Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4. Gümüş Yüzük

@zorronezi


Hepinize şimdiden iyi okumalar :))

 

***

 

Bir annenin feryatlarıydı duyulan.

Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinin duvarları bir annenin haykırışlarına kayıtsız kalıyordu.

Bir annenin ahı hiç kalır mıydı yanlarına?

"Yalvarırım, yalvarırım bebeğimi kurtarın... Yalvarırım, acı çekiyorum, yarım edin!"

Hemşireler sessiz, doktor sigara dumanını söndürmekle meşguldü. Yirmi birinci yüzyılın bilmem kaçıncı cinayeti işlenmek üzereydi. Aldığı soluklar dar geliyor kadına, kesik nefeslerinin bebeğine eklenmesini istediği zaman diliminde artık.

O yaşasın, ben öleyim, diyor. O nefes alsın, bana toprak atılsın, diyor. Gözlerinin önünden geçiyor bebeğinin hayallerini kurduğu zamanlar, gençliği.

"Delinin bebeği de anca onun kadar akıllı olur. Dünyaya bir iyilik daha yapıyoruz işte." diye zırvalandı doktor. Açılan kapıdan bir hemşire girdi, uzunca boylu ve hastanenin tek Türk hemşiresi.

"Siz ne yapıyorsunuz! Derhal doğumhaneye alınması gerekli, bebek gelmek üzere."

Diğer hemşireler kadının kollarını yakaladı. "Başımıza bir deli daha mı çıksın istiyorsun? Defol dışarı!"

Hastane, ölümle yaşam arasındaki o yer değil yalnızca ölümün mekanı olmuştu o gece yarısı. Hemşire debelendi, anne debelendi, bebek debelendi. Kan, annenin rahminden acıyla, feryatla aktı ve mucize o gece gerçekleşti. Ne bebek öldü, ne anne.

Annenin sesinden daha güçlü bir bebek sesi yankılandı boyası aşınmış duvarlarda. Doktor sigarasını yakmadı, küfürler savurup kapıya yöneldi. "Hemşire etrafı temizlesin, çok meraklıysa bebeği de."

Anne akli dengesini daha önce yitirmediyse de o gece yitirmişti. Boş gözleri kanlı ellerini izledi, avuçlarını çarşafa sürüp temizleyemeye çalıştı, çıkmadı elbette. Hemşire kordonu kesti, bebeği kucağına aldı, temizledi. Anne acılarını geçirecek tek şeyin ölüm olduğunu bile bile yaşamayı diledi o an. Fakat bir bebeğe bakacak gücü olmadığını biliyordu.

"Adı ne olacak Hanımefendi?"

Kadından ses gelmedi, tepki dahi yoktu. Ölüme değil ama derin bir uykuya dalmıştı.

***
"Gümüş Yüzük"

Yatakta sağa veya sola dönmek hiçbir şey teşkil etmiyordu artık bedenim için. Gecenin bir vakti hala uykusuz ve gözlerim açık öylece duruyordum odamda. Müştemilattaki odamda değildim çünkü dün olanlardan sonra babam yukarıda kalmamı söylemiş, kapıya korumalar dikmişti. Bugünse yanıma geleceğini haber vermişti, onu beklememi söylemişti, saatler geçmişti; ses seda yoktu.

Balkona çıktım fakat bir süre sonra üşüyüp tekrar odama döndüğümde kapı çalındı. Babam içeri girdi. Yüzünde düşünceli bir ifade, kolunda ceketi ve kravatı vardı.

"Otur karşıma." dedi kısaca. Ben yatağımın ucuna otururken o da makyaj masamın önündeki sandalyeyi çevirip oturdu. Yüzünde garip bir hüzün peyda olmuştu. Bakışlarını yerden indirip sonunda beni bulduğunda anlamlı anlamı baktı bir süre.

"Efsun." dedi, yıllar sonra ilk kez. "Birilerinin ölmesini istemiyorsan ben yokken kendine dikkat etmek zorundasın." Bu vasiyeti anımsatan bir konuşmaydı. "Ne yazık ki tek başına başarabileceğin bir şey değil bu. Fakat bunu geciktirip olmamasını sağlayacağım." Bakışları yerde sabit kalmaya devam etti. "Çağlar geçmişi en temiz, ülkemiz için benden sonra her şeyi yapabilecek kadar gözü kara biri ve bir süre ortada olmazsam onunla nişanlı kalman seni en iyi şekilde olaylardan korur."

Yine beni değil ailemizin itibarını düşünüyordu. Olayların dışında kalmam demek medyada adının anılmaması ve böylece daha temiz kalmamız demekti.

"Çağlar çok yerinde bir teklifle geldi ama biliyorsun ki kurallarımız var." Doğru, bizim kurallarımız. Onun koyup benim itaat ettiğim, etmek zorunda olduğum. "Sınırları geçmesine izin verme, yoksa olacakları sen de biliyorsun." Yüzündeki ciddiyet arttı. "Birileri ölüyor, birileri kollarında ölüyor."

Başımı salladım. "Birileri ölüyor." diye onayladım onu. "Birileri benim yüzümden ölüyor."

"Yarın aile içinde nişan yaptığımı söyleyeceğiz. Medya her gün daha da merak edecek ve sonunda seçimlere yakın bir zaman diliminde seni medyaya tesadüf eseri tanıtacağız."

Yutkundum. "Baba, ben..." Boğazımdaki ilmekler birbirine girip durdu. Onunla konuşmak hep bu denli zor olmuştu fakat bugün her şey iki katına çıkmıştı sanki. "Başka bir yolu yok mu? Seçimler için ilgi çekecek başka bir şey?"

Oturduğu yerden kalktı. "Seçimlere yakın Zafer'i öne sürüp oğlu bir isyancı diyecekler." Başım yerdeydi, adımları yakınıma geldiğinde başımı kaldırıp yüzüne baktım. Öfkeden deliye dönmüş halde "Abini içeri tıkmamı istemiyorsan sözümü dinleyeceksin Ofelya! Ailem yüzünden mesleğim yeterince zedelendi!" diye bağırdı. Olduğum yerde sıçradım "Peki." dedim sessizce.

