Yeni Üyelik
43.
Bölüm

34. Bölüm

@zozanli

Keyifli okumalar 💞

 

BİR AY SONRA...

İnsan bazen yaptığının bedelini çok ağır ödeyebiliyordu... Ben bedel olarak sevdiğim adamı vermiştim. Her gün onu Hazal ile görerek vermiştim ve hâlâ vermeye devam ediyordum.
Peki bu bedel çok ağır değil miydi?
İçimdeki ateş yüreğimi yakarken elimden hiçbir şeyin gelmemesi içimdeki ateşi daha da harlıyordu. Onu durdurmak isteyen yanım onu Hazal ile görünce, o zaten Hazal'ı seçti diyerek susturuyordu kendini... Her ne kadar onu geri iten, reddeden ben olsam da onu suçlamak isteyen bir tarafım hep vardı ve ben o tarafımı dinlemek istiyordum. Çünkü diğer şekilde canım daha fazla yanıyordu.
Bugün onun benden bir adım daha uzaklaştığı gündü ve bir hafta sonra onu tamamen kaybettiğim anlamına geliyordu. O artık tamamen Hazal'a ait olacaktı.

"Roz biraz acele edebilir misin?" Hilal'in sesiyle düşüncelerimden sıyrılıp aynadaki yansımama baktım. Şuan berbat bir durumdaydım. Sevdiğim adamın nişan törenine hazırlanıyordum.

Ne ironiydi ama...

Ayrıca Hilal neden bu kadar aceleci davranıyordu onu da anlamış değildim. Tam bir aydır Defne abla ile beraber benim Asaf'ı kararından vazgeçirmem için uğraşıp durmuştu. Şimdi de acele etmem gerektiğini söylüyordu.

"Sabahtan beri hastanede Ömer'in yanındaydın. Şimdi de gelmiş boş boş oturmuşsun."dedi. Keşke hastanede Ömer'in yanında kalsaydım diye geçirdim içimden. En azından onun yanında olunca içimdeki acıları bir kenara bırakabiliyordum.

"Siz gidin ben oraya gelmeyeceğim. Ben direkt eve geçeceğim."dediğimde yaptığı işi bırakıp oturduğu yerden kalkarak yanıma gelip omuzuma dokundu.

"Ne demek gelmeyeceğim? Roz birazdan Selim ve Yusuf bizi almaya gelecekler. Onlara ne diyeceksin? Asaf'ı görmek istemediğini mi söyleyeceksin?"

"Hilal oraya gelemem... Onları öyle görmeye dayanamam anlamıyor musun...?"

"Yoo anlıyorum, hemde çok iyi. Ama sen şunu anlamıyorsun ya da anlamak istemiyorsun. Eğer ki şu inadını kırmazsan daha çok şey görmeye mecbur kalacaksın. Bu daha ne ki?"dediğinde donuk bir ifadeyle yüzüne baktım. Benden ne yapmamı bekliyordu? Asaf'a gidip ne diyebilirdim ki? Onu bırak beni al mı diyecektim?

"Hilal gerçekten yoruldum artık bu olanlardan. Sen de Defne abla da sürekli onu vazgeçirmem için uğraşıyorsunuz ya, yapmayın... Benden çoktan vazgeçmiş biriyle benim konuşacak hiçbir şeyim yok. Çünkü o çoktan benden vazgeçti. Eğer öyle olmasaydı sen şu an onun nişan töreni için hazırlanmazdın."dedim. Gözlerim yeşerdiğinde bakışlarımı kaçırıp derin bir nefes aldım.

"Biz sadece senin üzülmeni istemiyoruz. Aylardır neler çektiğini görmüyor muyuz sanıyorsun? Daha fazla acı çekme diye uğraşıyoruz. Ama sen inat edip sürekli kendine acı çektiriyorsun." Sonlara doğru sesi biraz yükselmişti.

"Evet benim acı çekmemem için yaptığınızı biliyorum. Ama o dediğinizi yapamam. Gidip Asaf'a onu sevdiğimi söyleyemem, hem de evlilik kararı almışken... O yüzden bu konuyu kapatalım."dediğimde anladım der gibi kafasını salladı.

"Gelmemekte kesin kararlısın yani"dedi bir kaşını ustalıkla yukarı kaldırarak. Kafamı evet anlamında sallamakla yetindim... Gitmek istemiyordum...

"Peki gelme. Bırak oradaki herkes senin neden gelmek istemediğini sorgulayıp dursunlar. Özellikle de Asaf... Onu sevdiğini anlamasını istemiyorsun ya, bırak öyle düşünsün... Sende çok iyi biliyorsun ki eğer gelmezsen öyle düşünür." Birkaç saniye yüzüme bakıp tekrar konuşmaya devam etti. "Öyle düşünmesini istemiyorsun değil mi? Hem babaannenler de ordalar, kesin gelmen lazım."diyerek ellerini göğsünde birleştirip sağ ayağına yüklenerek aynadan gözlerini gözlerime dikti. Babaannem, amcamlar, halamlar hepsi bugün Asaf'ın nişan töreni için gelmişlerdi. Hatta babaannem ben hastanedeyken arayıp çabuk oraya gelmemi istemişti.

"Onları öyle görmek benim canımı yakar. Bunu bile bile neden gelmemi istiyorsun?"

"Yaptığın yanlışı gör istiyorum. Sonradan pişman olacağın..."

"Oraya gitsem de bir şey değişmeyecek. Sadece canımın yanması ile kalacağım."diyerek sözünü böldüm. Hilal daha konuşmadan masadan destek alarak ayağa kalktım. Kenara bıraktığım elbiseyi almaya yöneldiğim sırada kolumdan tuttu.

"Tamam Hilal geleceğim. Canımın yanmasını bu kadar istiyorsan, bu kadar hoşuna gidiyorsa tamam geliyorum. Varsın canım biraz daha yansın, ne olacak değil mi? "dedim. Ağzımdan öyle kelimeler nasıl oldu da çıkmıştı anlamadım. Hilal'in öyle biri olmadığını elbette ki biliyordum. O bu hayattaki güvendiğim insanların en başında geliyordu. Ona bu kadar güveniyorken onun hakkında böyle düşünmem imkansızdı zaten. Nasıl olmuştu da ona bu kelimeleri kurmuştum?

Hilal ona söylediklerimden sonra acı bir şekilde gülümseyip yutkunmuştu. Dolan gözleriyle birkaç saniye bana bakıp ardından önüme gelerek her iki elimden tuttu. "Roz gerçekten senin acı çekmeni istediğimi mi düşünüyorsun? Haa eğer öyle düşünüyorsan... Beni öldürsen daha az canım yanar."dedi. Kirpiklerinin arasında süzülmek isteyen yaşlar daha fazla dayanamayarak aşağı doğru indi. Kafamı iki yana sallayıp kollarımı boynuna dolayıp "Özür dilerim."dedim kulağına doğru.

"Gerçekten öyle mi düşünüyorsun?"dedi. Sesi biraz titrek çıkmıştı. Kafamı iki yana salladım. Onu kırdığım için kendimi asla affetmeyecektim. "Öyle düşünmediğimi biliyorsun." Elimle gözlerimi silip geri çekildim. "Mavişim özür dilerim. Biliyorum çok saçmaladım... Sen de biliyorsun ki canım yandığında ne saçmaladığımı bilmiyorum."dedim dudağımı büzerek. Benim öyle düşündüğümü düşünmesi yanan canımı daha fazla yakmıştı. Daha fazla ağlamamak için "Hadi sen hazırlanmana devam et, ben de giyineyim. Birazdan abimler burda olurlar."dedim. Gözlerimdeki inen yaşları tekrardan silip kenara bıraktığım elbiseyi alarak lavaboya geçtim.
Suyu açıp elimi yüzümü yıkamaya başladım. Her gözüme su çarptığımda suyla beraber yaşlar da iniyordu. Birkaç defa daha yüzüme şu çarptıktan sonra kızaran gözlerime baktım. Dün gece sabaha kadar gözüme uyku girmediği için göz altlarımda hafif morarmalar olmuştu. Böyle olmazdı. Benim kendimi biraz toparlamam lazımdı. Daha demin kardeş gibi bildiğim arkadaşımın kalbini kırmıştım. Hiç kimse için olmasa bile günlerdir benim için uğraşan Hilal için toparlamam lazımdı kendimi. Hem insanların içine bu yüzle çıksam herkesin dikkatini çekerdim. Özellikle de Asaf'ın... Onun beni böyle görmesini istemiyordum. Acımı içimde yaşasam da yüzümde mutlaka gülümseme olmalıydı bugün. Bunun çok zor ve acıtacağını bilsem de bunu bugün yapmalıydım. En azından birkaç saatliğine...
Suyu kapatıp derin bir nefes aldıktan sonra üzerimdekilerden yavaşça kurtulup kırışmasın diye askılığa astığım elbiseyi alarak üzerime geçirdim.
Saçlarımı parmaklarımla düzeltip aynanın karşısına geçtim tekrar. Saçlarım hafif dalgalı göründüğü için daha fazla ellememe gerek yoktu.
Biraz makyajla yüzümdeki solgunluğu ve gözlerimdeki kızarıklığı yok ettikten sonra artık hazır olurdum. Lavaboda işimi hallettikten sonra tek elimle elbisemin eteklerinden tutarak lavabodan çıktım. Selim konuşana kadar onun odada olduğunu fark etmemiştim. Lavaboda suyu açtığım için odaya girdiğini duymamıştım herhalde.

