Yeni Üyelik
37.
Bölüm

31. Bölüm

@zozanli

Keyifli okumalar 💞

 

'Anne' ne güzel bir kelimeydi öyle... İçinde birçok anlamı barındırıyordu: Sorgusuz sualsiz seni dinleyen, her koşulda yanında olmak isteyen, seni hesapsız kitapsız sevebilen tek varlıktı anne...

Şuan karşımda elini tuttuğum bu kadın, ona bu kelimeyi kullandığım için bana minnetle bakıp sevinçten göz yaşı döküyordu. İçimde ona karşı hâlâ kırgınlıklar olsa da bugün ona ihtiyacım vardı.
Sevgisine, ilgisine, şefkatine, parmaklarıyla saçlarımı okşayıp 'geçecek kızım' demesine bile ihtiyacım vardı.

Nalan Hanım bana parıldayan gözlerle baktığında yerimden doğrulup oturdum. Kafamı kaldırıp dolan gözlerimle ona baktım. Bana gülümsediğinde göz yaşları yanaklarından aşağıya doğru süzüldü.

"Başımı dizine koysam saçlarımı okşar mısın?"dedim. Alt dudağım titrediği için dudağımı ısırdım. Göz yaşlarım yanıklarımdan aşağıya doğru inince Nalan Hanım yanıma oturup yüzümü avuçlayarak göz yaşlarımı sildi. Tuttuğum nefesimi bırakıp ona sıkıca sarıldım. En çok buna ihtiyacım varmış gibi...

"Ben bugünü o kadar çok bekledim ki, seni bulmayı, sana kavuşmayı o kadar çok bekledim ki, sen her acı çektiğinde ben kahroldum. Bu kadar yakınında olup da sana ulaşamamak, sana sarılamamak, senin acını paylaşamamak çok zordu."dedi hıçkırıkları arasında.

"Anne... Canım çok acıyor, dayanamıyorum."dedim kafamı göğsüne yaslayıp ağlamaya başladım. Bir yandan parmaklarıyla saçlarımı okşarken, bir yandan da saçlarımdan öpüyordu.

"Geçecek birtanem"deyip dudaklarını alnıma bastırdığında yavaşça uzanıp dizine yattım. Parmakları ile saçlarımı okşarken bacaklarımı kendime çekip gözlerimi yumdum.
Eskiden üzüldüğüm zaman gider annemin sıcacık kollarına uzanıp onda derman bulurdum. Annem saçlarımı okşayıp bana sarıldığı zaman acımın hafiflediğini hissederdim. Şu anda da öyle bir his oluşmuştu içimde. Bugün ona anne demiştim... Ona sarılmıştım... Onda teselli bulmak istemiştim... Doğrusunu söylemek gerekirse, ona sarıldığım ilk anda kendimi hafiflemiş hissetmiştim. Ona anne demek biraz tuhaftı ama tarif edemediğim bir his oluşturuyordu içimde...

Peki bundan sonra ona nasıl seslenecektim? Ona anne mi diyecektim? Bunu günlerdir kendi içimde sorgulayıp duruyordum ve bunun cevabını sanırım bulmuştum.

Her şeyi geride bırakmak benim için en doğru olanıydı galiba...

Aramızda eskisi kadar olmasa da biraz mesafe vardı. Ben artık o mesafeyi de yok edip mutlu olmak istiyordum. Zaten yeteri kadar canım yanmıştı. Tüm olumsuz düşünceleri kafamdan silip hayatıma devam etmek istiyordum.

Benim iki ailem vardı... İki ailem de benim için her şeyden önce geliyordu artık...

"Aşık olmak çok güzel, ama bazen çok acı verebiliyor." Nalan annenin konuşmasıyla gözlerimi açıp yüzüne anlamsızca baktım. Parmaklarını saçlarımda gezdirip bana acı bir gülümseme sundu. Neden şimdi bu konuyu açmıştı? Ne demek istiyordu? Yoksa benim Asaf'ı sevdiğimi biliyor muydu?

"Siz..."dedim kaşlarımı havalandırarak. Parmakları saçlarımdan yüzüme indiği zaman bakışlarımı kaçırıp kalkmaya çalıştım ama omuzumdan tutarak beni durdu.

"Biliyorum. Kalbinin Asaf için attığını biliyorum."dediğinde kafamı kaldırdığım dizine geri koydum ve ellerimle yüzümü kapattım. Ama nasıl olurdu? Benim sadece yaşadıklarımdan dolayı böyle davrandığımı düşünürler diye düşünmüştüm. Nalan anne parmaklarımı yüzümden çektiğinde bakışlarımı kaçırıp yüzüne bakmamaya çalıştım.

"Ela'm utanma benden. Biliyorum şuan çok acı çekiyorsun. Ama bu da geçecek birtanem... Hem sevmek kötü bir şey değil."deyip yüzümü kendisine çevirerek yüzüne bakmamı sağladı. Doğru... Sevmek kötü bir şey değildi ama ben başkasıyla evlenecek birini seviyordum. Bundan daha kötü ne olabilirdi ki?

"O başkasına gitti."dedim gözlerimi sıkıca kapatarak. 'Onu kendi ellerimle başkasına ittim' diyemedim. Ağlamamak için direndim ama beceremedim. Asaf'ın ismini duymamla beraber gözlerim dolmuştu zaten, şimdi onun başkasına gidiyor olmasını kendi ağzımdan duymak gözlerimden yaşların inmesine sebep olmuştu. Bu daha ne kadar sürecekti? Onun ismini her andığımda ya da her duyduğumda böyle mi olacaktım ben?

Nalan anne göz yaşlarımı silip yanağımı okşadığında gözlerimi kapatıp kucağına sığındım. Asaf'ı aklımdan da gönlümden de çıkarıp atmak istedim o an... Öyle bir şeyin mümkün olmadığını biliyordum ama ben bu gece hafızamdan onu silmek istiyordum. Onu düşünüp bu geceyi kendime zehir etmek istemiyordum, en azından bu gece... Çünkü Asaf Amerika'ya gittiği günden beri bütün geceler benim için zehir gibi geçmişti...

**************

Sabah başımın ağrısıyla gözlerimi aralayıp komodinin üzerindeki telefonu alarak saate baktığımda 09:25 geçiyordu ama odanın içi perdelerden dolayı hâlâ karanlıktı. Dün akşam nasıl uyuya kadığımı, nasıl odaya getirildiğimi bilmiyordum. Gecenin geç saatlerine kadar Nalan annenin dizlerine sığınmış sessizce ağladığımı hatırlıyordum sadece. Nalan anne başımı okşarken sessiz çıkan hıçkırıklarımın her birine şahit olup benimle birlikte üzülüp ağlamıştı...

Bugün güne iyi başlamak istiyordum. Asaf'ı düşünmeden geçireceğim bir gün... Öyle bir şey mümkün müydü peki? Güne gözlerimi açtığım gibi zihnimde canlanan ilk o olduğu için öyle bir şeyin mümkün olmadığını biliyordum ama yine de artık eski günlerdeki gibi normal bir gün geçirmek istiyordum. Asaf Amerika'ya gittiğinde kendimi o kadar kaybetmiştim ki, bazen kendimi odaya kapatıp hiç çıkmazdım. Yalnız kalmak istediğimde sahile gider bir saat kalır ve döner tekrar odama kapanırdım... Artık bu duruma bir son vermek istiyordum.

Parmaklarımı yüzümdeki saçlarıma götürerek arkaya doğru götürdüm. Üzerimdeki örtüyü kenara atıp yavaşça doğrularak ayaklarımı yataktan sarkıttım. Yatağın kenarına bıraktığım değneğe uzanarak alıp lavaboya girerek rutin işlerimi halledip giyinme odasına geçtim. Dolaptan siyah beyaz karışımı, yarım kollu bir elbise çıkarıp giyinerek giyinme odasından çıktım. Makyaj masasına geçip oturarak saçlarımı gelişi güzel topladım. Dün fazlasıyla ağladığım için gözlerim kızarık ve hafif şişmişti. Biraz makyajla yüzümdeki solgunluğu gidermeye çalışıp odadan çıktım. Aşağı indiğimde direkt salona doğru yürümeye başladım. Metin baba, Nalan anne ve Yusuf abinin sofraya oturmuş kahvaltı ettiğini gördüğümde sofraya doğru ilerleyip gülümsemeye çalıştım.
Dün geceden dolayı biraz utanıyor, biraz da tuhaf hissediyordum.

