Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3. Birkaç Leş

@zorronezi

Merhabalar efenimm ben geldim 🫡
Kendime göre uzun sayılabilecek bir bölümle sizi başbaşa bırakıyorum.
Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayalım ❤️ iyi okumalarrr

🎶Lalalar- Hiç Mutlu Olmam Daha İyi 🎶

✨✨✨

"Birkaç Leş"

Yatağın ucunda geçirdiğim saatlerin sonunda motor sesleri eşliğinde derin nefesler aldım. Anlaşılan misafirlerimiz gitmişti. Yutkundum, elbisemin eteklerini dizime indirmeye çalışırken terli avucum tenimi ısıttı.

Beklediğim gibi babamın ayak sesleri odamın kapısının önünde kesildi. Koridorun ışığı içeri sızarken lambayı yakan o oldu.

"Ayağa kalk." dedi kısaca. Yüzünde iğrenir gibi bakışlar vardı, ceketini çıkartmış kolunda tutuyordu. "Görgü kuralların nerede senin?"

Ayağa kalktım, karşımda dikiliyordu. Ceketini yatağa fırlattı, kolundaki düğmeleri bir bir açıp sıyırdı. "Yarın üniversite için örgün eğitim başvurunu vermek üzere okula gidiyorsun."

Adım adım etrafımda dönmeye başladı. Parmaklarım birbirine kenetli, başım yerde dinledim sözcüklerini. Rugan ayakkabıları zihnimde tiktaklayıp duran bir saat gibiydi. "Seçimlere kadar bölüm birincisi olup, okulunu en iyi şekilde devam ettireceksin." Gülümsemek istedim fakat bundan nefret edeceğini bildiğimden kıpırtısızca durdum.

Elini havaya kaldırdı, bana dokunamayacağının farkına varıp derin soluklar eşliğinde indirdi. Artık gerçekten korkuyordum. "Dua et de Çağlar teklifimi kabul etsin. Yoksa okul yollarını rüyanda görürsün." Sesi kulağımın yakınında tehditkarca yükseldi. "Ayrıca ona bir tür psikolojik rahatsızlığının olduğunu ve en az seviyede iletişimde kalmanız gerektiğini söyledim. Kurallarımızın istisnası olduğunu düşünme."

Yüzümü gereksiz bir endişe kapladı. Hakkımda yanlış şeyler düşünmesini umursadım nedense. "Benim hasta olduğumu mu düşünüyor?"

Gömleğinin yakasını düzeltti. "Zaten öylesin. Zehirli ve uğursuzsun. Dokunduğun insanlar ölüyor." Cebinden mendil çıkardı birkaç kat açıp içine cebinden çıkardığı bir şeyi koydu. "Dokunsalar ölürler, insanların iyiliği için kendini onlardan sakın."

Yanaklarımı dişledim defalarca. Doğru, ellerimde kaç insan ölmüştü acı içinde. "Bir süre bu odada kal."

İlk kez bir cürette bulunup "Ondan pek haz etmedim." deyiverdim fakat ardından gördüğüm ifade ürküttü. "Zaten önemli olan ondan haz etmen değil, normal biriymişsin gibi görünmen."

Gözleri belimle karnım arasındaki diyabet sensörüne ilişti. "Elene onu bir daha oraya takma dedi. Elbisenin pot görünmesine sebep oluyormuş, koluna tak."

Görünmesinden hoşlanmıyordum ve Elene bunu bilerek yapıyordu. Beni hastalıklı veya kusurlu göstermek onun birincil göreviydi ne de olsa. Başımla onayladım, ne yapabilirdim ki başka?

"Okulda kendine sahip çık. Ömrün boyunca seni kollayamam."

İşte böyle biriydi Nikolas Zaharyas. Ürkütür, iliklerine kadar saldığı korkunun ardından şefkatle fısıldardı kalbine. Sonra sen o şefkati daimi sandığın ilk anda bıçağı sırtında hissedersin.

Odadan çıkışıyla yere öylece yığıldım. Titredim çünkü bu yükü kaldıramıyordum. Güç alabilceğim kimse kalmamıştı ve kendi başıma halletmekten yorulmuştum. Sarılabilmeyi, dokunabilmeyi ve sevgiyi istiyordum. Babamdan...

Elbisemi çıkardım, parmaklarım karnımın kenarındaki sensöre gitti ve sinirle yapışkanını çekiştirdim. Tenim kızarıp bozarırken banyo yapıp yüzümdeki ufak tefek makyaj emarelerinden kurtuldum.

Eskiden vücudumda bir metrelik kabloyla gezerdim, belimde takılı aletle insanların sürekli garip bakışlarına maruz kalıp dururdum. Şimdi kablosuz bir glikoz takip sistemine sahiptim fakat yine saklayamıyordum vücudumun bir yerlerine.

Aparatı ayarlayıp kolumu sterilize ettim. Islaklığı geçtiği gibi koluma zımbalamam gerekliydi. Kolumun üst arka kısmına doğru aleti koyup kenarlarındaki düğmeye bastım ve tanıdık ince sızıyı hissettim. Hızlıca bandını iyice yapıştırdıktan sonra telefonumdan şeker değerlerimi kontrol ettim.

Yarın gerçek bir okula gideceğime mi sevinsem yoksa artık insanlarla arama koyamayacağım mesafeye mi üzülsem bilemiyordum. Kalabalıkta yanlışlıkla değen tenler karşılıklı olarak sonumuz olabilirdi.

***

Sabahın erken saatleri açtım gözlerimi; endişe bedenimi uyandırmıştı. Ahu ile aynı bölümde okuyorduk, bir ihtimal de olsa ortak derslerimiz olabilirdi. Orada yaptığım her hareket öyle önemli olacaktı ki yanımda tanıdığım, bildiğim birinin olması beni rahatlatırdı.

Asla bu bölümü okumak istemedim. Siyasetten nefret eden bana zulüm gibiydi fakat üniversiteyi dışarıdan da olsa okumama yalnızca siyasi bir bölüm olursa kabul edeceğini söyleyen babamdı. Yani emir büyük yerden gelince mecburdum. Biraz olsun kafamın dağılmasını isteyip yazmıştım bu bölümü.