Ceketinin cebine attı elini. "Şu zımbırtının kablosuz olanı bir süre gelmeyecek. Türkiye'de ve Amerika'da üretiliyormuş ve bu aralar durumlar kötü. Bunu bulabildiğine bile şükret, insülin iğnelerine dönmek zorunda kalabilirsin." Derin bir nefes aldı. "Özellikle yarından itibaren işler sarpa saracak. Bugün olanları medyadan zar zor sakladık."

"Peki yarın arkadaşım Ahu'nun yanımda olmasını istiyorum. İzin verirsen geceyi de burada geçirse, olur mu?"

"Yalnızca bir gece."

Yatağa attığı aleti parmaklarım arasına alırken odadan çıkmıştı. Birbirine geçmiş uzun kabloya baktım. Çocukluğumun kabusu, ömrümün katili. Henüz on yaşımdayken tip bir diyabet tanısı konmuş ve ömrüm bu kablonun ucundan vücuduma giren insüline bağlanmıştı.

Parmaklarımı kolumun üst kısmında takılı plastiğe geçirip sertçe çektim. Yarın birçok insanın evde kalabalık yapacağından, değişik bakışlara maruz kalacağımdan eminken bir de kısmen gizleyemediğim kablolara sarılı olacak olmak şimdiden yıkmıştı zihnimi.

Banyoya girdim, dakikalarca ağladım. İnsan içinde ağlamayı acizlik bilip kuytu köşede ağlayıp duruyordum sürekli. Buhar atan banyodan çıkıp iğneyi nereye takacağımı düşündüm. Yarın elbise giymem için diretilme ihtimalini göze alıp belimin karnıma yakın bölgesine adeta zımbaladım iğneyi. Kablosuz olsaydı koluma takar ve elbisenin üzerinden görünmesini engellerdim fakat artık öyle bir şansım yoktu.

***

Güne apar topar uyandırılıp başlamıştım. Evdeki herkes sanki tembihlenmiş gibi bir metre yakınıma yaklaşmadan sessizce çalışıyordu. Camı onarıyor, kurşun izlerini kapatıyor, etrafı temizliyor ve katiyen bana yaklaşmıyorlardı.

Elene öğle yemeğini yemek üzere masada oturduğu için mecburen onunla yemeye başlamıştım. "Akşam için giyecek elbisen var mı?" dedi keyifle. "Çok kısa sürede beyazlar içinde göreceğiz seni sanırsam. Ah kalbim nasıl kıpır kıpır görüyorsun değil Ofeli."

Tabağımdaki tavuk soteye çatalı sertçe batırdım. "Beyaz, cepsiz, düz bir elbise giyeceğim. Beğendin mi?"

"Ben de siyah yiyeyim o vakit canım." Kıkırdadı, kıvrımlı kısa saçlarını omzunun üzerinden attı. "Şaka bir yana, yeşil yakışır sana. Odana bıraktıracağım onu giy."

"Farkında mısın bilmiyorum ama isteyerek nişanlanmıyorum Elene."

"Mantık evlilikleri aşk evliliğinden daha uzun ömürlü olur, küçük Ofeli." Ellerini masanın üzerine birbirine bağladı. "Annen ve Niko'yu düşün, ayrıldılar. Sonra ne oldu? Baban mantık evliliği yapıp benimle evlendi ve hayatı şahlandı."

Cevap verme gafletinde bulunmadım çünkü bu konuşmanın devamında zararlı çıkan ben olurdum. Ona verdiğim her cevabı babama anlatır ve babamsa...

Özellikle bu konuşmadan sonra akşam ne giyeceğimi iyi biliyordum. Annemin ölmeden önce giydiği kırmızı kadife elbisesini giyecektim. İnce bir mesaj ve yalnızca babamın anlayabileceği bir şeydi. Beni açıkça Zafer abimle tehdit edişinin altında kalamazdım fakat doğrudan yüzüne bir şey de söyleyemiyordum. Üstelik böyle bir gecede annemi yanımda hissetmek istiyordum.

İçimdeki asi hissi durduramıyorum ve zihnim milyon tane plana ev sahipliği yapıyordu. Madem bu akşam benim aleyhime bir şeyler dönecekti o zaman bunu bir miktar da olsa lehime çevirmeliydim.

yemeği bitirdiğim sırada kapıdan giren Ahu'yu görüp derin bir nefes verdim. Dün gece ondan haber almayı başarıp çağırmıştım erkenden. "Yukarı çıkalım." dedim ve elimdeki meyve suyu bardağını da alıp peşime takılmasını işaret ettim.

Planımı derhal anlatmalıydım ve akşamki radyo yayını için bir şeyler patlatmalıydık. Uzun süredir bilgi vermiyordum bu yüzden kendimi onlara karşı mahcup hissettim. Sanki elimdeki imkanları doğru kullanamıyor gibi buruktu içim.

Ahu yatağıma oturdu. "Dün benden sonra neler dönmüş öyle? Anlat hemen her şeyi."

Bıkkın bir nefes verip yatağın karşısındaki tekli koltuğa oturdum ve bacaklarımı kendime çektim. Meyve suyundan yudumladı. "Siz gittikten sonra koluma pansuman yaparken Çağlar geldi. Açıkçası eğer orada olmasaydı kolum mahvolmuştu, dikiş attı."

Ahu'nun dudaklarından sesli bir "Ne!" nidası fırladı. "Şaka yapıyorsun, sana dokundu mu?"

"Saçmalama Ahu, tabi ki izin vermedim. Babam onu uyarmıştı zaten."

Yüzü asıldı. "Bir an tabularını yıktığını sandım."

"Tabu değil bu biliyorsun."

"Batıl inanç?"

