Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm

@zozanli

 

Bugün hava bulutluydu. Öğlen saat iki gibiydi. Annem ve yengem alışveriş merkezine gitmişlerdi. Hilal istediğim için dün akşam bizde kalmıştı. Bugün akşam mesaisine kalacağı için sabah işe gitmemişti. Annemlerden hemen sonra kendi evine gitmişti.
Hilal okuldan arta kalan zamanlarında harçlığını çıkarmak için kafede çalışıyordu.
Kafenin sahibi babamın askerlik arkadaşıydı. Hem güvenilir bir yer olduğu için hemde Hilal'in yardım kabul etmemesi üzerine kendisini yük olarak görmemesi için Suat amcanın kafesinde işe sokmuştu.
Biraz ders çalıştıktan sonra kendime soğuk içecek alıp bahçeye çıktım.
Efe ile aynı okulu kazanmıştık ama ben bizimkilerin ısrarına rağmen gitmemiştim. Açık öğretimden devam etmiştim. Okul ortamında kendimi pek de rahat hissetmiyordum. O yüzden evde çalışıp sınavlara katılıyordum.
Kamelya ya oturup ayağımı uzattım. Yere baktığımda yağmur taneleri yavaş yavaş düşüyordu. Yağmur yağmasına rağmen hava hâlâ sıcaktı. Biraz oturduktan sonra Yağmur şiddetini arttırmaya başlamıştı. Değneğimi elime alıp kamelyadan çıktığım gibi kendimi yağmurun altında buldum. Ellerimi her iki yana açarak gökyüzüne doğru kafamı kaldırıp gözlerimi kapattım. Yağmur taneleri her yüzüme değdiğinde sanki tüm acılarımı kendisiyle birlikte alıp götürüyor gibi hissediyordum.
Her bir zerrem ıslanana kadar kılımı dahi kıpırdamadan bekledim.
Ayağıma ağrı girince on beş dakikadan fazla öyle kaldığımı anladım. Eğilip değneğimi yerden aldım ve eve geçip üzerimi değiştirdim. Islak elbiselerle biraz kalsaydım kesin hasta olurdum, o zaman da annemin dilinden kurtulmazdım. Elbiselerimi değiştirip saçlarımı da havluyla kuruladıktan sonra tekrar dışarı çıktım. Yağmur da biraz durmuştu. Kamelya ya geçtiğimde telefonum çalıyordu. Tam açacağım anda kapandı. Baktığımda Selim'in ve Hilal'in cevapsız çağrıları vardı. Telefon tekrar çalmaya başlayınca direkt açtım.

"Buyur enişte"diyerek telefonu kulağıma götürdüm.

"Kaç defadır arıyorum neden açmıyorsun? Az daha Hilal'i arayıp sana bakmasını söyleyecektim."dedi endişeli sesiyle.

"Üzerimi değiştirmek için eve girmiştim ve telefonumu bahçede bırakmıştım." dedim.

"Sana bir şey oldu sandım"dedi. Benim için endişelenmişti. Selim gibi biri Hilal'in hayatında olduğu için çok mutluydum. Benim arkadaşım da böylelerine layıktı.

"Hilal seni de kendine benzetmiş anlaşılan"dedim gülerek.

"Aynı onun gibi hızlı hızlı konuşmaya başlamışsın. Durduk yere endişeleniyor ve sesini yükseltiyorsun." Bu dediğime o da gülmüştü. Hilal yavaş yavaş onu da kendisine benzetiyordu.
Bir keresinde duşta olduğumdan telefonuna cevap vermediğim için eve kadar gelmiş beni kontrol etmişti.

"Haklısın galiba git gide ona benzemeye başladım."derken güldüğünü duydum. Birkaç saniyelik sessizlikten sonra tekrar konuştu. "Eee nasılsın? Kaç gündür seni arayacaktım ama vaktim olmuyordu. Bir kaç sorun vardı şirkette, onları hemen halletmem lazımdı. Ondan seni arayamadım kusura bakma"dedi. Üzgün olduğu sesinden belli oluyordu.

"Ne kusuru yaa, hem ben iyiyim hiçbir problem yok... O gün benim için biraz kötü geçti ama atlattım." dedim. O günü gerçekten de geride bırakmıştım. O günü de... Özgür'ü de...

"Sevindim senin adına "dedi samimi bir şekilde

"Asıl sen kusura bakma, o gün sana da arkadaşına da ayıp oldu. Çok üzgünüm gerçekten keşke kalkmasaydım."dedim. O gün için gerçektende üzgündüm. Ona da arkadaşına da biraz ayıp etmiştim.

"Üzülme başka bir gün toplanırız. Orda kalsaydın da kafan bizimle olmazdı." Doğru diyordu ama yine de gitmemeliydim.

"Evet ama... "

"Bir daha ki buluşmamızda bize kahve ısmarlarsanız sizi affedebilirim." Bu konuşan Selim değildi.

"Ela sıkıntı yok gerçekten." Selim tekrar konuşunca:

"Demin konuşan kimdi?"dedim.

"Asaf. O gün sizinle tanıştırmak istediğim arkadaşım "

"Tamam arkadaşına söyle ilk görüşmemizde kahve ısmarlayacağım, söz veriyorum."

