Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2. Kusurlu Kız

@zorronezi

 

Umarım beğenerek okuyacağınız bir bölüm olurrr.
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayalım lütfen ❤️
Hepinize iyi okumalar.

 

Peppina - Mademoiselle Noir 🎶

 

Ofelya'nın içini, hissettiği duyguları tek şarkıda anlatmak istesem sanırım bu olurdu. Daha iyisini bulana dek benim için Ofelya'nın temsili şarkısı 🥹

 

✨✨✨

 

"Kusurlu Kız"

Babam henüz onların yasını atamadan beni apar topar tekrar evine, yani bu odaya almıştı. Fakat Elene yokluğuma öyle alışmıştı ki buradaki varlığım ona fazla geliyordu. Eve bitişik müştemilatta kalma fikri de ona aitti. Şükrediyordum böylece onları daha az görüyor ve daha fazla özgür oluyordum.

Kısıtlı özgürlük içinde üzerimde bana ait olmayan krem bir elbise vardı. Boynumdaki inci kolye sanki dudağımın üzerindeki yarayı gölgelemek içindi. Açık ten rengim yüzünden yara hep kırmızıya yakın bir renkte, taze duruyordu fakat birkaç aylıktı. Parmağım dudağımın sol tarafındaki birkaç santimlik çizikte gezindi. İyileşmesi için henüz erkendi, en az iki ay daha duracak gibiydi.

Kusursuz ailenin her manada kusurlu kızı.

Saat dokuza gelmek üzereydi, akşam yemeği vaktine çok az bir süre vardı. Yan odalardan teker teker kapı sesleri yankılanmaya başladığında herkesin aşağı indiğini anlamıştım. Elene'den doğma kardeşim Viktor evde olmalıydı.

Öz abim Zafer; İzmir'de gerçek vatanperverlerin yanındaydı. Ailemizden yalnızca benimle iletişime geçerdi, bazen bilgi alışverişlerinde bulunurduk. Kanlı canlı görmeyeli dört yıl olacaktı. Sürekli gizli görevler, büyük işler ardındaydı.

Açtığım kapıyı arkamdan örttüm. Kimseyle karşılaşmadan aşağı indiğimde Viktor ve Elene'nin koltuklarında rahat bir pozisyonda şarap kadehleriyle sohbet eşliğinde olduklarını gördüm. Tekli koltuklardan birine oturduğumda konuşmalarına devam ediyorlardı.

"Bu geceki partiyi kaçırıp sıkıcı bir yemek yiyeceğime inanamıyorum mitera! Babamla konuşabilirdin."

Elene dudaklarını büküp parmaklarındaki yüzükleri düzeltti. "Viktor!" dedi sitem ederek. "Baban seni de görmek istiyor masada, lütfen ama." dedi aksanlı bir tonla. Atina'da doğup büyüdüğünden aksanlı konuşan bir tek o vardı evde.

Baban batsın demek istedim. Viktor yüzüne düşen kumral saçlarını parmaklarıyla arkaya atıp bana döndü. Gözleri Elene'ninki gibi maviydi; buz gibi.

Elene'nin aksine aksanlı konuşmuyordu. "Güzel ablacığım!" dedi yapmacık bir edayla. "Müştemilat yan taraf yalnız."

Göz devirdim, sustum çünkü bana öğretilen tek şeydi susmak. Viktor yalnız kaldığımızda bana karşı bu kadar sert değilken ne zaman annesinin yanında olsa abes bir öfkeye bürünüyordu.

Kollarımı vücuduma bağladım, hava soğuktu. Kıyafetlerimi Elene'nin seçtiği aşikardı, çalışanlardan biri olsaydı üzerime bir ceketi ihmal etmezlerdi.

Giriş kapısından ağır adımlarla giren babamı gördüğümde yutkundum. Üzerimdeki hükmü, içime ektiği korku tohumu öyle büyüktü ki ayağa kalktım. Elene ve Viktor da aynı şekildeydi. Nikolas Zaharyas, yanındaki koruma ordusunu tek hareketiyle evin dışına gönderip yanımıza geldi. Yanaklarımın içini dişledim, yanımdan rüzgar gibi geçip Elene'ye sarıldı.

"Hoş geldin, canim."

"Hoş buldum Elene." deyip etrafına bakındı. "Her şey hazır mı?"

Elene parmaklarını babamın ceketine uzatıp yakasını düzeltti. "Elbette." deyip birkaç metre ilerideki ahşap yemek masasına bakındı. "Yemekten sonra kahvelerimizi bahçede içeriz diye hasır koltukları getirttim."

"İyi yapmışsın. Yakında kendileri de burada olur zaten."