"Hadi biraz acele edin."

"Tamam canım. Ben zaten hazırım, Ela'yı da hemen hazırlar çıkarız."dediğinde Hilal, Selim enişte kafasını sallayıp çıkmıştı. Hilal'in yanına yürüyüp tam önünde durdum. Bu sefer her zamanki gülümsemesi yoktu yüzünde. Sanırım bana düşündüğümden fazla kırılmıştı. Bu konuda kendimi savunacak hiçbir söze sahip değildim. Hilal sonuna kadar haklıydı.

"Çok güzel olmuşsun mavişim."dedim elini tutup gülümserken. Yüzünde minik bir gülümseme belirip tekrar kayboldu.

"Bana hâlâ kırgın mısın?" Kafamı hafif eğip gözlerine baktım. Sustu. Ne bir tepki verdi ne de kafasını kaldırıp yüzüme baktı.

"Bana ne kadar kızarsan kız haklısın. Ben bir eşeklik yapıp seni üzdüm. Bunun için çok özür dilerim... Çok pişmanım. Ama sen de biliyorsun ki kaç gündür ben ne dediğimi ne yaptığımı bilmiyorum. Gerçekten çok pişmanım öyle söylediğim için"diyerek elini hafif sıktım. Bu bir haftadır kendimi yoğun stres altında hissediyordum. Kimseye belli etmemeye çalışıyordum ama bazen nefes almakta zorlanıyordum. Bu benim için çok tehlikeliydi. Bunun krize yol açtığını biliyordum ama elimden hiç birşey gelmiyordu. Bakalım en son nereye kadar dayanabilirdim?

Hilal kafasını kaldırıp yüzüme baktı."Evet Roz, bile isteye öyle söylemediğini biliyorum... Ama sana kırılmadım desem yalan olur. Sen öyle konuşunca çok üzüldüm. Ama ben sana fazla kırgın kalamıyorum biliyorsun. Ben o dediklerini unuturum. Unuturum unutmasına da, umarım sonradan telafi edemeyeceğin pişmanlıkların olmaz."Elini ellerimin arasından çekip omuzuma dokundu. "Öyle olursa senin canın yandığı kadar benim de yanar. Bu hayattaki en değer verdiğim arkadaşımın, kardeşimin canının yanmasını istemiyorum."dedi. Kafamı sallayıp ona sıkıca sarıldım.

"Barıştık mı?"dediğimde geri çekilip kafasını evet anlamında sallayarak yanağıma küçük bir buse kondurdu.

"Ben de çabuk hazırlanayım yoksa kocan yine kapıya dayanacak."dedim. Elimden tutup beni makyaj masasına oturttu.

"Saçını makyajını ben yapacağım. Sen şimdi hiçbir şey yapmazsın. Baksana göz altların morarmış."

"Mavişim tamam makyajımı yap ama saçıma dokunma. Saçım böyle iyi"dediğimde aynadan yüzüme gözlerini belerterek baktı.

"Roz karışma yoksa kardeş mardeş dinlemem döverim seni. Bak demedi deme."deyince ellerimi teslim oldum der gibi kaldırıp tamam dedim. Eski haline döndüğü için fazla sesini çıkartmak istememiştim. Hilal önce makyajımı ardından da saçlarımı yaptıktan sonra artık gitmek için hazırdım.
Bedenen hazır olabilirdim ama ruhen oraya gitmeye hazır mıydım peki? İşte ondan pek emin değildim.

Aşağı indiğimizde Yusuf abi ve Selim enişte bahçede oturmuş bizi bekliyorlardı. Geldiğimizi gördükleri gibi ayaklanıp yanımıza doğru geldiler.
Hilal ve Selim enişte kendi arabalarına geçerlerken bizde Yusuf abinin arabasına geçmiştik.
Yusuf abi birkaç saniyeliğine bana bakıp ardından arabayı çalıştırdı. Bu birkaç gündür Yusuf abiyi de akşamları dışında pek göremiyordum. O zamanının çoğunu işte, ben de hastanede Ömer'in yanında geçiriyorduk. Ömer'i doğum gününün sabahı hastaneye yatırmışlardı. Dua ise iki gün sonra şirkette işe başlamıştı. Dua işte olduğu sürede Ömer'in yanında kalıyordum. Ömer bana bu kötü zamanımda çok iyi gelmişti. Eğer onun yanına gitmeseydim Asaf'ı düşünmekten kafayı yerdim herhalde.

"Hastaneleri sevmediğini söylüyordun hep ama bakıyorum hastaneden çıkmıyorsun."dediğinde Yusuf abi kafamı çevirip ona baktım. Kulağı bende bakışları yoldaydı.

"Sevmiyorum ama Ömer'i görmek bana iyi geliyor."

"Sadece Ömer için mi gidiyorsun?" Bakışları kısa bir anlığına bana dönmüştü. Ne demek istediğini anlamadığım için yüzüne anlamsızca baktım.

"Başka ne için gidebilirim?"dedim kaşlarımı çatarak. Bilmem dercesine omuz silkti.

"Emre artık hastaneye gitmenizi gerektirecek bir durumun kalmadığını söyledi dün. Bunu sana da söylemiş ama sen pek dinlememissin."dedi.

"Evet öyle söyledi. Ama ben Ömer'i merak ettiğim için gidiyorum."dedim. Normalde ziyaret dışında Ömer'i görme ihtimalim olmazdı ama Yusuf abinin kardeşi olduğum için doktor Emre pek ses etmemişti.

"Güzelim Ömer'i ne kadar sevdiğini görüyorum. Ama Ömer için fazla hastaneye uğramaman gerekiyor. Ömer'in sağlığı açısından biliyorsun değil mi?"dediğinde kafamı salladım.

"Tamam abi bundan sonra dikkat ederim."dedim. Yusuf abi elini uzatıp kucağımdaki elimi tutarak hafif sıktı. Arabada kısa bir sessizlik oluşurken kafamı geriye yaslayıp giden yolu seyre daldım.
Yaklaşık yarım saattir yolda olmamıza rağmen daha varamamıştık. Hilal'lerin evi Murat amcaların evine uzak olduğu için biraz daha yolumuz vardı.
Hoş, yolumuz ne kadar uzarsa bu benim için daha iyiydi ya...

"Ela sana birşey sorabilir miyim?"Yusuf abinin sorduğu soruyla bakışlarımı yoldan alıp ona doğru çevirdim.

"Tabii"

"İyi misin? Yani canını sıkan herhangi bir şey mi var?"dedi birkaç saniye sonra.

"İyiyim. Neden sordun ki bunu?"

"Son zamanlarda seni doğru düzgün göremiyorum. Sabahları hastaneye gidiyorsun akşama kadar, akşamları da hep dalgınsın. Kaç gündür de kendinde değil gibisin. Gerçi çok uzun zamandır iyi gözükmüyorsun ama bu birkaç gün aşırı kötü görünüyorsun. Canını sıkan her neyse bunu bana söyleyebilirsin."dedi. Gözünü yoldan alıp bana baktı. Yusuf abilerin benim için endişelenmelerini anlıyordum. Çünkü Asaf'ın Amerika'ya gidişiyle perişan olan ben dönüşüyle paramparça olmuştum.

"Canımı sıkan herhangi bir şey yok abi. Ben iyiyim merak etme"dedim. Başka ne diyebilirdim ki? Ona Asaf'tan dolayı bu halde olduğumu söyleyemezdim.

"Ağzın öyle diyor ama yüzün öyle demiyor. Bak eğer benden çekinip söyleyemiyorsan..."deyince hemen araya girdim.

"Hayır abi yok öyle bir şey, senden çekindiğim bir şey yok."dedim. Sahiden de çekindiğim bir şey yok muydu? Peki o zaman neden Asaf ile aramızda geçenlerden bahsedemiyordum?

"Peki güzelim, o dediğin pek inandırıcı gelmedi ama dediğin gibi olsun." Bana inanmayan gözlerle bakıp tekrar bakışlarını yola çevirdi.

"Abicim ben gerçekten iyiyim. Tamam kabul ediyorum birkaç gündür biraz dalgındım. Abim yengem ve çocuklara tam bağlanmışken geri dönmeleri beni biraz sarstı, o yüzden de biraz dağıldım ama şimdi iyiyim"diyerek tuttuğu elimi sıktım. Konuşmadı. Sadece anladım der gibi kafasını sallamakla yetindi. Bu dediklerim de onu pek inandırışa benzemiyordu. Üstelemeyip sessiz kaldım. Biraz daha konuşsaydım Yusuf abi neden üzgün olduğumu daha fazla kurcalardı.
Asaf'ın nişanlanacağını duyduğumdan beri bunun etkisinden çıkmamıştım evet ama Yusuf abi'ye söylediklerim de doğruydu. Yengem doğum yaptıktan sonra yaklaşık 20 gün falan bizimle kalmışlardı. Onların gidişi beni gerçekten de kötü etkilemişti, özellikle de Yiğit Ali'nin gidişi... 20 gün boyunca onun o gül kokusunu andıran kokusu, gecenin bir vakti evi dolduran ağlama sesi bizi ona alıştırmıştı. Şimdi evdeki yokluğu bariz belli ettiriyordu kendini...