"Ela benim şimdi işe dönmem gerek. Ben seni tekrar arasam olur mu?"

"Tabii. Aradığın için de teşekkür ederim."

"Rica ederim. Biliyorsun ki Hilal için değerli olan biri benim için de çok değerlidir."dediğinde kafamı sallayıp gülümsedim. Doğruydu. Selim, Hilal'e değer verdiği kadar çevresindekilere de değer veriyordu.

"Sağ ol. Sen de bizim için çok değerlisin."deyip telefonu kapattım.

Selim'le konuşmamı bitirdikten sonra portakal suyumu içip bardağı masaya koydum. Herkes bir yerlere gidince evde yalnız kalmıştım ve sıkılmaya başlamıştım. Tekrar ders çalışmaya da hiç hevesim yoktu. Biraz yürüyüş yapmaya karar verdim. Yağmur da durduğu için hava tam yürümeye müsaitti. Telefonu cebime koyup değneğimi aldım. Bahçeden çıkarken lüks bir arabanın bizim kapının biraz ilerisinde park halinde olduğunu fark ettim. Camları filmli olduğu için içindeki ya da içindekiler görünmüyordu.
Belki komşu evlerdeki birinin akrabasıdır deyip yoluma devam ettim. Arabanın yanından geçerken de bakmayı ihmal etmemiştim.
Yaklaşık yirmi dakika kadar yürüdükten sonra bulduğum ilk banka oturdum. Ayağımı yormamam gerekiyordu. İnsanlar önümden geçerken, kimisi dönüp bana bakıyordu. O kişilerin bakışlarını görmemek için telefonumdan benim duyabileceğim şekilde müzik açtım. Hem müzik dinleyip hemde toprağın kokusunu içime çekmek harika bir duygu oluyordu. Yağmur yağdıktan sonra topraktan gelen o kokuyu çok severdim. Kendimi o kadar kaptırmıştım ki etrafımda kim gelip geçiyor farkına bile varamıyordum.

"Merhaba" Sağıma baktığımda Nil'i karşımda görmek şaşırtmıştı beni. Sesini duyana kadar onun geldiğini, yanımda oturduğunu fark etmemiştim.

"Dalmışsın, hayırdır?"dedi. Konuşup canımı sıkacaktı biliyordum. Onun için değneğime tutunarak ayağa kalktım. Gideceğim sırada kolumdan tutunca kolumu hızla geri çektim.

"Ne istiyorsun?"dedim kaşlarımı çatarak.

"Sakin ol sadece konuşalım istedim. İki arkadaş gibi"

"Arkadaş olduk da benim mi haberim yok?" dedim yüzüme sahte bir tebessüm yerleştirerek.

"Özgür'ün arkadaşı benim de arkadaşım sayılır. Sence de öyle değil mi?"dedi. Yüzüne baktığımda samimiyetten uzak bir ifade vardı.

"Özgür ile arkadaş değiliz. Bu da demek oluyor ki seninle arkadaş olamıyoruz." dedim. Önüme dönüp yürümeye başladım. Birkaç adım attıktan sonra Nil tekrar konuşmaya başladı.

"Aa doğru ya, sen Özgür'e aşıksın. Ama o seni istemiyor. Haklısın bende olsam beni sevmeyen, beni istemeyen biriyle arkadaş kalmak istemezdim."dedi yüzsüzce. Bu dediğine küçük bir kahkaha attım. Ardından ona yaklaşıp:

"Sahi mi? Ama sen seni sevmeyen birinin yüzüğünü taşıyorsun parmağında." Yüzündeki o sırıtış gitmiş yerine sinirli bir ifade bırakmıştı.

"Evet ailesi beni istemedi. Ama Özgür'ün kendisi seni istemedi ve hâlâ istediğini de sanmıyorum. Sırf ailesi istediği için şuan parmağında o yüzüğü taşıyorsun"dedim. Beni sevmemiş olabilirdi evet ama Nil'i de sevmiyordu. Belki de böyle düşünerek kendimi kandırıyordum... Bilmiyorum...

"Yazık... Demek ki kendini böyle kandırıyorsun. Özgür'ün seni sevdiğini, sana değer verdiğini mi sanıyorsun? Eğer öyle olsaydı bu yüzük benim parmağımda değil senin parmağında olurdu."dedi yüzüne alaylı bir ifade takınarak. Belki de haklıydı. Eğer Özgür bana gerçekten değer verseydi şu an bu durumda olmazdık.
Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım. Bu kadının sözlerini umursayıp kendimi üzmemek için ondan bir an önce uzaklaşmam gerekiyordu. Çünkü bu kadının sözlerine daha fazla tahammül edemiyordum.