Üzerime krem rengi kalın bir hırka giyip indim aşağı. Güzide kahvaltımı bana göre hazırlayıp mutfağa bırakmıştı. "Günaydın kuzum." deyip etrafına bakındı. Yanıma gelip bugün için sırtımı sıvazlamak istiyordu biliyordum fakat buna izni olmadığından uzaktan uzaktan gülümsedi.

"Günaydın, Güzide Teyze."

"Allah zihin açıklığı versin, dikkat et tamam mı?"

Gülümsedim ve oturup kahvaltımı bitirmeye çalıştım. Yüzümdeki küçük, taze yaraların bir kısmını kapattım; normal, sıradan görünmeliydim. Farklı değil sıradan olursam aralarında kaynayabilirdim insanların.

Kulağıma kulaklığımı takıp radyoyu açtım.

"Değerli dinleyiciler. Ralli pilotumuzun ropörtajını kaçırıp yeniden dinlemek istediğinize dair birçok mesaj aldık. Sizleri de kırmamak adına tekrar yayımlamaya karar verdik. İşte o anlar." Kısa bir melodinin ardından Sonat'ın sesi duyuldu. "Hoşgeldin, şeref getirdin gizemli pilot. Öncelikle söylemek istediğin bir şey var mı?"

Merakla dikkat kesildim. Mekanik bir ses hışırtısı duyulup sesini değiştirdiğini anladığım anda içeri giren Elene ile birlikte radyoyu alel acele kapatıp titrek elle tabağımdakileri bitirmeye çalıştım.

"Güzide öğlen için şu güzel sarmalarından yap, misafirlerim gelecek."

Süzülerek girdiği mutfakta gözlerini şüpheyle üzerime dikti. "Çek gözlerini de önüne dön küçük Ofeli." Gözlerimi bir an bile üzerine değdirmeden öfkeli bir soluk verdim. "Bana bak," deyip yakınıma geldi. "Oralarda da böyle bakma insanlara, ucube gibi görünüyorsun."

Aldırış etmeden tabağımı tezgaha bıraktım, "Eline sağlık Güzide Teyze." deyip çantamı koluma astım. Dış kapıya çıktığım gibi birkaç metre ötede park etmiş arabalarla beraber duraksadım.

Bakan eliyle binmem gereken arabayı işaret edip gülümsedi. Çalışanların bir çoğunun gözündeki sarsılmaz mükemmel imajını bozamazdı ne de olsa. Sessizce araba ilerleyip ön kapıya uzanmak üzere elimi attığım sırada "Sizi ben bırakacağım Ofelya Hanım." diye bir ses duydum.

Üzerimde Bakan'ın gözlerinin olduğunu bildiğimden başımı hafifçe kaldırıp tanımadığım sesle beraber elimi kapıdan çektim. Seri adımlarla ön taraftaki yolcu koltuğuna ilerledim, arka koltukta midemin bulandığını biliyordu ve buna ses çıkarmayacağından emin olmak üzere binmeden gözlerim babamı aradı.

Başıyla onay verdi. Onaylanma duygusu içimde her daim duran bir illetti. İnsan alıştığı gibi yaşıyordu işte, bir başkaldırı beni mahvederdi çünkü daha önce hiç denememiştim. Bunu hak ettiğimi düşünüyordum her defasında. Zihnimde öyle bir işlenmişti ki bir katil olduğum, celladın parmaklarını anımsatıyordu ellerim. Dokunduğumda ölen insanların varlıklarına inanıyordum.

Tipik bir şizofreni örneği miydim; aslında mağdur olup, farkında olmadan kandırılan biri miydim?

Bunu asla öğrenemezdim çünkü benim elimden yemek yiyen, dokunup sarıldığım üç kişi de gözlerimin önünde eridiler. Nefreti hak ediyordum, kuralları ve cezaları da.

Hak ettiğimi düşündüğüm içindi bu sessizliğim. Belki de sessiz isyanım. İnsanlığın sağır olması benim suçum değildi ya.

Bir benzinlikte durduğumuzda şoför arabadan indi. Gözlerim camdan dışarıyı seyre dalmışken kapı henüz bir dakika bile geçmeden açılmıştı. İnsanlarla konuşmada iyi değildim fakat diğer duyu organlarımla hissetme konusunda artık çığır açtığımı düşünüyordum. İnsanın bir duyu organı eksikse diğerleri ondan iki kat çalışıp eksikliğini hissettirmemeye çalışırmış.

Kokuları ve insanları eşleştirirdim ve şuan aldığım o koku beni bir uçurum kenarında özgürce haykırıp bağırdığımı hissettiriyordu. Sonrası meçhuldü çünkü üzerime doğru sıkılan sprey gözlerimi kapatmak zorunda bırakmıştı. O koku gitmiş, yerini iğrenç bir hastane kokusuna bırakmıştı.

***

Çağlar'ın zihin lobları milyon parçaydı. Bazen aynada, zihininin gördüğü kendisi ile hissettiği eşleşmiyordu. Gözlerinin önüne kaldırdı parmaklarını, görebiliyordu fakat beyni bu iletiyi biraz farklı iletiyor gibiydi.

Cebinden sakızı çıkardı, zihni bazı şeyleri netleştirip onu sakinleştirirken bir şeyler çiğnemeye ihtiyaç duyuyordu. Parmaklarındaki çakmağı yakıp söndürdü, sayılar saydı. Dikkat kesilmeliydi, dikkatini toplayan tek şeyin kadınlar olması hayatın ona büyük bir sillesi olmalıydı. Çarpık çarpık gülümsedi aynadan kendisine. "Ahmak herif!" diye uyardı. "Dikkatini topla."

Telefonunu ikinci çalışında açıp kulağına dayadı, "Efendim?" dedi.

"Kızımın kılına zarar gelirse seni doğduğuna pişman ederim."

Aynadaki yansımasına yine çarpık bir gülüş attı. Şu kız... Ah o gözleri...

***

Sanki İsrafil suru kulağımda üflüyordu. Birbirine geçmiş uğultulu seslerin yok olması için bekledim fakat net bir sessizlik olmadı. Çakmak açılıp kapanma sesleri boş odada yankılanmayı durdurduğunda herkes sessizleşmiş olmalıydı. Sonra kapı açıldığında odanın ansızın boşalıp tek nefes kaldığını anladım.

