Yeni Üyelik
10.
Bölüm

9. Egzoz Kokusu

@zorronezi

 

Yeniden merhabalaar. Beni takip ederek bölüm duyurularından haberdar olabilirsiniz <3

 

İnstagtam: zorronezi

 

Herkese iyi okumalar. Yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen <3

 

***

 

"Egzoz Kokusu"

Sözcükleri bulmanın güçlüğünü yaşıyordu Çağlar. Öfkesini kontrol altına almaya çalışırken kendisine yeniden yenik düşerek herkesten deli gibi gizlediği ilacının sakız haline getirilmiş o küçük tanesini dudakları arasına aldı. Fakat artık tesirini yeteri kadar gördüğü söylenemezdi. Uzun yıllardır görmüyordu gerçi. İkinci bir taneyi de attığında en azından küçük de olsa etkileyeceğini düşünerek başını arkaya yasladı.

Parmakları direksiyonu sıkarken yavaş yavaş serbest bıraktı. Efsun arabadan ineli bir saat olmasına rağmen içeriden haber alamıyordu. Bir şeylerin döndüğüne emindi.

O evde sağlıklı kalan tek bir insan bile yoktu. Bunu fark edecek kadar uzun gözlem yapmıştı; özellikle Efsun'un üzerinden. İçinde karşı konulamaz bir şekilde koruma içgüdüsü oluşmuştu ona karşı. Ve bunun adına sorumluluk duygusu demekle yetinmişti şimdilik. Çünkü daha önce birkaç kadına karşı da sorumlulukla başlayan koruma içgüdüsü hissetmişti. Efsun'un da öyle olduğunu düşündü.

Kadınlara karşı yalnızca kısa süreli hisler besleyebildiğinin farkındaydı. Güzellik algısına tamamen uyan bir kadına bile yalnızca birkaç gün katlanabiliyordu hayatında. Bağlanmak tamamen riskliydi ve kontrolü kaybetmek demekti. Bağlandığı tek kadını da kaybetmişti; annesi.

Hira'nın telefonuna binlerce arama bırakmış olmasına rağmen cevap alamamak daha da sinirlendirmişti. Bu göreve ilk olarak Efsun'u korumak için gelmemiş olsa da artık koruması olarak bunu yapmak zorundaydı. Bakan'ın bizzat kendisinin kontrol ettiğini sandığı Hira bile aslında onun emrinde değildi.

Çağlar siyasetçilerin ne kadar derin pisliğin içinde olduklarını son birkaç yılda daha iyi anlamıştı. Dağda terörist kovalamayı siyasetçi pisliğine tercih ederdi fakat şimdilik ülkesi için Barış Bakanı'nı yükseltmek en iyisiydi.

Telefonundaki her bir melodi bir kişiye aitti ve Hira'nın melodisi kulakları doldururken aceleyle cevapladı. "Çok kötü şeyler oldu Çağlar. Ben bile inanamıyorum artık böylesine."

Konu Nikolas Zaharyas olunca inanılmayacak şeyin olmadığını çok iyi biliyordu Çağlar. Çünkü kendi kızının bile vücuduna zehir olduğunu inandıracak kadar psikolojisini bozmuştu.

"Anlat." dedi sakin olmaya çalışırken.

"Müştemilat kısmındayım, bahçenin arkasından dolanıp gel. Durumun vehametini görerek anlarsın belki."

Arabasını güvenli bir yere park edip sitenin en sonuna yürümeye başladı. Bakan'ın giriş kapısına yaklaşmadan arka tarafa geçti ve duvarın üzerine doğru zıplayarak çitin üzerinden tek seferde atladı. Ağaçlar sayesinde ve akşam karanlığında neredeyse hiç görünmemişti.

Hira'nın etrafını kolaçan ederek müştemilat girişinin önündeki ağacın hemen altında durduğunu gördü. Etrafta hiçbir çalışan yoktu dahası duyduğu çığlıklar neredeyse kalp atışlarını öfkeden zirveye çıkartacaktı.

"Bu sesin Efsun'a ait olmadığını söyle."

Hira kolunu yakalayıp içeri girmesine engel oldu. Salondan bahçeye açılan kapı açıktı ve tamamen cam olduğu için içerisi çok net görünüyordu.

Efsun yere çökmüş, ellerine bakınarak ağlıyordu. Onu bırak gözyaşı dökmeyi sesli sesli ağlarken bile hayal edemezdi Çağlar. Yerde adeta fışkırmış gibi duran kan gölü elinin kolunun boşalmasına sebep olurken ellerini yumruk yaptı. Koluna dikiş atılırken gıkını bile çıkartmayan Efsun'un deliler gibi titreyerek ağlaması pek normal değildi. Ne denli büyük bir şey olmuştu da gözleri böyle korkarak bakıyordu kendi ellerine?

Efsun'un hıçkırışları kulağına her değdiğinde içinden geçen tek bir şey vardı; sarılmak. Fakat onu bile yapamıyordu işte. Hissettiği çaresizlik karşısında derin bir soluk aldı. "Asla insan içinde ağlamaz dediğim Efsun'u bu hale ne soktu Hira."

Tane tane sordu Çağlar sorusunu. Kelimeleri bile doğru seçtiğinden emin değildi artık zihnindeki tek şey gidip o herifi öldürmekti.

"Bilmiyorum, Bakan birden herkesi dışarı çıkardı. Ben daha önce birkaç sinir krizine denk gelmiştim ama bu kadarı çok kötüydü."

"Ona vurdu mu?"

"Keşke vursaydı."

Gözlerini daha fazla Efsun'un üzerinde tutamadı, titredi irisleri. Parmaklarıyla şakaklarını ovuşturdu, başı çatlıyordu. "Evdeki herkesi dışarı gönderdi. Sanırım ben önceden şahit olduğum için gerek duymadı, ya da o kadının ölüsünü yalnız taşıyamayacağı için göndermedi beni. Bilmiyorum."

Çağlar duydukları karşısında ne tepki vereceğini şaşırmıştı. "Güzide vardı çalışan kadın. Onu getirip Ofelya'nın karşısına dikti, kadının elini tutup yüzüne dokundurdu. Kadın birden kan kusmaya başladı. Çağlar inanamayacaksın ama bir an Ofelya'nın vücudunda zehir taşıdığına ben bile ikna olacaktım."

Nasıl düzelecekti o kızın psikolojisi? Nasıl ikna edecekti onu zehirli olanın kendisi değil babasının zihni olduğuna?

Gözyaşları neredeyse durmuş ama hıçkırıklarının sesini hala duyabildiği Efsun'a çevirdi. Duvara yaslanmış yerde kanı izliyordu hala. Ellerinin titreyişinin korkudan mı yoksa kan şekerinin yerle bir oluşundan mı olduğunu anlayamadı. Kanlı ellerini sanki bir virüs taşıyormuş hiçbir yere dokundurmamaya çalışıyordu.

"Ben çok üzülüyorum Çağlar. Zarar görüyor ve göremeye devam edecek olması-"

Çağlar kaşlarını çattı. "İşimiz Efsun üzerinden Bakan'ı yükseltmek, gerisi bizi ilgilendirmiyor." dedi Fakat zihnindekilerle söyledikleri eşleşmiyordu zira bu gece Bakan'a güzel bir ders vereceğine emindi.

"Yanına gitmeli miyim?"

Salonun kapısı açılıp Viktor'un görünmesiyle ikisi de birkaç adım geriledi. "Viktor gittikten sonra odasına dönmezse yanına git. Odasına götür onu." Viktor ablasının önünde diz çökmek üzere hamle yaptığında Efsun ondan uzak bir noktaya doğru yerde sürüne sürüne geriledi. Konuştukları güçlükle anlaşılsa da "Sen de ölme!" diyerek kendinden uzaklaştırdığını duydu Çağlar.

