Yeni Üyelik
7.
Bölüm

6. Melodik Kahkahalar

@zorronezi

Şimdiden hepinize iyi okumalar. Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen ❤️

🎶 I was made for lovin' you- kiss 🎶
🎶 RIP to my youth- the neighbourhood 🎶

The neighbourhood benim kurgular için şarkı yapıyor galiba 🥲🫠

...
"Melodik Kahkahalar"

Birinin gözlerindeki hareleri görebilecek kadar yakından baktığım en yakın anım yıllarca uzaktaydı. Karşımda duran Çağlar'ın yıktığı kuralları bir bir toparlamaya çalıştım zihnimde fakat istemsizce elimden kayıyordu sanki hepsi.

"Sessizliğini onay kabul ediyorum."

Mermere yasladığı kollarını indirip uzaklaştığında nefes alışlarımın sıklaştığını ancak fark edebilmiştim. Kolunu uzatıp bileğindeki fazlalık kumaştan tutmamı teklif etti tek bir kelime konuşmadan. Parmaklarımı uzatıp kavradığımda balkondan çıktık.

Kalabalık seyrekleşmişken kimsenin yakınına girmeden merdivenlere ilerledik. Üzerimde keskince hissettiğim bakışı bulabilmek için etrafıma bakınırken metrelerce uzaktaki o kadını gördüm; Çağlar'a nefesi kadar yakınlıktan kulağına fısıldayan kadın. Göz göze gelişimizin ardından tek kaşının havalandığını, elindeki kadehi kafasına diktiğini gördüm.

Merdivenleri bir bir çıkmaya başlayıp uzaklaşırken gözlerimiz ayrıldı. Soğuk havaya çıktığımız gibi parmaklarım kolundan ayrıldı, bunu fark etmişti. Arabaya kadar ilerledik, yine etrafta kimse yoktu ve yalnızdık.

Arabayı açmak yerine sadece bagajı açıp beklemeye başladığında "Neyi bekliyoruz?" diye sorma gereği duydum istemsizce. Şapkasını bagaja atıp kravatını tek seferde boynundan geçirip çıkardı. Üzerindeki üniformayı da bedeninden sıyırıp tek tek rozetleri çıkarttı.

"Bebeğimi bekliyoruz."

Yine bir arabadan bahsediyor olduğunu düşünüp soğuk havayla boğuşurken araba sesi duyduğumda arkamı döndüm. Neredeyse boş otoparka modelini bilmediğim fakat her halinden yarış arabası olduğu belli olan lacivert renk, üzerinde farklı renk figürler döşenmiş bir araç girmiş ve hemen yakınımızda durmuştu. "Şu endama bak." deyişiyle neredeyse gülecektim. İçindeki vale hayran hayran bakınırken anahtarı Çağlar'a uzatıp diğer anahtarı alıp gitti.

Çağlar arabaya binerken onunla eş zamanlı bindim ben de. "Hazır mısın?" başımı çevirdiğimde boynuna kadar ilikli gömleğinin düğmelerini aralamakla meşguldü. Arabanın koltukları sıradan koltuklardan değildi. Kenarlarında başı korumak içini olduğunu düşündüğüm çıkıntılar vardı, daha rahat bir sırt kısmı vardı.

"Sanırım." diye yanıtladım sorusunu. "Bindiğim arabalar arasında ilk sen yüzü geçerek sürmüştün. Hazır mıyım sence?"

Dudaklarından kısık bir gülüş çıktığında önümdeki torpidoya eğilmesiyle nefesim kesildi. Çıkardığı sakız kutusundan bir tanesini ağzına atıp çiğnerken arabayı çalıştırmıştı. Bir yandan da kolundaki düğmeleri açmaya çalışıyordu. Düğmeleri açıp kıvırdığı kolunun ardından arttırdığı vitesle beraber ibre yüzü henüz geçmişti.

Parmaklarım tutunacak bir yer ararken sağ elim camın üzerindeki kulpu yakaladı. "Toplanma alanına yetişmek için biraz hızlı gitmeliyim." Gözleri beni bulduğunda kemerime baktığını fark ettim. Bir an kendim bile şüphe etmiştim bağlayıp bağlamadığımdan.

Araba hızlandıkça içimdeki tuhaf hisler gün yüzüne çıkıyordu. Korku o kadar azdı ki yeri tamamen hazla doluydu. Çağlar dudakları arasına aldığı sigarasını çakıp iki camı birden indirdiğinde açık kahve saçlarım cereyanda birbirleriyle çarpışmaya başlamıştı. Sol elimle saçlarımı arkaya atıp dururken Çağlar hızı sabit bir şekilde ilerletiyordu arabayı, başımı koltuğa dayayıp gözlerimi yumdum yalnızca. Bana özgürlüğü anımsatan tek yer bu koltuktu sanırım.

"Sen de müptelası olacaksın."

Gözlerimi açtım, sapaktan sola döndüğümüzde saat neredeyse gece on ikiye geliyordu. Uzunca cadde boştu, kırmızı ışıkta durdu. Çağlar'ın parmakları radyoya gittiğinde The Neighbourhood R.I.P. 2 My Youth şarkısı çalıyordu. Bakışları beni buldu, "Sıkı tutunsan iyi edersin prenses." ve arından yeşil ışığın yüzüne vuruşuyla birlikte parmakları vitesi serçe kavradı.

Henüz önüme bile dönememişken başım adeta koltuğa yapışmıştı. Direksiyonu boş caddede bir sağa bir sola çevirerek aynı anda vitesle oynuyordu. Cadde boyu yanan yeşil ışıklar bir bir turuncuya dönüyor Çağlar hız kesmeden arabayı bir sağa bir sola savuruyordu.

Dudaklarımdan bir hıçkırık misali kahkahalar kaçışmaya, mutluluk emareleri saçılmaya başlamıştı. Bu his de neydi böyle! Mutluluğa adrenalinle koşmak gibi bir duyguydu sanki.