"Günaydın"deyip Yusuf abinin yanındaki sandalyeyi çekip oturdum. Sofradakiler benim kendi isteğimle sofraya geldiğimi gördüklerinde ilk şaşırsalarda sonradan bu duruma sevinmişlerdi. Kaç zamandı isteğim dışında gelip bu sofraya oturmuş oluyordum. Bazen Hilal, çoğu zaman da Yusuf abinin zoruyla inmiş bulunuyordum sofraya. Şimdi hiç kimse demeden uyanıp sofraya inmem onları mutlu etmişti.

"Günaydın kızım"dedi Metin baba ve Nalan anne ikisi birden. Onlara anne baba demek kulağıma çok garip geliyordu ama artık buna alışmam gerekiyordu.

Yusuf abi elimi tutup bana sıcacık bir gülümseme sunarak günaydın deyince uzanıp yanağından öptüm. Gözleri kızarmış olan gözlerime kaydığında kaşlarını çatarak, "Sen yine mi ağladın, gözlerin kızarmış?"dedi. Kafamı hızlıca iki yana salladım.

"Hayır. Dün gece biraz geç uyudum, ondandır."dedim, ardından da bakışlarımı kaçırdım. Artık Yusuf abinin beni üzgün görmesini, benim için üzülmesini istemiyordum. Kaç aydır onu yeteri kadar üzmüştüm zaten.

"Gördüm sizi, sizin yanınıza gelecektim ama annemle o kadar güzel sarılmıştınız ki, sizi ayırmaya kıyamadım."dedi. Önümdeki servis tabağını alıp doldurdu ve önüme bıraktı. Yusuf abi'ye teşekkür edip kafamı çevirdiğimde Nalan anne ile göz göze geldik. Nalan anne bana tebessüm ederek çatalındaki zeytini ağzına götürdü. Hafif gülümseyip kafamı önüme eğerek Yusuf abinin doldurup önüme koyduğu tabağa baktım. Nalan anne Asaf ile ilgili duygularımı öğrendiği için yüzüne bakınca birazcık da olsa utanıyordum.

Metin baba kahvaltısını bitirip ayağa kalkınca Nalan anne ve Yusuf abi ona baktılar. Bugün hafta sonu olduğu için işe gitmeleri gerekmiyordu.

"Bugün şirkete gitmeyeceğini sanıyordum. Ailecek vakit geçireceğimizi düşünmüştüm bugün."dedi Nalan anne. Metin Baba bana kısa bir bakış attıktan sonra Nalan anneye döndü.

"Mezarlığa uğrayacağım, çabuk dönerim."dedi. Ela'nın yanına gidecekti... Ona bakınca gözlerinin hafif yaşardığını gördüm. Onca sene geçmesine rağmen Ela'nın adının geçtiği her an hâlâ duygulanıyorlardı. Bu onu ne kadar çok sevdiklerini gösteriyordu.

Derin bir nefes alıp "Şey... Ben de gelebilir miyim?"dedim. Bu uzun zamandır yapmak istediğim bir şeydi. Neden bilmiyorum ama gidecek cesareti kendimde bulamıyordum. Metin baba mezarlığa gelmek istememe şaşırsa da kafasını evet anlamında sallayıp onayladı.

"Sen kahvaltını iyice yap, ben seni dışarıda beklerim."diyerek dışarı çıktı. Nalan anne ve Yusuf abi daha hiçbir şey demeden peçeteyle ağzımı silip ayağa kalktım.

"Güzelim daha hiçbir şey yemedin. Otur kahvaltı et sonra gidersin. Babam seni dışarıda bekleyeceğini söyledi zaten"deyip elimden tutarak beni tekrar oturtmaya çalıştı.

"Kızım abin haklı, kahvaltını yap birlikte gideriz."dedi Nalan anne Yusuf abiyi onaylayarak.

"Doydum ben."dedim. Bugün diğer günlere nazaran çok yemiştim bile.

"Fatma abla çantamı yukarıdan getirebilir misin?"deyip Yusuf abinin yanağından öperek salondan çıktım.

Kapıyı açıp dışarı çıktığımda Asaf ve Hazal'ın, Metin babanın yanında durmuş konuştuklarını gördüm. Bunların ne işi vardı burada şimdi? Tam mutlu olacağım, her şeyi geride bırakacağım derken yine canımı acıtan o görüntü ile karşılaşıyordum. Gerçi artık benim bu duruma alışmam gerekiyordu değil mi? Neticede sürekli bu görüntüyle karşılaşacaktım.
Derin bir nefes alıp verdikten sonra onlara doğru yürüdüm. Metin babanın yanında durup Asaf'a bakmamaya çalıştım. Hazal yanıma gelip bana sarılınca istemsizce gülümseyip elimi beline koyarak sarılışına karşılık verdim.

"Bir yere mi gidiyorsunuz?"Asaf'ın sorusuyla Hazal'dan ayrılıp kafamı hafif kaldırarak ona kısa bir bakış attım. 'Sanane' deyip arabaya geçmek istedim, lakin Metin baba ve Hazal yanımızda oldukları için sessiz kaldım.

"Bizim Ela ile biraz işimiz var, siz içeri geçin."dedi Metin baba. Neden mezarlığa gideceğimizi söylememişti ki? Kafamda bu soru varken dönüp Asaf'a baktım. Asaf kafasını anladım der gibi sallayıp gözlerimin içine bakarak yanımdan geçtiğinde kolunu koluma hafif değdirerek alttan alttan bakıp yanımdan geçti. Parmaklarımı kolunun değdiği yere götürerek kafamı hafif çevirip ona baktım. Hazal'ın arkasından giderek koluna girmesiyle önüme dönüp Adem abinin getirdiği arabaya doğru ilerledim.

Asaf ve Hazal içeri geçerken bizde arabaya binip mezarlığa gittik. Nalan anne ve Yusuf abi, Asaf'lardan dolayı bizimle mezarlığa gelememişlerdi. Araba mezarlığın önünde durduğunda derin bir nefes alıp arabadan indim ve Metin babanın arkasından yürümeye başladım. Ben yorulmayayım diye adımlarını çok yavaş atıyordu. Mezar taşında büyük harflerle 'ELA DOĞAN' yazılı küçük bir mezarın yanında durduğumuzda Metin baba dizlerinin üzerine çöküp sessizleşti. Bir süre öylece durup onun mezara olan bakışını izledim. Ardından derin bir nefes alarak birkaç adım atıp mezarın kenarına oturdum. Elimi isminin olduğu yere götürüp dokundum.

Mezar taşına dokununca nasıl bir duygu oluşmuştu içimde?

İçim bomboştu... Nasıl hissedeceğimi bile bilmiyordum. Şuan bu toprağın altında küçük bir beden vardı. Belki de bedeni toprağın altında yok olup gitmişti... Elimi mezar taşından çekip üzerindeki toprağa dokundum bu sefer. Yine aynıydım... Yine bomboş hissediyordum...
Ne hissedebilirdim ki, Onu tanımıyordum. Onunla herhangi bir anım yoktu. Onun varlığından bile yıllar sonra haberim olmuştu... Gözlerim mezarın yanına çöken Metin babaya tekrar kayınca gözlerinin dolduğunu gördüm. Bakışları sürekli 'Ela Doğan' yazısındaydı. Gözleri sabitleşmiş bir şekilde oraya bakıyordu. Gözlerinin dolması dışında hiçbir tepki vermiyordu.

Buraya her gelişinde böyle mi oluyordu?

Yavaşça yanına yaklaşıp elimi omuzuna koydum. Omuzuna dokunmamla kafasını çevirip bana baktı. Dolan gözlerini hareket ettirdiğinde yaşlar yanaklarından aşağıya doğru süzüldü.

"O çok masumdu. Bu toprağın altına girmek için daha çok küçüktü."dedi iç çekerek. Yutkundum... Deminki hissizliğimin yerini büyük bir acı kaplamıştı şimdi. Sanki büyük bir kaya parçası oturmuştu yüreğime. Onun gözlerinden inen yaşları gördükçe kalbimin daha çok acıdığını hissettim. O bir babaydı sonuçta. Bir evladını kucağında kaybeden, bir evladından yıllar sonra haber alan bir baba... Üstelik yıllar sonra bulduğu evladı onu kabul etmeyeceğini söylemişti.

