Yeni Üyelik
48.
Bölüm

37. Bölüm

@zozanli

Keyifli okumalar 💞

 

Yatakta biraz uzanıp gözlerimi kapatmama rağmen uyuyamamıştım. Duş aldıktan sonra hemen uykuya dalacağımı sansam da öyle olmamıştı. Aslında kafam aşağıda Asaf'daydı. Asaf'a güvensem de o kıza güvenmiyordum. Asaf'ın o kıza bakmayacağını bile bile kendi kendime kuruntu yapıyordum.
Kendimi biraz geri çekerek yatak başlığına sırtımı dayayıp telefonumu komodinin üzerinden aldım.
Kafam aşağıda olsa da Semra hanım'ı görmek yerine odamda kalıp telefonumla uğraşmayı tercih etmiştim. Telefonla biraz uğraştıktan sonra geri komodinin üzerine bıraktım. Telefon da sarmamıştı. Çünkü kafam Asaf'daydı. Onu Yasemin ile aşağıda bırakıp odama çıkmıştım. Gerçi birkaç günlüğüne de olsa Yasemin onlarda kalacaktı. Bu durumun benim canımı iyice sıkacağı şimdiden belli oluyordu.
Buna nasıl bir çözüm bulabilirdim ki? Asaf'a kendi evinde kalma mı diyecektim? Hayır! Aslında diyebilirdim. Sırf o Yasemin denen kız ondan uzak dursun diye söylerdim.

Ayaklarımı yataktan sarkıtıp değneğimi alarak ayağa kalktım. Ayağıma ateli takmadığım için yürümekte biraz zorlanıyor olsam da, şimdilik ayağımı serbest bırakarak yavaş yavaş balkona çıkıp demirliklere tutundum. Biraz ayakta kalmak istediğim için balkon demirliklerine tutunmuştum. Kafamı gökyüzüne doğru kaldırıp gelen serin havayı içime çektim. Çok güzeldi...
Akşam üzeriydi. Hava kapalı ve serindi. Gökyüzü bulutlarla çevrilmişti. Sanırım yağmur yağacaktı.

Arkamdan birinin sarılmasıyla hafif irkilsem de burnuma dolan kokuyla kendimi serbest bırakıp beni sarmasına izin verdim. Bu kokuyu nerde olsa tanırdım... Bu koku Asaf'ındı.

"Kokun çok güzel... Özledim..."derken kafasını eğip saçlarımı koklamıştı. Saçlarım hâlâ nemli olduğu için açık bırakmıştım. "Sen yanımdayken bile seni nasıl bu kadar özleyebiliyorum? "dedi kısa bir süre sonra. Konuşurken dudakları boynuma değdiği için tüm bedenimi bir ürperti sarmış gibi titremiştim. Kolları arasında titrediğimi hissedince gülmeye benzer bir ses çıkardı. Onun yanında böyle heyecandan titremem onu mutlu ettiği kadar beni de utandırmıştı. Şuan yanaklarımın al al olduğuna emindim. Utandığımı ona belli etmemek için derin bir nefes alıp kafamı hafif yüzüne çevirerek yandan bir bakış attım.

"Bu özlem duygusu şimdi mi oluşmaya başladı? Yoksa daha önceden de var mıydı?"dedim göz kırparak. Başımı göğsüne yaslayıp verecek cevabı bekledim.

"Sana açıldığım ilk günden beri..."dedi ellerini karnımda birleştirip beni kendine daha çok çekerken. Heyecandan kollarına düşüp bayılmamak için hemen kendime gelmem lazımdı.
Tutunduğum demirliklere parmaklarımı daha sıkı sarıp ayakta durmaya çalıştım.

"Madem öyle neden taa Amerika'ya gittin? Tamam benim yüzümden gittin bunu kabul ediyorum. Ama neden o kadar orda kaldın, neden hiç dönmedin?"Sona doğru sesim titremişti. "Özleyen insan gelip sevdiğini bir defa da olsa görmek istemez mi?"dedim küçük bir serzenişte bulunarak. O günleri düşündükçe içim eziliyordu. Gözlerim sürekli onu ararken onu hiçbir yerde bulamamak beni mahvetmişti.

"Özleyen insan her daim sevdiğini görmek ister... Ben de her daim seni görmek istiyordum. Ama sen beni istemiyordun."dedi. Son sözünü biraz sitem eder gibi söylemişti. Dediğine sessiz kaldım. Diyecek hiçbir şeyim yoktu ki. Bunu ona ben düşündürtmüştüm. Ama bu doğru değildi... Ona öyle yansıtmış olabilirdim ama bu kesinlikle doğru değildi... Ben onu her şeyden çok istiyordum... Bunu sadece dile getirmek benim için çok zordu. Onu sevipte dile getirememek en zoruydu...

