Yeni Üyelik
50.
Bölüm

39. Bölüm

@zozanli

Keyifli okumalar 💞

 


Oy verip yorum yapmayı unutmayın 😊 😊 🙏

Evden çıktıktan sonra Selim enişte ile beraber bir kahvaltı salonuna gelmiştik. Arabada iken benimle ne konuşacağını sorsam da söylememişti. Aslında benimle konuşmak istediği konu bende merak uyandırmıştı. Selim enişteyle konuştuğumdan beri acaba bir sorun mu var diye düşünmüştüm ama öyle de gözükmüyordu. Yüzüne baktığımda sürekli gülümsüyor, arada kendi kendine şarkılar mırıldıyordu. Onu böyle görünce de hiçbir sorun olmadığı kanaatine varıyordum.

Sorun olmasın da zaten... Onlar mutlu oldukça ben de mutlu olurdum.

Selim enişte siparişlerimizi verdikten sonra bakışlarını bana çevirip ellerini masanın üzerinde birleştirdi. Diyeceği her neyse önemli bir şeye benziyordu ve bu daha çok merak uyandırıyordu.

Siparişlerin hemen verilmesi çok iyi olmuştu, çünkü çok açtım. Çok açtım ve Selim eniştenin söyleyeceklerini aşırı merak ediyordum. Açlığım ve merakım ikisi yan yana geldiğinde ise bambaşka bir ben gibi hissediyordum.

"Ela, öncelikle bu konuşacaklarımız aramızda kalsın lütfen! Özellikle de Hilal'in haberi olmasın."diye söze girdi ilk. Sözleriyle merakım daha da depreşti. Hilal'e söylemememi istediği şey neydi? Kafamı tamam anlamında salladım. Ama bunu pek yapabileceğimi sanmıyordum. Bu güne kadar ondan hiçbir şey saklayamamıştım.

"Ama ben ondan hiçbir şey saklayamam ki, yapsam bile Hilal hemen anlar."dedim. Bir tek Seren yenge ile aramızda geçenleri saklamıştım. Oda benim için üzülmesini istemediğimdendi. Gerçi onu da fazla saklayamamıştım.

"Bu öyle bir şey değil. Sadece ona sürpriz yapmak istiyorum ve bunun için senin yardımına ihtiyacım var, daha doğrusu fikirlerine..."dedi saniyeler sonra.

Sürpriz mi? Hilal'e söylemememi istediği şey bu muydu yani?

Garson masaya gelince Selim eniştenin sözleri yarıda kalmıştı. Siparişlerimizi masaya bıraktıktan sonra başka bir isteğiniz var mı diye sorduğunda kafamızla teşekkür ettik. Bir gözüm Selim eniştede bir gözüm masaya konulan kahvaltılıklardaydı. Öyle çok acıkmıştım ki gözümü masadan ayırmak istemiyordum. Ama Selim eniştenin sürprizini de merak ediyordum. Bir parça ekmek koparıp menemene bandırarak ağzıma alıp Selim enişteye baktım. Yapacağı sürpriz her ne ise bu beni fazlasıyla heyecanlandırmıştı.

"Benim sadece fikirlerine ihtiyacım var. Gerisini ben hallederim."dedi sözlerine devam ederek.

"Fikir mi? Ben sana nasıl bir fikir verebilirim ki?"dedim ağzımdakini bitirdikten sonra. Çok acıktığımı anlamış olacak ki önündeki çilek reçelini benim önüme bıraktı. Teşekkür edercesine tebessüm ettim.

"Hilal sürekli evde ya, sıkılıyor. Ben de bir şeylerle uğraşsın, vaktini geçirsin istiyorum. Şimdi gel şirkette bizimle çalış desem kabul etmez. Onun öyle ortamları sevmediğini biliyorum." Çayından bir yudum içip konuşmasına kaldığı yerden devam etti. "Hilal senin en yakın arkadaşın. Ne yapmak ister, en çok neyi sever, bunları hepimizden çok sen biliyorsun. Bu yüzden de senden yardım almak istedim."dedi. Kafamı tamam anlamında salladım. Doğru söylüyordu. Hilal şirkette çalışmak istemezdi. O, daha çok kendisine ait küçük bir yeri işletmek istiyordu.

Selim gibi bir kocaya sahip olduğu için Hilal çok şanslıydı. Onu çok seven, çok düşünen bir kocası vardı. Sevdiği adam ve karnındaki minik bebeğiyle kendine çok güzel bir hayat kurmuştu. Ailesini kaybetmiş olsa da kocaman bir ailesi olmuştu.

Aslında Hilal evlendikten bir süre sonra çalışmak istediğini belirtmişti. Sonrasında her şey farklı gelişmişti. Benim ailevi durumlar, Asaf ile aramızda geçenler, benim birkaç ay kendi içime kapanmam derken, Hilal artık çalışma konusundan hiç bahsetmemişti. Belki de unutmuştu... Çünkü sürekli benimle ilgilenen bir Hilal olmuştu. Şimdi de uğraş sırası bendeydi. Onun için uğraş vermek benim için bu saatten sonra her şeyden önce gelirdi. Hilal'in ne yapmak istediğini de çok iyi biliyordum. Bunun hayalini taa yıllar öncesinden kurmuştuk. Hayalini kurduğumuz şeyi belki Hilal tek başına yapacaktı ama bu beni daha da mutlu edecekti. Çünkü küçükken kurduğumuz hayal gerçek olacaktı.

"Çok iyi düşünmüşsün..."derken önümdeki meyve suyundan bir yudum içtim. Hilal'in ne yapmak istediğini bildiğim için hiç düşünmeden konuya girdim. "Aslında şöyle bir şey yapabilirsin. Kafe tarzı küçük bir yer... Hilal zaten hep kendine ait bir yeri olsun, orayı işletsin istiyordu. Biliyorsun siz daha evlenmeden önce de Hilal kafede çalışıyordu. Üstelik öyle bir şey yaparsan onun çocukluk hayalini gerçekleştirmiş olursun."dedim. Bu hayali ikimiz kurmuş olsak da, belki de gerçekleştirmesi sadece Hilal'e nasipti.

"Çocukluk hayali mi?"dediğinde yüzünde şaşkınlığa benzer bir ifade oluştu. Kafamı sallayıp gülümsedim. Sanırım Hilal ona o kurduğumuz hayalden hiç bahsetmemişti.

"O zaman sürprizimiz Hilal'in çocukluk hayalini gerçekleştirmek."gülümseyip elini uzattığında elini tutup sıktım. "Benim bildiğim çok güzel bir yer de var, orayı alırız. Hem güzel hem bizim şirkete de yakın."dedi dirseklerini masaya dayayıp parmaklarını birbirine geçirdi. Hilal'in hamileliğinden dolayı kendisine yakın bir yerde olmasını istediğine emindim.

