Yeni Üyelik
29.
Bölüm

25. Bölüm

@zozanli

Keyifli okumalar 💞

Sabah belime giren şiddetli sancı ile gözlerimi açtım. Dün gece kanepede uyuya kalmıştım. Yavaşça yerimden doğrulup oturmaya çalıştığımda belimdeki ağrıdan dolayı zorlukla doğrulabildim. Yusuf abi odama çıkmamı söylediğinde ona uykum olmadığını, biraz daha burda kalıp gideceğimi söyleyip göndermiştim. Dün gece nasıl burda uyuyakaldığımı da bilmiyordum. En son belim ağrıyor diye koltuğa kıvrıldığımı hatırlıyordum. Gerisi yoktu. Uyuyakalmıştım.

Üzerime kimin örttüğünü bilmediğim poları çekip koltuğun kenarına, ayaklarımın olduğu tarafa attım. Saat kaçtı ki? Kimse ortalıkta görünmüyordu. Kanepenin kenarına tutunarak ayağa kalkmaya çalıştığımda başaramayıp tekrar yerime oturdum. Hareket ettikçe sanki belime hançer saplıyorlarmış gibi oluyordum. Birkaç denemenin ardından zorlukla ve acı içinde ayağa kalkabildim. Adım attıkça belim daha çok ağrıyordu. Bu şekilde kahvaltıya nasıl gidecektim? Bu ağrı böyle devam ederse, Hilal ile kahvaltıya gitme işi yatardı. Bir elim değneğe bir elim duvara tutuna tutuna aşağı inip mutfağa girdim. Fatma abla dışında mutfakta da kimse yoktu. Fatma ablanın arkası bana dönük olduğu için mutfağa girdiğimi görmemişti.

"Günaydın abla."dedim gülümsemeye çalışarak. Ağrım fazla olduğu için yüzüm düşmüştü. Fatma abla sesimle beraber bana doğru dönerek gülümsedi.

"Günaydın."dedi.

"Daha kimse kalkmadı mı?"

"Hayır, sen neden uyandın bu saatte?" Kimse uyanmadığına göre daha erkendi demek ki.

"Abla belim çok kötü ağrıyor. Ağrı kesici falan yok mu? Dün gece kanepede uyuyakalmışım. Belim feci halde ağrıyor."dedim yüzümü buruşturup kaşlarımı indirerek. Ayakta zor duracağımı anladığım an elimi belime atarak sırtımı kapıya yasladım. Fatma abla hızla yanıma yaklaşıp kolumdan tuttu. Her an düşecek gibiydim.

"Çok kötü görünüyorsun. Sen gel otur, ben hemen Metin beylere haber vereyim."dedi.

"Onlara haber vermene gerek yok. Bana ağrı kesici getirsen kâfi" ağrıdan dolayı ayakta zar zor durabiliyordum.

"Emin misin?"dediğinde kafamı sallayıp kapı pervazına tutundum. Çok ağrıyordu...

"Tamam sen biraz otur, ben sana ağrı kesici krem getirip geleyim. Biraz sürdükten sonra ağrısını alır inşallah."dedi.

"Abla ben odama çıksam, sana zahmet oraya getirebilir misin? Şimdi buraya otursam... Zar zor kalkabildim zaten."dedim. Krem sürdükten sonra biraz yatakta uzanıp dinlensem geçer diye umut ediyordum.

"Tek başına çıkabilir misin?" Bu ağrıyla yukarı çıkmam çok zor olacağı için kafamı iki yana salladım. Fatma abla koluma girerek odaya kadar çıkmama yardım etmiş ve aşağı inmişti. Yatağa oturup yüz üstü uzanarak gözlerimi kapattım. Belimdeki ağrıdan dolayı yatakta bile rahat hareket edemiyordum. Normalde de kanepede uyuyakalıyordum ama daha önce hiç bu kadar ağrım olmamıştı. Ters bir hareket ya da beni zorlayacak herhangi bir şey de yapmamıştım. Onun için neden bu kadar ağrıdığını anlamıyordum. Kapı iki kez tıklanınca kafamı çevirip kapıya doğru baktım. Nalan Hanım'ı elinde krem kutusu ile kapıda gördüğüm zaman bir kaç saniye kapıya bakakaldım. Onun ne işi vardı burada? Ben Fatma ablayı beklerken neden o gelmişti ki? İçeri girip kapıyı ardından kapatarak yanıma doğru yürüyüp yatağın kenarına oturdu.

"Siz neden geldiniz? Ben Fatma ablayı bekliyordum."dedim. Doğrulmaya çalıştığımda belime giren sancı ile ağzımdan küçük bir inilti çıktı. Nalan Hanım elini omuzuma koyarak beni durdurmaya çalıştığında kafamı yastığa koyup gözlerimi sımsıkı kapattım. Çok kötü ağrıyordu...

"Fatma, Asya ağladığı için ona bakmaya gitti."dedi. Derin derin nefes alıp kafamı gömdüğüm yastıktan kaldırarak Nalan Hanım'a baktım. Elindeki kremin kapağını açıp üzerimi sıyırmaya çalıştığında elini tutup durdurdum.

"Ne yapıyorsunuz?" Çok ağrım olduğu için sesim inleyerek çıkmıştı.

"Fatma belinin ağrıdığını söyledi. Krem sürmemiz gerek."

"Gerek yok, ben hallederim." Hiç bir sorun olmadığını belirtmek istercesine buruşan yüzümü düzeltip, yatağın kenarına tutunarak doğrulmaya çalıştığımda tekrar belime giren sancı ile yerime sinmek zorunda kaldım. Bu ağrı giderek daha da artıyordu. Nalan Hanım acı içinde kıvrandığımı görünce endişeyle omuzuma dukundu.

"Ela, hadi kalk hastahaneye gidelim, krem sürerek geçecek gibi gözükmüyor."dedi. Kafamı iki yana salladım. Ayağa kalkacak gücü kendimde bulamıyordum.

"Hastaneye gerek yok, şimdi krem süreceğim geçer."dedim geçiştirmeye çalışarak. Aslında krem sürüp geçeceğine de artık pek inanmıyordum. Çünkü aşırı derecede ağrım vardı ve gitgide daha çok artıyordu.

"Peki, o zaman izin ver şunu süreyim."dedi. Sessiz kaldım. Sessiz kalışım kabul ettiğim anlamına geliyordu. Cevap vermemem üzerine Nalan Hanım izin verdiğimi varsayarak belimi sıyırıp kremi sürmeye başladı. Zaman geçtikçe Nalan Hanım'a olan bakış açım değişiyordu. Buraya ilk geldiğim günlerdeki o kızgınlığım tamamıyla yok olmuştu. Nalan Hanım'dan da, Metin Bey'den de hiç bir zaman nefret etmemiştim. Onlara hissettiğim tek şey kızgınlık ve kırgınlıktı. Kızgınlığım geçmişti, ama kırgınlığım... Çok garip ama Nalan Hanım'a kırgın olsam da, onu seven bir tarafım vardı.
Nalan Hanım'ın iç çekip ağladığını duyduğumda, daldığım düşüncelerden sıyrılıp yumduğum gözlerimi açtım.