"Ama şöyle bir gerçek var ki, senin beni görmek istemediğini düşünsem de, daha fazla sensizliğe dayanamadım."dedi benim sessiz kaldığımı görünce. Dediğine yine sessiz kaldım. Aramızda uzun bir sessizlik oldu. Kafamı göğsüne yaslayıp sessizliğimi korurken, o da bana ayak uydurup sessizleşmişti.
Benim onu görmek istemediğimi düşünmesine ben sebep olmuştum. Ama bu en çok da benim canımı yakmıştı. Onun gidişinden sonra ne hale geldiğim kelimelerle anlatılamazdı...

"Benden uzaklaşmanı istedim evet ama bu kadar uzağa gideceğini hiç düşünmemiştim. Abimin yerine Amerika'ya iş seyahatine gittiğinde yine dönersin sandım. Ama sen hiç gelmedin, arkana bile bakmadın."dedim uzun sessizliğimden sonra.
O zaman dönseydi onu kabul eder miydim bilmiyorum ama onun gelmesini çok istemiştim...

"Bence o kadar emin konuşma güzelim. Belki de senin düşündüğün gibi hiç dönmedim değildi."dedi çenesini omuzuma dayayıp hafif bastırarak. Kafamı yan çevirip yüzüne baktığımda yanağım hafif yanağına sürtünmüştü.

"Nasıl yani?"

"Şimdi doğruya doğru... İşi bahane edip Amerika'ya gittiğimde bir daha dönmeyi düşünmemiştim. En azından uzun bir süre... Ama Amerika'ya gittiğimin ilk haftasında ayaklarım beni tekrar senin yanına getirmişti."dediğinde kaşlarım olabildiğince çatıldı . Ne demek ayaklarım beni sana getirmişti? Ama ben onu hiç görmemiştim ki... Taki Hazal ile döndükleri o gün...

"Ama ben seni hiç görmedim ki?"

"Evet çünkü sana kendimi hiç göstermedim. Aslında kimse benim buraya geldiğimi bilmiyordu. Sadece seni biraz görüp hasret giderdikten sonra geri dönüyordum."dediğinde şaşırmış ve biraz da afallamıştım. Oysa benden tamamen vazgeçtiğini, o yüzden de hiç dönmeyeceğini sanmıştım.

"Senin dönmediğini görünce artık benden vazgeçtin sandım."dedim birkaç saniye sonra. Omuzuma dayadığı çenesini kaldırıp kafasını iki yana salladı.

"Ben senden hiç vazgeçmedim... Senin beni kabul etmeyeceğini düşündüğüm her an bile senden bir an olsun vazgeçmedim."dedi.

"Biliyor musun ben sana gelmeyi, seni kabul etmeyi çok istiyordum. Ben sana ne zaman gelsem içimde bir yer bunun yanlış olduğunu söyleyip beni durduruyordu..." Sözlerimin devamını getiremeden gözlerim dolup taşmıştı. Derin bir nefes aldıktan sonra, "hani insan sevince sevdiğine kıyamıyor ya, ben de sana kıyamadım, sana yük olmak istemedim."dedim. Gözlerimden yaşlar inince beni kendine doğru döndürüp parmaklarıyla yanaklarımı sildi.

"Ela'm sen bana asla yük olamazsın ki... Sen benim bu hayatta başıma gelmiş en güzel şeysin... Sen yanımda, hayatımda olduğun için gece gündüz şükrederim ben, ne yükünden bahsediyorsun..." Kollarını bana sarıp dudaklarını alnıma bastırdığında gözlerim istemsizce kapanmıştı.
Birkaç saniye sonra kendimi geri çekip dolu gözlerimle gözlerine baktım.

"Benden hiç vazgeçme olur mu!?"dedim. Yaşlar gözlerimden tekrar süzülmeye başlayınca parmaklarıyla tekrar yanaklarımı silip saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı.

"Ben senden asla vazgeçemem ki..."yanaklarımı avuçlayıp "Şimdi boşver bunları, sen neden burdasın? Seni dinlenmen için göndermediler mi? Sen neden ayaktasın?"dedi göz kırparak.

"Odada sıkıldım. Biraz hava alayım istedim."dedim dudağımı büzerek. Kafasını eğip dudağımın kenarından öpünce birden yutkunmuştum. Kalp ritmim hızlanmıştı. Kafasını anladım der gibi sallayıp gülümsediğinde daha fazla kızardığımı hissettim. Kızardığım için yanaklarıma dokunmak istesem de son anda kendime engel olup durdurmuştum. Bana bu kadar yakın olmasına alışkın olmadığım için beni öptüğünde, bana sarıldığında çok değişik bir his kaplıyordu içimi... Ama ben bu hissi çok sevmiştim. Bu his bana huzur veriyordu...

