsuz değildim. Şu an tek derdim Çağlar'dan uzaklaşmış olmaktı.

"Ben hazırım Ender."

Hira ve Baver'le de görüştükten sonra arabaya geçip sessiz sayılabilecek bir yolculuğa koyulduk. "Hira'ya nasıl baktığını gördüm." dedim kendime hakim olamayarak. Ne yazık ki onu biraz korkutmuş olmalıyım çünkü öksürüp kızarmaya başlamıştı.

"Anlamadım?"

"Hira biraz kör olabilir ama ben insanları çok izledim Ender." Vitesteki elini boynuna atıp sıvazladı. "Hira bir abi edasıyla hareket ettiğini sanıyor olabilir ama ben öyle olmadığını biliyorum. Gözlerin titredi, bir abinin eli titrerdi."

Yola bakarken dikkatini toplamaya çalışıyordu. "Bilsin istemiyorum."

"Ama neden?"

"Çünkü onu kaybederim. Duygulara karşı kalın duvarları var ve itiraf ettiğim an beni kendinden uzaklaştırır."

"Peki ya biri onu senin ellerinden alırsa? Bunu da mı düşünmedin?"

"Hira buna izin vermez. Diyorum ya-"

"Ben de öyle sanıyordum. Kimseye sarılamam ve asla sevemem sanıyordum ama halime bak. Biri çıkar gelir, her şeyi altüst eder. Tek kelime bile edemez."

"Hira öyle kolay yenilecek bir kadın değil."

"Clause da öyle kolay bir rakip değil. Açıkçası kimyaları çok hoşuma gitti ama senin gözlerinde gördüğüm o kırık sevginin de beni dağlamadığını söyleyemem. Ne zamandan beri?" Son anda pişman oldum. "Şey yani özel değilse."

Gülümsedi, garip bir adamdı ama duygularını çok iyi gizlediği de her halinden belliydi. "Gözlerimden görmüşsün zaten en özelimi." Derin bir iç çekti, frene basıp sağ şeride geçti ve ağır ağır sürmeye başladı arabayı. "Çok küçüktüm. Örgüt Hira'yı kaçırmış, Türk istihbaratı onları kurtarmışken aynı yetimhanenin farklı kanatlarında kalıyorduk. Çağlar bana Hira'yla örgütte kaçırıldıklarını anlatmış, onu farklı bir yere götürecekleri için çocuk aklıyla bana emanet etmişti onu." Yüzünde buruk bir gülümseme oluştu. "İlk zamanlar Türkçe bilmiyordu, herkes onu dilsiz sanırken ben anlamıştım aslında konuşabildiğini. Her şeyi ben öğrettim; bak bu bir çiçek dedim, bu ağaç, burası da yuva. Sonra bana adını söyledi, ben de okula kayıt için gönderilirken onun soyadını almak için müdireyle kavgaya tutuştum. Sırf ilerde bizi ayırmak isterlerse soyadımız aynı diye ayırmazlar diye düşünmüştüm. O zamanlar bilmiyordum öyle aşk, sevgi; saf iyilikti yaptıklarım. Sonra büyüdük, bizi asker olarak yetiştiriyorlardı zaten, eğitimimizi beraber aldık. Lisede ayrıldık, dört yıl görevlere gönderilip birbirimizi hiç görmedik. Görev bitti, Konstantinopolis'e gidecek özel ekip eğitimleri başlamıştı, yeniden orada karşılaştık. Dört yılda zerre değişmemiş yine gözü kara bir kızdı. O günden beri beraberiz, beni her gördüğüne kuzeni diye tanıtıyor ve ben onun soyadını kullanıyorum çoğu yerde. İnsanlar sevdiğine soyadını verir ben sevdiğiminkini alıyorum."

Son zamanlarda tanıştığım tüm insanların sırtındaki yüklerin görünenden daha ağır olduğunu fark ettim. Ender, Hira ve Clause arasında ne olacak bilmiyordum ama şu andan itibaren yaptıkları her hareket üçünün geleceğini etkileyeceği aşikardı.