Camı sonuna kadar indirip gelen serin havayı içime çektim. Araba bizim sokağa girdiğinde derin bir nefes alıp kafamı geriye yasladım. Elim direkt boynumdaki kolyeye gitmişti. Kolyeyi bırakıp boynumu kaşımaya başladım bu sefer. Stresten ne yapacağımı şaşırmıştım... Araba Murat amcaların evine yaklaştıkça tedirginliğim artıyor ve avuç içlerim stresten terliyordu. Daha fazla Yusuf abinin dikkatini çekmeden ellerimi kucağımda birleştirerek gözlerimi yumdum. Araba kısa bir süre sonra durduğunda artık yolun sonuna geldiğimi anlamıştım. Gözlerimi yavaşça aralayıp içime derin bir nefes çektim. Değneğimi almak için arka koltuğa uzanacağım sırada Yusuf abi beni durdurmuştu.

"Güzelim sen bekle şimdi bir yerini inciteceksin."
Kafamı sallayıp önüme dönerek kapıyı açtım. Yusuf abi hızlıca arabadan inip yanıma gelerek inmeme yardımcı olduğunda kafamla teşekkür edip tebessüm ettim. Murat amca ve Ayla yenge kapıda durmuş gelen misafirlerin ağırlıyorlardı. Giydiğim elbisenin uzunluğundan dolayı Yusuf abinin koluna girip onlara doğru yürüdük. Hemen yanımızda da Selim ve Hilal vardı.

"Çocuklar hoş geldiniz."dedi Murat amca yüzünde sıcacık bir gülümsemeyle.

"Hoş bulduk amca."dedik hepimiz birden. Ayla yenge önce Hilal'e ardından da bana sarıldığında içtenlikle gülümsedim.

"Kızlar ne kadar güzel olmuşsunuz böyle."dedi her ikimizin omuzuna dokunarak. Ben dediğine tebessüm ederken Hilal tekrardan sarılmıştı.

"Teşekkür ederiz yenge o senin güzelliğin."diyerek gülümsemişti Hilal.

"Elacığım annem geldiğinden beri seni sorup duruyor. Hadi siz içeri geçin benim Yusuf ve Selim'le birazcık işim var."dedi Ayla yenge. Ben de babaannemi çok özlemiştim. Antalya'dan döndükten sonra artık bir daha hiç gitmemiştim oraya. Murat amcalar bir ya da iki defa gitmişlerdi ama annem, babam ve Yusuf abi beni yalnız bırakmamak için gitmemişlerdi.
Ayla yenge bizi arka bahçeye gönderirken Yusuf abi ve Selim'i yanına alarak içeriye geçtiler.
Yavaş yavaş bahçeye doğru ilerlerken kasıldığımı hissedebiliyorum. Sanki ayaklarım geri gitmek ister gibiydi. Önümüzdeki kalabalığı görünce sadece aile arasında bir nişan olmadığını anlamıştım. O kadar saçma bir durumdaydım ki, kalabalığın içinde gözüm yine onu arıyordu... Bakışlarım sol çaprazda olan masaya kayınca onu görmüştüm. Yanında Hazal, Naz, Bahar, Merve, Defne abla, Yılmaz, Fırat abi, Ebru ve tanımadığım birkaç kişiyi daha vardı.
Asaf'ın gözleri bizim olduğumuz tarafa kayınca adımlarım kendiliğinden durmuştu. Ne bir adım öne, ne de geriye atamıyordum. Sanki olduğum yere çivilenmiş gibiydim. Elimin üzerinde Hilal'in elini hissedince yeni transtan çıkmış gibi kendime geldim. Destek verircesine elimi sıkıp yüzüme baktı.

"İyi misin?" Evet anlamında kafamı salladım. Başka şansım da yoktu zaten. Güçlü durmak zorundaydım. Güçlü olmasamda en azından güçlü görünmeliydim.

"Masaya geçelim mi?"dedi Asaf'ın bulunduğu masayı kastederek.

"Ben annemlerin yanına geçeyim. Babaannemi de görmüş olurum."dedim. Sesim olduğundan çok daha yavaş ve sessiz çıkmıştı. Hilal kafasını çevirip annemlerin olduğu masaya baktı.

"Babaannen orda değil... O Semra denilen kadın ve sevimsiz yeğeni orada. Herhalde onların yanına gidip oturmak istemezsin." Semra hanımın annemlere attığı iftiradan sonra onun yüzünü görmeye tahammülüm yoktu. Ne onun ne de yeğeni olacak sevimsiz Yasemin'in... Ben onlara fazlasıyla tahammül göstermiştim zaten.

"Evet ama oraya da gitmek istemiyorum."dedim Asaf'ın oturduğu masayı kastederek. "Ben en iyisi içeri geçeyim."deyip yönümü eve doğru çevirmiştim ki Hilal kolumdan tutup durdurdu.

"En azından gel bir selam ver. Baksana Yılmaz, Fırat abi ve Merve de oradalar. Hem Fırat abi bizi gördü, şimdi yanlarına gitmezsek ayıp olur."dediğinde hak verircesine kafamı sallayıp isteksiz bir şekilde adımlarımı oraya yönlendirdim. Şimdi onların yanına gitmeseydim bilerek gitmediğimi, onları görmek istemediğimi düşünürlerdi. Özellikle de Fırat abi ve Merve... Onları görüp birkaç dakika oturduktan sonra içeri geçerdim artık. Yılmaz bizi gördüğü gibi hemen ayaklanıp bize doğru geldiğinde yüzüme zoraki bir gülümseme yerleştirdim. Yılmaz'ı görmek güzeldi ama en mutsuz günüme denk gelmesi kötüydü. Çünkü yüzümde sahte bir gülümseme vardı.

"Kızlar ne zamandır sizi bekliyoruz. Nihayet gelebildiniz."dedi. Benim sahte gülümsememin aksine samimiyetle gülümseyip önce bana ardından da Hilal'e sarıldı. Hemen peşinden de Fırat abi, Merve ve diğerleri gelip tek tek sarıldılar. Hilal, Defne ablanın yanındaki sandalyeye otururken ben de Yılmaz ve adını henüz bilmediğim kızın aralarındaki sandalyeye oturdum.
Aralarında tanımadığım birkaç kişi vardı. Onlar da Asaf'ın anne tarafından akrabalarıydı sanırım. Ayla yengenin yeğenleriydi.

"Böyle olacağını hiç düşünmemiştim. Açıkçası Asaf'tan böyle birşey beklemiyordum." Yılmaz'ın kısa bir süre sonra kulağıma yaklaşıp fısıldamasıyla bakışlarımı parmaklarımdan çekip kafamı hızlıca kaldırdım.
Kafamı kaldırdığım gibi bir çift kara gözle karşılaşmıştım. Asaf'ın oturduğumdan beri bakışlarını sürekli üzerimde hissettiğim için kafamı hiç kaldırmamıştım. Neden bana bakıyordu ki? Yoksa bu evliliği istemiyor muydu? Benim onu durdurmamı mı istiyordu? İyi de bu evliliği zaten kendisi istememiş miydi, şimdi ne diye bakışlarını üzerimden çekmiyordu?
Kafam bu sorularla meşgulken saçmaladığımın bilincindeydim ama bunları sorgulamaktan kendimi alıkoyamıyordum.
Hilal'in kısık çıkan öksürük sesiyle bakışlarımı Asaf'tan alıp Yılmaz'a çevirdim. Asaf'ın gözlerine öyle bir dalmıştım ki ne yaptığımı çok sonradan fark etmiştim.

"Şimdi boşver onu, siz daha buradasınız değil mi?" dedim konuyu değiştirmeye çalışarak. Zaten kendimi zar zor tutabiliyordum güçlü durabilmek için. Onun hakkında konuşup kendime eziyet etmek istemiyordum.

"Yok birkaç gün sonra ama ben biraz kalmayı düşünüyorum. Artık bana buraları gezdirirsin."dedi göz kırpıp gülümseyerek.

"Bilseydim baş göz üstüne ama bende buraları pek bilmiyorum. Hatta Yusuf abi gezdirecekti bir ara"dedim tebessümle. Yusuf abi gezdirecekti ama işlerden pek vakit bulamıyordu ilk başlarda, sonra da herşey üst üste gelince gidememiştik.

"Peki... O halde ben sana gezdiririm İstanbul'u " dediğinde kafamı sallayıp gülümsedim.
Yılmaz ile küçük anlaşmamız bittiğinde Fırat abi, Merve ve diğerleriyle de biraz konuşmuştuk. Daha doğrusu onlar konuşmuş ben sadece dinlemekle yetinmiştim. Fırat abi de, Merve de üzerinden baya zaman geçmesine rağmen Semra hanımın bana söylediği sözler yüzünden hâlâ mahçup görünüyorlardı. Ben onlara asla kırgın değildim. Üstelik ikisi de mahçup olacak hiçbir davranışta bulunmamışlardı.

Ayağa kalkmaya yeltendiğim gibi Yılmaz'ın, Fırat abinin, Hilal'in, Asaf'ın ve diğerlerinin bakışları bana kaymıştı.

"Elacığım nereye?"dediğinde Defne abla "Ben bi babaannemi göreyim."diyerek ayağa kalktım.

"Roz ben de geleyim mi seninle?"Hilal ayağa kalkıp bana doğru gelmek istediğinde onu kafamla reddedip tek başıma gitmek istediğimi söyleyerek onların yanından ayrıldım. Ne kadar burada kalsam o kadar nefesim daralıyordu. Bugünün bir an önce bitmesini diledim içimden...