Artık ayağımın yorulduğunu hissediyordum. Bakışlarımı Asaf'ın gözlerinden çekip geri çekildim. Değneğe tutunup kanepeye doğru giderken Asaf hemen elimden tutup yardımcı olmuştu.

"Teşekkür ederim."dedim oturduktan hemen sonra. Yanıma oturup geriye doğru yaslanarak "Ne için?"dedi.

"Her şey için, özellikle de odaya bıraktığın portakal suyu için."gülümseyip değneği kenara bırakarak hafif ona doğru döndüm. "Hem benim portakal suyunu sevdiğimi nereden biliyorsun?"dedim. Kaşlarımı havalandırıp yüzüne baktığımda gülümsedi.

"Seninle ilgili her şeyi bilirim ben..."dedi. Hımmm diye bir ses çıkarıp her iki elimle saçlarımı geriye doğru atarak yüzüme gelmesini engelledim.

"Ne biliyormuşsun benimle ilgili?" Göz kırptım. Bana doğru biraz kayıp elimden tutmasıyla bakışlarım birkaç saniyeliğine birleştirdiği ellerimize kaydı. Şuan aramızdaki mesafe sıfıra yakındı.

"Her şeyi..."dedi. Diğer eliyle tekrar gözümün önüne düşen bir tutam saçı kulağımın arkasına sıkıştırdı.

"Hımm... Demek benimle ilgili her şeyi biliyorsun."

"Evet... Yani her şeyi tam anlamıyla bilmesem de seninle ilgili çoğu şeyi biliyorum... Ne sevip ne sevmediğini, neyden hoşlandığını vesaire." Eğer beni o kadar tanısaydın seni ne kadar sevdiğimi görürdün demek istesem de sessiz kalmıştım. Çünkü onu sevmediğimi yüzüne her defasında vuran bendim. Onu sevmediğim yalanına ikna edip sonunda da burayı terk etmesini sağlamıştım. O yüzden de hiç o konuya girmek istemedim.

"Mesela sevdiğin insanları paylaşmayı pek sevmiyorsun."dediğinde kafamı evet dercesine salladım. Evet sevdiğim insanları paylaşmayı sevmiyordum.
Hem kim sevdiği insanı paylaşmak ister ki?

"Evet sevmiyorum."dedim direkt. Dediğimle birlikte dudakları yana kıvrıldı.

"Biraz kıskançlık seziyorum sanki..."derken gözlerimin içine bakıp göz kırptı. Hâlâ gülüyordu... Gözlerimi devirip elimi çekmek istediğimde ise izin vermeyip parmaklarını parmaklarıma kenetledi.

"Evet sevdiğim insanları kıskanırım ben."dedim hiç yalan söyleme gereği duymadan.

"Hadi gençler bırakın konuşmayı da aşağıya inin, birazdan yemeğe geçiyoruz."Hilal'in sesiyle ikimizin bakışları birden balkon kapısına kaydı.
Ne zaman gelmişti? Ne zamandır orda bekliyordu? Hilal'in de bakışları Asaf ile ikimizin ellerine kaydı. Elimi hızla geri çektim. Elimi çekmemle Asaf'ın bakışları tekrar beni bulduğunda bakışlarımı kaçırıp Hilal'e baktım. Yüzünde gülümsemeden çok sırıtma ifadesi vardı. Kaşlarımı çatıp yüzüne sinirle bakınca yüzündeki sırıtmayı yok etmeye çalıştı. Ama onu da beceremedi. En son kafasını çevirip yüzündeki sırıtmayı saklamaya çalıştı.
Hilal'in neden böyle davrandığını gerçekten de anlamıyordum. Aşağıdayken durmadan ağlayan kız şimdi de durmadan sırıtıyordu.

Neden elimi geri çekmiştim ki hem? Sonuçta Hilal her şeyi biliyordu.

Üçümüzün arasında kısa bir sessizlik oluşmuştu. Hilal bize bakıp alttan alttan gülerken ikimizden de ses çıkmamıştı.
Aramızdaki sessizliği bozan ilk Hilal oldu. "Yusuf ve Selim seni soruyorlardı demin."dedi Asaf'a bakarak. Asaf kafasını tamam anlamında sallayıp çıktığında, Hilal de omuzunu yasladığı duvardan çekip yanıma gelerek oturdu.
Kafasını çevirip Asaf'ın gittiğini kontrol ettikten sonra tekrar bana döndü. "Ne yapıyordunuz burada?"dedi kaşlarını havalandırıp dirseğiyle kolumu dürterek. Yüzünde deminki sırıtışı görünce gözlerimi devirip elime değneğimi alarak ayağa kalkıp odaya geçtim.