"Gerçekler Ahu!" dedim sinirle. Ahu her zaman bu düşüncelerimin yanlış olduğunu düşünürdü fakat bunu bizzat yaşamış biri olarak doğru olduklarını biliyordum.

Ölümlerin hepsi senin yüzünden Efsun, farkındasın değil mi? Dokunduğun insanlar bir bir ölüyor.

Sahi kaç yaşlarımdaydım o zamanlar, unutmuştum bile. Fakat zihnimde taze duruyordu cümleler, babamın mimikleri. Son dokunuşum kollarımda can veren abimdeydi; son dokunuşum mezardaydı. Önce dedem ve babannem; ardından abim Devran öldü kollarımda. Hepsi benim kollarımdaydı.

"Tamam sinirlenme, iyi bir psikolojide olmadığın için doğru düşünemiyorsun bu yüzden üstelemeyeceğim."

Bıkkınca nefes aldım. "Her neyse ondan sonra bana korumam olmayacağını söyledi ben de inanmıştım. Bahçede babamın yanında bir anda gelip benimle nişanlanmayı istedi ve babam da buna büyük bir minnet duyup benim mükafatlandırıldığımı düşündü!" Kollarımı birbirine bağladım. "Bu iğrenç işi bir an önce lehimize çevirmeliyiz. Açıkçası nişanı umursamıyorum çünkü babam asla bana dokunmasına izin vermez ve evliliğe kadar gitmez. Bu yüzden sınırlarımızı zorlamalıyız."

"Planın var?"

Gülümsedim, içim kıpır kıpır oldu. "Büyük, riskli ve senin şüpheli konumuna düşebileceğin bir plan."

"Zaten dün olanlardan dolayı sana karşı mahcup durumdayım, bırak da affettireyim kendimi."

"Böyle olacağını bilemezdin Ahu. Hem şu topluluk ne alemde bana onu anlat sen."

"Ah!" dedi neşeyle. "Sanırım -bak emin değilim- Türk istihbaratına çalışan birkaç kişi var şu toplulukta."

"Yalnız olmadığımızı biliyordum!" Heyecanla kalkıp dolabımı açtım ve en alttaki küçük sandıktan annemin kırmızı kadife elbisesini çıkardım. "Bu akşam için nasıl?" diye sordum.

Ahu şaşkın bakışlarla "Sen ciddisin yani nişan konusunda?" dediğinde gayet makul bir ifadeyle bakıp "Karşı çıkmak sadece zaman kaybı olur. Bu yüzden negatifleri pozitife çeviriyoruz işte." dedim. "Birkaç saate hazır olmamız gerekebilir."

Anne, bu elbiseyi giydiğin gün hâlâ çok taze.

Aynanın önünde inci küpelerimi taktım. Ömrümün çoğunda sakladığım insülin aleti elbise dar olmadığı için çok belirsizdi. elimle gelişigüzel düzelttim elbisenin pilelerini. Saçlarımı aşağıdan topuz yapıp renksiz yüzüme biraz makyaj yaptım.

Yüzümde endişe emareleri geziniyor, nefeslerimi tam alamıyordum. Aşağısı kalabalık olursa ve kalabalık bir grubun odağında olursam diye ödüm kopuyordu. Garipti ki korktuğum şey nişanlanmak değildi.

"Efsun misafirler siteye giriş yapmış." diye seslendi Ahu. Kapıyı açıp karşısına çıktığımda kocaman gözlerle karşıladı beni. "Çok güzel olmuşsun bir tanem!" dedi coşkuyla. Refleks olarak bana sarılmak istediğinde geriye kaçan adımımla utandım. "Özür dilerim." dedim hızlıca. Beni anlayışla karşılayıp yanımda indi merdivenleri.

Salonda Elene, babam, Viktor ve iki çalışandan başka kimse yoktu. Derin soluklar verdim, yüzüm asık vaziyette ulaştım yanlarına. Zihnimde dönüp duran planlar yüzünden endişe doluydum fakat bunu göstermemem gerekirdi.

Babamın yüzünde hiç bilmediğim bir ifade vardı. Biraz şefkat ve biraz da... hüzün sanırım.

Ellerini cebine yerleştirip ayağa kalktığında elbiseme takıldı gözleri. Başını dikleştirip kaşlarını çattı. Birçok kez beni anneme benzetirdi, şimdi bir de onun elbisesinin içinde görmek ne hissettirdi merak ediyordum.

"Güzel olmuşsun, Ofelya." dedi yalnızca. Gözleri yüzümden çok elbisedeydi ve beklemediğim bir cümle daha kurdu, "Kaderin annene benzemesin diye bütün bu uğraşım."

Gözlerimi yerden kaldırıp tam gözlerine baktığımda acı doluydu. Annemi gerçekten çok sevdiğini biliyordum, seve seve ayrıldıklarını da. Bana her baktığında onu gördüğünü de biliyordum çünkü çok benziyorduk, özellikle gözlerimiz.

"Elbise yeni mi Ofeli?"

"Evet." dedim Elene'ye. Viktor sessizce babamın yanında duruyor ve Ahu'yu göz hapsine alıp binlerce ölümcül ok fırlatıyordu, yıllardır sevmezdi Ahu'yu. "Senin adın... Ahu muydu?" diye sorduğunda ikimiz de şaşırmıştık. "Evet." dedi Ahu.

Yüz ifadesi ekşi bir sakız çiğner gibi oldu ve "Gece sorun çıkarmasan iyi olur." diye karşılık verdi ona. Ahu göz devirip onu umursamadı.

Çalışanlardan biri misafirlerin kapıda olduğunu söylediği an babamın üzerindeki telaşı çok net görebiliyordum. Aynı sırada gözleri beni bulup "Kurallar Ofelya, hiçbir zaman aksamaz." diye uyardı. Gözlerimi yere indirip terli ellerimi birbirine bastırdım. Nefes alışlarım gerçekten zorlaşıyordu artık.