Gözlerim aralandı, Bakan eli cebinde kapının hemen yanında duruyordu; yeni girmiş olmalıydı.

"Senin derdin ne?" Yüzünde öfkeden başka bir duygu yoktu. Gözleri ateş saçıyordu, koluna taktığı ceketini yatağa fırlattığı gibi yakınımda bitti. "Seni okula gönderdiğimin ilk günü tehdit ediliyorum. Yetmezmiş gibi bir kızım olduğu ortaya çıkıyor ve..." Sakin olmaya çalışır gibi ellerini yumruk yaptı.

Anne, bana dokunamadığı için bazen şanslı hissediyordum.

Doğrulmaya çalıştım, "Kalkma!" diye uyarıda bulundu. "Doktorlara güç bela açıkladım dokunmadan tedavi etmeleri gerektiğini." Etrafta volta atıyordu. "Birazdan çıkacağız, o zamana kadar kaldırma kafanı."

"Bayıldıktan sonra ne oldu?"

Üzerimde kendi kıyafetlerim vardı, kolumda bir serum bile takılı değildi. "Çağlar teklifimi kabul etmişti, peşinden geliyordu senin. Neyse ki zamanında yetişip ahmak herifi indirdi." Duraksadı. "Yüzünü görebildin mi adamın?"

Neler olduğunu bile hatırlamıyordum. Son bir nefes çekip gözlerimin kapandığını hatırlıyordum yalnızca; açtığımdaysa da buradaydım. Ne olmuştu ki?

Kurumuş dudaklarım hareket edemedi. O an kalbimden geçeni söyledim yalnızca; ilerisini veya gerisini düşünmeden. "Hayır." Boş hastane odasında yankı yaptı sanki sesim.

Sessizce bakıştık, yalanlarımı kolayca anlayamazdı; saklayabiliyordum onları. Yüzünde tiksinir gibi bir ifade belirdi. "İnsülin değerlerin dengesizleşmiş, telefonuma bildirimler yağdı. Değiştir şu zımbırtıyı. Birazdan Çağlar'ı gönderirim, onu da ucube hareketlerinle kaçırma."

Ucube hareketlerim... Sakarlıklarım demek oluyordu muhtemelen. Sürekli boğazına bir şeyleri kaçıran, ayağı birbirine dolanıp duran biriydim çünkü. Özgür olmak isteyip olamadıkları içindi belki de. Konuşamadığım sözcükler takılıyordu boğazıma, gidemediğim sevdiklerimin acısına düşüp duruyordum.

Yutkundum, içeri girecek olanla yüzleşmek istemiyordum çünkü garip bir sebepten yüzüne bile bakamıyordum Çağlar'ın. İsmiyle hitap etmek bile tuhaftı. Çünkü daha önce hiçbir erkeğe babamın yanında ismiyle hitap etmemiştim.

Babam ve Çağlar'ın kapı eşiğinde konuşması kısa sürmüştü. Hiçbir şey duyamasam da Çağlar'ın heybeti ve uzun boyu karşısındaki babam oldukça ince kalmıştı. Yatakta doğruldum, yüzüm asıktı. Son cümlesinin "Bana mecbursun Sayın Bakan." sözlerini işittiğimde işlerin derinliği beni korkutmaya başlamıştı. Babam kimseye mecbur olmazdı ki...

Sırtını kapıya yasladı, dağınık saçları özenle arkaya taranmış, üzerinde takım elbise vardı. Her şeye rağmen kulağındaki küpesi ve yüzündeki çapkınlık ifadesi aynı duruyordu. Gözleri öyle açık bir kahve rengiydi ki soluk ışığa rağmen görebiliyordum.

Onun bu rahatlığına karşılık benim ifadem sertti. "Kimsin sen?" dedim gayet net bir şekilde. "Neler yaşandı hiçbir şey bilmiyorum ama babamın sana güveni çok saçma geliyor."

Gözleri kısıldı. "Yakışıklı adamın tekiyim ve güzel kadınlarla korku dolu fanteziler yaşamayı seviyorum?" Dişleri görünecek kadar genişçe gülümsedi. Gözlerimi her defasında kaçırmaktan bitap düşmüştüm.

Sınırlar Efsun... Birisi kuralları çiğniyor, bakma...

"Eğer bana her şeyi anlatmazsan gider babama beni arabada alıkoyanın sen olduğunu söylerim. Yalan söylemek de zerre umurumda olmaz."

Kahkahası odayı doldurdu ardından hiç beklemediğim bir ciddiyete büründü. Harika bir oyuncu olabilirdi. "Yapma Ofelyacık, babanın biricik kızı olabilirsin ama bunu kanıtlayacak bir şeyin yok. Muhtemelen deli olduğunu söyleyip bana inanır. "

Babamın bana kayıtsız şartsız inanacağını söyleyemedim. Çünkü bu, hayatımın en büyük yalanı olurdu. Yutkundum, muhtemelen yüzümün halini görüp şaşkına dönmüştü. Karşılığımı bekledi, sessiz kaldım.

Babamın biricik kızı olduğumu düşünüyordu oysa ben annemin gülüydüm...

Gülüm, sana çiçekten taçlar yaptım... Gülüm, aç bakalım avucunu...

"Bundan sonra gittiğim yerlerde peşimden mi geleceksin?"

Cebinden çıkardığı sakızını dişlerinin arasına attı. "Teklifi kabul etmiş değilim fakat eğer olur da edersem peşinde değil önünden yürürüm. Beni koruman olarak görüp emir vermeyi aklından bile geçirme çünkü başka planlarım var." deyip bir süre durdu. "Baban ve evdeki şu kadın... Güzide miydi? Her neyse bana bir şeyler zırvaladılar. Biraz delisin anladığım kadarıyla."

Buna sessiz kalmalıydım fakat ne olursa olsun Çağlar'a karşı sürekli konuşmak, karşı atakta bulunmak istiyordu içim. Yanaklarımı dişleyip kelimelerimi yuttum, yuttuğum kelimelerde boğuldum.

"Kanar, yanakların yapma öyle." Eliyle ısırdığım yanaklarımı işaret ediyordu. Belli oluyor muydu ki?