Bu bir baba için zor bir durum olmalıydı.

Beni ilk bulduklarında onlara sinirlenip onları hiç bir zaman kabul etmeyeceğimi söylesem de, artık onlara gerçek bir evlat gibi davranacaktım...

Dolan gözlerimi silip burnumu çektikten sonra derin bir nefes aldım.

"Belki onun yerini tutamam, ki beni onun yerine koyup, ben oymuşum gibi davranmanızı istemiyorum. Ama bundan sonra sizi mutlu etmek için elimden geleni yaparım. Belki de zamanla seninle çok iyi anlaşan baba kız oluruz."dedim ve yaklaşıp parmaklarımla gözlerindeki yaşları silerek boynuna sarıldım. Bir kaç saniye sonra Metin babanın nefesinin sıkılaştığını ve elini kalbine götürdüğünü gördüğümde panikle kendimi geri çektim. Oturup sırtını mezara dayadığında gömleğinin ilk üç düğmesini ellerim titreye titreye açtım. Şu an ona bir şey olmasından çok korkuyordum. Onu yeni kabul etmişken kaybedemezdim...

"İla... İlacım"dedi nefes nefese. Ne ilaç kullandığını bilmiyordum ki. Dahası onun ilaç kullandığını bile bilmiyordum. Ceplerini karıştırıp ilacını aradım ama cebinde ilaç falan yoktu. Korkuyla etrafa bakındım. Aklıma Adem abi gelince, "Adem abi!!!!! Babam!!!"dedim bağırarak. Adem abi mezarlığın kapısında sırtı bize dönük olduğu için bağırmamla bize doğru dönüp yanımıza koşmaya başladı.

"Ela Hanım ne oldu?"dedi hemen Metin babanın yanına çökerek.

"Bilmiyorum birden fenalaştı."dedim elini tutup bileklerini ovmaya başladım. Adem abi cebinden bir ilaç çıkarıp Metin babaya verdi.

"Korkmayın Ela hanım, babanız birazdan kendine gelir."deyip ayağa kalktı. İlacı kendi cebinde taşıdığına göre Metin babanın daha önceden de böyle fenalaştığını düşünerek yüzümü Adem abi'ye çevirdim.

"Adem abi, babam daha önceden de böyle fenalaşıyor muydu?" Buraya geldiğim günden beri onu ikinci defa böyle görüyordum. Ela'nın doğum günü olduğu gün de bütün gün böyle sessizleşmişti.

"Bazen... Oda buraya geldiği zamanlarda."dediğinde kafamı anladım der gibi salladım.

Adem abi Metin babaya ilaç verdikten kısa bir süre sonra Metin babanın nefes alışverişleri düzene girmişti. Onun rahat nefes alıp verdiğini gördüğümde içimdeki korku biraz olsun azalmıştı.
Elleri hâlâ ellerimin arasındaydı. Gözleri önce ellerime sonra gözlerime kaydı.

"Bundan sonra kendine çok iyi bakman lazım. Seni yeni kabul etmişken kaybedemem. Sen benim için çok değerlisin."dedim gözlerinin içine bakarak.

"Nasıl? Beni baban olarak kabul ettin yani, doğru duydum değil mi?"dediğinde kafamı aşağı yukarı sallayıp gülümsedim. Derin bir nefes alıp gülümsedi. Ardından da elimde tuttuğum elini kaldırıp yanağıma koydu. Gözümdeki yaşları silinceye kadar ağladığımın farkında olmamıştım.

"Teşekkür ederim kızım."dedi. Onun gözleri de tekrar dolmuştu. Yanağımdaki elini tutup öptüm.
Doğrulup kalkacağı zaman elimi omuzuna koyarak izin vermedim. Daha yeni kendisine gelmişti.

"Hemen kalkmayın, yeni kendinize geldiniz. Biraz daha oturun sonra kalkarız."

"İyiyim kızım, artık çok daha iyiyim."dedi. Doğrulup ayağa kalktı ve kalkmam için elini bana uzattı. Uzattığı elini tutup ayağa kalktığımda beni kendine yavaşça çekip sıkıca sarıldı.

"Gidelim mi?"dedi kısa bir süre sonra.

"Eğer kendini iyi hissediyorsan gidelim."

"İyiyim."deyip koluma girince yürümeye başladık.

Araba kısa bir yolculuğun ardından kapının önünde durduğunda Adem abi hızla inip kapıyı açarak önce Metin babanın sonra da benim inmeme yardım etti. Metin babanın koluna girerek evin giriş kapısına kadar eşlik ettim. Zile basıp birkaç dakika bekledikten sonra Sıla kapıyı açtı.

"Hoş geldiniz efendim."dedi tebessüm ederek.

"Hoş bulduk kızım."dedi Metin baba.

"Sıla, babama yardımcı olur musun salona kadar."dediğimde Sıla şaşırsa da hemen kafasını sallayıp Metin babanın yanına yaklaşarak koluna girdi.

"Ya da dur salona değil, direkt odaya çık. Biraz dinlenmen lazım."dedim Metin babaya dönerek.

"Sen nereye, içeri girmeyecek misin?"dediğinde kafamı iki yana salladım. Şuan içeri geçmek istemiyordum. Asaf ve Hazal hâlâ buradaydılar sanırım. Çünkü sesleri kapıya kadar geliyordu. Şimdi içeri geçip onları görmek canımı fazlasıyla sıkardı.

"Hayır, sahile kadar gideceğim. Hem biraz hava almış olurum."

"Peki ama Adem seni bıraksın. Oraya gidene kadar kendini yorma."kafamı tamam anlamında sallayıp yanına yaklaştım. Sağ ayağıma yüklenerek uzanıp yanağından öptüm. Bu hareketim onu gülümsetip mutlu etmişti ki bana sarıldı. Her iki eliyle yanaklarımı avuçlayıp dudaklarını alnıma bastırdığında gülümseyip ona tekrar sarıldım.

"Seni seviyorum baba"diyerek kulağına fısıldadım ve geri çekildim. Metin baba daha bir şey demeden
"Kendine dikkat et, ben biraz hava alıp hemen döneceğim."deyip çıktım.

Adem abi arabayı çalıştırıp konaktan çıkınca camı aşağıya kadar indirip soğuk havanın içeri girmesini sağladım. Yaz aylarındaydık, hava oldukça sıcaktı. Elimdeki telefonun titrediğini hissedince kaldırıp gelen mesaja baktım.
'Güzelim nerdesin? Sana bir işim düştü?' Mesaj Mert abimden gelmişti. Bana ne işi düşmüştü?
Mesajla hiç uğraşmamak için mesaj bölümünden çıkıp direkt rehbere girdim. Mert abinin ismine girip aramayı başlatarak kulağıma götürdüm. Bir iki çalıştan sonra telefon açılınca konuşmasına müsaade etmeden direkt girdim lafa. "Abicim hayırdır?"dedim. Adem abi dikiz aynasından bana baktı. Sahile gelmiştik. Ona kafamla işaret verdiğimde arabadan inip beni yalnız bıraktı.

"Nerdesin?"dedi. Sesi biraz tedirgin geliyordu.

"Sahildeyim abi, yeni geldim. Ne oldu, kötü bir şey mi var? Sesin tedirgin geliyor"dedim üst üste sıralayarak.

"Hastanedeyiz..." Abim daha sözünü tamamlamadan sözünü böldüm.

"Hastane mi? Ne oldu, anneme babama bir şey mi oldu?"dedim korkarak. Aklıma ilk onlar gelmişti. Annemin tansiyonu babamın da kalp rahatsızlığı vardı.

"Hayır hayır onlar gayet iyi. Yengeni hastaneye yatırdık. Biliyorsun doğuma yakın kötü oluyor."dedi. Seren yenge tamamen aklımdan çıkmıştı. Abimin tedirginliği de bu yüzdendi. Seren yenge doguma bir iki hafta kala çok kötü oluyordu.

"Doğru... Ben o zaman Yusuf abi'ye söyleyeyim bir bilet ayarlasın. Ben hemen oraya gelirim. En azından sana destek olmuş olurum."

"Hayır güzelim ben zaten İstanbul'dayım. Ben sadece birkaç gün Ece senin yanında kalabilir mi diyecektim. Burada Seren'in akrabaları var ama küçük hanım orada kalmayı kabul etmiyor."