"Size mutluluklar o zaman."deyip yüzüme sahte bir gülümseme yerleştirdim. Konuşmasına fırsat vermeden tekrar konuşmaya başladım. "Ne seni ne de onu etrafımda görmek istemiyorum. Bir daha karşıma çıkmasanız sevinirim. Bunu o nişanlın olacak adama da ilet" dedim. Arkamı dönüp yürümeye başladım.
Ondan biraz uzaklaşınca derin bir nefes aldım. Bunlar böyle her karşıma çıkınca huzursuz mu olacaktım?
Özgür'e karşı hissettiğim sevgi miydi? Aşk mıydı? Bunu tam olarak bilmiyordum.
Daha önce Özgür dışında hiç bir erkekle arkadaşlık dahi kurmamıştım.
Özgür ile zaman geçirdikçe ona karşı güvenim artıyordu. Beni koruyor olması, benimle ilgilenmesi, beni ona itiyordu.
Belki de bu sevgiyi aşk olarak algılamak istedim.
Kafamı iki yana salladım Özgür'ü düşünmemeye karar vermiştim. Onun aklımı kurcalamasına izin vermemeliydim. O günden sonra kendimi toparlamıstım. Tekrar beni ağlatmasına müsade etmeyecek, onu aklımdan çıkaracaktım. Kalbimde de olsa ordan da çıkaracaktım.
Bizim evin sapağına geldiğimde biraz soluklandım. Derin derin nefes alıp verdim. Yorulmuştum. Geldiğim yoldan değilde eve daha uzak mesafede olan yolda eve dönmüştüm. Her zaman kestirme yoldan gittiğim için ayağıma bu kadar ağrı girmiyordu. Değneğim elimden kayıp yuvarlanınca öylece yolun ortasında kalakaldım. Şansıma, geldi mi bütün olumsuzluklar birden gelirdi. Etrafıma baktım ama görünürde de kimse yoktu. Yürürsem ikinci adımda yere kapaklanırdım.
İşte bu kadar da aciz biriydim. Değneksiz iki adım öteye bile gidemiyordum. Ya yolun ortasında oturup birinin geçmesini bekleyecektim ya da değneğimi kendim almak için düşmeyi göze alacaktım...
Düşmeyi göze alıp bir adım attım. Sol ayağımın üstünde durmak çok zorluyordu. İkinci adımımı attığım gibi dengemi kaybettim ve dizlerimin üzerine yere düştüm. Gözlerimden yaşlar süzüldükçe kendi kendime küfrettim. Sinirden dişlerimi sıkmaya başladım.
Elimi yumruk yapıp yere vuracağım anda birinin kolumu tutması ile durdum.

"Sakin ol" kafamı kaldırıp baktığımda tanımadığım bir adamla göz göze geldim. Ellili yaşlarda beyaz tenli, yeşil gözlü, kır saçlı, orta boylu bir adamdı.
Değneğimi bana getirip elime verdi.

"İyi misin?"dedi. Gözleri dolmuş bir şekilde bana bakıyordu. Bana acıdığını göstermemek için kafasını yan çevirdi.

"Teşekkür ederim ama sakın bana acıyan gözlerde bakmayın."Gözümde ki yaşları silip değneğe tutunarak ayağa kalktım.

"Sana acımıyorum. Sadece yardım etmek istedim." Ardından dizlerime bakıp
"Dizin kanıyor" dedi.

"Yardımınız için tekrardan teşekkür ederim. Gerisini ben halledebilirim."dedim. Yavaşça adım atıp dizimi kontrol ettim. Ayağıma bastığımda aşırı ağrıyordu. Dizim de kanıyordu.

"Seni hastaneye götüreyim. Dizin kanıyor mikrop kapmasın."dedi. Bana böyle bakmaları en nefret ettiğim şeydi. Adamın bana bakınca gözleri doluyordu. Bu kadar acınacak halde miydim ki ?

"Gerek yok. Başıma yeni gelen bir şey değil. Alışığım merak etmeyin. Kendim hallederim. Size iyi günler " dedim sinirle. Bir kaç adım atmıştım ki adam tekrar konuşmaya başladı.

"Bir daha sinirliyken kendi kendine zarar verme olur mu?" yanıma yaklaşıp koluma dokunmak isteyince bir adım geri çekildim. Kafamı salladım tamam dercesine. Daha fazla ayakta kalmaya gücüm yoktu. Ayağım hem düştüğüm için hem de üzerinde fazla kaldığım için feci halde ağrıyordu.

Eve geldiğimde daha annemler dönmemişlerdi. Direkt ilk yardım çantasını alıp odama geçtim. Dizimi önce temizleyip ardından pansuman yaptım. Dolaptan eşofman altı ve mavi bir tişört çıkartıp giyindim. Üzerimden çıkarttığım elbiseyi de kirli sepetine atıp mutfağa doğru yürüdüm. Kapı çalmaya başlayınca yönümü kapıya çevirdim. Kapıyı açtığımda annemler ellerinde bir sürü poşetlerle içeri girdiler. Mutfağa girdiğimizde annem ve yengem getirdikleri eşyaları yerleştirirken ben de yavaş yavaş ocağa çay koymaya çalışıyordum.

"Ela istersen otur ben yapayım."dedi Seren yenge.