Sen de ölme Efsun. Biraz daha sık dişini.

Cebinden çıkardığı kartal pençeli yüzüğünü taktı. "Bakan nereye gitti?" diye sordu dik duruşundan ödün vermeyen Hira'ya.

"Kadını kanlar içinde arabaya beraber taşıdık. Özel bir hastaneye götüreceğini söyledi, benim binmeme izin vermedi bastı gitti."

"Kadın öldü mü?"

"En son yaşıyordu ama hastaneye kadar dayanır mı bilemem."

Çağlar pek bir şey söylemeden müştemilata girdi. Efsun'un bu gece odaya gelmeyeceğini biliyordu bu yüzden Bakan'ı burada beklemeye başladı. Uzun süredir girilmediği için soğuk ve havasızdı ama Efsun'a ait o koku odanın her noktasında netti.

Hiçbir yerde fotoğrafı veya kişisel eşyası yoktu. Kimlik kartı olmasa yaşadığını kanıtlayabileceği herhangi bir şeyi bile yoktu. Çekmeceleri açıp baktığında birkaç takı dışında gözüne batan pek bir şey olmadı.

Kaynağını bulmalıydı. Bu işin bir kaynağı vardı. Bu fikrin bir geçmişi vardı. Efsun'un dilinden düşürmediği ölüm ve zehir ikilisinin bir hikayesi vardı.

Bir psikologla görüşüp neler yapması gerektiğini soracaktı. Ofelya'yı götüremezdi ama onu böyle yalanların yuvasında da bırakamıyordu işte.

Parmağındaki keskin yüzüğün pençe kısmıyla oynadı yatağın köşesine otururken. Duyduğu ilk motor sesinde harekete geçecekti ama önce yüzünü kapatacak bir şeylere de ihtiyacı vardı. Yan taraftaki Hira'nın odasının kapısına vurdu ve "Kar maskesi, yedek cekete ihtiyacım var." dedi.

Hira apar topar eline tutuşturduğunda görünmeden ayrıldılar birbirlerinden. Bakan yakında korumaları ve diğer çalışanları içeri alırdı. Bu yüzden elini hızlı tutması gerektiğini fark ederek müştemilattan içeri açılan kapıya girdi.

Zihninde milyonlarca senaryo döndürdü. Her birinde Bakan'ın kanlı bedeni yerde can çekişiyordu fakat hiçbirini uygulayamazdı; en azından henüz. Konstantinopolis'in geleceği için Bakan'ın yanında kalmalıydı.

Küçük bir uyarı, diye geçirdi içinden. Acıttığı kadar acısa yeterdi canı.

***

Zaman kavramının ucunu kaçırmıştım. Karanlıkta burnuma sinen kan kokusuyla beraber kulaklarım ilişen ayak sesleri kendime getirmişti beni. Işık yandı, olduğum yerde sıçradım. Viktor sakince yanıma gelirken gözlerimi üzerinden alamadım. Benim için endişelenmiş bir ifade vardı gözlerinde.

"Abla." dedi bana yıllar sonra ilk kez. Gözlerimden bir damla yaşın tekrar akmasına sebep olmuştu. "Odana çıkalım mı?" derken elini bana doğru uzatması ve üzerime birkaç adım daha yaklaşmasıyla ellerimi arkama atarak geri geri gittim.

"Yaklaşma! Sen de ölme Viktor ne olursun!"

Yüzündeki dehşet ifadesi, beyaz teninin kızarması aynı anda gerçekleşiyordu. Gözlerinin titrediğini görebiliyordum.

"Yaklaşmak yok, tamam. Anladım. Odana kadar eşlik edeyim bari."

Çenem titredi, vücudum sanki habersizce ayağa kalkıyordu. Ellerimle yerden destek alarak kalktığımda başım döndü fakat dizlerime tutunup tekrar doğruldum. Zemindeki kanlara basa basa yukarı kadar Viktor'un arkasından yürüdüm. Düşünemiyordum hiçbir şeyi.

Kapımı açıp önden girdi, yorganımı kaldırıp yastığımı düzeltti. Yüzüne minnettarca bir bakış attığımda kaşları mahcubiyetle büküldü. Karşımda o küçük Viktor vardı. Beni evde istemeyen ama bensiz de oyun oynayamayan Viktor.

"Ofeli." dedi bana Elene ile taktığı lakapla seslenerek. "Güzide'yi hastaneye kaldırmışlar, ölmemiş olabilir." Beni sakinleştirmek, içime su serpmek istiyordu fakat şu saatten sonra kalbimde hiçbir duygu kalmamışken bu çok zordu.

Sanırım Çağlar haklıydı; "Duygular zayıflık getirir. Birbirine duygusal olarak bağlanan insanlar acı çekerler."

Gözlerimi kapatmaya çalıştım fakat her kırpışımda Güzide'nin korkarak bana bakan gözleri geldi önüme. Kahverengi gözlerinin titreyişi, dehşetle kocaman açılışı, akan gözyaşları; hepsi tazeydi ve zihnimde volta atıyordu.

Zehrin tüm vücudumda olduğunu hiç bu kadar derinden hissetmemiştim. Bir süre önce şüphe edecek kadar inanmıştım zehirli olmadığıma fakat az önce yaşananlar göz ardı edemeyeceğim kadar gerçekti. Bileklerimde akan kanın kırmızı olduğuna emin olduğum kadar emindim insanları öldürecek kadar iğrenç bir insan olduğuma. Hayatımın bir noktasında bir şey olmuştu ve ben zehirlemeye başlamıştım. Distopik bir bilimkurgu değildi bu gerçekti ve tüm bunları yaşayarak görüyordum, test ediyordum.

Viktor ışığı kapatıp gece lambasını açtı, "Ben buradayım." diyerek yatağımın benden uzak noktasına oturdu. "Uyu Ofeli."

Yorganı omuzlarımdan da yukarı çektim. Sıkı sıkı sarıldım önümdeki parçasına, parmaklarımın ucu acıyana kadar bastırdım yorgana. Yüzümü yastığa gömdüm. Titriyordum, üşüyordum ve kan şekerim yerlerdeydi; dahası korkuyordum.

Gözlerim usul usul kapandı, derin uykuya geçmeden hemen önce kapımın birkaç kez açılıp kapandığını duyacak kadar hafifti uykum. Ama açmadım gözlerimi çünkü uyanmak istemiyordum artık. Üstelik burnuma dolan buram buram Çağlar'ın kokusunun hayal mi gerçek mi olduğunu anlayamayacak kadar da kafam yerinde değildi.

***

Çağlar, Bakan'ın eve gelişine daha uzun bir zaman olduğunu fark ederek çalışma odasından temkinle ayrıldı. Henüz çalışanlar yoktu, Viktor ve Efsun dışında da bu kata çıkan kimse olmadığını biliyordu.

Viktor'un odadan çıkışından hemen sonra karanlık koridoru fırsat bilerek adımlarını Efsun'un odasına yönlendirdi. Sessiz olmaya özen göstererek içeri girdiği gibi kapıyı kapattı. Huzursuzca uyuduğunu görünce parmaklarıyla maskenin ucunu kavrayıp alnına kadar açtı. Yüzünün yarısı yastığına gömülü olmasına rağmen kırmızı göz altları ve kızarmış yanakları ortadaydı. Dudakları aşağı doğru kıvrılmış ve huzursuz bir uykuda olduğunu belli eden bir ifade vardı yüzünde.