Kapıyı açan çalışanın ardından herkesin yüzünde sahte gülücükler belirdi. Gelen kimsenin yüzüne bakamadım bir süre. Ayak uçlarınaydı bakışlarım, üç kişiydiler ve kalabalık olmadıklarına minnet ettim.

Babamın önümde oluşu onların da beni fark etmelerine bir miktar engeldi. "Hoş geldiniz!" nidaları döküldü babam ve Elene'den. Yutkundum, kulaklarım uğulduyor nereye bakacağımı şaşırıyordum. Başımı kaldırmam gerektiğini anladığımda gözlerim Çağlar'ın elindeki gül demetini ardından kendisini buldu. Takım elbise giymişti. Kulağında küpeler, yüzünden silinmeyen muzip ifadesi vardı yine.

Arkasında onunla birlikte girenler kimdi bilmiyordum fakat Çağlar'ın ikisine de benzemediği aşikardı. Adam kırklı yaşlarının sonunda, kadınsa oldukça genç görünen fakat yaşı muhtemelen kırklarında olan bir kadındı.

"Hoş bulduk!" dediler onlar da hep bir ağızda. Adam, babamla tokalaşıp "Sizinle tanışmak büyük şeref Sayın Bakan." diyerek otuz iki diş gülümsemişti. Yüzümü ekşiterek baktığımı fark edip hızlıca çeki düzen verdim kendime.

"Ah utandırıyorsunuz beni." Adamın kulağına gizli bir şeyler fısıldar gibi yapıp "Asıl ben sizinle böyle tanıştığım için şeref duydum. Bir ara bana iç savaş dönemindeki kahramanlıklarınızı anlatın lütfen."

"Elbette."

Kadın, Elene'ye dönerek "Siyasetçi adamların içinde kaldık yine." dedi. İkisi de karşılıklı kıkırdaşırken bu işkencenin bitmesini diledim. Şayet bu gece biraz daha dökülen Türk kanlarını duyarsam Ahu'yu da alıp terk edecektim burayı.

Çağlar karşıma ulaştığında ifadesiz yüzüm sabit kaldı. Elindeki çiçekleri uzatıp tek kelime etmedi. Doğrusu çiçekler elbiseme çok yakışmıştı. Ömrüm boyunca tek bir çiçek alabilecek olsam gül olsun isterdim; kırmızı gül.

Kadın ve adam karşıma geldiğinde kalbim deli gibi atıyordu. Uzattıkları eli mahcubiyetle geri çevireceğimi bildiğimden şimdiden karalara bağlamışken ikisi de buna yeltenmedi. İlk önce babamın onları uyarmış ve yine saçma hastalıktan bahsetmiş olabileceğini düşündüm fakat az önce tanıştıklarına şahit olmuştum. Sanırım... Çağlar rahatsız olmamam için onları uyarmıştı.

"Merhaba kızım." dedi kadın naif sesiyle. Yüzüme gülümseyip baş selamıyla yetindiler ikisi de. "Ben Çağlar'ın yengesi Melina. Baver de amcası olur."

"Memnun oldum ben de Ofelya." Efsun.

Efsun benim adım Efsun! Bütün dağ taş duysun, benim adım Efsun Gümüş!

Kimse duymadı, hıçkırıklarımdan başka.

Çağlar ondan beklemediğim bir şekilde durgundu. Önden ilerleyip salona geçmiş ve peşinden biz de ilerliyorduk. Ahu yanı başımdan ayrılmadan fırsat kolluyor ve beni tek bırakmıyordu. Kulağıma yaklaştı, "Biraz daha somurtursan baban sorun çıkarabilir, dikkatli ol." diye fısıldadı. Gerilen mimiklerimi biraz olsun serbest bıraktığımda Elene ikili koltuğu işaret etti oturmam için.

Elbisemin eteklerini düzeltip koltuğa oturdum. Çağlar'a baktığım kısacık bir saniyede bakışları kolumdaki bandajdaydı. İstemsizce elimi koluma sarıp bandajı saklamaya çalıştım.

"Öncelikle ben bir ricada bulunacağım." dedi babam. "Hitapları bir kenara bırakalım, bundan sonra çok sıkı ilişkiler içerisinde olacağız sonuçta."

Baver Bey, asker olduğunu düşündüğüm heybetli vücuduyla dikleşip öne doğru hareketlendiği ve babama döndü. "Peki öyleyse Nikolas... Elene."

Ortam onlar için güzelleşmiş benim içinse ciddileşmişti. "Seçime bir yıldan az kaldı, programınıza dikkat ediyorsunuzdur değil mi?" dedi Baver Bey.

"Şu sıralar uykusunda bile seçim düşünüyor," dedi Elene. Sahte gülücükler eşliğinde "Şayet Çağlar, nişan fikrini öne sürmeseydi bu gece de muhtemelen uykusuz gecelerin birinde olacaktık." diye ekledi.

"Tatsız birtakım olaylar olmuş, duyduk." Melina Hanım içten bir hüzünle "Geçmiş olsun, Ofelya. Daha iyisin ya?" dedi. İçten tavrına aynı samimiyetle karşılık verdim. "Sağ olun, iyiyim. Bir şeyim kalmadı."

Yunan mı yoksa Türk mü olduklarını kestiremiyordum. İsimlerini değiştiren Türklere daha çok benziyorlardı ve bu onlara karşı olan samimiyetimi kısmama sebep oluyordu. İzahı yoktu benim için ismini gönüllü değiştirmenin. Belki de onlar da zorlanmıştı, kocası asker olduğundan.

"Sen ne zaman İstanbul'daki görevinin başına geçeceksin Çağlar?"

"İki güne İtalya'ya son raporumu verip devir teslim yapacağım. Sonra yakın bir yere atamam yapılacak."

Gerçekten Türk öldüren katil bir asker mi olacaktı? Ve benim adım da onunla birlikte mi anılacaktı?