"Olur mu öyle şey abi? Kalabilir mi de ne demek? Sanki senin yabancınım."dedim bozulmuş gibi yaparak. Belki Metin baba ve Nalan anne istemez rahatsız olurlar düşüncesiyle böyle konuşmuştu ama yine de sinirleniyordum. Ece benim yeğenimdi, bende kalması gerekiyorsa bende kalacaktı... Ötesi de berisi de yoktu... Ki Metin babanın da Nalan annenin de rahatsız olacaklarını düşünmüyordum. Bir buçuk seneden fazla olmuştu buraya gelip onlarla yaşayalı, onların rahatsız olmayacaklarını anlayacak kadar tanıdığımı düşünüyordum.

"Onun için demedim güzelim. Bakabilir misin diye söyledim. Yorulma diye... Hem Ece senden başkasını kabul etmedi. Hilal'i bile"diyerek beni yumuşatmaya çalıştı.

"Bakarım sen şimdi onu boşver hangi hastanedeyseniz söyle ben oraya geleceğim şimdi, hem yengemi görmüş olur hem de Ece'yi alırım."

"Buraya gelmene gerek yok güzelim. Senin hastanelerden nefret ettiğini biliyorum. Hiç yorma kendini buraya kadar, ben Ece'yi Hilal ile yanına gönderirim."dedi. Hilal, yengemin rahatsız olduğunu, hastanede olduğunu, İstanbul'a geldiklerini biliyor muydu? Eğer biliyorsa neden bana hiç bahsetmedi? Üstelik dün akşam da yan yanaydık.

"Hilal orada mı, yanında mı?"

"Evet burda yeni geldi..."dedi. Konuşması yanına gelen sesle bölündügünde sessiz kalıp abimin tekrar konuşmasını bekledim.

"Güzelim, benim gidip doktorla görüşmem gerekiyormuş. Ben seni tekrar ararım. Ece'yi de birazdan Hilal ile gönderirim"dedi yanındaki ses uzaklaşınca.

"Hayır abi bende geleceğim, yengemi merak ediyorum."

"Ela'm, canım benim, gerçekten gelmeni gerektirecek bir durum yok. Yengeni sadece önlem amaçlı yatırıyorlar. Şuan senin Ece ile ilgilenmen bizim için en önemlisi"diyerek beni tekrar reddetti.

"Peki abi, Ece bana emanet merak etme"dedim. Telefonu kapatıp çantama koydum. Biraz hava alıp tekrar eve dönmem gerekiyordu Ece için.

Arabadan inip sahile doğru yürüdüğümde her zaman oturduğum bankta başka birinin oturduğu gözüme çarptı. Ne zaman gelsem boş olan banka bugün başka bir kız oturmuştu. Bu bank adeta benim bir sırdaşım olmuştu aylarca... Etraftaki banklardan bazıları boş olsa da her zaman oturduğum banka yöneldim tekrar. O bankta saatlerce oturup Asaf'ı düşünmüştüm. Ona nasıl bağlandığımı, onu severken nasıl yandığımı, onun benden gidişini, onsuzluğu düşünüp durmuştum her gün. Ben oraya gitmek istemesem de ayaklarım beni o banka götürüyordu.
Banka yaklaştığımda kızın bankın bir kenarına oturmuş kolları göğsünde birbirine geçirmiş bir şekilde sessizce denizi izlediğini gördüm. Yavaşça oturup çantamı yanıma bırakırken hafif yandan kıza baktım. Öyle bir dalmıştı ki benim yaklaştığımı yanına oturduğumu bile farketmemişti. Gözlerinin kızarıklığından baya ağlamış olduğu belli oluyordu.
Kendi kendime demek ki bu banka oturan herkesin bir derdi vardı diye düşünmeye başladım. Bende aynı onun gibi kollarımı göğsümde birleştirip sırtımı banka yasladım. Bugün sabahtan beri ayağımda küçük küçük sızlamalar oluyordu. Bu sızlamaları kulak ardı etmiş olsam da şimdi artmış beni rahatsız edecek derecede ağrıyordu. Eve gidip ayağıma krem sürmek ve uzanıp ağrının geçmesini istiyordum. Ama Asaf oradaydı. Odama çekilsem de onunla aynı çatı altında olduğumu bilmek beni huzursuzlaştırırdı. Ondan ne kadar uzak dursam benim için o kadar iyiydi.

Yanımdaki kızın sessizce iç geçirip nefes almaya çalıştığını işitince kafamı çevirip ona baktım. Yaklaşık onbeş dakika olmuştu burda oturalı. Ece'den dolayı artık kalkıp gitmem lazımdı. Ama yanımdaki kızın hâli pek de iyi görünmüyordu.

"İyi misiniz?"dedim. Elimi kaldırıp daha koluna götürmeden kız kolumun üzerine yığıldı. Elimle başını tutup yavaşça dizime yatırdığımda Adem abi yanıma koşarak geldi.

"Adem abi arabada su, kolonya falan var mı? Kız bayıldı."dedim. Adem abi koşar adımlarla arabaya ilerleyip su ve kolonya getirdi. Elime biraz su döküp kızın yüzünü ıslattım. Ardından kolonyayı bileklerine sürüp burnuna koklattım. Kızın gözleri yavaş yavaş kıpraştığında yavaştan kendine gelmeye başladığını anladım. O sırada telefonum çalmaya başlayınca tek elimle çıkartıp cevap verdim. Hilal arıyordu. Yoldaydı. Ece'yi getireceğini söylemişti. Ona biraz işim olduğunu, Ece'nin biraz daha onda kalmasını, işim bitince onu alacağımı söyleyip kapatmıştım. Ece onun yanında güvende olduğu için bu kızı tek başına bırakıp gidemezdim.

"İyi misiniz?"dedim elimi saçlarına götürüp arkaya doğru ittirdim. Gözlerini aralayıp etrafına baktığında beni görüp doğrulmaya çalıştı. Yeni kendine geldiği için doğrulmasını istememiştim. Lakin beni reddedip doğruldu.

"Keşke kalkmasaydınız, daha yeni kendinize geldiniz."dedim.

"İyiyim ben teşekkür ederim. Size de zahmet verdim, kusura bakmayın."dedi. Bir kaç saniye sonra ayağa kalkmaya çalıştığında başı dönmüş olacak ki tekrar yerine sinmek zorunda kaldı.

"Ne yapıyorsunuz? Daha yeni kendinize geldiniz. Hemen öyle kalkarsanız adım atamazsınız zaten." Adem abinin getirdiği suyu uzatıp biraz içmesini istedim. Birkaç yudum içip kapağını kapattıktan sonra bana bakıp gülümsemeye çalışarak kafasıyla teşekkür etti.

"Kardeşin akraban ya da herhangi birine haber verin isterseniz. Böyle yalnız gitmeyin."dediğimde yüzünde istemsiz bir gülümseme belirdi. Hemen ardından da yüzündeki o gülümseme silindi.

"Gerek yok ben kendim giderim." Ayağa kalkıp bir adım attığında geriye doğru sendeledi tekrar.

"Oturun biraz, lütfen!! Birine haber vermeniz lazım. Böyle ayakta bile kalamıyorsunuz. İsterseniz de gideceğiniz yere kadar bırakabilirim sizi" Kafasını iki yana sallayıp tekrar kalkmaya yeltendiğinde kolundan tutup durdurdum.

Ne kadar inatçı bir kızdı bu ya!

"En azından kendinize biraz gelin sonra kalkarsınız."dedim.

"Kardeşim şimdi beni bekliyordur. Eve gitmem gerekiyor." Elleriyle saçlarını geriye atıp yüzünü sildi.

"Kardeşin biraz bekl..."

"Bekleyemez, o hasta!!"diyerek sözümü böldü. Sesi öyle yüksek çıkmıştı ki, karşıdan biri görse bana bağırıp kızdığını düşünürdü. Elimi kolundan çekip biraz geriye çektim kendimi.

"Niyetim sizi kızdırmak değildi. İyi gözükmüyorsunuz... Ben sadece tekrar düşüp bayılmanızdan korktum."dedim. Ellerini saçlarından geçirip derin bir nefes aldı. Yüzüme üzgün bir şekilde baktığında demin bağırdığı için pişmanlık duyduğunu anladım. Zümrüt yeşiline kaçan gözleri acıya bulanmıştı sanki... Kardeşim hasta demişti... Gözlerinden akan yaşların sebebi kardeşinin hastalığı mıydı?