Yine sustum, başımı cama çevirdim. Bana baktığını bilmek yanaklarımı gıdıklandırıyordu, alnımı kırıştırdım. Bir süre sonra o da pes ederek benimle konuşmadı, literatürüme uyum sağladı.

Kuralları çok aştım, özür dilerim baba.

Anne, kuralları aşmayı başarıyor muyum?

"Birilerine mecbur veya muhtaç olmayı sevmem." dedim gözlerimi camdan bir an bile ayırmadan. "Ama eğer beni kurtaran sensen teşekkür ederim ve özür dilerim."

Adımlarının sehpaya yaklaştığını duydum, ardından bakış açıma sehpadaki dergileri karıştıran parmakları girdi. Düşünceli bir sesle "Özür?" diye sordu, yutkundum çünkü sebebini söylemezdim. "Özrüne ihtiyaç duyulacak bir durum yok."

"İleride lazım olursa... Boş ver, saçma bir batıl inanç."

Ailemden üç kişiyi benden alan bir batıl inanç...

***

"Barış Bakanı Zaharyas'ın herkesten gizlediği meşhur kızı hakkındaki dedikodular devam ediyor. Büyük bir kitleye göre gizemli kızın hasta olduğu ve yıllardır yurt dışında tedavide olduğu söylenirken Bakan durumla ilgili herhangi bir açıklamada bulunmadı. Bulunduğu hastane doktorlarına baskı yapıldığı, gizlilik sözleşmesi gereğince herhangi bir bilgi sızmadığı belirlendi."

Evde geçirdiğim ikinci günümün ardından hala gündemde videolarım ve namım vardı. Rahatsız ediciydi, kendimi yüzüm görünmese bile videolarda görmek ürkütüyordu. Birisi okulun otoparkının en üst katına arabayı çekip megafonla adeta terör estirmiş ve babamı benimle tehdit etmişti. Yalnızca aşağıdan çekilen görüntüler olduğundan benim yüzüm görünmüyordu fakat varlığım ortaya çıkmıştı sanırım.

Babamın bu haberlere bir dur diyemeyişi ve delirdiği halleri de eklenince iyice ürkmeye başlamıştım çünkü haberlerin bir sonu gelmemişti günlerdir.

Okula mail üzerinden başvuru yapmanın bir yolunu bulmuş ve kayıt işlerimi halletmiştim ve öğleden sonra dersim vardı. Korkuyordum çünkü o gün yaşananlar beynimde dalga dalga tekrarlanmaya devam ediyordu.

Salondaki televizyonun sesi aniden kesildiğinde başımı kaldırdım. Kaşlarım çatıldı çünkü Çağlar'ı herhangi bir şekilde salonun ortasında görmeyi beklemiyordum, üstelik yanında babamla. "Çalışma odama gel." Emriyle oturduğum yerden öyle hızla kalkmıştım ki yutkunurken kendi tükürüğümde boğulacaktım.

Öksürüklerim arasında peşlerine takıldım. Çağlar bir koruma gibi değil de yine kendi gibi giyinmişti. Ralli pilotu gibi... Parmakları yüzüğünde geziniyor, ağzından çıkmayan sakızı ve parmaklarıyla devamlı tuttuğu ritmi her defasında binlerce kez dikkatimi çekmeyi başarıyordu.

Omzunun üzerinden beni tekrar tekrar kontrol ettiğinde kaşlarımı çatarak karşılık verdim. Birileri tarafından izlenmekten nefret ediyordum. Ben izlemeliydim, ben gözlem yapmalıydım; beni izleyemezlerdi!

Bakışlarımı yere indirdim; babamın çalışma odası kuralların en zirvede olması gerektiği yerdi. Son giren olduğum için kapıyı özenle kapattım. Bakan masasına oturdu, şu an babam değil koruması gereken bir ülkesi olan Bakan Nikolas Zaharyas'dı.

Çağlar bir adım gerimdeydi, masanın karşısında sanki hesap vermeyi bekliyor gibiydik. "Dinliyoruz Sayın Bakan." dedi ağır ağır. Başı dik, çenesi yukarıdaydı; vücut dili sanki üstünlük kurmak istiyor ve çoktan kurmuş gibi görünüyordu.

Baş parmağını burnuna sürttü, ardından elini cebine attı. Babam ona karşı donuk bir ifade takınırken masasında öne doğru kaydı ve kollarını masanın üzerinde birleştirdi. Yüzünde şüphe dolu bakışların yanı sıra boynundaki damarlarını belli edecek kadar öfke görünüyordu.

"Otoparkın en üst katında o gün neler yaşandı?" Bakışları ikimiz arasında gelip giderken ona karşı yalan söyleyemeyeceğimi bildiği için yutkundum. Dudaklarımı birbirine bastırdığımda "Sorum ikinize de." diye ekledi.

Çağlar'ı ele verir gibi yapıp babamın ona karşı siper almasını sağlamalı mıydım yoksa bizim tarafımızda olduğundan emin bile değilken kurtarmalı mıydım onu?

"Bana olan güvensizliğinizi anlayabiliyorum." deyip omzunun üzerinden bana döndü. "Kızınıza da mı güvenmiyorsunuz yoksa?"

Babam daha da gerilmişti, ortamdaki havadan bile soluyabiliyordum. "Güven kendinden başkasına karşı duyulmaz. İnsanoğlu içinde fitne doludur, en masumu bile bulundurur içinde o fitneyi."

Çağlar homurdanarak güldü. "O halde bu kuruntulu zihinle psikolojinizi sağlam tutmak zor oluyordur."

Babam bir şeyler daha söyleyecek olduğunda vaz geçip "Çıkabilirsin sen." dedi adeta elinin tersiyle onu itekler gibi.

Sessizlik hakimdi odaya. Çağlar bir kez daha omzunun üzerinden bana döndüğünde sesli bir soluk verdim. Elindeki sürekli tuttuğu ritim yüzük parmağı ile baş parmağı birbirine değdiğinde durdu. Gözleri kısıldı ve odadan çıkmak üzere önümden geçip gitti.

Babamın derin nefesi doldurdu odayı. Bir işkence saatinin daha başına gelmiştik. Önündeki kağıtları elinin tersiyle etrafa saçıp güçlü bir sesle haykırdı. Titredim, çünkü birazdan bu kağıtlar gibi savrulacak gibiydim.