"Ofelya'yı okula bırakacak vaktin olur diye düşünüyorum Çağlar." Babamın yüzüne odaklandım. Ciddi miydi söylediklerinde yoksa değişiyor muydu anlayamıyordum. Çağlar'ı farklı kılan, kurallarımızdan ayrı tutan neydi? "Artık herkese güvenemeyiz."

Çağlar'ın yüzüne bakamıyordum, kuralları bu kalabalıkta kıramazdım fakat "Zarar görmemesi için elimden geleni yapacağımdan emin olabilirsiniz." dediğinde ses tonundaki ciddiyetten anlamıştım bugün farklı biri olduğunu.

Koyu bir muhabbet dönmeye başladığında babamın odağında değildim artık. Çağlar koltuktaki dik pozisyonunu bozup elini cebine attığında istemsizce onu izliyordum. Sakızı herkesten gizli ve temkinli bir şekilde ağzına attığında yüzündeki kasların gevşediğini görebiliyordum. Gözlerini birkaç saniye kapattı ve tekrar açıldığında sanki başka birine dönüşmüştü. Eski Çağlar yanımdaydı artık.

Onu tamamen anlayacak kadar tanımıyordum fakat genel hatlarıyla az önceden farklıyı işte. Titretip durduğu dizlerinin hareketini kesip rahat tavırlarına dönmüştü. Bu sakızda bir işler vardı ve bunu bulup en ufak açığını bile ifşa etmeliydim.

Çağlar deyim yerindeyse kendine geldiğinde hız kaybetmeden konuşmalara dahil olup cümlelerini esirgememeye başlamıştı. Hatırı sayılır bir zaman geçmiş ve işlerin ciddiye bineceği noktaya gelmiştik.

"Eh Türk usulü kız isteme yapmayacak kadar modern aileler olduğumuza göre yüzükleri takma vakti geldi değil?"

Elene'nin aksanlı Türkçesi ve devrik cümleleriyle başımı döndürürken Ahu'ya bakındım. Hazırda bekliyordu ve telefonuyla hazırda bekleyen Güzideye bakındı. Güzide içerideki iki çalışandan biriydi. Telefonunu açtığı gibi salondan çıkıp uzaktan çekebileceği bir yer aramak üzere gitti. Çağlar dikleşip cebindeki yüzüğü çıkardığında başımı çevirdim. Herkesle beraber ayaklandık.

Anne, sahte de olsa parmağıma yüzük takılırken görmeni isterdim beni.

Kalbim kulağımda atarken Çağlar bir adım yakınıma geldiğinde babamın bunu umursamadığını fark ettim. "Bu kadar heyecanlanmana gerek yoktu aslında." diye fısıldadığında çatık kaşlarla kaldırdım başımı yerden. Yüzündeki eski muzip ifadesi, beyaz dişlerini gösterecek kadar geniş gülüşü vardı. "Sadece bir yüzük, üç beş alkış."

"Heyecan değil bu," diye yanıtladım. "Korku. Bilirsin insan bilmediği şeyden korkar."

İkimizi bölen Baver Bey olmuştu. Çağlar'ın elindeki kutuyu açıp içindeki yüzüklere baktı. "Bu yüzüklerin ikinize mutluluk, müstakbel ülkemize güzel icraatler getirmesini temenni ederek takmak istiyorum."

Babam ona müsaade etmişti. Çalışanlardan biri iki yüzüğü kırmızı kurdeleyle bağladı. Çağlar'ın eline bana ait yüzüğü ve benim elime ona ait yüzüğü bıraktığında ellerimin titrediğini anca fark edebilmiştim. Gümüş yüzüğün içindeki belirsiz harfler dikkatimi çekti.

Efsun.

Eğik harflerle yazan şey Ofelya değil Efsun'du.

Gece ilk kez başımı dik bir şekilde kaldırdım, gülümsedim. Bu gülümseyiş öyle eften püften değil ince hareketine karşılık gerçekten içten bir gülümseyişti.

Çağlar'ın yüzüne bakmadım, bakamadım sanırım. Bakışlarım tekrar elime kaydığında herkes yüzüğü Çağlar'ın parmağına takmamı bekliyordu. Orta ve baş parmaklarıma dikkatlice aldığım yüzüğü Çağlar'ın uzattığı parmağına taktığımda korkudan deli gibi atıyordu kalbim. Ya değseydi? Ya o da ölmek zorunda kalsaydı?

Bu sefer parmağını uzatma sırası bana geldiğinde hafifçe yukarı kaldırdım elimi. Yüzüğü en az benim kadar dikkatli biçimde taktı parmaklarıma. Ve alkışlar koptu; üç beş.

Parmağımda gümüş yüzük, içinde tanımadığım birinin ismini taşıyordum. Bunu daha dün birisi söyleseydi ona koca bir kahkaha atardım. Şimdiyse her şey ortadaydı.

Gecenin devamı sessizce olup biteni dinleyerek geçmişti. Çağlar bulunduğu birkaç görevden babama bahsederken Baver Bey de onları dinliyordu.

"Ralli'ye nasıl geçtin Çağlar?"

"İtalya'da yaşadığımız yere çok yakın ralli yarışları yapılırdı, orada dersler aldım. İstanbul'da askeri okulu bitirince ilk görevim İtalya'ya çıktı ve söyleyemeyeceğim bir takım görevler için ralli pilotu olmam gerekti." Güzünde belirsiz gülümseme oluştu. "Tabi artık görev bitmiş olsa da üzerime yapıştı bu kimlik. İleride işimize yarayabileceğinden o kimliğim hala yaşamaya devam etmemi uygun gördüler."

Gözlerim öfkeyle yerdeydi. Bu gece büyük bir haber patlamaz ve sevinçleri kursaklarında kalmazsa sinir krizi geçirebilirdim.