Abimin de ablamın da benim için ağladığı çok günler olmuştu. Kardeşliğin önemini ben onlardan öğrenmiştim. Şimdi yanımda ağlayan bu kızın çaresizliğini çok iyi anlıyordum. Kardeşinin hastalığını bilmesem de ne kadar acı çektiğini anlayabiliyordum. İnsan kardeşinin tırnağının bile kanadığını görse üzülmez miydi?

"Pardon... Kusura bakmayın bağırmak istememiştim."dedi kısa bir süre sonra. Kafamı önemli değil dercesine iki yana salladım.

"İsterseniz sizi evinize kadar bırakayım. Araba zaten şurada"deyip kafamla arabayı işaret ettim. Kafasını çevirip arabanın olduğu tarafa birkaç saniyeliğine baktı. Reddedeceğini düşündüğüm için tekrar konuşmaya başladım."Hem kardeşiniz yalnız kalmaz hem de benim aklım sizde kalmaz."dedim doğrudan kızarmış gözlerine bakarak. Beni reddetmesini istemiyordum. Onu böyle yalnız bırakmak içimden gelmiyordu. Hem kardeşinin hastalığını merak ediyordum. Belki de yardım edebileceğim bir şey olurdu. Kısa bir süre düşünüp kafasını tamam dercesine salladığında içim rahatlamıştı. En azından onu evine kadar bırakabilecektim.

"Bu arada ben Ela"dedim elimi uzatıp gülümseyerek. Elimi kavrayıp o da gülümsedi.

"Ben de Dua"dedi.

"Dua mı? Ne güzel ismin varmış."

"Teşekkür ederim."deyip gülümsedi.

"Senin de ismin çok güzel, aynı gözlerin gibi"dediğinde içten bir şekilde gülümsedim. Yaklaşık 10 dakika daha oturduktan sonra Dua bana artık kalkalım mı der gibi baktığında kafamı sallayıp kenara bıraktığım değneğimi aldım. Onu 10 dakika oturttuğuma bile şükretmiştim. Aklının kardeşinde olduğunu biliyordum lakin ayakta duracak hali yoktu.

"Kendini daha iyi hissediyorsan kalkalım."dedim. Değneğe tutunarak ayağa kalktığımda, Dua'nın gözü elimdeki değneğe ve ayağımdaki atele kaydı. Oturduğumuzdan beri yanımdaki değneği ve ayağımdaki ateli fark etmediğini anladım. Ben rahatsız olmayayım diye bakışlarını ayağımdan çekip yüzüme gülümsemeye çalıştı. Birlikte arabaya geçtiğimizde Adem abi Dua'nın verdiği adrese doğru arabayı çalıştırıp yola koyuldu.

"Dua eğer yanlış anlamazsan sana bir şey sorabilir miyim?"dedim araba hareket ettikten birkaç dakika sonra. Dua sesimle beraber kafasını yasladığı camdan bana baktı.

"Tabii"diyerek kafasını salladı.

"Neden ağladın o kadar? Yani... Yanına oturduğumda bile beni fark etmeyecek kadar üzgündün. Kardeşin için mi? Yoksa başka bir şey mi?" Sorduğum soruyla Dua derince yutkunup elini boynuna götürerek kolyesine dokundu. Gözleri tekrar dolunca sorduğum sorudan hemen pişman olmuştum. Niyetim onu üzmek değildi. Koluna dokunup, "Özür dilerim... Seni üzmek için söylemedim."dedim. Kafasını iki yana sallayıp gözlerini sildikten sonra bakışlarını bana çevirdi.

"Kardeşim için..."derin bir nefes aldıktan sonra "Kardeşim kan kanseri." dedi. Sesi çatallaşarak çıkmıştı. Kolundaki elim söylediğiyle kendiliğinden inmişti. Ablamın da çocukken yakalandığı hastalıktı bu. Benim annemlerde büyümemin bir nedeni de ablamın bu hastalığıydı.

"Kendini bu kadar yıpratma. En azından kardeşin için güçlü duymaya çalış... Her hastalığın bir tedavisi olduğu gibi bunun da tedavisi var."dedim üzerime çöken o kötü histen kurtularak.

"Evet var ama çok riskli... Hem riskli hem de..."dedi. Cümlenin devamını getirmeden susup bakışlarını dışarıya çevirdi.

Hem riskli hem de pahalı... Dua'nın söyleyemediği buydu. Annemin benim gibi birinin bakımını üstlenecek kadar çok mu pahalıydı bu tedavi? Peki ablamın o hastalığı olmasaydı annem yine de benim bakımımı üstlenir miydi?

Kafama üşüşen bütün bu düşüncelerden kurtulup Dua'ya döndüm. Kardeşinin tedavisine yardım etmek istiyordum. Biraz birikmişim vardı, olmadı Yusuf abiden veya Metin babadan isterdim. Kendim için asla bir şey istemezdim ama söz konusu Dua'nın kardeşiydi. Belki de küçük bir çocuktu.

"Dua eğer izin verirsen kardeşinin tedavisini ben-"daha sözümü tanımlamadan kafasını iki yana salladı.

"Hayır teşekkür ederim ama böyle bir şeyi kabul edemem."deyip benim sözümü bölerek reddetti. Israr etmek için ağzımı tam açacaktım ki "lütfen!!" diyerek bana üzgün gözlerle baktı. Gururunu kırmamak için şimdilik sessiz kaldım. Ona yardım etmek istiyordum ve bunu bir şekilde halletmem gerekiyordu.

Araba gecekondu bir mahalleye girdiğinde gözlerim etrafta dolandı biraz. Burası eski bir mahalleye benziyordu. Yolun ortasında oynayan çocuklar arabayı gördükleri gibi kenara çekilmiş arabanın arkasından bakmışlardı. Araba durduğunda Adem abi dikiz aynasından bize doğru baktı, geldik der gibi. Kafamı çevirip camdan eve baktığımda yıkık dökük tek katlı bir evle karşılaştım. Bu evin dışı böyleyse içi nasıldır acaba? Biraz ilerisindeki iki katlı eve gözüm iliştiğinde içimde umarım Dua o yıkık dökük evde değilde diğerinde kalıyordur diye geçirdim.

"Teşekkür ederim. Buraya kadar da size zahmet verdim."dedi. Kafamı önemli değil gibisinden salladım. Adem abi kapıyı açtığında kafasıyla tekrar teşekkür edip arabadan indi.

"Dua!"dedim daha uzaklaşmadan. Dönüp bana baktı.

"Tedavi konusunda ciddiyim. Kardeşine yardım etmek istiyorum."

"Sağolun ama kabul edemem. Bir şekilde halledeceğim. Kardeşimi tedavi ettireceğim."diyerek uzaklaştı. Kafamı camdan hiç çekmedim. Hangi eve gireceğini merak ettim. Birkaç saniye sonra yıkık dökük olan eve girdi.

"Dönelim mi Ela Hanım?"Adem abinin sesiyle kafamı camdan çekip ona baktım.

"Evet"

Adem abi arabayı tekrar çalıştırıp evden uzaklaşınca aklım Dua'da ve görmediğim kardeşinde kalmıştı. Derin nefes alıp sızlayan bacağımı ovdum. Bakışlarım koltuğun üzerindeki telefona kayınca uzanıp elime aldım. Bu Dua'nın telefonu olmalıydı. Burda unutmuştu.

"Abi geri dönebilir miyiz? Dua telefonunu arabada unutmuş."dedim. Adem abi geri dönüp Dua'nın evinin önünde durdu.

"İsterseniz telefonu ben götüreyim?" dedi kafasını yan çevirip bana baktı.

"Hayır hayır ben götürürüm. Sen burda bekle" Arabadan inip eve doğru ilerledim. Kardeşini görebilirdim belki. Bu fırsatı hiç kaçırmak istemiyordum. Kapıya kadar geldiğimde elimi kaldırıp iki kez üst üste yavaşça vurdum. Kapı birkaç saniye sonra açıldı. Dua yüzüme şaşkın şaşkın bakıyordu. Buraya geri dönmemi beklemiyordu.

"Telefonunu arabada unutmuşsun, onu getirdim."dedim geri dönme sebebimi açıklayarak. Telefonunu uzattığımda mahcup olmuş bir şekilde bana baktı.