O hengamenin arasında Çağlar'ın gözlerinin üzerimde oluşunu hissedebiliyordum birkaç saniye aralıklarla. Savruluşlarım arasında o kısacık anda göz göze gelişimizde onun da gülümsediğini gördüğüm noktada sanki dünya birkaç saniyelik tersine dönmeye ve zaman geri geri gitmeye başlamıştı.

"Bu şarkıya bayılıyorum!" nidası döküldü dudaklarımdan. En son ne zaman bu denli yüksek sesle söyler olmuştum sevdiğim şeyleri bilmiyorum ama oldukça iyi geliyormuş meğer.

Çağlar kırmızı ışıkları da ibre oldukça yüksek sayıları gösterirken geçerken "You give me the key and you locked every lock!" diye nakaratı konuşur gibi devam ettirdiğinde bir kahkaha daha döküldü dudaklarımdan. Yurt dışında yetiştiği belli olacak kadar güzel bir aksan çıkıyordu.

Caddeyi bitirip sokağa saparken hızını oldukça düşürmüştü, insanların kalabalıklaştığı bir yere gelmiştik. Burası hiç görmediğim yerlerdi, insanlar varillere ateş yakmış etrafında toplanmış sohbet ediyordu. Arabalar bir bir sıralanmış beklerken Çağlar da arabayı arka sıradaki yerinde durdurdu.

Sanki ırkının ne olduğunun, görünüşün ve kimliğinin önemsenmediği bir yer gibiydi. Türk ve Yunan bayrakları yan yana asılmış, barışı simgeler gibi sakince duruyorlardı. Türk bayraklarının toplanıp yakılmasından neredeyse on yıl geçmişti ve bu son bir yıldır gördüğüm ikinci bayraktı.

Kapı kulpunu kavrarken Çağlar'ın elini arkaya doğru attığını gördüm. Rüzgar vücudumu bıçak gibi kesip biçti attığım ilk adımda. Saçlarımın etrafa saçılıp görüş açımı birkaç saniyelik kapatmasının ardından omuzlarıma ilişen ağırlıkla istemsizce omuzlarımı havalandırdım. "Bir şey yok, sadece ceket. Üşümüşsün." Açıklamasıyla beraber nefesimi verip omuzlarımı indirdim.

Üzerimdeki cekete bakarak peşinden ilerlerken bana dönmeden elini arkasına uzatıp ceketin giymediğim kollarından birini kavradı. Aramızdaki bu küçük, garip şey alışkanlık oluyor gibiydi.

Etraftan yüksek sesli gülüşler yükselirken daha saatler önce bulunduğumuz mekan geldi aklıma. Üzerimdeki elbise kesinlikle buraya uygun gibi görünmüyordu; neredeyse herkes deri ceketler, bol pantolonlarla geziniyordu. Doğrusu Çağlar bile gömleğiyle fazla klas kaçıyordu ortama.

"Efsun!" sesiyle beraber irkilerek arkamdaki sese baktım. Ahu'nun şaşkınlık nidasıydı bu. Yanında Sonat'la birlikte ellerinde içeceklerle ateş yanan varillerden birinin başındaydılar.

"Ahu!" dedim şaşkınlıkla. Çağlar'ın ceketin kolunu bırakacağını düşünerek hızlıca ona doğru ilerlerken hala parmaklarının ağırlığını hissettiğimden şaşkınlığa uğramıştım. Benimle birlikte ikisinin yanına ilerliyordu.

"Sizin ne işiniz var burada?" diye sorduğumda Ahu hafifçe yaklaşıp "Şu meşhur Türk ralli pilotu yarışacak diye geldik." dediğinde yalnızca "Hmm." diyebilmiştim.

Sonat gözleri Çağlar'ın üzerindeyken "N'aber Efsun." dedi. Yüzündeki garip ifadesi nedense Çağlar'a özgü gibiydi, aynı geçen günkü gibi.

"İyi, senden naber?"

"Harika." diyerek ellerini ısıtmak için ateşe doğru tutmaya başladı. Gözleri üzerimdeki cekete ve Çağlar'ın üzerine gittiğinde istemsizce kendimi sorgulamıştım. "Yarışa on dakika falan var, nereden izleyeceksiniz?"

Çağlar boştaki elini cebine attı, "İzlemeye gelmedik." dedi kısaca. Cebinden çıkardığı sigara paketinden bir dalı çıkarıp yaktı. Burnumun ucunun soğuktan kıpkırmızı olduğunu hissediyorken Çağlar'ın burnunu bile çekmemesi ve etkilenmemesi karşısında şaşkınlıkla bakakaldım yüzüne.

"Yarışacağız." diyerek onun yarım bıraktığı soru işaretlerini ben tamamladım. Bunu söylerken oldukça keyif almıştım, sesim bir çocuğun neşeli kahkahasını andırıyordu.

"Yarışacak mısınız? Nasıl yani, sen..." Kaşlarını şüpheyle çattı Sonat.

"Yıllarca ralli pilotluğu yaptım, illegal de olsa birçok sokak yarışında bulundum. Sorguladığın şey bu mu yani?" diyerek Sonat'ı ezmeye çalıştı. Doğrusu tek kelime bile etmese onu yerin dibine sokacak biriydi.

"Yarışmana değil yanına eklediğin eke şaşırdım. Beraber mi? Efsun'un başına bir şey gelse hayatın yanar farkında mısın o bir VIP."

Çağlar yarım sigarasını ateşin içine atıp "Yani?" dedi umursamazca. Yüzüğün bulunduğu elini burnunu ucuna sürtüp sesli bir nefes aldı. Hareketleri hiçbir erkekte gözlemlemediğim şekildeydi sanki... Onu gözümde yüceltiyor muydum yoksa?