Bıkkınca nefes aldığında görüş alanına Viktor ve ben girmiştik nihayet. İkimize göz gezdirip "Masada birbirinizi iğnelemeyin." dedi uyarır bir tonla. Bunun bana tehdit ona ise küçük bir uyarı olduğunu bildiğimden sustum. Yanıma geldi, yukarıdan bayık bir bakış attı bana. "Sözlerine ve gözlerine dikkat et."

Parmaklarımı birbirine kenetlemiş halde yalnızca başımı sallayabildim. Oysaki boğazımda çıkmayı bekleyen binlerce kelime diziliydi. Dudağımdaki yarada takılı kaldı gözü, kapatmama izin vermediği o yarada. "Bana kalsa burada olmazdın da..."

Kusur seni sıradan yapar, derdi annem.

Kusur seni farklılaştırır, farklılık ayırır ve yalnızlaştırır, derdi babam da.

Benim yalnızlaşmamı istedi, farklılaşmamı hatta mümkünse robotlaşmamı. Emirlerinin uygulanması için bir asker gibi yetiştirmişti beni. Emrindeki bir askerden de farkım yoktu artık.

Görevlilerin haberiyle beraber misafirlerin geldiğini öğrenmiş ve salonda yerlerimizi almıştık. Elene'nin arka çaprazına geçtim, dokunmak yasaktı. Devamlı birbirine kilitlediğim parmaklarımda artık belirli yerler çukurlaşmıştı, tırnak izleri dolmuştu. Viktor, babamın yanında gururlu ve dik duruşunu sergiliyordu; Elene de Viktor'un koluna girmişti. Yine siliktim, yoktum.

Gece böylece devam etti. Sessizce koltuğa sinip konuşulanları dinledim. Bazen güzel bilgiler çıkıyordu bazense tamamen zaman kaybıydı. Zihnim masadan çok uzaklara uçup giderken yalnızlığımda ve sessizliğimde boğuldum yine.

Misafirlerin gidişinin ardından sessizce ayrıldım evden; aslında pek de uzaklaşmıyordum. Bazı günler eve bitişik üç odalı müştemilatın bir odasında kalıyordum. Ne onlarla kalmama izin veriyorlardı ne de uzaklaşmama. Yarı özgürdüm. Aslında tamamen tutsak...

"Ofelya." dedi babam sakince. Bu sakinliğin altındaki şeyi biliyordum. Etrafta kimse yoktu, koridorda yalnız ikimizdik. Gözlerimi birkaç saniye kapatıp açtım ve ona döndüm. "Belgeseli dikkatlice izledin mi?"

Boğazımı temizledim, "Evet baba." dedim sessizce. Kısa cevaplar onu hep en tatmin edenlerdi. Gözlerine bakmadım, bakışlarım ayakuçlarımdaydı. Çünkü o böyle isterdi. Rugan ayakkabıları görüş açıma girdi, yaklaşıyordu bana.

"Son konuşmamızdan bu yana bir yabancıyla konuştun mu peki?"

Biliyor muydu? Gözlerimden mi anlamıştı yoksa yalnızca olta atıp gelmemi mi bekliyordu. Yutkundum, yanaklarımı dişledim; zaten yara olmuşlardı ve yaradan sızan kanın dişlerime bulaştığını hissedebiliyordum. "Hayır baba." dedim yine sessizce.

Yaklaştı, yaklaştı ve daha da yaklaştı. Parmaklarını kaldırıp saçlarımın hizasına getirdi ama dokunmadı. Çünkü bana dokunmak yasaktı, zehirliydi; bu yasaklara kendi de dahildi.

"Bana yalan söyleme Ofelya!" Haykırışı bütün koridoru inletti. Asla kimsenin gelip bakmayacağını bile bile umut ettim başka bir ses duymak için. "Erkek parfümü, sigara ve alkol kokusu karışmış üzerine!"

Gelip beni dövmek istiyordu fakat dokunamıyordu. Delirir vaziyette saçlarını dağıttığını gördüm başımı hafifçe kaldırdığım o an. Küçük koridor konsolundan bir bardak aldı ve başıma yakın olan duvara fırlattı. Küçük sızılar halinde dağıldı acı yüzümde. Sıcak sıvılar hissediyordum acılarla beraber.

"Bir sonraki karşılaşmamızda üzerinde kokuyu bırak en ufak farklılık görürsem..." deyip sustu. Sessizliğin birçok şeyi ifade ettiğini o da biliyordu. "Şimdi varlığını yok et."