Daha önce hiç bir kadını bağrına basıp ona ne kadar kusursuz olduğunu anlatmak istememişti. Genelde yapışıp kalan kadınları kendinden soğutmak için türlü türlü atraksiyonlar yaşamış, bağlı kalmamak uğruna yalanlar uydurmuştu ve içlerinden birinin ahı tutmuş olmalıydı ki şimdi kalbi o yüzden derinden sarsılıp duruyordu. Bunun başka bir anlamı yoktu.

Ona karşı yalnızca sorumluluk duygusu yüzünden böyle hissettiğini binlerce defa içinde tekrar etme gereği duydu.

Fakat parmak uçları ondan bağımsız bir şekilde yüzüne doğru ilerliyordu. Sağ gözünün hemen üzerinden aşağı yol almış bir tutam saçı elinin tersiyle kulağının arkasına attı. "Sen zehirli, uğursuz ya da katil değilsin." İstemsizce yüzünü yüzüne yaklaştırıp derin bir soluk çekti. "Gördüğüm en cesur kadınsın."

Ve en güzel, diyemedi. Çünkü bunu duymaya ihtiyacının bile olmadığını biliyordu.

***

Uzun bir yolculuktan dönmüş gibiydim. Günlerin nasıl geçtiğinin farkında bile değilken güneş çoktan iki kez batıp doğmuştu bile. Zihnimde dönüp duran sesler azalmış, yatağımdan gerekmedikçe çıkmamıştım. Fakat artık ayaklanmam gerektiğinin sinyallerini veriyordu belimdeki ağrı.

Hira geçen iki gün boyunca ara ara yanıma uğramıştı ve şimdi de baş ucumda bekliyordu ayağa kalkmamı. Ahu da aynı şekilde bulabildiği ilk fırsatta yanıma uğramıştı. Geçen günlerde göremediğim tek isim Çağlar'dı ve bunu fırsat bilerek Ahu ile vakit geçirmek istiyordum.

Hira bulduğu ilk fırsatta bana mahcup bakışlarla gelerek "Olup bitenden ben de habersizdim, gambazcı gibi görünüyor olabilirim ama yemin ederim ki benim için Bakan'dan daha değerlisiniz... Yani değerlisin. Bunu kimin yetiştirdiğini bulup en kısa sürede icabına bakmaya çalışacağım." demişti.

Neden bilmiyorum ama bana samimi geldiğinden onu yanımda tutmaya devam etmek istedim. Çünkü gözlerinde gördüğüm o korku ve samimiyetin gerçek olduğuna inanıyordum. Tıpkı benimkine benziyordu.

Güneş batarken açtım o gün gözlerimi. Zaman algım biraz kaymış, zihnim iyiden iyiye bulanıklaşmıştı. Uyuduğum o süre boyunca zihnimin ara sıra açılmasıyla duyduğum tıkırtıların hayal olduğunu sanmıştım fakat komodinimin üzerindeki not kağıdı birinin odama girdiğinin kanıtıydı. Doğrulup elimle uzandım.

"Bakan hasta olduğunu söyledi ama seni görmem gerekiyor. Uyandığında hazırlan ve beni ara."

Gözlerimi ovuştururken kapımın çalınmadan açılmasının ardından Ahu neşeyle girdi içeri. "Günaydın!" diyerek yatağımın ortasına zıpladığında korkarak çektim bacaklarımı. Yaptığım şeyin farkındaydı.

Peşinden de Hira girerek ciddiyetle etrafa bakındı. Notu Çağlar'ın bıraktığını anladığımdan ona bakındığını düşündüm.

"Nasılsın bir tanem?"

Oturur pozisyonda kucağımdaki yastığa iyice sarıldım yatağımın içinde. "İyiyim." Gülümsemeye zorladım kendimi. Parmaklarıyla Hira'yı işaret ederek "Bodyguard beni çağırmasa haberim olmayacaktı olanlardan." deyip yüzünü astı. Batan güneş yanık tenini parlatıyordu.

Hira'ya kaşlarımı çatarak baktığımda omuzlarını havaya kaldırıp beni görmezden geldi. "Bakmayın öyle. Eski Ofelya Hanım'ı istiyorum ben de."

Ahu sahte bir öfkeyle yattığı yerden doğrulup "Arkadaşımın arkadaşı düşmanımdır kuralına göre senin ona tavsiye vermen pek hoşuma gitmedi bodyguard." dedi. Hira da aynı edayla "Ofelya bana çoktan o hakkı tanıdı bile." diye yanıtladığında yüzümde garip bir gülümseme oluştu.

"İçimden bir ses çok iyi anlaşacağınızı söylüyor."

Ahu kusma efekti yaparken Hira ona göz devirmişti. Yatakta yüz üstü uzanıp ellerini çenesinin altına aldı ve ayaklarını sallamaya başladı Ahu. "Bakan toplantıya gitmiş, yarına kadar gelmeyecek madem, biz de toplantıya gidelim mi Efsun?" İsmimdeki u harfini uzatarak bana şirin şirin hareketler yapıyordu.

Batan güneş sol gözüme doğru vururken yüzümü dışarı çevirdim. "Havada kan kokusu var yine." Derin bir iç çektim. Ahu yüzünü buruşturdu. "Ben egzoz kokusu alıyorum ama?"

Kaşlarımı çatıp cümlesini anlamaya çalıştım. "Zampara bozuntusu aşağıda seni bekliyor. Elene çağırmış sanırım."

Kaşlarım havada dinledim cümlesini. Aslında şu an beni kendime getirebilecek en güzel şey hız ibresinin yüksek sayıları gösterdiği bir arabada yol almak olabilirdi. Hatta arabayı sürmek. Ama bunun için yeterli kabiliyetim yoktu ve cesaret edemezdim de.

Bir de Çağlar.

Yüzümdeki tereddütün farkına varıp "Gidiyoruz! Derhal!" derken üzerimdeki kalın yorganı kaldırdı Ahu. Baş ucumdaki Hira'nın kıkırtısını da duyabiliyordum. Demek gülümseyebiliyormuş...

"O zaman ben üzerimi değiştirip geleyim. Ceketin oraya pek uyacağını sanmıyorum."

Hira'yı başımla onaylayıp "Mümkünse salaş ve olabildiğince... garip giyin." diyerek güldüm günler sonra ilk kez. Demek gülebiliyormuşum. Garip bir şekilde bana benziyordu Hira.

Yataktan gerekli olmadıkça çıkmadığım için vücudum hantallaşmış ve ayaklarımı yere bastığım ilk anda uyuşukluğun verdiği hisssizlikle sendelemiştim. Beni yalnız bırakıp dışarı çıktıklarında banyo yapıp insülin aletini kolumun üst kısmına taktım, kabloyu içeriden geçirdim. Üzerime bol bir tişört ve ceket giyip, salaş pantolonlardan birini giyerek aleti rahatlıkla kapattım. Böyle salaş giyinmeyeli çok oluyordu.

Yüzümün bütün rengi gittiğinden biraz renk vermek için hafif makyaj yaptım. Ellerimi ceketin cebine geçirip aşağı indiğimde kalbimin neden böylesine attığını istemeden sorguladım. Baş parmağım sürekli olarak parmağımdaki yüzüğe gidiyordu; aynı Çağlar gibi.

Merdivenlerin bitiminde salonda Elene ile oturan Çağlar'ın gözleri beni buldu. Yüzünde ona ait olmayan efkar beni gördüğü an silinip zampara bakışı sardı her bir zerresini. Bu bakışını diğer kadınlara karşı da atıyor olmasını neden düşünüp duruyordum Allah aşkına!

"Ofeli!" Nidasıyla oturduğu yerde dikleşti Elene. "Çağlar da seni bekliyordu kaç saattir."

Gülümsemek istedim ama ilk defa sahte de olsa başaramadım. Çünkü salona girdiğim ilk anda gözlerim Güzide'nin kanlar içinde kaldığı o noktaya takılı kaldı. Yutkundum, vücudumun tümü titredi.