Bir süre sessizlik içinde etraftaki gülüşmeleri ve çatırdayan ateşi dinledik. Etraftaki insanları izledikçe, yüzlerindeki tebessümü ve kahkahaları gördükçe imrendim hepsine. Onları bu denli ne mutlu ediyordu da böyle hunharca gülebiliyorlardı?

Doğrusu dakikalar öncesinde hayatımın en melodik kahkahasını atmıştım ve bunu hatırlamak bile yüzümde tebessüm oluşturmuştu. Ahu'nun yanıma yaklaşıp "Neye gülüyorsun öyle?" diye sorduğu soruyla gelmiştim kendime. Yüzüne vuran kırmızı ateş tenini iyice kavurmuştu sanki.

Daldığım noktadan gözlerimi ayırıp "Hiç." dedim kısaca. Hiç bu kadar içi dolu bir hiçlik yaşamamıştım ömrümde. Üzerimde hissettiğim üç çift göz yüzünden rahatsızca kıpırdandım yerimde. Parmaklarımı ateşe doğru uzatıp ısınmaya çalışırken Çağlar bitmiş sigarasını fırlattı varilin içine.

"Bu dehşet şeyle konuşmak için bin euro basarım demiştim ya hatırladın mı?" diye fısıldadı Ahu.

Göz devirip "Evet." dedim.

"Ben vazgeçtim. Efsun sen de vaz geç." Sözleri saplanmış olan bıçağı artık kazık gibi çakmıştı yarama. "Tehlikeli biri olduğunun farkındasındır zaten onun için demiyorum." Kanayan yaramdan damlayan kanlar benim ayakucumdan Çağlar'ınkine akıyordu. "Çağlar Kuzgun adını araştırdık." Duymak istemedim, cahil kalmak istediğim ilk konuydu onu adı. "Acımasızlığı, Türk düşmanlığı bir yana gece hayatı leş gibi."

Parmaklarımı havaya kaldırıp "Yeterli Ahu." diyebildim yalnızca. "Anladım." Konuşmanın hemen ardından Çağlar'ın yanına doğru ilerleyen kadına ilişti gözlerim. Aynı saniyede Ahu fısıldadı son defa. "Üzülme diye."

"Çağlar?"

Biri aksanlı bir şekilde telaffuz ediyordu ismini. Boyu oldukça uzun, teni benimkinden daha açık renkti. Masmavi gözlerini o da kocaman açmış Çağlar'ı burada görmenin şaşkınlığını yaşıyor gibiydi. Çağlar havalanan kaşlarıyla birlikte İtalyanca bir cümle kurdu ve birbirlerine sarıldılar.

Kurduğu cümlenin içinde ona Bella dediğini duyup kendi kendime içimden tekrar ettim kızın ismini istemsizce. Nedenini sorgulamadım bile.

Öyle mıhlanmıştı ki ayaklarım artık zeminin bir parçası gibiydiler. Donup kaldım sarılışlarında. Çağlar'ın parmaklarının beline gidişi, kızın kollarını boynuna sarışı. Onları uzak diyarlardaki mağaramdan izliyor gibiydim. Bu şey normal miydi?

Sarılmak, birine kalbinin atışını duyacak kadar yakın olmak nasıl duygulardı unutmuştum. İstemsizce zihnimde canlanan senaryolarda binlerce kez kızın yerine koydum kendimi. Ve her senaryonun sonunda kollarımda kan kusuyordu Çağlar.

Peki duygu beslememesine rağmen iki insan nişanlıyken başka birine sarılması normal miydi? Yıllardır kimseye sarılmıyor oluşum mu bunu garipsiyordu? Belki de Avrupa'da işler böyle yürüyordu, diye düşünmeden edemedim.

Ya da Çağlar en başından beri böyleydi.

"Oha!" nidasını duydum Sonat'ın.

Efsun, o ilk gördüğün zamankinin aynısı.

Çağlar'a taktığım zampara lakabını ne kadar çabuk unutmuşum öyle! Kendime gelip doğal davranmalıydım, garip olup göze batmamam gerekirdi. Bunun normal bir şey olduğunu düşünmeliydim ki beni garipsemesin.

Gülümsedim onların ayrılışına. Beni işaret edip birkaç cümle kurduğunda anladığım tek şey ismimdi. Kızın yüzündeki tebessümün gözle görülür şekilde düştüğünden anladığım kadarıyla nişanlı olduğumuzu söylemiş olmalıydı.

Başıyla selam verir gibi olduğunda yüzüme en sahtesinden büyük bir tebessüm takınıp gülümsedim. Çağlar'ın bakışları gülüşümü bulduğunda ona bakmıyordum. Birkaç cümlenin ardından vedalaştılar ve ben mağaramdaki köşemde öylece kaldım.

Etraftaki çığlıkların artışından Türk rallicinin buraya geldiğini düşünüp etrafıma bakındım. Yüzünde maskesi ve başında şapkası olan biri arabasına ilerlerken etrafı çığlık çığlığa bağıran kızlarla doluydu. Onlara el sallayıp aracına yerleşirken Çağlar "Gitmeliyiz." dedi az önceki mutluluğundan eser kalmamış bir şekilde.

Düşününce devamlı gülümseyen Çağlar ne zaman yanımda olsa herkese gülümsediğinden yarısı kadar bile mutlu görünmüyordu. Etrafımdakilerin mutluluklarını da çalmaya başlamıştım anlaşılan.

Başından beri onu zincirleyen gümüş yüzüğü düşününce benim işime ondan daha çok yaradığı ortadaydı. Benim esaretimi hafifletmişti, onun içinse parmağındaki ağırlıktan başka bir şey değildi.

Parmaklarım çantamı sıkı sıkıya kavrarken "Görüşürüz." dedim Ahu ve Sonat'a. Çağlar'ın hemen bir adım arkasından ilerliyordum. "İstersen, yani eğer korkarsan seyirci bölümünden izleyebilirsin." diye mırıldandı.