Nalan annelerin masalarının yanından geçtiğimde Nalan annenin seslenmesi ile durdum. Meral teyze, Semra hanım, Yasemin ve iki kadın daha yanlarında oturuyorlardı. Semra Hanım'ın ve Yasemin'in o iğrenç bakışlarını tekrar üzerimde hissettiğimde yüzüme zoraki gülümseme takınıp yanlarında oturan iki kadına bakıp ardından anneme döndüm.

"Kızım gelsene."deyip yanındaki sandalyeyi göstermişti Nalan anne.

"Yok anneciğim, ben bi babaannemi göreyim. Ayla yenge beni sorup durduğunu söylemişti."dedim. Özellikle bilerek anneciğim kelimesini bastırarak söylemiştim. Nalan anne bana sıcak bir gülümseme sunup kafasını tamam anlamında salladığında yanlarından geçecektim ki Semra Hanım'ın soğuk sesini işittim.

"Bize de bi hoş geldin demek yok mu Ela'cım?" İsmimi öyle nefretle söylemişti ki, ismimdem bir an nefret ettim. Sesi soğuk ve samimiyetsizdi. Eğer ki yanlarında o iki kadın olmasaydı arkamı dönmeden çekip giderdim. Derin bir nefes alıp bakışlarımı yavaşça ona doğru çevirdim. "Siz de hoş geldiniz."dedim aynı onun gibi samimiyetsiz bir şekilde. Zoraki de olsa gülümsemeye çalışmıştım ama yüzümde herhangi bir mimik dahi oynamamıştı. Daha fazla Semra Hanım'ın suratsız yüzünü görmemek için adımlarımı eve doğru yönlendirdim. İçeri girdiğimde Naz'ın, Mira'nın peşinden koşmasıyla bu sefer de adımlarımı onun yanında durdurmuştum. Her iki elini beline dayayıp yanaklarını şişirmiş bir şekilde Mira'nın arkasından bakıyordu.

"Anlamadım ki, bu çocuk hiç mi yorulmuyor?"deyip bana baktı. Omuzlarımı bilmem dercesine yukarı doğru kaldırıp gülümsedim. Mira bize doğru koşup etrafımızda dönmeye başlayınca bir an başımın döndüğünü hissettim.

"Baksana sabahtan beri koşturuyor ama oralıyım bile demiyor."dedi eliyle alnını ovalayarak. Mira'nın peşinden koştuğu için yorulmuş olmalıydı.

"Naz'cım çocuk bu, bazen hiperaktif olabiliyorlar."

"Evet ama bu fazla hiperaktif. Baksana yerinde durmuyor."deyip etrafımızda dönen Mira'yı kafasıyla işaret etti. Naz'ın bu haline gülümserken aslında ona hak veriyordum.

"Ben babaanneme bakayım, sana kolay gelsin canım."diyerek koluna dokunup gülümsedim.

"Sağol canım babaannem ve babam hemen şu soldaki oradalar."deyip tekrar Mira'nın peşinden koşmaya başladı. Onların koşuşturmasını bir kaç dakikalığına tebessüm ederek izledim. Artık ayağımın yorulduğunu anladığımda babaannemi görmek için Naz'ın göstermiş olduğu odaya doğru ilerledim. Yavaş ve temkinli ilerliyordum. Mira etrafımda fazlasıyla döndüğü için başım hafif dönüyordu.

"Mira dikkat et!!!" Naz'ın Mira'ya bağırmasıyla kafamı kaldırdım. Mira'nın benim olduğum tarafa doğru koştuğunu gördüğümde bana çarpmaması için kenara çekilecektim ki geç kalmıştım. Mira dengesini kaybederek bana çarptığında dengemi sağlayamayıp geriye doğru düştüm. Naz beni tutmak için koluma uzanmıştı ama beni son anda kalçamın üzerine düşmekten kurtaran bir çift kol olmuştu. Düşeceğimi sandığım için gözlerim refleksle kapanmıştı. Gözlerimi açtığımda onun o simsiyah gözleri değdi gözlerime.

Beni düşmekten o kurtarmıştı, Asaf...

Yere düşmüştüm ama Asaf'ın kolları arasında. Hiçbir yerime zarar gelmemişti. Canımın yanmasına izin vermemişti. Onun kolları arasında, başım göğsüne yaslamış bir şekilde gözlerinin içine bakıyordum. Belki çok yanlış ama onun kolları arasında olmak, gözlerine bakmak sanki bütün acılarımı yok etmişti. Bir anlığına, çok kısa bir anlığına bana huzur vermişti. Çok kısa bir andı evet ama o anın hiç bitmemesini istedim. Hep o anda kalalım istedim.

Naz'ın yanımıza çökmesiyle bakışlarımı Asaf'tan çekip doğrulmaya çalıştım.

"Ela dur kalkma hemen."dedi elimi tutup beni durdurdu. "İyi misin? Bir yerine bir şey oldu mu? Ben çok özür dilerim, koştum ama Mira'ya yetişemedim."bana üzgün gözlerle baktığında sorun yok der gibi kafamı iki yana salladım.

"Naz sakin olur musun lütfen! Bak çocuğu korkutuyorsun."diyerek yanımızda duran Mira'yı işaret ettim. Mira yanı başımızda durmuş dudaklarını büzmüş bir şekilde bana bakıyordu. Bana çarptığı için o küçücük yüreğiyle kendini suçlu hissediyordu. Elimi uzatıp küçük parmaklarından tutarak gülümsedim. Ardından doğrulmaya çalıştım. Asaf ve Naz'ın yardımıyla ayağa kalkıp değneğe tutundum.

"İyi misin?"Asaf'ın sesi Naz'a göre daha yavaş çıkmıştı. Çünkü tam dibimde duruyordu. Kafamı sallayıp bir adım geri çekildim.

"Ela bak eğer gerçekten iyi değilsen hastaneye gidelim. Yengemlere haber vereyim mi?"deyip bakışlarını bahçeye çevirdiğinde Naz, koluna dokunup kafamı iki yana salladım.

"Annemlere haber vermene gerek yok. Ben gayet iyiyim. Hastanelik bir durum yok yani. Alt tarafı düştüm. Sen öyle konuşunca Mira üzülüyor, kendini suçlu hissediyor."son sözlerimi yavaşça kulağına doğru söyledim.

"O zaten suçlu. Ya abim yetişemeseydi, ya seni tutamasaydı?"dediğinde inanmaz gözlerle ona baktım. Naz benim için korktuğundan dolayı ne dediğinin farkında değildi. Bunun için küçücük çocuğu suçluyordu. Mira'nın kenarda parmağını dişlediğini gördüğümde Naz'a bakıp gözlerimi devirdim. Ardından yavaşça Mira'ya doğru yürüyüp önünde durdum. Hafif eğilip saçlarında öperek çenesinden tutup yüzüme bakmasını sağladım.

"Mira'cım sen teyzene bakma ben iyiyim. Hadi sen oynamana devam et."dedim. Mira'nın yüzündeki o gülümseme geri gelince dayanamayıp yanağından öptüm.

"Ben onu ablamın yanına götüreyim." Naz Mira'nın elinden tutup götürdüğünde içeride Asaf ile yalnız kalmıştık. Elimi boynuma götürüp biraz ovduktan sonra yavaşça Asaf'a doğru döndüm. Elleri cebinde
bana bakıyordu. Sadece bakıyordu...
Beni düşmekten kurtardıktan sonra da iyi misin dışında tek kelime etmemişti.
Boynumu hafif kaşıyıp elimi indirdim. Şuan neden onunla göz teması dahi kuramıyordum onu da anlamış değildim. Daha demin beni kurtarırken hiç de gözlerini kaçırmıyordu.

"Şey... Ben teşekkür ederim."dedim kısa bir süre sonra.

"Neden?"

"Beni demin düşmekten kurtardığın için"dedim.

"Önemli değil, kim olsa aynısını yapardı."dedi derin bir nefes aldıktan hemen sonra.

"Haklısın, kim olsa ben de yine teşekkür ederdim."
Sessiz kalıp sadece kafasını salladığında değneğe daha sıkı tutunup yanından geçtim. Demin düşme tehlikesi yaşadığım için olduğumdan daha da temkinli yürümeye çalışıyordum. Birkaç adımla arkamdan geldiğini attığı adım seslerinden anlıyordum. Gerçi adım seslerini duymasam da gelen kokusundan anlıyordum ve de hissediyordum.

"Beni takip etmene gerek yok, düşmem tekrar. Babaannem şu odada zaten."dedim arkama dönmeden.

"Seni takip etmiyorum. Ben de babaannemi görmeye gidiyorum."dediğinde birkaç saniye duraksasam da hemen yürümeye devam etmiştim.

Odanın önüne geldiğimizde kapısının aralık olduğunu gördük. Kapıyı tam tıklatacaktım ki Murat amcanın konuşmasıyla durup elimi indirmiştim.

"Anne düğün için acele eden biz değildik. Asaf'tı."
Murat amcanın konuşmasının sonunda gözüm Asaf'a kaydı. Yutkundum... Neden karşıma her çıkan böyle yapıyordu? Önce beni sevdiğini söyleyip sonra başkasına gidiyordu. Özgür de böyle yapmıştı... Bir an başım döner gibi oldu. Dengemi sağlamak için kapı pervazına tutundum. Asaf kolumu tutmak isteyince elimi kaldırıp durdurmuştum onu.

"Benim Asaf ile evlendirmek istediğim kişi başka biriydi."dediğinde babaanne bu sefer Asaf ile birbirimize bakmıştık. Babaannemin Asaf'la evlendirmek istediği kişi kimdi? Yoksa Yasemin miydi?

