Yeni Üyelik
52.
Bölüm

40. Bölüm

@zozanli

Keyifli okumalar 💞

 

Hayat bazen insana en olmadık, veyahut olmasının imkansız olduğunu düşündüğü birçok şeyi yaptırabiliyordu... Misal ben... Benim her defasında geri ittiğim, kalbime girmesinden hep kaçtığım, imkansızım dediğim adam şu an benim olmazsa olmazım olmuştu. Kalbimin en uç noktasında yer almış, gönlüme taht kurmuştu. Sevgisi ve şefkatiyle içimi ısıtıyordu... Kendimi tam kaybettim derken tekrar onda hayat bulmuştum.

Ama herkes benim kadar şanslı olamayabilirdi. Misal o kız... Asaf'ın arkadaşının geride bıraktığı o kız. Sözlüsünün onu bırakıp başka biriyle evlendiğini duyduğunda belki de dünyası başına yıkılacaktı. Neticede evleneceğini sandığı çocukluk aşkıydı. İnsan çocukken aşık olduğu kişiyi kolay kolay unutabilir mi bilmiyorum. Çünkü ben çocukken hiç aşık olmamıştım. Ama çocukluk aşkını unutmayan birini biliyordum.

Emir...

Emir ablama daha bizimle ilk tanıştığında, yani çocukluğunda aşık olmuştu. Ve onu unutamamıştı...

Peki o kızın çocukluk aşkı onunla beraber büyümüş müydü? Yoksa o da Melih gibi onu unutmuş muydu? Çünkü Melih öyle yapmıştı. Çocukluk aşkını çocuklukta bırakmış ve başka birini hayatına almıştı.

Asaf bana arkadaşını, ailesini, onların gelenek ve görenekleri kısaca anlatmıştı. Asaf ve Melih'in arkadaşlıkları dışında, Metin baba, Murat amca ve Haluk amca o aileyle yani Aslanbey ailesi ile birçok ortak iş yaptıkları için birbirlerini yakından tanıyorlarmış. Asaf hem iş ortakları hem de Melih ile eski arkadaş oldukları için onların nasıl bir aile olduklarını, gelenek ve göreneklerini bildiğini söylemişti. Çoğunlukla onlar aile büyüklerinin onlar için uygun gördükleri kişilerle evlenir, yuvalarını kurarlarmış. Ve buna kimse karşı çıkamazmış. Bu güne kadar bu gelenekleri hep böyle de devam etmiş. Bu geleneği bozan ilk kişi de Melih olmuş. Tabii bunu daha ne ailesi ne de o kız bilmiyordu... Melih'in evlendiğini duyduklarında kim bilir nasıl bir tepki vereceklerdi? Özellikle de o kız?
Asaf'ın, arkadaşının evlendiğini ilk duyduğunda bütün bu bildiklerinden dolayı o kadar şaşırdığını o zaman anlamıştım.

"Güzelim inmiyor musun?" Asaf'ın sesiyle girdiğim düşüncelerden sıyrıldım. Selim eniştelerin evinin önüne gelmiştik ve ben daldığım için bunu hiç farketmemiştim. "Aklın hâlâ o kızda kaldı değil mi?"dedi benim hâlâ düşünceli olduğumu görerek. Kafamı salladım. Evet, aklım sürekli ismini dahi bilmediğim o kızdaydı. Asaf'ın anlattıkları beni sürekli o kızı düşünmeye teşvik etmişti. Melih'in evlendiği öğrenildikten sonra o kızı başka biriyle evlendirmek isteyeceklerini söylemişti. İşte bu benim kafamın içinde sürekli soru işareti olarak kalıyordu. Melih gidip sevdiği biriyle evlenirken, o kız neden başka biriyle evlenmek zorunda kalıyordu? Bütün her şeyin sorumlusu Melih iken, neden o kızı istemediği, belki de hiç bir zaman sevmeyeceği biriyle evlendirmek isteyeceklerdi?
Tamam belki Melih'i de çocukluk dışında hiç görmemiş, belki de hiç tanımamış olabilir. Ama Melih onun çocukluk aşkıydı, onun dışında onun kuzeniydi. Kendi kuzeninin bunu ona yapabileceğini düşünmemiştir. Belki de bu güne kadar hep onun dönmesini bekleyerek büyümüştür...