***

Dün gece Ahu dakikaların sonunda odaya gelmişti. Misafirlerin hepsini evlerine uğurladıktan sonra Güzide'den telefonu alıp hazırladığım haber başlığıyla beraber radyoya göndermiştik. Fotoğrafın açısının belli olmaması için üzerinde biraz oynamalar yapmıştık ve kalitesi düşse bile birçoğumuzun yüzleri hafifçe tanınabiliyordu. Kendi yüzümün olduğu kısmı kırptığımız için yüzüm oldukça belirsizdi bu yüzden içim rahat bir şekilde haberin patlayışını bekledik.

Bakalım bu sabah evde neler olacaktı?

Ahu'yu sabah erkenden evden gönderip biraz da olsa koruma altına aldığımı düşündüm.

Üzerimi değiştirdim, babamın haftalar öncesinden gönderdiği davetiyedeki seminere gitmeliydim. Henüz saatler vardı fakat aşağıda kopacak kıyameti izlemek istediğimden erken hareket ediyordum.

Haki bir gömlek ve kumaş pantolon giyip koluma paltomu aldım. Başım yerde indiğim merdivenin sonunda yemek masasına doğru ilerlemek üzereyken salondan gelen seslerle beraber yönümü değiştirdim.

Lütfen bir şeyler patlamış olsun!

Babam televizyonun önünde dikilmiş duruyor, Elene koltukta pür dikkat onu izliyordu. Babam elindeki kumandayı sıkı sıkıya tutmuş söyleniyordu kendi kendine. Televizyonun sesini biraz daha açtı.

"Geçtiğimiz günlerde kızıyla tehdit edildiği bilinen Barış Bakanı Nikolas Zaharyas'ın dün akşam saatlerinde sevindirici şekilde kızını nişanladığı görüntüleri medyaya sızmış durumda. Görsellerden de anlaşılacağı üzere Bakan, kızının bu güzel gününde en az onun kadar mutlu. Fakat fotoğrafta dikkat çeken asıl unsur Bakan'ın gizemli damadı. Evet işte damadın asıl kimliği!" Ekrandaki toplu fotoğraf gitmiş ve yerine Çağlar'ın askeri üniformalı birkaç fotoğrafı görülmüştü. "İtalya'da ralli pilotu olduğu öğrenildi. Ayrıca Bakan kızının yüzünün yine kameralara yakalanmayışı kafalarda soru işaretleri yaratmış durumda."

Alt başlıkta kocaman harflerle şu yazıyordu: GİZEMLİ RALLİ PİLOTU VE BAKAN KIZININ AŞKI

Gülümsemek istiyordum, bütün planlarının alaşağı oluşuna keyifle kahkaha atmak istiyordum fakat ruhsuzca dikilmeye devam ettim.

"Kim! Kim sızdırmış olabilir kim!" Babam hırsla arkasını dönüp kumandayı fırlattığı gibi göz göze geldik. Kimliğimin asla ifşa olmasını istemediğimi çok iyi biliyordu bu yüzden benden şüphe etmemesi gerekirdi.

"Şimdi ne olacak?" dedim sessizce babama. Sanki büyük bir yenilgi almış gibi.

"Bir şey olacağı yok Ofelya. Bu haberdeki tek kötü şey kimin yaptığını bilmememiz."

Kaşlarımı çattım. "Nasıl yani? Haberi seçime yakın patlatacaktınız, erkenden olması ayağınıza taş değdirmez mi?"

Kapının ardından "Efendim Çağlar Bey geldiler." sesiyle beraber sorularıma yanıt alamamıştım.

Olduğum yerde mıhlandım çünkü onun sinsi zihninden benden şüphe etmek geçebilirdi. Bir süre babamın sakinleşmesini izledim. Ben de onun gibi salonda ayakta dikiliyordum sebepsizce.

"Hoş geldin Çağlar."

"Hoş buldum efendim."

Başımı içeri girmekte olan Çağlar'a kaldırdığım koyu renk bir üniformada beklemiyordum. Sokakta gördüğüm lacivert Yunan üniformasından tek farkı omzunda bir bayrak taşımıyor oluşuydu. Boyu ve kalıbı sayesinde sokaktaki herhangi bir askerden daha iyi taşıdığını es geçemezdim. Bakışlarımı tekrar sindirip yere odaklandım.

"Görev teslimine mi gidiyordun?"

Çağlar makul bir şekilde başını sallayıp "Evet fakat zamanım olduğundan önce sizinle konuşmak istedim." dedi.

İkisi çapraz koltuklara oturduğunda ben de tekli koltuğa iliştim. "Haberleri duydun değil mi?" dedi babam, sinirden ayaklarını titretiyordu. Fakat onun aksine Çağlar gayet rahat tavırlarla yüzüğüyle oynuyordu.

"Güzel haberleri mi?" Gülümsedi. "İzledim."

Babam oturduğu yerde dikleşirken ben de kaşlarımı çatıp gözlerimi yerden kaldırdım. Ne diyordu bu adam!

"Öyleyse sıradaki haberler için de sana güveneceğim." Babam gülümsedi, Çağlar gülümsedi ve kendi aralarında kurdukları bu iletişimle Elene ve beni şaşkına uğrattılar.

"Benim kafam karıştı Nikolas." dedi Elene. "Bu bizim lehimize mi aleyhimize mi?"

"Elbette lehimize." dedi babam keyifle. "Şu haber için oturup üzülecek halimiz yok." Babam gözlerimin içine baktı ve o an anladım ki benden şüphe ediyordu. Hayır şüphe etmiyordu, emindi!

"Nişan haberi sızdırıldıysa seçimlere yakın yeni bir haber patlatırız." Gözlerini kırpmadan bana bakmaya devam ederken "Mesela bir nikah."

Yutkundum, resmen elimdeki namluyu kendime doğrultmuştum. Fakat böyle olacağını asla tahmin etmiyordum. Benim attığım kurşunun misliyle yine bana geleceğini bilseydim başka yollar denerdim.