"Başka biri mi?"dedi Murat amca. O da bizim gibi şaşırmıştı.

"Evet, onu Ela ile evlendirmek istiyordum." Benim kaşlarım çatılırken Asaf'ın yüzü gülmüştü. Bunun tam tersi olması gerekmiyor muydu? İyi de Asaf neden buna sevinmişti ki? Hazal ile evlenmek için acele eden sanki o değilde başkasıydı...
Odaya girip konuşmalarını bölmek istedim ama Asaf kolumu tutup beni durdurdu.

"Ela mı? Bizim Ela?"

"Evet torunum olan Ela'dan bahsediyorum. Asaf'ın onunla evlenmesini çok istiyordum ama senin oğlun..."babaannem daha sözünü tamamlayamadan Murat amcanın sesi yükseldi.

"Anne lütfen bu konuyu burada kapat. Bunu abimlerin yanında da dile getirme lütfen! Asaf ve Hazal birazdan nişanlanacaklar..."dediğinde Murat amca içimin ezildiğini hissettim. Ben ne bekliyordum ki zaten? Hiçbir anne baba oğlunu benim gibi biriyle evlendirmek istemezdi zaten...
Bu her ne kadar kendi akrabam da olsa...

"Ne o, Ela'yı kendi oğluna layık görmüyor musun?" Babaannemin sesi yüksek çıkmıştı. Bu sefer Asaf odaya girmek istediğinde onu durduran ben olmuştum. Murat amcanın vereceği cevabı merak ediyordum. Biliyorum ki duyacağım kelimeler ne kadar acı olursa, bunları Asaf'ın yanında duymak daha da acıtırdı.

"O nasıl bir söz anne? Oğluna layık görmüyor musun da ne demek? Ben öyle bir insan mıyım? Ela benim yeğenim, onu kendi kızım gibi severim. Eğer Asaf onunla evlenseydi, onu gelinim olarak değil kızım olarak kabul ederdim."dedi. Kulağımda Murat amcanın sözleri tekrar tekrar yankılanıyordu. Eğer Asaf'a evet deseydim Murat amca karşı çıkmazdı. Üstelik beni kızı gibi severdi.
Asaf'ın üzerimdeki bakışlarını yok sayarak bakışlarımı kapıya çevirdim. Kapıyı dinlemek ayıptı ama merak ediyordum. Asaf da merak ediyor olmalı ki sesini çıkartmıyordu. Zaten konuştukları da bizdik...

"İşte Ela'yı Asaf ile evlendirmek istememin sebebi de buydu. Asaf'ım da senin gibi merhametliydi. Ela'yı asla üzmez, onu gözünden bile sakınırdı. Ama olmadı... "dedi babaannem, Murat amcanın konuşmasından sonra.

"Anne evlilik kader kısmet işidir bunu en çok sen bilirsin."

"Doğrudur oğul, evlilik kader kısmet işi. Ama bazen bazı dokunuşlar yapman lazım ki kaderin sana gelsin. Madem Asaf Hazal ile evlenme kararı aldı o zaman ben de uygun gördüğüm diğer kişiyle evlendiririm Ela'yı"dediğinde babaanne ağzım açık kaldı. Ne demek uygun gördüğüm diğer kişiyle evlendiririm? Babaanne öyle bir şey kabul edeceğimi nasıl düşünür? Bakışlarım Asaf'ın yumruk olmuş eline kaydı. Elini yumruk yapmış tepemde dikiliyordu.

"Kimmiş bu uygun gördüğün kişi?" Murat amca aklımdaki soruyu sormuştu.

"Yılmaz..."

Yılmaz mı? Babaannemin dedikleri beni daha da şaşırmıştı. Yılmaz benim sadece arkadaşımdı. Bundan öteye asla gidemezdi. Ben onu bir abi, o da beni bir kardeş olarak görüyordu. Ki, benim kalbim zaten doluydu. Kalbim Asaf'la doluyken bu saatten sonrada kimse giremezdi. 'Öyle birşey kesinlikle olmayacak' Asaf'ın kulağıma yaklaşıp fısıldamasıyla refleksle kafamı çevirdim. Kafamı çevirdim gibi dudaklarım Asaf'ın yanağına değdi. Hızlıca geri çekilip bakışlarımı yere indirdim. Bu nasıl olmuştu? Yanaklarım kendiliğinden kızarmaya başlıyordu. Derin bir nefes alıp gözlerimi Asaf'tan kaçırdım. İstemsizce olan bu hareketim onu keyiflendirmişti.

"Peki Yılmaz senin onu Ela ile evlendirmek istediğini biliyor mu, ya da Ela? Çünkü bu öyle bir başına verebileceğin bir karar değil."

"Hayır, kimse bilmiyor ama Yılmaz beni kırmaz. Yılmaz'ım benim sözümün üstüne söz söylemez. Ela kabul ederse o da eder."dedi babaanne. Bakışlarım yerdeyken Asaf'ın bana baktığını hissettim. Kabul edip etmeyeceğimi düşünüyordu.
Yılmaz ile evlenmek? Bu asla kabul edeceğim birşey değildi. Eğer öyle birşey düşünseydim sevdiğim adamı geri çevirmezdim hep.

"Anne bırak eğer kaderlerinde varsa zaten olur. Hem belki ikisininde sevdiği vardır?"

"Ben bugün Ela ile konuşacağım. Eğer gönlünde kimse yoksa Yılmaz ile evlenmesini isteyeceğim. Kabul etmese bile en azından düşünmesini isteyeceğim."dedi babaanne.

Babaanne benim kalbim de aklım da dolu, hemde hiç olmaması gereken biriyle doluydu. Senin torununla...

Kulağım babaannedeyken Asaf tekrar kulağıma yaklaşıp fısıldadı.'Kabul etmeyi bırak, bunu aklından bile geçirme' dedi. Daha cevap vermeme izin vermeden hızlıca odanın kapısını açıp babaannemle amcamın konuşmasını böldü. Babaanne ikimizi kapıda görünce yüzünde kocaman bir gülümseme oluşmuştu. Demin konuştuklarını duymamış gibi yapıp yanına giderek elinden öpüp sarıldım. Murat amca çıktıktan sonra içerde üçümüz yanlız kalmıştık.Ben babaannemin yanında otururken, Asaf tek ayağına yüklenerek sırtını dolaba yaslayıp bize baktı bir süre... Sevgili nişanlısı bahçedeyken neden burda dikilmiş sessizce bize bakıyordu? Demin 'kabul etmeyi bırak bunu aklından bile geçirme' demişti. Tabii ki kabul etmeyecektim. Bu çok ayrı bir konuydu. Ama neden bana bunu söylüyordu? Üstelik kendisi birazdan nişanlanacakken?

"Oğlum bize biraz müsaade et, biz torunumla biraz konuşalım. Benim onunla konuşmam gereken önemli bir mesele var" Babaanne Asaf'a bakıp konuşunca, Asaf sırtını dolaptan çekip tam babaanenin karşısında durarak ellerini cebine soktu. Benimle Yılmaz hakkında konuşacaktı ve Asaf bunu bildiği için çıkmıyordu ya da çıkmak istemiyordu...

"Sonra konuşursunuz sultanım. Hadi bahçeye çıkalım tüm misafirler dışarda, şimdi çıkmasak ayıp olur."diyerek itiraz etti.

"Misafirler senin misafirin, git bir zahmet kendi misafirlerinle ilgilen"dedi babaanne Asaf'a gözlerini devirerek. Asaf hoşnutsuz bir şekilde kafasını sallayıp gönülsüzce odadan çıkıp gitti. Asaf odadan çıkıp kapıyı kapattığında babaanne elimi tutup ona dönmemi sağladı.

"Yavrum..."dediğinde gözlerinin içine bakıp sözünün devamını getirmesine izin vermeden konuşmaya başladım. Benimle Yılmaz hakkında konuşacağını bildiğim için konuşmasını tamamlamasına izin vermeden araya girmek istemiştim.

"Babaanne ne diyeceğini biliyorum. Murat amca ile demin ne konuştuğunuzu duydum."tuttuğu elini hafif sıkıp yüzüne gülümsedim. "Yılmaz ile evlenmemi isteyeceksin ama olmaz, yapamam. Beni düşündüğün için Yılmaz'la evlendirmek istiyorsun biliyorum. Ama babaanne Yılmaz benim sadece arkadaşım, ona asla o gözle bakmam. Yusuf abi benim için neyse o da aynıdır. Onun için bu konuyu kapatalım lütfen! Yılmaz'a da hiç bahsetme"dedim. Babaanne sessiz kalıp kafasını sallarken yanağına bir öpücük kondurup geri çekildim. Babaanenin sessiz kalışı bu konuyu kapattığı anlamına gelmiyordu. Bana öyle geliyordu ki babaanne bu konunun üzerinde baya duracaktı.
Kapının çalmasıyla bakışlarımızı kapıya çevirdik.