Kesin bir şekilde "İstemiyorum." dediğimi duyduğunda duraksadı. Duraksamasını beklemediğimden neredeyse sırtına çarpacaktım. Kendimi geri attığım saniyede yüzünü bana dönmesi parfümünün rüzgarla burnuma ilişmesine sebep oldu.

Neden başımı ağrıtan parfümler gibi değildi onunki?

"Neden gülümsemeyi bıraktın?" Sorusu soluk boruma bir şey kaçmış gibi nefesimi kesti.

Başını hafifçe eğip yüzüme yaklaştığında "Ne yapıyorsun?" diye sitemle kendimi arkaya doğru çektim. Etraftaki alevler ve tepemizdeki sokak lambasından iki kat güçlü aydınlatmalar ikimizin de yüzünü güneş gibi aydınlatıyordu. Yoksa yüzünün bu denli güzel görünmesinin başka bir açıklaması olamazdı.

"Gözlerine ilk kez böyle bir ışıkta yakından bakıyorum." dedi, kalın sesiyle. "Elaymış." Cümlesini mırıldanır gibi söylemişti.

Yüzüne bakmamaya gayret ederek omzuna veya omzundan arkadaki insanlara bakıyordum. "Buradayım Efsun." diyerek biraz daha eğildiğinde neredeyse yüzümle aynı hizaya gelmişti. "Omuzlarımın ardındaki insanlarla değil benimle konuşuyorsun."

"Dinliyorum." dedim sakince. Sanki bu sakinliğim delirtiyordu onu, sanki ben sustukça sinirleniyordu.

"Omuzlarımı çekici bulduğunu düşünmeye başlayacağım." dediğinde gözlerimi kocaman açıp telaşla ona döndüm. "Hiç de bile!" diye çıkışmam onu keyiflendirmiş gibi dişleri görünerek gülümseyerek tekrardan doğruldu. Tongaya düştüğümü yeni idrak etmiştim!

"Neden birden gülümsemeyi bıraktın."

Ciddiyetle baktım yüzüne bu sefer. Gözlerine hala bakamıyordum ama en azından yüzüne bakabilecek cesaretim vardı. "Parfümün başımı ağrıttı, ondan." Sözlerimin yüzüne tokat gibi yapışmasını beklerken yüzündeki keyifli ifadesi büyüdükçe büyüdü. Işığın vurduğu yeşil gözleri gülümsemekten küçülecek kadar genişti gülüşü. Ve aklımı bulandırıp beni mahvedecek kadar.

Keyifle bir elini cebine atıp çenesini dikleştirdi. "Bugün parfüm sıkmadım ama öyle olsun bakalım." Şaşkınlığımı gizlemeye çalışarak "Ne kadar baskınsa kokusu hala taze demek." dedim kısa yoldan sıyrılmaya çalışarak.

"Sahibine çekmiş desene."

Göz devirip onun hareketlenmeyeceğini anladığım noktada ben öne geçerek arabaya doğru ilerledim. Arabalardan pek anlamadığımdan logodaki markayı bilmiyordum fakat lacivert renkteydi. Yan koltuktaki yerimi almak üzere Çağlar'ın gelişini beklerken kimsenin kast takmadığını görmek şaşkınca etrafıma bakınmamı sağlamıştı.

"Delirmişsiniz." diyerek kapı koluna asılıp içerideki yerimi aldım. "Kask?"

"İllegal yarışta ne kaskı Ofelya?"

Bir Efsun, bir Ofelya demesine anlam veremeyerek zihnimde ayrımını yapmaya çalıştım. Uzağında olduğumda Ofelya deyip yakınıma geldiğinde Efsun dediğini o an fark etmiştim.

Kemeri önümden geçirirken bir anlık şüphe duymadım değildi. Çağlar bunu fark etmiş olacak ki "Tam şu an vaz geçmezsen çok geç olabilir." dedi. Fakat inatçı biriydim ve sınırlarımı zorlamayı seviyordum. "Sür Çağlar." Dudağının kenarı hafiften kıvrıldı, gözlerimi karşıya dikmem gerektiğini fark ederek hızlıca uzaklaştırdım bakışlarımı.

Kemerini takarken "İzlediğim ralli yarışlarında kimse kimseyle yarışmıyordu. Hepsi ayrı ayrı zamanlarda piste çıkıp zamana karşı yarışıyorlardı." dedim vakti hızlı geçirmek adına.

"İllegal yarışlarda insanlar süre tutarak zevk alamazlar." Parmakları direksiyona sarılıyken bana döndü. "İnsanlar rekabet ister, hırs ister, taraf tutmak ve destek vermek ister. Bunları birebir görüp takip etmek ister. Bu yüzden herkes aynı anda yarışır."

"Mantıklı." diyerek derin nefes aldım. Üzerimdeki ceketten buram buram Çağlar'ın kokusu yayılırken Ahu'nun cümlelerini tekrar ediyordum içimden. Gözlerim bir an olsun ona dönmüyor, önümüzdeki arabaları seyrediyordum.

Megafondan geri sayım sesleri yükseldiğinde parmaklarım tutunacak bir yer aradı. "Tek ralli arabası seninki. Bu haksızlık değil mi?"

"Şu Türk pilotunki de ralli arabası. Ayrıca kimse ralli arabasının sokak yarışına giremeyeceğini söylemedi."

Yüzünde sinsi bir ifadeyle dikkat kesildi tam çaprazda kırmızı renkli ralli arabasına. "Sıkı tutun ve bundan zevk al Efsun."

"Üç, İki, Bir!"

Düdük sesi kulakları sağır edecek kadar güçlüydü fakat kısa sürmüştü. Önümüzdeki arabaların ilerleyişiyle beraber Çağlar gaza öyle güçlü ve hızla basmıştı ki refleksleri şaşkına uğrattı. Önümüzdeki iki araba izin verse tam şu an birinciliğe oynuyorduk.