"Dilim tutuldu." dedim burukça gülümseyerek. Çünkü buna nasıl tepki vereceğimi de bilemiyordum. "Aramızda kalacağını biliyorum ama yine de Çağlar dışında kimseye söyleme olur mu?" Masum bakışlarını bir bana bir yola çevirdi. "Asla unutamayacağım şeyler, hep benimle kalacak ama kimseye söylemeyeceğimden emin olabilirsin. Ayrıca paylaşmaya değer gördüğün için de teşekkür ederim."

"Estağfurullah, bundan sonra Çağlar komutanın yeri neyse seninki de onun yanı."

"Ama ondan dolayı öyle olmasın yerim. Beni ben olduğum için de koyamaz mısın?"

Mahcubiyeti artmış bir şekilde yeniden ensesini sıvazladı. "Öyle demek istemedim."

"Anladım ben, şaka yapıyorum."

Eve, artık gerçek anlamda eve varmıştık. Kemerimi çözerken "Sen yine de ölçüp biç. Olası gelecekleri düşün." dedim. "Bıraktığın için teşekkür ederim."

Baş selamını aldıktan hemen sonra eve geçtim. İçerisi garip bir havadaydı ama girdiğim gibi yorgunluğumu fark ederek salona uzandım. Tavana bakıp düşüncelere dalmayalı çok oluyordu.

Bugün abimi görmüştüm, konuşmuş hatta sarılmıştım. Gitgide babama benzeyen simasına inat hareketleri ve tavırları onun gibi değilmiş meğer. Türk istihbaratı için İzmir'de ne yaptığını asla bilmeyecektim belki ama vatan fedakarlık yaptığım bir abim var diyebilecektim. Ona hiçbir zaman artık beni kurtar, gel, orayı bırak dememiştim. Çünkü vatani bir görev için orada olmasa benim için geleceğini hep biliyordum. İkimizi de aynı kadın yetiştirmişti ne de olsa; Meryem Gümüş.

Gözlerimi ikinci defa çatığımda hava aydınlanmak üzere gibiydi. Salonda uyuyakalmış, aynı sessizlikte yeniden uyanmıştım. Panikle ayaklandım fakat gözlerim saati bulduğunda omuzlarım geri düştü. Ropörtaja geç kaldığımı sanmıştım.

Üzerime ne giymem gerektiğini bilemediğimden günlük elbiselerimden birini giydim, tam anlamıyla elbise kadınıydım. Üzerime kabanımı alıp kahvaltılık birkaç parça atıştırıp çıktım. Her defasında hayranlıkla baktığım Ferrari'yi ilk kez yalnız kullanacaktım. Eve yaklaştıkça stres büyüdü. Siteye girip evin kapısına göz açıp kapayıncaya kadar ulaşmıştım bile.

Evin koridorları dahil her yerde yabancı simalar dolanıyordu. "Ofelya Hanım!" diye seslenen tanıdık olmayan sese döndüm. Bir kadın koştur koştur üzerime doğru geliyordu. "Ben Bakan Bey'in sosyal medya yönetici kadrosundayım. Sorulacak soruları ve vermeniz gereken cevapları içeren bir mail attım az önce. Canlı yayından önce göz atmanızı istiyor Bakan Bey."

"Teşekkür ederim, bakacağım."

Salona doğru devam ettiğimde başında iki kadınla hazırlanan Elene ile göz göze gelmiştik. Görmezsen gelemeyeceğim kadar fark etmişti beni. "Ah Ofeli gelmiş. Buraya gel tatlım." Artık eskisi kadar itici gelmediğinden koltukta yanına doğru oturdum.

"Sana da makyaj yapsınlar istersin?"

"Kalsın, ben kendi makyajımı yaptım."

"Ama gözlerin son derece bitik görünüyor. Yoksa kocan görevden göreve koştuğu için meraktan evde kendini mi yiyorsun?"

Telefonumu açıp maillere göz atmaya başladım. Sözlerinin hiçbir tesiri yoktu artık neyse ki. "Aslında makyajı tam kameraya göre olmuş." Başımı kaldırıp Elene'nin makyajını yapmakla meşgulken bana bakan kadına gülümsedim. "Gözleriniz doğal mı? Oldukça alacalı, hem ela hem kehribar duruyor. Makyaja göre rengi değişiyordur."