"Sana bir soru sordum ama..."derken peşimden geliyordu. Yatağa oturup sırtımı yatak başlığına yaslayarak ayağımı uzattım. Birazdan yemeğe inecektik ama biraz ayağımı uzatıp dinlendirmem gerekiyordu. Ayakta fazla durduğumu şimdi ayağıma giren sancılarla anlıyordum. Ayaktayken hafif sancıların girdiğini hissetmiştim ama bu denli değildi.

"Hilal'cim uğraşma benimle"dedim dişlerimin arasından. Adını bastırarak söylemiştim ki benimle uğraşmaktan vazgeçsin. Ama beni taktığı pek de söylenemezdi.

"Sizi birleştirmek için o kadar boşuna mı uğraş verdim?"dedi. Ayak ucuma oturunca gözlerimi kısıp çekmeceden çıkardığım kremi ayağıma sürsün diye ona doğru attım. Attığım gibi kutuyu havada tutup gülümsedi.

"Sırf benimle uğraşmak için miydi bütün çabaların?"dediğimde sırıtarak kafasını sallayıp bacağımı sıyırarak kremi ayağıma sürmeye başladı. Tabii ki de öyle değildi... Sırf beni sinir etmek için böyle konuştuğunu biliyordum.

"Hem sana demiştim, bir gün hayatına biri girerse ben de sizinle çok pis uğraşacağım... Tabii şimdilik bir şey yapmayacağım. Biraz hasret gidermenizi bekleyeceğim. Neticede birbirinizden çok uzak kaldınız. Ama sonrası için söz veremem."deyip göz kırpınca yanımdaki yastığı kafasına doğru fırlattım.

"Çok konuşmada şu ateli uzat!"dedim sesimi hafif yükseltip kafamla kitaplığın hemen yanındaki ateli işaret ederek.

"Dur kızım krem sürüyorum ayağına."deyip çekmeye çalıştığım ayağımı tuttu.

"Tamam yeter teşekkür ederim."elimle ayağımı yataktan sarktıp kafamla ateli işaret ettim tekrar.
"Artık aşağı inelim sıkıldım burada."dedim. Kafasını tamam anlamında sallayıp ayağa kalktı.
Ağzında bir şeyler geveleyip ateli alarak karşımda diz çöktü.

"Ne diyorsun? Açık konuş, ağzında öyle geveleme."

"Sanki neden inmek istediğini bilmiyoruz diyorum."

"Neden inmek istiyor muşum?"

"Asaf için... O Semra cadısını görmek istememene rağmen, sırf Yasemin aşağıda diye inmek istiyorsun."dedi. Ayağıma ateli takıp yüzüme bakınca bakışlarımı yüzünden çekip değneğe uzandım.

"Ama biliyor musun, çok haklısın. Kız Asaf ve Hazal'ın ayrıldığını öğrenince yüzünde güller açtı. Utanmasa Hazal'dan ayrıldı diye herkesin içinde gidip Asaf'a sarılırdı."dediğinde elimdeki değneği sıkıp bakışlarımı tekrar Hilal'e çevirdim.

"Ben o yüzü soldurmasını bilirdim de, dua etsin şimdilik kimsenin aramızdakileri bilmesini istemiyorum."dedim gözlerimi kısarak. Ardından adımlarımı kapıya doğru yönlendirdim.

"Roz aşağı inmek istediğine emin misin? Bak Semra hanım'la aynı sofrada oturmak istemediğini biliyorum. Sadece Yasemin'den dolayı aşağı iniyorsan buna gerek yok. Çünkü Asaf'ın gözü senden başkasını görmüyor. Hem Nalan teyze de eğer iyi hissetmezse aşağı inmesin, yemeğini yukarıya çıkartın demişti."dedi kolumdan tutup daha odadan çıkmadan önce. Kafamı iki yana salladım. İyiydim... Hem odada sıkılıyordum hem de tek başıma yemek yemeyi sevmiyordum. Ayrıca sırf Semra hanım aşağıda diye kendimi odaya kapatmak istemiyordum. Annemin de dediği gibi burası benim evimdi, rahatsız olması gereken ben değil o olmalıydı.

"İyiyim. Hadi inelim."dediğimde kafasını sallayıp koluma girerek benimle beraber odadan çıktı. Odada kalmam için ısrar etmek istese de kalmayacağımı biliyordu. Bunun için hiç diretmedi.
Salona geçtiğimizde herkes sofraya oturmuş sohbet ediyorlardı. Yönü bize dönük olduğu için bizi ilk fark eden babaannem oldu. Bizi fark ettiği gibi yüzünde tebessüm olmuştu.