***

Sabah etraf soğuktu. Penceremi kapatmadan yatmıştım ve havaların soğuduğunu unutmuştum. Buz kesmiş kollarıma hırka giydim. Pazartesileri seviyorum çünkü hiçbir yükümlülüğüm yoktu. Bakan evde olmazdı, Elene haftalık bakımını yaptırırdı ve Viktor gecelere kadar görünmezdi.

Beni uzun yıllardan beri tanıyan evin çalışanı Güzide vardı. Kapımın önüne kahvaltımı bırakır, bazen eve Ahu geldiğinde sorun çıkmaması için yardımcı olurdu. Radyoyu açtım.

"Saatler tam dokuzu gösterdiğinde herkesi bekliyoruz. İllegal bir yarış olduğundan adresi yalnızca iki saat öncesinden bildirebiliyoruz. Bu, Türk halkının zaferini desteklemek için bir çağrıdır."

Neler olduğunu anlayamadan ses kesilmiş ve araya şarkılar girmeye başlamıştı. Bir diğer telefonumu alıp radyoya mesaj attım. Kısa sürede dönüş geldi.

"Akşam saat dokuzda Yunan ve İngiliz ralli pilotuna karşı Türk bir pilot yarışacak. İllegal olduğu için adres henüz veremiyoruz. Sen de gelmelisin ne de olsa bize katkın büyük..."

Olumlu bir şekilde cevap verdikten sonra banyoya girip rahatladım. Ardından kahvaltı tabağımı odaya aldım, masaya dizdim. Tam o sırada kapım çalınmadan açıldı, Ahu gelmişti. "Sanırım Viktor beni öldürmek istiyor." olmuştu ilk sözü. "Kimse bana bu kadar nefretle bakmıyor."

Gülümsedim. "Kişisel algılama. Herkese karşı bütün bu nefreti."

Yüzümde dünden kalma çizikleri görünce yanıma sokuldu. "Hi!" nidasından hemen sonra "Şerefsiz herif! Zoru ne ya, zoru ne bunun!" dedi bağra çağıra. Sorusuna cevap veremezdim, bunu kendime bile zor yedirirken.

"Acıyor mu canın?" deyip parmaklarını havada gezdirdi. "Bir gün bu acılarına karşılık çok mutlu olacaksın, biliyorum."

"Geçti bile." deyip gülümsedim. Yanık tenine uyan parıltılı bir makyaj yapmıştı, masaya koşarak oturdu ve ağzına bir simit parçası attı. "Akşama gidiyor muyuz?" diye sordu heyecanla. Bardaklara porselen çaydanlıktan çay doldurup "Çok fazla kalabalık olacağını düşünüyorum ama gitmek de istiyorum." dedim dudaklarımı büzerek.

"Ses getirmemiz için iyi bir şey kalabalık. Hem belki o gün Türk bayrağı asan grubu da buluruz."

"Bence öyle küçük bir grup değiller." dedim düşünceli halde. "Yani bizim on yedi kişilik radyomuzdan en az beş kat büyüktür." dedim Bir ayağımı sandalyenin üzerine koyup kolumu dizime dayadım. "Bir düşün. O kadar Bakan'ın içine girip üstüne bir de bayrak açacak kadar geniş organizasyonu yapmak için Bakanların içinde bile casusun olmalı."

Ahu ağzında ekmek kırıntılarıyla konuştu. "Akşam en az birini bulabiliriz o zaman."

"Öyle umuyorum. Akşama kadar şu dünkü, USB bellekleri inceleyelim belki içeri girenlerin içindedir."

Onaylar bakışı atıp bilgisayarı çıkardı ve USB'yi taktı. Günün çoğunun bilgisayar başında geçeceğini anlamıştım. Ahu olmasa şu an olduğum kişiden daha aşağıda olurdum. Beni hayata döndürüp en azından birileriyle konuşabilme cesareti veriyordu. Beni teşvik ediyordu, bazen ansızın kalabalığın ortasına atıp maruz bırakıyordu. Ve ben ona hep minnettardım.

 

***

 

"Şimdi sola." dedi Ahu. Direksiyonu sıkı sıkıya kavrıyordum çünkü hala araba sürmekle ilgili korkularım vardı. Burada bir kaza geçirsem evde olacakları düşünemezdim bile.

"Şu kalabalığa bak!"

Üzerimizde bayrağımızı temsil eden renklerle gelmiştik. Kırmızı deri ceketimin kollarına beyaz şeritler çektirmiştim. Hava rüzgarlıydı, siyah metal varillerin etrafında ısınıyordu herkes. İzleyici koltuklarının olacağını düşünürken bunun illegal bir yarış olduğunu hatırladım. Birkaç araç piste girmiş fren sesleri eşliğinde agresif skiller gösteriyordu. "Ahu kalabalığa girmesek-" sözlerimi kesip "Ştt!" diye uyardı. "En sosyal olmamız gereken gündeyiz. Radyodakileri bulalım da onlarla beraber izleriz."