Oraya öylesine dalmıştım ki önüme düşen gölgeyi göremeyecek kadar dikkatsizleşmiştim. Çağlar'ın bedeni görüşümü kapattığında gözlerim kocaman olurken arkaya doğru gerileyip aramızı açtım. Başımı kaldırıp yüzüne bakma isteğime yenik düşerek gözlerine baktığım ilk saniyede gördüm gözlerindeki o farkı. Çağlar beni okumak, anlamak istiyor gibi bakıyordu.

"İyi misin?" Gözlerimi kırpıştırdım nezaketi karşısında. Neler olduğunu biliyor olmalıydı ki farklı davranmaya başlamıştı. Korkuyor muydu yoksa benden?

"Efendim?" sesini duyduğum anda yeniden kendime gelerek Elene'nin sesine odaklandım. "Evet. Sorun yok Niko... Beni de kızdırmaya başladın artık... Merhemlerini sür, yoksa izi kalir.... Söylediğim kapatıcıları uygulasınlar, sakin unutma... Kamerada parlamaz merak etme iyi markalar onlar... Haber veririm... Tamam... Öpüyorum."

Çağlar'ın önünden çekilip Elene'ye döndüm. "Bir sorun mu var?" dediğimde bana anlayışla bakarak başını olumsuzca salladı. "Yok canim ne olacak."

"Merhem falan dedin. Kapatıcı dedin. Babamın sesiydi, duydum."

Huzursuzca kıpırdandı, sarı boyalı saçlarından bir tutamı kulağının arkasına itti. "Birkaç gece önce küçük bir kaza geçirdi baban. Nasıl desem... Biri saldırmış, yüzünü çizmiş garip bir şekilde."

Tek kaşım havaya kalktı. Şüpheyle bakındım Elene'nin yüzüne. "Nasıl yani? Neden?"

"Nereden bilelim canim. Bir sürü düşman var orada burada. Korumaları arttırdık, sen de dikkat et."

Başımı salladım. Aslında içimden birkaç kalıp yağın aktığını hissedebiliyordum. Hatta Elene karşımda olmasa koca bir gülümseme oturacaktı yüzüme. Çizilmiş simasını görmek isterdim babamın. Acı çektiğini duymayı, gözlerini ağlarken görmeyi isterdim.

Çağlar'ın boğazını temizlediğini duydum. "Geç kalıyoruz, izninizle."

Elene gülümsedi. "İyi eğlenceler. Keyfinize bakın, Nikolas yarın akşama kadar gelmez."

Burukça gülümsedim. "Sağ ol... Elene."

İkimizin arasındaki o ince çizgide bazen garip duygular yeşeriyordu. Ablam gibi hissettirdiği zamanları es geçemiyordum her ne kadar beni sıkıntıya soktuğu zamanlar fazla da olsa.

Arkamı tekrar döndüğümde elleri cebinde "Hira ve Ahu çoktan çıktı." dedi Çağlar. Başımla onaylayıp arkasına takıldım. Tavırları eskiye döndüğünde dudaklarının arasına az önce attığı sakızdan dolayı olduğunu fark etmiştim.

"Yine neden sakinleştirici aldın?"

Onunla konuşmamı beklemiyormuş gibi bir saniyelik bocalayarak durdu fakat bana dönmeden devam etti yürümeye. "Çünkü sakinleşmem gerekti." Kapalı cevabı karşısında sahte bir gülüş çıktı dudaklarımdan.

Rüzgar bugün oldukça kuvvetli esiyor, uzamış saçlarım yüzümde savruluyordu. Kapımı açma nezaketinde bulunduğunda kaşlarımı çattım. "Ne yapıyorsun? Normalde yapmadığın şeyleri sırf bana acıdığın için yapma!" dedim sitemle.

"Acımak?" Şaşkınlıkla kalktı kaşları. "Sadece... Zampara lakabına uyum sağlamaya çalışıyorum. Unuttun mu?" Yüzünde bu gece has erkeksi bir bakış vardı. Her zaman kendinden emindi tavırları fakat bu kez biraz daha çapkın bir edayla yapıyordu her ne yapıyorsa.

Burnumu çektim, ellerimi cebime attım. "Umarım kadınlar buna düşmüyordur çünkü fazla sıradan." Koltuğa oturduğumda ardımdan kapanmasını beklediğim kapı rötarla kapandı. İçi hala sıcaktı arabanın. Bu defa parlak siyah bir arabaya binmiştik ve içi gerçekten konforluydu. Ralli aracı olarak dizayn edilmediği için sıradan bir araba gibiydi fakat yarış için kullanıldığı aşikardı.

İkimiz de aynı renk ceket giydiğimizden bir onun üzerindekine bir benimkine baktım. Kemerimi takıp arkama yaslandım.

İstemeden Ahu ve Hira'ya karşı normalden daha mesafeli davranırken Çağlar'a karşı böyle olmadığımı henüz idrak ediyordum. Bakışlarımı kaçırmaktan vazgeçip gözlerimi üzerinde tuttum. Parmaklarının direksiyondaki hareketlerine, yüzüne bakındım. Belki de ona daha önce dokunduğum ve bir şey olmadığı için rahattım.

Direksiyonu sağa çevirip bana doğru baktığında gözlerimiz birkaç saniyeliğine buluştu. Dudaklarındaki o küçük kıvrılma onu izlediğimin farkında oluşunu gösteriyordu açıkça. "Yedin bitirdin be güzelim." cümlesini söyleyene kadar onu izlemekten utanç duyacağımı düşünmemiştim.

Gülümsemek istedim ama dudaklarım yine tek çizgi halindeydi. O gün yaşananlardan sonra gülümseme yetimi kaybetmişim gibi hissediyordum.

Çarpık gülüşüyle bana bir kez daha baktığını hissettim. Vitesi arttırıp trafiğin seyrekleştiği hatta belki de kapandığı bir caddeye varmıştık. İnsanlar ortada dönüp değişik skiller sergileyen arabanın etrafını sarmış çığlık çığlığa seyrediyordu.

Kalp atışlarım istemsizce hızlanmış ve ne yapacağımı bilemez haldeydim. Bu kadar kalabalık olacağını düşünmemiştim dahası her zamankinin aksine ayrı ayrı gruplar halinde değil herkes tek bir yerde toplanmıştı.

"Neler oluyor?"

"Bugün yarış yok, sadece eğleniyoruz." diyerek kalabalığın içine doğru sürdü. Motor sesini duyan kalabalık arayı açıp bize yol vermeye başladığında ortadaki araba yavaşlamaya başlamıştı bile. Birisi gelip Çağlar'ın camına tıklattığında camı indirdi.

"Neredesin be abi!"

Kalabalıkta sesini duyurabilmek adına bağırıyordu adam.

"Aç yolumu da insanlara gerçek bir şov göstereyim!" diye seslendi Çağlar da. Ardından bakışları bana dönüp kemerimi kontrol etti. "İstersen sadece izleyebilirsin." Bakışları temkinli bir şekilde üzerimde gezindikten hemen sonra başımı olumsuz anlamda salladım. "Hissetmek istiyorum."

Yüzünde belli belirsiz bir gülümseme oluştuktan hemen sonra önüne döndü. Keskin yüz hatlarını beni utandırarak söylediği sözlere rağmen seyretmeye devam ettim. Egzozdan çıkan sesler yükseldikçe yükseldi ve boynunu bir sağa bir sola yatırıp hazır olmak için kendine çeki düzen verdi.