"Yavrum gelin oturun, ayakta beklemeyin."deyince, Metin babalar da bakışlarını bize doğru çevirmişlerdi. Semra Hanım'ın olduğu tarafa hiç bakmadan sofraya doğru ilerledik. Şuan onun ne yüzünü ne de sesini duymak istemiyordum.
Ben babamın yanındaki boş sandalyeye geçerken, Hilal de Selim'in yanına oturmuştu. Selim'in hemen yanında da Asaf ve Yılmaz oturuyorlardı.
Asaf ile bakışlarımız kesişince kalbimde bir kıpırtı hissettim sanki... Sanki demin yanımda, bana sarılan o değilmiş de, onu yeni görmüş gibi heyecan sarmıştı tüm bedenimi...
Heyecanımı başka kimse fark etmesin diye hızlıca bakışlarımı Asaf'tan çekip önüme döndüm.

"Ela'm nasıl oldun? Dinlenebildin mi biraz?" Metin baba masanın üstünde elimi tutunca ona bakıp kafamı sallayarak tebessüm ettim.

"İyiyim babacım, dinlendim."dediğimde tuttuğu elimi parmaklarıyla sevdi.

"Herkes sofrada olduğuna göre artık yemeye başlayabiliriz. Haydi herkese afiyet olsun."dedi babaanne. Babaannemin sözüyle herkes yemeğe başlayınca ben de önüme dönüp tabağıma bir parça börek aldım. Genelde hastaneden çıktığımda birkaç gün iştahım kapanıyordu. Doğru düzgün hiçbir şey yemiyordum. Ve şimdi de aynısı olmuştu.
Hastaneden çıktığımızdan beri pek bir şey yememiştim. Nalan anne yemem için ne kadar ısrar etse de bir işe yaramamıştı.

"Sabahtan beri hiçbir şey yemedin. İlaç alabilmen için bunları bitirmen lazım."dedi Nalan anne tabağıma gördüğü her bir yemekten koyarken. Canım istemese de ilaç almam için biraz yemek yemem gerekiyordu.
Kafamı tamam anlamında sallayıp Metin babanın doldurup önüme koyduğu çorbaya kaşığımı daldırdım. Bir yandan Nalan anne bir yandan Metin baba bir yandan da Yusuf abi habire önüme bir şeyler koyup yemem için ısrar ettiklerinde onları kırmayıp yemek için kendimi zorladım. Midemin daha fazlasını kaldıramayacağını anladığım an elimdeki çatal ve bıçağı tabağa bırakıp geri çekildim. Haddinden fazla yemiştim.
Metin babanın 'devam et' bakışlarını görünce kafamı iki yana sallayarak sırtımı sandalyeye yaslayıp elimle şişen göbeğimi ovaladım. Aşırı yediğim için midem ve karnım şişmişti.

Yemek faslı bittikten sonra herkes salona geçmişti. Nalan anne, Ayla yenge, Meral teyze ve Safiye hala kendi aralarında konuşurlarken, Metin baba, Murat amca, Haluk amca ve oğullarıyla iş hakkında konuşuyorlardı. Ben ise yanımda oturup benimle konuşan Defne abla ve Hilal'e tam anlamıyla odaklanamıyordum. Kulağım Defne ablalardayken gözümün odak noktası başka bir yerdeydi. Gözünü Asaf'a dikmiş hiç çekmeyen Yasemin'deydi. Yanımdaki değneği ona fırlatmak istiyordum şuan...
Sinirlerimi yatıştıran tek şey Asaf'ın onun olduğu tarafa hiç bakmamasıydı. Ki baksaydı değneği kafasında kıracağımı çok iyi biliyordu...

Asaf'ın ara sıra gözleri bizim olduğumuz tarafa kayıyordu. Göz göze geldiğimizde gözlerinde içimi eriten o parıltıyı görmek beni inanılmaz mutlu ediyordu.

Hilal'in çenemi tutup kendine çevirmesiyle kendime gelip ne var dercesine kafa salladım. Asaf ile bakışlarımız tam kesişmişken bunu yapması bir tık keyfimi bozmuştu.

"Roz sen bizi dinlemiyor musun?" Defne abla ile birlikte yüzüme baktıklarında bir an ne diyeceğimi şaşırdım. Yalan söyleyemezdim. İkisi de biliyorlardı kulağımın onlarda olmadığını...

"Ben şey..."tırnağımı dişleyip bakışlarımı indirdim. Utanmıştım. Hilal'den değilde, Defne abladan...
İkisi benim bu halime gülerken, Defne abla önce bana ardından Hilal'e bakıp konuşmaya başladı.

"Yok Hilal, onun şuan odak noktası başka... Gerçi eğer bizi dinlese böyle uzaktan bakmak zorunda kalmaz. İşte bizi dinlemiyor... Şimdi önünde hiçbir engel de kalmadı."dedi. Defne ablanın daha haberi yoktu sanırım. Çevirdikleri oyundan, benim Asaf'ı kabul ettiğimden, hiçbir şeyden...

