Yeni Üyelik
38.
Bölüm

32. Bölüm

@zozanli

 

 

Keyifli okumalar 💞

 

 

 

Bu adam da kimdi? Neden Ömer onu görünce korkup arkama sığınmıştı ki?
Elimi arkaya doğru götürerek güven verircesine Ömer'in koluna dokundum. Koluna dokunduğum gibi arkama daha çok sığınıp kafasını omuzuma yasladı.

 

 

"Ooo biz dışarıda sürünelim, siz burada keyif çatın."diyerek masaya yaklaşıp bir dilim pizza alarak ısırdı. Yüzüme bakınca gözlerimi buruşturup bakışlarımı çektim.

 

 

"Sen de kimsin? Ne yapıyorsun burada? Yoksa bu ziyafet senin eserin mi?"göz ucuyla bana bakıp "Tabii ki de, yoksa Dua paraya kıyıp da bunları almaz."diyerek Dua'ya kısa bir bakış attı.

 

 

"O benim arkadaşım, ondan uzak dur. Lütfen!!!"dedi Dua ben daha cevap vermeden.

 

 

"Demek arkadaşın..."diyerek elini sakalına götürüp kaşırmış gibi yaptı. Yerimden kalkıp Ömer'i arkama alarak ondan biraz uzaklaştım.

 

 

Bu adam bana hiç de tekin gelmiyordu.

 

 

Ondan uzaklaştığımı gördüğünde beni baştan aşağı süzüp bana doğru adımladı. Şuan korkmuyor değildim. Ama ona korktuğumu belli etmemek için gözlerimi hiç kaçırmadan kafamı dikleştirdim. Elinde kalan son lokmayı da ağzına atıp alay eder gibi gülümsedi. Sanki benden korkmadığını gösterip de ne yapacaksın der gibi...

 

 

Hakikaten ne yapabilirim? Hiç birşey...

 

 

Ben daha değneksiz ayakta durmayı beceremezken ona ne yapabilirdim ki? Kendimi bile koruyamazken arkama sığınan çocuğu nasıl koruyabilirdim?

 

 

Dua Ömer'in yanına yaklaşıp ona diğer odaya geçmesini söyledi. Ömer koşar adımlarla adamın yanından geçtiğinde kolundan tutarak onu durdurdu.

 

 

"Niye yolluyorsun çocuğu? Biraz kardeş kardeş sohbet ederdik."dedi. Bana doğru gelen adımlarını yarıda kesip Dua'ya döndü.

 

 

Kardeş mi? Bu adam onların abisi miydi?

 

 

Ömer ellerinden kurtulmak için debelenmeye başlayınca, Dua korksa da yanına yaklaşıp çocuğu elinden aldı.

 

 

"Yavuz abi git buradan lütfen! Ömer'i korkutuyorsun..."

 

 

"İstediğimi almadan gitmediğimi biliyorsun..."dedi tek kaşını yukarı doğru kaldırarak

 

 

"Geçen gün Ömer'i hastaneye götürmek için topladığım tüm parayı aldın. Para falan kalmadı. Hepsini aldın. Artık Bekir amcanın dükkanında çalışmadığımı da biliyorsun."dediğinde Dua, iki adımda yaklaşıp kolundan tuttuğu gibi duvara fırlattı. Dua'yı duvara fırlatmasıyla yerimden sıçradım. Düşmemek için bir elim sandalyenin sırtına bir elim değneğe sıkıca tutundum.

 

 

"Ne demek yok lan!!! Çalışacaksın! Gerekirse gece gündüz çalışıp bana parayı getireceksin!"dedi bağırarak. Dua acıyla inlerken kolunu elinden kurtarmaya çalışıyordu. Tüm cesaretimi toplayıp bir adım öne atıldım.

 

 

"Ne yapıyorsun? Bırak kızı yoksa polis çağırırım."dedim. Dua'nın kolunu bırakınca Dua ayakta duramayarak yere düştü. Kızı öyle sert duvara fırlatmıştı ki şuan bana da aynısını yapacak diye korkuyordum. Yutkunup elimdeki değneğe daha sıkı tutundum. Ömer yere düşen ablasının yanına koşup sarılınca bakışlarımı onlardan çekip bana dönen adının Yavuz olduğunu öğrendiğim adama çevirdim.

 

 

"Sen kimsin de bizim aile işimize karışıyorsun? Bu benim ve onun arasında. Ben onun abisiyim"diyerek üzerime doğru geldi. Bir kaç adım geriye doğru gitsem de sırtım duvarla buluşmuştu. Tam karşımda durup yüzüme sertçe baktı. Derin bir nefes alıp tüm cesaretimi topladım.

 

 

"Onun abisi olman ona şiddet uygulayabileceğin anlamına gelmez. Eğer hemen burayı terk etmezsen şimdi polis çağırırım."dedim doğrudan gözlerinin içine bakarak. Ondan ne kadar korktuğumu belli etseydim yüzüne bakıp da tek kelime edemezdim.

 

 

Yanından geçip gideceğim zaman kolumu sertçe tutup beni duvarla kendi arasına aldı. Bileğimi öyle sıkmıştı ki, elimi bile kıpırdatamıyordum.

 

 

"Bırak kolumu canımı yakıyorsun."dedim bağırarak. Kolumu bırakmadı, aksine daha da sıktı.

 

 

"Bir daha bizim meselemize karışma. Ha eğer çok karışmak istiyorsan..."

 

 

"Ne o, benden mi para isteyeceksin?" dedim sözünü tamamlamasına izin vermeden. Yüzüme bakıp alay eder gibi sırıttı.

 

 

"Seni akıllı kız, nasıl da hemen anladı." Aynı onun gibi yüzüme alay ifadesini takındım.

 

 

"Asla!!! Senden korkup sana para vereceğimi düşünüyorsan çok yanılırsın." Şuan korkudan içimin nasıl titrediğini kimse bilemezdi. Bu sözleri cesaret edip nasıl söylemiştim? Ben de hayretler içinde kendimi izliyordum. Bakalım inşallah sonum ölümle sonuçlanmazdı. "Bundan sonra Dua'nın sana para yedirmesine de asla izin vermeyeceğim..."dediğimde bileğimde olan elini öyle bir sıkmıştı ki yerimde inleyip elimdeki değneği bırakarak omuzundan itmeye çalıştım.

 

 

"Sen bu halinle bana meydan mı okuyorsun? Sana şimdi burda bir şey yapsam kim bana ne diyebilir?"dedi etrafına bakınır gibi yaptı. Dua Ömer'i arkasına almış bana üzgün ve bir o kadar da çaresiz bakıyordu. Yerinden kalkıp bana yaklaşmaya çalıştığında Yavuz'un sert bakışlarıyla tekrar yerine sinmek zorunda kaldı.

 

 

"Gücün anca savunmasız kişilere yetiyor senin. Sen sadece zorbalık yaparsın. Zorla kardeşinden para alır, yoksa da şiddete başvurursun... Aslında biliyor musun, sen zavallı birisin. Hasta bir çocuğun hakkını gasp eden zavallı biri..."dedim sözlerimin üstüne bastıra bastıra. Dediklerimden sonra sinirden çenesi seğirdi. Boynunu sağa sola gerip dişlerini birbirine bastırarak yüzünü yüzüme yaklaştırdı.

 

 

"Sen daha zorbalık nedir bilmiyorsun..."dedi. Elini yanağıma getirip saçımı kulağımın arkasına çekiştirdiğinde, tiksinir gibi bakıp yüzüne tükürdüm. Sol eliyle yüzünü temizleyip yutkunarak birkaç saniye gözlerini kapattı. Şuan korkudan ayaklarımın titrediğini hissediyordum. Gözlerini açtığı gibi bana vurmak için elini kaldırdı. Lakin elini kaldırmasıyla duvara fırlatılması bir olmuştu. Adem abi gelmişti... Adem abi beni son anda onun elinden kurtarmıştı. Adem abi bir dakika geç gelseydi, suratıma tokatı yemiş olurdum.

 

 

"Ela Hanım iyi misiniz?"dedi elini omuzuma koyarak. Derin bir nefes alıp olduğum duvarın önüne kendini yavaş yavaş bıraktım. Şu an ayakta kalacak halim kalmamıştı. Korkudan kalbim çok hızlı atıyordu. Yavuz'un yanında bunu belli ettirmemeye çalışsam da çok korkmuştum. Dua ve Ömer bana doğru gelip yanıma çöktüklerinde iyi olduğumu belirtir gibi kafamı kaldırıp yüzlerine gülümsedim, artık ne kadar becerebildiysem.