Nasıl yapıyordu bilmiyorum ama birkaç saniye bile geçmeden düz ilerlerken aniden sola doğru savrulduğumda sanki güçlü bir kol tarafından kucaklanıyormuş hissi sardı bedenimi. Koltuğa sonradan yapışan bedenimi sabit tutmak için camın hemen üstündeki kulpu yakaladım. Sanki havada süzülüyordum.

Sürekli daire çizmekten midemin bulandığını hissettiğimde "Biraz da diğer tarafa dönemez miyiz!" diye bağırdım. Dudaklarından kahkaha duyacak kadar yakınımdaydı. "Kusacağım!"

"Güzelimi kirletirsen her bir milimini sana temizletirim. Sakın kusayım deme!"

"Şu an umurumda gibi mi?"

El frenini çekip çekip bırakıyordu, parmakları vitesi ve el freni arasında profesyonelce geziniyordu. Daha geçen gün bunu yaptığım için bana bağırmıştı oysa.

Motor sesiyle karışık lastik sesi içeriyi doldururken hızını yavaşlattığı saniyede tekrar gaza basıp bu defa ters tarafa doğru dönmeye başladı. Dudaklarımdan küçük bir çığlık koparken yüzüm sadece ona bakıyordu. Sakalları uzun zamandır yoktu yine, dudaklarında yaptığı şeyden gerçekten zevk aldığına dair bir tebessüm vardı ve pür dikkat önüne bakıp bütün hareketleri sanki günlük bir ihtiyacını gideriyor gibi yapıyordu.

"Daha iyi misin?"

Gözleri birkaç saniyelik beni bulduğunsa yine o olmuştu... Çarpıntı.

"Biliyorum büyüleniyorsun bana bakınca ama dikkatimi dağıtıyorsun, önüne dön."

Bu defa gerçekten kafamı kıracaktım!

Arabayı yavaşlatığ dışarda kopan çığlıkları duymak adına camları araladığında derin bir nefes verdim. Başımı camdan dışarı çıkarıp vücudumun bir kısmını sarkıttım. Çağlar yeniden hareketlenip dönemeye devam etti. Kalabalığın ıslık ve çığlıkları eşliğinde elimi havaya kaldırdım, rüzgarda saçlarım birbirine girdi.

Bu kesinlikle yarış kadar zevk vermemişti ama içimi dökmüştüm sanki. Yeniden içeri girdiğimde nefes nefeseydim. Yüzümü buruşturarak arabayı kalabalıktan uzaklaşmak için caddeden dönmesini izledim, yavaş yavaş ilerliyordu.

"Bunun yerine yarışmayı tercih ederdim." dedim soluklarım arasında. O da başını koltuğa dayamış yukarı bakıyordu. Soluk alışlarının arasında yutkunurken hareket eden adem elmasına dikkat edecek kadar derinden bakıyordum artık ona. O günden sonra bakmamaya daha da özen göstermem gerekirken her şeyin daha da çoğalması garipti.

"Efsun." dedi düşünceli bir şekilde. Başını benden tarafa çevirdiğinde yeniden sekti kalp atışlarım. "Sana bunları yapmasına izin verme." Zehir gözleri bir anlığına yeniden ormana dönüştü benim için. "Baban bile olsa kimsenin sana bunu yapmaya hakkı yok."

Burukça gülümsediğimde hemen atıldı "İşte böyle gülmen gerekirdi senin bu yaşlarında. Nasıl soldurdular seni?" diye. Yutkunamadım bile. Boğazımdaki kelimeler de şaşkındı bu defa. Kimse solup gittiğimi görememişti benim.

Titrek çenemi engelleyemediğimde başımı hızla sağa çevirdim. "Başrolü olduğum bir kitap yok. Ben sadece rolü solmak olan bir yan karakterim."

"Başrolü olduğun bir kitap yok çünkü sen zaten yazarsın Efsun."

"Değilim." dedim umutsuzca. "Asla da olmadım. Kusurlu başrol mü olur? Benden babama karşı bir şeyler yapmamı bekliyorsan boşa çabalıyorsun. Buna ne gücüm ne cesaretim."

"Hayır Efsun sadece yapmak istemiyorsun. Gücün de cesaretin de var. Korkaklığının arkasına saklanma ve aklet, düşün."

"Neyi!"

Gözlerine bakmadan bağırıyordum. Yüzümü tekrar ona çevirecek cesareti bulamadığımda kapıyı açıp arabadan çıktım. Köşeden tüm caddeye yayılan çığlıklarla beraber rüzgar da deli gibi esiyordu.

Onun kapısı da sert bir şekilde kapandığında olduğum yerde sıçradım. "Kullan beni." dediğinde oturdu tüm taşlar zihnimde. "Hadi, dokun bana."

Dehşetle geriye doğru attım adımlarımı. Ellerimi olumsuz anlamda sallarken "Hayır, hayır. Yapamam, olmaz ki. Çağlar, canın yanar. Kanlar akar, sonra acı çekersin." dedim. Ne dediğimin farkında bile değildim. "Sonra ben acı çekerim."

"Bir defa denedin, bende işe yaramadı Efsun."

"Ama her seferinde aynı şey olacak değil. Belki-"

"Efsun!" Sesi daha da dehşete soktu beni. "O zaman ömrünün sonuna kadar sevdiklerinin, herkesin birbirini severken dokunduğu anları izleyeceksin." Adım adım yaklaştı. "Seveceksin, aşık olacaksın ama sarılamayacaksın." Hayatımın gerçeklerini sayması neden canımı yakıyordu ki?

"Öpemeyeceksin." Kulaklarımı tıkadım.

"Yeter!" dedim sesimi hafifçe yükselterek. Zaten günlerin yükü üzerimdeyken, yorgunken bir de burada efor harcaman kan şekerimi düşürüyordu. "Sus! Duymak istemiyorum."

"Sarılamayacaksın Efsun! Tabularını yıkmadıkça, denemedikçe, körü körüne inandıkça mutlu olamazsın!" Daha da yaklaştığında ellerimi kulağımdan çekip göğsümle boynum arasında yumruk halinde birleştirdim.

"Dokun bana Efsun, canımın yanması umurumda değil." Sesi düşüyordu. "Lütfen."

Sessiz kaldım, dehşetle açılan gözlerimle yüzüne baktım sadece. Hissizce, donuk ve duygudan uzak bir şekilde. Onunkiyse hüzünlüydü artık. Ellerini öfkeyle saçlarına daldırıp kendi kendine küfürler savurdu. "O zaman izle."

Çağlar üzerine tek kelime etmeden kalabalığa ilerlemeye başladı. Arkasından gördüğüm kadarıyla öfkeli hareketleri her halinden belliydi. Peşinden ilerliyorken çoktan kalabalığa daha da yaklaşmıştı. Biraz daha yaklaştım ama daha da adım atacak gücü bulamadığımda sessizce izledim arkasından.

Bir kızın yakınına girerken arkasına bakıp son kez göz attı bana. Tüm bedenimi öyle bir süzdü ki titredim olduğum yerde. Geri döndü, saçları omzunda biten mini etekli kıza yaklaşıp kulağına eğildiğinde tırnaklarımı cebimin içinde avucuma bastırdım.

"Adi pislik!" dedim kendi kendime. Alt dudağımı dişlerken kızın ona daha yaklaşıp kollarını boynuna doladığına şahit olmak hayatımın en zorlu dakikalarına girerdi. Birbirlerinin kulaklarına fısıldaşıp durmalarının ardından kızın bakışları birkaç saniyelik benim çatık kaşlarımla karşılaştı. Hemen ardından Çağlar çarpık bir gülüşle bana baktı.

Anne, ne yapabilirim? Çaresizim, anne.

Çağlar'ın kollarını kızın beline sarışını gördüğüm o kısacık saniyede zihnimde kızın yerine kendimi hayal ettim. Öyle kısa ama güzel bir andı ki gerçek olsun isterdim ta ki Çağlar'ı kanlar içinde düşünene kadar.