"İşte senden vazgeçmek zorunda kalmamın tek sebebi buydu... Senin böyle acı içinde kıvrandığını görüp hiç bir şey yapamamak, oturup acı çektiğini izlemek, o kadar zor ki... Ablandan sonra sende acı çekmeyesin diye senden vazgeçmek zorunda hissettim kendimi... Ama yine de yapamadım. Çünkü senden vazgeçmek çok zordu. "dedi iç çekerek. 'Ama vazgeçtin. Beni vererek benden vazgeçtin' demek istesem de vazgeçtim. Bu benim de onun da sadece üzülmesine yol açardı. Derin bir nefes alıp kafamı çevirerek Nalan Hanım'a baktığımda, yaşlı gözlerini gördüm. Ağlıyordu... O an ne diyeceğimi bilemedim. Aslında onu anlayabiliyordum. Benim çektiğim ağrıları, hissettiğim şeyleri, değil canımdan bir parçanın, hiç bir insan evladının çekmesini istemiyordum. O dönemler benim için çok sancılı ve ızdıraplı geçmişti ve hâlâ da geçiyordu...

Sağ elimden destek alarak doğrulmaya çalıştığımda kolumdan tutarak doğrulmama yardım etti. Kafamla teşekkür edip tebessüm etmeye çalıştım.
Onun ağladığını görmek beni bu kadar rahatsız ediyorken, neden ona olan kırgınlığım geçmiyordu ki? Onu neden affedemiyordum? Annemin benim için gözyaşı döktüğü o anlar aklıma geldi. Yatakta acı içinde kıvranırken, yanı başımdan bir dakika bile ayrılmayıp gözyaşı döktüğü o günler...
O zamanlar annem ağladığında nasıl içim paramparça oluyorsa, şimdi Nalan Hanım'ın ağlamasına da içim paramparça oluyordu. Derin bir iç çekip elimin tersiyle dolan gözlerimi sildim.

"Hiçbir anne evladının acı çekmesini istemez. En azından evladını seven hiçbir anne... Ela'dan bahsederken bile, onu ne kadar sevdiğinizi görebiliyorum. Beni terk etmiş olmanıza rağmen, şuan size kızgın olamamamın, sizin yanınızda bulunmamın tek sebebi, size hak veren bir yanımın olmasıdır."dedim. Nalan Hanım akan göz yaşlarını silip bana biraz daha yaklaşarak sıkıca sarıldı.

"Bir gün seni bulduğumda beni anlamayacaksın diye o kadar çok korkuyordum ki..."dedi. Kendimi geri çekmek istiyordum ama belimdeki ağrıdan dolayı hareket edemiyordum. Nalan hanım da bunu anlamış olacak ki hemen geri çekildi.

"Sizi anlamış olmam sizi affettiğim anlamına gelmiyor. Size kızmıyorum ama hâlâ size çok kırgınım ve bu kırgınlığım hiç geçmiyor." Gözümde biriken yaşlar usulca düşerken yanaklarımdan, burnumu çekip konuşmaya devam ettim. "Biliyor musunuz? Çok saçma gelecek ama ben sizin Ela'ya olan sevginizi kıskandım. Bu annemden ve babamdan sevgi görmediğim anlamına gelmiyor. Onlar bana kendi öz evlatlarından daha çok sevgi gösterdiler. Beni onlardan hiç ayırmadılar. Bana bunu hissettirmediler bile... Onlarla büyüdüğüm, onları anne baba bildiğim için çok mutluyum. Onlar benim bu hayattaki en büyük şansım oldular. Bu zaten apayrı bir konu... Ama ben-"daha sözümü tamamlamadan kapıdan Metin Bey ve Yusuf abi girdiler. Kafamı çevirip hızlıca gözlerimden inen yaşları sildim. Ağladığımı görmelerini istemedim.

"Ela güzelim, ne oldu sana? İyi misin?"dedi Yusuf abi. Yatağın diğer tarafına geçip elimden tutarak yanıma oturdu. Saçı başı dağınık bir haldeydi. Sanırım uykudan yeni uyanmıştı. Metin Bey ise hemen baş ucumda durarak bana endişeli gözlerle bakıyordu.

"İyiyim abi, biraz belim ağrıyor, endişelenecek bir durum yok."dedim tuttuğu elimi hafif sıkarak.

"Dün gece de ağrıdığını söylüyordun. Hâlâ geçmediğine göre hadi kalk hastaneye gidiyoruz."dediğinde, tam itiraz edecektim ki iki yana salladı kafasını. "İtiraz istemiyorum."diyerek beni susturdu. Ama ben hastaneye gitmek istemiyordum... Gitmeyecektim...

"Ela, abin doğru söylüyor. Hadi kalk hastaneye gidelim."dediğinde Metin Bey kafamı iki yana salladım. Hastaneye falan gitmek istemiyordum.

"İstemiyorum. Krem sürdüm biraz uzanırsam ağrısı geçer."

Nalan Hanım'ın, Metin Bey'in ve Yusuf abinin tüm ısrarlarına rağmen hastaneye gitmeyi kabul etmemiştim. Yusuf abi de hastaneye gitmeyi kabul etmediğim için son çare doktoru eve getirtmekte bulmuştu. Doktorun yaptığı iğneden sonra belimdeki ağrı yavaş yavaş azalmaya başlamıştı. Ağrım azaldıkça da kendimi daha iyi hissediyordum. Saat 10.00'a doğru geldiğinde Hilal'i arayıp rahatsız olduğumu, kahvaltıya gelemeyeceğimi söylediğimde, hemen yanıma geleceğini söyleyip kapatmıştı. Yarım saatin sonunda da Selim enişte ile beraber bize gelmişlerdi.

"Güzelim daha iyi misin? Ağrın falan yok değil mi? Bak doğruyu söyle"dediğinde Yusuf abi, oflayarak ona baktım. Sabahtan beridir bu kaçıncı soruşuydu.

"Abicim sabahtan beri aynı soruyu tekrarlayıp tekrarlayıp soruyorsun. Tamam benim için endişeleniyorsun, anlıyorum. Ama ben iyiyim, ağrım sızım da yok."dedim elini tutup doğrudan gözlerinin içine bakarak. Beni böyle düşünmesi, ilgilenmesi çok güzeldi evet. Ama benim yüzümden burada kalıp işlerini aksatması hoşuma gitmiyordu.
Neredeyse öğlen oluyordu ve Yusuf abi hâlâ işe gitmemişti. Sabahın erken saatinden bu yana yanı başımdan bir dakika bile ayrılmamıştı. Oysa dün gece, bugün için çok önemli bir toplantısının olduğunu söylemişti.

"Selim enişte hadi abimi de al şirkete gidin lütfen? Siz böyle yapınca ben kendimi daha çok kötü hissediyorum. Hem abim dün gece çok önemli toplantınız olduğunu söylemişti."dedim Selim enişteye bakarak. Yusuf abi'ye ne kadar şirkete gitmesini söylediysem de beni dinlemiyordu. Beni böyle bırakıp şirkete gitmeyi istemediğini söyleyip reddediyordu.