 

 

"O adam size bir zarar verdi mi? Ben hemen babanıza haber vereyim, buraya gelsinler."dediğinde Adem abi hemen ona dönüp kafamı hızlıca iki yana salladım. Şimdi Metin babaya haber verirse benim için endişelenir ve üzülürdü. Daha birkaç saat önce fenalaşmıştı. Buradaki yaşananlardan onun haberi olmamalıydı.

 

 

"Hayır hayır ben iyiyim, babama bir şey söyleme. Biliyorsun daha yeni fenalaştı. Onun öğrenip üzülmesini istemiyorum. Sen sadece şu adamı polise teslim et."deyip duvarın dibine boylu boyunca uzanan Yavuz'u işaret ettim. Adem abi adamı her nasıl duvara çarptıysa adam baygın bir şekilde yerde yatıyordu.

 

 

"Ela hanım sizi bu şekilde burada bırakıp gidemem."

 

 

"Adem abi bir şeyim yok iyiyim ben. Sadece biraz korktum, o kadar. Sen bir an önce bu adamı buradan çıkart, onun yüzünü görmek istemiyorum. Sen git, ben taksiyle dönerim."dedim. Adem abi diretecek gibi olsa da onu ikna etmiştim. Yavuz'u yaka paça dışarı çıkarttığında elimi kalbime götürüp derin bir nefes almıştım. Nihayet Yavuz belasını da, bileğimdeki morarmayı saymazsak kazasız belasız atlatmıştık. Elimi moraran bileğimin üzerine götürüp dokunduğumda canımın yanması ile birlikte elimi geri çekmek zorunda kaldım. Hayvan herif bileğimi o kadar çok sıkmıştı ki dokunamıyordum bile.

 

 

"Ela çok özür dilerim... Benim yüzümden oldu. Keşke beni eve bırakmana izin vermeseydim."dedi Dua, elini dizimin üstüne koyup bana üzgün gözlerle bakarak.

 

 

"Özür dilenecek bir şey yok. Bir daha da kendini suçlayacak tek kelime etme... İyi ki de seni bıraktım. Yoksa o adam sana zarar verirdi. Böyle konuşup beni daha fazla üzme lütfen!" Elini tutup hafif sıktım. Dua minnetle yüzüme bakıp bana sarıldığında, Ömer bizi ayırıp ikimize birden sarıldı. Ömer'in yanağından öpüp geri çekildim. Ayağa kalkmaya çalıştığımda, Dua değneğimi alıp yanıma gelerek elini uzattı. Dua'nın uzattığı eli tutup ayağa kalktım ve değneğimi alarak yavaşça kanepeye doğru yürüdüm.

 

 

"Bileğin... Çok acıyor mu?"dedi elimi tutup bileğime bakarak. Cildim biraz hassas olduğu için fazlası ile morarmıştı. Elimi geri çekip yüzüme hafif bir gülümseme takındım. Bileğimin fazlasıyla morardığını görmesini istemiyordum. Yine kendisini suçlayıp üzülecekti yoksa.

 

 

"Çok ağrımıyor, birazcık. Zaten yarına kadar geçer."dedim. Aramızda kısa bir sessizlik oldu.

 

 

'Bir insan kardeşine bunu nasıl yapar?' diye geçirdim içimden. Yavuz'dan, onun yaptıklarından bahsedip Dua'yı huzursuzlaştırmak istemiyordum. Ama düşünmeden de yapamıyordum. Böyle insanların olduğunu biliyor olmama rağmen bugün kendi gözümle görmeden inanmamıştım.
Mert abi, Efe, Yusuf abi, onlar bana öyle sevgiyle yaklaşmışlardı ki, şimdi onların bana ne kadar değer verdiklerini daha iyi anlıyordum. Gerçi, Yavuz gibi birini onlarla kıyaslamamam gerekiyordu. Bu onlara çok büyük haksızlık olurdu.

 

 

"O benim abim değil..."dediğinde Dua, kafamı kaldırıp yüzüne anlamsızca baktım. Ne demek abim değil? Eğer abisi değilse, o zaman neden o adama abi diyordu? Dahası, neden ona para verip, ona öyle davranmasına izin vermişti?

 

 

"Neeee!!" Tepkim biraz fazla olmuştu galiba.

 

 

"Yani, gerçek abim değil"dedi birkaç saniye sonra.

 

 

"Nasıl?"

 

 

"Annemin evlendiği adamın oğlu"dedi parmaklarıyla oynayarak. Bakışlarını yukarı kaldırıp ne tepki vereceğimi görmek ister gibi yüzüme baktı.

 

 

"Peki burada ne işi var? Neden para istiyor senden?"dediğimde, birkaç saniye sessiz kaldıktan her şeyi anlatmıştı. Annesi o adamla evlendikten sonra Yavuz pisliği başına bela olmuştu. Çalışmayan, sürekli babasının eline bakan, her zaman başını belaya sokan hayırsızın tekiydi.
Dua'nın çalıştığını öğrenince de kazandığı bütün parasını ondan zorla alıp kumarda yiyiyordu. Dua kardeşi için biriktirmek istese de onun yüzünden yapamıyordu.
Annesinin buna nasıl izin verdiğini sorduğumda ise: Sadece kendisinden uzak dursun diye ses çıkarmadığını, onu değil de kimi rahatsız ederse etsin umurunda olmadığını söylemişti. İşte böyle anneler de vardı... Yavuz'u başından savıp kızına musallat eden...

 

 

Dua ile biraz daha konuştuktan sonra artık kalkma vaktim gelmişti. Değneğimi elime alıp Dua'ya baktım. Onları burda bırakıp gitmek içime hiç sinmiyordu. Ama artık kalkmam gerekiyordu. Bir saatliğine evden çıkmıştım ve saat neredeyse akşama geliyordu. Eğer gitmesem bizimkiler merak edip peşime düşerlerdi artık.

 

 

"Sizi burada yalnız bırakmak istemiyorum ama artık eve dönmem gerekiyor."dedim Dua'nın kucağında tuttuğu elini tutarak. Yüzüme bakıp samimiyetle gülümsedi.

 

 

"Biz iyiyiz merak etme, herşey için çok teşekkür ederim. Bu olanlardan ötürü tekrar özür dilerim, lütfen hakkını helal et"dedi bana sarılarak.

 

 

"Özürlük birşey olmadığını sana söylemiştim. Bir daha özür dilersen seninle bozuşuruz. Ayrıca ne o hakkını helal etmeler falan, sanki bir daha hiç görüşmeyecekmişiz gibi."deyip yüzümü buruşturdum. Yarın Ömer'e doğum günü partisi sözüm vardı zaten. Yarın bize geleceklerdi. Yarın değil de bugün gelseler olmaz mıydı? Hem benim içim de rahat olurdu. Ya polis Yavuz'u serbest bırakırsa, ya tekrar buraya gelirse? Bunu düşünmek bile istemiyordum.

 

 

"Dua yarın Ömer'in doğum günü için bize geleceksiniz ya, şimdi benimle gelseniz olmaz mı? Sizi burada yalnız bırakmak içime sinmiyor."dedim. Gülümseyip kafasını iki yana salladı.

 

 

"Biz iyiyiz merak etme, zaten yeteri kadar başına bela olduk. Seni daha fazla zor durumda bırakmak istemiyorum. Bizim yüzümüzden canın fazlası ile yandı."bakışları moraran bileğime kaydı. Derin bir iç çektikten sonra gözleri tekrar gözlerimi bulmuştu. "Yarın için de sırf Ömer üzülmesin diye kabul etmek zorunda kaldığımı biliyorsun..."dedi. Onun böyle düşünmesi beni gerçekten üzüyordu. Eğer burada olmasaydım kim bilir o adam onlara ne yapacaktı. İstediği parayı almadığı için onlara zarar bile verebilirdi.

 

 

"Biliyor musun, sen böyle konuşunca benim canım daha çok yanıyor. Böyle düşünüp kendini üzmeni istemiyorum. Ne kendini üz ne de beni..."omuzuna dokunup doğrudan gözlerine baktım. Biraz önceki olayın hâlâ etkisinde olduğu o kadar aşikârdı ki daha fazla rahatsızlık vermek istemiyordu. Belki de bizi tanımadığı için çekiniyordu. Onu rahatlatmak adına gülümseyip "Tamam benimle gelmen için seni zorlamayacağım. Burada kalmanız içime sinmese de ısrar etmeyeceğim. Nasıl rahatsan öyle olsun."dedim. Kafasını sallayıp gülümsememe karşılık gülümsedi.

