Yeni Üyelik
8.
Bölüm

7. Kanlı Etiket

@zorronezi

Adamlar- Öyle Bir Geçer 🎶

Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen ❤️İyi okumalarr

***

"Kanlı Etiket"

Gözlerimi bir an olsun ayırmadım yüzünden ve bu en az benim kadar onu da şaşıtrmıştı. Çünkü kural kuraldı ve Viktor'la bile aramızda o ince çizgi hep vardı. Belki de bu yüzden aramızda bir türlü kardeş sevgisi oluşamıyordu; yine tüm suç babamın ve benim üzerime kalmıştı.

Etrafına bakınıp kolaçan etti. "Sadece onu taklit ediyordum. O salaklar da hemen inandılar ve birden tezahurat yapmaya başladılar. Benim de hoşuma gitti tamam mı?" Sesini alçaltıp masum bir ifade takındı. "Babama sakın söyleme ehliyetim hala onda ve gizli çıkıyorum yarışlara."

Kaşlarımı çatıp "Bu yaptığın suç! Birini taklit edemezsin." deyişimle kahkaha attı. "Ofeli illegal bir yarışta tek suç benimkisi olsa keşke. Yarışın kendisi bir suç zaten."

"Bir daha o pilotu taklit ettiğini duyarsam seni babama söylerim ve bundan zerre üzüntü duymam."

"O halde ben de artık arkadaşlarının, özellikle de Ahu'nun, eve gelmesini engellerim."

"Herkesin Ahu'yla derdi ne!"

Gözlerini kıstı. "Başka kimin derdi varmış?"

Gözlerimi kıstım. "Sana ne?"

Viktor'un son bir yıldır süregelen Ahu hassasiyeti karşısında biraz daha kafa patlatırsam aklıma yanlış anlayacağım şeyler geleceğinden sessiz kaldım. Çünkü bu her iki tarafa da zarar verirdi.

"Seninle ilgili her şey beni de ilgilendirir."

"Kardeş olduğumuz yeni mi aklına geldi Viktor?"

Tek kelime etmeden arkasını dönüp yoluna devam etti. "Söylediklerimi unutma!" diye bağırdım arkasından. "Ahmak, az kalsın güvenecektim."

Üzerime kabanımı giyip açtığım kapıdan yüzümü yalayan soğukla pişman oldum. Günümü odamda sakince geçirebilecekken yine olayların içine bodoslama dalıyor gibi hissediyordum.

"Ofelya Hanım." Aniden çıkan siyah takımlı kadın yüzünden "Hi!" nidası döküldü dudaklarımdan. Saçları sıkı sıkıya bağlanmış, boyu benden daha uzundu. Yüzündeki ciddi ifadesi bir anlığına kırıldı. "Korkutmak istememiştim efendim. Özür dilerim."

Gülümsedim, gözlerine bakamamıştım yine birinin daha. "Sorun değil." diyerek omuzlarında sabitledim bakışlarımı. Muhtemelen babam ona bir dizi kural saymıştı bile. "Efendim veya Hanım deme lütfen. Kaç yaşındasın?"

"Yirmi yedi, efendim."

"Sadece iki yaş büyüksün benden. Ofelya de lütfen. Ayrıca istediğin gibi giyin, böyle takım elbiseyle gelirsen okulda garip görünürüz."

Üzerindeki kıyafetlere göz gezdirdi. "Peki." diyerek arabaya ilerlediğinde iyi biri gibi göründüğünü düşünüyordum; en azından şimdilik.

Klimayı çoktan açmış ve içeriyi ısıtmıştı geleceğim için. Önceki korumaların hepsiyle sorunlar yaşamıştım. Kimisi sınırlarını aşmış, kimisi iyi niyetimi yanlış anlamıştı.

Arabaya bindiğinde ciddi ifadesine yeniden büründü, görevinin ağırlığını hissediyordu sanki. Ondan tarafa dönmek yerine kemerimi bağlayıp yola odaklandım.

"Babanız okulda, derslerde de sizinle bulunabilmem için gerekli izinleri aldı. Eğer bugünkü kıyafetlerim sizin için sıkıntı çıkaracaksa-"

"Bir mahsuru yok. Bugün böyle olsun, sonraki günler düşünürüz."

"Peki."

Yol boyu sessizliği bozan tek şey Hira'nın çalıp duran telefonuydu. Arayan ismi gördüğü an yüzünde bıkkın bir ifadeyle meşgule atıp duruyordu. Kampüsün nerede olduğundan bir haber olduğumdan yolu dikkatle izledim. Her fakülteyi şehrin belirli yerlerine dağıtmışken Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünü tam askeri binanın yanına yapmaları oldukça ironikti.

Arabadan indiğimde Hira'ya kapıyı açma fırsatı vermemiştim. Bir adım arkamdan ilerlerken bunu yapmaması gerektiğini gösteren bir ifade takındığımda aydınlanmış gibi yanıma geldi, mesafeliydik ama yakındık da.

"Demek askeri binanın yanında." dedi. Aynı benim gibi şaşkın çıkmıştı dudaklarından kelimeler.

"Türk müsün Hira? Yani ismin annemlerin zamanından kalma bir isme de benziyor ama aynı zamanda Yunan ismine de."

"Babam Yunan, annem Türk. Konstantinolopolis'te doğdum."

Hira Türk kanı taşıyordu. Ama gerçekten Türk müydü yoksa lafta mı taşıyordu ırkını merak ettim. Bunu yalnızca zaman gösterecekti.

Gerçek bir Türkse yapılan bu zulme ancak bir yere kadar göz yumabilirdi; ve eğer Yunansa yine ancak bir yere kadar göz yumabilirdi. Çünkü burda mesele insanlıktı ve ırktan da öte bir meseleydi.

Gözlerini ilk defa o an gördüm, koyu kahverengiydi. Benim elaya çalan gözlerimden kat kat daha koyu bir renkti. Gözlerimi askeriyede gezdirdiğim sırada onun bakışlarını üzerimde hissettim. Kaldırımda yürürken binanın her bir yanından üniformalı askerler çıkıyordu.

"Nişanlınıza mı bakıyorsunuz?"

"Benimle saygı ekleriyle konuşma lütfen Hira. Kendimi kötü hissediyorum ve hayır ona bakmıyorum. Yalnızca... İzliyorum işte etrafı."

"Kandırmayın kendinizi."

"Ne münasebet, neden kandırayım? Zaten karşıma çıkmanın bir yolunu bulup geliyor her seferinde."