"Evet toplantı var ama Asaf orada, O halleder."Selim enişte de, Yusuf abi gibi işi yokuşa sürünce bıkkınlıkla ikisine doğru baktım.

"Hadi beyler ikiniz de çıkın. Bırakın kız biraz nefes alsın. İşe mi gidersiniz, nereye giderseniz gidin. Yeter ki bu odayı terk edin." dediğinde Hilal içimden ona binlerce kez teşekkür ettim. Yusuf abi biraz düşünür gibi yapıp ayağa kalkarak yanıma geldi.

"Şimdi gidiyorum ama bir şeye ihtiyacın olduğu an hemen beni arıyorsun ve aradığım zaman hemen telefonunu açıyorsun güzelim tamam mı?"dedi. Aynı annem gibi konuşmuştu. Kafamla onu onayladığımda şakağımdan öperek kapıya doğru gitti. Tam çıkacakken aklına bir şey gelmiş olacak ki dönüp Hilal'e baktı.

"Ela sabah hiçbir şey yemedi. Aşağıdan bir şeyler hazırlamalarını söylersin. Ela'nın keyfine bıraksak akşama kadar hiç bir şey yemez."dediğinde gözlerimi kısarak ona baktım.

"Arkadaşımın o huyunu çok iyi bilirim. Ama sen merak etme, gözün arkada kalmasın. O iş bende, Ela'ya gözüm gibi bakarım."deyip gülümsedi.

"O bahsettiğiniz kişi benim ve buradayım. Ben burada yokmuşum gibi konuşmayın. Bana dünkü çocukmuşum gibi de davranmayın lütfen! Acıktığım zaman yemeğimi yiyorum zaten."dedim burun kıvırarak. Yusuf abi dediğimle beraber elini kapı kulpundan çekip yanıma doğru gelerek başımın üstünden öptü. "Güzelim benim, biz seni düşündüğümüz için böyle davranıyoruz. Hem sen daha çocuksun, o kadar büyümedin zaten"dediğinde onu kendimden biraz uzaklaştırıp ters bir bakış attım.

"Ay abi aynı Mert abim gibi konuştun. Sen de beni onun gibi kızdırıyorsun şu an."gözlerimi devirdiğimde gülerek odadan çıktı Selim enişte ile beraber. Tabii tüm uyarılarını yaptıktan sonra çıkmıştı. Üzerimdeki poları kenara itip doğrulmaya çalıştığımda, Hilal yanıma yaklaşıp "Roz ne yapıyorsun?"dedi.

"Sence ne yapıyor gibi gözüküyorum?" Göz kırpıp ona sert bir bakış attıktan sonra ayaklarımı yataktan sarkıttım.

"Yusuf'lar daha yeni çıktı. Sen hayırdır niye hemen ayaklanıyorsun?" Artık gerçekten sinirlenmeye başlıyordum. Gözlerimi bir kaç saniye kapatıp sakinleşmeye çalıştım.

"Valla eğer izin verirsen lavaboya kadar gitmek istiyordum. Ha, eğer izin vermezsen buraya etmek zorunda kalırım."dedim. Değneğe tutunarak yavaşça ayağa kalktığımda, Hilal hemencecik kolumdan tuttu. Belimdeki ağrı sabaha nazaran çok iyiydi. Ağrım yok denecek kadar azalmıştı.

"Kızım öyle desene, bende sandım ki..."

"Ne sandın Allah aşkına? Bu şekilde kalkıp dışarı çıkacağımı mı?"

"Daha önce yapmadığın şey sanki." deyip imalı imalı baktı. Evet daha önceden yapmışlığım vardı, ama sadece bahçeye kadar çıkmıştım. Evde herşey üstüme üstüme geldiği için bende bahçeye çıkmak istemiştim. Ve kimse de bana engel olamamıştı. O zamanlar ağrım çok çok fazla olmasına rağmen evde, odamda uzanıp ağrımın geçmesini beklemeyerek çıkmak istiyordum.

"Mavişim benimle girmeyeceksin herhalde değil mi?"dedim lavabonun önünde durarak. Lavabonun kapısını açıp geçmem için işaret verdiğinde içeri geçip daha o girmeden kapıyı ardımdan kapattım.

"Rozzz!" Kapının arkasından bağırdığında
onu takmayarak musluğu açıp elimi yüzümü yıkadım. Aynadan yansımama baktığımda soluk bir yüzle karşılaştım. Dün gece pek iyi uyuyamamıştım ve sabah erken uyanmıştım. Yüzüm o yüzden biraz solgun görünüyordu. Hilal'in sesini duyunca musluğu kapatıp kulağımı ona verdim. Suyun çıkardığı sesten dolayı ne dediğini pek anlamamıştım.

"Roz sana yiyecek bir şeyler getirmeye gidiyorum. Çıkarken dikkat et aklım burda kalmasın."dedi.

"Tamam." Beni duyması için sesimi biraz yüksek çıkartmıştım. Birkaç saniye sonra kapının kapanma sesini duyduğumda tekrar işime odaklandım. Kendimi biraz toparlamam lazımdı.

Lavaboda işimi hallettikten sonra yavaş adımlarla lavabodan çıkıp yatağa doğru ilerledim. Yatağın ucuna oturup komodinin üzerinde duran sürahiden bir bardak su doldurup içtim. Ayaklarımı uzatıp sırtımı yatak başlığına dayayarak kafamı geriye yatırıp gözlerimi kapadım. Şuan ağrım yoktu ama kendimi yorgun hissediyordum. Yatakta biraz dinlenmek yorgun olan bedenime iyi gelecekti. Kapı iki kez tıklanınca kapalı olan gözlerimi araladım. Kapıyı çalan Hilal olamazdı. O genelde yanıma kapıyı çalmadan gelirdi. Gel komutumdan sonra Metin Bey kapıda göründü.

"Girebilir miyim?"Kafamı evet anlamında salladım. İçeri girip yanıbaşımda durdu.

"Daha iyi misin?"dedi. Kafamı tekrar salladım. Şuan daha iyiydim.

"Nasıl olduğunu merak ettim. Hilal yanında olduğu için yanına gelemedim."dedi.

"İyiyim bir sorun yok."dedim kafamı kaldırmadan. Metin Bey'in parmaklarını saçlarımda hissettiğimde bir an şaşırmıştım. Metin Bey, Nalan Hanım'a göre benimle daha az konuşur, daha az iletişim kurmaya çalışırdı. Sanki bana yakın durmaya çekiniyor gibiydi. Yanıma oturarak yönünü bana çevirdi.

"Neden bize dün gece ağrın olduğunu söylemedin?"dedi serzenişte bulunarak. Dün gece beni o kadar rahatsız edecek bir ağrım yoktu. Hoş, olsaydı da söylemezdim.

"Dün gece o kadar ağrım yoktu."

"Olsa da söylemezdin. Sabah Fatma söylemeseydi yine de söylemezdin değil mi?"dediğinde, kafamı kaldırıp doğrudan gözlerine baktım.

"Hayır söylemezdim. Hatta Fatma ablaya da size haber vermemesini söylemiştim."dedim. Kimseyi telaşlandırmak istemiyordum. Eskiden de ağrım çok olmadığı müddetçe kimselere söylemez kendiliğinden geçmesini beklerdim.