Kahvaltımızı bitirene kadar Selim enişte, Hilal'in nasıl bir yer açmak istediğini sorup bütün detaylarıyla bana bir bir anlattırmıştı. Bu süre zarfında Hilal ve Asaf beni arayıp dursalar da ikisine de cevap vermemiştim. En son Asaf mesaj atıp neden açmadığımı sormuş, müsait olmadığımı, sonra arayacağımı söylemiştim.

Telefonumu masaya yüz üstü bırakıp geriye yaslanarak Selim enişteye baktım. Aşırı mutlu ve heyecanlı görünüyordu. Hilal'den her bahsettiğinde gözleri aşkla parıldıyordu. Hâlâ ilk günkü gibi ondan aşkla bahsediyordu.

"Hilal yapacağımız bu sürprizi kesin beğenir değil mi?"dediğinde gülümseyerek evet dedim. Yapacağı sürpriz Hilal için çok güzeldi ama Hilal de ona bu hayattaki en güzel hediyeyi veriyordu.

Ona bir evlat veriyordu...

Selim enişte eliyle garsona işaret verip bizim için kahve istedikten sonra geriye yaslanıp derin bir nefes aldı. Birkaç dakika sonra garson kahvelerimizi servis ederken Selim eniştenin telefonunun çalmasıyla 'Hilal arıyor' deyip masadan uzaklaştı. Selim enişte, Hilal ile konuşana kadar yönümü denize çevirip dumanı üstünde tüten kahvemi alarak içmeye başladım.

Kahvemi bitirene kadar da Selim enişte gelmemişti. Kafamı gittiği tarafa çevirip nerde kaldı diye baktığımda biraz uzağımda sırtı dönük bir şekilde hâlâ telefon ile konuştuğunu gördüm. Konuşmalarının daha da süreceğini düşünüp Nalan anneyi arayarak buradan Hilal'in yanına uğrayacağımı söyleyerek bilgilendirmiştim. Başta kabul etmek istemese de, Hilal'i görmek istediğimi, kendimi hiç yormayacağımı söyleyerek ikna etmiştim. Hilal'i merak ediyordum. Selim enişte onun iyi olduğunu her ne kadar söylese de içim rahat etmiyordu. Onu kendi gözlerimle görmem, yanında olmam lazımdı.

Arkadaşlıklar zaten böyle değil miydi? İyi günde de kötü günde de yan yana olabilmek...

Hilal'in şuan neler hissettiğini az çok biliyordum. Anne olacağı için mutluydu, hemde çok... Ama içinde buruk bir sevincin olduğunu da biliyordum.
Annesinden dolayı içi buruktu, bunu çok iyi biliyordum. Çünkü Hatice teyze (Hilal'in annesi) o kötü hastalığa yakalandıktan sonra 'Allah canımı almadan kızımın gelin olduğunu, çocuğunu kucağına aldığı günü görmeyi nasip etsin' demişti.
Ama ne o gün ne de torununu görmek nasip olmamıştı Hatice teyzeye...

Dakikalar sonra yanıma oturan kişiyle içinde bulunduğum düşüncelerin içinden sıyrılıp kafamı çevirdim. Kafamı çevirmemle sevdiğim adamın müptelası olduğum o kapkara gözleriyle karşılaştım. O an kalbim pıt pıt atmaya başladı.
Kalbim o denli hızlı çarpıyordu ki bir an kalbimin sesini duymasından korktum. Her ne kadar istemesem de bakışlarımı o çok sevdiğim kara gözlerinden çektim. Elimi boynuma götürüp boynumdaki kolyeye dokunarak oynamaya başladım. Eğer ki biraz daha gözlerinin içine baksaydım kalbim heyecandan daha hızlı çarpar, ellerim titremeye başlardı. Asaf'ın diline düşmemek için benim fazla heyecan yapmamam gerekiyordu. Kafamı hafif yana çevirip göremeyeceği bir şekilde derin bir nefes çektim içime.

Hem ne işi vardı burada? Benim burada olduğumu nereden biliyordu?

"Ne yapıyorsun burada tek başına Ela göz? Senin şimdi evde yatıp dinlenmen gerekmiyor muydu?"dedi. Sanki benim heyecan yaptığımı görür gibi gülümsemişti. Benim sormak istediğim soruyu o sormuştu. Sanırım Selim enişte arka tarafta olduğu için onu görmemişti.

"Asıl sen ne yapıyorsun burada? Benim burada olduğumu nereden öğrendin? Ayrıca ben hasta değilim, bana hasta muamelesi yapmayın artık. O konuda annemlere söz geçiremiyorum zaten, bari sen yapma!"dediğimde gülümseyip yanıma daha da yaklaşarak kolunu bana dolayıp şakağımdan öptü.
Galiba bundan sonra nazım da niyazım da sadece Asaf'aydı artık. Gerçi bu benim hoşuma gitmişti. Onun da hoşuna gitmiş olacak ki beni kendine çekip sarılmıştı.

"Hepimiz sadece senin iyi olmanı istiyoruz güzelim. Onun için..."sözünü tamamlamasına izin vermeden hemen araya girdim.

"Sorduğum soruya cevap vermedin. Benim burada olduğumu nereden biliyordun?"dedim.

"Bilmiyordum. Geçerken gördüm seni."

"Buradan geçiyordun?" Kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Kaşlarım kendiliğinden havalanmıştı.

"Biraz ileride her zaman yemek yediğimiz bir yer var. Oraya gidiyordum, geçerken seni gördüm."dedi eliyle saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırırken. Kafamı anladım der gibi sallayıp omuzuna yaslanacakken Selim eniştenin bize doğru gelmesiyle kendimi geri çekip oturuşumu düzelttim. Ama Selim enişte bizi sarılırken tam olarak gördü mü görmedi mi bilemedim.

"Asaf'ım sen ne zaman geldin kardeşim?"dedi Selim enişte yerine geçip otururken. Gözü bir an bana kayıp gülümsediğinde bakışlarımı kaçırmak zorunda hissettim kendimi. Öyle tuhaf bakıyordu ki bir an bakışlarını ikimizin üzerinden hiç çekmeyecek sandım.

Yoksa Selim enişte bizi demin sarılırken görmüş müydü? Öğrenmesini istemediğimden değil de, yüzüme bakarken neden bilmiyorum ama utanıyordum.

"Yeni geldim kardeşim. Sen? Gerçi sen şirketten çıkalı çok oldu. Eve geçtiğini sanıyordum."dedi Asaf geriye yaslanıp kolunu arkama doğru getirirken. Biraz uzaklaşması gerektiği yerde daha fazla yakınıma gelmişti. Üstelik Selim enişte karşımızda oturup bir ona bir bana bakarken böyle rahat davranıp bana yakınlaşması beni biraz şaşırmıştı.
Yoksa Selim enişteye bizi anlatmış mıydı? O yüzden mi bu kadar rahat davranabiliyordu?
Hoş, Asaf anlatmamış olsa bile Hilal'in şimdiye kadar ona bir şeyler fısıldadığından emindim.