"Ben hallederim yenge, siz getirdiklerinizi yerleştirin." dedim. Mutfak tezgahına dayanarak ağırlığımı sadece sağ ayağıma verdiğim için yavaşça yapabiliyordum. Yengem dediğime kafasını sallayıp işine tekrar döndü.
Çayı ocağa bırakıp kaynamasını beklemek için masaya yürüyerek bir sandalye çekip oturdum.
Ayağım ağrıdığı ve dizim sızladığı için bir sandalye de önüme çekip ayağımı üzerine uzattım.
Anneme baktığımda durgun gibi gözüküyordu. Ne konuşuyor ne de gülüyordu. Öyle bir dalmıştı ki, elinde ki deterjan kutusunu buzdolabına koyacağının farkında değildi.

"Anne! "Dönüp bana bakınca

"İyi misin? Deterjan kutusunu buzdolabına koyuyorsun farkındaysan." Elinde ki kutuya bakıp gülümsedi.

"Dalmışım. Ordan oraya gel git yorulmuşum."dedi. Yanıma gelip bir sandalye çekerek oturdu.

"Git biraz uzan anne , ben buraları hallederim"dedi yengem
Annem tamam deyip odasına geçti. İki üç gündü bi garip davranıyordu. O da babam da.

"Neyi var annemin , kaç gündür garip davranıyor. Sana bir şey söylemedi mi?"dedim yengeme

"Bilmiyorum ki alış verişte de hep böyleydi. Dalıp dalıp gidiyordu." Deyince annem için endişelenmeye başlamıştım. Biraz dinlendikten sonra yanına gidip konuşacaktım.

"Ece nerde? Siz giderken yanınızdaydı."dedim

"Dönüşte babama söyle parka gidelim diye tutturdu. Mert'i arayıp söylediğim de gelip kızını parka götürdü. Birazdan dönerler."dediğinde gülümsedim. Abim Ece'ye asla hayır demezdi. Ece öyle mızmızlanan çocuklardan değildi. Bi park sevdası vardı o kadar. Onun için abim de ona hayır demiyordu.

"Biliyorsun Mert kızına çok düşkündür" dedi gülerek

"Biliyorum"

Çay kaynayınca demleyip biraz beklettikten sonra iki bardak doldurup tek tek masaya götürdüm.

"Yenge dolapta tatlı da var getir çayın yanında güzel olur"dedim. Yengem de tatlıyı tabağa koyup önümüze koyunca
bi kaşık alıp ağzıma götürdüm. Ağzımdakini bitirip üstüne bir yudum çay içince yengeme baktım.

"Abimle aranız düzeldi mi?"dedim. Abim kolay kolay affetmezdi biliyordum. Ama onu üzecek bir harekette de bulunmazdı. Kafasını iki yana salladı.

"Hayır." Dedi üzgün bir şekilde

"Beni kıracak bir şey yapmıyor ama mesafeli davranıyor" dediğinde elini tuttum.

"Merak etme abimden bahsediyoruz. Yufka yüreklidir benim abim ona biraz zaman ver"dedim. Tuttuğum eliyle elimi hafifçe sıktı. Gözlerini yumup tekrar açtı. Bu teşekkür ederim anlamındaydı. Ben de aynı şekilde karşılık verince tatlılarımıza dönüp yemeye başladık.

"Ben yemek yapmaya koyulayım. Annem hiç uğraşmasın iyi görünmüyordu. Birazdan babam , Mert ve Eva geldiklerinde yemek hazır olsun"dedi yengem. Şimdi yardım edeyim dersem kabul etmeyeceğini biliyordum.

"Ben de anneme bakayım o zaman " dedim. Değneğimi elime alıp annemlerin odasına doğru yürümeye başladım. Kapıyı iki kez tıkladıktan sonra araladım.
Annem yatakta oturmuş fotoğraf albümüne bakıyordu. Gözleri kızarmıştı. Sanki ağlamış gibiydi.

"Anneciğim!" Dedim. Yanına oturdum ve elini tutup avucundan öptüm.

"Annem gözlerin kızarmış ağlamaktan, bir sorun mu var? " Elimi yanağına uzatıp göz yaşlarını sildim.

"Yok bir şey bitanem. Fotoğraf albümüne bakınca duygulandım. Çektiğin o acı günleri hatırladım. Ağrıdan sabahlara kadar uyuyamayıp ağladığın günleri" dediğinde tekrar yanaklarından yaşlar süzülmeye başladı. Elinde ki fotoğrafa baktığımda benim sekiz yaşındayken çekildiğim bir fotoğraf vardı. O zamanlar ameliyattan yeni çıkmış perişan haldeydim. Her iki ayağım alçıda, kollarımdaki iğneden dolayı morarmış izler ve morfinin etkisi altında uyuyan bir ben...
Bir başka fotoğrafa baktığımda, üç yaşlarındaydım. Fizik tedavi merkezinde bir alete bağlanılmış çıkmak için ağlayarak çırpınan bir kareydi.
Başka fotoğrafta da bahçede bir sandalye de oturmuş, çocuklar oynarken onları izliyordum. On ya da on iki yaşlarındaydım. Ne koltuk değneği ne de Walker kullanabiliyordum o zamanlar.
Annemin elinden fotoğraf albümünü alıp kenara bıraktım.

"O günler geride kaldı anneciğim"dedim. Fotoğraflara bakarken bende duygulanmıştım. Hatta gözlerim dolu dolu olmuştu. O fotoğraflara her baktığımda sanki o anıları tekrardan yaşıyormuşum gibi hissediyordum.