"Bize kızgın olduğun için söylemiyorsun ama bizim yüzümüzden kendine eziyet etme olur mu?"dedi elimi tutup avuç içine alarak. 'Ben size kızgın değilim. Sadece benden vazgeçmenizi kabul edemiyorum.'dedim içimden.

"Kendime eziyet falan etmiyorum."diyerek elimi geri çektim. Hilal, elinde kocaman bir tepsiyle kapıdan içeri girince Metin Bey hemen ayağa kalktı.

"Ben gideyim, daha sonra tekrar gelirim."diyerek Hilal'in yanından geçip gitti.

"Yanlış bir zamanda gelmedim, değil mi?"dedi elindeki tepsiyi yatağa koyarak.

"Hayır."deyip getirdiği tepsiye odaklandım. İçinde yok yoktu. Aç olmayan ben, tepsinin içindekileri gördükten sonra karnım goruldanmaya başlamıştı.
Ekmekten bir parça alıp hemen menemene bandırarak ağzıma attım. Tadı o kadar güzeldi ki sanki annemin eli değmiş gibiydi.

"Kızım yavaş ye boğulacaksın" Hilal gülerek bana takılınca onu umursamayıp yemeye devam ettim.
Ben yedikçe Hilal hem konuşup hem gülüyordu. Çünkü daha ağzımdakini bitirmeden hemen başka bir şey alıyordum ağzıma.

"Birde aç değilim diyordun. Biraz daha kalsa tavayı da beraberinde yiyeceksin."dedi alay eder gibi bir tavırla.

"Ne yapayım mavişim çok güzel olmuş. Sanki annemin eli değmiş gibi."dedim. Hilal bana bakıp güldüğünde, ona ne var der gibi baktım.

"Zaten annenin eli değdi canım."dediğinde, ağzımdaki lokma az kalsın boğazımda kalıyordu.

"Neee?"dedim biraz su içtikten sonra.

"Nalan teyze kendi elleriyle yaptı. Aslında ben yapacaktım ama Nalan teyze rica edince kıramadım. Menemeni, pişileri, omleti, gözlemeyi, hepsini senin için kendi elleriyle yaptı." Nalan Hanım'ı buraya geldiğim günden beri mutfakta yemek yaptığını hiç görmemiştim. Hilal, Nalan Hanım'ın kahvaltıyı hazırladığını söyledikten sonra elimde çatalla öylece kalakaldım. Elimdeki çatalı tepsiye bıraktıktan sonra Hilal'e döndüm.

"Gerçekten mi?"dedim. Kafasını sallayıp gülümsedi ve eline aldığı pişiyi bana uzatarak kahvaltıya devam etmemi işaret etti. Kafamı iki yana sallayıp biraz geri çekildim.

"Doydum."dedim. Peçeteyle ağzımı silip sırtımı yatak başlığına dayadım. Hilal bana soru soran gözlerle baktığında, "Nalan Hanım hazırladı diye değil, gerçekten doyduğum için geri çekildim." dedim. Gerçekten de doymuştum...

"Valla kahvaltı yaptığım halde bu tepsidekileri görünce yeniden acıktığımı hissettim."dedi. Eline aldığı ekmek parçasını menemene bandırıp ağzına götürdü. Gerçekten de herşey çok güzel olmuştu.
Hilal ile kahvaltıyı yaptıktan sonra doktorun verdiği ağrı kesiciyi içip yatağa uzanmıştım. Belimdeki ağrı arada bir kendini yokladığı için ilacı içmek zorunda kalmıştım.

Yusuf abi ise şirkete gittiğinden beri şuana kadar en az on defa aramış nasıl olduğumu sormuştu. Hilal acele ile evden çıktığı için telefonunu evde unutmuştu. Bende telefonumu verip Yusuf abiyi de cevaplamasını söylemiştim. Şuanda da balkonda Selim enişte ile konuştuğu için ben de uzanıp uykumun gelmesini bekliyordum.

"Roz şu telefonu cevapla lütfen! Bir türlü Selim'le rahat rahat konuşmama izin vermedi."Hilal'in sesiyle gözlerimi araladım.

"Kim arıyor?"dediğimde sırıtarak telefonu bana uzattı.

"Asaf"deyip göz kırpınca telefonu elinden çekiştirerek aldım.

"Özel konuşacaksınız ben çıkabilirim."derken gayet ciddi gözüküyordu. Gözlerimi devirip yanıma oturması için işaret verdim. Israrla çalan telefonu açıp kulağıma götürdüğümde Asaf'ın kızgın çıkan sesi kulaklarıma doldu.

"Bir saattir arıyorum, neden telefonun hep meşgul? Kiminle konuşuyorsun bu kadar?" Sesi ahizeden o kadar yüksek çıkmıştı ki bir an telefonu kulağımdan çekmek zorunda kaldım. 'Ne oluyor' dercesine baktığında Hilal, 'bilmiyorum' anlamında omuz silktim. Hilal burada olmasaydı ona diyeceğimi bilirdim de, şansına Hilal burada yanımda oturmuştu. Üstelik telefonda konuşan ben değilken gelip bana hesap sorması beni iyice çileden çıkarıyordu. Hoş, konuşan ben olsaydım da gelip bana hesap soramazdı. Kendisini ne sanıyordu acaba?

"Sen hayırdır niye bağırıyorsun?"dedim sakin bir dille. Sakin kalıp sinirlenmemeye çalışıyordum. Zaten yeni toparlanmıştım.

"Sen kiminle konuşuyordun?" Sesi bu sefer daha sakin çıkmıştı. Lakin yine aynı soruyu soruyordu. Derin bir nefes alıp sabır diledim. Yoksa bütün sinirlerimi ondan çıkarırdım.

"Kiminle konuştuğumdan sana ne?"Hilal bana bakıp konuşacağı sırada onu bakışlarımla susturup tekrar telefona dönerek konuşmaya devam ettim.

"Ayrıca sen neden aramıştın?"dedim.

"Yusuf rahatsız olduğunu söyledi. Ben... Ben rahatsız olduğunu duyunca..."deyip sustu. O an ne diyeceğimi bilemedim. Benim için endişelenmişti.
Aramızda kısa bir sessizlik oluştu. Sadece nefes alışverişlerini duyuyordum.

"İyiyim merak etme."dedim kısa bir süre sonra. Sesim o kadar yumuşak çıkmıştı ki, içindeki o endişeyi yok etmek istedim o an. Bunu neden yaptığımı da bilmiyordum. Daha demine kadar ona sinirlenen ben, şu an bambaşka duygular içerisindeydim. Hilal bana bakıp gülümseyince gözlerimi devirip bakışlarımı kaçırdım. Asaf'la konuştuğumuzdan beri gözleri sürekli üstümdeydi. Sanki beni yokluyor gibiydi...

"Neyin vardı? Yusuf'larla pek konuşamadım. Sadece rahatsız olduğunu söyledi."

"Önemli bir şey değildi. Zaten geçti gitti. Şuan çok iyiyim."

"İyi olduğunu kendi gözlerimle görmeden inanmam."

"Sana neden yalan söyleyeyim ki? İyiyim diyorsam iyiyim."