"Ofelya beni iyi dinle kızım." dedi bütün sinirini kontrol etmeye çalışır gibi. "Eğer o otoparktaki adamı yakalayamazsak, önümüzdeki seçimler için bize sıkıntı çıkaracaklar. İşte o zaman yaşayacağım öfkeyi tahmin edebiliyor musun?" Sessiz ve sakindi, üstelik gülümsüyordu.

Kalkıp yanıma doğru geldiğinde soluğumu tuttum. "Ofelya... Derin devlette işler öyle farklı yürüyor ki... Bana otoparktaki herifin eşgali lazım kızım. Hadi zihnini zorla."

Gözleri ayağıma takıldı. "Ayağının ucun havaya kaldırıyorsun Ofelya... Nefesini kesik kesik almaya başladın ve çenen titriyor." Sesi aniden yükselip "Bunlar bana yalan söylediğinde yaptıkların!" diye haykırdığında elini kaldırıp vuracak gibi olmuştu. Fakat vuramadı çünkü bana dokunmak yasaktı. Masadaki çerçeveyi kavradığı üzerime doğru fırlattı, kolumu yüzüme siper ettim. Kırılan cam parçaları yere düşerken bir yerimin kanamaması mucizeydi.

Ama yalan bile söylemiyordum. Peki neden karşı çıkıp hakkımı aramıyordum ki?

Sesi yeniden sakinleşti. "İstemez misin biri elini tutsun, sarılsın? Söyle bana Ofelya buna çare bulmamı istemez misin?"

Gözlerim acıdan asla dolmazdı fakat bu cümle ruhuma dokunmuştu. Çaresi var mıydı ki bu zehrin? Yıllardır Ahu ile aşmaya çalıştığım bu kuralların en büyüğünü bana serbest kılacağını mı söylüyordu?

Ben daha bunun kural mı yoksa gerçekten zehirli miyim kısmını aşamamışken nasıl becerirdim ki birine dokunmayı? Ya gerçekten zehirliysem? Ya da... Ya aslında bu sadece bir kuralsa ve aslında birilerine dokunduğumda ölmüyorlarsa?

Zihnimde babam öyle güçlüydü ki inanç konusunda en üst güvene sahipti.

"Biz kime inanırız kızım," diye sorardı annem. İnançlı biriydi ve Allah korkusunu bana aşılamaya çalıştığını şimdilerde anlıyordum. "Zihninde en büyük varlık Allah olsun, Efsun. Kimseyi onun kadar yüceltme, hayatının ipini verme ve korkma. Yalnızca Allahtan korkarız ve ona ibadet ederiz anladın mı beni gülüm?"

"Hadi bana söyle, kızım." Elini bana uzattı. "O adamı bulursak buna bir çare bulacağım, söz. Artık sarılabileceksin."

Çaresizdim, kelimelerim yetersizdi. Fakat o anda beklemediğim bir şey oldu; birkaç adım ilerleyip masaya yaklaştığında parmaklarının masaya değmesiyle büyük bir gürültünün koptu. Ellerimi refleks olarak başıma siper ederken bütün pencereler yerle bir olmuştu.

Etrafa ince sesler eşliğinde sızan dumanla beraber görüş açıma giren Ahu şaşkına uğratmıştı. "Beni takip et Efsun!" diye seslendiğinde nevrim dönmüş gibi oldum. Efsun olmayalı uzun zaman olmuştu. "Sen... nasıl-" Büyüyen gözlerimle eş zamanlı "Hadi!" diye direttiğinde parmakları koluma ilişecek gibi oldu fakat bundan vazgeçti.

Neler döndüğünü anlayamıyordum etrafta. Görüş açımı azaltacak sis ve yabancı birkaç sima dolanıyordu etrafta. Ahu'yu elinde silahla görmeye devam ettikçe şaşkınlığım artıyordu. Simsiyah giyinmişti. "Ahu neler oluyor?" diye sordum korkarak. Acelesi var gibi telaşlıydı ve gözünde korku emareleri görebiliyordum.

"Anlatacağım ama önce bana güvenmelisin. Bahçede bizi araç bekliyor hemen gitmeliyiz."

Tekrar direttim "Neden?" diye.

"Seni kaçırılmış gibi göstereceğiz anladın mı? Bir süredir şu toplulukla iletişimdeyim ve böyle bir karar verildi. Ben gönüllü oldum ki sana kimse dokunmadan zararsız çıkarabilelim evden. Birazdan bana büyük bir birlik gelebilir, evden kalmamız çok tehlikeli."

Aklım almıyordu, böylesine korunaklı bir siteye, bakanlarla dolu bir siteye nasıl girebilirlerdi ki? Fakat Ahu'ya sonsuz güveniyordum bu yüzden peşinden gitmekte sorun görmeyip onu takip etmeye başladım. Salonda üç adam bahçe kapısında dikilip bizim gelmemizi bekliyordu.

Ahu arkasını dönüp beni kontrol ettiği sırada "Bahçede oyalanmadan arabaya koşacağız tamam mı?" dediğinde başımla onayladım. İçimdeki kötü his öylesine büyüdü ki o an eve geri dönmek istedim.

Arkama baktım, bahçeye attığım ilk adımdan hemen sonra birkaç metre ilerideki arabanın tekerine sıkılan silahla ikimiz de olduğumuz yerde kaldık. Arabanın başındaki adam gözlerimin önünde vurulup yere yığılmıştı. Kalp atışlarım kulaklarımda atarken "Kimse kıpırdamasın yoksa sıkarım!" diyen gür bir ses işittik.

"Attığınız tek adımda sıkarım!"

Çağlar'ın sesiyle arkamı döndüm. Silahının namlusunu tek eliyle tuttuğu adamın şakağına yaslamıştı. Yüzündeki öfke ve vahşeti görebiliyordum. "Ofelya buraya gel!" diye bağırdı hiddetle. Bahçedeki bütün korumalar yerdeydi, Çağlar tek başına kalabalığa kafa tutuyordu.

Arabanın tekeri patlaktı, kaçış planı iptal olmuştu ve Ahu yakalanırsa mahvolurdum. Çağlar'ın yüzüme bakmadığı o iki saniyelik anda "Başıma silahı daya." diye fısıldadım Ahu'ya.