Onların geleneklerini bilmiyordum ama o kızın içine düşeceği durum beni fazlasıyla hüzünlendirmişti.

"Kadere inanır mısın?"dedi Asaf birkaç saniye sonra. Elimi tutup yönümü kendisine çevirdi. Sorduğu soruyla kaşlarım çatılsa da kafamı evet anlamında salladım. Elbette kadere inanırdım.

"O zaman kaderden ötesinin de olmadığını bilirsin." Tuttuğu elimi baş parmağıyla okşadı. "Gözbebeğim, o kız için üzüldüğünü biliyorum. Ama her zaman olaya kötü yönünden bakma. Belki de o kız için en hayırlısı budur, bunu bilemeyiz. Bak ben arkadaşımı çok iyi tanıyorum. O istemediği, sevmediği biriyle bir evlilik yapsaydı ne kendisi mutlu olur ne de onu mutlu ederdi. Kim bilir belki de hayat o kıza hiç ummadığı şeyler yaşatır, onu gerçek anlamda seven biri karşısına çıkar, bunu asla bilemeyiz. Onun için üzme o tatlı canını."dedi. Yanağımı avuçlayıp severken gözlerimin en derinine bakıyordu. Yanağımı avucuna yaslayıp gözlerimi tamam anlamında kapatıp açtım.
Aslında Asaf çok haklıydı; kaderin önüne asla geçilmezdi. İnsanın kaderinde ne olursa o olurdu. Onun ötesine geçmek mümkün değildi. Asaf'ın da dediği gibi, belki de hayat ona hiç ummadığı şeyler yaşatır, hayatına giren kişi onu gerçek anlamda sever, mutlu ederdi. Umarım öyle olurdu...

Yanağımdaki elinin üzerine elimi koyup doğrudan gözlerinin içine baktım. "Sen arkadaşın gibi olma tamam mı? Sebep her ne olursa olsun, söz verdiğin, elini tuttuğun beni bırakma..."dedim. Kafasını iki yana sallayıp kafamı göğsüne yasladı. Birkaç saniye sonra yanaklarımı avuçlayıp gözlerimin içine baktı. "Böyle bir şey asla mümkün değil. Ben seni kazanmışken bırakmam ki!" Sesi deminkine nazaran daha yüksek ve net çıkmıştı. Asaf'a güveniyordum. Beni sevdiğini, bırakmayacağını artık tam anlamıyla biliyordum. Ama insanın gördükleri ve duydukları insanda bir acaba bıraktırıyordu işte.

Elini yanağımdan yavaşça indirip tam kalbimin üzerine bastırdım. "Sana bendeki en değerli olan şeyi emanet ediyorum, kalbimi. Çünkü orada sen varsın... Eğer onu kırarsan ben bir daha asla kendimi toparlayamam."dedim. Gözlerimden inen yaşlar yavaşça süzülüp yanağımdan aşağı doğru indi. O kızdan dolayı zaten duygusallaşmıştım ve artık gözlerimden inen yaşlara mani olamıyordum.

Asaf gözlerimden inen yaşları görünce beni tekrar kendine çekip dudaklarını alnıma bastırdı. Ardından gözlerimdeki yaşları silip bu sefer dudaklarını gözlerime bastırdı tek tek. Gözlerim kendiliğinden kapanırken birkaç saniye sonra onun sesini işittim. "Bu kalp varya bu kalp..."elini kalbimin üzerine bastırdı. Yutkundum... "Bu kalp benim kalbimde atıyor. Ben bu kalbi kırmam, kıramam. Bu kalp artık bana ait. Ben bu kalbi kazanmak için çok çabaladım ve sonunda da başardım."dedi. Gözlerim hâlâ kapalıydı. Sesi o kadar yavaş çıkmıştı ki gözlerimi yavaşça aralayıp gözlerinin içine baktım. Bana olan bakışı öyle içten, öyle sıcaktı ki, bu bakışı karşısında sanki içim eriyordu.