 

 

"Tamam o zaman, yarın Adem abiyi gönderir sizi aldırırım."dedikten sonra Ömer'e dönüp yüzünü avuçlayarak alnından öptüm. Değneğe tutunup ayağa kalktığımda kapının tekrar gürültüyle çaldığını duyduk. Dua'ya baktığımda yutkunup Ömer'i kendine çektiğini gördüm. Yoksa yine Yavuz mu gelmişti? Ama nasıl olur, Adem abi, Yavuz'u polise teslim etmek için götürmüştü... Eğer kapıyı gürültüyle çalan Yavuz değilse, o zaman kimdi?

 

 

"Yavuz değildir değil mi?"dedi Dua korkuyla bana bakarak. Kafamı iki yana salladım. Yavuz olması imkansızdı... Adem abiden kaçıp buraya gelemezdi.
Öyle umuyordum...

 

 

"Adem abi onu polise götürdü. O olması imkansız. Belki de komşulardan biridir."dedim hâlâ içimde yeşeren umuda dayanarak. Kapı tekrar o hızla çalınca Dua önden ben ve Ömer de arkasından kapıya yöneldik.

 

 

"Açın kapıyı!!! İçeride kimse yok mu?"kapının ardından yükselen sesle adımlarım yerinde durdu. Duyduğum sesle şaşırsam da rahatladığımı hissettim. Bu Asaf'ın sesiydi... Benim burada olduğumu nereden biliyordu? Dahası burada ne işi vardı? Tabii ya, Adem abi... Adem abi haber vermiş olmalı... Asaf'ın sesiyle eli kapıda kalan Dua dönüp bana baktı. Ses ona yabancı geldiği için açmaktan vazgeçmişti.

 

 

"Kapıdaki kuzenim, açabilirsin kapıyı" dediğimde korkusu geçmiş gibi omuzları düştü. Kapıyı açtığı gibi Asaf'ın sinirden çatılan kaşlarıyla karşılaştım. Neden bu kadar sinirliydi? Yanıma gelip beni baştan aşağı kontrol etmeye başlayınca elimle moraran bileğimi kapattım.

 

 

"İyi misin, bir yerine birşey olmadı değil mi?"dedi endişeyle. Kafamı iki yana sallayıp iyi olduğumu belirttim. Dua ile vedalaştıktan sonra çıkıp arabasının olduğu tarafa doğru yürüdük. Arabanın arka tarafına geçip kapıyı açmaya çalıştığımda eliyle baskı uygulayıp ön koltuğa geçmemi işaret etti.

 

 

"Oraya oturmak istemiyorum. Arka taraf iyi"dedim sahte bir tebessümle.

 

 

"Oradan bakınca şoföre mi benziyorum?" Deminki endişeli hâli yok olmuştu sanki. "Evet..."dediğimde gözlerini kısıp ön kapıyı açarak geçmem için tekrar işaret verdi.

 

 

"Binecek misin, yoksa ben mi bindireyim?" Gözlerimi devirip açtığı kapıdan içeri girdim. Kemerimi bağlayıp arkama yaslandım. Birkaç saniye sonra yerine oturup arabayı çalıştırarak yola koyuldu. Arabada sessizlik hakimdi. Gözü sürekli olduğum tarafa kaysa da konuşmuyordu. Araba mahalleden çıkıp ana yola girince camı aşağıya kadar indirip kafamı yaklaştırdım. Serin hava yüzümü yalayıp geçiyordu sanki... Gözlerimi kapatıp saçlarımın arkaya doğru uçuşmasına izin verdim. Gözlerimi kapattığım gibi aklıma Dua ve Ömer gelmişti yeniden. Akşam olmak üzereydi ve evlerinde yiyecek bir şeyleri yoktu. Küçük bir parça bayat ve sert ekmek, birkaç zeytin, birazcık peynir ve sipariş ettiğimiz pizzalardan arta kalanlar... Onlar da artık yenilmez haldeydiler. Çantamdan telefonumu çıkarıp evin yardımcılarından Selçuk abi'ye Dua'ların adresini yollayarak yiyecek, içecek, sebze, meyve, gıda, artık mutfak için her ne lazımsa alıp götürmesini söyledim mesaj çekerek. Mesajıma aniden cevap verip hemen halledeceğini söylemişti.

 

 

"Ne işin vardı o mahallede?" Asaf'ın sesini işittiğimde göz ucuyla ona baksam da, telefonu çantama koyup tekrar kafamı cama yasladım. Cevap vermedim. Birden moraran bileğimden tutunca acıyla kolumu geri çekip yüzümü buruşturdum. Tutuşu sert olmasa da canımı yakmıştı.

 

 

"Ne oldu?"dedi bana bakarak. Elimle bileğimi kapatıp hafif eğildim.

 

 

"Yok birşey, sen önüne bak, yoksa kaza yapacağız."dedim. Eğilmiş moraran bileğimi saklamaya çalışıyordum. Ne şanssız bir gündeydim ki bugün yarım kol bir elbise giymiştim. Arabayı sağa çekip durduğunda kolumdan tutup kapatmaya çalıştığım bileğimi kendine çekip baktı. Bileğimi görür görmez dişlerinin arasından bir şeyler fısıldadığını duydum. Sanırım küfür etmişti.

 

 

"Bileğin nasıl bu hâle geldi? Bunu sana o adam mı yaptı?"dedi beni kendisine çevirmeye çalışarak. Kafamı kaldırıp gözlerinin içine bakarak kolumu ellerinden kurtardım ve hiç bir şey demeden geriye yaslandım. Sıkkın bir nefes alıp her iki eliyle direksiyona hızlıca vurunca kaşlarımı çatıp ona doğru baktım.

 

 

"Devam et hadi, eve gitmek istiyorum. Ayrıca sen niye geldin? Ben taksiyle dönebilirdim."dedim konuyu başka tarafa çekmeye çalışarak. Amacım konuyu başka tarafa çevirip sinirlerini yatıştırmaktı. Ama o, konusunu kapatmaya çalıştığım bileğimi işaret ederek "Bunu. Sana. O. Adam. Mı. Yaptı?" dedi tane tane. Sakinleşmeye çalıştığının farkındaydım ama bunu pek de becermiş sayılmıyordu. Çünkü tane tane söylediği kelimeler de ağzından hiddetle çıkmıştı. O Adem abinin de alacağı olsundu. Ne diye Asaf'a haber veriyordu ki? Yusuf abi dururken neden ona haber verdi ki? Gerçi ben hiçbirine haber vermesini istemiyordum.

 

 

"Ela göz sana bir soru sordum. Böyle sessiz kalıp beni deli etme."deyince bıkkın bir nefes aldım. Ben cevap vermedikçe arabayı çalıştırıp gitmeyeceğini biliyordum.

 

 

"Evet o yaptı!!! Ne yapacaksın? Gidip adamı mı döveceksin?"dedim. Sesim biraz yüksek çıkmıştı. Derin bir nefes alıp kafasını yana doğru esneterek gözlerini kapattığını gördüğümde önüme dönüp koltuğa geri yaslandım. Bir kaç saniye sonra uzanıp torpidodan küçük bir poşet çıkarıp geri çekilince ne yapacak diye göz ucuyla baktım. Küçük poşetin içinden krem çıkararak kapağını açtı ve koluma uzandı.

 

 

"Gerek yok"deyip kolumu geri çekmeye çalışsam da izin vermeyip bana sert bir bakış atarak beni uyardı ve bileğime kremi sürüp yavaşça yedirmeye başladı. Parmakları tenimde gezindikçe, içimde, derinlerde bir yerde ona karşı bastırmaya çalıştığım duygularım yeniden ayyuka çıkıyordu. Ben artık bu duyguları istemiyordum... Bu duygular artık çok yanlıştı. Çünkü o artık bir başkasına aitti.
Artık bir başkasına ait... Sanki daha önceden bana aitmiş de beni bırakıp bir başkasına gitmiş gibi söylemiştim... O hiçbir zaman bana ait olmamıştı ki. Sadece sever gibi yapmıştı. Çünkü seven insan bir başkasına gitmezdi, değil mi? Belki de kafamda kurguladığım bu oyuna kendimi inandırmak istiyordum, belki de böylesi işime geliyordu...

 

 

Bileğimin acısını yok sayarak kolumu geri çekip teması kestiğimde, nefes alışverişlerinden sinirlendiğini anlasam da hiçbir şey demeden arabayı tekrar çalıştırdı. Parmaklarıyla direksiyonu öyle bir sıkıyordu ki parmak boğumları bembeyaz olmuştu.