Şakağımda hissettiğim metalin soğuğuyla irkildim. Ölüme bu denli yakın olmak böyle hissettiriyordu demek. Arabayla yüksek hızla tümsekten inerken karnının çekilmesi gibi. Yutkundum, Çağlar'ın tepkisini bekledim.

"Adamımı bırak, kızı bırakayım." diye seslendi Ahu.

"Birkaç dakika içinde çevik kuvvet ve bakanlık personelleri burada olur. Benimle anlaşma yapmaya çalışacak konumda değilsin. Ofelya'yı bırak, derhal!"

Ahu'nun dudaklarından küfürler duyuldu. Şakağımdaki demir çekildiği gibi mağduru oynamak adına ona doğru ilerledim. Bahçe kapısının ağzında duruyordu ve katiyen adamı bırakmadı.

Eve attığım son adımda koptu kıyamet. Arkama dönüp Ahu'ya bakmak üzereyken sıkılan kurşun camı patlatmıştı, kolumdan ince sızılar halinde kanlar akmaya başladı. Çağlar kolundaki adamın şakağında patlattı silahı. Ayak uçlarıma devrilen adam, kanların her yerde oluşu; yalnızca birkaç saniye sürmüştü.

Türk halkının sayılı destekçilerini öldürmüştü. Bizim için toplanmak yeterince zorken bu gün iki tanesini de Çağlar öldürmüştü. Yüzünü dahi görmek istemiyordum artık, midem bulanıyordu.

"İçeri geç, Ofelya!" diyerek siper oldu bana. Hayatımın gerçekten tehlikede olduğunu anladığım ilk andı. Beni bu denli değerli kılan neydi ki? Babama karşı kullanabilecekleri bir silah değildim, ölümden korkmuyordum. Tek korkum benim yüzümden birilerinin ölmesiydi; kollarımda birilerinin daha ölmesi.

Koltuğun önüne geçip eğildim, kollarımı başıma sardım. "Siper olma bana!" diye bağırdım sindiğim yerden. Kolumdaki kanlar yere damlıyordu, beyaz halı lekelenmişti. Uzaktan duyulan siren sesleriyle beraber bahçede sessizlik hakimdi artık.

Başımı kaldırdım korkarak. Ahu iyi miydi, ona bir şey olmuş muydu; tek derdim bunlardı şimdilik. Ayağa kalktım, koridordan yalpalayarak çıkan babam "Ofelya?" diyerek beni arıyordu. Gömleği kırışmış, saçı başı dağılmıştı.

Çağlar bahçe kapısından içeri geçen görevlilere ve polislere eşlik ederek babamın yanına gidiyordu. Salonda öylece dikili kalmıştım. Daha birkaç dakika öncesine kadar her şey normalken birden bu yaşadığımız şey de neydi!

Babamın endişeli gözleri beni bulduğu an etrafındaki adamlardan kurtulup "İyi misin kızım?" dedi. Sahte bir korkuydu bu, sahte bir sevgi gösterisi. Yanıma yaklaştı ve kolumdan akan kanlarla beraber ellerini şakaklarına koyup "Lanet olsun!" diye söylendi.

Bu yarayı kim temizleyecek şimdi Ofelya! Kim ölmeyi göze alıp sana dokunsun ki!

Yıllar önceki sözlerini anımsadım, seri bir şekilde katlı kolumu indirip kanın üzerini kapattım. "Müştemilatı kontrol edin, kimse yoksa Ofelya'nın yarası temizlenecek orada!" Yavaşça kulağıma yaklaştı. "Yaranı temizle başıma iş açmadan ve kimseye görünme."

Görevlilerin kontrol ettiği müştemilattaki odama ilerledim. Bütün acılarıma ev sahipliği yapan odam bu gün bir tanesini daha kaldırabilecek miydi sahi?

Salonun yerle bir oluşunun aksine burası temiz kalmıştı. Siyah tişörtün kolu adeta kandan ıslanmıştı. Öyle sızlıyor, öyle acıyordu ki çığlık atmak istiyordum. Canım yanıyor, diye haykırmak istiyordum. Fakat susmalıydım yine, sessiz kalmalıydım yaşamak için.

Banyodan sağlık malzemelerinin olduğu büyük çantayı alıp yatağa döktüm ters çevirerek. Tek elimle yapabildiğimin en iyisini yapmalıydım. Dudaklarımı birbirine bastırıp dişledim. Gözlerim acıdan dolmuştu.

Sessiz ol Efsun, sakın bağırma, diye telkin ettim kendimi. Geçecek, her şey geçecek. Hep nasıl geçtiyse bugün de geçecek ve unutup gideceksin. Sadece bitene kadar biraz canım yanacak ve geriye izi kalacaktı.

Dışarıdan adım sesleri duyup irkilip başımı çevirdim, kapıyı çalma cüretinde bile bulunmadan içeri girdi Çağlar. Sol parmaklarım tişörtümün kolunda asılı kalmıştı. "Sen ne cüretle-" diye çıkıştım ona. Yüzüne benim burada olmamı beklemiyor gibi bir ifade takınırken "Ne yaptığını sanıyorsun?" diye sordu.

"Çık dışarı." dedim.

Kapıyı arkasından kapatıp tamamen içeri girdi. Üzerindeki kanlı ceketini çıkardı. Onun da şakağından kanlar akıyordu. Bunu umursamadan yanıma ilerlemeye başladığında "Çık diyoru-" demeye çalıştım fakat öyle bir acı girmişti ki koluma, nefesim kesilmişti. Parmaklarım bile uyuşmuş ve buz kesmişti, bir milim oynatsam ağrı saplanıyordu.

Oluk oluk kanlar yere ve yatağa damlarken sağlık malzemelerinin arasından küçük bir iğne ve içinde sıvı olan cam şişeyi çıkarmıştı. "Dikiş atmazsak kanaman durmaz, mikrop kapar." dedi anlayışlı bir şekilde. Bütün bu anlayışı yerin dibine bastın, bizden birini öldüren kimseye ekmek kırıntısı kadar anlayışının karşılığını vermemeliydim.