"Ela göz, senin iyi olduğunu akşam size geldiğimde kendi gözlerimle göreceğim. Ayrıca telefonda bir saat konuştuğun kişiyi de söyleyeceksin." deyip, cevap vermemi beklemeden telefonu kapattı. Bir dakika ya, bu adam benim suratıma mı kapatmıştı? Telefonu yavaşça kulağımdan çekip ekrana baktım. Hakkaten de kapatmıştı.

"Gördün mü? Telefonu suratıma kapattı."dedim telefon ekranını Hilal'e gösterip şaşkınca suratına baktım. Hilal bana bakıp gülümsedikten sonra yanıma yaklaşarak yatakta bağdaş kurup ellerimi tuttu.

"Neden konuşanın ben olduğumu söylemedin ki? Selim'le konuştuğumu söyleseydin."dedi. Bir kaşını yukarı kaldırıp gözlerimin içine baktığında ellerimi ellerinden çektim.

"Ona hiçbir şey söylemek zorunda değilim. Hem ona ne ki? Kiminle konuşmak istersem konuşurum."

"Önceden tam emin değildim ama şimdi kesinlikle eminim."deyince ona anlamaz gözlerle baktım. Neyden emin değildi de şimdi emin oluyordu?

"Ne diyorsun kızım sen, neyden eminsin?"

"Diyorum ki: Sen bu çocuğu bayağı bayağı seviyorsun" Hilal'in dediğinden sonra yutkundum. Ona karşı bir şeyler hissettiğimi biliyordum ama bu o kadar ilerlemiş miydi ki, Hilal onu sevdiğimden emin olabiliyordu? Ben daha bundan tam emin değilken...

"Ne oldu, neden sustun?"dedi. Çenemi tutup yüzüne bakmamı sağladığında kafamı geri çekerek ellerinden kurtuldum.

"Hilal'cim yapma Allah aşkına! Ben telefonu yüzüme kapattı diyorum. Sen gelip bana diyorsun ki: Onu sevdiğinden bayağı bayağı emin oldum."dedim sesimi aynı onun gibi çıkartarak.

"Doğru diyorum. Belki farkında değilsin diyeceğim ama eminim ki sende artık Asaf'ı sevdiğinin farkındasın." Onaylamamı ister gibi bir bakış attığında kafamı iki yana salladım.

"Saçmalama yok öyle bir şey."deyip biraz duraksadıktan sonra daha Hilal konuşmadan devam ettim konuşmaya "Artık Asaf konusunu kapatabilir misin? Onunla ilgili konuşmak istemiyorum."

"Peki Roz. Sen böyle devam et, daha ne kadar kaçabileceksin, kendine bile itiraf edemediğin duygularından? Ama gün gelir Asaf koluna başka birini taktığı zaman öyle uzaktan bakarsın canım. Zaten Melis de, Yasemin de bunun için can atıyorlar. Hatta Yusuf'la, Selim bir ara Melis ve Asaf'ın arasını yapmaya çalışmışlardı. Bunu ikimiz de biliyoruz." dedi. Sessiz kaldım. Hiç bir şey diyemedim. Haklıydı... İsimlerini yan yana duymak bile canımı bu kadar yakıyorken, onları yan yana görmek... Üstelik sevgilisi ya da eşi olarak...

"Sonradan olan pişmanlık fayda etmiyor, bunu biliyorsun değil mi?"Hilal'in sesiyle kafamdaki karmakarışık düşüncelerden sıyrılıp, bu düşünceleri yok etmek istercesine kafamı iki yana salladım.

"Ne yapabilirim Hilal? Söyle ne yapabilirim?"Sesim olduğundan daha yüksek çıkmıştı.

"Kaçma duygularından. Olayları biraz akışına bırak."

"Yani diyorsun ki Asaf'ın da seni kırıp dökmesine izin ver. Bir başka yarayı da kalbinde o açsın."dedim acı bir şekilde gülümseyerek. Biliyordum ki, her şekilde üzülen taraf ben olacaktım.

"Hayır canım, diyorum ki sonradan pişman olacağın şeyler yapma"dedi elimi tutup hafif bir şekilde sıkarak. Asaf'ın başka biriyle olduğu düşüncesi bile benim canımı yakmaya yetmişti ama yine de ona karşılık veremezdim. Bunu yapamazdım... Bunu ne ona ne de kendime yapamazdım... Bu bile bile yanmak olurdu... Ama gerçek şuydu ki, Asaf hayatına eninde sonunda birini alacaktı. Düşünmesi ne kadar acı verse de olacaktı. Bundan kaçmam olanaksızdı.

"Roz kendini neden kapattığını biliyorum. Özgür senin güvenini kırdığı için artık kimseye güvenemiyorsun. Seni anlıyorum. Ama sen de biliyorsun ki her insan aynı değil. Her defasında sana bunu söylüyorum. Özgür seni yarı yolda bıraktı diye Asaf da bırakacak değil. Asaf seni seviyor."dedi. Son cümlesine istemsizce gülümsedim. Gülümsemem 'Asaf seni seviyor' dediği için değildi. Bu kalbimi acıtan bir gülümsemeydi. Ne ironiydi ki, beni seven herkes bırakıp gitmişti. Bu hayatın bana tattırdığı acı bir gerçekti.

"En büyük korkum da o ya, beni seven herkes bırakıp gidiyor." Kalbimin en derininde öyle bir acı hissettim ki, bu acı kalbimi paramparça etti. Gözlerim dolunca ağlamamak için kafamı kaldırıp tavana baktım. Kısa bir süre Hilal'in kollarını boynumda hissettiğimde iç çekerek kollarımı boynuna dolayıp sıkıca sarıldım.

"Seni seven herkes bırakıp gitmiyor. Bak ben, Zühre teyze, Mert abi, Efe, Eva hepimiz senin yanındayız, hiçbir zaman da bırakmayız."deyip geri çekildi. Tebessüm ederek yanağına bir buse kondurdum.

"Doğru, bir tek siz bırakmadınız."dedim burukça gülümseyip tekrardan sarıldım. Telefon çalmaya başlayınca Hilal'den ayrılıp telefona baktım. Yusuf abi arıyordu... Yanaklarımdan inen yaşları silip gülümseyerek ekranı Hilal'e gösterdiğimde telefonu işaret edip, "Her zaman olaya kötü tarafından bakmayalım. Bak seni çok seven, senin için endişelenen, her zaman yanında olmak isteyen, seni her kötülükten koruyacak bir abin daha olduğunu öğrendin. Üstelik yıllarca kardeş hasreti çeken bir abin var. Böyle düşün ve kendini üzme."dedi gülümseyerek. Doğru diyordu. Yusuf abi buraya geldiğimden bu yana sevgisini fazlasıyla hissettiriyordu. Kafamı salladıktan sonra telefonu açıp kulağıma götürdüm.

"Buyur abicim."dedim gülümsemeye çalışarak. Ağladığımda sesim her zaman boğuk ve titrek çıktığı için derin bir nefes çektim içime, ağladığım anlaşılmasın diye.