Peşine takılıp kırmızıların arasında girdik. Ahu'nun yakınında ayrılmamaya özen göstererek ilerliyordum, dudaklarımı dişledim. Korkak gözlerimi herkes görebilirdi, gizlenmeye çalıştım. "Öyle kaçırma gözlerini, görebiliyorum ayak uçlarında yine."

Kıkırdadım, "Rica ederim kalabalığa soktun zaten bir de bakışlarımı karıştırma işe." diyerek ilerledim peşine. Alevlerin yandığı bir varil başına geldik. Ben ne kadar asosyalsem Ahu da o kadar sosyaldi. "Merhabalar gençlik!" diyerek girdi ortama. Radyodakilerin tanıdık seslerini duydum.

"Hoş geldiniz kızlar." dedi Sonat. Uzun zamandır yüzlerini görmüyordum. Dedim ya ben hep arkada, silik olandım. Gizli yapardım her şeyi, sessizce var olurdum planlarda. Gözlerimi kaldırma cesareti bulduğumda varilin etrafında dört kişiydik. "Kim yarışacak bizim için?" diye sordu Ahu.

Şimdiye kadar yarışacak bir ralli pilotumuz yoktu, izin çıkmıyordu Türk kökenli pilotlara. Fakat illegal olduğundan bu gece kolaylıkla yarışabilirdi. "Sürpriz." dedi imalı imalı Sonat. "Yarıştan sonra da vaktiniz var değil mi? Şu yeni grubun birkaç üyesini bulduk ama öyle herkesi almıyorlarmış."

"İyi bir şey bu." dedim uzun zaman sonra ilk kez bir konuşmaya dahil olarak. "Herkesi alsalardı bu kadar büyüyemezlerdi."

"Doğru söylüyorsun, Efsun." deyip onay verdi Sonat. Onaylanmak bile dehşet verici derecede mutlu ediyordu beni. Siren sesleri bütün pistte yayılırken koca boş arazide herkes gruplar halinde etnik kökenine göre ayrılan seyirci koltuklarına ilerledi. Yakın olduğumuzdan en öne geçmiştik.

Ahu'nun yakınına sokuldum ve etrafımdaki yabancıların varlıklarını unutmaya çalıştım. Islıklar, çığlıklar havada fink atıyordu. Yutkundum, kuralları çiğnediğim gerçekliği kalp atışlarımı bozmuştu. "Sakin ol." dedi Ahu farkında olarak. "İlaç falan aldın mı yanına?"

Başımı sallayıp piste döndüm. Ralli pilotlarının üçü de göründü. Kırmızılar içindeki pilotun çıkışıyla öyle gür bir ses yayılmıştı ki aradığım ruhu bulmuş gibiydim. Siyah maskesini düzeltti ve bizi selamladı. Zarifti tavırları, hareketleri. Bir eli cebinde sırtını döndü bize, uzundu da.

Arabasına rahat hareketlerle yerleşti, dakikaların sonunda silah patladı ve üç araba da dehşet bir hızda ilerlemeye başladı. Şimdilik ikinci sıradaydık. "Pilot yakıyor!" diye haykırdı bağırış seslerinin arasından bir kız.

İkinci tura başlamadan kısa süre önce en arkaya düşmüştük. Kalbim tekliyordu artık heyecandan. Bir şeyler olmalıydı, bir şekilde bu turu almalıydık. Çökmüş halkın biraz morale ihtiyacı vardı. Güzel şeylerin de olduğuna dair inanca. Soğuk savaşa rağmen mutlu olmaya ihtiyacımız vardı.

"Geçiyoruz, geçiyoruz!" diye bağrıştı Ahu ve Sonat. Bakışlarım özgürce arabayı takip ediyordu. Heyecandan kaşlarım yukarı kalkamamıştı. Sanırım pilotumuz diğer iki pilotla dalga geçiyordu! Bir gaz bir fren yapıp bir arkada kalıyor bir en öne geçiyordu.

"Herif götüne takmıyor adamları! Helal lan!"

"Abi adam sürmüyor uçuyor, uçuyor!"

Son tura geçtiğimizde herkes dikkat kesilmişti. Ahu'nun "Ay şimdi bayılacağım." dediğini duydum. Çizgiye yaklaştıkça gerilim müziği yükseldi sanki. İçerideki pilot her kimse profesyoneldi ve kendine has taktikler uyguluyordu. Son virajı aldığı an sesler kesildi, kırmızı şeritli siyah araba açık ara farkla önde bitirmişti.