"Ela hanım size de çok zahmet verdim. Lütfen kusuruma bakmayın!"diyerek telefonu aldı. Kafamı onaylamaz bir şekilde iki yana salladım. Üstelik aramıza neden bu kadar resmiyet koyuyordu ki?
Ben onu tanıyıp arkadaş olmak istiyordum. Şimdi kardeşini görmek istiyordum ama bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. Kardeşine yardım teklifimi reddetmişti zaten, eğer şimdi kardeşini görmek istediğimi söylersem belki de istemezdi.

Aklıma gelen fikirle Dua'ya gülümseyip ardımı döndüm. Bir iki adım attıktan sonra sanki ayağıma büyük bir ağrı girmiş gibi kendimi iki büklüm yapıp ayağıma dokundum. Umarım Adem abi beni görüp buraya gelmezdi. Çünkü yaptığım küçük bir oyundu. Aslında ayağımın ağrıdığı bir gerçekti ama iki büklüm olacak kadar da ağrım yoktu tabii.

"Ne oldu, iyi misiniz?"Dua, benim ayağımı tuttuğumu görünce hemen yanıma koşarak kolumdan tutmuştu.

"Ayağım..."kaşlarımı çatarak ağrımın fazla olduğunu belirtmeye çalıştım. Dua ne yapacağını bilmez bir şekilde etrafına bakındı. Onu endişelendirmiştim. Söylediğim küçük yalandan birazcık da olsa utanmıştım. Ama yapacak bir şeyim yoktu. Kardeşini görmek istiyordum.

"Ne yapmalıyım? Gidip şoförünüze haber vereyim..."deyip yanımdan geçeceği sırada kolundan tutup gitmesine engel oldum. Allah'tan Adem abinin gözü telefonundaydı.

"Hayır hayır biraz oturduğumda ağrısı geçiyor."dedim.

"Aptal kafam, Ben de sizi hâlâ ayakta bekletiyorum. Lütfen gelin oturun!" diyerek beni içeri davet etti.
Yavaş adımlarla içeri geçip salona geçtik. Hemen köşede bulunan tek kanepeye oturup ayağımı öne doğru uzatarak yavaş yavaş ovdum. İçeri girdiğim gibi burnuma rutubet kokusu gelmişti. Salonda bozuk bir kanepe, eski bir halı, küçük bir masa ve iki sandalye dışında hiçbir şey yoktu. Evin dışı gibi içi de yıkık döküktü. Kapı ve pencereleri de bozuktu. Yazın neyse de kışın burası çok soğuk olurdu. Hasta bir çocuk böyle bir yerde nasıl yaşardı? Çocuk soğuktan olmasa bile bu rutubet kokusundan hasta olurdu.

"Ela Ha..."daha sözünü tamamlamadan bakışlarımı etraftan çekip ona dönerek konuşmaya başladım.

"Annem ismimi sadece Ela koymuş. Ha! Babam bazen Roza der ama genellikle Ela ismini kullanıyorum. Onun için sende Ela de, sade Ela..."dedim gülümseyerek. Amacım aramızdaki bu resmiyeti kaldırmaktı ve artık rahat davranmasıydı.

"Ama..."

"Dua, ben seninle arkadaş olmak istiyorum. Lütfen sizli bizli konuşmayalım."

"Benimle arkadaş olmak mı? Ama biz..."

"Benimle arkadaş olmak istemiyor musun?" Kafamı eğip ayağıma baktım. "Anladım..."dedim.

"Hayır hayır ben onu demek istemedim."deyip elimi kavrayınca kafamı kaldırıp yüzüne gülümsedim. Onu demek istemediğini elbette biliyordum. Ben biraz ajitasyon yapmış olabilirdim. Ama ne yapayım başka türlü olmuyordu. Benimle sürekli mesafeli konuşuyordu.

"Biliyorum."dedim kavradığı elimi tutup sıkarak.

"Abla" konuşmamızı bölen küçük çocuğun sesi olmuştu. 6 veya 7 yaşlarındaydı. Bu kadar küçük bir çocuğun böyle bir hastalığa yakalanması ne kadar da acı bir durumdu. Bakışlarımı Dua'dan çekip kapıda duran çocuğa baktım. Ablasının gözlerini andıran zümrüt yeşili gözleriyle önce bana sonra ablasına baktı.

"Bitanem ne zaman uyandın sen?" Çocuk utangaç edasıyla gelip ablasının kucağına oturdu. Sanırım çocuk biraz utangaçtı. Ya da beni ilk kez gördüğü için böyleydi.

"Bende küçük bey ile tanışabilir miyim?" Ona dönüp gülümsedim. "Benin ismim Ela, ya senin ismin ne küçük bey?"dedim göz kırparak. Küçük çocuk bana kısa bir süre bakıp kafasını Dua'nın göğsüne koyarak kucağına sığındı.

"Aaa ablacım neden böyle yapıyorsun? Ona ismini söylemeyecek misin? Hem o benim arkadaşım oldu. Seninde arkadaşın olmak istiyor."deyince, çocuk kafasını kaldırıp bana baktı tekrar.

"Sen de mi benim gibi hastasın?"dedi bakışlarını ayağımdaki atele çevirerek. Dua kardeşinin dediğiyle kaşlarını çatıp kızmaya çalışsa da, ona önemli olmadığını belirterek küçük çocuğa biraz daha yaklaştım.

"Evet canım... Ama ben buna o kadar da üzülmüyorum artık, sen de üzülme, tamam mı?"dedim elini tutup öperek. Kafasını sallayıp ablasının kucağında doğruldu.

"Tamam o zaman seninle arkadaş olurum."dedi. Saçlarını karıştırıp gülümsedim. Bu sebepten de olsa benimle arkadaş olmayı kabul ettiği için mutlu olmuştum.

"Hmm yani eğer hasta olmasaydım benimle arkadaş olmaz mıydın?" Bir kaşımı yukarı doğru kaldırıp yüzüne baktım. Kafasını iki yana sallayıp ablasının kucağından inerek aramıza oturdu.

"Hayır ama sen çok güzelsin. Seninle arkadaş olabilirdim."dediğinde Dua ile birlikte kahkaha attık. Onu kendime çekip sarılarak saçlarından öptüm. Bu çocuk bana çok iyi gelmişti. Kafamın içindeki tüm düşünceleri yok etmişti sanki.

"Ee sen arkadaşına daha adını bile söylemedin. Ne biçim bir arkadaşsın?"yalandan kaşlarımı çatıp yüzüne baktım. "Neymiş benim arkadaşımın ismi?"dedim.

"Ömer"

"Demek Ömer, ne güzel isimmiş."dedim gülümseyerek. Ömer ile biraz daha vakit geçirdikten sonra artık kalkma vaktim gelmişti. Her ne kadar Ömer'i bırakmak içimden gelmiyorsa da artık gitmem gerekiyordu.

"Ben artık kalkayım."dediğimde, Ömer elimden tutup bana masumca baktı.

"Biraz daha kal Ela abla, lütfen!" Ama o bana böylesine masumca bakarken ben onu nasıl reddederdim ki?

"Ama ablacığım belki Ela ablanın işi vardır."dedi Dua araya girerek.

"Sadece biraz daha kalsın. Ben onu çok sevdim."deyince içimde küçük bir kıpırtı oluştu. Beni sevmişti, yanında kalmamı istiyordu. Şimdi ona hayır diyemezdim. Ömer'in kalbini kazanmak benim için mutluluk vericiydi.

Bu sefer bana dönüp "Ela abla birazcık daha!"dedi parmak ucunu göstererek. Elinden tutup parmak uçlarından öptüm.

"Tamam canım. O zaman arkadaşıma haber vereyim, merak etmesin beni"dedim. Boynuma sarılınca dudaklarım yana kıvrıldı. Onu mutlu görmek beni mutlu etmişti. Dua kafasıyla teşekkür ettiğinde tebessüm edip telefonu çantamdan çıkarıp Hilal'i aradım.

"Roz geldin mi?"ahizeden Hilal'in sesini duyunca bakışlarımı Ömer'den çekip telefona odaklandım.

"Yok canım. Bir iki saat daha Ece'nin yanında kalabilir misin? Benim biraz daha işim var."

"Ne işi, sen neredesin?"