Ben daha önce hiç kimsenin yanında böyle hissetmemiştim. Bu, bu çok değişik bir histi. Tarif edemeyeceğim kadar değişik...

"Şu an sırf bu gözlerden inen yaşlara sebep olduğu için Melih'i pataklamak istiyorum."dediğinde kendimi tutamadan güldüm. Güldüğümü görünce o da gülümsedi. Elini yanağıma koyup dudağımın kenarında gezdirdi baş parmağını. "Sen hep böyle gül olur mu? Gülmek en çok sende güzel."dedi. Asıl gülmek en çok onda güzeldi. Özellikle de gülerken yanağında çıkan gamze en güzeliydi ve en çok onda güzeldi.

"Ben artık gitsem iyi olacak. Hilal'i görüp eve geçeceğim daha."dedim kendimi geri çekip bakışlarımı başka tarafa çevirirken. Neden bilmiyorum ama birden bire kızardığımı hissediyordum onun yanındayken. Özellikle bana yaklaştığında... Demin olduğu gibi. Yüzü yüzüme o kadar yakındı ki nefesimiz birbirine karışmıştı. Boğazımı temizleyip kendimi toparladıktan birkaç saniye ona döndüm. Elini kucağımdaki elimin üzerine koyduğunda parmağımla kafamı kaşıdım istemsizce. Bu tepkim karşısında deminki gülümsemesi daha da büyüdü. O böyle bana bakıp gülümserken benim içim kıpır kıpır oluyordu.

"Akşam yemeğinden sonra döneceğim demiştin?"
Bana soru soran gözlerle bakınca kafamı salladım.

"Evet öyle demiştim. Ama belki yemeğe kadar kalmam. Gördün annemler bugün kaç kez aradılar. Bir de babaannem ve halamlar evde."dedim. Biraz Hilal'in yanında kalıp dönmeyi düşünüyordum. Tabii Hilal dönmeme izin verirse. Kızlar hâlâ yanında mıydı bilmiyordum. Eğer kızlar hâlâ yanındaysa benim erken eve dönmeme izin vereceğini sanmıyordum.

"Tamam o zaman işin bitince ara seni eve bırakırım."deyince kafamı iki yana salladım. Buna hiç gerek yoktu.

"Sen de git biraz dinlen, tüm gün benimleydin, yorulmuşsundur. Ben Adem abi'ye haber veririm gelir." Onun daha fazla yorulmasını istemiyordum. Bugün fazlasıyla benimle ilgilenmişti zaten, gidip dinlensin istiyordum.

"Tüm gün değil, tüm ömür seninle olmak istiyorum. Seninle olmak beni asla yormaz ki, aksine seninle olduğum zaman en mutlu olduğum zamandır. Onun için kimseye değil bana haber vereceksin." dedi elimi kaldırıp öptükten sonra. Tamam mı der gibi göz kırptığında gülümsedim. Ben sadece onun yorulmasını istemiyordum. Yoksa her daim yanımda olsun isterdim.