"Nasılsın güzelim, ne yapıyorsun? Ağrın falan yok değil mi?"dedi sorularını ardı ardına sorarak. Soruları karşısında içtenlikle gülümsedim. Yaşadığım tüm olumsuzlukların içinde bana iyi gelen tek şey Yusuf abi gibi bir abimin daha olduğunu öğrenmemdi. Ona olan sevgim gün be gün artıyordu.

"İyiyim abi, hatta çok iyiyim. Hilal ile oturmuş sohbet ediyorduk."

"İyi olmana çok sevindim güzelim. Biz de Selim ve Asaf'la eve geliyoruz, istediğin ya da canının çektiği bir şey var mı diye sorayım dedim."dedi. Daha yeni gitmemiş miydi? Neden bu kadar erken geliyorlardı?

"Abi benim yüzümden erken dönüyorsanız hiç gerek yok. Ben gayet iyiyim."

"Buradaki işimiz bitti canım, artık akşam olmak üzere zaten."deyince telefonu kulağımdan çekip ekrana baktım. Hakkaten de akşam olmak üzereydi. Hilal ile konuşa konuşa vaktin nasıl geçtiğini anlamamıştım.

"Birşey istiyor musunuz, gelirken alalım?" dedi. Hilal'e bakıp bir şey istiyor musun diye işaret verdiğimde kafasını iki yana salladı. Yataktan kalkıp lavaboya doğru gidince, bende telefonda bekleyen Yusuf abi'ye döndüm.

"Yok abi, bir şey istemiyoruz."deyip telefonu kapattım. Yavaşça yerimden doğrulup ayağa kalkarak küçük küçük adımlarla balkona doğru yürüdüm. Gün boyu bu odadan çıkmadığım için artık içim daralmaya başlamıştı. Biraz hava almaya ihtiyacım vardı. Balkona çıktığımda demirliklere tutunarak kafamı kaldırıp gökyüzüne baktım. Akşam üzeri olduğu için hava yavaştan kararmıştı.

"Geldiler mi?"Hilal'in sesiyle kafamı çevirip balkon kapısına baktım. Hilal elinde iki fincanla yanıma doğru geliyordu. Kafamı evet anlamında sallayıp tekrar gökyüzüne çevirdim.

"Meryem teyze senin için özel çayından yollamış."dedi elindeki fincanı bana uzatarak. Fincanı elinden alıp burnuma götürerek o güzel kokusunu içime çektim. Harika kokuyordu...

"İçeri geçelim mi?" Kafamı iki yana sallayıp reddettim. Daha yeni çıkmıştım ve hava almak iyi gelmişti.

"Biraz daha kalalım. Hava almak iyi geliyor."dedim gelen havayı soluyarak.

"Peki, ama ayakta bekleme, gel şuraya oturalım."dediğinde gösterdiği yere geçip oturdum. Ayakta beklemek belimin ağrısını tetikleyebilirdi. Tekrar o ağrıyı çekmek istemiyordum.

"Asaf da abimler ile geliyor."dedim biraz oturduktan sonra. Neden birdenbire Asaf'tan bahsettiğimi bilmiyordum. Kendiliğinden dökülmüştü dilimden. Daha biraz önceye kadar Asaf'tan bahsetmek istemediğimi söylerken, şimdi kendim ondan bahsediyordum. Ne ironiydi ama...

"Roz..."dedi ve sustu. Kafasından ne geçtiğini biliyordum. Ben tekrar üzülmeyeyim diye sustuğunu da biliyordum.

"Ona karşı bir şeyler hissettiğimi kabul ediyorum... Ama tam olarak ne, inan bunu ben de bilmiyorum.... Buna bir isim koyamıyorum... Zaten bunu kendi içimde de daha yeni yeni kabul etmeye başladım."dedim. Hilal'den hiç bir zaman, hiç bir şeyimi saklama gereği duymamıştım. Bunu kendime bile daha itiraf edemiyorken Hilal'e söyleyemiyordum.

"Biliyordum, yemin ederim biliyordum."deyip boynuma sarılınca, ilk tepkisiz kaldım. Bir kaç saniye sonra ani sarılışına karşılık verip gülümsedim.

"Asaf iyi biri, bence ona güvenebilirsin. O seni yarı yolda bırakacak biri değil."dedi geri çekilerek.

"Daha kaç aydır tanıyoruz? İyi, güvenilir olduğunu nereden biliyorsun?" Asaf'tan öyle bir bahsediyordu ki, sanki onu uzun zamandır tanıyormuş gibi.

"Az çok tanıyoruz yani, gerçi senin daha iyi tanıman lazım. Ne de olsa sürekli yan yanasınız. Çocuğa ne yaptın da yanından hiç ayrılmak istemiyor?"yandan bakıp göz kırpınca kaşlarımı çatarak omuzuna vurdum. Eliyle omuzunu tutup yüzünü buruşturarak bana baktı. Yüzünü öyle bir buruşturmuştu ki, gören ona sahiden vurduğumu sanırdı. Oysa çok yavaş vurmuştum.

"Acıttın"dediğinde ona bakıp oh olsun diyerek otuz iki diş gösterdim.

"Şaka bir yana, Asaf öyle birine benzemiyor. Ayrıca o senin kuzenin, üstelik abinin en yakın arkadaşı. Onun için seni yarı yolda bırakacağına inanmıyorum."dedi tekrar eski haline geri dönerek.
Biran Yusuf abinin beni ona emanet ederken ki sözleri beynimde yankılandı; kardeşim kardeşindir.
Yusuf abi, Asaf'ın bana o gözle asla bakmayacağını düşünüyordu herhalde.
Bilse ne tepki verirdi acaba? Kızarmıydı?

"Roz! Nereye daldın?" Hilal'in kolumu dürtmesiyle dalgınca yüzüne baktım. Ardından kendime gelerek saçlarımı geriye doğru attım.

"Evet, Asaf kuzenim ve Yusuf abinin en yakın arkadaşı. O yüzden beni ona emanet ederken 'kardeşim kardeşindir' diyordu."dedim. Hilal dediklerimi işittiği gibi kolumdan tutup beni kendine döndürdü.

"Ne zaman öyle dedi?"

"Sizin düğünden önce miydi, sonra mıydı, tam hatırlamıyorum. Bana..."Konuşmamızı Bahar'ın sesi bölmüştü.

"Kızlar ne yapıyorsunuz burda?" İkimiz aynı anda dönüp arkamıza baktığımızda kapıya yaslanmış bir Bahar ile karşılaştık. Ne zamandır orda duruyordu? Konuştuklarımızı duymuş muydu acaba?

"Öyle hava alıyorduk. Sen ne zaman geldin?"dedi Hilal.

"Çok olmadı, yeni geldim. Annemler de aşağıdalar sana bakmaya geleceklerdi ama sen uyuyorsun diye gelmediler. Ben daha fazla bekleyemedim."dedi bana bakıp gülümseyerek. Tebessüm edip ayağa kalkmaya çalıştım. Ayağa kalktığımı gören Hilal hemen elini uzatarak kalkmama yardım etti. Hava biraz daha soğuduğu için artık içeri geçme zamanıydı.

"Kimler var aşağıda? Yusuf abiler de gelmişler mi?"diye sordum. Yusuf abinin gelir gelmez yanıma çıkacağını biliyordum ama yine de merak etmiştim.