"İstemem." diye direttiğimde öyle bir baktı ki gözlerime, bütün kurallar altüst oldu. "Dokunmayacağım, söz veriyorum." dedi neredeyse fısıldayacak kadar alçak bir sesle. Gözlerimdeki acıyı görebiliyor oluşu beni kahretmişti. Kanım zemine belli ritimde akıyordu artık.

"Dokunmayacaksın."

"Şimdilik." dedi belirsizce.

Sol elimle hiçbir şey yapamazdım zaten. Ona mecburdum bu durumda. Kolumu en tepeye kadar sıvadığımda iki büyük çizik ve birkaç küçük çizik göründü. Elindeki şırıngaya sıvıyı çekti. "Bu acıtabilir, dayanmaya çalış."

İğnenin ucunu hissettiğim o an ömrümün en büyük çığlığını atmak istedim. Fakat tek çıkarabildiğim ses kapalı dudaklarımın arasından hırsla çektiğim havanın sesiydi. Gözlerimi kapatıp kendimi sıktım. Bu aldığım ilk yara değildi.

Karıncalanma hissi yavaş yavaş yayıldı kolumda. Sanki demir taşıyordum, kanım ağırlık yapıyordu. Kolumu yukarı doğru sıyırmaya başladım, titreyen ellerime rağmen başarmıştım.

Tek bir temas her şeyi mahvedebilirdi, tek bir dokunuş onu öldürürdü.

"Bakma." dedi ciddi bir şekilde. Başımı yere indirdim, babam dışında birine nadiren itaat ederdim. "Acıyor mu? Hissediyor musun?" Şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım, beni mi düşünüyordu yani?

"Sızlıyor sadece." dedim başım dik. Çenemin titrediğini o an fark ettim. Koluma dokunup dokunmadığını anlayamayacak kadar hissizleştiğim için başımı çevirip baktım. Parmaklarını uzak tutmak için ekstra efor sarf ediyordu.

Bir an duraksayıp yaranın içinde parıldayan cam parçasına baktı, ardından başını kaldırdı. "Ofelya burada parçalar var, hast-" Devam etmesine izin vermedim. "Sen çıkart." dedim hızlıca.

"Çok fazla var."

"Vaktimiz var." dedim tek solukta.

Koluma eğilip cımbıza benzeyen ateli aldı parmakalrına ve birkaç parçayı çıkardı. "Şu an hissetmiyorsun ama olur da cam parçası kalırsa sonradan canın yanar."

"Emin ol, hastaneye gidersem canım daha çok yanar."

Pes etmişti. Dışarıda kopan fırtınaların aksine odada zifiri sessizlik hakimdi. Aklımda Ahu kalmıştı, kaçabilmiş miydi acaba? Çağlar'ın adamı vurmasıyla her şey öyle hızlı yaşanmıştı ki anımsayamıyordum onu son görüşümü. Kolumu iyileştirenin az önce yandaşlarımıza kurşunlar yağdırdığını unutmuştum birkaç dakikalık. Sonra bundan da büyük bir viacdan azabı çektim.

"Neden öldürdün onları?" dedim. "Nasıl öyle iyi nişan alabilirsin?"

"İşim bu. Askerim ben."

Şaşkınlıkla yutkundum. Yunan- İngiliz askeri okuluna gittiği aklıma geldiğinde buna şaşırmamam gerektiğini yeni yeni idrak ediyordum.

"Hani ralli pilotuydun?"

Güldüğünü duydum. "O bir paravan. Daha rahat görev yapabilmem için."

Yüzüm asıldı. "Keşke sadece bir ralli pilotu olsaydın."

"O zaman kadınların ilgisini nasıl çekecektim?" dedi çapkın bir edayla. "Sözüm meclisten dışarı, ilgini çekmek gibi bir niyetim yok. Daha olgun kadınlardan hoşlanıyorum."

Bütün bu olanların içinde yaptığımız konuşma olur şey değildi. Daha da beteri; kızarmıştım! Her defasında beni tuzağa çekiyordu ve ben de düşüyordum oyunlarına.

"Zampara." kelimesi döküldü yeniden dudaklarımdan. Öyle bastırarak söylemiştim ki sanki dudaklarımdan çıktıktan sonra onu yaralayacağını düşünüyordum. "Pek fazla erkek tanımadım ama gördüklerim arasında en zamparası sensin."

"Şu hitabı kullanıp durmaz mısın?"

Tek kaşım havalandı. "Zamparayı mı?" dedim inatla. Başımı halıdan kaldırıp çevirdiğimde yüzündeki muzip ifadeden bir sonraki cümlesinin sinir bozucu olacağını tahmin edebiliyordum. "Evet," dedi. Kolumla ilgilenmeyi bırakıp o da bana dönmüştü. "Zampara dediğinde dudaklarının açıkta bıraktığı aralık ve dişlerinin hafifçe görünüşü dikkat dağıtıcı." Gözlerini kısıp bana doğru döndü iyice. "Beni baştan çıkarmaya çalıştığını düşünmeye başlıyorum."

Dudaklarımı istemsizce birbirine bastırdım sıkı sıkı ve bu hareketime gülmeye başladı. Kaşlarımı çatıp bakışlarımı kaçırdım yine. "Hadsiz!" dedim fakat bundan etkilenmedi. "Konumuz benim dudaklarım değil! Senin ahlaksız zihnin."

"Aslında dudakların da konuya dahil prenses."

"Bana prenses dersen ben de sana kötü lakaplar takarım."

Ona bakmıyordum bu yüzden yüzünün aldığı şekli bilmiyordum fakat keyif alır gibi bir nida çıkmıştı dudaklarından "Hmm." diyerek. "Prenses gayet de hoş bir hitap."

"Ama sen söylediğinde hakaret gibi oluyor." dedim kendimden emin bir şekilde. "Her neyse seninle daha fazla konuşamam."

"Ne o, yasak mı?" dediğinde yutkundum ve sessizleştim.

Yasak. Öyle bir yasak ki canım yanar, canın yanar. Dokunmanın bedeli ağır olur.

Odadaki sessizliği malzemelerin arasında gezdirdiği eli bozuyordu. Sonunda gazlı bezi çıkarıp temizleyip diktiği yarayı kapatmaya başlamıştı. Açılan diğer yaralarımdan haberi yoktu tabi, bilse onları da sarar mıydı acaba?