Çağlar doğru anı bulduğu gibi ikisini de sollayarak üçüncülüğü kaptığında dudaklarından keyifli bir mırıltı çıkmıştı. Parmaklarının ustaca hareketleri yıllardır bu işle uğraştığının en büyük kanıtı olarak gözlerime serildi. Gözlerinden fışkıran alevden hırsını çok net görebiliyordum.

Yutkundum, bu hız alışkın olmadığım kadar yüksekti. Kaçla gittiğimizi bilmiyordum ama kalp ritmimin araba hızından yüksek olduğuna emindim.

Gözlerim istemsizce kapanırken yeniden o hissi tattım. Sanki ölüm şah damarımı okşuyor gibiydi. Çağlar'a bunu yapmasına izin verecek kadar güvenmemi garipseyerek ölümü selamladım. Fakat kapıma uğramadı, teğet geçti.

Gözlerimi açtığımda yarış pistinde değildik, korkuyla yutkunarak caddeye bakındım. "İnsanlar-" demek üzereyken Çağlar'ın hırslı sesi benimkini bastırdı. "Şansa bak, bu gece için planlanmış bir yol çalışması için bütün cadde trafiğe kapatılmış." Dudaklarındaki keyifli gülüşün beni de güldürmesine izin vermedim bu kez.

Sahte bir edayla "Çok üzüldüm." diyerek gaza yüklendiğinde önümüzdeki kırmızı arabaya çok yakındık. Caddenin sonuna kadar yanan kırmızı ışıkları son sürat geçiyorduk. Asfalt adeta yağ gibi kayıyor, Çağlar delicesine bir hırsla ilerliyordu. Önümüzdeki pilotun bir Türk olduğunu bilmek onu daha da hırslandırıyor olmalıydı.

"Gösteriş meraklılarından kurtulma vakti." diyerek caddenin sonuna geldiğimizde parmakları viteste hareket etti. "Dikkat et." sözcükleriyle eş zamanlı parmaklarımla koltuğun kenarını kavradığımda lastiğin dönerken çıkardığı o ince ses boş caddede yankılanmıştı. Yüz seksen derece dönerken vücudumu sabit tutmak öyle zordu ki neredeyse Çağlar'ın koluna değecektim.

Bizimle aynı saniyelerde o da dönmüş ve neredeyse yan yana ilerliyorduk. Başımı hafifçe öne ilerletip sağa döndüğümde filmsiz camdan yüzü görünüyordu. Maskesinin bir kısmı aşağı inmiş, şapkasını çıkarmış vaziyetteydi.

Dudaklarımdan istemsizce çıktı ismi. "Viktor." diye fısıldadım fakat bunu kendimden başkası duymamıştı. Gerçekliğini idrak etmek için bakmaya devam ederken bir saniyelik kısacık anda onun da buraya bakmasıyla göz göze geldik.

Viktor'un Türk pilotun koltuğunda ne işi vardı? Nasıl olur da kırmızı beyaz şeritli bir arabanın içinde Viktor olurdu?

Önüme dönüp idrak etmeye çalışırken oldukça gerimizde kaldığını gördüm. Hatta frene bastığına emindim. Sıklaşan nefes alışlarımın arasında zihnim mekandan bağımsızlaşmış ve özgürdü. Viktor'u, Çağlar'ı, babamı, kuralları, bütün hayatı gerimde bırakmış sadece ben vardım anda.

Çağlar hızlandı, ansızın sıkışıp kalan kalbimle birlikte açtım gözlerimi. Kendimi fazla sıktığımı düşünüp serbest bıraktım bedenimi ve aynı saniyelerde artık daha da zevk verir olmuştu bu adrenalin. Dönüş yolunu neredeyse bitirirken birkaç metre arkamızdaki bir araç belirdi ama artık çok geçti çünkü Çağlar çizgiyi geçmişti.

Fren sesi kulakları sağı edecek kadar güçlü çıkarken Çağlar arabayı durdurmayıp pistin bitişinde drift atmaya başladığında dudaklarımdan kahkahalarla dolu çığlıklar çıkıyordu. "Oha!" dedim kendime engel olamayarak. Aslında böyle kaba nidalardan hiç hoşlanmazdım, belki de hayatım boyunca hep daha kibar olmaya zorlandığım içindi bilmiyordum fakat dudaklarımın alışkını olmadığı kelimeydi bu.

Çağlar arabayı durdurur durdurmaz bakışlarını üzerimde hissettim. Nefes nefeseydi, ben de aynı şekilde. Artık gerçek dünyaya dönme vakti olduğunu anımsayıp, yarıştan önceki olayları hatırlattım kendime.

"Nasıldı?" dedi sesindeki çocukça bir heyecanla.

"Güzel yarıştı." diyerek yüzümü sola döndürdüğümde ona doğrudan bakmamı beklemiyor gibi bir ifade vardı gözlerinde. "Aklın varsa askerliği bırakır bir ralli pilotu olursun." Bir eli direksiyonda bir eli vitesteydi. "Asker olmak sana hiç yakışmıyor." diye uydurduğum yalana ben bile inanmadım çünkü en çok üniformanın içinde belli oluyordu dik duruşu ve heybeti.

Yüzümü geri çevirip kapıyı açtım bana geri cevap vermesini beklemeden. "Ayrıca," derken bedenim kesinlikle ona dönük değildi çünkü yüzüne bakarak söyleyemezdim bunları. "İtalya'da işler nasıl yürüyor bilmiyorum ama burada eğer bir nişanlın varsa en azından onun yanında karşı cinsten birine sarılmazsın. Arkadaşlarım bu nişanlılık olayının sahte olduğunu bilmiyorlar ve beni orada korkunç bir duruma soktun. Kadınlara bu kadar düşkünsen benim çevremden insanların olmadığı yerlerde ne halt yemek istiyorsan yiyebilirsin."