"Bizim Ela ile küçük bir işimiz vardı, o yüzden erken çıkmıştım."dediğinde Selim enişte, Asaf'ın gözleri kısa bir anlığına bana kaydı. Bana 'ne iş' der gibi bakıyordu.

"Hiç öyle bakma Ela'ya, bu bizim" parmağıyla ikimizi işaret edip "ikimizin arasında."dedi. Asaf peki der gibi kafasını sallayıp eliyle garsonu çağırdı. Açıkçası bunu hiç sorgulamayıp hemen kafasını sallaması beni biraz şaşırtmıştı. Benim tanıdığım Asaf bunu merak eder, beni ve Selim enişteyi konuşturmak için elinden geleni yapardı.

Saniyeler sonra garson yanımıza geldiğinde Asaf'a eşlik etmek için Selim enişteyle birer kahve daha istedik. Kahvelerimiz gelene kadar Selim enişte ve Asaf iş hakkında konuşmuşlardı. Bir iki saat sonra çok önemli bir toplantıya katılmaları gerektiğini söylemişlerdi.

Eğilip önümdeki kahve fincanını alacakken Asaf'ın bana uzatmasıyla tebessüm edip elinden aldım. Kahveyi dudaklarıma götürürken gözüm Selim enişteye kaydı. İkide bir saatine bakıp duruyordu. Toplantı iki saat sonrayaydı ama sanki acelesi var gibi gözüküyordu. Toplantıya Asaf da katılacaktı. Fakat Asaf'ın hiç de aceleci bir tavrı yoktu. Aksine gayet rahat kahvesini yudumluyordu.

"Kalkalım mı artık? Daha Ela'yı eve bırakmam, ordan da başka bir yere uğramam lazım."bakışlarını Asaf'tan alıp bana çevirdi. "Sana bahsetmiştim ya, oraya bakmam gerekiyor. Sonrasındaysa da toplantıya katılmamız gerekiyor." diyerek yarım bıraktığı kahve fincanını masaya bıraktı Selim enişte. Sürprizden bahsediyordu. Sanırım kafe işini bir an önce halletmek istiyordu.

"Sen işini hallet istersen, ben kahvemi bitirip buradan direkt Hilal'in yanına geçeceğim."dedim. Kahvemden daha bir yudum almıştım. Onun dışında biraz dışarda hava almak istiyordum. Kaç gündür sürekli ev ve hastane arasında mekik dokuyordum. Hava almak iyi gelmişti ve ben şimdi eve geçip bu güzel havadan olmak istemiyordum.

Keşke Asaf da yanımda kalsaydı. Başbaşa, ikimiz tek, burada, bu güzel havada birlikte vakit geçirseydik çok güzel olurdu. Ama işte Asaf'ın da o toplantıya katılması gerekiyordu.

"Ama ben Nalan teyzeye söz verdim. Kızını aldığım gibi geri bırakacaktım. Şimdi seni eve kendim bırakmazsam Nalan teyze..."

"Annemin haberi var merak etme. Siz gönül rahatlığı ile işinize dönebilirsiniz. Ben biraz daha oturup kalkarım."dedim araya girerek. Tebessüm edip Selim enişteye baktığımda kafasını anladım dercesine salladı.

"Peki, o halde seni bizim eve bırakma işi Asaf'ta." Kolundaki saate bakıp "toplantıya daha çok var zaten. Ya da..."diyerek Asaf'a döndü. "Sen bugün toplantıya katılma, sana toplantı hakkındaki bütün detayları daha sonra anlatırım. Ela istediği zaman kalkarsanız. Aslında en iyisi siz biraz çıkıp hava alın. Sen buraları özlemişsindir, Ela da biraz hava almış olur. Kız zaten kaç aydır doğru düzgün çıkmadı. Kaç gündür de hastanedeydi, şimdi iyice bunalmıştır."dedi ayağa kalkarak. Asaf'a göz kırpıp gülümsediği de dikkatimden kaçmamıştı. Arkasını dönüp gidecekken bakışlarını bu sefer bana çevirdi. "Hilal'i merak etme, kızlar evde onun yanındalar. Sen de git biraz hava al, buna ihtiyacın var."deyip gitti. Ben öyle arkasından bakakalmıştım. Selim enişte bizim Asaf'la yalnız kalmamızı mı istemişti, yoksa gerçekten hava almaya ihtiyacım olduğu için mi böyle konuşmuştu anlayamadım.

Asaf kolunu omuzuma dolayarak beni kendine çektiğinde kendimi geri çekip yüzüne baktım. Kendimi geri çekmemle kaşları çatılsa da sorduğum soruyla hemen düzelmişti.

"Selim bizim hakkımızda tam olarak ne biliyor?"

"Birbirimizi sevdiğimizi."

"Sen mi söyledin?" Kafasını iki yana sallayıp kucağımdaki elimi kavradı.

"Benim seni sevdiğimi ben daha Amerika'ya gitmeden önce biliyordu. Yani anlamıştı. Seni de biliyordu ama tam emin değildi. Son olaylardan sonra senden de emin olmuş. Yani anlayacağın bizi biliyor."dedi. Kafamda deli gibi sorular vardı şuan.
Asaf ile daha hiç bir şey hakkında konuşmamıştık. Birçok şeyi merak etsem de sonraya bırakmıştım. Birkaç gün de olsa anın tadını çıkarmak istiyordum. Biliyordum ki Asaf anlattıkça ben hem ona hem de kendime kızacaktım. En çok da kendime...

"Peki, Selim sizin o yalandan olan ilişkinizi biliyor mu, ya da biliyor muydu? Hani o Hazal ile sahte olan evlilik kararınızı."dedim sahte bir gülümsemeyle. O günü hatırladıkça öfke tüm bedenimi sarıyordu. Ben o gün sevdiğim adamı kaybettim zannedip kendimi de kaybetmiştim. Aslında tüm öfkem beni kaldırmalarına değil de kendimeydi. Ne kadar suçu başkalarında aramak istesem de suç kendimdeydi. Ben az daha kendim yüzünden sevdiğim adamı kaybedecektim.

Asaf öfkelendiğimi anladığı gibi hemen aramızdaki o küçük mesafeyi de yok edip sarılmıştı bana. Onun sarılmasıyla öfkem yavaş yavaş yok olmuştu.

"Soruma cevap vermedin. Selim biliyor muydu?" Asaf demin cevap vermeyince yüzüne bakıp tekrar sormuştum. Yüzümdeki saçlarımı geriye doğru itip kafasını iki yana salladı.

"Hayır. Şimdi de bilmiyor. Hatta seni sevdiğim hâlde Hazal ile evlilik kararı aldığımızı duyunca bir güzel fırça çekti."dediğinde gülümsedim.