"Tamam."dedim. Gülümsemem yüzümden hiç silinmedi. Ona biraz daha yaklaşarak kollarımı boynuna dolayıp içtenlikle sarıldım. Bana böyle güzel bir gün geçirdiği için ona sarılmak istemiştim. Günün sonunda arkadaşının aramasıyla her ne kadar keyfim kaçsa da bana çok güzel bir gün geçirtmişti. "Bugün için teşekkür ederim. Çok güzeldi. Sayende çok güzel vakit geçirdim."dedim kulağına doğru. Sarılışıma hemen karşılık verip saçlarıma dokundu. Geri çekilip çıkmak için kapıyı açacaktım ki kolumdan tutarak tekrar kendine çekip durdurdu. Ne oldu diye yüzüne bakarken kafasını bana doğru eğerek dudaklarını yanağıma değdirdi. "Bekle..."dedikten birkaç saniye sonra emniyet kemerinin açılma sesi geldi. Nasıl yani? Ben emniyet kemerini çıkarmayı mı unutmuştum? Ah aptal kafam, onun yanındayken kendimi nasıl bu kadar kaybedebiliyordum? Ya emniyet kemerini çıkarmayı unutuyor, ya da hiç takamıyordum. Elim ayağım heyecandan birbirine dolanıyordu.

Asaf arabadan inmeme yardım ettikten sonra istemesem de kapıya kadar bana eşlik edip öyle gitmişti. Araba uzaklaştıktan sonra kapıya dönüp zile bastım. Saniyeler içinde Kader abla güler yüzüyle bana kapıyı açıp içeri davet etmişti. Herkesin bahçede olduğunu söyleyerek beni direkt oraya yönlendirip mutfağa geçmişti.
Bahçeye çıktığımda Kader ablanın dediği gibi Hilal, Defne abla, Bahar, Hazal, Merve, Naz ve Yasemin herkes bahçede oturmuşlardı. Selim enişte kızlar Hilal'in yanında derken Defne abla ve Bahar'dan bahsettiğini sanmıştım. Oysa bütün kızlar burada toplanmışlardı. Sadece Safiye halanın kızları ve Dua yoktu. Yasemin bile buradaydı. Hakikaten o sevimsiz kızın burada ne işi vardı? Onu gördükçe Asaf'a yakınlaşmak istediği o anlar aklıma geliyor ve sinirlerim bozuluyordu.

Bugün hayatımın en güzel günlerinden birini Asaf'ın yanında geçirmiştim ve şimdi Yasemin'i gördüm diye keyfimin kaçmasına izin veremezdim.
Bakışlarımı ondan alıp diğerlerine dönerek onlara doğru yavaşça yürüdüm. Beni daha hiç kimse farketmemişti. Defne abla, Hilal ve Merve'nin sırtı bana dönüktü. Naz dışında herkes sohbete daldığı için kafalarını hiç kaldırmadan konuşmalarına devam ediyorlardı. Beni ilk fark eden Naz olmuştu. Kafasını telefondan kaldırdığı gibi beni görmüş ve kızlara dönüşmüştü ki, kafamı iki yana sallayıp onu durdurdum. Kızlar öyle sohbete dalmışlardı ki, tahminimce konuştukları konu Hilal'in hamileliğiydi.

"Hilal, annelik bu hayatta tadıp tadabileceğin en güzel duygu."dedi Defne abla. Onlara biraz daha yaklaştığımda Defne ablanın elinin Hilal'in dizinin üzerinde olduğunu gördüm. Hazal, Yasemin ve Bahar da beni fark ettiklerinde onlara başımla selam verip gülümsedim. Onlarda aynı karşılığı verdikten sonra bakışlarımı Defne abla ve Hilal'e çevirdim. "Bu öyle güzel bir duygu ki. Bebeğin daha karnındayken onunla çok özel bir bağ oluşuyor. Onu her hissettiğinde, her hareketinde için kıpır kıpır olur. Hele ki doğduğu zaman, o zaman dünyalar senin olur. Öyle bir varlığa sahip olduğun için kendini bu dünyanın en şanslı insanı olarak hissedersin."dedi Defne abla. Aramızda anneliği tadan tek kişi oydu. Ve şimdi anneliğin nasıl bir duygu olduğunu anlatıyordu. Defne abla konuştukça herkesin gözlerinin içi parlamış ve Defne ablayı pür dikkat dinlemişlerdi. Hilal elini kaldırıp yüzünü sildiğinde ağlamış olduğunu anladım.

Duygulanmıştı...