"Teşekkür ederim. Genelde belirgin göz makyajı yapmıyorum ama evet, kullandığım tona göre değişiyor."

Tanımadığım birinden iltifat alıyor ve artık ona karşılık verebiliyordum. Bakışlarım telefonda olsa da gözlerim heyecandan parlıyordu. Özellikle bir kadından iltifat almak özgüven katmıştı.

Gülüşüm tabi ki kısa sürmüş, maildeki saçmalıkları okudukça iğrendim tüm bu yalanlardan. Politikacılar korkunç insanlardı ve şayet bu seçimler için babam işimize gelmeseydi onu canlı yayında patlatmak isterdim.

Soruları kaydırığ rasgele birinde durdum. Kızınızı yıllarca bizden saklama nedeninizi öğrenebilir miyiz, yazıyordu. Babamın cevabı da şöyle olmalıymış: İkinci evliliğimi yaparken politikaya atılmıştım ve hakkımda çıkan yalan haberler sırasında kendime bir söz verdim. Kızımı tüm bu saçmalıklardan koruyacaktım böylece saklanması gereken kameralar olmayacaktı. Hem de okulda ayrıcalık tanınmayarak büyüyebilirdi. Bilirsiniz politikada torpil çoktur ama benim çocuklarım hep kendileri kazıyarak geldiler bu sayede.

PALAVRA!

Gecelerimi müştemilatta yalnız başıma geçirirken tüm bu saçmalıklardan korunmuyordum! Dünyaya bunu haykıramamak, gerçeği söyleyememek şimdiden beni öldürüyordu.

Tüm soruları ve verilecek cevapları ezberledim. Çağlar yıllarca nasıl yapabilmişti bunu? Nasıl dayanmıştı onlardan biri gibi davranabilmeye? İçimdeki saf öfke büyüdükçe büyüdü.

Viktor'un "Ofelya!" nidası beni ortama geri döndürmüştü. Hafifçe tebessüm ettim, neredeyse sarı saçlarını kısa kestirmiş, gömlek giymişti. "Hey! Saçlarına ne yaptın?"

Elene hızla atladı. "Gördün mü? Ofeli de beğenmedi. Neden kestirdin bir tanecik saçlarını?"

Viktor, Elene'ye göz devirdi. "Mi tera! Küçük çocuk gibi davranma artık." İkimizin ortasında oturdu. "Sıkıldım, değişikliğe ihtiyacım vardı diyelim." Elene makyajını bitirdiği için koltuktan kalkıp salonu terk edince hızla Viktor'a döndüm. "Anlat."

"Bir şey olduğu yok Ofeli."

"Gözlerin yorgun bakıyor, saçların gitmiş, seni hiç görmediğim kadar somurtuyorsun."

Etrafa bakındı, kameralar salona kurulmadığı için sorun yoktu ama birilerinin de duymasını istemiyordu anlaşılan. "Babamın paravan şirketi benim üzerime. Yani tam olarak hepsi değil ama ortağıyım ve seçimler kötü giderse hakkımda yakalama kararı çıkabilir."

Olayları bildiğimden atıldım. "Çünkü vergi kaçakçılığı ve daha birçok suç işlemiş."

Gözleri umutsuzca bakıyordu. "Yemin ederim bilmiyordum. Babam imza at diyordu ben de atıyordum. Beni öyle manipüle etti ki okumuyordum bile. Geçen günlerde tesadüfen öğrendim."

Kıyamazdım ona. Her ne kadar bana sataşıp sorun çıkarsa bile kardeşimdi Viktor. Elini tuttuğumda gözleri büyüdü "Abla-" diyecek oldu telaşla. "Senin için çaresine bakmaya çalışırım. Yani Çağlar'la konuşurum, belki o bir şeyler yapar." İçi biraz olsun rahatlasın diye umut serpiştirdim.

"Teşekkür ederim ama benim için kendinizi riske atmayın."

"Senin için riske atmayacaksam kimin için atacağım? Kimim var ki benim kardeşlerimden başka?"