"İyi yapmış. Gerçi sen daha fazlasını hak ediyorsun da..." Cümlenin devamını içimden söyledim. 'ama bunu yapmaya gönlüm el vermiyor, sana kıyamıyorum.'

"Demek daha fazlasını hak ediyormuşum?"bana soru soran gözlerle baktığında gözlerimi evet anlamında kırpıp gülümsedim. Parmağının ucunu burnuma hafif değdirip ayağa kalkarak elini uzattı. Bir eline bir yüzüne baktığımda hadi dercesine kaşlarını indirip kaldırdı.

"Nereye? Daha kahvemi bitirmedim."dedim. Kahvemden bir yudum içip geri koymuştum ve bir daha ellememiştim. Gerçi şimdiye kahvem soğumuştur. Çünkü geleli çok olmuştu. Lafa dalıp içmeyi unutmuştum.

"Hadi kalk Ela göz, birkaç saat benimsin. Gerçi artık bir ömür benimsin de, o ayrı bir mesele. Biz şimdi bu güne bakacağız. Bu birkaç saat benimsin ve ben bu saatlerimi daha fazla burada geçirmekten yana değilim."

"O zaman kahvem..."

"Kahven buz gibi olmuştur şimdi. Sen zaten öyle sevmezsin."dedi ben daha lafımı tamamlamadan önce. Elini hâlâ çekmemişti. Kenara bıraktığım değneğimi alıp uzattığı elini tutarak ayağa kalktım.

"Ama sen yemek yemeye çıkmıştın. Hiçbir şey yemedin."dedim.

"Sonra yerim bir şeyler, acelesi yok şimdi. Hem şimdi aç hissetmiyorum. Seni görmek bana yetiyor."dedi. Baş parmağıyla elimi okşayıp ardından dudaklarına götürerek öptü. İçim titredi. Şuan kalbimin içinde kelebeklerin uçuştuğunu hissediyordum.
Bir an bakışları giydiğim elbiseye kaydı. Beni baştan aşağı süzdükten sonra gözlerini gözlerime çevirdi. Başka bir şey diyeceğini sansam da sessiz kalıp sadece gözlerime baktı birkaç saniye ve elimi daha sıkı kavrayıp çıkışa yönlendirdi.

Arabasının yanına vardığımızda kapımı açtı. Değneğimi ona verip yavaşça arabaya bindim. Değneği arka koltuğa bırakıp şoför koltuğuna geçerken ben de emniyet kemerini bağlamakla uğraşıyordum. Ama sadece uğraşıyordum. Çünkü çekiyorum çekiyorum gelmiyordu, galiba sıkışmıştı.

"Ya senin arabanda bir sorun var ya da bu kemer beni sevmiyor. Ne zaman senin arabana binsem hep sıkışıyor. Senin arabanın benimle ne alıp veremediği var?"dedim elimde sıkışan kemeri bırakıp kafamı Asaf'a çevirirken. Dediğimle ilk önce gülümsedi. Ardından da uzanıp sıkışan kemeri tek seferde yerine taktı. Bana yaklaşırken bir an gözlerimin içine bakıp yutkunmuştu. O an farkında olmadan elim göğsümün ortasında duran kemere gitmişti.

"Bazen oluyor öyle, sıkışabiliyor."dedi birkaç saniye sonra. Önüne dönüp arabayı çalıştırdığında aramızda tuhaf bir sessizlik oluşmaya başladı. Bu sessizliğe sebep neydi bilmiyordum ama hiç hoşuma gitmemişti. Kafamı çevirip ona baktığımda yüzünün düştüğünü gördüm. Neydi bu şimdi? Daha demin gülümserken neden durup dururken yüzü düşmüştü? Elimi direksiyondaki elinin üzerine koyduğumda kara gözlerini gözlerime çevirdi. Gülümsedi. Ama o her zamanki gülümsemesi değildi. Gülümsemeye çalıştığı belli oluyordu.

"Ne oldu?"dedim parmağımı elinin üzerinde gezdirirken.

"Yok bir şey."deyip tekrar yola çevirdi başını.

"Yüzün düştü ama... seni bilmeden üzecek bir şey mi söyledim?" Benim sesim de onun yüzü düştüğü için üzgün çıkmıştı. Ama ben onu üzülecek ya da kıracak herhangi bir cümle kurmamıştım ki. Neden şimdi böyle olmuştu anlamadım, hem de durup dururken.

"Hayır."dedi kısa bir anlığına bakışlarını yoldan alıp bana bakarken. Sesi deminkine göre daha düz çıkmıştı. Ama sesine tezat gözlerindeki kırgınlığı görebilmiştim ve bu kırgınlık benim kalbime dokunmuştu.

"Asaf..." Elimi elinin üzerinden kaydırıp koluna dokundum bu sefer. "Ne olduğunu söyler misin? Lütfen!"dedim. Arabayı kenara çekip durunca ona doğru tam döndüm. Elim hâlâ kolunda duruyordu.
Derin bir nefes alışını gördüm. Ardından boynunu yana doğru eğip esnettiğini.

"Şey... Benim..."derken direksiyondaki eliyle yüzünü sıvazladı.

"Senin?"

"Aklıma o gün geldi..."dediğinde kolundaki elim kendiliğinden düştü. O günden bahsediyordu. Amerika'ya gitmeden önceki son görüştüğümüz o günden... O gün onu da kendimi de üzecek birçok cümle sarf etmiştim. Onu bir daha görmek istemediğimi, kalbimin onda değil, başkasında olduğunu söylemiştim. Bana o kişinin hâlâ Özgür olduğunu söylediğinde sessiz kalıp arabadan inmiştim. Öyle düşünmesini istemiştim. Benim evli ve karısı hamile olan adamı kalbimden söküp atamayacak kadar gurursuz olduğumu düşünüp benden nefret etmesini istemiştim. Belki benden nefret ederse onu unutmak daha kolay olur sanmıştım, hem onun için, hem benim için...
Bunun çok yanlış olduğunu bilsem de, öyle düşünürse benden vazgeçer diye düşünmüştüm.

"O gün ağzından dökülen her kelime benim canımı fazlasıyla yakmıştı. Özellikler de..."dedi. Sözünün devamını getiremeden susmuştu. Ama ben sözünün devamının ne olduğunu biliyordum.

"Biliyorum kalbimde hâlâ onun olduğunu sana düşündürmem senin canını yaktı. Ama öyle bir şey olmadığını biliyordun. Ben ismimin onunla aynı cümlede kullanılmasını istemezken böyle bir şeye inandığını söyleme lütfen! Ben sadece benden vazgeçmen için..." Orada kullandığım her kelimem yalandı. O zamanlar, bana, yalanlarıma inanmasını istediğim adamın şimdiki hali benim canımı acıtıyordu. Benim yüzüme bakamıyordu. Bakışları yolda, elleri direksiyonu öyle sıkı kavramıştı ki parmak boğumları bembeyaz olmuştu.