Çığlıkların arasında ilk kez ben de özgürce çığlık attım. İlk kez ben de korkmadan bağırdım, sevindim. "Şampiyon!" diye bağrışıyorduk. Umut vardı, umut hep vardı.

Pilot, aracından ayrıldığı an çığlıklar daha da yükseldi. "Ne mutlu Türküm diyene! Ne mutlu Türküm diyene!" nidaları yeri göğü inletiyordu. Saçlarım rüzgardan uçuştu, karanlığa rağmen güçlü ışıklandırmaların rengi kırmızıya dönmüştü. Her yerdeydik!

Yönetimin aksine halk birbirinden nefret etmiyordu. En azından bir kısmı. Karşı tarafın gerekli nezaketi gösterip ışıkları kırmızıya çevirmeyi düşünmesi bile bunu gösteriyordu.

Pilot maskesini çıkarmadı, sessizleşmemiz için işaret yaptı. Simsiyah kar maskesinden açıkta kalan gözleri görünüyordu bir tek. Kalabalığa yaklaştı, üç metre yakınımızdaydı sesini duyurabilmek adına. Tanıdık bir parfüm kokusu getirdi rüzgar.

"Bu geceyi zaferlerimizin bir başlangıcı sayın!" diye haykırdı. Sesi uzaktan geldiği için net değildi. Birkaç adım sağa kayıp diğer tarafına hitap etti. "Yarın akşam dokuzda radyodan sesleneceğim. Dinleyin çünkü zafer için birlik olmak zorundayız!"

Her şey iyi giderken İngiliz pilotun kaskını fırlatmasıyla beraber ortalık kaos alanına dönmüştü. Çünkü açıkça bir kalkışmadan bahsediyordu yani bu ne İngilizler'in ne Yunanların işine gelirdi. Günün kahramanı sakin kalamadı, İngiliz pilotun üzerine abandığı gibi suratını dağıtmaya başlamıştı. Etrafı saran taraftarlar ortalığı karıştırmaya başlamış, kalabalıkta kaçmadan önce tek gördüğüm yerde kanlar içinde yatan İngiliz pilot ve ona hırsla vuran şampiyonumuzdu.

Titredim. Şiddete şahit olmak bile ürkütmüştü beni. "Hemen tüymemiz lazım." dedi Ahu.

Kalbim deli gibi çarpıyordu, nefesimi kontrol edemiyordum. "Ahu bir saniye." dedim ellerimi boğazıma dayarken. Çantamdan bir hap çıkarıp içmeye çalışırken Ahu'nun kolları bana siper oldu. Kalabalık öyle çoktu ki yere çöküp soyutlanmak istedim fakat bunu bana sadece zarar vereceğini biliyordum.

Arabalar bir bir ayrılıyor kalabalık dağılıyordu fakat ben çarpıntı geçiriyordum. "Yavaş nefesler almaya çalış." deyip beni sakinleştiriyordu fakat insanların varlığı beni germek için yeterliydi.

Arabaya doğru ağır ağır yürüdük, Ahu araba süremiyordu ve benim durumum da ortadaydı. Arabanın önüne çöktüm, derin nefesler aldım. "Arabayı sürmesi için birini bulup geleyim, sakın kıpırdama." deyip ortadan kaybolduğunda insanlar neredeyse çoktan dağılmıştı bile.

Başımı tampona yasladım, gözlerimi göğe kaldırdım; nadir yaptığım bir şeydi. Ellerimi yine korkakça birbirine bastırıp göğüs hizamda tutuyordum. Kalabalığa, şiddetli ortamlara girmemeliydim fakat inatla içinde bulunmak da istiyordum. Güçlü olmak istiyordum, konuşmak istiyordum.

Ahu yanında Sonat'la döndüğünde telefonuma düşen mesajlarla beraber ayaklandım. "Teşekkür ederim Sonat." deyip arka koltuğa geçtim. Tek kelime daha edecek halim kalmamıştı. Telefonumu açıp mesaja girdim.

Bakan: Arabandaki GPS olmaman gereken yerleri işaret ediyor. Yarın akşam önemli bir konuğum olacak ve seni de ilgilendiren bir konudan konuşacağız. Yemek masadında ol!

Gözlerimi kapattım. Sanki her şey yolundaymış gibi bir de bu eksikti!

***

Çöktüğüm aynanın önünde geçirdim saatlerimi. Tırnaklarımı yedim yalnızca. Korkuyordum, önemli konuk gittikten sonra çekileceğim sorgudan korkuyordum. Zafer abimin yanımda olmasını dilerim, atlayıp beni kurtarmasını isterdim ama ona kötü hiçbir şeyden bahsedemezdim. Yük olamazdım birine daha.