"Sonra anlatırım. Sen sadece Ece'yi eve götür ben gelene kadar yanında kal. Evdekilere söylerdim ama Ece'yi biliyorsun."dedim.

"Tamam sen Ece'yi merak etme. Bizim evde küçük bir tadilat olduğu için biz direkt size geçmiştik zaten. Ayrıca Ece senin yeğenin olduğu kadar benim de yeğenim biliyorsun. Ben ona gözüm gibi bakarım. Hem ben zaten seni arayıp acele etmene gerek olmadığını söyleyecektim. İşini hallettikten sonra gelirsin."dedi. Acaba Asaf ve Hazal hâlâ oradalar mıydı?

"Şey... Onlar hâlâ evde mi?"dedim aklımdakini sorarak.

"Kimler?"soruma soruyla karşılık verdi. Biz evden çıkınca Asaf ve Hazal gelmişlerdi. Hilal oraya gidene kadar onlar gitmiş olabilirlerdi. O yüzden kimlerden bahsettiğimi anlamamıştı sanırım. Ya da ben üzülmeyeyim diye anlamamazlıktan gelmiş olabilirdi.

"Asaf ve Hazal"dediğimde Hilal kısa bir süreliğine sessizleşti.

"Evet. Evde olduklarını biliyor muydun?"

"Evden çıkınca karşılaştık... Her neyse sonra konuşuruz."deyip telefonu kapattım. Sanırım Hilal, Asaf ve Hazal'ın evde olduklarını bilmediğimi sanıyordu. O yüzden eve gitmek için acele etmememi söylüyordu.

"Ela eğer işin varsa bizim yüzümüzden erteleme lütfen, Ben Ömer'i bir şekilde ikna ederim."dediğinde Dua, bakışlarımı ona çevirerek kafamı iki yana salladım. Benim bir işim yoktu zaten... Benim şimdilik işim ömer'di. Onun tedavisiydi...

Bu evde ikisi tek mi yaşıyorlardı? Anne babaları yok muydu? Ya da akrabaları? Varsa nerdeydiler? Bu düşünceler kafamı kurcalıyordu... Dua'ya sormak istiyordum, ama onu üzmekten de korkuyordum. Anne babasını kaybetmiş ise bunu ona hatırlatarak üzmek istemiyordum. Onu üzmeden kırmadan bunu ona nasıl sorabilirdim?

"Burda ikiniz yalnız mı yaşıyorsunuz?"dedim kısa bir süre sonra. Dua parmaklarını birbirine geçirip bakışlarını halının üzerine oturmuş elindeki oyuncakla oynayan Ömer'e çevirerek burukça gülümsedi. Bu gülümsemeden anladığım ikisinin yalnız olduğuydu.

"Evet."dedi bakışlarını kardeşinden hiç çekmeden.

"Annen baban?" Derin bir iç çekip bakışlarını bu sefer yüzüme çevirdi. Gözleri dolmuştu. Dolan gözlerini silip gülümsemeye çalıştı.

"Babam vefat etti. Annem de başka bir adam ile evlendi."dedi. Bir elimle elini tutup bir elimle omuzunu sıvazladım.

"Başın sağolsun."deyip daha fazla üstelemek istemeyerek sessiz kaldım. Dua birkaç dakika sessiz kaldıktan sonra kafasını kaldırıp yüzüme acı bir şekilde gülümseyerek konuşmaya başladı. Bu sefer ben hiç bir şey sormadan kendisi anlatmaya başladı. "Şimdi diyeceksin ki madem annen yaşıyor, neden onun yanında değilsiniz..." Biraz duraksadı. Sildiği gözleri tekrar dolunca yaşların inmesine izin verdi. "Babam ölmeden önce çok mutlu bir aileydik. Bizi çok seven bir babamız vardı..."gülümseyip yanağındaki yaşları elinin tersiyle sildi. Babasından bahsederken yüzünde buruk bir gülümseme oluşuyordu. "Zaten her şey o bizi bırakıp gittikten sonra başladı... Annem başka bir adamla evlendi. Biz o adamın evine taşındıktan birkaç ay sonra adam anneme çocuklarını istemediğini, artık bana ve Ömer'e bakamayacağını söyledi. O zamanlar Ömer daha 4 yaşındaydı. Annem, Ömer'in daha küçük olduğunu, onların yanında kalması gerektiğini kabul ettirse de, Ömer'in hastalığını öğrendiklerinde, adam onun masraflarını karşılayamayacağını, hasta bir çocuğun yükümlülüğünü alamayacağını söyleyerek annemin bizim ve onun arasında bir seçim yapmasını sağlamıştı..."deyip istemsizce gülümsedi.
"Annem bizim yerimize onu seçti... Ya kendimi geçtim, hasta çocuğunu bırakıp o adama gitti."dedi. Gözyaşlarını tekrar silip saçlarını geriye doğru attı.
Onu kendime çekip sarıldım. Benim gözlerimde dolup taşmıştı. Bir anne nasıl olurda başka bir adamı kendi evlatlarına tercih ederdi? Öyle bir kadın anneliği hiç hak etmiyordu. Bu yaşananlar bana ağır geldiği gibi artık çok da olağan geliyordu. Artık şaşırmıyordum...

Ömer dönüp bize bakınca gözlerimi silip bir şey anlamasın diye gülümsemeye çalıştım. Bakışları göğsümde ağlayan ablasına kaydı.

"Dua ağlama lütfen! Ömer sana bakıyor. Seni ağlarken görürse üzülür. Onun üzülmesini istemiyorsun değil mi?"dedim kulağına fısıldayarak. Derin bir nefes alıp kendisini toparlamaya çalışarak benden ayrıldı.

"Abla acıktım ben"dediğinde Ömer, Dua'nın yerinde huzursuzca kıpırdandığını gördüm. Yoksa evde yiyecek bir şey mi yoktu? Ondan mı böyle huzursuzlaşıyordu. Birkaç saniye sonra kardeşine bakıp gülümsemeye çalıştı.

"Tamam sen masaya geç Ben sana yiyecek bir şeyler hazırlayıp geliyorum." diyerek ayağa kalktığında başının dönmesiyle tekrar kanepeye düştü.

"Dua ne oldu, iyi misin?"dedim ona yaklaşarak. Eliyle başını tutmuş alnını ovuyordu. Derin bir nefes alıp kafasını iyiyim der gibi salladı.

"İyiyim, bir anlık başım döndü."gözlerini yumup tekrar açtı. Tekrar ayağa kalkmaya yeltendiğinde omuzundan tutup engel oldum. Daha bir saat önce sahilde bayılmıştı. Şimdi de kötü olmasına rağmen ayağa kalkmaya çalışıyordu.

"Sahilde de bayıldın. Şimdi de çok kötü görünüyorsun. Bu böyle olmaz hadi kalk hastaneye gidelim."dediğimde kafasını iki yana salladı.

"İyiyim ben sadece başım döndü. Ben Ömer'e yiyecek bir şey getireyim."deyip tekrar ayağa kalkmaya yeltendi.

"Tamam hastaneye gitmeyi kabul etmiyorsun, bari şuraya uzanıp biraz dinlen. Tekrar bayılmandan korkuyorum. Sen mutfağın yerini söyle ben Ömer'in yemeğini getiririm. Ya da dur ben kendim bulurum, sen uzan"dedim ayağa kalkmaya çalışarak. Hızlıca kafasını iki yana sallayıp kolumdan tuttu. "Hayır hayır ben iyiyim. Hem sen de ayağım ağrıyor diyordun. Sen yorulma ben hallederim."dedi.

"Sen beni merak etme, ayağımın ağrısı geçti."

"Ablama ne oldu? Yoksa o da mı hasta oldu?"ablasının yanı başında durmuş korkuyla ablasını izleyen Ömer'e çevirdim bakışlarımı.