Bir ayağımı dışarı atmıştım ki "Peki o haltları senin yanında yersem?" sözleriyle donakaldım istemsizce. Bir an gerçekten bunun olacağını düşünüp zihnimde beliren garip senaryoları hızla sildim. Dışarıdan gelen ıslık ve çığlıklardan ziyade soğuk sayesinde kendime geldim. "Sahte bir nişanlılıkta sadakat aramam." dedim ama sözlerimi henüz bitirmiştim ki bana fırsat bile tanımadan cevap verdi "Bu sahte bir nişan değil Efsun. Sahte olsaydı evine ailemi getirecek kadar ileri gitmezdim." sözleriyle.

Beni yeniden şaşkına uğratmış ve yutkunmama sebep olmuştu. Rüzgarın uçuşturduğu saçlarım yüzümü yalarken yeniden ona dönüp bedenimi içeri aldım, kapı hafifçe aralıktı. "Bana göre içinde duygu olmayan her şey sahtedir. Nişan, evlilik veya ne olursa buna dahil."

Sahte bir gülüş duydum dudaklarından. "İnsanlar duygularla hayatı romantikleştiriyor yalnızca. Buna ihtiyacımız yok, duygusuz bir dünyada hepimiz eşit mutlu olabiliriz Efsun. Düşünsene fedakarlık yok, mahcubiyet yok, sevgi yok. Yalnızca mantık var, dürtüler var.."

"Duygular bizi insan yapan özelliğimiz Çağlar."

Soğuk bir gülümsemeyle karşılaştım yüzüne baktığım o kısacık saniyede. "Duygular zayıflık getirir. Birbirine duygusal olarak bağlanan insanlar acı çekerler. Mantıklı bir dünyada bunlara yer yok."

Gözlerimdeki şaşkınlıkla birlikte "Ama acı varsa sonunda mutluluk da vardır." dedim.

"Duygularla dolu bir dünya sadece illüzyondan ibarettir. .. Ayrıca duygularını gizlemek de mantıksal olmaya çalışmaktır yani senin sürekli yaptığın gibi."

"Ne?" dedim şaşkınlıkla. "Ben duygularımı gizlemem. Üzüldüysem ya da mutlu olduysam, yüzümden belli olur zaten."

Dalga geçer gibi bir yüz ifadesi takındığında kapıyı sertçe çektim. "İçten bir şekilde gülümseyemiyorsun bile Efsun." deyip arabayı çalıştırdığında nereye sürdüğünü sorgulamadım.

"Belki de hiç mutlu olmadığımdandır."

"Gülümsemek için mutlu olmaya gerek yok, mutluluk başlı başına bir illüzyon. Gerçeklikle aramıza çekilen bir perde, bir paravan. Sürekli mutlu olduğumdan mı gülümsüyorum sanıyorsun? Paravanımı çekiyorum Efsun, içimdekileri gizliyorum aynı senin asık suratla gizlediğin gibi."

İçimdeki duygu denizinden taşıyordu artık sözcükler ve eğer konuşmaya devam edersem tamamıyla kendimi açmış olabileceğimden korkmaya başlıyordum.

Belki de dediklerinde haklıydı ve bütün zayıflığım duygulardandır diye düşünmeden de edemedim. Çünkü babama içten içe duyduğum sevgi, Elene'ye duydum saygı olmasaydı belki de çoktan özgür bir hayatım olurdu.

İlk kez birine karşı böyle açıkça konuşuyordum hissettiklerimi, iç dünyamı. Direksiyondaki parmaklarını takılan gözlerimi ondan ayırıp yüzüne baktığımda yandan bir gülüş attığını görerek donup kaldım. Nasıl oluyordu da böyle hararetli bir tartışmanın arkasından gülümseyebiliyordu?

"Peki şimdi neden gülümsüyorsun? Neyi gizlemeye çalışıyorsun, öfkeni mi?"

Bu defa kahkaha attı. "Sana duyguları hissetmiyorum demedim sadece hissetmesek daha güzel olurdu dedim. Gülüyorum çünkü empati kurunca o kıza arkadaşlarının önünde sarılmamı kıskandığını fark ettim."

Yanaklarımı ısırdım, "Kıskançlık değil küçük düşürülmenin verdiği bir öfke kırıntısıydı o." diyerek. Onunla bu denli derin konuşmamız artık garip bir hal almaya başlamışken aklıma takılan tek şey ona 'o kız' diyerek bahsetmesiydi. İsmini, kullanmamıştı belki de gerçekten saklamak istediği bir şeydi.

"Öfke kırıntısı hmm." diyerek kırdı direksiyonu. Gözleri yolda, ifadesi düşünceliydi. Gözlerimi yeniden kaçırıp önüme döndüğümde "Gülümseyerek gerçekten iyi gizliyorsun hissettiklerini. Ama ben surat asarak her zaman gizleyemiyorum işte." dedim.

"Askerim ben Efsun, gizlediğim tek şey duygularım olsa keşke."

İlk defa bu denli derince düşündüm bir cümlesini. Çünkü gördüğüm Çağlar'ın bir an farklı biri olduğunu ve içinde gizlediği gerçek kişiliğini merak ettim.

Şayet söylediği gibi gülümsemesi bir paravansa bu demek oluyordu ki bütün hayatı paravandan ibaretti. Yani ortada gerçek bir Çağlar yoktu.

Sitenin girişine geldiğimizde güvenlik plakayı tanımadığından durdurmuş ve ikimizi gördüğü gibi yolu açmıştı. Bahçeye geçip gecenin geç saatinde eve gelmenin verdiği korkuyla taşlı yolun tıngırtısını hissettim. İstemsizce dudaklarımı ısırdığımı fark edip karşı koymaya çalışırken bu defa da ellerimle oynamaya başladım stresten.

Çağlar'ın arabayı durdurmasıyla kemerimi çözdüm. Onun da hareketlendiğini fark edip döndüğümde cebinden çıkardığı telefonla dona kaldım. Radyo istihbaratları ve diğer gizli işlerim için kullandığım telefonum parmakları arasındaydı. Nasıl eline geçirmiş olabilirdi ki?