Anne, bu gece cezalandırılmak istemiyorum.

Saçlarımı taradım çünkü akşam ne olursa olsun masada kusursuz görünmeliydim. Lacivert elbiseyi askıdan çıkardım, diğer her şey gibi ban ait değildi bu da. İnci kolyeyi taktım; muhtemelen Elene'de aynından takacaktı ve sahte gülüşmeler arasında bana sarılacaktı.

Bu kızı evde istemiyorum, diye bağırıp çağırdığını hatırlıyordum. Daha küçüktüm, çocuktum. Zihnimde dolandı küçükken bana uyguladığı psikolojik baskılar. Efsun küçücüktü!

Elbise üzerimde güzeldi ama yüzümdeki çizikler bozuyordu bütünlüğü. Kapatırsam kızacaktı, kapatmazsam ve biri ne olduğunu sorarsa yine kızacaktı. Öylece bıraktım çünkü bu gece her türlü kıyamet kopacaktı.

Nasıl kurtulacaktım bu döngüden Allah'ım. Bir kurtarıcım olsun isterdim, beni düşünüp yerime acılarımı sırtlayan biri. Çünkü ben savaşmak istemiyordum artık, yerime kazanılsın istiyordum bu zafer.

Ağrıyan vücudumla çıktım evim bile diyemediğim o yerden. Salona geçtim, Elene ve babamı hazırda bulmayı beklemeyerek. Viktor yoktu, ikisi koltukta oturmuş kendi hallerinde bekleşiyorlardı. Elene saçlarını yine özenle yaptırmış, inci kolyesini takmıştı.

Karşılarına oturdum, babamın bakışları üzerimde dolandı. "Hala okumak istiyor musun sen?" diye sordu garip bir şekilde. Açıktan okuduğumu biliyordu, yalnızca ona izin veriyordu zaten. Bakışlarımı kaldırmadım. "Evet baba."

Okul her ne kadar korkulu rüyam olsa da biraz olsun bu evden rahatça uzaklaşma fikri beni mutlu ediyordu. Kabus gibi geçen ortaokul ve lise günlerimi hatırladıkça titrememe sebep oluyordu.

Derin bir nefes alıp verdi, sanki iç çekti. "Aynı annesi." diye söylendi tükürür gibi. Üç çocuğunu doğuran karısından ayrıldı diye bu denli nefret etmesin isterdim. "Yirmi dört yaşındasın." dedi kendi kendine anlamsızca. "Hmm." Elene camdan dışarı bakıp dudağının kenarını sinsice kıvırdı, kaşlarını havaya kaldırdığını gördüm.

Anne bu işte bir terslik var.

"Efendim misafirleriniz geldi."

Hepimiz ayaklandık. Elene'nin arkasına sindim, babamın heybetli boyunun çaprazında yok oluyordum. Başımı korkakça salon kapısına kaldırdım, içeri iki adam giriyordu. Ellerindeki kaskı görevlilere teslim edip tamamen salon kapısından girdiklerinde önde duran simayı tanıdığımı fark edip yutkundum.

Zampara!

Gözlerim istemsizce büyürken korkudan kalp atışlarımı kontrol edemedim. O gün ona Türk olmanın verdiği gururu ve Yunan'lara karşı hoşnutsuzluğumdan söz ettiğimi babama söyleyecek olursa hayatım mahvolurdu.

Kulağındaki demir küpesinde gezdirdiği parmaklarından tanımıştım, kısa saçı ve cüssesi de eklenince o olduğundan emin oldum.

Loş ışıkta belli olmayan yeşil gözleri bu kez içi dopdolu bir orman kadar netti. Viktor'un gözleri gibi zehir saçmıyordu fakat ona sinsi bir görünüm veriyordu.

Parmaklarını en baştaki babama uzattı. "Merhaba, Sayın Bakan." deyip keyifle gülümsedi. Babam da aynı yapmacık üslupla "Unvanları bir kenara atacak kadar yakınlaştığımızı düşünmüştüm Alfonso." dedi. "Merhaba!" deyip kahkaha attığında neredeyse kusacaktım.

"Bay Zaharyas?"

"Nasıl tercih edersen öyleyse."

"Peki, siz de gizli kalmasını istediğim ismimi değil gerçeğiyle hitap edin lütfen." deyip takım elbisesinin ilikli düğmesini açtı. "Çağlar Kuzgun." Ardından eliyle yanındaki kumral adamı işaret etti. "Tanıştırayım; dostum, elim ayağım Ender."