Çağlar'ın yüzündeki bakıştan anladığım kadarıyla o da aynı babam gibi düşünüyordu ve bundan en az onun kadar keyif alıyordu. Kaşlarımın çatılmasına engel olamayarak "Ben seminere yetişsem iyi olacak." diyerek ayaklandım.

"Ee Çağlar bıraksın Ofeli'yi."

Elene benim le dalga geçiyordu.

Babamın sesi yankılandı. "Kendi gidebilir Elene." Kurallar geçerliydi, kurallar hep var olacaktı. Yıkmaya çalışmayacağım tek şey bu kurallardı sanırım.

"Artık kendisi gitmese daha iyi olur Sayın Bakan. Çünkü gözler üzerinde."

Elene parmaklarını babamın omzuna attı. "Çağlar haklı Nikolas, kızımız artık büyüdü ve nişanlısı var. Bırak da birbirlerini tanısınlar."

Ayaklandığımı görüp yanıma geldi. Bir adım ötemse kulağıma yakınca fısıldadı. "Ben her şeyi görürüm, sakın unutma." Gülümsediğini hissettim. "Çağlar'ın da can çekişerek ölmesini istemiyorsan kuralları hatırla." Yutkundum, kanım dondu.

Başımı sallayarak önden ilerledim ve Çağlar'ın arabasını bilmediğimden bahçede beklemeye başladım. Garajdan çıkardığı araba önümde durduğunda derin soluklar alıp yutkundum.

Bakma, bakma, bakma Efsun.

Çantamı kucağıma koyup emniyet kemerini taktım. Çağlar ağzına attığı sakızı çiğnerken aralık camdan soğuk sızıyordu. "Camı örter misin?" diye sordum ona dönmeden. Sessizlik içinde camı kapattı.

Gözlerim istemsizce direksiyondaki parmaklarına daldığında titrediğini görebiliyordum. Kızlı sürüyordu, ralli pilotu olduğunu biliyordum fakat güvensizdim ona karşı.

"Ellerin titriyor, ölüme mi sürüyorsun?"

Başımı tekrar sağa çevirip dışarıyı izlemeye devam ettim. "Ölüme seksenle gitmezdim." dediği sırada gazı köklediğinde içimde tuhaf duygular depreşti. Daha önce hiçbir şoför içinde bakan kızı olan arabayı hızlı sürme gafletinde bulunmamış ve kendim de hız yapmamıştım. Fakat şu an hissettiğim adrenalin öyle hoşuma gitmişti ki gözlerimi yumdum.

Biraz daha hızlandı ve biraz daha derken sonunda trafiğin sıkıştığı noktaya geldiğimizde kapalı gözlerimi açtım. Üzerimde bir çift gözün gezindiğini hissedebiliyordum fakat dönüp de bakamazdım.

"Şimdi de sen titriyorsun." dediğinde parmaklarımın titreyişini fark ettim. Kan şekerim düşüyordu çünkü ne sabah bir şeyler yemiştim ne de dün akşam. Parmaklarım çantamın içinde şekeri aradı, en azından bir miktar toparlardı.

Trafik tekrar eski düzenine geldiğinde Çağlar birkaç saniyede bir dikiz aynasından arkaya bakıyordu. Soluklarının öfkeden sıklaştığını fark ettiğimde merakla başımı koltuğunda kenarından arkaya döndürdüm. "Takip mi ediliyoruz?"

Trafiğin sıkışıklığına rağmen ustaca hareketlerle makas atarak ilerlemeye başlamıştı. "Biraz." diye yanıtladı sorumu. İlk kez parmaklarında tek bir yüzük taşıyordu. Bakışlarım kendi parmağımdaki yüzüğe kaydı; kelepçe gibi ağır geliyordu üzerime.

Davet mekanına giden sapağı çoktan kaçırmıştık. Trafikten kurtulmak adına boş bir yola sürüp hızlandığında yüz yirmiyi çoktan geçmiştik. "Kemerini takmamışsın!" dedim telaşla. Öyle odaklıydı ki yola beni duymuyordu bile.

Birkaç dakikanın sonunda stabil bir hızda u dönüşü yapmıştı, geri dönüyorduk. Tek elini direksiyonda tutup diğeriyle kemerini taktı, demek beni duyuyordu.

Başımı döndürüp ona bakmak istemediğim her anda çekiliyordum nedensizce. Düne nazaran saçları kısalmıştı, görevini devralmak için traş olmuştu; pürüssüz yüzü güneşte parıldıyordu.

"Güzide'yi babana ispiyonlamadım." dediğinde kulaklarım çınlamaya başladı.

Biliyordu, bildiğini biliyordum. Başımı kaldırma cesareti gösterip yan profiline baktığımda bana dönmüş ve elimi ayağıma dolaştırmıştı. "Tekrarlanırsa," dediğinde oldukça ciddiydi. "İcabına ben bakarım. Bakan kızı olman seni dokunulmaz yapıyor olabilir ama etrafındakileri ezebilirim."

Hızını arttırıp davete yetiştirmiş beni. Eski opera binasının önü oldukça kalabalık ve garip bir şekilde asker doluydu. Hepsi elinde silahlarla tetikte duruyor ve etrafı gözetliyordu.

Arabadan inmek üzere hamle yaptığımda benimle birlikte inişine şaşkınlıkla baktım. Kapıyı örttüm, sorgular gibi yüzüne birkaç saniye baktığım sırada "Görev teslimi yapacağım yer şurası." dedi. Başıyla gösterdiği yere baktım, askerlerin çoğu o tarafta konuşlanmıştı.

"İşin bitince beni bekle."

"Teşekkür ederim, kendim dönerim." deyip cevap vermesini beklemeden arkamı döndüm ve kolumdaki paltomu yürürken üzerime geçirdim. Havalar soğumaya Eylül soğuğu gelmeye başlamıştı ve ben hasta olmamalıydım.