Yeşil gözleri zehir rengine büründü o an. Bana ölümü vadettiğine yemin edebilirdim. "Bu, bende kalıyor." Sesinden tehlike akarken yutkundum korkudan. "Şüphelendiğim gibi Bakan Kızı, Sulh radyosuna haberleri sen sızdırıyorsun." Yüzünde öfke yoktu ama kaşları hafifçe çatılır pozisyondaydı ve her zamanki gibi durmuyordu ifadesi. "Ha seni hainlikle suçlayıp bunu Sayın Bakan'a ispiyonlayacak kadar ahmakça bir harekette bulunur muyum dersen..." Düşünür gibi bir ses çıkardı. "Sanmıyorum. Kendimce çaresine bakmayı tercih ederim. Bir hainin nişanlısı olarak anılmayı veya yakında seçimlere çıkacak babanın ayağına taş değdirmeyi istemem."

Derin bir soluk vermeme rağmen rahatlamamıştım. Çünkü ne ona zerre güvenim vardı ne de sözlerine. Onun da bana göre bir hain oluşunu hatırlayarak karşı mevkilerden birbirimize baktığımızı tekrarladım zihnimde.

Kendimi onların oyununa ait bir figüran gibi hissediyordum yine. Elime verilen metnin dışına çıkamayacağımı bile bile ekranın bir yerlerinde görünüp keşfedilmeyi bekliyordum fakat onların rolleri öylesine büyük ve güçlüydü ki ben aslında yok gibiydim.

"Sen de aynı babam gibisin biliyor musun Çağlar." Kaşlarımı öfkeyle çattım ve sesimi ilk defa bu denli yükselttim. Kibar olmayı seviyordum, bağırmaktan nefret ediyordum fakat hayat artık beni buna zorluyordu bir şekilde. "İstediğini yap, gerekirse tüm dünyaya bundan bahset. Ucunda en fazla ölüm olur, onu da anneme kavuşmak sayarım boynum kıldan ince gelir."

Hafifçe gülümser gibi bir ses çıkardı ama yüzü gülmedi aksine gördüğüm en tehlikeli yüz ifadesini takındı. Gözlerinde yoğun bir odaklanma belirtisi, dudaklarında hafif bir kıvrım vardı ve bu kıvrım belirgin bir tehdit ve ciddiyet içeriyordu. "Ölüm Türkler için hiçbir zaman ceza olmaz zaten Efsun, bunu biliyorum." Elindeki telefonu ileri geri sallayıp "Ayrıca Ahu ile görüşmeyi kes, onun da radyoya dahil olduğunu biliyorum."

"Bana emir verebilecek konumda değilsin. Kaldı ki o konumda olsan yine dinlemem seni. O, benim tek dostum."

Elindeki telefonu sertçe arabanın ön tarafına bıraktığında öfkeyle direksiyona vurdu. "Gerçekten körsün." dedi neredeyse duyamayacağım şekilde. Hatta belki de başka bir şey söylemişti ama ben anlayamamıştım. "Görüşmeyi kesmezsen beni bazı şeylere mecbur bırakırsın. Sana bir şey yapamam belki ama Ahu umurumda olmaz. Bilirsin satrançta ilk yenen genelde piyonlar olur."

Kapıyı sertçe açıp dışarı çıktığımda ardımdan da aynı sertlikte kapattım. Fakat hemen sonrasında onun da çıktığını duyup buna pişman oldum. "Bebeğime böyle davranma, beni gerçekten öfkelendirmiş olursun." Arkamı dönüp bir anlık zihnimdeki şeytanlarla beraber küçük bir oyun oynama kararı aldım.

Parmaklarımı çantamın içine daldırıp bir şeyler aradıktan hemen sonra müştemilatın anahtarları parıldadı gözüme. Çağlar daha ne yaptığımın farkına varamadan kapı kulpunun hemen altından başlayıp arkaya kadar ince bir çizik attığımda "Siktir!" sözünü duymamla arkamı döndüm.

Öfkelendiğini çok net bir şekilde belli eden hızla attığım çiziğe bakmak üzere buraya ilerlediğinde seri adımlarla giriş kapısına varıp anahtarı geçirmiştim bile. Geç bir saat olduğu için kimseyi uyandırmak istemiyordum fakat babamın yokluğumda zaten uyanık olduğuna emindim.

Arkamdan salladığı diğer küfürleri umursamadan ağır adımlarla merdiveni çıkıp dudaklarımda istemsizce oluşan zafer gülümseyişini gizlemeye çalışarak odama çıktım.

Zihnim fazla konuşmaktan yorulmuş, ayaklarım gün boyu topuklularla dolanmaktan şişmişti. Merdivenlerin bitişinde üzerimde Çağlar'ın ceketinin varlığını hissettiğim gibi korku tüm bedenimi sardı. Babamın yanlış anlayabileceği tüm emareler üzerimdeydi artık. Üstelik odamın kapısı açılıp içeriden babamın bedeni görünmüştü bile.

Çenesi dik, elleri ceplerinde gözleri şüpheliydi. Titrek çenemi gizlemeye çalıştım, korktuğumu fark ettiği her an daha da üzerime geliyordu. "Şey baba... Geç kaldım çünkü-"

"Aferin." sözüyle olduğum yere mıhlandım. Yutkunuşumu tüm dünya duydu sanki. "Kendine böyle sahip çık. Kimseye karşı gardını indirme, kurallara her yerde böyle devam et." İçeriden gelen rüzgarla beraber balkon camının açık olduğunu fark ettim. Bizi izlemişti.

"Katil olmadan yaşamaya devam et. Biliyorsun zehrinin kuvvetini."