"Ama görevde olduğunu duymuştum, bir süre gelemez."

"Öyle mi?"

"İki gün önce mülakat sırasında öyle duymuştum ayrıca yakın arkadaşım onun timinde ve o da görevde."

Şaşkınlıkla kaldırdım kaşlarımı. "Vay be, benden daha kuvvetli istihbaratların var."

Dudaklarıdan manalı bir gülüş çıktı. "Sizin için istihbarat getirebilirim. Uzun zamandır yanınızda çalışmak için gün sayıyordum."

Yutkundum ve duraksadım bu itiraf karşısında. "Neden?" diyerek şaşkınlığımı ifade ettiğimde adımlarım yavaşlamıştı çünkü neredeyse kapıya varmıştık.

"Hatırlamıyor olabilirsiniz ama altı ay kadar önce hayatımı ve işimi kurtarmıştınız."

Olduğum yerde donakaldım. Sağıma dönüp yüz ifadesine baktığımda buruk bir gülümseme vardı dudaklarında. "Bakan'ın şehir dışı korumalarından biriydim ve dönüş yolunda sorun çıktığından evine kadar eşlik etmem gerekmişti. Büyük bir karışıklık yapıp yolu şaşırdığım sırada siz de arabadaydınız. Bakan bana bağırıp çağırırken navigasyonun hatalı olduğunu ve suçumun olmadığını söyleyip navigasyona yanlışlıkla bastığınızı sözleşmiştiniz. Halbuki öyle bir şey yaşanmamıştı."

"O sen miydin? Kusura bakma Hira, tanıyamadım ben... Yüzüne bakmamıştım hiç."

"Ne kusuru asıl benim kusurumdu o gün sapağı kaçırmak."

Bana karşı minnet duygusu besliyor oluşu iyi bir şeydi. Eğer herhangi bir hatamı babama anlatmak isterse bu ona vicdan azabı yaşatırdı.

Kapıyı benim için açtığında telefonumdaki mesajları kontrol edip girmem gereken sınıfa ilerledim. Hira'nın varlığına minnet duydum, bilmediği sınıfa çoktan bir ay geçmişken yalnız girmek benim için çok zor olurdu yoksa.

"K12 Dersliği." diye tekrar ettim kendi kendime etrafa bakınırken. "Üst katı gösteriyor." diyen Hira'yı takip edip peşinden üst kata çıktığımda sınıf direkt karşımızdaydı. Dersin başlamasına birkaç dakika kalmıştı, kapıda duraksadım. "Önden girebilir misin?" dediğimde sorumu garipsemişti fakat bunu sorun etmeden oldukça büyük bir özgüvenle kapıyı açıp adımını attı.

Özgüvenli kadınlara her zaman hayran olmuştum. Üzerime çeki düzen vererek arkasına gizlenip ilerledim. Siyaset bölümü tek sınıftı ve orta büyüklükte bir amfiydi. Hira arka sıralara ilerlerken bir diğer kapıdan da girmeye devam ediyordu birileri. Cam kenarına oturmam için bana yol verdiğinde sessizce ilerleyip oturdum, hemen yanıma ilişti.

Ders evde çalıştığımdan daha zevkli geçmişti. Yalnız başıma kitaptakileri anlamaya çalışmaya öyle alışmıştım ki şu sırada oturmanın bile bir nimet olduğunu. Dersin ortasında gelen yoklama kağıdında ismimi görüp imza attığım sırada arka kapının gıcırtısı dikkatimi dağıtmıştı iyice. Kapıya yakın olduğumuzdan başımı çevirme gereği duydum. Pembe pembe giyinmiş bir kızın eğilerek tek boş yer olan Hira'nın yanına ilerlediğini gördüm.

"Şey... Yoklama yağıdını göndermeyin." diye fısıldadı. "Geliyorum hemen."

Hocanın sırtını tahtaya dönmesini fırsat bilip tek hamlede kendini Hira'nın yanına atmıştı. Nefes nefese "Ay teşekkür ederim." dediğinde Hira dik duruşunu bile bozmadan önündeki kağıdı onun önüne uzattı.

"Rica ederiz." dedim onun yerine.

Önündeki kağıdı imzalayıp arkaya gönderdi, çantasından çıkardığı tabletinde not bölümünü açıp not almaya başladığında oldukça komik göründüğünü fark etmiştim. Bir atkısını düşürüyor, bir tabletinin kalemini, bir masadaki şarj aletini.

Dersin bitiminde günün kalanının boş olduğunu görüp kalkmak üzere ayaklandığımda kız geçmemiz için bizimle birlikte ayaklandı.

"Bu arada ben İlya. Yakın zamanda kapanan Türk Kültürünü Yaşatma Kulübü başkanıyım. Klübümüzü yeniden açmak için üye topluyorum. Sizi ilk kez görüyorum, kulübümüze katılmak ister misiniz?"

"Teşekkür ederiz bunun için vaktimiz yok maalesef." Hira'nın net bir şekilde reddedişiyle İlya'nın yüzü düşmüş benimse modum.

Nasıl kolayca insanlara hayır diyebiliyordu böyle?

Ona kulübe katılmak istediğimi deli gibi söylemek istesem de bunun duyulması ileride bir gün sıkıntı çıkrabilirdi. Üstelik yanımda Hira vardı ve onu yakından tanıyana kadar bazı şeyleri gizlemem gerekliydi.

İlya'nın yüzüne deli gibi bakmak istiyordum fakat oldukça yakın mesafede olduğumuzdan bunu becerememiştim. "Onun yerine bir kahve sözü versek?" diyerek en azından reddedilmenin verdiği ağırlığı böyle almak istedim.

Bakışlarım omuzlarında sabitliyken "Olur tabii." dediğini duydum. Aynı saniyelerde Hira'nın yüzünün bana döndüğünü ve sorgular ifadeyle baktığını hissetmiştim. Birilerinin kalp kırıklığı sebebi olmaktan hoşlanmıyordum.

İkisinin de kalkıp yol açmasıyla beraber sıradan ayrılıp sınıftan çıktık. Hira keskin bakışlarla etrafı tarayıp tetikte duruyordu doğal olarak. "Haddim değil ama bir Türk destekçisi ile neden görüşmeyi kabul ettiniz?" dediğinde sesi oldukça ciddiydi.

"İnsanları destekledikleri tarafa göre değil kişiliklerine göre yargılarım Hira."

"Ama sizin için onunla görülmek pek hoş olmaz."

Hafifçe gülümsedim. "Bu yüzden geliyor ya başıma tüm bu belalar."