"Çağlar var ya abla kocan oldu artık." İkimiz de aynı anda kıkırdarken kaşları çatıldı aniden. "Çoğul eki mi kullandın sen sanki? Zafer... Şu abin. Onunla mı görüşüyorsun yoksa?"

Yutkundum. "Saçmalama, görüşmüyorum. Ama yaşıyor sonuçta bir yerlerde ve karşıma çıkarsa onu da bağrıma basarım. Abim o benim. Ayrıca şu abin, ne demek? Senin de abin oluyor. Sen benim ne kadar kardeşimsen o da senin o kadar abin. Aynı babanın çocuklarıyız."

"Ya evet, bizi böyle bir babayla bırakıp giden bir abi."

"O da çocuktu!"

"Artık büyüdü ve bak bakalım burada mı? Ömrümde hiç görmedim bile. Benim tek kardeşim sensin Ofeli."

Bilmediği öyle çok şey vardı ki...

Ama asla emin olamazdım Viktor'dan. Elene'nin kirli zihni hala onun üzerinde tesirliydi, annesiydi sonuçta.

"Kamera kurulumu tamamlandı, Ofelya Hanım, Viktor Bey sizi de kış bahçesine alabiliriz."

Kadına gülümseyip beraberce ilerlemeye başladık. "Makyaj yaptırmayacağınızdan emin misiniz?" deyişine kibarca "Kendimde renk kattım yeterli olduğunu düşünüyorum." diye karşılık verdim.

Bahçe bizimle beraber on beşten fazla insanla doluydu. Kadın bizi yönlendirirken mikrofonlarımızın takılması için eline adlığı bir tanesiyle yanıma geldi. "Hassasiyetinizi biliyorum, isterseniz size nasıl takıldığını gösterebilirim." Nezaketi ve tavırlarına karşı mahcubiyetle gülümsedim ve bana gösterdiği şekilde takmaya çalıştım. "Teşekkür ederim tekrardan."

Son kez ağzını açacak gibi olup tekrar vaz geçtiğini gördüğümde "Lütfen, devam edin. İçinizde kalmasın." Benimki gibi mahcubiyet yayıldı yüzüne. "Sizi soğuk ve ketum biri olarak düşünmüştüm fotoğraflardan ama hiç öyle biri değilmişsiniz. Sadece dış görünüşe bakıp yargılayan kirli zihnimi kınıyordum yalnızca."

Aslında sohbete devam etmekti niyetim fakat babamın "Ofelya, hadi kızım." cümlesiyle kelimeler boğazıma dizilmişti. Sesindeki o ince tondan iğnelemeyi ancak ben anlayabilirdim.

Kameraların önünden stresli bir şekilde ilerleyip geniş koltuğun benim için boş bırakılan yerine oturdum; Elene'nin yanı. Onun hemen yanında babam ve Viktor yer alıyordu. Kamera yanında, açıya girmeyen kadın "Hazırsanız kameraları açıyorum Sayın Bakan." dediğinde herkes üzerini düzeltmekle işe koyuldu.

"Buyurun."

Kadın elindeki kalın kartondan giriş metnini okumaya başladı. "Sıradaki Bakan durağımız Barış Bakanı Nikolas Zaharyas'ın evi. Evlerinin kış bahçesinde, en güzel noktalarında misafirleri olduk."

"Tekrardan hoş geldiniz." diye karşılık verdi babam. Kamera açısından garip durmaması için Elene'ye biraz daha yaklaştım, gerildiğini hissedebiliyordum; korkuyordu. Babamın yalanına o bile inanıyor olmalıydı.

"Hoş bulduk Sayın Bakan. Ailenizle ilk kez kameralar karşısındasınız, bizleri kırmadığınız için teşekkür ederiz. Bu konudaki hassasiyetinizi biliyoruz."

"Bazı konularda taviz verilmesi gerektiği kanaatine vardım. Mutlu aile tablomu görüp hakkımda atıp tutulanların da biraz silinmesini istedik açıkçası."

"Anlıyorum. Öğrendiğimiz kadarıyla Ofelya Hanım ilk eşinizden ama görüyoruz ki Elene Hanım'la aralarında anne kız ilişkisi var. Az önce koltukta makyajlarını yaptırırken sohbetlerine istemeden kulak misafiri oldum da."