"Hayır Ömer'cim, ablan iyi. Sadece yorgun olduğu için biraz başı dönmüş. Korkma tamam mı?"dedim. Dua'ya uzanması için kafamla kanepeyi işaret edip değneğimi alarak ayağa kalktım. Dua arkamdan ne kadar söylense de odadan çıkıp mutfağa bakındım. Koridora çıktığımda mutfağı bulmam pek de zor olmamıştı. Zaten oturduğumuz oda dışında mutfak, lavabo ve küçük bir oda daha vardı. Oturduğumuz odanın karşısındaki kapı mutfağa açılıyordu.
Kapıyı açıp mutfağa girdiğimde burnuma rutubetin yoğun kokusu geldi. Buradaki koku oda ve koridordan daha yoğundu. Camı açmak için pencereye yöneldiğimde açık olduğunu gördüm. Kafamı camdan çıkarıp derin bir nefes aldım. Bu koku nefes almamı zorlaştırıyordu. Elimi çabuk tutup mutfaktan çıkmam gerekiyordu. Yoksa nefessiz kalırdım. Elimle burnumu kapatıp dolaba yönelerek açtım. İçinde küçük bir parça bayat ve sertleşmiş ekmek, bir kaç zeytin ve yarım dilimden az peynir dışında hiçbir şey yoktu. Bunlar nasıl geçiniyorlardı, ne yiyip ne içiyorlardı? Üstelik Ömer'in durumu farklıydı. O çocuk hastaydı. Sağlıklı beslenmesi gerekirken bir parça bayat ekmekle karnını doyurmak zorunda kalıyordu. Ayrıca yıkık dökük, rutubet kokan bir evde kalıyordu. Bu onun sağlığı açısından çok kötü bir durumdu... Ben şimdi bu çocuğa ne götürecektim ki? Bu ekmeği götürsem sert ve bayat olduğu için yiyemezdi. Yenilebilecek olsaydı bile çok küçük bir parçaydı, yetmezdi. Galiba Dua bu yüzden mutfağa girmemi istemiyordu. Dolabı kapatarak mutfaktan çıkıp kapısını ardımdan kapattım. Odaya girdiğimde Dua'nın oturmuş kardeşiyle konuştuğunu gördüm. Dua beni gördüğü gibi kucağındaki kardeşini kanepeye bırakıp bana döndü.

"Dolaptaki ekmek biraz sertleşmişti, ondan getiremedim."dedim.

"Şey... Bugün alışveriş yapacaktım, unutmuşum. Kafam bugünlerde biraz yoğun olduğu için aklımdan çıkmış."gülümsemeye çalışıp ardından bakışlarını kaçırdı.

"Olur öyle şeyler. Kafam dolu olduğu zaman bazen yemek yemeyi bile unutuyorum ben" dedim gülerek. Onu daha fazla utandırmamak için şakaya vurmak istemiştim. Ama dediğim gerçekti. Sıkıntım olduğu zaman yemek yemeyi bile unutuyordum.

"O zaman ben bakkala kadar gideyim."dediğinde onu durdurup çantama yöneldim.

"Bekle biraz ben şimdi halledeceğim." deyip telefonumu çıkararak Ömer'e döndüm.

"Söyle bakalım küçük bey, ne yemek istersin? Pizza yiyelim mi?"dediğimde daha Ömer cevap vermeden Dua araya girdi.

"Ela lütfen... Olmaz öyle... Ben şimdi bakkala gider ekmek alır gelirim."dedi kolumu tutarak. Ayağa kalkmaya çalıştığında Ömer koluna dokunarak yüzüne masumca bıktı.

"Abla lütfen pizza yiyelim."dediğinde, Dua'da olan bakışlarım masum yüzüne kaydı. Öyle masum bir istekte bulunmuştu ki içimin eridiğini hissettim. O an böyle bir çocuğu bırakıp başka bir adamı tercih eden kadına lanet ettim.

"Emir büyük yerden. Dua'cım kusura bakma itirazın reddedildi."diyerek Ömer'e gülümseyip göz kırptım. Şu an yüzünde gördüğüm bu mutluluk her şeye bedeldi.

Telefondan sipariş verdikten yarım saat sonra siparişlerimiz geldiğinde Dua masayı kanepenin yanına çekerek önce Ömer'i oturttu. Mutfaktan içecekler için bardak almaya gittiğinde ben de poşetten pizza kutusunu çıkarıp açarak Ömer'in önüne koydum. Gözleri pizzayı görünce öyle bir parıldamıştı ki yüzüne bakıp tebessüm ettim.

"Hadi bitanem sen başla"dedim. Önündeki pizzadan bir dilim alıp iştahla ısırdı. Dua mutfaktan bardak getirip masaya oturduğunda öbür kutuyu da onun önüne koydum. Teşekkür babında kafasını sallayıp iştahla yemeğini yiyen kardeşine çevirdi bakışlarını. Ömer'in yüzündeki mutluluğu görünce onun da yüzünde tebessüm oluştu. Onların yüzündeki gülümsemeyi gördükten sonra içimi hem buruk bir sevinç hem de büyük bir mutluluk sarmıştı. Dua'nın yemek yedikçe yüzündeki solgunluğu yavaş yavaş yok oluyordu. Onu böyle gördükçe zihnimde türlü türlü sorular canlanıyordu.

En son ne zaman yemek yemişti?

Sahildeki baygınlığı açlıktan mıydı?

Ya da en son ne zaman doğru düzgün yemek yemişlerdi?

Bu sorular kafamda gezinirken derin bir nefes alarak kafamı kaldırıp Dua'ya baktım.

"Dua, çalışıyor musun?"dedim. Sorduğum soruyla kafasını yemeğinden kaldırıp yüzüme baktı.

"Çalışıyordum ama işten ayrılmak zorunda kaldım."

"Neden? Yani... Eğer sebebi özel değilse" Kafasını iki yana salladı.

"Hayır. Bekir amcanın bir bakkalı vardı. Orda ona yardımcı oluyordum. Oğlu gelince beni çıkartmak zorunda kaldı. Oğlu ona yardım edecekmiş."dediğinde kafamı anladım der gibi sallayarak içeceğimden bir yudum alıp sessiz kaldım. Şimdi, tekrar yardım etmek istediğimi söylesem itiraz edip yemeğini yarıda bırakacaktı.

"Ela abla biliyor musun yarın benim doğum günüm."dedi Ömer aramızdaki sessizliği bozarak.

"Öyle mi? Beni de çağıracak mısın doğum gününe?"diyerek göz kırptım. Kafasını aşağı yukarı sallayıp bu sefer bakışlarını ablasına çevirdi.

"Abla bana pasta alacaksın değil mi?"dedi. Dua'nın bakışları önce beni sonra Ömer'i buldu. Kardeşini kırmak istemediğini biliyordum. Lakin pasta alacak parasının da olmadığını biliyordum.

"Ablacım yemeğini ye, bunu sonra konuşuruz."diyerek konuyu kapatmak istediğinde, Ömer'in kaşlarını çatıp dudaklarını büzdüğünü gördü.

"Ömer'cim istersen doğum gününü bizim bahçede kutlayalım? Sana kocaman bir pasta alırız."dediğimde, Ömer'in demin büzülen dudaklarının yerine kocaman bir gülümseme belirdi. Dua bana bakıp itiraz edeceği sırada kafamla Ömer'i işaret ettim.

"Bırak çocuk biraz mutlu olsun..."

"Ama..."

"Aması falan yok... Görmüyor musun kardeşinin yüzündeki mutluluğu... Neden itiraz etmek istediğini biliyorum ama bu neden kardeşinin yüzündeki mutluluktan daha önemli değil, değil mi?"dedim. Elindeki bardağı masaya bırakıp kafasını iki yana salladı.

"Hayır, hiçbir şeyi onun mutluluğundan önemli değil."dedi.

"O zaman bırak mutlu olsun."dediğimde derin bir nefes alarak kafasını sallayıp sessizleşti. Dua itiraz etmek istese de kardeşinden dolayı kabul edip itiraz etmekten vazgeçmişti.

"Ee doğum günü çocuğu sen neli pasta seversin?"dedim Ömer'e dönerek. Biraz düşünürmüş gibi yapıp, "Çilekli ve muzlu"dedi. Kapının görültülü bir şekilde çalmasıyla üçümüzün bakışları birbirini buldu. Kimdi bu? Her kimse neden böyle gürültülü bir şekilde kapıyı çalıyordu ki? Dua yerinden yavaşça kalkıp odadan çıktıktan birkaç saniye sonra yanında bir adamla içeri girdi. Ömer adamı görünce hızla yerinden kalkıp arkama geçti.

Ömer neden bu adamdan korkup arkama saklanmıştı ki? Kimdi bu adam?

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum.
Lütfen yorum ve beğeni yapmayı unutmayalım 😊😊😊🙏🙏🙏

Loading...
0%