"Babamlar ve Murat amcalar aşağıda oturmuşlar. Yusuf abiler de daha gelmemişler."dediğinde kafa saklamakla yetindim.

"Roz sen uzan, ben bi aşağı inip Meral annelere bakayım, hemen gelirim."dedi Hilal beni yatağa doğru yönlendirmeye çalışarak. Kafamı iki yana salladım. Şuan iyiydim ve buraya tıkılıp kalmak istemiyordum. O yüzden aşağı inecektim.

"Bende iniyorum."deyip kapıya doğru ilerledim. Hilal hemen peşimden gelip koluma yapıştı."Ama-" Kolumu çekip odadan çıktığımda öylece bana bakıp ardından koşarak gelip koluma girdi. Bir taraftan o bir taraftan Bahar odaya geri dönmem için uğraş veriyorlardı. En son beni vazgeçiremeyeceklerini anladıklarında sessizce yanımda yürümeye başladılar.

"Kızım ne inatçısın sen."dediğinde Hilal, ona bakıp şirince sırıttım. Aşağı indiğimizde herkes oturmuştu. Defne abla ve Sinan abi de gelmişlerdi. En köşede oturan Defne abla beni gördüğü gibi yanıma gelip sarıldı. Geri çekildiğinde ise baştan aşağıya kadar süzdü. Onun bu haline şaşkınca bakarken konuşmaya başladı.

"Kuzum ne oldu sana, neyin var?"dedi. Sesi o kadar üzgün çıkmıştı ki...

"Yok bir şeyim abla, sadece biraz ağrım vardı o da geçti. Şuan iyiyim merak etme"dedim gülümseyerek. Yüzümün güldüğünü görünce belki içi rahatlar diye düşündüm.

"Hadi gel ayakta bekleme... Ya da dur, sen niye burdasın? Neden odanda, yatağında değilsin?"dedi soru soran gözlerle.

"Valla biz çok denedik ama küçük hanım katiyen kabul etmeyip aşağı indi."diyerek sitemde bulundu Hilal. Defne abla, Hilal'in dediklerinden sonra bana bakıp neden diye sorunca, "Abla bari sen yapma. Sabahtan beridir zaten yatıyorum. Sıkıldım artık..."dedim. Salona girip hoş geldiniz dedikten sonra Kerem'in yanına oturdum. Haluk amca, Meral teyze, Murat Bey, Ayla Hanım ve oradaki herkes tek tek nasıl olduğumu sorup durmuşlardı. Herkesten aynı soruyu alınca bir an aşağı indiğim için pişman olmuştum. Hiç kimsenin bana acıyarak bakmasını istemiyordum. Burada Hilal dışındaki herkes benim bu ağrılara, bu bitmek bilmeyen acılara alışkın olduğumu bilmiyorlardı. Oysa ben bu ağrıların içinden geçmiştim... Bu ağrılarla büyümüştüm ben...

Yaklaşık yarım saat sonra Yusuf abi, Selim enişte, Asaf ve tanımadığım bir adam salona girdiklerinde Asaf'ın bakışları hemen beni bulmuştu. Ona kaçamak bir bakış atıp Selim eniştenin yanında duran adama baktım. Bu adam da kimdi? Onu Yusuf abinin yanında ilk defa görüyordum.

"Çocuklar hoş geldiniz. Emir sen de hoş geldin oğlum. Bu ne güzel sürpriz."diyerek ayağa kalkıp onların yanına gitti Nalan Hanım.

"Hoş bulduk Nalan teyzem."gülümseyip Nalan Hanım'ın ellerinden öptü Emir. Emir... Bu isim bana yabancı gelmiyordu. Hatta bu adamın yüzü de... Sanki onu bir yerden tanıyormuşum gibiydi ama tam olarak nereden çıkaramıyordum. Yusuf abi ve Emir bana doğru geldiklerinde yerimden hafif bir şekilde doğrularak gülümsemeye çalıştım.

"Güzelim iyi misin? Neden aşağı indin ki?"dedi Yusuf abi. Elini omzuma koyup koltuğun kenarına oturdu.

"İyiyim."dedim kısaca.

"Seni Emir ile tanıştırayım. Sana Antalya'ya gitmeden önce bahsetmiştim ya, işte fizyoterapist arkadaşım Emir."dediğinde kafamı salladım.
Demek Emir ismi bu yüzden yabancı gelmiyordu. Ama iyi de onun yüzü neden yabancı gelmiyordu? Belki de birine benzetiyor olabilirdim. Kesin birine benzetiyordum. Yoksa nereden tanıyor olabilirdim ki...

"Ela senin kardeşin mi? Ama bu nasıl olur?"dediğinde Emir, salonda oturan herkes kadar ben de şaşırmıştım. Ne demek istiyordu? Yusuf abi şaşkınlıkla ayağa kalkıp Emir'e döndü.

"Evet de, sen neden şaşırdın? Ela'yı tanıyor musun yoksa?"dedi. Kaşları merakla çatılmıştı. Emir'e dönüp baktım. Beni nereden tanıyor olabilirdi ki?
Düşünüp durdum ama tanıdık gelen simasına rağmen çıkaramadım.

"Evet tanıyorum."dediğinde herkes dönüp bana baktı. Bu nasıl olabilirdi? O beni tanıyordu ama ben onu tanımıyordum. Yusuf abi omuzuma dokunup bana bakınca şaşkınlıkla kafamı iki yana salladım. Kafam karışmıştı. Onu nereden tanıyorum diye tekrar düşünmeye başladım... Ama yok çıkaramıyordum.

"Ela gerçekten beni tanımadın mı?"dedi.

"Kusura bakma yüzün tanıdık geliyor da çıkaramadım."dediğimde gülümsedi.

"Emir sen Ela'yı nereden tanıyorsun?"diye hemen araya girdi Yusuf abi.

"Ela ile çok önceden tanışmıştık. Hakan abi bizi tanıştırmıştı." Kaşlarım kendiliğinden yukarı doğru kalkmıştı.

"Hakan abi?"dedim. Benim tanıdığım sadece bir tane Hakan abi vardı. O da benim fizik doktorumdu.

"Hakan Demir." Ee benim tanıdığım Hakan abiden bahsediyordu.

"Hakan abi benim kuzenim. Sen de onun hastasıydın. Seninle de yaklaşık 6-7 sene önce tanışmıştık. Hatırladın mı şimdi?" dediğinde ağzım açık kalmıştı. Hakan abi beni kuzeni Emir ile tanıştırmıştı evet, ama bu o değildi. Bu Emir ile beni tanıştırdığı Emir arasında dağlar kadar fark vardı. Bu Emir sima olarak o tanıdığım kişiye hiç benzemiyor. Hakan abinin kuzeni olduğunu söylemiş olmasaydı bunu asla bilemezdim.

"Gerçekten sen o musun?"dedim hâlâ şaşkınlıkla yüzüne bakarken. Kafasını sallayıp beni onaylayınca, "Ama sen çok değişmişsin."dedim. Hâlâ yüzüne bakıyordum. Bu nasıl olabilirdi? Resmen evrim geçirmişti.