Elene'nin sahte gülüşünü duydum. Yalan yumağında yüzüyorduk. "Öyle, tabii. Annesini kaybettikten sonra hep bizimleydi, elimde büyüdü." Bana dönüp hüzünlü bir bakış attı. "Evlenip giderken üç gece göz altlarım mor gezdim."

"Evlilik demişken. Asker olduğundan doğruca söyleyemiyoruz ama bir Üsteğmen ile evlisiniz değil mi Ofelya Hanım?"

Bir saniyeden kısa bir süre için aklım karışmış fakat hemen kendime gelmiştim. "Evet, öyle. Gurur duyacağım bir mesleği ve kişiliği var. Mutluyuz." Aynı orada yazanları söylemiştim ve en azından vicdan azabı çekmeyeceğim, yalan olmayan belki de tek cümle buydu.

"Sosyal medya hesabınızda da gördüğümüz kadarıyla arabalarla da aranız iyi görünüyor."

Gerçek ve içten bir gülüş attım. "Öyle. Arabalarını çok sever." Bu defa oradakilerin aksine cümleleri değiştirerek aynı manaya gelen farklı kelimelerle kurdum.

"Peki ya siz Viktor Bey. Özel olmayacaksa hayatınızda biri olup olmadığını sorabilir miyiz?"

Viktor her zamanki rahat tavırlarıyla cevapladı. "Uzun zamandır ilişkim olmadı, şimdi de yok. İşleri babamdan devralmakla meşgulüm."

"Ailede iki işkolik var, hanımlar sizin için zor olmuyor mu?"

Elene cevapladı. "Ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Çocukların doğum günlerini onlarca kez kaçırdı. Bazen işini öyle ön planda tutuyor ki tartışıyoruz. Ülkesi ve mesleği için her şeyi siliyor. Bir seferinde çok iyi hatırlıyorum Viktor lise yıllarında kolunu kırmıştı ve üç ay alçıyla gezmişti fakat Niko'nun bundan aylar sonra haberi oldu çünkü seçim arifesi işleri vardı ve kafasını bunlarla meşgul etmek istemedik." Ağlamamak için başını biraz yukarı kaldırdığında babamın kolunun omnun omzuna yerleştiğini gördüm. Yalancılar...

"Çocuklar da sağ olsunlar öyle olgun karşılıyorlardı ki ikisi de erken büyümek zorunda kaldılar." diye devam etti.

"İşte kendini işine adamış gerçek bir adam."

Babam "Bu kesinlikle tam olarak gurur duyabileceğim bir şey değil. Evimi çok fazla ihmal ettim ve suçluyum. Binlerce defa özür diledim her birinden." deyişi içimde bir kahkaha patlatmama sebep oldu.

Gecelerini ağlayarak çaresizce geçiren küçük Efsun bir yerlerden çıkıp doğruları haykırabilseydi keşke. Yalnızlıktan ne kadar korktuğunu, günlerce kimseyle konuşmadığında kendi sesinden bile koktuğunu da öyle.

"Peki merak ettiğimiz küçük bir nokta var. Yıllarca vefat eden iki oğlunuz olduğunu ve yaşayan tek çocuğunuzun da Viktor Bey olduğunu biliyorduk. Kızınızı yıllarca bizden saklama nedeninizi öğrenebilir miyiz?"

Babam sahte bir şekilde derin bir nefes çekti. "İkinci evliliğimi yaparken politikaya atılmıştım ve hakkımda çıkan yalan haberler sırasında kendime bir söz verdim. Kızımı tüm bu saçmalıklardan koruyacaktım böylece saklanması gereken kameralar olmayacaktı. Hem de okulda ayrıcalık tanınmayarak büyüyebilirdi. Bilirsiniz politikada torpil çoktur ama benim çocuklarım hep kendileri kazıyarak geldiler bu sayede."

"Gerçek bir aile babası olduğunuzu söyleyebilirim. Eminim kızınız da buna minnettardır."