 

 

"Bir daha bana öyle hitap etmezsen sevinirim."dedim aramızda kısa süren bir sessizlikten sonra. Yoldan gözlerini alıp bana baktı.
Sanki ne dediğimi anlamamış gibi yüzüme baktı.

 

 

"Ne dedin?" Gözlerini kıstı.

 

 

"Bir daha bana öyle hitap etme diyorum."dedim dişlerimin arasından. Bende onun gibi gözlerimi kıstım ve sonra da dümdüz ilerleyen yola çevirdim bakışlarımı. Önceden bana öyle hitap etmesi hoşuma gidiyordu. Sinirlendiğimde ya da bana takılmak istediğinde öyle hitap ederdi. Ama şimdi...

 

 

"Nasıl?" Anlamamazlıktan geliyordu. Aslında benim neyden bahsettiğimi gayet de iyi biliyordu. Ona sinirle bakıp yüzümü buruşturdum.

 

 

"Ne demek istediğimi gayet iyi anladın." Diyerek ona arkamı dönüp camdan dışarıyı izlemeye başladım. Asaf ona arkamı döndüğüm için konuşmak istemediğimi anlayıp sessiz kalmıştı. Sonrasında araba evin kapısına varana kadar ikimizden de tek kelime çıkmamıştı.

 

 

Kapıyı açıp arabadan ineceğim sırada kolumdan tutmasıyla yerimde durdum. Kafamı yana yatırıp derin nefes aldıktan sonra ona bakarak ne var dercesine kafamı salladım.

 

 

"Orada ne işin olduğunu söylemedin. Öyle bir yerde ne işin vardı senin? O insanları nereden tanıyorsun? Ne işin vardı o evde, hiç kimseye haber vermeden nasıl gidersin oraya? Ya sana bir şey olsaydı, ya o adam sana zarar verseydi?"dedi sorularını ardı ardına sıralayarak. Kolumu elinden yavaşça çekip doğrudan gözlerine baktım.

 

 

"Gördüğün gibi bana bir şey olmadı." Kara gözlerini gözlerimden çekerek bileğime çevirip 'bu bir şey olmamış halimi' der gibi baktı tekrar gözlerime.

 

 

"Ayrıca benim orada bulunmam, o insanları tanıyıp tanımamam beni ilgilendiren bir durum."dedim bakışlarını yok sayarak. Kapıyı açıp inmeye yeltendiğimde tekrar kolumu tutmasıyla durup ona doğru döndüm.

 

 

"Söz konusu senin güvenliğin ise bu sadece seni değil, hepimizi ilgilendirir."dedi üstünü çizer bir şekilde. Dilimle dudaklarımı ıslatıp gözlerimi bir kaç saniyeliğine kapattım. Offf Adem abi ya! Ne diye Asaf'ı başıma bela ettin ki? Ne güzel taksiye atlayıp eve dönecektim ve hiç kimse hiçbir şey bilmeyecekti.

 

 

"Benim güvenliğim ben dışında sadece ailemi ilgilendirir."diyerek gözlerimi devirdim.

 

 

"Ben de senin ailen değil miyim?" Sanki bu soruyu daha çok merak ettiği bir şeyi sorar gibi sormuştu.

 

 

"Değilsin... Sen benim hiçbir şeyim değilsin. Senin bu saatten sonra ilgileneceğin kişi ben değil, kız arkadaşın."dediğimde yüz ifadesi değişti. Zifiri karanlık gözlerini bir anlığına bile gözlerimden ayırmadı. Birden yüzündeki ifadeyi silip yerine sahte bir gülümseme yerleştirdi.

 

 

"Biliyor musun, bazen gerçekten seni tanımadığımı düşünüyorum."dedi. Sen zaten beni hiç tanıyamamışsın ki demek istesem de konunun geçmişe tekrar sarmasını istemediğimden susup sessiz kaldım. Eğer beni gerçekten tanısaydı, onu neden kabul etmek istemediğimi anlardı. Onu bu kadar çok severken ondan vazgeçmenin ne kadar canımı yaktığını belki birazcık anlardı. Ama o ne yapmıştı? Çekip gitmişti... Aylar sonra eline başka bir kızı takmış gelmişti ve akşamında onunla evlenmek istediklerini herkese duyurmuştu. Tamam, eninde sonunda başka birini hayatına alacağını biliyordum ama bu kadar erken olacağını bilemezdim. En azından beni bu kadar erken unutacağını düşünmemiştim. Bunu düşünürken bile göğüs kafesim sıkışıp nefes almamı zorluyordu.

 

 

"Beni kabul etmeyen sen, duygularımın gerçekliğinden şüphe duyan sen, hatta şüphe duyan değil, basbaya inanmayan, her fırsatta benden kaçan, beni reddeden, beni sevmediğini söyleyen sen... Nasıl oluyor bilmiyorum ama kızgın olan da yine sen oluyorsun... Beni sevmediğini bilmesem..." Sözünü bitirmesine izin vermeden sözünü kestim. Çünkü söylediği son söz yalandı. Benim söylemek zorunda kaldığım, aylarca beni ondan ayırıp boşluktaymış gibi hissettiren, kalbimi paramparça eden bir yalandı. Benim söylediğim bir yalan...

 

 

"Demin dedin ya bazen seni tanımadığımı düşünüyorum. Doğru. Beni hiç tanıyamamışsın. Beni tanımayı bırak, hiç anlamamışsın bile"dedim derin bir nefes aldıktan sonra. Kapıyı sonuna kadar ittirip arabadan inerek değneğe tutundum. Benim onu sevdiğimi gerçekten hiç mi anlamamıştı?
Arabanın kapısını kapatmadan önce aklıma gelenle elimdeki değneğe daha sıkı tutunup hafif eğilerek elini direksiyondan hiç çekmemiş Asaf'a çevirdim bakışlarımı. Sözlerimden sonra yüz ifadesi değişmişti. Yüzündeki sahte gülümseme silinmiş, yerine düşünceli bir surat ifadesi yer almıştı.

 

 

"Babamların yanında Adem abinin söyledikleriyle ilgili bişey söylemezsen sevinirim. Duyup üzülsünler istemiyorum."dedim. Geri çekilip kapıyı kapatarak adımlarımı eve doğru yönlendirdim.
Birkaç adımımdan sonra Asaf'ın kapıyı açıp hızla kapatma sesini duydum. Yürürken bakışlarını sırtımda hissedebiliyordum. Neden peşimden geliyordu ki? Yoksa yine bize mi gelecekti? Ama daha sabah buradaydı...

 

 

"Vay be... Ben gittikten sonra hayatında ne çok şeyler değişmiş. Baksana artık babam bile diyorsun." Asaf'ın sözleriyle adımlarım kapıda durmuştu. "Sakın yanlış anlama, bu çok güzel bir şey. Buna çok sevindim, hem senin hem amcam adına. Ben sadece hayatında olan değişiklikleri söylüyorum."dedi. Adım sesleri yavaşça bana yaklaşırken kafamı çevirip bakmadım.

 

 

"Evet doğru, hayatımda bir çok şey değişti... Senin hayatında da değiştiği gibi... Şimdi sevdiğin kızın yanına gidebilirsin. Özlemiştir seni..."dedim hiç geriye doğru bakmadan. Dilimden dökülen sözler neden bu kadar canımı acıtıyordu? Sanki göğsüm yarılmış da içine kor bir ateş düşmüş gibiydi...

 

 

"Sevdiğim kızın yanındayım zaten"dediğinde kafam kendiliğinden ona doğru çevrildi. Ne demek istiyordu? Neden bu cümleyi kurmuştu?

 

 

"Hazal burda..."deyince tükürüğümü yutmak zorunda kaldım. Boğazım düğüm düğüm olmuştu sanki. Şuan içimdeki ağlama isteği o kadar yoğundu ki, gözlerimin dolduğunu hissettim.

 

 

Hem zaten ben ne beklemiştim ki...

 

 

Dolan gözlerimi silip zile üst üste basmaya başladım. Asaf'ın hemen arkamda durduğunu hissediyordum. Kapı açılmayınca hiddetle dudaklarımı birbirine bastırıp tekrar zile bastım.
Biraz sonra kapı açıldığında sinirle Sıla'nın yüzüne bakıp içeri geçtim.

 

 

"Bir saattir kapıda bekliyorum. Neden bu kadar geç açıyorsun?"dedim sinirlerime hakim olamayarak. Sesim biraz yüksek çıktığı için Sıla kafasını hafif eğip üzgünce bana baktı. Biraz abarttığımın farkındaydım ama içimde oluşan bu duygudan dolayı kendime engel olamıyordum.