Fakülte binasından çıkmak üzere otomatik kapıdan dışarı adımımızı attığımız sırada hemen yandaki askeri binadaki kalabalık gözlerimi korkutmuştu. Bir grup asker sıralanmış, başlarındaki komutanın emirleriyle arabalar biniyorlardı. Yine bir şeyler dönüyordu ve ucu canımızı sıkacaktı.

Aklıma Ahu ve radyo geldi. Artık küçük de olsa dinleyici kitlemizi haberdar edemeyecektik bir şeylerden. Belki de umutları bizimle birlikte yıkılmıştı. Fakat buna mecburdum, Çağlar'ın babama ötmesi hayatımın kalanını daha da sertleştirilmiş kurallarla geçirmek demekti. Ve Çağlar'ın hayatıma girişiyle zayıflayan kurallara alışmıştım. Babamın sıkboğaz etmelerinin azalışı, yediğim yemeğe kadar karışması azalmıştı.

Uzun merdivenleri inip askeri aracın olduğu tarafa ilerlerken hepsi bindiği araçlarla bir bir ayrılmıştı artık.

Arkamda hissettiğim sert adım sesiyle birlikte "Ofelya Zaharyas!" diye seslenen kişiyi kesinlikle bir yerden duymuştum fakat içimdeki ses dönüp bakmamamı söylüyordu.

Duraksadığım sırada Hira benden önce dönüp önüme geçmişti. Yüzüne baktığım o kısacık saniyede Claus'un sinsi ifadesini ve cebine attığı ellerini aynı anda gördüm. Gözleri benim aksime Hira'nın üzerindeydi.

Hira'nın dudaklarından sessizce bir küfür çıktığını duyduğum, "Hay ben böyle işin." cümlesi kaşlarımı çatmama sebep olmuştu. Claus'un bunu duymadığını biliyordum.

Garip bir şekilde Çağlar'a benzettim onu. Yüz ifadesi, duruşu hatta hareketleri bile benziyordu. Yalnızca Çağlar ondan biraz daha uzun ve kabul etmek istemediğimden daha yakışıklıydı. Zihnim bu gerçekliği reddetmek istese de ortada duruyordu işte.

"Ben de diyordum ki yanındaki yavru köpek de ne?" Muzip yüz ifadesini takınmaya devam ederken çoktan yakınımıza gelmiş hatta Hira'nın iki adım önündeydi bile. "Hira Grivas."

Kaşlarımı çatıp Hira'nın yumruk yaptığı parmaklarına baktım. Ardından Clause'un hareketlerine göz attığımda onun aksine rahat görünüyordu.

"İsmim sizin gibi birinin telaffuz edebileceği bir isim değil." dedi tükürür gibi. Açıkçası ikisinin arasındaki öfke ve alevden gözlerim yanmıştı. Hira'nın yumruğu her an Clause'un yüzüne inecek gibi duruyordu.

Clause onun aksine gülümseyerek "Sakin ol bodyguard, sadece konuşmaya çalışıyorum." dediğinde gözlerinin beni bulduğunu hissettim. "Ofelya ile tabi ki. Seninle konuşmam için havlamam gerekir ve inan sokak ortasında beni havlatacak şey hoşuna gitmez." Hira'ya hitap ettiği cümlenin bitiminde "Seninle eskiden annenin üzerine kayıtlı birkaç mülk hakkında konuşmak istiyorum." dedi.

Annemin üzerine kayıtlı mülkler hakkında pek fikrim yoktu, yalnızca birkaç defa Zafer abimin gösterdiğini ve bilmem gerektiğini hatırlıyordum fakat Clause'a bilgisiz olduğumu belli etmemeliydim.

"Tam olarak ne hakkında?"

Sesli bir nefes verdi. "Böyle ulu orta konuşulacak bir mevzu değil. Yarın akşam üzeri vaktin olursa bir yemekte anlatmak isterim."

İşte şimdi benimle konuşma çabalarının rengi belli olmuştu. Çıkarı olmadan biri neden benimle iletişime geçmek istesin ki zaten?

"Önce babamla görüşmeliyim. Onay verirse uygun koşullarda görüşebiliriz."

"16. Yüzyıl Prensesi misin de Bakan'ın onayıyla hareket ediyorsun?"

Tek kaşımı kaldırıp omuzlarına odaklandım, bunu garipsiyor olmalıydı fakat kurallar gereği yüzüne bakamazdım daha fazla. "Seçim arefesinde bir sorun çıksın istemem."

"Peki öyleyse haberleşiriz."

Hafifçe gülümseyip tekrar yoluma devam ederken Hira'ya laf atmadan bitirmedi konuşmayı. "Bu arada Ofelya... Yavru köpeğini getirmesen daha iyi olur."

Hira sabır dilenir gibi mırıldandığında çoktan yanıma gelmiş ve kapımı açmıştı bile. Kaşlarımı çattım. "Ağzınızı toplayın ve bir kadınla nasıl konuşulması gerektiğini öğrenip öyle gelin yarın rica ediyorum."

Yerime oturup kemerimi taktım ve zihnimi kurcalan noktalara cevap aramaya çalıştım. "Clause ile sorununuz ne?"

"Benim genelde insanlarla sorunum olmaz ama o... Lanet herifin teki."

***

İki Hafta Önce

Hira gözlerini dört açmasına rağmen bastıran uykusu yüzünden odağını kaybeder olmuştu son yarım saattir. Ceketine çeki düzen verip kapıdan girip çıkan her simayı dikkatle kontrol ediyordu. Siyah araçtan inen ve daha önce görmediği adama birkaç saniyeden fazla baktığını fark ederek kaşlarını çattı. Adam anahtarı valeye fırlatıp kafa selamı verdi ve hızla içeri geçtiği.

Saatler geçmişti Cirila içeri gireli fakat hala çıkmamıştı, anlaşılan gece uzun olacaktı. İçeri girmesine baştan izin verilseydi bunların hiçbir olmazdı, kapıda endişeden delirmezdi. Korumaların girşinin yasak olduğu tek eğlence kulübüne gidiyor oluşu onu delirtiyordu ve bunu sırf ona eziyet etmek için yaptığına adı gibi emindi.

Çünkü Hira yarı Türk'tü ve ismi Türkçeydi.

Titreyen telefonunu hızla açtı. "Neredesin sen?"

"İçeri girmem yasak olduğu için kapının önünde bekliyorum efendim."