Sıra bendeydi ama aklım bedenimi terk ettiğinden yine donup kalmıştım. Kendimi hızlıca toparlayıp nazikçe gülümsedim. Yalan söyleyebiliyor olmam kurtarmıştı günümü sanırım. "Minnettar olmasam babamın istediği bölümü okumazdım. Onun bizim için birçok şeyden fedakarlık yaptığını bildiğimden ben de onun için fedakarlıklar yapıyorum. Zaten bu sayede güçlü kalıyor bağlarımız."

"Büyürken de eminim tam bir baba kız gibiydiniz."

"Öyle." Gözlerim maziye dalıp giderken o gece yanan polis sirenlerini değil babamın öfkeli yüzünü hatırladım. Beni hırpalayıp yerden yere vurduğu ve katilin bedenine sahip olduğumu haykırdığını tam da şu an hatırlıyor olmam nefesimi kesmişti. Transa geçmekten kendimi son anda alıkoydum. Milyonların önünde profesyonel olmalıydım, Çağlar'ı ve diğerlerini yüz üstü bırakamazdım. "Küçücük bir kesik olsa eğer yakınındaysam koşar gelirdi. Ateşlendiğim gecelerde Elene'yi arayıp dururdu uzaklardayken." Yutkunuşum sahra çölü gibi boğazıma hiç iyi gelmemişti, geçtiği yeri yaktı.

Hala hatırladığım anıya gidiyordu aklım. Kadının verdiği cevabı ve diğer şeyleri duymamaya başlamıştım. Çağlar'ı istiyordum, ona ihtiyacım vardı. Üşümeye başladım, titrememeye çalıştım.

"Misafirperverliğiniz ve her şey için teşekkür ederiz Sayın Bakan, Elene Hanım, Viktor Bey, Ofelya Hanım."

Gülümseyip ortamın karıştığı bir anda ortadan kaybolmayı planladım. Ardımdan ismimi bağıran babamı duymazlıktan geldim. Artık korkum yoktu ona karşı, hayatımın geçmiş sezonlarından kalan yatak altı bir canavardı ve artık ondan korkmayacak kadar büyümüştüm. Çünkü artık canavarı gözümde gecenin karanlığının büyüttüğünü biliyordum.

***
 

Çağlar Kuzgun

Bir Gün Önce

Karşımda dikilmiş artık ona olan hislerimin dudaklarımdan çıkmasını beklediğini göremeyecek kadar kör değildim elbet. Ama buna ne yetkim vardı ne gücüm.

Burnunu çekip kollarımdan ayrılışı kalbimi dağladı. Gözlerini kırmızı görmek bile bana milyonlarca cinayet işletebilirdi. Ellerimi yeniden üzerinde istedim ama beklemediğim bir hamleyle "Kim?" diye sordu.

Onun yanındayken kapanan algılarım yüzünden kaşlarımı çatarak anlamaya çalıştım. "Senin de özgürlüğünü kısıtlıyor birileri. Kim?"

Zeki kızım benim!

Ama en azından bu konuda bu kadar zeki olmasan her şey daha kolay olurdu. Söyleyemediğim onca şey içimde büyürken sen de gözlerimin önünde erirsen ben ne yapacağım gülüm?

"Yoruldum diyorum, gölge yaparım diyorsun! Sarılıyorsun, birlikte uyuyorsun ama duygular bunların hiçbirinde yok diyorsun!"

Sesini yüksetlmişti ve beklemediğim bu ikinci atak karşısında bir adım sendeledim. Beni sendeleten ilk kadındı ve sonsuza kadar da tek olacaktı. Ela ve kehribar arasında gidip gelen gözleri, kırmızı burnu ve tatlı suratı yüzünden cümlelerine odaklanamıyordum. Kendimi toparladım ve gülümsedim. Daha fazla kaçamazdım ondan, gücüm de kalmamıştı. Demek bir kadın tüm gücümü tüketebilirdi.

"Ben denge istiyorum!"

Ben de seni istiyorum ama her istediğimiz olmuyor Efsun...

İlk defa mimiklerimi kontrol edemedim. Halbuki yıllarca ustalaşmış, eğitimler almıştım. Askerdim ben, askerin açığı olmazdı ki. "Yemin ederim," Sesim yalvarır gibi çıkmıştı. "Üzülmeni asla istemedim. Üzülme diye çırpındım Efsun."