"Bak şimdi çok iyiyim o kadar ağrım da olmuyor artık."dedim. Ellerini tutup tekrar öptüm.

"Bitanem!" yüzümü avuçlayarak:

"Eğer bir gün olurda bizden gidersen seni herşeyden çok sevdiğimizi unutma tamam mı?"dedi. Bu söylediğine bir anlam veremedim.

"Anne hayırdır beni bir yere mi gönderiyorsunuz ?"dedim gülümseyerek.
Annem cevap vermeyip yanaklarımdan öpünce

"Merak etme evlenmeyi düşünmüyorum. Beni böyle kimse de kabul etmiyor zaten ölene kadar başınıza kaldım haa"dedim göz kırparak. Annem onunla şakalaştığımı biliyordu. Onun moralini düzeltmek için yaptığımı da biliyordu. Beni kendine çekip sarılınca ona karşılık verip daha çok sarıldım.

"Başımın üstünde yerin var kızım biliyorsun" dediğinde onu kendimden uzaklaştırıp yanaklarından tek tek öptüm.

"Anne bu dediğini Efe duysa ben resmen bu evde üvey evlat muamelesi görüyorum diyerek kafamızın etini yer." dediğimde ikimiz de gülmeye başladık.
Annem kendini toparlayıp yataktan kalktı. Fotoğraf albümünü çekmeceye bırakıp bana döndü.

"Ben mutfağa geçip bir şeyler hazırlayayım babanlar şimdi gelirler."dedi.

"Anneciğim ben senin yanına gelirken yengem de yemek hazırlıyordu. Sen hiç kendini yorma direkt salona geç" dediğimde kafasını sallayıp salona doğru gitti.

********

Ertesi sabah gözümü açtığımda sabahın erken saatleriydi. Daha kimsenin uyandığını sanmıyordum. Genelde annem saat 8'de kalkar kahvaltı hazırladıktan sonra beni uyandırırdı. Saate baktığımda daha 6: 15'ti. Daha erken olduğu için tekrar yatmak istesem de uykum yoktu. Üzerimde ki ince yorganı kaldırıp ayaklarımı yataktan sarkıttım. Vücudumu biraz gerindikten sonra yatağımın ucuna koyduğum değneğimi alıp banyoya girdim. Elimi yüzümü yıkayıp ellerimle saçımı tarayıp düzelttim. Üzerimi değiştirmeden pijamalarımla odadan çıktım. Mutfağa girdiğimde babamın yemek masasında oturup bir şeyler atıştırdığını gördüm. Daha beni fark etmeden usulca yaklaşıp yanağından öptüm.

"Günaydın, bugün erkencisiniz bakıyorum. " dedim masaya otururken.

"Günaydın prensesim. Uyku tutmayınca bir şeyler atıştırayım dedim. Senin de mi uykun kaçtı?"dedi ardından da çayını yudumladı.

"Evet babacığım mutfağa su içmeye gelmiştim. Annem uyanana kadar biraz bahçede oturmak istedim." Kafasını sallayıp

"Üzerine bir şey al hava soğuktur şimdi" dedi. Tamam deyip kalktım. Kapıya yöneleceğim sırada

"Sen su içmeye gelmemiş miydin? Su içmeden mi gideceksin"dedi babam.
Konuşmaya dalınca su içmeyi unutmuştum.
Su içip bahçeye çıktığımda direkt çok sevdiğim çiçekleri koklayıp oradaki sallanan sandalye ye oturdum. Başımı gök yüzüne çevirip tepemde uçuşan kuşlara baktım. Ardından gözlerimi kapatıp temiz havayı içime çektim. Yaz aylarında sabah saatlerinde hava biraz soğuk olurdu. Ama aynı zamanda o soğuk havayı içine çekmek çok güzeldi ben çok severdim. Yanımda aldığım şalı üzerime örtmeyip kenara koymuştum. O soğuk havayı hissetmek istiyordum.

Hakan abiye söz verdiğim gibi kendim için tedavime biraz zaman ayıracaktım ve bugün başlamaya karar vermiştim. Abim uyandığı zaman onu bahçeye çağırıp onunla desteksiz yürümeye çalışarak başlayacaktım.
Oturduktan yarım saat sonra abimlerin kapısına gidip çalmaya başladım. Bu saatte uyanıyorlardı her zaman. Uyanmasalar da artık ben uyandıracaktım maalesef.
Kapıyı iki kere tıkladıktan sonra abim gözleri kapalı bir şekilde kapıyı açınca

"Abi siz daha uyanmadınız mi?"dedim bana 'sence'der gibi bakınca elinden tutup çekiştirdim.

"Annem kahvaltı hazırlayana kadar seninle desteksiz yürümeye çalışacağım. Hadi abicim uyan artık."dediğimde gözlerini kocaman açtı. Benden beklemiyordu böyle bir şey , bu konu hakkında son konuşmamızda istemediğimi belirtmiştim. Şimdi de ihtimal vermiyordum ama bir kez daha denemek istiyordum.