"Abla, Roz Asaf'ı kabul etti, artık birlikteler."dedi Hilal gülümseyip elini Defne ablanın dizine koyarak. Defne abla birkaç saniye Hilal'in yüzüne baktı. Nasıl bir tepki verecek diye yüzüne baktım. Bizim için sevineceğini biliyordum. Ama yine de vereceği tepkiyi merak etmiştim. Birkaç saniye tepkisiz kalırken, acaba düşündüğüm gibi sevinmedimi diye düşünecektim ki, birden çığlık atıp bana sarıldı.

"Ne!!!!!" Herkes Defne ablanın attığı çığlıkla dönüp bize baktığında, Defne abla yavaşça geri çekildi. Birden herkesin içinde bağırdığı için kızarmıştı.

"Pardon..."dedi yüzüne sevimli bir gülümseme takınarak. Sevineceğini tahmin etmiştim ama çığlık atacak kadar sevineceğini düşünememiştim.
Herkesin bakışları hâlâ Defne abladayken zilin çalmasıyla bakışlarını çekmişlerdi ve Defne abla da rahat bir nefes almıştı.

"İkiniz adına çok mutlu oldum."elimi tutup ben ve Hilal'in duyabileceği bir şekilde fısıldayarak konuşmuştu. Tebessüm edip tuttuğu elimi sıktım.
Saniyeler sonra salondan içeri giren Emir ile bakışlarımızı ona çevirmiştik. Yoğun bakımdan çıktıktan sonra birkaç dakikalığına beni görmeye gelmiş ardından da ortadan kaybolmuştu.
Herkese başıyla selam verdikten sonra bana doğru geldiğinde ayağa kalkmaya yeltenecektim ki elini omuzuma hafif bastırıp durdurdu beni.

"Çok geçmiş olsun."dedi, ardından da kollarını boynuma dolayıp sarıldı.

"Teşekkür ederim."tebessüm edip geri çekildim. Şuan Asaf'ın ikimizin üzerindeki delici bakışlarını hissedebiliyordum. Kafamı çevirip göz ucuyla baktığımda, tam da tahmin ettiğim gibi kaşlarını çatmış Emir'e öldürücü bakışlar atıyordu. Aslında bu durum beni mutlu etmişti. Asaf'ın beni kıskanması hoşuma gitmişti. Daha önce de beni Yılmaz'dan kıskanmıştı ama o zamanlar beni sevdiğine tam olarak inanmıyordum.

Emir, Asaf'ın da istediğini yaparak abimlerin yanına gittiğinde bizde kendi aramızda konuşmamıza devam etmiştik. Daha doğrusu Hilal Defne ablaya olanları kısaca özet geçmişti.

Biraz daha Defne ablalarla oturup ayağa kalktım. Yemekte çok kaçırdığımdan dolayı biraz rahatsız hissediyordum. Biraz dolanıp yediklerimi hazmetmem gerekiyordu. Hilal ve Defne abla nereye der gibi bana baktıklarında biraz bahçede dolanıp geleceğimi söyledim. Hilal havanın yağmurlu olduğunu, gök gürültüsünden aşırı korktuğumu bildiği için çıkmamamı söylese de onu dinlemeyip çıkmıştım. Hem içerisi çok sıcaktı, bunalmıştım... Hemde biraz hava alıp yediklerimi sindirmeye bir an önce ihtiyacım vardı.

Bahçeye çıktığımda hava ha yağdı ha yağacak gibi duruyordu. Yavaş adımlarla bahçede biraz dolandım. Yürüdükçe rahatladığımı hissettim. Ayağımın iyice yorulduğunu ve sızladığını hissettiğimde çimlerin üzerinde oturup ayaklarımı uzattım.

Yorulmuştum...

Ellerimi arkaya doğru götürüp ağırlığımı ellerime verdim. Kafamı gökyüzüne kaldırdığımda yağmur tanelerinin yüzüme çarpmasıyla gözlerimi birkaç saniye kapatıp derin bir nefes soludum. Hissettiğim tek şey huzurdu şuan... Gök gürlemediği sürece burada saatlerce kalabilirdim. Gök gürültüsünden korkup da, yağmurlu havaları seven bir tek bendim galiba. Bu durum normal miydi?

"Aylar sonra ilk defa seni böyle gülümserken görüyorum." Emir'in sesiyle gözlerimi araladım. Karşımda bağdaş kurmuş oturuyordu. Ne zaman yanıma gelmişti? Ben geldiğini nasıl fark etmemiştim?

"Ne yapıyorsun burada tek başına?"dedi. Ağırlığımı ellerimden alıp doğruldum.

"Yürümek için çıkmıştım. Yorulunca biraz oturayım dedim." Kafasını salladı.

"Demek yürümeyi unutmamışsın... Ben onu da artık yapmaz, bırakırsın sanmıştım."dediğinde gözlerimi kaldırıp yüzüme baktım.