"Azize hanım, Murat bey sizleri bahçeye bekliyorlar. Birazdan tören başlayacakmış."dedi Ayşe kapıyı biraz arayarak. Babaanne kafasını sallayıp onaylayınca Ayşe hafif tebessüm edip kapıyı kapatmıştı. Babaanne ayağa kalkıp bastonuna tutunarak başındaki eşarbı düzelttikten sonra bana baktı. Ben hâlâ oturmuş boynumdaki kolyeyle uğraşıyordum. Sanki boynumdaki kolye boğazımı sıkıyormuş gibi nefessiz bırakıyordu. Beni nefessiz bırakan kolye değilde birazdan başlayacak olan törendi aslında. Her ne kadar bahçeye çıkmak istemesem de babaannemin üzerimdeki bakışlarından dolayı yavaşça doğrulup yerimden kalktım. Babaanne önde ben hemen arkasında odadan çıktık. Bahçe kapısında göründüğümüz gibi Yılmaz hemen koşarak babaannenin koluna girip oturacağı yere kadar eşlik etmişti. Babaanne bir bana bir Yılmaz'a bakıp gülümsediğinde aklına bizimle ilgili kurduğu düşüncelerin geldiğine emindim.
Gözüm hâlâ babaanne ve Yılmaz'dayken Hilal'in koluma girmesiyle bakışlarım ona çevrildi. Beni Yusuf abi, Defne abla ve Selim eniştenin bulunduğu masaya doğru çekiştirdi. Birkaç dakika sonra alkışlar eşliğinde Asaf ve Hazal'ın el ele görünmesiyle bakışlarım oldukları tarafa kendiliğinden çevrilmişti. Gözlerim yavaşça ellerine doğru kayınca boğazım düğüm düğüm oldu. Kafamı çevirip derin bir nefes alarak gözlerimin dolmasına mani oldum.

"İyi misin?" Hilal elimi tutup kulağıma fısıldadı.
Kafamı iki yana salladım... İyi değildim, hemde hiç iyi değildim. Acıyı iliklerime kadar hissediyordum. Aldığım her nefes göğsüme batıyordu. Sabahtan beridir kendimi o kadar çok sıkıyordum ki, daha burada ne kadar durup onları izleyebilirdim hiç bilmiyorum. Artık kalbimin sıkıştığını, nefesimin daraldığını hissediyordum.

"Roz..."Hilal tekrar bana seslendiğinde dolan gözlerimi silip kafamı kaldırdım. Kafamı kaldırmamla gözlerim Asaf'ın gözleriyle buluşmuştu. Eli Hazal'ın elindeydi, gözleri ise benim gözlerimde...

Bana bunu neden yapıyordu ki? Hazal ile evlenmek için bu kadar acele ederken neden bana böyle bakıyordu? Bende daha çok yara bırakmak için miydi bu bakışlar? Eğer onun içinse bunu fazlasıyla başarıyordu... Kalbim yara bere içindeydi...

Hilal koluma dokunup tekrardan konuşacakken Metin babanın Asaf ve Hazal'ın yanına gitmesiyle sustu. Babaannenin en büyük çocuğu Metin baba olduğu için sanırım yüzükleri o takacaktı. Herkesin bakışları ikisinin üzerindeyken Metin baba Naz'ın tuttuğu yüzük tepsisinin içindeki yüzükleri eline alıp ikisine baktı.

"Çok mutlu olun."diyerek elini Hazal'a uzattı. Bir an başımın döndüğünü hissettim. Dengemi sağlamak için masaya tutunmak istedim ama sanki yer ayaklarımın altından kayar gibi oldu. Kalbim sıkışıyor nefes almakta zorlanıyordum. Sakinleşmek için derin derin nefes almaya çalıştım ama olmuyordu... Elimle başımı ovup yakamı gevşetmeye çalıştım.

"Roz iyi misin?" Kafamı kaldırıp Hilal'e baktığımda gözlerim birden karardı. Düşmemek için masaya tutundum ama ayaklarım daha fazla beni tutamadan yere yığıldım. En son duyduğum ses Asaf'ın sesiydi.

"Ela!!!!"

***************

Kafamın içinde türlü türlü sesler yankılanıyordu. Başım zonkluyorken, göz kapaklarıma bir ağırlık çökmüştü sanki. Gözlerimi açmak isterken uyku daha çok ağır basıyordu. Yanımda birilerinin olduğunu biliyordum ama kim olduklarını seçemiyordum. Çünkü sesler bir uğultu gibi geliyordu. Dilimin damağımın kurulduğunu hissediyordum ama su isteyecek gücü kendimde bulamıyordum. Ne olmuştu bana böyle? Neden bu kadar bitkin hissediyordum? Gözlerimi açmak için zorladığımda tekrar geri kapanıp beni uykuya teslim etti...

Üzerinden ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama kafamdaki sesler yok olmuştu. Etraftan da hiç ses gelmiyordu. Ya ben sağır olmuştum ya da etrafımda kimse yoktu. Gözlerimi hafif araladığımda beyaz bir tavan karşıladı beni. Neredeydim ben?
Kafamı çevirip etrafa baktım. Burası bir hastane odasıydı ve Hilal yatağın yanındaki sandalyeye oturarak kafasını yatağa yaslamıştı. Ne olmuştu bana? Neden bir hastane odasında uyuyordum? En son hatırladığım Metin babanın Hazal'a yüzük taktığı o görüntüydü. Gerisi boş bir karanlıktı...

Kafamdaki sesler gitmişti ama başım hâlâ ağrıyordu. Yutkundum. Boğazım koruduğu için yutkunmakta zorlanıyordum. Su içmek için kolumdan destek alıp doğrulmaya çalışırken koluma giren ağrıyla geri bıraktım kendimi tekrar.
Kolumdaki serumun iğnesi hareket ettikçe daha çok acıtıyordu. Hilal kıpırdanmamla gözlerini açıp bana baktı. Gözleri şişmiş, kızarmış ve de yorgun görünüyordu.

"Roz Allah'a şükür uyandın. İyi misin? Senin için çok korktum."dedi. Gözleri kendiliğinden akmaya başladı. Gözlerimi birkaç saniye kapatıp tekrar açtım. Başım hâlâ zonkluyordu.

"Su"dedim. Sesim o kadar yorgun çıkmıştı ki...
Boğazım koruduğu için yanıyordu. Dilim damağıma yapışıyordu sanki. Hilal hemen baş ucumdaki sürahiden bir bardak su doldurup yavaşça bana içirdi. Su dudaklarıma değdikçe ferahladığımı hissediyordum.

"İyi misin canım?"dedi bardağı geri bırakırken. Kafamı evet anlamında salladım. Sadece başım ağrıyordu ve birazda yorgun hissediyordum.

"Ne oldu bana?"dedim biraz kendime geldikten sonra.

"Bayıldın... Doktor atak geçirdiğini söyledi. Ama bu sefer çok kötüydü..." Kızaran gözlerinden tekrar yaşlar süzülmeye başladı. "İki gün yoğun bakımda kaldın. Dün akşam seni normal odaya aldılar."dedi elimi tutup yanağına bastırarak.
Neee!! İki gün yoğun bakımda kalmak mı? O yüzden mi bu kadar yorgun hissediyordum kendimi?

"Roz çok korktum... Sana birşey olsaydı ne yapardım ben..."dedi burnunu çekip dudaklarını büzerek. Serum takılı olmayan elimi kaldırıp gözlerindeki yaşları tek tek sildim.

"Merak etme iyiyim ben"dediğimde yaklaşıp alnıma bir buse kondurdu.

"Ben annenlere uyandığını haber vereyim. İki gündür herkes perişan hâlde"deyip geri çekildi. Kafamı tamam anlamında salladığımda daha kalkmadan önce tekrar bana döndü.

"Zühre teyze ve Kemal amcalarda buradalar."dediğinde yerimden doğrulmaya çalıştım ama Hilal hemen kolumdan tutup beni durdurdu. Kim onlara haber vermişti? Annem de, babam da benim atak geçirdiğimi duyduğunda şimdi ikisi de mahvolmuştur... Ben onların benim yüzümden daha fazla acı çekmelerini istemiyordum. Onlar yeteri kadar benim yüzümden acı çekmişlerdi zaten...

"Kızım ne yapıyorsun? Yeni kendine geldin, niye hemen ayaklanmaya çalışıyorsun?"dedi beni uyarır bir tonda.

"Annemlere kim haber verdi?"dedim yutkunarak. Tükürüğümü yutarken hâlâ boğazım acıyordu.

"Ben söyledim."

"Ne? Neden onlara haber verdin? Biliyorsun ki ikisinin de rahatsızlığı var. Beni öyle görmek onları çok üzmüştür."dedim.

"Sürekli seni arayıp duruyordu Zühre teyze. Mert abi de buradaydı. Söylemek zorunda kaldık."deyip ardından kapıya yöneldi. Mert abi burada mıydı?
Hilal kapıdan çıktıktan bir kaç saniye sonra annem, babam, Nalan anne, Metin baba, Mert abi, Yusuf abi, babaanne ve diğer herkes tek tek içeri girdi. Gözüm herkesin üzerinde tek tek gezinirken sadece bir kişiyi bulamamıştı.

Asaf...

Asaf yoktu. Benden hiç haz etmeyen Semra hanım ve Yasemin bile odaya girip bana bakmışlardı. Ama o yoktu... Annem ve Nalan anne her iki tarafıma gelip elimi tuttuklarında ikisine de iyiyim der gibi bakıp gülümsedim. Gözüm yatağın ayak ucunda duran babama kaydığında kızarmış gözlerini kaçırıp eliyle burnuna dokunurmuş gibi yaptı.
Babamla her ne kadar aramız düzelsede eskisi gibi olmamıştık. Ben artık eskisi gibi olmak istiyordum.
Elimi ona doğru uzatıp gülümsedim.