Ender tokalaşmak üzere elini uzattığında babam da karşılık vermişti. "O zaman ailemin bir kısmıyla tanışın baylar. Eşim Elene." dedi yüzündeki kocaman gülümsemeyle, el sıkıştırlar ikisiyle de. Koktuğum an geliyordu, beni tanıdığını söylerse bu gece bitmezdi.

Gözleri sonunda arkaya sinmiş beni bulduğunda başını hafifçe eğdiğini fark ettim. Yüzümü görebilmek için miydi yoksa refleks miydi anlayamadım çünkü gelişigüzel bakıyordum ona. Babam "Kızım Ofelya." dediği an dudaklarımdan derin bir soluk döküldü.

Babamın pür dikkat izlediğini biliyordum, karşımdaki adamın da parmaklarını bana uzattığını görüyordum. Yutkundum, defalarca yutkundum. Gözlerimi kaldırma cesaretinde bulunduğumda meraklı gözlerle hareketlerimi izlediğini gördüm. Kısmıştı yine gözlerini, saatler öncesindeki gibi bakıyordu.

Bakışları dudağımın üzerindeki çizikte durdu aynı anda benim de bakışlarım sağ kaşının kenarındaki ters hilal şeklinde küçük yarada kaldı.

"Memnun oldum Ofelya." dedi, sesi az önceki cümlelerinden daha kısık çıkmıştı. Parmakları havada kaldığında "Ben de memnun oldum." deyip bakışlarımı babama çevirdim. Elini sıkmadığım için dudağının kenarıyla gülümsedi. Beni kötü kız veya kusurlu olarak göstermekten zevk alıyordu ama biliyordum ki dokunursam...

"Sizler için harika Yunan lezzetleri hazırlattım. Buyurmaz mısınız?" dedi Elene eliyle koridoru işaret ederek. Babam misafirlere öncülük etmek adına önden birkaç adım attığında hareketlenmek üzereydim. Fakat o hâlâ olduğu yerde duruyor, sıkı sıkıya bağladığı kravatından ayırdığı gözleriyle rahatsız bir tavırla bana bakıyordu.

Dudağının kenarını kıvırdı "Başka şartlar altında, başka yerde demiştim ama bu kadar hızlısını beklemiyordum doğrusu." diye fısıldayıp birkaç adım önüme geçti. Artık yalnızca sırtını görüyordum, herkes hızlıca ilerlediğinden kimse duymamıştı sözlerini.

Yemek masasının baş köşesine babam ve hemen sağına Elene yerleşti. Elene'nin yanındaki koltuğu çektiğimde ortamın garip havası yüzünden boğulacak gibiydim.

Çağlar, babamın solundaydı; parmakları durmadan kulağındaki küpelere kayıyordu, bakışları hep bir yerleri süzmekle meşguldü.

"Evdekilere sizden bahsetme fırsatım olmadı, dilersen ailemin de en azından mesleklerinden birini bilmesini isterim Çağlar."

Kaşlarını olumlu anlamda hareket ettirip babamın yemeğe başlamasıyla o da eline kaşığını aldı. "Yakında herkes öğrenecek zaten Sayın Bakan." deyip çorbasına daldırdı kaşığını. Rahat biriydi, sanki masanın ortasına bir bomba düşse elindeki tabağı kurtarmaktan başka derdi olmazmış gibi.

"Çağlar'ı İtalya'dan yeni seçim projesinin yüzü olması için getirdik. Annesi bir Yunan, İtalyan melezi. Babası Türk. Yani stratejimize oldukça uygun bir kökene sahip. Üstelik halkın gözünde gizemli ve gençlerin ilgi odağı. Seçmenlerimizin çoğunun gençlerden oluştuğunu varsayarsak Çağlar bir numara olmamız için büyük bir yüz."

Mesleklerinden biri ralli pilotuysa diğeri neydi?

Çağlar bu iltifat karşısında utanmadı veya nezaket göstermedi. Aksine egolu bir hareketle omuzlarını dikleştirip "Özellikle Hanımlar." dedi. "Ziyadesiyle meraklılar yüzüm konusunda."

Herkesin dudaklarından sahte bir kahkaha mırıltısı yükseldi. Benimse bakışlarım kaşıkta beliren yüzümdeydi. Çocukken gördüğüm absürt rüyaları aklıma getirdi bu halim ve birkaç saniyelik soyutlandım masadan.

"Bu konuşmadan teklifimi kabul edeceğini mi çıkarmalıyım?"

Stratejik bir adamdı babam. İşine yaramayacak insanla selam vermeyi bırak göz teması bile kurmazdı. Masada büyük bir iş teklifi ve ülkenin geleceği konuşuluyordu. Kısık bir soluk alıp düşük omuzlarımı dikleştirdim. Masada benim kadar silik kalmış Ender'e bakmak istiyordu gözlerim fakat başımı kaldırdığım an babamın odağında olacağımı bildiğimden kıpırdamadım bile.