"Hiç öyle bakma Ela, çok boşladığını sende biliyorsun."dedi. Kafamı sallayıp bakışlarımı yere indirdim. Evet, bende çok boşladığımı biliyordum... Ama ben kendimi kaybetmiştim... O an ne kendimi, ne başka bir şeyi düşünemiyordum ki. En büyük zararı kendime verdiğimi de biliyordum. Çünkü eskiye göre baya gerilemiştim. Hem fiziken hem bedenen fazlasıyla geriye sarmıştım. Bundan sonra dikkat etmem gerekiyordu. Gerçi son iki senedir ne zaman elimdeki değnekten kurtulmak için savaş vermeye kalksam hep bir şeyler engel oluyordu. İlk öz alemin ortaya çıkması, ki bu bende büyük bir travma yaratmıştı... Sonrasında ise Asaf'ın gidişi... Bunlar beni çok yıpratmıştı.

"Bu kadar ilerlemişken bırakman doğru değil, bunu sana geldiğim her defasında söyledim ama sen kulağını herkese hep kapalı tutup kendinden ve hayallerinden vazgeçtin..."dedi birkaç saniyelik sessizliğini bozarak. Haklıydı belki ama Asaf burada değilken ve üstelik benim yüzümden gitmişken gözüm kimseyi görmüyor, kulağım kimseyi duymuyordu... Bunu Emir'e söyleyemediğim için sadece 'haklısın' diyebildim.

"Açıkçası bunu senin gibi her şeyin üstesinden bir şekilde gelmeyi başaran birinden beklemiyordum."dediğinde yüzüne bakıp gülümsedim.

"Bende beklemiyordum... Evet bırakıp boşlamamın en büyük zararı bana oluyordu ve hatta oldu da... Ama her şey, herkes artık ağır gelmeye başlamıştı.
Kaldıramayacağım bir yük binmişti omuzlarıma."
Yanıma yaklaşıp dostane bir tavırla omzumu sıvazladı.

"Sen hep zoru seviyordun."dedi gülümserken. Kafamı iki yana salladım. Ben zoru sevmiyordum. Ben sadece zora alışmıştım.

"Ben zoru sevmiyordum. Ben zor olan hayatımla hep mücadele etmek zorunda kaldım." Gözlerim dolarken derin bir nefes aldım. Konu nasıl buraya gelmişti? Ne zamanki bununla ilgili konu açılsa içimde sönen yangın tekrar alevleniyordu.
Emir omuzumdaki eliyle beni kendine çevirip çenemden tutarak yüzüne bakmamı sağladı.

"Mücadele ede ede zor olan hayatını kolaylaştırmadın mı?" Baş parmağıyla dolan gözlerimi silip "Eskiyi hatırlamıyor musun? Nasıl bir durumdan nasıl bir duruma geldiğini hatırlamıyor musun? O günleri ne çabuk unuttun!" derken kaşlarını kaldırmıştı. Ben o günleri hiç unutmamıştım... Asla da unutmazdım.

"Yaşadığın şeyler çok zor biliyorum. Çoğu zaman kaldıramayacağın birçok şey oldu, onu da anlıyorum. Ama sen imkansız olanı başarmışsın... Senin hastalığını taşıyan birinin bu hale gelmesi bir mucize ve sen o mucizeyi gerçekleştirdin. Şimdi bütün bu kazandıklarını yeniden kaybetmek mi istiyorsun? Eski hayatına geri mi dönmek istiyorsun? Bunu göze alabilir misin"dedi doğrudan gözlerimin içine bakarak. Eski hayatıma geri dönmek mi? Hayır!! Ben o günleri tekrar yaşamak istemiyordum... O günler çok acılı ve sancılıydı... Hem benim hem de ailem için....

"Bak Ela senin iyiliğini düşündüğüm için sana bunları söylüyorum, ileride pişman olma diye. Sen benim için arkadaştan öte kardeş gibisin. İnan bana sen yoğun bakıma girdiğinde Mert abi, Yusuf ve Efe kadar ben de üzüldüm. Bu yüzden senin mutsuz olmanı istemem..."dediğinde kafamı salladım. O da benim için arkadaştan öte kardeş gibiydi. Her ne kadar beni yıllarca arayıp sormamışsa bile...

"Biliyorum. Sende benim için öylesin. Her ne kadar yıllarca arayıp sormamışsan bile."dedim yüzüne bakıp gözlerimi devirerek. Gülümsedi. Amacım ortamdaki kasvetli havayı bozmaktı. Çünkü biraz daha kalsa dayanamayıp hıçkırarak ağlayacaktım. Zaten gözlerim dolup yavaştan inmeye başlamıştı. Geçmişten, yaşadıklarımdan bahsettiği için aşırı duygusala başlamıştım.