"Ooo , demek inadını kırmışsın. Senden her zaman böyle ataklar bekliyorum. Eskisi gibi" dedi. Deneyip deneyip sonuç alamamak beni artık yoruyordu. Ruhen de fiziken de
Bu sefer de dedim. Bu sefer de deneyeyim belki olur.

"Olmayacağını biliyorum ama yine de deneyeyim."dedim umutsuzca.

"Olmayacak bir şey yok. Sen yeter ki çaba sarf etmeyi hiç bırakma" kafamı salladığımda alnımdan öpüp

"Sen yavaş yavaş aşağı in , ben elimi yüzümü yıkayıp hemen geliyorum."dedi.
Abim içeriye geçerken ben de sol elimde değnek sağ elimle de trabzan'a tutunarak aşağıya inmeye çalıştım.
Bahçenin tam ortasına yani boş alana gelene kadar abimin sesi gelmeye başladı.

"Geldim."dedi. Ona dönüp gülümsedim.
Abim tam karşıma geldiğinde değneği ona verdim. Değneği alıp kenara koydu ve hızlıca yanıma geldi tekrar.

"Hazır hissettiğin an başlayabilirsin. Merak etme düşmene asla izin vermem." Göz kırparak elleriyle kollarımı sıvazlayıp bıraktı.
Derin bir nefes alıp sol bacağımla bir adım ileri attım. Sağ bacağım sola nazaran daha güçlü olduğu için üzerinde biraz durabiliyordum. Ellerimi abimin kollarını kavrayacak şekilde hazır bekletiyordum. Sağ bacağımla adım attığım gibi dengemi kaybedip abimin güçlü güvenli kolları tarafından tutuldum.

"Hadi bir daha. Bu güçlü kollar var oldukça düşmene izin vermez."dedi. Kafamı kaldırıp yüzüne baktığımda yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Başarabileceğime olan inancı tamdı. Benden daha umutluydu bu konuda.
Yaklaşık 20 dakika böyle çalıştık. Ben adım atıp dengemi kaybediyordum, o da beni tutuyordu her defasında...

"Abi bugünlük bu kadar yeter"dedim. Yorulmuştum ve ayağım ağrımaya başlamıştı.

"Tamam güzelim. Akşam tekrar yapalım ama"dediğinde kafamı sallayıp onayladım. Beni eve doğru yönlendirince annem kapıya yaslanmış bir şekilde bizi izliyordu. Gülümseyip

"Hiç içeri girmeyin kahvaltıyı bahçeye kuracağım. Hava çok güzel " İçeri girip bir kaç saniye sonra tekrar gelerek

"Oğlum Seren'i çağır bana yardım etsin"dedi.
Annem içeri geçtiğinde, abim de yengemi çağırmak için yukarı çıkmıştı.
Kamelya ya geçip oturdum.
Annem, ablam ve yengem birlikte kahvaltı sofrasını kurduktan sonra ablamın yanındaki sandalyeyi çekip oturdum. Tabağıma salatalık, salam, yumurta ve bir kaç tane siyah zeytin aldıktan sonra yemeye başladım.

"Ela'cım bugün annemle Seda'nın ziyaretine gideceğiz, Ece bir kaç saatliğine yanında kalsa sorun olur mu?"dedi yengem

"Kalsın yenge sıkıntı yok. Biz Ece ile çok iyi anlaşıyoruz zaten. Değil mi Ece"dedim Ece'ye bakıp göz kırparak

"Evet halacığım"dediğinde ona öpücük attım. O da öpücük atınca gülümseyip kahvaltıma döndüm.
Yaramaz bir çocuk olsaydı onunla baş edemezdim. Peşinden sürekli koşturamazdım. Ece sakin bir çocuk olduğu için onunla kalmak sıkıntı olmuyordu benim için
Herkes kahvaltısını yaptıktan sonra, babam ve ablam okula, abim de şirkete gitmişti. Babam ve ablam öğretmenlik yapıyorlardı. Babamın emekliliğine çok az kalmıştı. Ablam da çocukları çok sevdiğinden ana sınıf öğretmeni olmuştu.
Annem ve yengem hazırlanıp çıktıklarında Ece ile evde yalnız kalmıştık. Biraz oyun oynayıp , çizgi film izledikten sonra başı dizimde uyuya kalmıştı. Kapı çaldığında yavaşça başını kaldırıp yanımda ki küstümlerden birini kafasının altına koyup salondan çıktım.
Kapıyı açıp karşımda Efe'yi gördüğümde o kadar şaşırmış ve sevinmiştim ki değneğimi kapıya dayayıp boynuna sarıldım.

"Ne işin var senin burda?"dedim. Geri çekildiğimde Efe'nin çatık kaşlarıyla karşılaştım. Kaşlarını yalandan çatmıştı.

"Eğer istemiyorsan gideyim. Herkes sevdikleri uzaktan gelince hoş geldin sefa geldin der, sen de ne işin var burada diyorsun."dedi. Kolundan tutup içeri doğru çektim.

"Hoş geldin. Seni birden karşımda görünce şaşırdım ondan " dedim. Salona yöneleceği sırada kolundan tutarak mutfağa çekiştirdim.