"Biliyorum."dedi aramızda geçen kısa bir sessizlikten sonra. "Ama bir an... Tek bir an kalbinde onu taşıdığına inanmak istedim. Bunu gerçekten istedim. Çünkü eğer o adamı hâlâ kalbinde taşıdığına inanırsam, seni, sana olan duygularımı, her şeyi kalbime gömerim sandım. Ama öyle olmadı. Senin onu sevmediğini çok iyi biliyordum. O adamın kalbinde bir yeri olmadığı gibi benimde bir yerim yok sandım. Her defasında beni sevmediğini söyleyip duruyordun ya..." yüzü gülümser gibi oldu. "Senden vazgeçmem için gidip o adamı sevdiğini düşünmemi istedin. Sana olan duygularım yok olsun diye o adamın hala kalbinde olduğuna inanmamı istedin. İşte bu benim canımı çok yaktı." Bakışları bu sefer beni bulmuştu. Gözlerindeki kırgınlık gözle görülür derecedeydi. Biz barışmış olsak da hem bende ki, hem onda ki kırgınlık geçmeyecek gibiydi, en azından belli bir süre...

"Biliyorum seni çok üzdüm. Özür dilerim."dedim üzgün bir şekilde. Gözlerim hemen dolmuştu. İçimde oluşan ağlama isteğini durdurmak için derin bir nefes aldım. Şuan ağlayıp onu daha fazla üzmek istemiyordum. Elimi yanağına götürüp yüzüne dokunmak istedim ama onu da yapamadım. Çünkü onun gözlerindeki o kırgınlığa ben sebep olmuştum. Ama onun yandığı yangında onun kadar ben de yanmıştım. "Çok üzgünüm..."derken sesim titremiş, dolan gözlerimden yaşlar inmeye başlamıştı. Elimin tersiyle yaşlı gözlerimi silip burnumu çektim. "Seni kırdığım, üzdüğüm her söz için, bize yaşattıklarım için gerçekten çok üzgünüm... Ben sadece sana değil, kendi kalbime de çok direndim. Seni üzdüğüm kadar onu da üzdüm. Ama hiç beni dinlemedi, hep seni istedi. Ne kadar çırpınmış olsam da, kalbim sana esir olmuştu. Senin gidişinden sonra var ya, benim dünyam yıkılmış bir harabeye dönmüştü. Gözümün önünde hep o son bakışın, kulağımda sana söylediğim o sözler vardı. O sözler kulağımı hiç terk etmedi. Hep o sözlerin altında ezildim." Bir hıçkırık boğazımdan yükselip gözyaşlarıma karıştı. Yaşadığım o günler gözlerimin önünde canlanınca kendimi kaybetmiş hıçkırıklara boğulmuştum.

"Ağlama!"dedi Asaf, yüzümü elleri arasına alıp gözlerimi silerken. Bileğine dokunup yanağımı avucuna yaslayarak yaşlı gözlerimle gözlerine baktım.

"Asaf ben özür di..." Sözlerimin devamını getiremeden parmağını dudaklarıma bastırıp beni susturdu.

"Seni ağlattım, asıl ben özür dilerim. Amacım seni asla üzmek değildi. Öyle aklıma gelince eski günleri hatırladım." Beni kendine çekip sıkıca sarıldı. Burnunu saçlarıma daldırınca gözlerimi birbirine bastırıp kafamı göğsüne yasladım. Şimdi kafam en çok huzur bulduğu yerdeydi.

Konu nasıl buralara gelmişti anlamamıştım. Bu konuları bir gün konuşacağımızı biliyordum. Lakin bu kadar çabuk olacağını tahmin etmiyordum. Bu konuların dile getirilmesini istemiyor değildim. Ama bunlar konuşuldukça ve hatırlandıkça ikimiz de üzülüyorduk. Daha demin olduğu gibi...

"Şimdi söyle bakalım nereye gitmek istersin? Daha doğrusu nereleri görmek istersin?"dedi uzun bir sarılmanın ardından. Beni kendine ayırıp gözlerime baktı. O çok sevdiğim gülümsemesi tekrar yüzüne yerleşmişti. Biraz önceki kırgınlık gözlerinde yok olup gitmişti.

"Bilmem. Buraları pek bilmiyorum."dedim burnumu çekip gülümseyerek. Yaşlı gözlerim gülümsememle tekrar inerken derin bir nefes alıp yüzümü sildim. Onun yüzündeki gülümsemeyi gördükten sonra benim yüzümde de gülümseme tekrar belirmişti. Şu an kendimi çok daha rahat hissediyordum. Sanki biraz önceki konuşmayı hiç yapmamışız gibi...

Ona karşı hislerimi anladıktan sonra hep yapmak istediğim de cesaret edemediğim, kendi içimde bunun imkansız olacağını düşündüğüm şeyi yaptım. Gözlerinin içine bakıp biraz daha yaklaşarak dudaklarına küçük bir öpücük bıraktım. Onu öpmem onu biraz şaşırtsa da hemen kendine gelip karşılık vermişti. Benim öpüşüme daha derin karşılık vermişti. İlk geri çekilen ben oldum. Yanaklarım kızarınca kendimi tam geri çekip sırtımı koltuğa yaslayarak camı sonuna kadar açtım. Şu an sıcak basmıştı bana, çok utanıyordum. İlk defa birini kendi isteğimle öpmüştüm. Ama bu kimse değil sevdiğim adamdı. Beni öpen tek kişiydi, benim ilkimdi...

"Şu an iste seni dünyanın öbür ucuna götürürüm, Ela göz"dedi. Sesindeki mutluluk bariz belli oluyordu. Onun demin hüzünlenmesine sebep olan ben, şimdi de mutluluğuna sebep olmuştum.

Bakışlarını üzerimde hissetsem de, kafamı onun tarafına hiç çevirmedim. Sessiz kaldım.
Sessiz kalışımımın utandığımdan kaynaklandığını bildiği için ses etmedi. Arabayı çalıştırıp tekrar yola koyulunca elimle saçlarımı düzeltir gibi yapıp kafamı hafif çevirerek yüzüne baktım. Bakışları yolda, gülümsüyordu. Gözünü yoldan alıp bana bakınca bakışlarımı kaçırıp önüme dönerek parmaklarımı kucağımda birleştirdim. Birkaç saniye sonra elini kucağımda birleştirdiğim parmaklarımın üzerine koyup sımsıkı kavradı. Bir daha hiç bırakmayacakmış gibi parmaklarını parmaklarıma geçirdi.