"Baba"dedim sessizce gülümseyerek. Gülümsememle yanağımdan yaşlar süzülüp yastığıma damladı. Uzun zaman sonra kırgınlık kızgınlık olmadan baba diyebilmek çok güzeldi.
Babam uzattığım elimi tutup dikkatli bir şekilde sarılarak şakağımdan öptü.

"Bana böyle içtenlikle baba dediğini duymak inan ki herşeye bedel."dedi kulağıma fısıldayarak. Dudaklarını bu sefer alnıma bastırdı. Gözüm Metin babaya kayınca bize tebessüm ederek baktığını gördüğümde bu sefer ona doğru elimi uzatıp tebessüm ettim. Bir iki adımla yanıma yaklaşıp elimi tutarak yanağımdan öptü. Ardından ikisi birden sarılınca içtenlikle tebessüm ettim. Saatlerce böyle kalabilirdim. Bu duygu çok güzeldi ve çok özeldi.

"Geri çekilin bakayım, torunumun üstüne abanmışsınız öyle. Daha yeni kendine geldi zaten."diyerek bastonuyla ikisini dürttü. Babamlar geri çekilirken gülümsüyorlardı. Yusuf abi babaannenin kolundan tutmuş tekrar oturtmaya çalışıyordu lakin babaanne onu dinlemeyip yanıma gelerek iyi olup olmadığımı sordu. İyi olduğumu, hastaneden hemen çıkmak istediğimi söylediğimde daha babaanne konuşmadan herkes bir ağızdan olmaz demişlerdi. Yeni kendime gelmiş olabilirdim ama iyiydim, en azından şimdilik...
Gözüm arada bir kapıya kayıyordu. Onu görmek isteyen yanımı hâlâ anlamış değildim. O artık başkasına aitken neden gözüm onu arıyordu?
Hem neredeydi o, neden odaya girmemişti?

"Hadi bakalım herkesi dışarı alalım. Hastamız yeni kendine geldi onu daha fazla yormayalım. Ayrıca burası fazla kalabalık. Lütfen herkesi dışarı alalım."dedi doktor kapıdan içeri girerken. Doktorun dediğiyle herkes bir bir odadan çıkarken sadece annemler ve babamlar kalmıştı.

"Doktor kızım nasıl?"dedi Metin baba.

"Bunu isterseniz kızınıza soralım."diyerek birkaç adımla yanıma yaklaşıp "Nasıl hissediyorsunuz bakalım Ela hanım?"dedi.

"Başım ağrıyor ve birazda halsiz hissediyorum. Onun dışında hiçbir şikayetim yok. Eve gidebilirim. Lütfen beni taburcu edin."dedim. Eve gitmek istiyordum.

"Olmaz Ela hanım. Yarın birkaç tahlil yaptıracağım. Sonuçlar çıktıktan sonra taburcu olup olmayacağına bakarız. Ayrıca baş ağrınız ve halsizliğiniz çok normal, büyük bir kriz geçirdiniz. Çok şanslıymışsınız ki bu kriz sizde kötü sonuçlar bırakmadı." Kötü sonuçlar dediği felç geçirmem ve konuşma yetimi kaybetmemdi.

"Tehlikeyi atlattı değil mi doktor bey?"dedi annem araya girerek.

"Evet ama yinede dikkatli olmanız lazım. Ela Hanım'ı sinir ve stresten uzak tutmalısınız. Geçmiş olsun."deyip kapıya yöneldi.

Annemler biraz daha yanımda oturduktan sonra onları zor da olsa eve göndermiştim. İki gündü sürekli hastanede oldukları için yorgun ve bitkin durumdaydılar. Herkesin eve dönmesini istemiştim ama Mert abi, Hilal ve Yusuf abi ne kadar diretirsem direteyim gitmeyi kabul etmemişlerdi. Mert abi birkaç saat daha kaldıktan sonra yengemin aramasıyla gitmişti. Yiğit'in ateşi çıktığı için gitmek zorunda kalmıştı. Seren yengenin doğumunun üzerinden bir ay geçse de riskli bir ameliyat geçirdiği için onun yanında olmasını, onu yalnız bırakmamasını istemiştim. O yüzden de onun gitmesini istemiştim zaten.

Lavabodan çıkıp elindeki peçeteyle yüzünü kurtulayan Hilal'e baktım. Rengi bembeyaz olmuştu.

"İyi misin? Rengin bembeyaz olmuş."dedim. Elleriyle saçlarını tararmış gibi arkaya doğru götürüp yatağın kenarına oturdu.

"Midemi biraz bozdum sanırım. Yediğim birşey dokundu herhalde."dedi elini midesinin üzerine bastırarak.

"Kızım sana eve git dinlen ben iyiyim diyorum ama beni dinlemiyorsun. Kaç gündür burdasın ve doğru düzgün birşey yediğini de sanmıyorum. Bak çok bitkin görünüyorsun. Hadi eve git biraz dinlen yarın tekrar gelirsin."diyerek elimi bacağına koydum.

"Roz ben iyiyim merak etme. Asıl sen iyi misin? Çok korktum sana birşey olacak diye."dedi elini elimin üzerine koyarken.

"Geçti artık korkma, ben iyiyim. Hem ben ne badireler atlattım, bunu mu atlatamayacaktım?" Gülüp şakaya vurmuştum ki artık benim için fazla endişelenmesin. Onu üzgün görmeye dayanamıyordum. Bana biraz daha yaklaşıp eğilerek sarıldığında hemen sarılışına karşılık verdim. Biraz sarılı kaldıktan sonra yanağımdan öpüp geri çekildi.

"Sen tanıdığım en güçlü kızsın. Ama bizi çok korkuttun. İki gündür burda ne yaşadığımızı bilmiyorsun. Sana birşey olacak diye herkes burda perişan oldu."

"Herkes?"diye sorduğumda bana imayla baktı birkaç saniye. Ne demek istediğimi anlamıştı.

"Evet herkes, özellikle de o"dedi bir kaşını havalandırarak.

"Burada mıydı hep?"dedim. Bakışlarımı kaçırıp parmaklarıma çevirdim. Ondan bahsederken ya da onu düşünürken yüreğim sıkışıyordu. Çünkü Hazal ile nişanlanacağı o görüntü hafızamdan hiç silinmiyordu. O görüntü gözümün önüne geldikçe yüreğimdeki yara tekrar tekrar kanıyordu.
Hilal'in parmaklarını parmaklarımda hissettiğimde kafamı yavaşça kaldırıp yüzüne baktım. Elini parmaklarımdan çekip yanağıma götürerek inen yaşları sildi. Hilal gözyaşlarımı silene kadar ağladığımı dahi fark etmemiştim.

"Evet. Bir dakika bile kapının önünden ayrılamadı."

"Şimdi burada mı?"dediğimde kafasını salladı. O an içimde bir kıpırtı hissettim. Kapının öbür tarafında olduğunu bilmek beni neden bu kadar heyecanlandırmıştı?

"Roz çok uzamadı mı bu iş?"dedi Hilal aramızda geçen kısa bir sessizlikten sonra. Yüzüne anlamsızca bıktım. Neyden bahsettiğini anlamamıştım.

"Anlamadım, ne diyorsun?"

"Şu inadından vazgeç diyorum. Bak az kalsın hayatından oluyordun."derken elinin titrediğini gördüm. "Onu sevdiğini söylemezsen ben söylemek zorunda kalırım. Çünkü ben seni bir daha öyle görmeye dayanamam. Senin kendine bu acıyı çektirmene izin veremem artık. Az daha seni kaybediyordum Roz... Bunu ne kendine ne de bize yapmaya hakkın yok."diyerek gözlerindeki yaşı elinin tersiyle silip ayağa kalktı.

"Ya, onun da seni sevdiğini bilmesem, tamam unut deyip sana teselli vereceğim ama o da seni seviyor hem de deli gibi. Bunu bile bile neden kendine de ona da acı çektiriyorsun?"dedi elini saçlarından geçirip yüzüme sinirle baktı. Beni düşündüğü için böyle baktığını biliyordum. Bana birşey olacak korkusuyla bunu yapacağını da biliyordum.

"Beni sevseydi parmağına o yüzüğü takmazdı."dedim aynı onun gibi yüzüne sinirle bakarak. Her ne kadar içimde bir yerde beni sevdiğine dair bir his olsa bile Hilal'in dediğini yapıp onu sevdiğimi söyleyemezdim. O başkasının parmağına yüzük takmıştı, hemde gözümün önünde.

"Takmadı. Sen bayılınca yüzük takma falan da olmadı."

"Bu hiçbir şey değiştirmez. O gün olmadıysa başka bir gün olur."

"O gün kalbin dayanmadı büyük bir kriz geçirdin.
Peki tekrar aynı acıyı yaşayabilir misin? Buna o zayıf kalbin tekrar dayanabilir mi? Hadi ona da dayandın diyelim. Peki evlendiği gün ne yapacaksın? Dayanabilecek misin?"dedi sesini yükselterek. Yutkundum... Gözlerim tekrar doldu...
Gerçekten öyle bir şeye tekrardan dayanabilir miydim? Üstelik bu sefer nişan değil evlilik olacaktı.