"Biraz değişmiş olabilirim. Ama sen hiç değişmemişsin, sima olarak. Çok iyi gördüm seni"dedi kafasını sallayıp gülümseyerek. Ardından yanıma gelip dostça sarıldığında sarılışına karşılık vererek bende ona sarıldım. O zamanlar Emir 15-16 yaşlarında falandı. Yaz tatillerinde Hakan abilerin yanına gelir kalırdı. Hakan abi de onu bizimle tanıştırmış arkadaş olmamızı sağlamıştı. Bizden bir kaç yaş büyük olmasına rağmen bizimle çok iyi anlaşırdı. Ben, Hilal, Efe ve Emir o zamanlar çok iyi arkadaşlar olmuştuk. Sonrasında ise Emir yurt dışına okumaya gittiğinde bir daha hiç görüşmemiştik. Ta ki bugüne dek. Onu şimdi burada gördüğüme hem şaşırıp hem sevinmiştim. Bir zamanlar arkadaşım olan Emir, şimdi fizik doktorum olacaktı. Böyle düşününce de birazcık garip geliyordu.

Hilal salona girince bize bakıp yanımıza geldi. Bakalım, beni tanıyan Emir onu da tanıyacak mıydı? Ya da Hilal, Emir'i hatırlayacak mıydı? Selim enişte konuşacağı sırada ona bakıp susması için işaret verdim. Emir, Hilal'e baktığında gözümü bir an bile ayırmadan ikisine baktım. Birbirini tanıyacaklar mı diye merak içinde bekliyordum.

"Hilal! Senin ne işin var burada?"dedi. Al işte Hilal'i de tanımıştı. Hilal de benim gibi ilk duyduğunda afallamış bir halde şaşkınca suratına bakıyordu. O da sanırım hatırlamıyordu Emir'i. Kaç sene geçmişti aradan, hatırlamamak gayet de doğaldı. Emir'in hafızası iyiydi. Onun için bizi ilk görüşte tanımıştı. Salondaki herkes pür dikkat bize bakarken Hilal bana yaklaşıp kulağıma fısıldadı.

"Roz ne oluyor kızım? Bu adam da kim? Benim adımı da nerden biliyor?"diyerek ardı ardına sordu. Ben daha cevap vermeden Emir'in konuşmasıyla kafasını çevirip tekrar ona baktı.

"Sende mi tanımadın beni? Ama ben ikinizi de görür görmez tanıdım. Hayır yani beni tanıyamayacağınız kadar değiştiğimi düşünmüyorum."dediğinde ona emin misin der gibi baktım. Ardından Emir'i hatırlamaya çalışan Hilal'e dönerek konuşmaya başladım.

"Hakan abinin kuzeni vardı ya, hani her sene yaz tatillerinde gelen..."

"Evet."deyip kafasını salladı.

"İşte Hakan abinin kuzeni Emir."diyerek parmağımla Emir'i gösterdim. Hilal'in gözleri fal taşı gibi açılmıştı. O da benim gibi buna inanamıyordu. Dönüp Emir'e baktı.

"Nasıl yani? Sen gerçekten bir zamanlar bizim arkadaşımız olan Emir misin?"dedi dalgınlıkla. Emir kafasını sallayıp, "Bir zamanlar mı? Hâlâ arkadaş değil miyiz?"dedi bir kaşını yukarı doğru havalandırarak.

"Evet bir zamanlar. Çünkü gittikten sonra bizi, arkadaşlığımızı unutan birine ne söylememi bekliyordunuz?"dedi sitem ederek. Hilal bu konuda haklıydı. Emir gittikten sonra bizimle çok az iletişim kurmuştu. Bir kaç defa telefonla konuşmuştuk o kadar. Dönüp bana bakınca, bende aynı Hilal gibi düşündüğümü söyleyerek ona kırgın olduğumu belirtmiştim.

"Ben sizi hiç unutmadım. Hakan abi ne zaman beni arasaydı sürekli sizi sorar haber alırdım. Türkiye'ye de daha yeni döndüm. Bende sizi görmeye gelecektim zaten, ama sizi burada görmeyi hiç beklemiyordum. Sizin ne işiniz var burada?"dedi. Biraz duraksadıktan sonra dönüp Yusuf abi ve bana baktı.

"Burda ne oluyor anlamıyorum. Ela sen gerçekten de Yusuf'un kardeşi misin?" Kafamı evet anlamında sallayıp onu onayladığımda, "Ama nasıl olur?"diyerek şaşkınlığını dile getirdi. Omuz silkerek sessiz kalmayı seçtim. Bizim şaşkın olduğumuz kadar Emir de şaşkındı. O bizim neden burada bulunduğumuzu merak etmişti. Selim enişte yaşadıklarımızı kısaca Emir'e anlattığında, Emir duyduklarıyla kısa bir şok geçirmişti.

Akşam yemeğinden sonra Metin Bey'in birkaç arkadaşı geldiği için bizde kış bahçesine geçmiştik. Yusuf abinin yanına oturmuş koluna hafif yaslanarak Emir'in söylediklerini dinliyordum. Yusuf abileri nereden tanıdığını, onlarla olan arkadaşlığını, onun için ne kadar değerli olduklarını anlatıp durmuştu.

Yusuf abi de ne kadar şanssız olduğunu dile getirerek, çevresindekilerin benimle daha önceden tanış olduklarını, benimle neden daha erken karşılaşmadığına söylenip duruyordu. Aslında doğru da diyordu. Arkadaşları Selim'i, Emir'i ve hatta o gece o masadan kalkıp gitmeseydim Asaf'ı da tanımış olurdum. Kendimi bir an Yusuf abi ile daha önceden karşılaşmış olsaydık ne olurdu diye düşünürken buldum. Ona kanım ısınır mıydı? Ya da onunla iyi anlaşabilir miydik? Bunu çok merak ediyordum.
Emir'in konuşmasıyla düşüncelerimden sıyrılıp kafamı kaldırarak ona baktım.

"Demek evlendin Hilal, hem de bizim Selim'le!" Emir, Hilal'e bakıp konuşunca Hilal yanında oturan Selim eniştenin elini tutup gülümseyerek kafasını salladı. Hilal, Emir ile bir süre oturup konuştuktan sonra kırgınlığını bir kenara atmıştı.

"Hadi yine iyisin Selim, bak güzelim kızı kapmışsın."dedi Selim enişteye bakıp göz kırparak. Selim enişte avucunda tuttuğu Hilal'in elini kaldırıp öptükten sonra Emir'e döndü.

"Hilal hayatıma girdiği için dünyanın en şanslı insanı benim"diyerek aşkla Hilal'e bakıp alnından öptü. Onların bu hallerine tebessüm ederek baktım. Onların böyle mutlu olması beni o kadar mutlu ediyordu ki, onları hayranlıkla izliyordum. Emir bir süre Hilal ve Selim enişteye takıldıktan sonra artık onları bırakıp bana yönelmişti. Masada duran suyu alıp içtiğim sırada sorduğu soruyla ağzımdaki suyu püskürtmeme sebep olmuştu...

Bir bölümün daha sonuna geldik...
Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız..

Loading...
0%