Gözlerim insan kalabalığından birkaç adım geride ikisinin arasında gidip geliyordu. Surat ifadem kontrol edilemez bir şekilde iğrenir bir vaziyete büründü. Başımı yere indirip etrafa bakındım ve gözüme çarpan ilk ele alınır şeyi eğilip avuçladım; taş.

Beni bu raddeye getiren hangi duyguydu bilmiyordum ama öfkeyle avucumdaki taşı Çağlar'a doğru fırlattığımda ayaklarına gelmesini umduğum taş yüzüne doğru isabet etmişti. Anlık bir korkuyla birkaç adım gerilerken "Lan!" şeklinde bir nida duymayı beklemiyordum. Kızın yüzüne gelmediği için şanslıydım zira suçsuz yere canı yanardı.

Kolları hala kızın belindeyken başını kaldırıp göz göze geldiğimizde taşı atanın ben olmasını beklemiyor gibi bir ifade vardı yüzünde. Fakat hemen sonra bundan zevk almış ve büyük bir zafer kazanmış gibi genişçe gülümsedi.

Kaşlarımı iyice çattım. "Başka kadınlara sarılacaksan önce parmağındaki o yüzüğü çıkart!" diye seslendim kalabalığa giremediğimden. Kollarını ayırdığında kızın olumsuzca verdiği karşılıkla beraber kulağına bir şeyler daha fısıldadı. Asık suratla Çağlar'ın göğsüne vurdu, "Adi herif." diye hayıflandığını duydum.

Adımları üzerime doğru gelirken kaşının kenarından akan kan çenesine doğru yol alıyordu. Yarasının derinliği kanın hızından belli oluyordu. "Neden?" diye sordu yüzündeki muzip ifadesini silmeden. Parmakları saçlarıma yaklaşacak oldu ama havada asılı kaldı ve yeltenmedi dokunmaya. "Takmaya devam edersem sen mi sarılacaksın?"

Çenem titredi, buna cesaretim yoktu ama kendimi içten içe ikna etmeye çabaladım. En azından dokunuşumdan zehirlenmediğini bildiğim birine sarılabilirdim belki.

Yüzümdeki ikilemi gördü. Etraftaki çığlıklar ve diğer her şey birbirine girmişken, kulağım çınlıyorken tek düşündüğüm üzerimdeki gözleriydi. Bakışlarından artık rahatsız olmadığımı yavaş yavaş fark ediyordum.

"Sana dokunmayacağım Efsun." Sesi sakin ve öfkeden uzaktı. Üzerine sinen farklı kadın parfümü bende kusma isteği uyandırmıştı. Gözlerini bir an bile gözlerimden ayırmadan yaklaştı bana. Yüzlerimiz arasında bir karıştan biraz fazla mesafe kalana kadar yakınıma geldiğinde başım hafifçe yukarı doğru bakıyordu. "Ta ki sen yapana kadar."

Sözlerinde bir anlam arama fırsatı bulamadan sadece gelişigüzel bir hareketle sağ elimi kaldırıp parmak uçlarımı yarasına doğru hareket ettirdim. Fakat sözünün eri bir hareketle başını geriye attı. Kaşlarım havaya kalktığında yüzünde bundan zevk alır bir ifadeyle yapacağım hamleyi bekledi; belki de vazgeçip gideceğimi düşündü.

Elimi daha da hava kaldırdım, sanki elektrik çarptı parmaklarıma aynı ilk dokunduğumda olduğu gibi. Zihnimde beliren görüntülere rağmen parmaklarım sızıp duran kanın üzerine değil yeni kestiği sakallarının üzerine konuşlandığında ikimizin de beklemediği şeyler dönüyordu sanki etrafımızda.

Temas bu defa kısa sürmedi. Yavaş yavaş önce parmaklarımı ardından da avucumu değdirdiğimde baş parmağım yanağını okşuyordu. Bulaşan kanı umursamadan sadece yüzünü hissetmek güzeldi ama yüz ifademdeki korkuyu da silemiyordum.

"Sakın," dedim çocuksu bir edayla. "Sakın kollarımda ölme."

Az önce hafifçe kapanan gözleri açıldı, gözlerinin yeşili açtı sanki. Başını olumlu anlamda sallarken o da çocuk gibi görünüyordu. Gülüşü ilk kez samimi geldi; perde değildi, duygularını örttüğü bir örtü değildi dudakları. Ağlamamak için kendimi güçlükle tuttum gülümserken.

Dişlerimin tümü görünecek kadar gülümsedim. "Ölmeyelim madem." Gülüşü genişledi ama daha fazla dayanamayarak parmaklarımı çektiğimde yavaşça azaldı bu gülüş.

"Yavaş yavaş." dedim.

Beni tekrar etti. "Yavaş yavaş."

Ansızın kalp atışlarımın iki kat artmasıyla yüzümü ekşittim. Kalbime birkaç yumruk attım, yutkundum normale dönmesi için. "Efsun." dedi endişeyle. Elimi önüme getirdim, "İyiyim, bir şey yok... Sadece, kalabalıktan uzaklaşalım artık."

Etrafa bakındım. "Hira ve Ahu'yu bulmalıyız, çok beklemişlerdir."

Elini cebine attı. "Onlar hiç gelmedi." Gözlerini benden kaçırıp etrafına bakınmaya başladığında gizlediği bir şeyler olduğunu oldukça net belli etmeye başlamıştı.

"Neden?"

"Plan sadece seni dışarı çıkarmama yardım etmeleriydi. Sonra ikisi de toz oldu gitti işte."

Bunu fark edemediğime şaşırarak başımı olumsuz anlamda salladım. "İnanmıyorum."

"İnan Efsun." Yakınımdan ayrılmadı hatta yüzümü daha net görmek adına başını bana doğru eğdiğinde refleks olarak kendimi geri attığımda bile hemen arayı kapattı. "Kimseyi öldürmediğine de inan."

"Gördüklerime mi inanayım sana mı Çağlar?"

Doğrusu... Hatırlamak istemediğim yegane şeydi artık Çağlar'ın kimliği. Sadece Çağlar olsaydı her şey daha kolay olabilirdi ama o Kıdemli Üsteğmen, kendi ırkındaki masum insanların katili ve bilmediğim bir sürü insanlık suçunun da sahibi olan Çağlar Kuzgun'du.

Bana karşı güven veren, iyi ve hoş tavırlarının ardında kanlı elleri vardı. "Hissettiklerine inan." Ellerindeki kanı artık görmüyor olmam var olmadığı anlamına gelmemeliydi. Unutmak en büyük kötülük olurdu geçmişime.

Arabaya doğru yürümeye başladığımızda içimden büyük bir yük kalkmış gibi hissediyordum. Hani derlerdi ya çok kötü bir şey yaşadığında hemen ardından güzel şeyler de gelir, işte içimdeki bu his artık güzel şeylerin geldiği yönündeydi.

Kendi derdime düşüp hem Clause'la konuşacaklarımızı hem de Zafer abimi unutmuştum. Telaşla elimi cebime attığımda telefonumu da odamda bıraktığımı fark edip elimi alnıma vurdum.

"Çağlar." diye seslenerek bana dönmesini sağladım. Omzunun üzerinden bakış atıp tamamen bana çevirdi bedenini. "Telefonumu unutmuşum da Clause ile yarım kalan görüşmemizi bu gece yapmak için onu arayabilir misin?"

Gözlerim yeniden yeşeren kuralların etkisiyle yüzünde gezinemeden ayak uçlarıma kaymıştı. "Ben görüştüm onunla." Şaşkınlıkla başımı kaldırdım. "Anlattı mı sana?"