"Sizinle aramıza mesafeler girsede siz hep benim arkadaşlarımdınız. Bu asla değişmedi, değişmez de. Sizler benim tanıyıp tanıyabileceğim en iyi arkadaşımsınız. Sen de, Efe de, Hilal de..."Gözlerim dolsa da dediğiyle içtenlikle gülümsedim. Eliyle koluma dokunup "Hayat sana bir şans daha verdi ve seni ailene ve bize bağışladı. Şimdi o şansı değerlendirme sırası sende. Kendi mucizesini gerçekleştiren, azimli, tuttuğunu koparan o Ela'ya geri dön. Unutma o Ela kolay kolay pes etmezdi."dedi kolumu sıvazlayarak. Kafamı salladım.

"Tamam..."bakışlarımı tekrar yere indirdiğimde kolumdaki elini çeneme getirerek gözlerine bakmamı sağladı.

"Söz mü?"

"Söz... Bundan sonra çok daha dikkat edeceğim. Eski Ela'yı geri kazanır mıyım bilmiyorum ama onu geri getirmek için elimden geleni yapacağım."dediğimde gülümsedi. Zaten artık hayatımdaki problemlerin çoğu çözülmüştü. Her iki ailemle de, Asaf'la da... Gerçi hayat insana ne gösterir bilemeyiz... Ama ben artık kendimi o kadar bırakmak istemiyordum.

"Madem eski Ela olmak için elinden geleni yapacaksın, o zaman kalk ayağa"dedi ayağa kalkıp elini bana uzatarak. Bir uzattığı eline, bir ona baktım.

"Neden?" diye sordum. Biraz önce oturmuştum ve ayağımın sızlaması hâlâ geçmemişti.

"Biraz değneksiz yürütelim seni."deyince yüzüne aval aval baktım.

"Şimdi mi? Yarın başlasak?"

"Hiçbir zaman bugünün işini yarına bırakmayacaksın. Onun için şimdi kalk ayağa"dedi. Eli hâlâ bana uzatmış şekilde duyurdu.

"Ama yorgunum, daha biraz önce yürüdüm." Kafasını iki yana salladı.

"Biliyorum yorgunsun... Ama sadece deneyeceğiz. Bir iki defa denesen bile bugün için yeterlidir." Pes edip uzattığı elini tutarak ayağa kalktım. Değneğe eğileceğim sırada omuzundan tutup engelledi. "Onu almana gerek yok"dedi. Koluna girip birkaç adım attıktan sonra kolumu yavaşça bırakıp beni kendi başıma bıraktı. Önceleri dengemi sağlayamasamda adımımı korkmadan atabiliyordum. Ama şimdi... Şimdi adım atmaya korkar olmuştum.
Emir korktuğumu görünce koluma dokunup 'hadi' dedi. Derin bir nefes alıp tüm kuvvetimi sağ bacağıma vererek sol bacağımı ileri doğru attım. Sağ bacağımda dengemi rahat sağlayabildiğim için bu adımımda pek zorlanmamıştım. Önemli olan sol bacağımın üstünde durabilmekti. İşte ben onu bir türlü beceremiyordum. Olmuyordu... Ağırlığımı sol bacağıma veremiyordum.
Bu sefer olmayacağını bildiğim halde ağırlığımı sol bacağıma verip sağ bacağımla adım atmaya çalıştım. Dengemi kaybedip geriye doğru sendelediğimde Emir kolumdan tutup düşmeme izin vermeyip doğrulttu. Dengemi tam sağladığımı görünce ellerini tekrar geri çekti. Bir kez daha denedim yine olmadı. Dengemi sağlayamayıp bu sefer öne doğru savrulmuştum. Kendimi hazır hissedip tekrardan deneyecekken Emir'in telefonu çalmaya başladı.

"Pardon..."deyip telefonunu cebinden çıkardığında önemli değil dercesine kafamı salladım. Ekranda gördüğü isimle gözleri parlayınca arayanın kim olduğunu merak etmiştim. Gözlerim bir ona bir elindeki telefona kaydı.

"Bu telefonu açmam lazım."dedi. Heyecanlanmıştı... Onu bu kadar heyecanlandıran kimdi acaba?
Gözüm telefondaki isme kayınca heyecanına sebep olan kişiyi görmüştüm. Arayan ablamdı...
Ablamla aralarında ne vardı, ona açılmış mıydı hiçbir fikrim yoktu.

Kafamı sallayıp doğrudan gözlerinin içine baktım. "Tamam sen konuş."dedim gülümseyerek. Bakışlarını benden çekip arkama doğru çevirince nereye bakıyor diye baktığı yöne baktım. Kafamı çevirmemle karşımda bize sinirli bir şekilde bakan Asaf'ı gördüm.

Bir bölümün daha sonuna geldik. Lütfen oy verip yorum yapmayı unutmayalım.

Loading...
0%