(Ela ve Asaf çiftimiz😍😍😍)

4 SAAT SONRA

İstanbul'un hiç göremediğim yerlerini gezdirmişti bana. Sadece araba ile yolculuk yapmış olsak da, çok iyi gelmişti, çok güzel vakit geçirmiştik. 4 saat içinde görebileceğimiz her yere gitmiştik. Birkaç yerde arabadan inip yürümek istesem de Asaf buna izin vermemişti. Daha tam toparlayamadığım için ayağa kalkmama, kendimi yormama asla müsaade etmiyordu. İyi olduğumu, yürümek istediğimi söylesem de beni dinlemiyor, kendi bildiğini yapıyordu. Tüm yolculuğumuz boyunca elimi hiç bırakmayıp kendi parmaklarına kenetlemişti.

"Asaf!" Araba daha Hilal'lerin evinin sokağına sapmadan kafamı camdan çekip Asaf'a seslendim.
Gözünü yoldan alıp bana baktı.

"Biraz sahile gidelim mi? Hem arabada yoruldum, ayaklarım oturmaktan uyuştu, hem de biraz hava almak istiyorum."dedim. Biraz yürümek, biraz da deniz havası almak iyi gelecekti. Üstelik bu sefer çok iyi geleceğinden emindim. Bu sefer yanımda Asaf vardı...
Bugün tüm günümü dışarda geçirmek istediğim için Hilal'in yanına biraz geç gider akşam yemeğinden sonra dönerdim. Bu günümü kendime ve Asaf'a vermek istiyordum.

"Olur. Sen yeter ki iste güzelim."elimi kaldırıp dudaklarını bastırdı. "Sana söylemiştim zaten. Bugün nereye gitmek istersen götürürüm, istersen dünyanın öbür ucuna..."dedi göz kırparak. Onu öptüğümü hatırlatarak beni yine utandırmıştı. Utandığımı bildiği için her seferinde benimle uğraşıyordu ve bundan aşırı zevk alıyordu. Bakışlarımı kaçırdığımı görünce gülümseyip önüne döndü. Kızardığımı hissedip sağ elimle yüzüme dokundum.

Kısa bir sürenin ardından arabayı sahil kenarında bir yere çekip arabadan indi. İner inmez hemen dikiz aynasını kendime çevirerek yüzüme baktım. Sıcak olduğu için makyajım hafif akmıştı. Çantamı açıp içinden peçete çıkararak akan makyajımı temizledim. Asaf benim tarafıma geldiğinde dikiz aynasından yüzümü temizlendiğimi görünce kapıyı açmaktan vazgeçip beklemeye başlamıştı. İşimi halledip kapıyı açacakken benden önce davranıp kapıyı açmış ve elini uzatmıştı. Elinden tutup arabadan yavaşça indim. Arabadan indiğim gibi serin hava yüzümü yalayıp geçmişti. Dolaştığımız diğer yerlere göre sahil oldukça serindi.

"Kendini fazla yormak yok. Biraz yürüyüp oturacağız, tamam mı?" Kafamı salladım. Zaten kendimi zorlamayacaktım. Belimdeki ağrı az da olsa kendini belli ettiriyordu. Rahatsız olacağım kadar değildi neyse ki. Arabada fazla oturduğum için belimde ağrı olmaya başlamıştı herhalde. Biraz yürürsem, tabii kendimi zorlamadan, iyi gelir diye düşünüyordum.

"Hadi o zaman yürüyelim."dediğinde kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Değneğimi vermeyi unutmuştu. Değneğim arabanın arka koltuğundaydı. Kafamla arka koltuğu işaret ettim.

"Sanırım değnek ile yürüdüğümü unuttun."dedim gözlerimi kısarak. Şakayla karışık söylemiştim.
Kafasını iki yana sallayıp beni kendine çekerek arabanın kapısını kapatıp kitledi.

Eee arabayı kitledi bu şimdi... Değneğim de içerde kalmıştı...

"Ama değ..."dedim arabaya dönerek. Daha sözümü tamamlamadan araya girdi.

"Seninle ilgili hiç bir şeyi unutmam Ela göz. Sadece ben yanındayken ona ihtiyacın yok."dedi. Elimi sıkıca kavrayıp beni kendisiyle beraber ilerletmeye başladı. Fazlasıyla oturduğum için ayaklarımda uyuşukluk vardı. O yüzden de yavaş yavaş ilerliyorduk.

"Sen yanımdayken bile benim o değneğe ihtiyacım olabilir."dedim. Yürüdükçe ayaklarım açılıyor ve uyuşukluğum yok oluyordu.

"Olmaz."dedi itiraz istemeyen bir sesle. "Gerekirse ben senin değneğin olurum. Seninle her yere gelirim."deyince yerimde durup birkaç saniye yüzüne baktım. Gayet de ciddi görünüyordu. Dediklerinin arkasındaymış gibi yüzünde net bir ifade vardı.

"Benimle her yere giremezsin canım. Özel alan diye bir şey var. İnsanın kendine ait özel alanı, başkalarının giremeyeceği..." dedim göz kırparak. Yüzünde tatlı bir tebessüm oluştu. O an ne demek istediğimi anlamıştı sanırsam.

"Senin kaçırdığın bir nokta var güzelim, ben başkası değilim. Tamam kabul, şimdilik senin kendine ait diye belirttiğin o özel alanlara giremem. Ama bu hiç giremeyeceğim anlamına gelmiyor. O alanlar bana bir gün açılacak. Hatta sana şunu söyleyebilirim ki yakın zamanda, çok yakın zamanda sen ya da ben değil, biz olacağız. O özel alanlar bize, ikimize ait olacak."dedi birkaç saniye sonra. Sessiz kaldım. Sesi öyle etki etmişti ki bende, dedikleri beni heyecanlandırmış ve kızarmama neden olmuştu. O an söyleyecek hiç bir kelime bulamadım.

Asaf ile bizim özelimiz, ikimizin... Kulağa ne kadar da güzel geliyordu. Oysa bu kelimeleri onun ağzından duymayı bu kaç ay içerisinde ne çok hayal etmiştim. Şimdi duyduğum bu kelimeler hayal değil gerçekti, benim kalbimi daha da hızlandıran büyük bir gerçek...

Asaf'ın birkaç sözüyle bu kadar heyecanlanan ben, kim bilir ilerde ne yapacaktım?

Hafif öksürüp boğazımı temizledim. Boşta kalan elimle saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. Bir an önce kendime gelmem, kendimi kontrol etmem gerekiyordu. "Şey... Devam edelim. Ayakta bekleyince ayaklarım yoruluyor."dedim gözlerimi kaçırarak. Ne diyeceğimi bilemediğim, daha doğrusu daha fazla o konulara girmemesi için diyecek başka bir şey bulamadım. Kafasını sallayıp gülümsedi. Utandığımı gördüğü için daha fazla üstelemeyip benimle beraber yürümeye devam etti. Zaten bugün onu öptükten sonra yeteri kadar benimle uğraşıp durmuştu. Bir eli elimi kavrarken diğer elini belime yerleştirdi. Ayağıma fazla yüklenmemem için beni kendine yaslamıştı. Kafamı göğsüne yaslayıp derin bir nefes aldım.