Sesinden deli gibi sarhoş olduğu belli oluyordu. Biraz daha dişini sıkarsa Bakanlık'tan alacağı geri dönüşle daha insan gibi birinin korumalığını yapabilirdi bu yüzden sessizliğini korudu.

"Gelip beni al. İçerideyim."

"İçeri girmem yasak efendim."

"Sana gelip beni al diyorum! Bir yolunu bul ve gel aptal!"

Telefon yüzüne kapandığında en nefret ettiği ortama girmek zorunda kalacağı için öfkeden kan kusuyordu ama içine. Kapıdaki korumalara durumu izah etmek üzere ilerledi. "Korumalığını yaptığım VIP içeride ve deli gibi sarhoş olmuş durumda. İçeri girmem gerekiyor."

"Maalesef korumaların girişi yasak." diyerek bunu gösteren tabelayı işaret etti. İçeride her türlü pislik döndüğünden sadece 'seçilmiş pislik'lerin girebileceğini gösteren tabelayı dağıtmak istedi.

"Bakın." dedi öfkeyle. "Şu lanet yere girmeye meraklı değilim ve eğer girmezsem muhtemelen bu gece şutlanırım! Götünden kan almamı istemiyorsan beni içeri al!"

Kendine güveniyordu çünkü birçok dövüş sanatına hakimdi, girdiği çoğu mülakatta birincilikle seçiliyordu ve iri yarı güvenliğe kafa atmayı da sorun etmiyordu.

"Giremezsin diyorum."

Hira'nın derin nefes alıp karşısındaki korumanın gözlerine parmak attığı gibi aynı saniyede boynuna da darbe indirip yalnızca iki harekette onu etkisiz hale getirmişti.

Hira uzun bacakları sayesinde içeri kolayca dalmıştı fakat yoğun koku başını döndürüp durduğu için neredeyse dengesini kaybedip düşecekti. Burası buram buram uyuşturucu kokuyordu.

Gözleri bir süre etrafı taradı, sonunda kuytu köşede kalmış arkadaş grubuyla eğlencenin dibine vuran Cirila ilişti gözlerine. Elindeki kadehi kafasına dikip kahkaha eşliğinde yanındakilere bir şeyler anlatıyordu.

Masadaki simaların çoğu tanıdık isimlerdi ve hepsi leş durumdaydı. Cirila'nın yanında kolunu onun oturduğu yerin üst kısmına atmış bir adam da vardı. Doğrusu masada ona doğru dönen tek göz onunkiydi ve o gözlerden de yalnızca iki şey fışkırıyoru; ihtiras ve hakir görüş.

"Kimin kapıdaki köpeğiymiş bu?"

Cirila duyduğu dümleyle Hira'ya dönerken gözlerinden alev fışkırdığını görüp baka kaldı. "A! Hira!" diye bir nida çıktı dudaklarından. "Gerçekten girebileceğini düşünmemiştim, vay canına!"

Hira'nın öfkesi artık son noktadaydı ve önündeki kadehlerden birini alıp arkalarında bulunan duvara fırlattığında "Aa!" diyerek onu teklit etti. "Gerçekten bu kadar salak olabileceğini düşünmemiştim!"

Öfkeyle üzerindeki ceketi çıkarıp yere attı, göğsündeki adına çalıştığı ailenin baş harfinin armasının hala takılı olduğunu fark edip armayı yere attı. Sertçe çekişi yüzünden düğmelerinden ilk ikisi kopmuştu.

Ellerini masaya dayayıp Cirila'ya yaklaşmayı umarken yanındaki adamın da yakınında olmayı umursamadı. "Götünü toplamak için başka köle bulursun artık."

Cirila onun işi bıraktığını öğrenirse babasından yiyeceği lafları hatırladı fakat gururu da durmasını söylemesi için büyük bir engeldi. Masadan geri çekilmesini fırsat bilip yanındaki Clause'a doğru "Onun gitmesini engelle, istediğin dosyalar yarın elinde." diyerek gülümsedi.

Fakat Clause onun sözlerini dinlemek yerine önüne bakıyordu. Aniden ayaklanıp Hira'nın tam karşısında durduğunda yabancı simanın ne yapmaya çalıştığını anlayamadı Hira.

Burnuna dolan kokular dikkatini yeterince dağıtmıyormuş gibi karşısına dikilip görüş açısını kapatan bu adama da öfkeyle baktı. Derdi neydi de karşısında dünyanın en zevkli filmi varmış gibi dikkat kesilmişti onun yüzüne. Farkında olmadan azalan öfkesini diri tutarak elinin tersiyle güçlü bir şekilde itti karşısındaki adamı.

Clause'un güler gibi homurtu çıkarmasının ardından tek kelime etmeden ona Demir Lady lakabının takılmasını sağlayan keskin vuruşunu yapmakta karar kıldı. Parmaklarını aynı dışarıdaki görevliye yaptığı gibi gözlerine bastırıp hemen ardından boynuna sert bir darbe indirdiğinde "Ulan!" nidası duyması bir olmuştu. Fakat beklemedği bir şekilde beline dolanıp onu duvara sabitleyen eller ve kırmızı gözler yüzünden artık lakabı tehlikedeydi. Ortalama olarak birkaç dakika görüş açısının kısılması ve nefes alışverişinin yerine gelmemesi gerekirdi!

Dizlerinin üzerine bile çökmemesi Hira'yı dehşete düşürmüştü ve elleri kolları bağlanmış gibi ne yapacağını şaşırmıştı. Clause ellerini sıkı sıkıya tutup acıyan gözlerini açıp kaparken "Görevini böyle kötüye kullanamazsın Hira." dedi. Hala acı çekiyordu fakat Hira'nın beklediği daha büyük bir acıydı. Şu an kollarını rahatlıkla sabitleyememesi gerekirdi.

Dizleriyle sertçe darbe indirmek üzere hareket ettirdiğinde ondan hemen önce iki bileğini de tek eliyle tutup geri çekilmeyi başarmıştı. Clause yandan bir gülüş attı ve bu Hira'yı daha da öfkelendirdi.

"Sen... Asker misin?" dedi dehşete kapılıp.

Clause onun debelenmelerini kesmek adına daha sıkı kavradı ellerini ve duvara daha iyi yasladı. "Onurlandım." diyerek açıkta bıraktı bütün kapıları. Hira son kez vurucu darbesini yaparak sol bileğini kıvırıp parmaklarından kurtuldu ve karnına sıkı bir yumruk geçirdi. Yumruktan da anladığı üzere kesinlike sıkı bir vücudu vardı. Seri hamlelerle ondan uzaklaştı, Clause karnına bu denli sıkı bir darbe yemeyi beklemediğinden eğilir pozisyondaydı.