Çağlar'ın parmakları hareketlendi, elindekileri bırakıp peçetesini aldı. "Teklifinizi dinliyorum Sayın Bakan."

"Bunu senden istemek istemezdim fakat en uygun kişi sensin. Statü düşürmek gibi hissetmezsen senden kızımın koruması olmanı istiyorum."

Ender hafif bir tebessüm etti. "İşte Çağlar'ı gerçekten zorlayabilecek bir soru."

Masanın ortasına gerçek bir bomba düşmüştü. Bu cümle hareketsizliğime verilmiş bir ceza gibiydi; dakikaların sonunda ilk kez kalktı başım.

Saçlarının düşündüğüm kadar kısa olmadığını ve aslında kemikli bir yüzü olduğunu o an fark ettim. Göz göze gelişimizin ikinci saniyesinde kaçırdım bakışlarımı. İki saniye dayanmak bile... zordu.

Öyle dalmıştım ki babamın cümlesini yeni idrak ediyordum tam manasıyla. "Pardon?" dedim kendime hakim olamayarak. Benim aksime kimse şaşkın veya tepkili değildi bu duruma. Gözleri babamdan bana döndüğünde sinsice yayılan gülümsemesi yüzüme tokat gibi yapıştı.

İnsan nasıl, birinin hem gülüşüne defalarca bakmak isteyip hem de bir daha gülmemesini isteyebilirdi?

"Açıkçası böyle bir teklif sunacağınızı hiç düşünmemiştim." deyip avucundaki peçeteye sildi dudaklarını. Ardından arkasına yaslanıp bir kez daha gezdirdi parmaklarını küpelerinde.

"Medya kızımın varlığından bir haber, yani seçimlere kadar kimsenin onu tanımasını istemiyorum. Fakat tam seçim zamanı seni ve kızımı medyada patlatırsak çifte haber başlığı oluruz." Babamın gözleri parladı, parmaklarını sanki kamera gibi şekillendirdi "Bakan Kızı'nın koruması, Ralli Pilotu Gizemli Alfonso." dedi spiker taklidi yaparak.

Çağlar'ın yüzünde yine garip bir eda belirdi. Önündeki bardağı parmakları arasına aldı, zarif hareketlerle çevirmeye başladı etrafında. "Ülkemiz için." dedi ciddi bir şekilde. "Teklifinizi düşüneceğim. Fakat sizden sorularıma yanıt da almam gerekiyor." Boğazını temizledi. "Neden ben? Nasıl güvenebiliyorsunuz bana, hakkımda bildiklerinizden şüphe etmiyor musunuz?"

Babamın yüzünde kendinden emin bir tebessüm oluştu. "Hakkında sıkı bir araştırma yapmadan şeninle iletişime geçmeyeceğimi tahmin edersin. Aldığın özel eğitimler, medya gözündeki duruşun, mükemmel geçmişin, ailenin baş destekçilerimiz oluşu; bunlar yeterli sebepler. Yunan- İngiliz Askeri Okulunu herkes dereceyle bitiremez." Elini omzuna attı, "Kusursuz."

Karşılıklı konuşmaları öylece devam etti bütün gece. Herkes yemeklerine odaklanmış devam ederken benim midem bulanıyordu. Yüzümü ekşitip gözlerimi masanın altında kalan parmaklarıma indirdim.

Hayatım uyandığımda başlayan bir kabus gibiydi. Göz kapaklarım her gün doğuşuma ve akşam ölüşüme şahit oluyorlardı. Şimdiyse karşımdaki yeşil gözler bana aynı etkiyi yaşatıyordu.

Artık onun da zehirli olduğunu düşünüyordum. Gözlerime bakmaktan çekinmeyen tavırları, babamla konuşurken bile üzerimde olan bakışları sanki her seferinde beni bıçaklıyor gibiydi.

Gece devam etti, babamın işareti ile artık ortadan kaybolmam gerektiğini anlayıp onlar bahçeye geçerken üst kattaki odama geçtim. Herkes gittiğinde babamın beni bir şekilde bulacağını bildiğimden yalnızca beklemeye koyuldum.

 

✨✨✨
Eveeet Çağlar beyimiz de iyice geldiğine göre başlasın şenlik KDNDPSKSŞ

 

Okuduğunuz için teşekkür ederim. Haftaya görüşmek üzere, kendinize iyi bakın 🩷

 

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen 🫡 ben yeni bölüm yazmaya kaçarrr

 

Loading...
0%