 

 

"Kusura bakmayın Ela hanım elim doluydu."dedi Sıla. Yutkundu. Benden böyle bir tepki beklemediği için şaşırmıştı.

 

 

"Senin elin doluysa, kapıyı açacak başka biri yok mu?" Asaf Sıla'ya gitmesi için kafasıyla işaret verdi. Sıla sessizce yanımızdan ayrılırken arkasından seslendim.

 

 

"Babam nerede, salonda mı?"

 

 

"Hayır efendim, biraz önce dinlenmek için odalarına geçtiler."dedi. Kafamı anladım der gibi salladığımda mutfağa geçti. Şimdiden Sıla'ya bağırdığım için içimde pişmanlık hissi oluşmuştu.
Ne diye Asaf'a olan hıncımı Sıla'dan çıkarmıştım ki... Ahh aptal kafam!!

 

 

"Gelmiyor musun?" Asaf'ın sesiyle Sıla'da olan kafam yerine gelmişti. Hemen yanı başımda durmuş bana yandan bakıyordu. Gerçekten benim salona gelip onlarla yan yana oturacağımı mı düşünüyordu?
Kafamı iki yana sallayıp asansöre doğru ilerledim.
Bu şekilde kimseye görünmek istemiyordum. Metin babayı görmek istiyordum ama onun beni böyle görmesini istemiyordum. Dua'nın yanındayken onun nasıl olduğunu merak edip aramıştım. İyi olduğunu söylese de içim rahat değildi. Duayı da yalnız bırakıp gelmek içime sinmediği için gelememiştim.

 

 

Odama çıkıp üzerimi değiştirip uzun kollu bir şeyler giyindikten sonra Metin babanın yanına gitmeyi düşünüyordum. Onu gördükten sonra biraz dinlenebilirdim.
Odamın kapısına doğru gittiğimde Hilal de odamdan çıkıp kapıyı yavaşça kapıyordu.

 

 

"Yeni mi geldin? Ben de Ece'yi yeni uyutuyordum."diyerek yanımda durdu. Bileğimi hafifçe arkama götürerek görmemesini sağladım. Şimdi görse bir ton laf işitecektim, biliyordum.

 

 

"Evet yeni geldim."

 

 

"İyi misin canım? Yorgun görünüyorsun."deyip koluma dokunduğunda gülümseyip evet anlamında başımı salladım.

 

 

"Bugün biraz yoruldum. Üzerimi değiştirsem iyi olur." Önce Metin baba ile mezarlığa gitmem, orada onun baygınlık geçirmesi, sahilde Dua'nın bayılması ardından da Yavuz'un yaptıkları derken yorulmuştum. Asaf'ın bahçedeyken söyledikleri en çok canımı yaksa da onu saymıyordum bile.

 

 

"Aşağı inmeyecek misin şimdi?"dedi gözleriyle gözlerimi süzerken. Kafamı iki yana salladım. Biraz uzanmak istiyordum. Hem ben inene kadar Asaf Hazal'ı da alıp gitmiş olurdu.

 

 

"Eğer Asaf'tan dolayı inmek istemiyorsan, o yaklaşık bir saat oldu buradan gideli. Telefonla konuştuktan sonra apar topar çıktı. Bizde ne olduğunu anlamadık."

 

 

"Hayır... Onunla eve döndüm zaten."dediğimde kaşları kendiliğinden havalandı.

 

 

"Nee?"deyip bana bir adım daha yaklaştı. Beni soru yağmuruna tutmadan gülümsemeye çalışarak yanından geçtim. Kapıyı daha açmadan kafamı çevirerek ona baktım.

 

 

"Mavişim şu an gerçekten yorgunum. Biraz dinlendikten sonra söz sana her şeyi anlatacağım."deyip kapıyı yavaşça açarak içeri geçtim. Hilal'i merakta bıraktığımı biliyordum ama konuşacak gücü kendimde bulamıyordum. Ece yatağımda mışıl mışıl uyurken ona yavaşça yaklaştım ve saçının alnıyla birleşen yerden öptükten sonra yavaş adımlarla giyinme odasına geçtim. Üzerime eşofmanlarımı geçirene kadar yaklaşık 20 dakika geçmişti bile... Artık hareketlerim gerçekten ağırlaşmıştı. Üzerimi değiştirirken bile aşırı derecede yoruluyordum.
Ece'nin uyanmaması için ses çıkarmamaya dikkat ederek odadan çıktım.
Asansör ile bir kat daha çıkıp Metin babaların odasının önüne geldiğimde kapıyı yavaşça tıkladım. Birkaç saniye bekledikten sonra odadan ses gelmeyince kapıyı yavaşça aralayarak kafamı hafif uzatıp içeri baktım. Metin baba yatakta uyuyordu... İçeri girip kapıyı aynı sessizlikte kapattım. Yatağa yaklaşıp ucunda oturarak Metin babaya baktım. Çok güzel uyuyordu. Uyandırmaya kıyamadım. Buraya geldiğim günden beri bu odaya ilk defa girmiştim. Bu evde görmediğim bir bu oda bir de Ela'nın odası vardı. Tabii Ela'nın odasına Murat baba kimsenin görmesine müsaade etmiyordu.

 

 

O odayı ben görmek isteseydim, bana da izin vermez miydi? Peki görmek istiyor muydum Ela'nın anılarıyla dolu bir odayı?

 

 

Metin babaya biraz daha yaklaşıp yanağından öptüm ve yavaşça kalkıp odadan çıktım. Odama tekrar geçtiğimde yatağın diğer tarafına geçip Ece'nin yanına uzandım. Henüz akşam yemeği için erken olduğu için biraz uzanabilirdim. Gözlerimi dinlendirmek için kapattığımda nasıl oldu bilmiyorum ama yorgunluktan uyuya kalmıştım.

 

 

Yanağıma değen dudaklarla gözlerimi aralayıp hemen yanı başımda oturmuş bana gülümseyerek bakan Ece'ye baktım. Saat kaçtı ve ben ne kadar uyumuştum hiç bir fikrim yoktu.

 

 

"Hala sen ne zaman geldin?"dedi. Kendime çekip her iki yanağından öptüm. Özlemiştim...

 

 

"Benim biraz işim vardı bitanem, gelene kadar sen uyumuştun."dedim saçlarını parmağımla kulağının arkasına iterken.

 

 

"Hilal halaya seni bekleyeceğimi söylemiştim ama..."parmağını burnunun ucuna değdirerek kaşırmış gibi yaptı ve burnunu yukarı doğru kıvırdı. "Ama uyumuşum"dedi. Doğrulup burnunun ucundan öptüm.

 

 

"Aç mısın?"dediğimde kafasını aşağı yukarı salladı.

 

 

"Önce yemek mi yiyelim yoksa babayla mı konusalım?"deyip göz ucuyla baktığımda heyecanla el çırptığını gördüm.

 

 

"Babamla konuşalım."dedi.

 

 

Abimi arayıp onunla biraz konuşmustuk. Ece ona burada neler yaptığından, Yusuf abi ve Selim enişte ile oynadığından, onları ne kadar sevdiğinden bir bir bahsetmişti. Tabii küçük hanım benim bu süre zarfında onların yanında olmadığımdan da bahsetmişti. Abim nerede olduğumu sorsa da fazla üstelememişti. Yengemin nasıl olduğunu, bir şeylere ihtiyaçları olup olmadığını sorduktan sonra telefonu kapatmıştım. Yengemin iyi olduğunu ama ara ara tansiyonunun düştüğü için hastanede kalmaları gerektiğini söylemişti. Abim ne kadar hastahaneye gelmemi istemiyorsa da yarın daha Dua ve Ömer gelmeden gidip onları görecektim.
Gerçi bizimkiler daha Dua ve Ömer'in buraya geleceğini, Ömer için kutlama yapacağımı bilmiyorlardı. Benim bunları onlara söylemem gerekiyordu, hemde bu akşam. Dahası benim Ömer'in durumunu Metin baba ya da Yusuf abi ile konuşmam lazımdı. En iyisi Yusuf abiydi, onunla daha rahat konuşabilirdim. Metin baba da hayır demezdi ama bu konuyu onunla konuşmak... Bilmiyorum ama Yusuf abi ile konuşmak benim için daha rahat gibiydi.

 

 

Yataktan kalkıp Ece ile aşağı indiğimizde salondan sesler geliyordu. Daha salondan içeri girmeden Asaf'ın sesini duymamla beraber adımlarım kapıda durmuştu. Asaf ve Hazal daha buradalar mıydı? Oysa bu saate kadar gideceklerini düşünmüştüm.
Ece kafasını kaldırıp bana bakınca derin bir nefes alıp hafif gülümsedim ve içeri doğru adımladım. Ece elimi bırakıp doğrudan Asaf'ın kucağında oturan Mira'nın yanına koştuğunda gözlerim istemsizce gözlerine kaydı.