"Bir adım daha yakınıma gel seni mezarına ters sokarım." diye hırladı. Bütün masanın onları izlediğini, Cirila'nın dehşete kapılmış yüzünü henüz görebilmişti. İşaret parmağını tehditkar bir şekilde savurdu. "Bunu yapmayacaktım ama arkadaşın çok istedi." diyerek Clause'u gösterdi. Telefonunu çıkardı bir süre kısa bir mesaj çekti ve ekranı Cirila'ya gösterdi.

Mesajda Cirila'nın konumu vardı ve babasına atmıştı. Telefonla beraber diğer elini de cebine atıp masaya sırtını döndü ve çıkışa doğru ilerlemeye başladı. Arkasında dehşetle gözlerini alamayan bir Clause kalmıştı. Fakat zihninde yalnızca öfke ve kin vardı. Cirila ise çoktan çığrından çıkmış ve olduğu yerde tepiniyordu.

***

Zaman su gibi geçer olmuştu özellikle parmağıma bir yüzük taktığımdan bu yana. Geçen tek şey zaman değildi elbet; ben de geçip gidiyordum kuralların üzerinden. Çağlar'ın girişinden bu yana hayatımdaki gözle görülür hiçbir değişikliği inkar edemezdim. Gevşeyen kuralları, üzerimdeki baskının azalışını hissedebiliyordum.

Fakat Clause ile görüşmeme izin verecek kadar gevşediğini bilmiyordum babamın. Bunun beni rahatlatması gerekiyordu, mutlu olmalıydım ama olamıyordum da. Boynumdaki sıkı iplerin gevşediğini biliyordum, hissedemiyordum. Çünkü yıllardır öyle sıkı sıkıya sarılıydı ki artık onlar olmasa bile sadıktım bütün bu kurallara.

Yemek için endişeliydim, Clause'un tehlikeli biri olduğu her zerresinden belli oluyordu. Dilimin keskin olduğunu biliyordum fakat genelde insanları kırmaktan korkutğum için kendimi tuttuğumdan bunu suistimal ediyorlardı. Bu gecenin ne getireceğini merak ediyordum.

Aynadan kendime bakıp tüm kabloların saklandığından emin olmaya çalıştım. Belimde takılı olan aleti bol gömleğimle kapatmaya çalışıyordum fakat pantolonumun içine aldığım gömleğim buna engel oluyordu. İstemsizce sesli bir nefes aldığım sırada titreşen telefonumu aldım elime. Çağlar'ın aradığını düşünürken Zafer abimin simiyle donakaldım. Uzun zaman olmuştu...

"Efendim abicim." dedim neşeyle. Gizlemeliydim, her şeyi gizlemeliydim ki beni düşünüp bir de bana dertlenmemeliydi.

"Efsun haberlerin yalan olduğunu söyle! O herif seni biriyle nişanlamamış olsun!"

Korktuğum başıma gelmişti. Öfkeyle verdiği derin soluğu duydum. "Elimde olsa oraya gelir onu-"

"Sakın!" dedim hiddetle. "Senin oradaki görevin benden katbekat daha önemli. Eğer buraya gelirsen bana sadece vicdan azabı çektirirsin."

"Nasıl durayım Efsun? Nasıl sabredeyim yaptıklarına?"

"Annemizi düşün. Onun ülkesi için yapabileceklerini düşün. Bizim de öyle olmamızı isterdi."

"Biliyorum."

"Bana oralardan bahset. İzmir nasıl?"

"İzmir'de değilim abiciğim."

"Neredesin? Bir sorun mu var?"

"Aydın'dayım, Nazilli. Yunan itleri İzmir kıyısındaki gemileri iki katına çıkardı, her yer asker kaynıyor. Bir süre burada kalacağız."

Nazilli, annemin memleketiydi. Fotoğraflar dışında hiç görmemiştim fakat kendimi ait hissettiğim yerdi Nazilli.

Annem de görmemişti doğrusu, çünkü Konstantinopolis Özerk Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine geçiş kesinlikle yasaktı. Annem de benim, bizim gibi Konstantin'de doğmuştu ve memleket hasretiyle yaşamıştı yıllarca. Şayet burası, Türkiye Cumhuriyetinin olsaydı Nazilli'yi böylesine derin bir sevgiyle aramazdı da.

İzmir senelerdir iki ülkenin en büyük sorunuydu; yıllar önce surlara döküldükleri noktadan yeniden karaya çıkmaya çalışıyorlardı Yunan askerleri.

"Dikkat et kendine. Yemeklerini aksatma, uykunu aldığından emin ol."

"Sen de dikkat et. Bana fotoğraf atmıyorsun bu aralar, gönder bakayım üç beş."

Kıkırdadım. "Sen de gönderirsen olur."

Kederli bir nefes çektiğinde dudaklarında sigarası olduğuna emin oldum. "Kiminle nişanladı seni?"

"Sana düşünme dedikçe kurcalıyorsun abi!" diye sitem ettim fakat cevap vermezsem üsteleyeceğini de biliyordum. "Bir asker; Çağlar Kuzgun." Bu gerçeklikle bir an duraksadım. "Aslına bakarsan nişan yapıldığından beri yakamdan biraz olsun düştü... Biliyor musun abi okula gitmeme bile izin verdi."

"Çıkarı olmasa yapmazdı bu itliği, kim bilir ne derdi var seni okula göndermek için."

"Seçimler abi. Beni ilgi çekmek için ortaya atıyor. Çağlar sıradan bir asker değil, uzun yıllar İtalya'da görev yapmış. Herkes onu ralli pilotu olarak bildiği için ikimizin nişanı seçim öncesi imajına iyi gelecek. 'Bakın bu benim kızım ve bu da damat adayım meşhur ralli pilotu. Ayrıca ülkemiz için çalışan bir asker.' diyerek halkın damarından giriyor. Türk olmasına rağmen Yunan'lara değer verdiğini, iki tarafa da ait olduğunu göstermeye çalışıyor."

"Efsun bu işin sonunu hiç iyi görmüyorum. Seni nişanladı, ya şimdi de daha fazlasını isterse?"

"Artık bana mecbur, en azından zarar veremeyeceğine eminim. Hem bu durumu iyi yönetebilirsem aleyhine çevirebilirim."

"Kendini riske atacak şeyler yapma... Efsun şimdi kapatmam lazım kendine dikkat et abicim."

"Sen de. Allah'a emanet ol."