Söz verdiği gibi tek bir teması bile olmadan bitirdiğinde "Teşekkür ederim." dedim isteksizce. Çünkü doğrudan veya dolaylı herhangi bir düşmanıma minnet duymak, minnet sözcüklerine boğmak bana hakaret gibi geliyordu. Fazla gururluca gibi düşünülebilirdi fakat kendi vicdan mahkememin en azami tavrı bu olabilirdi.

"Görevim, Ofelya Hanım." dedi yapmacık bir edayla. İsmime ilk saygı hitabı ekleyişiydi ve doğrusu ağzına hiç yakışmamıştı. "Bu sana son kez Hanım deyişimdi."

"Neden?"

"Koruman olmayacağım." Bakışlarının üzerimde olduğunu biliyordum fakat onun aksine insanların yüzlerine bana bakarlarken konuşamadığım için yerde tutuyordum bakışlarımı.

İçime su serpilip bir masalın daha sonuna geldiğimi fark ettim. Yine birileri hayatımdan çıkıyordu işte. "Güzel." dedim ve ayağa kalkıp "Babamın yanına gitmeliyim, sen de çıkmalısın." diye ekledim. Başımı kaldırıp bakmadım, o da sessizce çıktı.

Gözleri ömrümde gördüğüm en korkutucu yeşildi onu ilk gördüğümde. Şimdiyse bana özgürlüğü anımsatmıştı. Kısa bir süre de olsa.

Kolumdaki ince sızılarla beraber üzerimdeki kanlı kıyafetten kurtulup siyah bir gömlek giydim. Kanın sızmasından korkup kalın bir polarla değiştirdim. Aynada yüzümde görünen kan lekelerini tek tek temizledim ve sonunda gerçekten hiçbir şey yaşanmamış gibi görünene kadar odayı temizledim. Halıyı kaldırıp kapının arkasına koydum, Güzide Teyze'ye vermek üzere ayırdım.

Telefonumu alıp Ahu'yu aradım fakat açmıyordu. Eğer benim yüzümden başına bir şey gelmişse bu gerçekten sonum olurdu. Ellerimi kaldırıp dua etmeye başladım, aynı annemin bana öğrettiği gibi. "Allah'ım." dedim. "Ahu benim için çok değerli, lütfen onu koru. Biliyorum dualarımı kabul edersin, öncekiler gibi. Bunu da kabul et lütfen, Ahu'yu bana bağışla."

Müştemilattan çıkıp tam bir kaos ortamı olan salona vardığımda her yerden birileri çıkıyordu. Kalabalık boğmaya başlamıştı, gürüldü başımı ağrıtmaya yetiyordu. Önümden geçen bir kadın nefesimi kesti; yabancılarla dolu bir evde olmanın korkusu bir başkaydı.

Nefes almak ve babamı bulmak için bahçeye çıktım. Bahçede sivil İngiliz ve Yunan polislerinin yanı sıra Elene ve Viktor da vardı; çardakta oturmuş eve girmeyi bekliyor gibiydiler. Etrafa bakınırken babamın polislerin arasından üzerime doğru seri adımlarla geldiğini görmek ürkütmüştü. Yutkundum ve istemsizce ayaklarım birkaç adım geriye gitmişti.

"Hallettin mi?" dediği sırada Çağlar nereden geldiğini anlamadığım bir şekilde belirmişti sağımda. "Sayın Bakan." deyip elini uzattığında babam onun varlığını çok geç fark etmişti. Yüzüklü parmakları babamınkinin yanında uzun ve biçimli durmuştu.

"Nerelerdesin sen!" dedi endişeyle Çağlar'ın yanında olduğu için. Üstün rol yetenekleri keşke biraz da bana geçseydi. "Korkuttun beni. Doktor geldi mi?"

Çağlar'ın arkasına saklanıyor gibi görünüyordum fakat aksine o beni arkasına almayı seçmişti. "Ofelya'yı ben gördüm, kolu kötü durumdaydı."

"Öyle mi?" Bakışları beni bulduğunda hızla lafa atladım. "Evet. Ama hallettim yani, sorun çıkmadı." Çağlar bozuntuya vermedi.

Babam "Bugün burada olmasaydın büyük bir facia çıkabilirdi. Nasıl teşekkür etsek sana?" dedi. Yüzü gerçekten çaresiz ve düşünceliydi. "Üç leş çıkarmışsın. Sitedeki ve evdeki onca güvenlik ne işe yarıyordu gerçekten sorgulattın bugün bize. Akşam yemeğine kalmalısın."

"Aslında tam çıkmak üzereydim fakat teklifinizi kabul ettiğimi söylemek için dönmeye karar verdim. Bugün talihli günümdeymişim üç hain temizledim."

Nikolas Zaharyas otuz iki diş gülümsüyordu karşımda. Bu denli sevineceği bir haber miydi Çağlar'ın teklifini kabul etmesi?

"Kulaklarım yanlış duymuyor değil mi? Kabul ettin yani." Elleriyle alkış tuttu. "Şu karmaşık durumda bile iyi haber aldığıma göre Allah'ın sevdiği kuluyum sanırım."

Çağlar daha az önce korumam olmayacağını kendisi söylememiş miydi?

"Tabi itibarımı düşünerek benim de birkaç istekte bulunmam gerekecek. Anlarsınız ya bir koruma olarak anılmak geçmişime hakaret olur hele kısa bir süre sonra askeri görevime başlayacağımı varsayarsak."

"Teklifi yanlış lanse etmek benim hatamdı. Sen seçimimizin kurtarıcısısınız, lütfen isteklerini söyle Çağlar."

"Kızınızın nişanlısı olarak medyayı sarsabiliriz."

Gözlerim önce babamda ardından yalnızca sırtını görebildiğim Çağlar'da asılı kaldı. Sözleri babamı da beni de şaşkına uğratmıştı. Karşı koyabileceğim bir şey, itiraz edebileceğim bir nokta da yoktu çünkü sorun direkt babama iletilmişti ve kararları o verirdi; ben yaşardım.

✨✨✨
kalpkalp
Instagram: zorronezi

Yeni bölümlerden haberdar olmak için iletişimde kalın <3<3

 

Loading...
0%