"Mutfağa geçelim Ece salonda uyuyor" yemek masasına oturunca

"O yüzden kısık sesle konuşuyorsun." Dedi. Kafamı sallayıp onayladım.

"Annemler nerede?"

"Seda ablayı ziyarete gittiler."
Efe ile uzun uzun sohbet ettikten sonra annemler de dönmüşlerdi. Annem mutfağa girip Efe için sevdiği yemeklerden hazırlarken ben ve Efe de biraz hava almak için dışarı çıkmıştık. Daha doğrusu Efe bana eşlik ediyordu. Bu bizim evin oradaki parka vardığımızda gözümüze kestirdiğimiz ilk banka oturduk. Kısa bir sessizlikten sonra konuşmaya başladım.

"Var mı hayatında biri? "dedim. Efe önceden Hilal'den hoşlanıyordu. Hilal ona asla o gözle bakmamıştı. Üçümüz beraber büyüdüğümüz için Hilal onu da kardeşi gibi görüyordu. Bana doğru dönüp

"Yok " dedi. Bir kaç saniye bekleyip tekrar konuşmaya başladı

"Ama hoşlandığım biri var." Kafamı kaldırıp yüzüne imalı bir şekilde baktığımda

"Saçmalama bahsettiğim kişi o değil. Üniversiteden bir arkadaşım. Onun da bana karşı duyguları olduğunu düşünüyorum." Dediğinde rahatlamıştım. Onun acı çekmesini hiç istemiyordum. Canı yandıkça benim de canım yanıyordu.

"Senin canın yandığı zaman benim ki de yanar biliyorsun"dedim. Elini avucuma alıp hafif sıktım.

" Merak etme Hilal hayatına Selim'i aldığından beri Hilal'i sadece kardeşim olarak görüyorum Onun mutlu olmasını her şeyden çok istiyorum."dedi. Kolunu omuzuma atıp beni kendine çekti. Ardından hiç konuşmadan öyle etrafı izlemeye başladık. Telefonum çalmaya başlayınca çantamı açıp içinden telefonu çıkarıp baktım arayan Hilal'di.

"Söyle mavişim"dedim.

"Neredesin Roz? Eve geldim yoktun. "

"Efe ile parktayız"

"Efe mi? O ne zaman geldi. Size gittiğim de Zühre teyze bir şey demedi."diye peş peşe sıraladı sorularını.

"Kızım bi sakin ol. Efe bugün geldi. "

"Tamam bekleyin oraya geliyorum 5 dakikaya ordayım "deyip telefonu kapattı.

"Bak yine telefonu yüzüme kapattı " dedim telefonu Efe'ye göstererek

Hilal geldikten sonra Ben, Efe , Hilal beraber oturup konuştuk. İkisi ile oturup sohbet etmeyi çok özlemiştim. Ardından Hilal'in zoruyla Efe bize dondurma ısmarlamış ve eve dönmüştük.
Akşamında da hepimiz bir araya toplanmış yemek yedikten sonra bahçeye çıkıp serin havada kahvelerimizi içmiştik.
Abim Hilal'i eve bırakıp döndükten sonra küçükken her zaman yaptığımız gibi abimin bir kolunda ben bir kolunda ablam gök yüzünü izlemeye başlamıştık. Tabi Efe de hemen kıskanınca ablam da onu koluna yatırmıştı.

*********
BİR HAFTA SONRA...

Efe okula döneli iki gün olmuştu. Onu şimdiden özlemeye başlamıştım.
Bugün kahvaltı yaptıktan sonra herkes işine gittiği için evde annem ve yengem ile yalnız kalmıştık tekrardan
Yengem de bir arkadaşı ile buluşacağı için hazırlanıp çıkmıştı.
Biraz ders çalışıp biraz da egzersiz yaptıktan sonra odama geçip uzanmıştım. Desteksiz yürüyüşüm de henüz bir ilerleme yoktu. Hâlâ ikinci adımda dengemi kaybediyordum. Bu benim moralimi alt üst ediyordu. Bu yaşıma kadar sürekli çabalamıştım ve karşılığını da almıştım ama bu olmuyordu bir türlü.
Yataktan doğrulup ayağa kalktım. Dolaba yönelip içinden beyaz bol pantolon ve mavi sıfır kol kalın askılı bir üst çıkarıp giyindim. Telefonumu da çantama koyup odadan çıktım. Annem salonda oturmuş televizyon izliyordu.

"Anneciğim ben çıkıyorum. Bunaldım evde , akşam Hilal'de kalacağım babama söylersin" dedim.

"Tamam canım dikkat et olur mu. Evde olmayınca aklım sende kalıyor biliyorsun." Bana kapıya kadar eşlik edip yanağımdan öptü. Ben de onu öpüp çıktım.
Bahçe kapısından çıktığımda o lüks araba yine aynı yerinde duruyordu. Yaklaşık 15 gündür o araba sürekli orada duruyordu.
Biraz ilerleyip bir taksi durdurdum.
Taksi Hilal'in çalıştığı kafenin önünde durduğunda parasını ödeyip çıktım.
İçeri girip oturduğumda Hilal ortalıklarda gözükmüyordu. Suat amca yanıma gelip hal hatır sorduktan sonra Hilal'in mutfakta olduğunu söyledi. Bana tatlı ve kahve getirmelerini söyleyip işinin başına döndü. Telefonumla uğraşırken yanındaki sandalyenin çekilmesi ile kafamı oraya çevirdim.