"Saçma sapan-"

Cümlesini bitirmesini "Ofelya!" şeklinde bir sesleniş engellemişti. Sesin sahibini artık tanıdığımdan bunu garipsemeyip arkamı döndüm. "Clause?"

Kesinlikle onu her defasında takım elbise içinde gördüğümden çok farklı bir tarzdaydı. Aynı Çağlar gibi giyinmiş ve çenesi yukarıda, elleri cebinde bu tarafa doğru ilerliyordu.

"Her haltın altından çık zaten." dediğini duydum Çağlar'ın. İkisi de aynı kutup oldukları için birbirlerini itiyorlardı, tam da düşündüğüm gibi.

"Yerde ararken gökte buldum. Günlerdir ulaşamadım, iyi misin?"

Nezaketen gülümsediğimde Çağlar arkamdan çıkıp yanıma gelmişti. "Ailevi birkaç meseleyle ilgileniyordum, iyiyim şimdi. Haber veremedim kusura bakma."

"Ne kusuru. Ben sadece işlerin aksamasını istemediğimden acele ediyordum."

"Haklısın. Eğer zamanın varsa yakınlarda bir yerde oturup konuşabiliriz."

"Yarın? Akşam?"

"Akşam üzeri?"

Başıyla onayladı. Çağlar'a döndüm, "Yarın akşam üzeri işin var mı?" dedim. "Beraber konuşalım."

Başını olumlu anlamda salladı.

Clause'un bakışları küçümser gibi Çağlar'ı buldu. Eliyle yüzünde akıp duran kanı işaret edip "Geçmiş olsun." dedi. "Ne oldu öyle, düştün mü?"

Çağlar'ın yüzünde çarpık bir gülüş oluşurken benim içimde ansızın vacdan azabı belirivermişti. "Hatunun biri, gel sen sevgilisine sinirlenip taş at. Taş da gel beni bul."

Dudağımı ısırıp "Allah'ın işi işte." diyerek bakışlarımı kaçırdım. Claus başını sallayarak anladığını belli etti. Bir müddet sonra ondan da ayrılıp arabaya bindiğimizde aramızdaki sessizlik büyüdükçe büyüdü.

"Torpidodan ıslak mendili uzatır mısın?"

Mendili verdiğimde yüzüne sürecek gibi oldu. "Ne yapıyorsun? Islak mendille yara silinir mi hiç!"

Gözlerini birkaç saniye trafikten ayırıp "Bir şey olmaz." dedi ve sanki çitiler gibi sildi tüm yüzünü. Yerine benim canım yandı.

"Güzide." dediğinde seri bir şekilde gözlerimi büyütüp soluma döndüm. Yola odaklanmış bakışları ciddiydi. "Hastanede tedavi görüyormuş, durumu stabil." Kısa bir an bakışları beni buldu. "İçin ferahlasın diye söyledim yüzün düşsün diye değil."

Çağlar bunu bana neden yapıyordu? Neden vicdan azabı çekmem için elinden gelen her şeyi yapıyordu? Uğruna her şeyi yapabileceğim vatanıma kavuşmak için kat ettiğim bütün yolları kesiyor olması ondan nefret etmem için yeterliyken neden hala bana hoş davranışlarına kanıp duruyordum?

"Söyle Efsun, gözlerime bakıp da söyleyemediklerini bilmek istiyorum."

Beni yakıp yıkan bütün bu duygulardan kurtulmak istedim. "Bana karşı neden bu kadar iyisin?"

Dudaklarından sahte bir gülüş duyuldu. "Özel algılama, zaafım bütün kadınlara."

Zaafı bütün kadınlara, dedim dakikalarca kendi kendime. Zaafı bütün kadınlara. Belki de geçmişte yaşadığı bir olaydan ötürüydü bütün bu tavırları.

Zaafı bütün kadınlara Efsun. Unutma.

Sitenin girişinde inmek için yeltenmedim bu defa. Bizim evin girişindeki bahçe kapısından da girip kapıya yakın bir yerde durdurdu arabayı.

İnmek üzere kulpu kavradığımda elini arka koltuğa atıp bir paket çıkarttı. "Senin için." Sözleri yine bir bıçak oldu ve vicdanımı deldi. Bir süre kal gelmiş gibi donup kaldım fakat hemen ardından hava kalan parmaklarının arasından paketi aldım.

"Neden?" Kelimesi döküldü dudaklarımdan. "Yani... Teşekkür ederim ama bu ne için?"

"Hediyelerin sebebi mi olmalı?"

"Genelde öyle olmaz mı?"

"Olmaz." Paketi açmaya çalışıp bir kısmını yırttığımda mahcup bir edayla yavaşladı parmaklarım. "Zorlanıyor gibiydin bu yüzden..." Elini ensesine attı, utanıyor gibiydi ve bu onda gördüğüm en garip duyguydu. Çağlar'ın utanç gibi bir duygusu olduğunu bilmiyordum.

Pakette gözüme görünen o küçücük şeyden anlamıştım ne olduğunu. Kablosuz insülin aletlerini görür görmez şaşkınlıkla havalandı kaşlarım. "Sen... Nasıl? Ambargodan dolayı satışı durmuştu bunların."

Paketin devamını açmadan içine geri koydum. "Biraz illegal de olsa buldum bir yerden. Senin kullandığınla aynı, o gün çıkarttığında arabada bırakmıştın."

İnce düşüncesi karşısında yutkundum. "Teşekkür ederim." Gözlerimin içi güldü, bir başkası tarafından düşünülüyor olmak nasıl da değişikti böyle.

Arabadan inip son kez başımı indirdim, açık camdan "İyi geceler Çağlar." diyerek ayıldım yanından. Ardımdan seslendi "İyi geceler Efsun." diye.

Anahtarım olmadığı için zile basarak içeri girdim. Salon boştu, ışıkların çoğu sönmüştü. Odamın yanan ışıkları karşısında tüm bedenim buz kesti önce. Ayaklarım güçlükle ilerleyerek açtım kapıyı.

"Süpriz!"

Korkuyla havaya doğru sıçrarken Ahu'nun neşeli yüzü karşısında şaşkınlıkla kalakaldım. "Nasıldı yarış?" ellerini birbirine vurdu neşeyle.

"Yarış değildi sadece drift atılan garip bir şeydi. Değişik hobileri var şu insanların."

Üzerimdeki ceketi çıkarırken paketi de yatağa bıraktığımda merakla elini attı. "Bu neymiş?" Dolabıma ilerleyip pijamalarımı çıkarttım. "Çağlar kablosuz insülin aleti almış."

Duraksayıp kaşlarını kaldırdı. "Çağlar? Sana?" Şaşkın bakışlarla paketi incelemeyi bırakıp yatağa doğru uzandı. Üzerimi değiştirip yanına geldiğimde yüz üstü yatmış ayaklarını havada sallıyordu.

"Efsun." dedi bir şey soracak gibi. Odadaki küçük dağınıklıkları toparlayıp Ahu'nun yanındaki boşluğa oturdum, ellerimi arkaya atıp başımı yukarı kaldırdım. "Çağlar'a kapılmış olabilir misin acaba?"

Sanki boğazıma bir şeyler takılmış gibi öksürdüm. Bu istemsiz öksürüklerin ardından kendimi yoklama gereği duymuştum.

Kapılmak... Anne birine nasıl kapılırdın ki?

Daha doğrusu bu kapılmak sözcüğünün altındaki 'aşk'ı düşündüm. Genelde aşk birden bire olur derlerdi, beklemediğin bir anda. Ama ben hiç öyle bir an yaşadığımı düşünmüyordum.

"Sence aşık olsaydım hisseder miyim?"