Uzun merdivenleri teker teker çıkıp VIP kartımı parmaklarım arasında bekleterek girdim altın rengi kapıdan. Eskiden opera ve bale salonu olarak kullanıldığından koridoru ve büyük salonu sanatsal duruyordu. Fakat içerideki insanların resmiyeti ve yüzlerindeki kasvet hiç uyumlu değildi.

Burada beş yaşımda çektirdiğim bir fotoğrafım vardı annemle. Başının etini yiyip bale izlemeye götürtmüştüm onu zorla. Sonra bir balerin olmak istemiştim tabii onun hemen ardından buz patenine ve en sonunda çelloya merak salınca büyümemi beklemeye karar vermiştik.

Kararsız biriydim, çocukluğumdan beri belli oluyordu. Fakat büyümemi beklerken annem çoktan vefat etmişti.

Kalabalık dikkatimi toplamama sebep olurken omzumu teğet geçen kadın yüzünden soluğum kesildi. Nabzım yükseldikçe yükseldi; nefesimi kontrol etmeye çalıştım fakat çok zordu bu kalabalıkta.

Adımlarım ağırlaştı, tek tek sıralanmış koltuklardan on üç numaraya oturdum; adıma ayrılmıştı ve ikinci sıradaydı. Adamın biri çıkıp "Tarihimiz" adını verdiği konuşmasını yapmaya başladı.

Tarihimiz!

Hangi tarihimiz?

Sağımdaki ve solumdaki koltuklar boştu ve koca salonda boş olan tek yerdi. Konuşmacıyı dinlememek için içimden türlü türlü masallar anlattım kendime fakat tam önümdeki adamı dinlememek pek de mümkün değildi.

"Evet bu fotoğrafta da Yunan askerlerini sevinçle karşılayan Konstantin halkını görüyorsunuz." Görünüşte iskelede bekleyen bir grup vardı fakat bu olayın iç yüzünü buradaki herkes en az benim kadar iyi biliyordu. Esir aldıkları Türk askerleri ve kadınlarını iskeleye toplayıp tehditler eşliğinde sevinç naraları atmaya zorladıklarını, oradaki herkesin bir gün sonra çıkan yangında veya tesadüfi şekillerde öldüğünü herkes bilirdi.

Burada geçirdiğim her saniye ihanet etmiş gibi hissediyordum; kendime, vatanıma. Başımı eğip parmaklarıma odaklandım, bakmamalıydım daha fazla dinlememeliydim bu vahşeti.

Eğer bir yanlış görüyorsan, ne olursa olsun görmezden gelme kızım. Bunu yapan en yakının bile olsa ona göz yumma.

Gözlerini kapat, Ofelya! Gördüklerini sil ve bilmiyormuşsun gibi yap. Sana göre yanlış sayılan şeyler ülkemizin geleceği için en iyisi.

Zihnimdeki zıtlıklar yine baş kaldırıyordu. Yutkundum defalarca, boğazımda kalan bütün duyguları yutmak istedim fakat hareket dahi etmediler. Yüzüm kıpkırmızı oldu utançtan, çıkaramadığım sesten utandım bugün.

Yaşanan zulme ses çıkaramadığım her saniye benim için utançtı.

Titreyen telefonum topladı bütün dikkatimi. Kayıtlı olmayan numarayı göz ardı edip ekranı kapattığımda tekrar titremişti; bu kez bir mesajdı.

0915 XXX XX XX: Bale salonundan çık. Hemen.

Telefon numarasının yanında yazan isme baktım; Çağlar Kuzgun.

İçimdeki o garip hissi dinleyip apar topar salondaki bütün gözlerin üzerimde olduğunu düşünerek çıktım. Koridorlar boşalmış, neredeyse bütün kalabalık salonda toplanmıştı. Koridorun sonu altın rengindeki kapıya açılıyordu ve kapalıydı. Parmaklarım kulpu kavradığında sesli bir şekilde gıcırdamaya başladı kapı.

Dışarısı normal, her şey yerinde gibiydi. Hızlı adımlarla merdivenleri inip arabayla beni bıraktığı yere ilerlerken fren sesleri yankılandı koca otoparkta. Çağlar sadece arabayı değil üzerini de değiştirmiş halde önümde durdurdu arabayı.

Çatık kaşlarla baktım yüzüne kısa bir an. "Neler oluyor?" dedim korkarak, çünkü içimde kötü bir his vardı ve geçmek bilmiyordu.

Camdan başını çıkardı. "Gitmemiz gerek."

"Rica ederim neler olduğunu söyler misin?" dediğimde yumuşak tavrım yüzünden ciddiye alınmadığımı düşünmeye başlamıştım. "Ofelya bin şu arabaya, başımı derde sokma benim."

Ayaklarımı yere vura vura arabaya bindiğimde askerlerin aceleyle opera binasına girişine şahit olmuştum. Tam da o anda koptu sanki kıyamet.

Gözlerimizin önünde bombalar patladı, binayla beraber etrafındaki heykeller havaya uçuştu.

Ellerimi istemsizce kulağıma siper ederken dehşete düşmüş biçimde kocaman açmıştım gözlerimi. Kulağım çınlıyor, korkudan ellerim titriyor ve daha da kötüsü kan şekerim düşüyordu.

"İçeride insanlar vardı!" dedim korkuyla. "Bir sürü, bir sürü masum insan vardı!"

"Önce VIP'lerin çıkarılmasının emrini aldık." Ruhsuzca konuşuyordu. İnsan tanımadığı birileri de olsa üzülmez miydi onlar için?

Herkesin bunu Türklerin yaptığını düşüneceğini bilerek "Türkler yapmış olamaz." dedim istemsizce.

Sessiz kaldı fakat ben zihninden geçenleri tahmin edebiliyordum.

***
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayalım lütfen ✨

Sonraki bölümü yayımlamadan önce ig hesabımdan veya buradan haber veririm. Takipte kalınn 😘
kalpkalp

 

Loading...
0%