 

 

"Ben de size bakmaya geliyordum."dediğinde Hilal Asaf'ta olan bakışlarımı çekerek Hilal'e döndüm.
Tebessüm edip Asaf ve Hazal'ın olduğu tarafa bakmamaya çalışarak gidip yanına oturdum. Herkes de buradaydı. Yusuf abinin sağında oturan Emir'e gözüm kaydığında gülümseyip önüme döndüm. Yusuf abi yerinden kalkıp yanıma geldiğinde, Naz yerinden kalktı ve yerini ona verdi. Yusuf abi Naz'a kafasıyla teşekkür edip yanıma oturarak kolunu omuzumdan geçirdi ve beni kendisine çekti.

 

 

"Abiciğim gören de olsa sanırki beni kaç yıldır görmemişsin. Daha sabah yan yanaydık."dedim sessizce gülerek. Beni göğsüne daha çok çekip başımın üstünden öptü. Bu ben özlerim demekti...
Artık onu çok iyi tanıyordum. Gözlerimi kaldırdığımda Asaf'ın bize bakıp daldığını gördüm. Gözlerimiz birbirini bulduğunda gözlerini hiç kaçırmadı, ta ki Hazal'ın ona yaklaşıp kulağına bir şeyler fısıldamasına kadar... Gözlerimi kapatıp o sahneyi hafızamdan silip yok etmek istedim o an...

 

 

"Sabahtan beri neredeydin sen? O kadar aradım telefonuna ulaşılamıyordu. Babam sahile gidip biraz hava almak istediğini söylemişti. Ama sen gittin akşam üzeri geri döndün."Yusuf abinin konuşmasıyla gözlerimi aralayıp biraz doğruldum.
Kafam Asaf'ta iken Yusuf abinin ne dediğini tam olarak algılayamamıştım. Kafamı kaldırıp ne dedin gibisinden yüzüne baktım.

 

 

"Sabahtan beri neredeydin diyorum."dedi.

 

 

"Mezarlığa gittikten sonra sahile gitmiştim."

 

 

"Akşama kadar sahilde oturmadın herhalde... " Bir kaşı yukarı kalkmış şekilde bana bakıyordu. Herkes sohbete dalmışken Yusuf abi benimle ilgilenip bana odaklanmıştı.

 

 

"Yok, biraz işim vardı. Hem bende seninle bugün hakkında konuşmak istiyordum... Seninle konuşmam gereken önemli bir şey var... Çok önemli abi."dediğimde kaşları merakla çatılmıştı.

 

 

"Tamam seni dinliyorum canım, biliyorsun senin için elimden ne geliyorsa fazlasını yapmaya çalışırım."dedi elimi tutup baş parmağıyla okşayarak. Biliyordum benim için elinden gelenin fazlasını yapmak isteyeceğini. Ama ben kendim için değil Ömer ve Dua için istiyordum.

 

 

"Biliyorum abicim ama şimdi olmaz, bunu sonra konuşalım, herkes gittikten sonra." Kafasını tamam anlamında salladı. "Zaten benim önce annem ve babam ile konuşmam lazım."dedim.

 

 

"Zühre teyze ve Kemal amcayla mı?"

 

 

"Yok... Nalan anne ve Metin baba... Hatta daha yemek kurulmadan önce gidip konuşsam iyi olur." İlk defa onun yanında anne ve baba kelimesini Nalan anne ve Metin babaya kullandığım için ufak çaplı bir şaşırma yaşamıştı.

 

 

"Annemle babamın bugün neden bu kadar mutlu oldukları anlaşıldı."dedi gülümseyerek.

 

 

"Annemle babam nerede?"diye sordum bende gülümseyerek.

 

 

"Verandada. Amcamlar ve Haluk amcalar gelmeyince, onlar da bizi tek başımıza bırakmak için verandaya geçtiler."dedi.

 

 

"O zaman daha yemek kurulmadan önce gidip onlarla konuşayım."dediğimde kafasını aşağı yukarı salladı. Ayağa kalktığımda herkes dönüp bana bakınca Metin baba ve Nalan annenin yanına gideceğimi söyleyerek verandaya doğru ilerledim.
Daha yemek kurulmadan önce Metin baba ve Nalan anne ile konuşmam lazımdı.

 

 

Verandaya geçtiğimde Metin baba ve Nalan anne karşı karşıya oturmuş konuşuyorlardı. Onlara doğru ilerlediğimde beni ilk fark eden Nalan anne olmuştu.

 

 

"Ne oldu canım?"dedi. Metin baba da Nalan annenin konuşmasıyla kafasını bana doğru çevirdi.

 

 

"Sizinle biraz konuşabilir miyim?"

 

 

"Tabii ki bebeğim. Bunun için izin istemene gerek yok, dilediğin zaman bizimle istediğini konuşabilirsin."diyerek yanına oturmam için eliyle yan tarafına iki kez vurdu. Tebessüm ederek yanına geçip oturdum.

 

 

"Bir sorun mu var?" Metin babanın sorusuyla kafamı iki yana salladım ve Dua ile Ömer'den bahsettim onlara. Onlarla bugün tanıştığımı, Ömer'in hastalığı ve Yavuz'un yaptıkları dışında, Dua'nın sahildeyken bayıldığını, evlerinin gece kondu bir mahallede olduğunu ve oturulamayacak derecede yıkık dökük, rutubetli olduğunu, yiyecek bir şeyleri olmadığını hepsini bir bir anlattım. Bunları anlatmak bile bu kadar zorken Dua ve Ömer bunların hepsini bir bir yaşıyordu. Nalan annenin dolan gözleri ne kadar etkilendiğini ortaya koyuyordu. Yavuz'un zorbalıklarını ve Ömer'in hastalığını öğrenseydi kim bilir ne çok üzülürdü...

 

 

"İkisi tek mi yaşıyorlar? Başka kimseleri yok mu?"dedi Nalan anne dolan gözlerini silerken.

 

 

"Annesi var ama Dua'nın babasının ölümünden sonra başka bir adamla evlenmiş ve adam onları kabul etmiyor."dedim derin bir nefes aldıktan sonra. Aklıma geldikçe o kadından daha çok nefret ediyordum. Metin baba yerinden kalkıp yanıma gelerek önümde dizlerinin önüne çöküp ellerimi ellerinin arasına aldı ve bir eliyle yanağımı okşadı.

 

 

"Sen üzme tatlı canını güzel kızım. Ben onlarla ilgilenirim, onların rahata ermesi için elimden geleni yapacağım."dedi. Yanağımı eline dayayıp yüzüne gülümsedim.

 

 

"Baba ben söyledim ama kabul etmedi." Ömer'in tedavisi için konuşmuştum gerçi. Onu kabul etmemişken bunu kabul edeceğini sanmıyordum...

 

 

"Bir şekilde ikna ederiz, sen yeter ki üzülme"dediğinde tuttuğu elimi geri çekip boynuna sarıldım."Teşekkür ederim baba"dedim kulağına doğru. Birkaç saniye sonra Nalan anne de ikimize birden sarıldı.

 

 

"Metin bey sofra hazır, herkes masada sizi bekliyor." Meryem teyzenin sesiyle birbirimizden ayrıldık. Kafamı Meryem teyzeye çevirdiğimde yüzündeki mutluluğu görmüştüm. Bizi sarılırken gördüğü için mutlu olduğunu biliyordum.

 

 

"Tamam şimdi geliriz."dedi Metin baba. Meryem teyze salona geçerken Metin baba kalkmam için elini uzattı.

 

 

"Aslında sizinle konuşmak istediğim başka bir şey daha vardı."dedim elini tutup ayağa kalkarken.

 

 

"Seni dinliyoruz." Beni tekrar eski yerime oturtup karsımdaki masaya oturdu Metin baba. Nalan anne de hemen yanıma oturdu tekrar.

 

 

"Şey... Ben size sormadan birşey yaptım. Kabul eder misiniz bilmiyorum ama size sorma fırsatım olmadı, birden gelişti..."duraksayıp Metin babanın ardından da Nalan annenin yüzüne baktım. İkisi de devam etmem için kafa salladılar.

 

 

"Yarın Ömer'in doğum günü, Ömer mutlu olsun diye bende bizim baçede kutlayalım dedim. Ömer o kadar mutlu oldu ki, Dua itiraz etmek istese de ondan dolayı kabul etmek zorunda kaldı."dedim. Nasıl bir tepki verdiklerini merak ettiğim için bakışlarım tekrar ikisini buldu. İkisi de gülümsüyordu...