"Yani... Sanırım. Ben genelde aşık olmak tabirini değil de hoşlanmak tabirini kullanıyorum. Çünkü ben de aşık olmadım ama hoşlandığım çok oldu."

"Eski sevgiline de mi aşık olmadın?"

"Bilmiyorum Efsun. Aşk garip bir şey. Oturup hakkında saatlerce konuşursun ama hepsi yalan olur."

Derin bir nefes aldım. Üzerinde hiç derince düşünmemiştim fakat ansızın tüm zihnimi sarmıştı sorular. Bir gün birine aşık olursam ne yapardım?

"Lütfen, Çağlar'a karşı bir şeyler hissettiğini söyleme."

Beni yanlış duygularda görmeyi beklemezdi. Ters bir bakış attım, "Saçmalama." Yattığı yerden kalkıp sırtını dikleştirdi ve çaprazıma oturdu yatakta. "Bak Efsun, gerçekten öğüt veriyor gibi olmak istemem ama Çağlar'dan olmaz sana. Canın çok yanar, ruhun ince senin."

"Biliyorum." Bakışlarımı kaçırdım ve bunu neden yaptığıma ben de anlam veremedim. "Dediğin gibi her şeyi bir kenara koysam sadece mesleği bile yeterli ona karşı bir şeyler hissetmemem için... Ki hissetmiyorum da zaten. Derler ya aşık olunca kelebek falan uçar, olmadı öyle bir şey... Ahu ben dokunamıyorum bile. Hangi erkek dokunamadığı kadını sever ki."

"Sevmezler demeyelim. Öyle güzel seveni de var ama ne yazık ki Çağlar onlardan biri değil."

"Neden inatla olumsuz konuşuyorsun? Ben zaten olmaz dedim."

Bakışlarını kaçırdı sanki benden bir şeyler saklıyor gibi. "Ben yine de hatırlatmak istedim."

Kapının çalışı bütün dikkatimi yerle bir ederken Ahu benden önce davranıp "Gel, Hira." diye seslendi. Bana açıklama yapmak üzere gülümseyerek "Kızlar gecesi yapacağız, sana iyi gelir diye Hira'yı da çağırdım."

Hira elinde atıştırmalıklarla geldiğinde içten bir gülümsemeyle karşıladım onu. Üzerinde siyah günlük kıyafetleri vardı ve saçları ilk kez salıktı. Gördüğüm en duru güzelliklerden biriydi. Ahu genelde makyaj yapar, parıltılı şeyleri severdi; Hira ise tam tersi, neredeyse makyajsız ve ışıltısızdı ama yüzündeki sadelik onu parlatıyordu işte.

Sanırım ben de ikisinin tam ortasıydım. Hafif makyaj yapar, en arkada silik kalırdım. Eminim ikisine de bilmediğim bir sürü çıkma teklifleri yağıyordu. Benimse daha önce teklif edecek bir erkek bile tanımışlığım yoktu potansiyel olarak.

Yatağın ortasına tabakları dizip etrafına rahatça yerleştik. Hira'nın babama hiçbir şey anlatmadığından emin olduğum anda beri daha da samimiydik sanki. Ahu üzerindeki hırkayı çıkartıp renkli kısa tişörtüyle kaldığında herkes en rahat halindeydi artık.

"E anlatın bakalım." dedim ağzıma çikolata atıp. "Kimler var kimler yok hayatınızda?"

"Beni biliyorsun zaten, boştayım bu aralar." Ahu'nun sözleriyle kıkırdadım. "Hira?" Gözlerimi kısıp bakış attım.

Hira utangaç bakışının ardından kaşlarını çattı. "Böyle konuşmalar yapmaya alışkın değilim bana sormayın."

"Ya hadi ama! Tadı çıkmaz o zaman kızlar gecesinin." diye itiraz etti Ahu. Başımla onayladım.

"O zaman Ofelya da anlatacak."

"Efsun de." dedim. "Sevdiklerim Efsun desin isterim."

Hira samimi tavırlarıma şaşkınca bir tebessümle karşılık verdi. "İşim genelde erkeklerin içinde olur ama sanırım tavırlarımdan erillik aktığı için daha önce hiç sevgilim olmadı benim."

Ahu omzuna vurdu "Yalan söyleme!" diyerek. Birbirlerine el kol şakaları yapacak kadar samimi mi olmuşlardı yokluğumda?

Benim hiç dokunmadığım Ahu'nun parmakları rahatlıkla vurup okşuyordu Hira'nın omzunu. Kıskançlık duygumun her seferinde ağır basmasını sevmiyordum bu yüzden.

"Yemin ederim olmadı. Bir seferinde biri teklifte bulunmuştu benim de boşluğuma gelince kaçıp gitmiştim."

"Sonra demedi mi neden kaçtın diye?"

"Bir daha görmemek için görev yerimi değiştirdim."

***

Görevler, yerine getirilmesi gereken sorumluluklar, tutunulması gereken bir hayat; Çağlar Kuzgun'un ömrünün geçtiği küçük noktalardı bunlar.

Ne İtalya'da ne de Konstantinopolis'de evi gibi hissedemiyordu yaşadığı dört duvarın içinde. Anahtarına bakınıp birkaç saniye düşündü içeri girip girmemek için. Zihni karmakarışıktı ve üzerindeki yük bir saniyeliğine bile azalmıyordu artık.

"Vatanım diyeceğin bir İstanbul istiyorsan uykularında bile inandırmak zorundasın kendini bir Yunan askeri olduğuna."

Bazen insan olduğunu unutuyordu, duygularını zaten yaşamıyordu yıllardır. Çünkü o adı dışında hiçbir şeyi gerçek olmayan bir askerdi.

Ruh ve Sinir Hastalıkları hastanesinde dünyaya gelmiş, ötekileştirilen Türk bir babanın ve İtalyan bir annenin oğluydu. Yıllarca kimliksiz büyümüştü. Oldukça varlıklı Alfonso ailesi Türk kanı taşıdığı için babasını reddetmiş ve böylece büyük bir aşk hikayesini de başlatmışlardı. Çünkü ne kadar tümsek varsa o kadar güçlü basıyorlardı geri zemine.

Martina, sayılı İtalyan zenginlerinden, her şeye sahip bir kadındı. Annesinin yarı Yunan genleri de eklenince melez güzelliği de es geçilemeyecek kadar belirgindi.

Her yıl düzenlenen Kültür Etkileşimi programına katılabilecek sayılı ailelerden birine mensup olduğu için o yıl da Konstantinopolis'e eğlenmek üzere gitmişti. İnsanlara, şehre ve tüm bu dinamiğe aşık olmuş ve o günden sonraki bir yılı da Konstantinopolis'i gezmekle geçirmişti. Sonra günler öyle hızlı akmıştı ki iki yılı devirmişti bu şehirde.

Ve tüm bu kültür karmaşasının sonunda Türklerin cömert ve sıcak tavırlarına karşın gezisine Türkiye Cumhuriyetinde devam etme kararı almıştı. Avrupa tarafındayken karşıdaki yalılara gözü kalıp duruyor ve bir gün oraya gideceğinden emin bir şekilde seyrediyordu orayı.

Hayatının kararını verdiğini bilmeyerek Konstantinopolis'in tam karşısındaki İstanbul topraklarına vardığında bir Türk askerine vurulup yolunun Rize'ye kadar uzayacağını kim bilebilirdi ki?

Akif'i gördüğü o gün anlamıştı Martina kaderinin ne kadar zor olacağını.

***

 

 

Ahu'nun tavırlarını fark edenn? Bakalım sonraki bölümlerde alırız kokusunu.

 

Sonraki bölümün duyurunu hesabımdan yapacağım <3 Sağlıcakla kalın, öptümm <3

 

 

Loading...
0%