"Allah'a emanet ol gülüm."

Gülüm.

Bir gün annem hepimizi bahçeye çağırdığını anımsadım. "Efsun! Zafer! Devran! Buraya gelin çocuklar bakın burada ne var!" deyip hepimizi toplamıştı ağaçların arasındaki çalılara. "Gülümüz açmış!" Ellerimi çırpa çırpa heyecanla koşmuştum o gün anneme. Fakat çalıların arasında elimi attığım gibi parmaklarıma batan diken yüzünden saatlerce de ağlamıştım. Çok güzellerdi, kırmızıya aşıktım ve benim olsunlar istemiştim. "Her şey olması gereken yerde güzeldir." demişti o gün elime yara bandı takarken.

Üzerime kabanımı alıp aşağı indim ve doğrudan dışarı çıktım. Hira beni arabada bekliyordu, tam da benim gibi dakik olduğu için minnettardım. Açıkçası daha önceleri önemsenmediğimden birçok sıkıntı yaşamıştım fakat Hira'nın işini iyi yapmaya çalıştığının farkındaydım.

Kapımı açmak üzere arabadan indiğinde "Hira." dedim sitem eserek. Yaptığını fark edip "Mesleki deformasyon." diyerek geri bindi.

İçerisi sıcaktı ama kabanımı çıkarmadım, oldukça yakındaki bir restorana gideceğimizden sorun olmazdı. Telefonum parmaklarım aradında terlemişti çünkü stres yapıyordum. Daha önce bir erkekle karşılıklı oturup konuşmamı gerektirecek hiçbir sebep olmamıştı.

Restorana yaklaşmamızı üzerine Hira'ya "Eğer istersen içeri gelmeyebilirsin. Clause ile pek iyi geçinmediğin ortada." dedim.

El frenini çekti. "Açıkçası ondan korktuğumu düşünmesini istemem ama karşılaşıp yeniden sinir krizi geçirmek de istemiyorum. Ben arabada beklerim."

Başımla onaylayıp çantamı koluma astım ve ömrümün en korktucu şeyini yapmaya gittim. Tek başıma bir mekana girmek. Ömrümün bundan kaçınarak geçmişti ve her defasında mecbur da kalıyordum işte.

Girişteki görevlinin yanıma ilerlediğini fark ettiğimde derin bir soluk alıp sakinleşmeye çalıştım. Cebime koyduğum ellerimi çıkarıp çantamda sabitledim. "Hoş geldiniz, efendim. Rezervasyonunuz var mıydı?"

Hafifçe gülümseyerek etrafa göz gezdirir gibi yaptım, ona bakmamaya çalıştığıma dikkat etmesin istedim. Birden Clause'un soyadını bilmediğimi hatırlayınca kan beynime sıçradı. "Imm... Clause adına bir rezarvasyon olmalı."

"Ah, buyurun Ofelya Hanım."

Adamın hemen arkasından ilerlerken pek de kalabalık olmayan masaların arasından geçip cam kenarına vardığımızda dışarıda hafiften bir yağmurun atıştırdığını gördüm. Restoran göz kamaştırıcı güzellikte ve loş ışığın harika kullanımına esir olmuş görünüyordu.

Clasue'un gözleriyle o an ancak tanışabilmiştim. Mavi gözleri loş ışıkta oldukça koyu görünüyordu. Masaya yaklaştığımız sırada görevli üzerimdeki kabanı almak üzere hareket ettiğinde irkilerek "Kalsın lütfen." dedim ve çektiği sandalyeden uzaklaşmasını bekleyip oturdum.

"Gerçekten gelmeyeceğine o kadar emindim ki."

"Hoş buldum." dedim iğneleyici bir tonda. Gözlerini çevirdiği camdan dışarı göz attığımda otoparka henüz giriş yapan tanıdık arabamı gördüm. Hira'nın yüzü görünmüyordu, arabayı köşede bir yere çekip içinden çıkmadı.

"Eminim sizin de çok işiniz vardır, hızlıca konuşacaklarımızı halletsek iyi olur."

Elini menüye atıp sayfalarını karıştırırken düşünr gibi mırıltılar çıkardığında memnuniyetsizce ben de menüye göz attım. Yemek konusunda rahat bir insan olduğum söylenmezdi oldukça seçiciydim ve et yerden ağzıma et tadından ziyade baharat tadının gelmesini severdim.

Garsonunu çağırıp kendi siparişini vermesinin ardından ben de benimkini verdiğimde gözlerime yanında getirdiği dosya dolu olduğunu düşündüğüm çantası ilişti.

"Annen hakkında pek bir şey bildiğim söylenemez ama çalışanlarımla yaptığımız birkaç araştırmadan sonra stratejik olarak istediğim tüm arsaların veya mülklerin sahibi olduğunu fark ettik." Dosyalarını açıp adreslerin yazılı oldukları başlıkları bir bir okudu. "Hepsi tam olarak ihtiyacımız olan kritik noktalar."

Açıkçası bu arsalar ve evlerin çoğunu yalnızca aile yadigarı olduğundan elimizde tutuyorduk. Kira gelirlerini abime gönderiyordum ki bu oldukça yüksek bir miktara eş değerdi. Benimse pek ihtiyacım olduğu söylenemezdi. Annemin ailesinin çok zengin olduğunu hep biliyordum üstelik tek çocuk olduğundan tüm her şeyin bize kalacağı zaten yıllardır ortadaydı.

"Peki benden tam olarak istediğin şey ne? Mülkleri satmam mı?"

"Hayır, açıkçası bu fazla basit ve öngörülebilir bir şey."

Garsonun yemeklerimizi getirmesi üzerine kısa bir sessizlik yaşanmıştı. Bardağıma masadaki şişeden bir miktar su koyarak ağzımın tadını yeniledim ve Clause'un çoktan etinden bir parçayı ağzına attığını gördüm.

Düşündüğümden daha mantıklı ve stratejik bir konuşma içerisindeydik üstelik tam olarak neyi istediğinden emin olduğu için konuşurken kelimeleri dolandırmıyor, doğrudan isteklerini söylüyordu.

"Satın almak yerine ortaklık teklif ediyorum. Mülk sahibi olarak Bakan'ın ismi yazsaydı doğrudan ona gidecektim fakat bizzat senin simin yazdığından teklifi Bakan Zaharyas'a değil sana yapıyorum. Bu yüzden bize rakip çıkmaması adına ondan gizlemeni de rica edeceğim."

"Babam neden rakip çıksın ki?"