Sahile geldiğimizden beri gözüm, kulağım, aklım sürekli Asaf'ta olduğu için gözüm kimseyi görmemişti. Ama şimdi etrafa baktığımda insanların bakışlarının bize kaydığını görebiliyordum. Kimisinin gözü ayağımdaki atele, kimisinin birleşen ellerimize, kimisinin de Asaf'ın belimdeki eline kayıyordu. Eskiden yalnız yürüdüğümde de bu bakışlar hep üzerimde olurdu. Şimdi de üzerimdeydi... Bakışlar sadece bana değil, Asaf'a da kayıyordu. Bu bakışlar altında kendimi hep kötü hissederdim, ezilirdim. Kendimi hor gördüğüm o kadar anlarım oluyordu ki... Ama şimdi... Şimdi o kötü his, ezilme, hor görme duygusu yoktu. Sadece o bakışları üzerimde hissettiğimde kötü hissediyordum o kadar... İnsanların o bakışlarını hiç bir zaman anlayamıyordum ve halen de anlamış değildim. Acaba çok mu farklı görünüyorduk? Tamam, belki fiziksel olarak aynı değildik. Kimimizin gözü görmez, kimimizin bacağı sakat, kimimizin kolu yamuk vesaire... Acaba bunlar bizi çok mu farklılaştırıyordu?

"Ela'm baya yol kattetik, istersen oturalım? Fazla ayaklarını yormayalım."

Üzerimizdeki bakışlarından, bizi farklı bir yaratıkmışız gibi hor görmelerinden ne kadar nefret ettiğimizi görmüyorlar mıydı? Neden hep nefret ettiğimiz bakışlar altında ezilmek zorunda kalıyorduk biz? Bizde insandık, aynı onlar gibi... Onları yaratan yüce Allah tarafından yaratılmıştık bizde.

"Güzelim, iyi misin?" Asaf'ın beni durdurup kendisine çevirmesiyle daldığım düşüncelerden sıyrıldım. İçinde bulunduğum düşüncelerden dolayı ne dediğini tam olarak anlamamıştım.

"Ne?"dedim dalgın bir şekilde yüzüne bakarken.

"Baya yürüdük, artık oturalım diyordum." Ne kadar yol geldiğimizi gösterir gibi kafasını arabayı bıraktığı tarafa çevirdi. Kafamı çevirip baktığımda gerçekten de arbadan baya uzaklaşmıştık. "Ne oldu, iyi misin?"dedi birkaç saniye sonra.

"İyiyim, yok bir şey. Sadece dalmıştım."dediğimde anladım der gibi kafasını sallayıp tekrar elini belime yerleştirdi.

"Oturalım mı?" Sorusunun üzerine onu başımla onayladım. Ayağım sızlanmaya başlamıştı. Düşüncelere daldığım için ne kadar yürüdüğümü farketmemiştim. Bize en yakın banka geçip oturduğum da çantamı yan tarafıma bırakıp sırtımı Asaf'ın göğsüne yaslayarak denizi izlemeye başladım. Esen rüzgarın yüzüme getirdiği saçlarımı arkaya doğru itekleyecekken, Asaf benden önce davranıp saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı.

"Aç mısın? Yiyecek bir şey ister misin, ya da başka herhangi bir şey?"dedi kolunu omuzuma dolayarak. Kafamı iki yana salladım. Kahvaltıda tıka basa yemiştim ve üzerinden daha çok saat geçmemişti. Akşam yemeğine kadar anca acıkırdım.

"Ela gözlüm emin misin? Bak eğer bir şey istiyorsan söyle hemen getiririm."

"Iı."Şu an onun yanımdaki varlığından başka hiçbir şey istemiyordum ki. O yanımdaydı ve bana sıkıca sarılmıştı. Bu bana yeterdi, ben bundan başka hiçbir şey istemezdim...

"Sen?"dedim kısa bir süre sonra. Demin beni etkisi altına alan düşünceleri kafamdan silip Asaf'a odaklandım. Başımı kaldırıp gözlerimi gözlerine denk getirdiğimde dudaklarını alnıma bastırdı. Dudaklarını alnıma bastırmasıyla gözlerim kendiliğinden kapanacak oldu.

"Hayır güzelim. Senin için aldığım kurabiyelerin hepsini bana yedirdin ya."derken gülümsedi. Elimi kaldırıp yanağında oluşan küçük çukura dokunup ben de gülümsedim. Gülümserken yanağında çıkan gamze ona o kadar yakışıyordu ki hep gülsün istiyordum. Ama sadece bana, bir tek bana gülsün...

Kurabiyeye olan sevdasını daha önceden Defne abladan duymuştum. Pastanenin önünde durup kurabiye alacağını söyleyince, en çok üzümlü kurabiye sevdiğini bildiğim için ondan almasını istemiştim ve çoğunu ona yedirmiştim. Ben kurabiye hiç sevmezdim. Sırf beni düşünüp aldığı için bir tane yemiştim.

"Sen sevmiyordun, ondan hepsini bana yedirdin?"dedi yanağına götürdüğüm elimi tutarak.

"Hayır. Sen geldiğinde kahvaltı yapıyorduk ya, karnım toktu, o yüzden yiyemedim."dedim gözlerimi kaçırıp önüme döndükten sonra.
Gözlerinin içine bakıp yalan söyleyemiyordum. Tamam, belki küçük bir yalandı ama gözlerinin içine bakıp söyleyemiyordum.

Çenemden tutarak tekrar gözlerine bakmamı sağladı. "Bundan sonra aramızda yalan yok ela göz, böyle ufak yalanlar da olmasın. Hem zaten yalan da söyleyemiyorsun. Yalan söylerken hemen gözlerini kaçırıyorsun." Parmağının ucunu burnuma dokundurup göz kırptı.

"Evet sevmiyorum."dedim hiç uzatmadan.

"Neden yedin?"

"Çünkü sen almıştın, benim için."dediğimde, o hayran kaldığım gülümsemesi yüzünde tekrar belirdi. Omuzumdaki koluyla beni kendisine daha çok çekip sarılınca kafamı göğsüne yaslayıp kokusunu içime çektim.

Geriye dönüp bakınca bütün yaptıklarımın, düşüncelerimin ne kadar da anlamsız olduğunu anlamıştım. Sevmek, sevilmek, seni düşünen, senin için çaba harcayan, seni olduğun gibi seven birinin varlığını hissetmek çok güzel bir histi. Ben bunu bu birkaç gün içerisinde çok iyi anlamıştım. Korkum az kalsın bu mutluluğumu elimden alacak ve beni ucu bucağı görünmeyen dipsiz bir kuyuya atacaktı. Onsuzluk çok canımı yakmıştı. Ama onu başkasıyla görmek... En çok beni yaralayan o olmuştu. Onu her Hazal'la gördüğümde sanki canımdan can koparıyorlar gibi hissetmiştim.