 

 

"İyi yapmışsın canım. Bizde ikisiyle tanışmak istiyoruz zaten. Yarın Ömer için çok güzel bir kutlama yaparız."dedi Nalan anne, kolunu omuzuma atarak beni kendisine çekti ve saçlarımdan öptü.

 

 

"O zaman ben onun için pasta siparişi vereyim."dediğimde Nalan anne kafasını iki yana salladı.

 

 

"Sen uğraşma hiç ben herşeyi hallederim. Bahçeye de süslemeler yaptırırız."dedi. Metin baba da Nalan anneyi onaylayınca ses etmedim. Onlar hallederdi.
Benim yapacağım tek şey yarın yengemi ziyaret ettikten sonra Ömer için güzel bir hediye almak olacaktı.

 

 

Nalan anne ve Metin baba ile salona geçtiğimizde Meryem teyzenin dediği gibi herkes sofrada bizi bekliyordu. Metin baba ve Nalan anne yerlerine otururlarken ben de Nalan anne ve Ece'nin yanındaki sandalyeyi çekip oturdum. Ece'nin öbür yanında da Hilal ve Selim enişte oturuyorlardı. Ece'nin tabağına baktığımda bizi beklemeden başladığını gördüğümde eğilip çıplak omuzundan öptüm. Çok acıkmış olmalıydı. Önüme döndüğümde Nalan anne doldurmuş olduğu mercimek çorbasını önüme bıraktı. Çorbaya kaşığı daldırıp ağzıma götürdüğümde aklıma Dua ve Ömer gelmişti.
Onlar ne yemişlerdi? Selçuk abi yanlarına varmış mıydı acaba? Şimdiye kadar varmış olması gerekmiyor muydu? Gerçi alışveriş yapacağı için biraz geç gitmiş olabilirdi.
Kaşığı tabağa geri bırakıp telefonu alarak Selçuk abi'ye mesaj attım.

 

 

Ela
'Abi söylediğim adrese götürdün mü erzakları?'

 

 

Selçuk
'Evet Ela hanım şimdi bıraktım. Söylediğiniz gibi gerekli olan her şeyi aldım. Geri göndermek istedi lakin sizin gönderdiğinizi söyleyip ordan ayrıldım.'

 

 

Selçuk abinin mesajıyla içim biraz rahatlamıştı. Şimdi gönül rahatlığıyla yemeğimi yiyebilirdim.
Telefonu masaya geri koyacağım sırada ekranda bir mesaj daha belirdi. Bu sefer mesaj Selçuk abiden değil, Dua'dan dı.

 

 

Dua
'Ela, daha beni ne kadar mahçup edeceksin? Zaten bugün yaşanan herşey için çok utanıyorum. Böyle yapman beni daha çok utandırıyor." Amacım kesinlikle onu utandırmak değildi. Kabul etmek istemeyeceğini biliyordum lakin onları o halde bırakamazdım. Ben burda sıcak yemeğimi yerken onların orada kuru ekmek yemelerine gönlüm asla razı gelmezdi. Ki yiyecek kuru ekmekleri bile kalmamıştı. Üstelik o çocuk hastaydı ve çok iyi beslenmesi gerekiyordu.

 

 

Ela
'Amacım seni utandırmak değildi. Eğer sana öyle hissettirdiysem özür dilerim. Ben sadece Ömer'i düşündüm. Onun iyi beslenmesi gerekiyor biliyorsun. Ayrıca bugün yaşananlar geride kaldı ve utanması gereken sen değil o adamdır.'

 

 

Dua
'Çok teşekkür ederim Ela. Senin hakkını nasıl ödeyecegim inan bilmiyorum.'

 

 

Ela
'Siz sadece mutlu olun, ben başka bir şey istemiyorum.' telefon kilidini kapatıp masaya bıraktım.
Herkes yemek yemekle uğraşırken gözüm sağ çaprazımda bulunan Asaf ve Hazal'a kaydı. Hazal'ın Asaf ile konuşup gülüştüğünü gördüğümde bakışlarımı indirip yutkundum. Hissettiğim acı tarif edemediğim kadar kötüydü... Onu kendi ellerimle başkasına iterken şimdi böyle karşıdan izlemek ne kadar da yüreğimi yakıyordu.
Dudaklarımı birbirine bastırıp elimle boynumu ovaladım. Şu an tepemden tırnak ucuma kadar yandığımı hissediyordum. Bu nasıl bir acıydı ki gram eksilmiyordu? Aksine onları gördükçe daha çok yanıyordu... Elimin üstünde bir el hissettiğimde kafamı çevirip elin sahibine baktım. Nalan anne bana hafif gülümseyip destek verircesine elimi sıktı. Benim Asaf'ı sevdiğimi biliyor olması hiç iyi değildi. Çünkü başka bir kadını seven birini sevdiğimi bilsin istemiyordum. Dudaklarını oynatıp fısıldar bir şekilde 'iyi misin' dediğinde kafamı evet anlamında salladım ve tabağıma dönüp zorla da olsa birkaç lokma yedim.

 

 

Yemek faslı bittikten sonra herkes bahçeye çıkmıştı. Sıcak yaz aylarında akşamları hava serinlediği için herkes kendini bahçeye atmış serin havanın tadını çıkarıyorlardı. Defne ablanın ve Hilal'in tüm ısrarlarına rağmen Ece'yi bahane ederek bahçeye çıkmamıştım. Ece ile odaya çıkıp biraz birlikte vakit geçirmiştik. Yaklaşık yarım saat da çizgi film izledik. Çizgi film izledikten sonra yanında getirdiği küçük valizinden ayıcıklı sarı pijamalarını çıkarıp giydirdim. Yatağa uzanacağı sırada onu durdurdum.

 

 

"Ece hanım birşey unutmadınız mı?"dedim göz kırparak. Yönünü direkt lavaboya çevirince ardından gülümsedim.

 

 

"Fırçanı almadan nereye küçük hanım?"diyerek arkasından seslendim. Adımlarını tekrar bana çevirip fırçasını alarak lavaboya geçti. Dişlerini fırçalayıp yatağa döndüğünde onu kendime çekip sıkıca sarıldım. Uzun zaman olmuştu onunla böyle vakit geçirip birlikte uyumadığımız. Onu özlemiştim...

 

 

"Ece sana yarın çok güzel bir sürprizim var."dedim ellerim saçlarında gezinirken. Sürpriz kelimesini duyduğu an heyecanla kafasını kaldırıp yüzüme baktı.

 

 

"Sürpriz mi?"kafamı evet anlamında sallayıp alnına dudaklarımı bastırdım. Ece doğum günü partilerini çok seviyordu. Yarın en çok sevinenlerden biri de Ece olacaktı. Ben kendi doğum günümü kutlamayı sevmesem de sırf Ece sevdiği için aile arasında kutlamalarına izin verirdim.

 

 

"Ne?" Kaşları yukarı doğru kalkmıştı.

 

 

"Sürpriz söylenmezki, adı üstünde sürpriz."

 

 

"Ama hala çok merak ettim."dedi sevimli yüzüne daha da sevimlilik katarak. İki parmağımla burnunun ucunu hafif sıktım.

 

 

"Çok merak ediyorsan bir an önce uyu sabah olsun. Hem yarın çok işimiz var."dedim kenara itelediği örtüyü üzerine örterek. Bir an önce sabah olsun diye hemen gözlerini kapatıp uyuma moduna geçtiğinde yüzümdeki gülümsemeye engel olamadım.

 

 

Ece'nin uykusu ağırlaştığında kolumu yavaşça kafasının altından çekip yastığı altına çektim. Yataktan kalkıp yavaş adımlarla fazla ses çıkarmamaya çalışarak odadan çıktım. Aşağı indiğimde salon boştu ve bahçede de kimse görünmüyordu. Nihayet herkes gitmişti. Nalan anne ve Metin baba ortalıkta görünmüyordu. Neredeydiler? Odalarına çekilmiş olamazdılar, daha uyumak için erkendi. Yusuf abi de ortalıkta görünmüyordu. Mutfağa bakmaya gittiğimde içerde sadece Sıla vardı. Tezgahın önünde ağırlığını bir ayağına vermiş bir şekilde kahve yapıyordu. Kapıdan içeri girip Sıla'ya yaklaştığımda Zehra da gelmişti. Sıla adım seslerimi duymuş olmalı ki yaptığı kahveyi yarım bırakıp bana dönmüştü.