"Hoş geldin canım. Geleceğinden haberim yoktu. Neden aramadın ki?" dedi Hilal

"Evde bunalmıştım sana sürpriz yapayım dedim."

"İyi yapmışsın canım. Benim kalkmam lazım görüyorsun burası çok yoğun" dedi.

"Akşam sendeyim. Direkt oraya geçeceğim sen gelene kadar" dedim.

"Ama akşam mesaim var. Biliyorsun Efe geldiğinde iki günlüğüne izin almıştım. Şimdide mesaiye kalmazsam olmaz." Dedi üzgün bir şekilde.

"Tamam mavişim başka gün gelirim sıkıntı yok üzme tatlı canını."dediğimde bana sarılıp öptükten sonra işinin başına dönmüştü.
Kafede biraz oyalandıktan sonra taksi çağırıp bizim evin yakınındaki marketin önünde durdurdum. Parasını ödeyip markete girdim. Lazım olan birkaç şey aldıktan sonra eve doğru yola koyuldum.
Kapıya vardığımda kapının kapının aralık olduğunu gördüğümde hafif itip içeri girdim. Annem herhalde içeri girerken kapatmayı unutmuştu.
Salona doğru yürüdüğümde içerden annemin babamın ve iki kişinin sesi geliyordu. Odama doğru bir adım atmıştım ki içerideki kadının söylediği ile yerimde kalakalmıştım.

"Ben kızımı geri istiyorum."demişti kadın.
Kızım dediği kişi kimdi..?
Salondan içeriye girdiğimde gördüğüm kadınla şok olmuştum. Parkta yanıma gelen, benimle sohbet eden Nalan Hanımdı. Nalan Hanım'ın o gün söyledikleri kafamda kötü senaryolar oluşturuyordu şimdi. Düşündüğüm şeyin olmaması için içimden dualar ettim. Kapıda öylece durup onları dinlerken o kadar birbirlerine odaklanmışlardı ki beni fark etmiyorlardı.

"Ela'yı kendi çocuklarımdan hiç ayırmadım. Onu öz evladım gibi sevdim korudum. Şimdi gelmiş bize ben kızımı geri istiyorum diyorsunuz. Siz Ela'yı hiç hak etmiyorsunuz. Ela'nın bunları kaldıracak gücü yok. Öğrenirse mahvolur. "dedi annem gözyaşları içerisinde.
Duyduğum şeyle yaşlar yanaklarımdan süzüldü birer birer. Bütün bunlar gerçek olamazdı. Bacaklarım titremeye başlayınca kapıya tutunmaya çalıştım. Kapının yanındaki vazoya elim çarpınca vazonun kırılma sesi ile bütün bakışlar bana döndü.

"Kızım"deyip yanıma gelince annem, ağlamamdan her şeyi duyduğumu anlamıştı. Babama bakınca öyle orada oturmuş gözleri donuk bir şekilde bana bakıyordu.

"Baba"dedim. "Bana bütün bunların yalan olduğunu söyle lütfen!" Yanına yaklaşıp elinden tuttum. Kafasını iki yanına sallayınca yanaklarımdan yaşlar süzülmeye başladı.
Nalan Hanım yanıma yaklaşmaya çalışınca onu elimle durdurdum.

"Kızım lütf-" sözünü tamamlamasına izin vermeden sözünü kestim.

"Sakın bir daha bana kızım deme. Senin kızın falan değilim." Öyle bir bağırmıştım ki sesim daha önce hiç bu kadar yüksek çıkmamıştı.

"Şimdi çıkın gidin bu evden sizi bir daha hayatımda görmek istemiyorum."dedim. Arkamı dönüp salondan çıkacakken babam öyle bir şey söylemişti ki kalbim paramparça olmuştu.

"Ela!! Onlar senin gerçek ailen bugüne kadar biz sana baktık. Artık gerçek ailenin yanına dönmeni istiyorum."dedi. Soğukkanlı davranmaya çalışıyordu ama beceremiyordu. Gözündeki yaşları silmek için kafasını yan çevirdi.
Bunu n'için yaptığını çok iyi biliyordum ama o istediği şey asla gerçekleşmeyecekti.

"Bana bu sözleri neden söylediğini biliyorum. "

"Gerçek bu kızım. Sana daha önce anlatacaktık. Biraz toparlanmanı bekledik o kadar." Bu sözler benim babama ait olamazdı... O böyle bir insan asla değildi...
Sanki biri kalbimi avucuna almış gibi sıkıp sıkıp duruyordu. Nefes almaya çalıştım ama bir el boğazıma yapışmış gibiydi, nefes alamıyordum. Artık her şey kulağıma bir uğultu gibi geliyordu. Başım dönmeye başlayınca tutunacak herhangi bir şey aradım. Gözlerim benden izinsiz kapanıyordu. Düşmemek için duvara tutunacağım sırada dengemi kaybedip yere yığıldım...
En son hatırladığım birinin beni tutmasıydı.

Loading...
0%