Bir anlığına, sadece bir anlığına kızını bir erkekten korumaya çalışan, onu kıskanan bir baba olduğunu sanmıştım. Değer gördüğümü sanmıştım, sevildiğimi ve düşünüldüğümü. Fakat yine aynıydı. Yanımdan öylece yürüyüp gitmek üzereyken arkamda durdu. "Yakın zamanlarda yaşananları göz önünde bulundurup bir korumaya ihtiyacın olduğunu düşündüm. Viktor ve Elene'nin korumalarını da değiştirirken senin için de biriyle görüşme yaptım. Yarın sabah kahvaltıdan sonra gelecek, hazır ol."

"Tamam baba."

Yeniden yalnızdım. Yıllardır olduğu gibi dört duvar arasında sessizliğe hapsolmuş bir şekildeydim. Kabul etmek istemesem de yıllar sonra geçirdiğim hem en kötü hem en keyifli günümdü bu gece.

***

Aynanın önündeki bedenime iyice baktım. Artık kablosuz aletlerin sonuna gelmiş olduğumdan kabloları belime ve pantolonuma gizleyip çaresizce bakındım. En kısa sürede çaresine bakmak zorundaydım.

Çalan telefonumu kimin aradığına bakmadan açtım. Çünkü birkaç dakika önce Ahu'ya attığım mesajdan hemen sonra onun aradığından emindim.

"Sen ciddi misin?" diyen sesini işittiğimde vicdan azabının en uç noktasındaydım.

"Ahu sadece bir süreliğine. Çaresini bulana kadar görüşmesek yeter."

"Ama-" derin bir nefes aldı. "Kahretsin ya tamam!"

"Ahu bilerek yaptığım bir şey değil. Sen de biliyorsun babamı."

"Yine de bir kere de olsa cesur olmanı isterdim."

Diyecek söz bulamadım. Çünkü bunun cesaretle ilgisi yoktu; bunun ucu benim esaretimdi.

"Radyoyu zaten çok boşladık artık dinleyici sayımız da eskisi gibi değil. En iyisi kapatmak olur böylece senin de daha fazla üzerine gelmezler."

Radyoya harcadığımız emekler, girdiğimiz zor koşullar ve uğruna feda ettiklerimiz gözümün önüne geldiğinde kalbim sıkıştı. Birçok kişinin el emeğiydi o radyo fakat artık gerçekten sonuna geldiğimizi ikimiz de biliyorduk ki konuşma daha fazla uzamadan kapattık telefonlarımızı.

Daha fazla gecikmeden kahvaltıya indiğimde yemek masasındaki Viktor aklıma dün geceyi getirmişti. Onunla henüz konuşmamıştık ama birbirimizi gördüğümüz ilk andaki bakışlarımız yetmişti konuşmaya. Gözlerini kaçırıp duruyor ve benden kaçmaya yer arıyordu hareketleri.

Henüz kahvaltıya başlamamışlardı, Elene benimle aynı anda gelerek yerini aldığında Viktor'un karşısına geçmek adına onun yanına oturmama şaşırdı. Genelde Viktor'un yanına oturup Elene'den olabildiğinde uzak olurdum.

Sessiz bir kahvaltıydı, herkesin kendi dertleri vardı. Bakan yemeğini bitirmek üzereyken "Bugün on birde dersin var." demesiyle elimdeki çatal hareketsiz kalmıştı. "Derslerinin çocuğunu üstten almışsın zaten, birkaç dersini de bu dönem yüksek notlarla bitirirsen bölüm birincisi olarak mezun olabilirsin." Bakışlarım gözleriyle kesiştiğinde korkumun farkındaydı. Aslında en başından beri evden özgürce uzaklaşmak için okula gitmeyi istediğimin farkındaydı ve artık bu gerçekliğe fazlaca yakın olduğumdan korkmaya başlamıştım; kalabalıktan, insanlara bu denli yakın olacak olmaktan ve sorulacak sorulardan.

"Koruman Hira seni kapıda bekliyor, yanında ayrılmayacaksın."

Başımı salladığım sırada Viktor'un "İzninizle." diyerek kahvaltısını bitirmesini fırsat bilip hemen peşinden kalktım. "İzninizle ben de kalkayım." Bakışları benimkiyle kesiştiğinde duraksayıp salondan çıktı, ben de hemen ardından.

"Dün gece seni gördüm." diye seslenişimle arkasına döndü.

Camdan vuran ışık kumral saçlarının daha da açık renge bürünmesine sebep olmuştu. "Rüyanda mı?" Tek kaşını kaldırıp bana meydan okuyordu ama onu yıllardır tanıdığımı unutuyordu.

"Kırmızı beyaz şeritleri olan bir ralli aracında." Elini kaldırıp dudaklarımı kapatmak istedi ama yapamayacağını hatırlayıp "Kahretsin!" diyerek kendi kendine sitemlendi. Hareketlerinden çaresizlik akıyordu ve Viktor genelde böyle anlarda soğukkanlılığını oldukça iyi koruyan biriydi. Onu bildim bileli hareketleri sakin, dili sivriydi.

"Sen... Yani sen o musun? Herkesin ağzında dolanan Türk ralli pilotu sen misin Viktor?" Gerçekten o olmasını umar gibi çıkmıştı sözler dudaklarımdan. Hatta neredeyse yalvarır gibi. Bir anlığına düşünse aslında Türklere yapılanların büyük bir soykırım olduğunu anlayabilecek kapasitedeydi. Genelde Elene'nin zihnini yıkamasıyla oluşurdu fikirleri ama artık büyümüştük, büyümüştü. Artık gerçekten düşünüyor olabilirdi.

Üzerime doğru yürüyüp "Önce o sesini alçalt!" diyerek öfkeyle konuştu. Kesinlikle emindim artık dün gece gördüğüm sima ona aitti.

***
Sonraki bölümde görüşmek üzere ❤️ sağlıcakla kalın hepimizi öpüyorum 🫠

İg: zorronezi

 

Loading...
0%