Ona doğru adım attığımda beni engellemeye çalıştı ama benim hareketlerimin hızı karşısında şansı yoktu. Saniyeler bile geçmeden avucum yanağındaydı. Üşümüştü, bu gibi yanağını en azından avucumla ısıtmanın verdiği küçük rahatlama hissine tutundum.

"Uzak durmaya çalıştım, bu hayatta en büyük yenilgimi de oradan aldım. Yakınında durmam da sana zarar veriyor. Şu leş dünyada yine yerim yok!" Ona bir şeyleri anlatamadığımı bilsin istedim. Gülümsüyordum çünkü duygularımı göstermemeye öyle alışmıştım ki tüm gerçek kimliğime bürünmeme rağmen bir şeyleri saklama gereği duyuyordum. Mesleki deformasyon saçmalığının en doğru tespiti olabilirdim.

Parmaklarımı bu defa saçlarına geçirdim, kokusunu içime çektim. Artık sakladığım sırlarla kabul etmeliydi beni. "Bu yaptığım yüzünden bir gün benden nefret edersen, beni bırakmak istersen artık çok geç olacak."

Başını kaldırıp yeniden o gözlerini görmek, dudaklarına bakmak ama yaklaşamamak gördüğüm en büyük işkenceydi aylardır. Tam şu an emin olduğum bir sürü şey vardı; seviyordum, yanımda olsun istiyordum ama en emin olduğum bunlar değildi. Bu kızı öpmeliydim.

Hafifçe eğildiğimi görüp beni öyle sert ittirip gafil avlamıştı ki afallamıştım. Beni sevdiğini biliyordum ama "Aklından bile geçirme!" deyişi beynimde şimşekler çaktırdı.

Doğru ya! Neden sevdiğini bile söyleyemeyen bir adamı öpsün ki?

Seni seviyorum, dedim içimden. Çok hem de. Dışımdan söyleyecek cesarete erişemeyecek kadar çok seviyorum çünkü seni de kaybetmek istemiyorum! Gördüğüm ilk anda biliyordum sendeki benim olacağın hissini.

"Sana o iki kelimeyi söylemiyorum çünkü korkuyorum!"

İçimden geçenlerin aksine söylediğim cümle kısa ama pek çok şey ifade ediyordu benim için. Korkularımı söyleyen biri değildim. Ama eğer bunu istiyorsa yapardım, ucunda onu kaybetmek olmayan her yola vardım.

Cümlem onu etkilemiş olmalı ki olduğu yerde kalıp arkasını döndü. Yüzümdeki çaresiz ifade yine perdesizdi. "Anneme son sözlerimdi. Onları söylemesem de sever misin beni?"

Yağmur bardaktan boşalır gibi yağıyor, saçları tamamen ıslanmıştı. Göz yaşları mıydı yanağından düşen yoksa yağmur mu bilmiyordum. "Hoşlanıyorum senden! Her şeyimsin desem onun yerine. Gülüm desem." Yağmur ve şimşek seslerini bastırıp ona ulaşabilmesi için bağırıyordum. Yankılı sesim yeniden kulağıma ulaşıyordu.

Bana gelir mi diye düşünmeden kollarımı açtım çünkü en çok ona ihtiyaçları varmış gibiydi. Yüzünde önce ağlamaklı bir ifade ardından kocaman bir gülüş görmek midemde gerçek bir kelebeğin canlandığını hatta alev aldığını hissettim.

Koştu, su birikintilerini sıçratarak kollarıma atıldı. Bedenime çarptığı gibi kaldırıp döndürmeye başladım, kulağıma kahkahası yayıldı, kollarını boynuma doladı. Üstüne yağmur kokusu sinmiş olmasına rağmen burnumu saçlarına sürttüm içime çektim.

"Düşeceğim!" Bağırışı neşeliydi. Dönmeyi bırakıp hareketsiz kaldığımda bile ne ben ellerimi belinden çektim ne o kollarını boynumdan. Deli gibi öpmek istedim, önce bir yanağından sona öbüründen. "Gitme benden." dedi umutsuzca. Aynı korkuları yaşıyorduk. "Gitmem."