"Hilal üsteleme artık, lütfen!! Ben onu çoktan kaybettim... Bitti artık... Daha fazla üsteleyip benim canımı yakma nolur! Zaten yeteri kadar canım yanıyor. Güçlü görünmeye, canımın yanmadığını göstermeye çalıştıkça daha fazla dibe vuruyorum görmüyor musun?"dedim. Yaşlar gözümden süzülüp yanaklarımdan aşağı doğru indi. Boynumda Hilal'in kollarını hissettiğimde kafamı omzuna gömüp hıçkırıklarımı bastırdım.

"Şşt hiçbir şey kaybetmedin daha, Asaf senin sadece bir sözüne bakıyor. Sen yeter ki tamam de. Asaf'ın sana olan sevgisinden hiç şüphem yok. O seni çok seviyor Roz" deyip elleriyle saçlarımı okşamaya başladı. Hilal'in söylediklerinin doğruluk payının olmasını o kadar çok istiyordum ki...
Asaf duygularını ne kadar göstermiş olsa da ben bundan pek emin olamamıştım. Tam inandım, beni gerçek anlamda seviyor dediğim anda bir şey yapıp beni ikilemde bırakıyordu. O yüzden tam olarak ona güvenemiyordum.
Peki Asaf'ın gerçekten beni sevdiğine inansam, o zaman Hilal'in dediğini yapıp ona gider miydim?
Hazal'ı bırakıp bana gelmesini nasıl kabul edebilirdim ki? Bu bencillik olurdu...
Ben o kadar bencil bir insan değildim. Sırf kendi mutluluğum için bir başkasının mutsuzluğunu göze alamazdım.

"Yapamam Hilal... Beni ne kadar severse sevsin bunu yapamam... Onun aşkından yanıp tutuşsam bile bunu Hazal'a yapamam... Bu çok bencilce olur." deyip kafamı omuzundan çekerek söylediklerini reddeder gibi kafamı iki yana sallayıp derin bir nefes almaya çalıştım. Kalbim şu an beni zorluyordu. Nefes almaya çalıştıkça sıkışan bir kalbim vardı.

"Sevdiğine sahip çıkmak bencillik değil."dedi. Benim nefes almakta zorlandığımı görünce yerinden kalkıp kapıya yönelmeye çalıştı. Kolundan tutarak çıkmasını engelledim.

"Roz nefes almakta zorlanıyorsun, bırak doktora haber vereyim."

"İyiyim gerek yok doktora. Öyle bir sıkışma oldu sadece."dedim nefesimi düzene sokmaya çalışarak. Hilal tereddütle yanıma otururken sıklıkla beni kontrol edip iyi olup olmadığıma bakıyordu.
Aramızda on dakika kadar bir sessizlik oldu. Nefesim tekrar düzene girdiği için rahatlıkla nefes alıp verebiliyordum.

"Sürekli kendine bunu yapıyorsun Roz... Bak ondan bahsederken bile ne hale geliyorsun..."elini çeneme getirip kafamı kaldırarak yüzüne bakmamı sağladı.
"Senden çok zor bir şey istemiyorum. Sadece onu sevdiğini söyleyeceksin. Bu kadar... Devamını o getirir."dedi.

"Peki Hazal? Dediğini yaparsam ona ne olur, bunu hiç düşündün mü?" Asaf'ı ne kadar seversem seveyim Hazal'a böyle bir kötülüğü yapamayacağımı biliyordu. Bunu bilmesine rağmen benden böyle bir şeyi nasıl isteyebilirdi?

"Hazal'ı da, seni de, Asaf'ı da düşünüyorum. Sizleri düşündüğüm için bunu yapıyorum zaten."elini kaldırıp yanağıma dokundu. "Hazal'ın ileride mutsuz olacağı bir evlilik yapmasını istiyor musun?"dediğinde kafamı iki yana salladım. Tabii ki de Hazal'ın mutsuz olacağı bir evlilik yapmasını istemiyordum. Her ne kadar yapacağı evlilik Asaf'la olsa bile...
Hazal, Melis ve Yasemin gibi değildi. Bana yakınlaşmak istemesinde asla art niyet yoktu. Bunu sezmemiştim bile... Aslında Hazal ile başka şartlar altında tanışsaydık onunla çok iyi anlaşırdık.

"Hazal'ın ileride mutsuz olacağı bir evlilik yapmasını istemiyorsan, o zaman dediklerimi yaparsın. Çünkü onlar evlenirse üçünüz de mutsuz olursunuz."dedi. Derin bir nefes alıp düşündüm. Hilal benden yapamayacağım bir şey istiyordu. Asaf'ı çok sevmeme rağmen bunu yapamıyordum. Çünkü arada Hazal vardı. Bunu Hazal'a yapamazdım.

"Olmaz Hilal... Bunu yapamam."kafamı iki yana sallayıp reddettim.

"Sen yapamayacaksın madem, o zaman ben söyleyeceğim. Dediğim gibi seni bir daha kaybetme riskini göze alamam."deyip ayaklanarak kapıya doğru yürüdü.

"Hilal saçmalama! Böyle birşey yapmayacaksın!"

"Yapacağım. Gör bak nasıl da yapıyorum. Hem sana bu iyiliği yaptığım için ilerde bana çok dua edeceksin."dedi göz kırparak. Elini kapı kulpuna götürüp açacağı sırada kapı birden açılmıştı. Açılan kapıyla Asaf göründü. Gözlerini birkaç saniye üzerimde gezdirdikten sonra Hilal'in yalandan öksürmesiyle bakışlarını kaçırdı. Hilal tam konuşacağı sırada kafamı iki yana sallayıp susması için ona yalvaran gözlerle baktım. Gözünü karartmışa benziyordu. Asaf'la konuşacaktı... Ben konuşmasam o konuşacaktı.

Hilal yapma lütfen diye geçirdim içimden...

"Asaf bende tam sana geliyordum."dedikten sonra göz ucuyla bana bakıp tekrar Asaf'a döndü. "Ela'nın seninle konuşmak istediği bir şey varmış. Tam seni çağıracaktım ki sen içeri girdin."dedi gülümseyerek. Topu bana atmıştı. Benden böyle bir şeyi ona söyleyeceğimi nasıl beklerdi?
Asaf Hilal'in dediklerinden sonra bana baktı. Onunla ne konuşacağım onda merak uyandırmıştı. Tabii onunla nasıl konuşacağımı bilmiyordum. Gerçi onunla konuşmasam Hilal ona her şeyi bir bir anlatacaktı. Hilal, Asaf'ın yanından geçip odadan çıkacakken durup tekrar bize doğru baktı. Bakışlarını bizden çekip yatağın kenarında duran telefonuna bakarak, "Telefonumu alayım."dedikten sonra adımlarını yatağa doğru çevirdi. "Roz onunla konuş tamam mı? Eğer konuşmazsan Asaf odadan çıktığı an onunla ben konuşurum."dedi Asaf'ın duymayacağı bir şekilde. Ardından yanağımdan öpüp Asaf'a döndü.

"Ela sana emanet. Siz rahat rahat konuşun ben Selim ve Yusuf'un yanına gidiyorum."dedi ve odadan çıkıp kapıyı ardından kapattı.

Şu an avuç içlerimin terlediğini hissediyordum. Onun yüzüne bakarken bile bu kadar heyecanlanıyorken, onu sevdiğimi nasıl söyleyecektim? Hilal şu an beni çok zor bir durumun içine soktuğunun farkında değil miydi?
Uyandığımdan beri onu görmek isteyen gözlerim neden şu an ona doğru düzgün bakamıyordu?

Avuçlarımı yatağa sürüp derin bir nefes aldıktan sonra kafamı yavaşça çevirip Asaf'a baktım. Yatağın hemen kenarında durmuş bana bakıyordu. Aramızda 1-2 adımlık mesafe vardı. Yanıma bu kadar yaklaştığının farkına yeni varmıştım.

"Asaf... Ben..."daha sözümü tamamlamadan 1-2 adımlık mesafeyi sonlandırıp kollarını boynuma dolayarak sarıldı. Kollarım her iki yanında öylece kala kalırken bu hareketine şaşırmıştım. Birkaç saniye sonra kollarım onu kendimden uzaklaştırmak yerine ona daha sıkı sarılmıştı. Ben onun sarılışına karşılık vermiştim. Hem de kafam karmakarışıkken. Bir yanım huzursuzken bir yanımda ona sarıldığım için çok mutluydu.
Belirli bir süre sarılı kaldıktan sonra Asaf yavaşça geri çekilip yanaklarımı avuçlayarak alnını alnıma dayadı. Şu an kalbim haddinden fazla atıyordu, sanki göğsümü yarıp çıkmak ister gibiydi...

"Seni kaydedeceğim diye çok korktum. Sana bir şey olsaydı kendimi asla affetmeyecektim."dedi. Gözünden inen yaş yanağıma değdiğinde gözlerimi gözlerine çevirdim. Benim için ağlıyordu. Benim de dolan gözlerimden yaşlar teker teker indi.
Konuşmak istiyordum ama sanki dilim tutulmuş gibi ağzımdan tek kelime çıkmıyordu.

"Ela göz seni bu hayattaki herşeyden çok seviyorum... Kendimden bile çok..."dedi. Gözlerini gözlerimden yavaşça çekip dudaklarıma baktı.
Kalp ritmim daha da hızlanmaya başladı. Gözlerim kendiliğinden kapanırken birkaç saniye sonra dudaklarını dudaklarımda hissettim...

Asaf beni öpmüştü...

Bir bölümümüzün daha sonuna geldik. Oy verip yorum yapmayı unutmayınız 😊😊🙏🙏
Bölümümüz nasıldı? Yorumları alalım...

Loading...
0%