"Baban, Bakan olmadan önce bizim şirketimizin en büyük rakibiydi ki hala öyle. İşinin yanı sıra kardeşin Viktor adına birçok proje başlatmış." Yüzümün aldığı şekilden dolayı bunu bilmediğimi fark etmiş olacak ki "Demek hiçbir şeyden haberin yok. Vay canına! Bakan'ın evinde neler dönüyor böyle?"

"Babamla iş konuşmayız." dedim kendimden emin bir şekilde. Söylediklerini ölçüp biçerek fikri iyice tarttım. Boş arsaların veya kira gelirlerinin öylece sabit kalmasındansa iyi bir projeyle gerçekten güzel şeyler çıkabilirdi. Fakat bu projeler için Clause ismi ne kadar doğruydu, orası büyük bir muammaydı. Çünkü Clause hiç mi hiç güven vermiyordu, üstelik bu projeler Yunan lehine kullanarak ileride benim için büyük sorunlar doğurabilirdi.

"Açıkçası senin bu işteki gizli isim olmanı yeğlerim çünkü Bakan ile zıt düşmek pek işime gelmez. Paravan biriyle iş birliği yapabiliriz mesela ikimizin ortasını bulaca biri... Çağlar."

Elimi hafifçe kaldırıp "Bir saniye sanki sana onay vermişim gibi konuşma lütfen. Henüz düşünmedim." dedim telaşla. Bu telaşım karşısında yüzüne baktığım o kısacık saniyede yandan bir gülüş attığını gördüm.

"Yani sana projenin ilerideki başarısından da mı bahsetmeyeyim?"

"Hayır, manipüle edilmek istemiyorum."

"Yine de bahsedeceğim." diyerek irdeledi ve keyifle tabağından bir parça daha adı. Parmaklarımı şakaklarıma götürüp hafifçe ovarken derin bir soluk verdim.

"Potansiyel riskleri yok diyemem. Gerekli izinler, iş planı, projenin geliştirilmesi şirketime ait olacak ama her şeyden haberdar edileceksin. İmza yetkisini yüzde elli, yüzde elli olarak ikimiz paylaşacağız. Yani benim attığım imzanın yanında seninki olmadan, senin imzanın yanında benimki olmadan iş görmeyecek. Daha da önemlisi," Gözlerini belimde takılı olan alete dikti. "Sağlık sektörüyle ilgili olacak. Diyabetin vardı değil mi?"

Kaşlarımı çattım. "Bu her yerden öğrenebileceğin bir bilgi değildi. Kimden duydun?"

"Elbisenin potluğundan anladım. Kız kardeşim de diyabet hastası."

Kaşlarım şaşkınlıkla havalandı.

"İstersen şimdiden senin için paravan olup olamayacağını sor Çağlar'a. Çünkü pek fazla zamanımız yok. Ayrıca özellikte istediğim mülk yerleri Beşiktaş ve Beyoğlu tarafındakiler. Bil diye söylüyorum hepsinde gözüm yok."

Bakışları yeniden otoparka döndüğünde önündeki tabağını çoktan bitirdiğini ve benim gibi su içtiğini gördüm. "Kablolu kullanıyorsun. Anlaşılan haberler doğru."

"Ne gibi haberler."

"Ağzın cidden sıkı ha." diyerek bardağını masaya bıraktı. "Sağlık malzemeleri ile sorunlar yaşandığı. Bizdeki insülin pompası stoğu da bittiğinden kablolu olana geçtik. Temin ettiğim yerden duyduğuma göre Türkiye Cumhuriyetine yaptırım uyguladığımız için onlardan da hiçbir alışveriş yapmama kararı almışız. Haberler bunları söylemeyi reddetse de her şey aşikar. Açıkçası ülkemi seviyorum, kökenimle gurur duyuyorum ama söz konusu sağlık olduğunda keskin sınırlarım var."

"Melez misin yoksa-"

"Tüm atalarım İngiliz."

"Anlıyorum." Açıkça ırkçılık yapacağını belli eden bir ses tonuydu bu. Melez kanı taşıyanlara bile İngiliz demezlerdi.

"Yavru Köpeği getirmişsin."

"Arkadaşımı," dedim bastırarak. "getirdim, bana eşlik etmesi için."

"Öyleyse neden yanımıza davet etmiyorsun."

"Kalp sağlığını düşündüğümden." Vakit oldukça hızlı geçmiş gece gece iyice çökmüştü. "Konuşmamız bittiğine göre kalkayım. Kararımı verdiğimde sana ulaşırım."

Çantamı omzuma taktığımda ayaklandım. Tokalaşmak için uzattığı parmaklarına bakıp gerçekten mahcup oldum. Kendimi ona karşı önceki kadar uzak hissetmiyor aksine teklifindeki samimiliğe dayanarak artık tanışık olduğumuzu düşünüyordum, onun da böyle düşündüğüne emindim. Şimdi elini sıkmadan öylece geçip gittiğimdeyse benden yine nefret edecek ve hakkımda kötü düşünecekti. Bu hep yaşadığım bir şeydi.

Hafifçe gülümsedim. "Güzel bir akşamdı, sohbetten keyif aldım." Gülümsedim çünkü mahcubiyetimi kabul etmesini istiyordum. Ondan asla beklemediğim bir utanç emaresi yüzüne sindiğinde parmakları yavaş yavaş inmişti.

"Bak ne diyeceğim." Dudağının kenarı kıvrılıp aynı Çağlar'ınki gibi çapkın bir ifade takındığında gözlerimi hızla çevirdim. "Bir sonrakine onu arabada bırakma, özellikle de bu havada."

Clause ikinci vuruşunu yaptığında gerçekten şaşkındım. Onun kesinlikle zevzek, zampara, adi ve çapkın olduğundan emindim oysa.

Samimi bir karşılıkla başını hafifçe eğerek selam verdiğinde arkamı dönüp çoktan masaların arasında ilerlemeye başlamıştım bile. Kapıdaki görevlinin "İyi akşamlar Bayan Zaharyas." sözleri üzerine gülümseyerek "İyi akşamlar." şeklinde karşılık verdim.

Yağmur neredeyse dinmişti fakat zeminde küçük küçük gölcükler oluştuğundan dikkatle ilerledim otoparka doğru. Köşeye çekmiş olduğu arabanın camına tıkladığımda kilitli kapıları açarak çalıştırdı. İçerisi gerçekten soğuktu.

"Bir dahakine ne olursa olsun yanımda içeri girmelisin." dedim hem kendime hem de onun kulağına küpe olsun diye.