Uzun bir süre deniz manzarasına karşı birbirimize sarılarak vakit geçirmiştik. Keyfimizi bozan şey Asaf'ın çalan telefonu olmuştu. O an o telefon hiç çalmasın istemiştim.

"Pardon güzelim, bu telefona bakmam lazım."dedi Asaf parmaklarını saçlarımda gezdirirken. Saçlarımla oynayıp severken zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. İstemsizce başımı Asaf'ın göğsünden çekip yerimde doğruldum. Rüzgarın savurduğu saçlarımı elimle düzeltirken, Asaf da ayağa kalkıp telefonuna cevap verdi. Kimin aradığını görmemiştim. Belki de işle ilgili bir telefondu. Çünkü konuşarak benden biraz uzaklaşmıştı. Kısa bir telefon görüşmesinden sonra telefonunu cebine koyup tekrar yanıma geldi.
Telefon konuşması kısa sürmüştü. Sanırım işle ilgili bir meseleydi.

"Ne oldu, işle mi ilgiliydi? Gitmen mi gerekiyor?"dedim yüzüne bakıp art arda sorularımı sorarak. Gerçi artık güneş batmak üzereydi. İşe gitmek için biraz geç bir vakitti. Çoğunlukla bu vakitlerde babamlar şirketten dönmüş oluyorlardı.

"Yok, bir arkadaşımdı."dedi. Hâlâ ayakta duruyordu.

"Arkadaşın mı?"

"Evet, arkadaşım. Yarın Türkiye'ye dönüyor. Uzun zamandır Amerika'da kalıyordu." Anladım der gibi kafamı salladım sessizce. Tekrar yanıma oturup kolunu omuzuma atarak beni kendine çekti. Aramızda derin bir sessizlik oluştu. Nedense ne konuştuğuyla alakalı küçük bir merak sarmıştı beni. Özellikle de kiminle... Acaba arkadaşı kız mıydı yoksa erkek miydi? Bunu sorsam beni yanlış anlar mıydı?

"Melih benim, Selim ve abin kadar olmasa da yakın bir arkadaşım. Onunla Amerika'da tanışıp dost olmuştuk. Onu uzun zamandır tanımama, bilmeme rağmen açıkçası beni biraz şaşırttı."dedi kısa bir sessizlikten sonra. Düşünceli görünüyordu.

"Neden?"

"Evlendiğini söyledi... Biliyorsun daha bir iki hafta önce oradaydım. Onunla oturup uzun uzun konuşmuştuk ve evleneceğiyle alakalı tek kelime etmedi." Evlenmesine mi şaşırmıştı, yoksa ona haber vermemesine mi alınmıştı anlamadım. Aslında alınsa bile ona hak veriyordum. Ben olsam
ben alınırdım yani.

"İnsanlar bazen aniden karar verebilirler. Herhalde arkadaşın da aniden karar vermiş."dedim orta yolu bulmaya çalışarak. "Hem neden bu kadar şaşırdın ki?"

"Benim şaşırdığım Melih'in evlenmesi değil. O zaten sözlüydü, hem de uzun zamandır..."

"Eee tamam, sözlüydü evlendi. Bunda şaşıracak ne var? Bu çok doğal bir şey."dediğimde saçımdaki eli durdu.

"Hayır bu öyle bir şey değil. Melih'in sözlü olduğu kız ile evlendiği kız aynı kişi değil. Ve Melih'in evlendiğini ne o kız ne de ailesi bilmiyor." Dediğiyle ufak çaplı bir şok yaşayıp kafamı çevirerek yüzüne baktım. Nasıl yani? Melih denen o adam söz verdiği kızı bırakıp başkasıyla mı evlenmişti? Nasıl böyle bir şey yapabilirdi? Arkasında bıraktığı kızı hiç mi düşünmemişti? O kız bunu öğrendikten sonra kim bilir ne yapacaktır, nasıl hissedecektir? Bu öyle kolay kolay kabul edilecek bir durum değildi. Üstelik uzun zamandır kendisine söz veren biri tarafından bırakılmak...

Şimdiden o kız için üzülmüştüm.

"Bu çok acımasızca bir hareket... İnsan söz verdiği birini hiçbir şey demeden bırakıp başkasına gitmemeli. Hem de uzun zamandır söz verdiği biriyse bu... Kusura bakma ama senin o arkadaşın pisliğin tekiymiş."dedim. O adam daha kötü kelimeleri hak etmişti ama Asaf'ın yanında ağzımı bozmak istemiyordum.

"Evet çok haklısın güzelim. İnsan söz verdiği birini bırakıp gitmemeli. Ama Melih'in hikayesi biraz farklı."

"Nasıl farklı? Söz verdiği kızı bırakıp başkasıyla evlenmiş mi, evlenmiş. Hikayesi her ne kadar farklı olsa bile bu onun suçsuz olduğunu göstermez."dedim direkt. Sinirlenmiştim. O adam benim gözümde suçluydu. Bir insanın hayatıyla bu kadar kolay oynanılmamalıydı. Asaf sinirlendiğimi anlamış olacak ki elini elimin üzerine koyup sakin olmamı istedi.

"Melih sözlendiği kızı çocukluk dışında hiç görmemiş."dedi saniyeler sonra. Kafam karışmıştı. İnsan çocukluk dışında görmediği biriyle nasıl sözlenebilir ki? Böyle bir şey nasıl olabilirdi? Bu çok mantıksızdı. Demin Asaf arkadaşının sözlendiği kız ile değilde başka biriyle evlendiğini söylediğinde küçük bir şok yaşamıştım. Ama bu... Bu benim kafamın karışıklığına sebep olmuştu.

"Nasıl yani? Arkadaşın çocukluk dışında hiç görmediği biriyle nasıl sözlenmiş? Bu beşik kertmesi gibi bir şey mi? Yani diğer şekilde çok da mantıklı gelmiyor."

"Yani onun gibi bir şey... Aslında şöyle bir şey de var. O kız Melih'in kuzeni ve ikisi çocukluk aşkı... Melih yurt dışına gönderildiğinde ise birbirlerinden kopmuşlar. Melih bana bunları çok önceden anlatmıştı."dediğinde kafamı anladım gibisinden salladım.

"Anlaşılan arkadaşın için çocukluk aşkı çocuklukta kalmış. Umarım o kız içinde öyle olmuştur."dedim.

Bir bölümün daha sonuna geldikkk

.
Aşağıda Asaf'ın arkadaşı olarak belirttiğim kişi
AŞK BU MU? hikâyesinde olan ana karakterlerden biri. Bu benim bir diğer hikayem.Bu hikayenin konusu ACI GERÇEĞİM hikayesinden çok farklı bir konu. Çok acıklı ve sürükleyici bir hikaye. Melih, Meyra, Yaman Ali ve Havin arasında geçen acı bir aşk hikayesi.

Loading...
0%