 

 

"Annemler nerede?"dedim. Gözüm Sıla'da olmasına rağmen kafasını eğmiş ellerini önünde birleştirmişti. Sanırım akşam üzeri ona bağırdığım için benimle göz teması bile kuramıyordu. Ben ona bağırmak istememiştim ki, Sıla sadece sinirli anıma denk gelmişti. Bunun için gerçekten üzgündüm.

 

 

"Anneniz ve babanız arka bahçedeler efendim, Yusuf bey de çalışma odasında" Soruyu Sıla'ya sormuş olsam da cevabı Zehra vermişti. Kafamı tamam anlamında salladım. Zehra, Sıla'nın yarım bıraktığı kahveyi tamamlayıp fincanlara koyarak Nalan anne ve Metin baba için arka bahçeye götürdüğünde Sıla ile mutfakta yalnız kalmıştık. Benim bir an önce Sıla'nın gönlünü almam gerekiyordu. Yoksa hiç içim rahat etmezdi.

 

 

"Sıla kusura bakma sana bağırmak istememiştim.
Sen sadece sinirli anıma denk geldin, üzgünüm. Gerçekten üzgünüm."dedim birkaç adım daha yaklaşarak. Kafasını kaldırıp yüzüme baktı.

 

 

"Sorun değil Ela hanım, asıl sizi ayakta beklettiğim için üzgünüm. Bir daha olmaması için çok dikkat ederim."dedi. Yüzünü tekrar indireceği sırada koluna dokunup gülümsedim.

 

 

"Barıştık mı?"dedim yüzüne gülümserken. Kafasını yavaşça aşağı yukarı salladı.

 

 

"Ben size küsemem ki..."deyince kollarımı ona dolayarak sarıldım.

 

 

"Madem öyle benim için bir kahve yapıp çalışma odasına getirebilir misin? Ben abimin yanına geçiyorum. Hatta iki tane olsun, belki abim de içer."dedim geri çekildikten sonra.

 

 

"Tabii Ela hanım hemen." Tekrar kahve yapmaya koyulduğunda ben de mutfaktan çıkıp çalışma odasına doğru ilerledim. Kapıyı iki kere tıkladıktan sonra Yusuf abinin gel komutuyla kapıyı aralayıp kafamı hafif içeri soktum.

 

 

"Müsait misin?" Kafasını önündeki ajandadan kaldırıp beni görünce ajandayı kapatıp gülümsedi.

 

 

"Tabii güzelim gel"dedi geriye yaslanarak. İçeri girip kapıyı ardımdan kapattım ve karşısındaki ikili deri koltukların birine oturdum.

 

 

"Yemekten sonra ortadan kayboldun."dedi oturduktan kısa bir süre sonra.

 

 

"Ece ile odama çıkmıştık. Onunla biraz vakit geçirmek istedim."anladım der gibi kafasını salladı.

 

 

"Uyudu mu?" Kafamı evet anlamında salladım.

 

 

"Ece seni çok sevmiş. Abim ile konuşurken durmadan seni anlatıyordu. Yok bilmem Yusuf amca ile şöyle yaptık, böyle yaptık, şunu oynadık bunu oynadık deyip duruyordu ikide bir."dedim gülerek. Yusuf abi de gülümseyip onu çok sevdiğini belirtti. Ece buraya Hilal'in düğünü için geldiği günlerde çok utangaçtı. Kimseyle fazla konuşmuyordu. Yusuf abi, Asaf, Kerem her ne kadar ona yaklaşmak isteseler de Ece kendini uzak tutmuştu. Selim enişteyi desen, Hilal'i ondan kopardığını düşündüğü için onunla hiç konuşmuyordu... Benimle de ilk başlarda konuşmamıştı. Ta ki onu her zaman seveceğime, ne zaman isterse onun yanında olacağıma inandırana kadar. Yusuf abiyi de ne zaman bu kadar sevdiğini de anlamamıştım. Sanırım Yusuf abi ben kötü olduğum için annemlerin yanına götürdüğünde Ece'nin kalbini kazanmıştı. Aklım o zaman başka bir yerde olduğu için farketmemiş olabilirdim.

 

 

"Biz zaten onunla anlaştık, yarın bütün gün birlikte dışarıda vakit geçireceğiz. İstersen sen de bize katılabilirsin." Tam cevap vereceğim sırada sözümü böldü. "Merak etme Mert'in haberi var."dedi. Yusuf abinin söylediği güzel olurdu ama yarın için başka bir planımız vardı zaten.

 

 

"Gelmeyi çok isterdim, hatta sizin de gitmenizi çok isterdim ama olmaz, yarın çıkamazsınız."dedim. Yaslandığı rahat koltuğundan öne doğru eğilip dirseklerini masaya dayayarak bana neden der gibi baktı.

 

 

"Yarın misafirlerimiz var."dedim

 

 

"Misafirlerimiz?" Sıla kapıyı çalıp kahvelerimizi getirince sözümüz bölünmüştü. Önce Yusuf abinin ardından da benim kahvemi önümdeki küçük cam masaya bırakınca gülümseyip teşekkür ettim.

 

 

"Afiyet olsun efendim. İstediğiniz başka bir şey var mı?"

 

 

"Yok Sıla çıkabilirsin."dediğinde Yusuf abi, Sıla kafasını sallayıp çıktı.

 

 

"Ee kimmiş şu misafirlerimiz de biz çıkamıyor muşuz?"dedi Yusuf abi kahvesini yudumlarken.

 

 

"Sana yemekten önce seninle konuşmam gereken önemli bir şey var demiştim ya" kafasını evet anlamında salladı. "İşte konuşmak istediğim konu buydu."dedim ardından da Metin baba ve Nalan anneye anlattığım herşeyi ona da anlattım.

 

 

"İyi yapmışsın güzelim. Babamın da dediği gibi onlar için elimizden geleni yaparız."dedi ben konuşmamı bitirdikten sonra. Derin bir nefes aldım ve asıl konuşmak istediğim konuya geldim.

 

 

"Abi aslında seninle konuşmak istediğim başka bir şey daha vardı. Bunu babamlara da daha söylemedim."

 

 

"Tabii güzelim seni dinliyorum."dedi. Fincanında kalan son yudum kahveyi de içtikten sonra üstüne bir yudum da su içti. Önümdeki fincanı ellediğimde kahvemin soğuduğunu anlamıştım. Konuşmaktan kahvemi içmeyi unutmuştum. Soğuyan kahvemden bir yudum alıp Yusuf abi'ye döndüm.

 

 

"Abi Ömer ile ilgili söylemediğim başka bir şey var, Ömer hasta..."dedim. Son sözümü birkaç saniye sonra söylemiştim.

 

 

"Ne hastalığı?"

 

 

"Ömer... Kan kanseri..."dedim üzgünce. O çocuğun o yaşta o hastalığa yakalanması gerçekten de çok üzücüydü.

 

 

"Ne?"dedi. Kaşları Ömer'in hastalığını duymasıyla
beraber çatılmıştı.

 

 

"Maalesef... Abi şimdi senden istediğim şey doktor, hastahane ne gerekiyorsa hepsini ayarlaman. Dua yardım teklifimi kabul etmiyor ama Ömer'in daha fazla geç kalmasını istemiyorum. Ömer için ne gerekiyorsa yapmak istiyorum. Biliyorum yetmeyecek ama hesabımda biriktirdiğim bütün parayı da onun için kullanırız."dediğimde Yusuf abi gülümseyerek yerinden kalkıp yanıma geldi. Oturduğum koltuğun kenarına oturup kollarını boynuma dolayarak sarıldı.

 

 

"Para sorun değil güzelim, sen orayı düşünme." Şakağımdan öpüp tekrar eski yerine geçti. "Hem hastahane işi kolay, bizim hastanelerden birini ayarlarım. Oradaki bütün doktorlar alanlarında en iyileri, haber veririm ilgilenirler. Hatta arkadaşımın çalıştığı hastaneyi ayarlarım. Bizzat kendisi ilgilenir."dedi. Ardından da telefonunu cebinden çıkarıp arkadaşını aradı. Yusuf abi hastanedeki doktor arkadaşıyla konuştuktan sonra Ömer'i bir an önce hastaneye götürmemizi, derhal tedaviye başlaması gerektiğini söylemişti.
Artık herşey hallolmuştu. Geriye sadece Dua'yı ikna etmek kalmıştı.

 

 

Bir bölümümüzün daha sonuna geldik.
Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yazabilirsiniz.
Beğeni ve yorum yapmayı unutmayın 🙏🙏🙏

Loading...
0%