Ben dudaklarına yaklaştıkça o kaçıryordu ve bu oyununu sevmiştim. Kovalardım ne de olsa. Gözlerimi kıstım, vaz geçmeyip boynunu açıkta bıraktığı noktadan öptüm. Aldığım en güzel nefesti. "Nasıl hep böyle güzel kokabilirsin?"

"Dur artık Çağlar." diye sitem edişine aldırmayıp bir nefes daha çektim.

***
 

Efsun'u öylece bırakıp bir geceliğine de olsa ortadan kaybolmak güçtü artık. Düşünebildiğim tek şey yalnız başına ne yaptığıydı. Ömrünün çoğu yalnızlık içinde geçmişken onu yeniden buna mahkum ediyor gibi hissediyordum.

"Devam et Kuzgun."

İstihbarat biriminden birkaç kişi, Komutan Baver ve bizleri buraya gönderen Albay Orhan vardı odada. Burası gizli üslerden yalnızca biriydi. Dik duruşumu bozmadan raporlara devam ettim. "Maalesef muhalefetin güçlü silahları Barış Bakanını zorluyor. Seçim için en sallantıda olan zamandayız, tüm kozlar oynandı ama hala muhalefetin güçlü bir kitlesi var. Özellikle ırkçılık en büyük kozları. Yunan Halkının çoğunlukta olduğu bir bölgede olsak da çoğu Atina'dan gönderilen sivil olmayan insanlar."

Orhan Albay derin bir iç çekti. Yıllarını bu masaya adadığı belli olan ak saçlarını kaşıdı. "Bu ırk meselesi değil. Yunan Halkı bazı noktalarda bize benziyor; bana dokunmayan bin yıl yaşasın. Yani gelin beraber yaşayalım diyor. Ama ne yazık ki hükümetleri öyle değil. Hala toplu mezarlardaki askerlerimizin kimliklerini tespit edemiyoruz. Hepsi kimyasal maddelerle yakılmış."

Masadan biri daha atıldı. "Albayım, zaten halk bu itişmeden bunalmış durumda. İki taraf da birbirinden atak bekliyor."

"E biz de Türkiye'den haber bekliyoruz. Atam Fatih'in aldığı toprağı utanç içinde bırakamayız."

Son olarak tüm raporları bitirdiğime dair haber verdim. Orhan Albay beklenmedik bir edayla omzuma vurduğunda adeta hazır ola geçmiştim. "Gümüş'ün kızından ne haber?"

Bunu duymak bile dudağımın bir köşesinin hafifçe kıvrılmasına sebep olmuştu. "Bugün röportaja çıkacak Albayım."

"Gözünü ayırma ama gönlünü de bağlamasan iyi edersin." Daha önce başımı eğmem gereken hiçbir şey yapmadığımdan tuhafına gitmiş olacak ki "Hayrola." demekten alıkoyamadı kendini. Herkes çoktan çıktığı için biraz da olsa rahatlamıştım.

"Gönül albayım, bağlanacağı yeri bilmiyor."

"Farkındaysan iyi edersin dedim. Bu bir emirdir demedim." Bu kez de sırtıma hafifçe vurdu. "Beyzade'yi gör gitmeden."

"Ben almayayım Albayım."

"Kızını aldım bana yeter diyorsun yani."

"Estağfurullah."

Boş odanın aralık kapısından "Neye yetermiş?" sesi adeta yankı yapmıştı. Kapı gıcırtısız bir şekilde açılınca Albay'ı fark edip "Kusura bakmayın Albayım, siz olduğunuzu düşünmemiştim." dedi Beyzade.

"Çıkıyordum ben, Kuzgun'la konuşup anlaşın biraz."

Kapı kapandı, tanıdık topuklu sesleri yankılandı odada. "Otur oğlum."

 

***

 

 

 

 

Beyzademiz geldi. Birkaçınız tahmin etmişti yorumlarda ama çoğunluk babası olduğunu düşünmüştü. Bakalım bundan sonra neler olacak :))

 

 

 

Sonraki bölüme kadar kendinize iyi bakınn.

 

 

 

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen :))

 

 

Loading...
0%