"Sorun değil, sıcaktansa soğuğu tercih eden biriyim."

Kemerimi takıp yola döndüğümde nedense oldukça yorgun hissediyordum. Babamın gizlediği ve Viktor'un adını kullanarak başlattığı projelerin neler olabileceğini deli gibi merak ediyordum. Öte yandan teklifi kabul edip etmemekte kararsızdım fakat mülklerin öylece durmasındansa bir işe yaramasını ve bunun babamdan gizli olmasını isterdim.

Tüm bunları düşünürken eve varmıştık bile. Kapının önünde durduğunda "Eşlik ettiğin için teşekkür ederim. Yarın muhtemelen tüm gün evde olacağım yani buraya uğrama bile." dedim.

"Evde olsanız da her an yakınınızda olmak adına müştemilatta bekliyor olurum. Bu benim işim, gönüllülük projesi değil."

Benim aksime gerçekten duygusuz olduğunu düşünmeye başlamıştım. Bıkkın bir suratla "En azından saygı eklerini bir kenara at yoksa bozuşacağız. Yani lütfen." diyerek ayrıldım arabadan. Kapıyı çalmadan güvenliklerin haber vermesi üzerine Güzide çoktan açmıştı bana.

"Hoş geldin Efsun'um."

"Hoş buldum Güzide. Evde kimler var?"

"Bakan iş gezisinde, yanına Elene'yi de götürdü. Viktor onların yokluğunda eve gelmez zaten biliyorsun. Bir sen bir de ben varız."

Üzerimdeki paltoyu çıkarıp asarken "O zaman sen de geç odana dinlen. Geç oldu yatarım ben zaten." dedim. Aslında hiç uykum yoktu bu yüzden üst kattaki telezivyonlu odalardan birinde film izleyecektim. Genelde evde yalnız kaldığımdan kendimi mutlu etmeyi öğrenmiştim.

"Peki o zaman iyi geceler kuzucum."

Arkasından gülümsemekle yetinip odama gittim, üzerimi değiştirdim ve mutfağa geçip yiyecek bir şeylere baktım. Masadaki keke gözüm takıldı, hatta öyle takıldı ki bir anlığına geçmişi koy verip ölesiye yemek istedim onu. Ama zihnimde canlanan anılar donup kalmama sebep olmuştu.

Keke sırtımı dönerek tezkagtaki kahve makinasına kapsülü atıp beklemeye başladım. Beklerken telefonumdan sosyal medya hesaplarıma son kez bakmayı düşündüm. Twitter'ın gündemindeki konuları bir bir okurken #KimBuKonstantinopolisAskeri etiketine istemsizce kaşlarımı çatarak girdim.

Çıkan videoya basmadan bile yüzünün yarısı kapalı olan askerin heybetinden, duruşundan ve gözlerinden anlamıştım kim olduğunu. Video oynamaya başladığında ortalama yirmi- otuz kişilik askere nutuk çeken sesi yankılanıyordu.

"Rahat asker!" dedi önce. Videoda hava aydınlık göründüğünden saatler öncesine ait olduğu belliydi. "Aydın'da yaşanan üzücü olayın ardından İzmir'e yola çıkmaya hazır mısın asker!"

"Hazırız komutanım!" diyen gür erkek sesleri yankılandı.

Video yalnızca birkaç saniyeydi fakat ben devamlı olarak tekrar edip durduğumdan neredeyse bir dakikayı geçmişti. İnsanların tepkilerini merak ederek videodan çıktım.

"Konstantinopolis sokaklarında sürekli askerlerin gezdiğini duymuştum, hepsi bunlara benziyorsa uçak bileti almaya gidiyorum lol."

"Neyden bahsettiği hakkında hiçbir fikrim yok ama lanet olası sesi çok ateşli!"

"Yine işleri karıştırmaya gidiyorlar, ne zaman akıllanacaklar?"

"Hepsinin İngiliz olduğuna eminim."

"Bunlar Türk mü yoksa Yunan mı şimdi?"

"Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşayan biri olarak söylüyorum ki İzmir'de yeniden suya döküleceksiniz, hazır olun şerefsizler!"

"İngilizler de orada çünkü birilerinin tarihi eserleri koruması (!) gerek."

"Yeni nesil Ares gibi görünüyor."

"Konstantinopolis değil orası İSTANBUL aslanım! Gelip yedirmemi ister misin?"

Sinir kat sayılarım yükselirken geri yaptığımda aniden etiketlerin yenilenip bambaşka bir konunun trendlerde yükselişi gözlerime çarptı.

#BuBirSoykırım

Bu defa korkarak bastım etikete. Ormanlık alanda çekilmiş birkaç fotoğraf ilişti önce. Ardından mezar yerinden birkaç kat daha büyük kazılan bir çukura atılmış ölü bedenler göründüğünde boştaki elimle ağzımı kapatma gereği duydum. Vahşice öldürülüp tek bir mezara atılan yaklaşık dokuz on beden üst üsteydi. Ellerim titriyor, midem bulanıyordu bu görüntüden hemen sonra. Silivri civarında bulundukları yazıyordu. Yine bir toplu mezar vakasıydı ve yüksek olasılıkla hepsi Türk'tü.

Mutfaktan bahçeye açılan cam kapıdan gelen seslerle beraber olduğum yerde küçük bir çığlık attım fakat hemen ardından kendimi durdurup elimle ağzımı kapattım yeniden. Zaten ürkmüş ve kanım çekilmiş vaziyetteyken ansızın gelen sesler yüzünden şuracıkta bayılacaktım.

Kapı kilitli olmalıydı, genelde kullanılmadığı için kimse kilitlemeden bırakmazdı fakat içeri giren soğuktan da anlaşılacağı üzere açılmıştı. Karanlık bahçeden üzerinde taze yağmur taneleriyle giren Çağlar olmuştu.

"Buldum onu, sorun yok Elene Hanım."

Telefonun diğer ucundan gelen sesi bir süre daha dinleyip "İyi akşamlar." diyerek kapatmıştı telefonu. Üzerinde siyah boğazlı bir kazak ve yağmurluk vardı. Yağmurluğundan damlayan sular girişi ıslatmıştı bile.

O benim gözlerime endişeyle bakarken bense yalnızca anlamsızca bakıyordum.

***

Okuduğunuz için teşekkür ederim. Sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın 🫣❤️

Yeni bölüm duyurusunu bir gün öncesinden yaparım 😌

Bakalım yeni bölümde ortaya neler çıkacak?

 

Loading...
0%