"Abla, ona iyi bir anne olamamaktan korkuyorum. Ya bebeğime iyi bir hayat veremezsem?"dedi Hilal titreyen sesiyle. Korkuları vardı biliyordum. En çok da çocuğunun kendi kaderini yaşamasından korkuyordu. O çok küçükken babasız, sonrasında ise annesiz kalmıştı... Anne tarafından da baba tarafından da hiç kimse ona sahip çıkmamıştı. Oysa şimdi koskocaman bir aileye sahipti. Onun için her şeyi gözünü kırpmadan yapabilecek bir eşe sahipti.

"Mavişim sen bu hayattaki en iyi annelerden biri olacaksın. Benim yeğenim senin gibi bir anneye sahip olacağı için çok şanslı."dedim. Tam arkasında durup eğilebileceğim kadar eğilip ona arkasından sarıldım. Dudaklarımı yanağına bastırıp öptüğümde kafasını çevirip benimle göz göze geldi. Gözlerine baktığımda içindeki mutluluğu ve aynı zamanda gözlerindeki hüznü görebiliyordum. Defne abla ve Merve kafalarını çevirip bana bakarak tebessüm etmişlerdi.

"Ela çok haklı... Sen çok güzel bir anne olacaksın." dedi Defne abla, Hilal'in elinden tutup ona sıcak bir tebessümde bulunarak. Hilal derin bir nefes alıp yüzünü sildikten sonra Defne ablaya dönüp ona sarılmış ardından da kalkıp bana sıkıca sarılmıştı.

"Hormonlar şimdiden seni bu hale getirmişse ben bu birkaç ayın nasıl geçeceğini tahmin edemiyorum."dedim geri çekilip. Takılıp keyfini yerine getirmek istemiştim ve bunda da başarılı olmuştum. Hilal bana kısık gözlerle bakmış ardından da gülümseyip beni kendiyle beraber oturtmuştu.

"Sabahtan beridir arıyorum seni Rozz, neden cevap vermiyorsun? Hadi duymamışsın diyeceğim ama sen aramalarıma da geri dönmedin hiç. Seni ne kadar merak ettim biliyor musun?"dedi elimi tutarak. Tam cevap vereceğim sırada konuşmasına kaldığı yerden devam etmesiyle kelimelerim boğazıma dizilmişti. "Nalan teyzeyi de aradım evde olmadığını, biraz hava almak için dışarı çıkmak istediğini söyledi. Bu saate kadar hava almış olduğunu sanmıyorum. Neredeydin sen şimdiye kadar?"dedi gözlerini kısarken. Nalan annem ona Selim enişte ile buluştuğumuzu söylememişti. Sanırım Hilal'e söylememesi için Selim enişte onu da uyarmıştı.

Hilal'e Selim enişte ile buluştuğumuzu söyleyemezdim. Şimdi öğrense bir sürü soru sorar ve cevap alana kadar da durmazdı. Selim enişte buluştuğumuzu Hilal'in kesinlikle bilmemesini söylemişti. Onu direkt es geçmiştim. Herkes burda olduğu için Asaf'ın yanında olduğumu da söyleyemiyordum. Boğazımı hafif temizleyip "Biraz işim vardı."dedim geçiştirmeye çalışarak. Ama Hilal'in gözleri 'ne iş' der gibi üzerimde geziniyordu. Oysa Asaf ile birlikte olduğumu bilmesi gerekmiyor muydu? Ben Asaf dışında kimin yanında kalabilirdim ki bu saate kadar? Çenemi kaşıyıp kafamı çevirdiğimde kızların da bana baktıklarını gördüm.

"Hilal'cim, Ela belki de biraz yalnız kalmak, kafasını dinlendirmek istemiştir. Artık hepimiz de biliyoruz ki hastanelerin Ela için ne kadar bunaltıcı bir yer olduğunu. O da kendisini iyi hissetmek için biraz uzaklaşmak istemiştir."dedi Defne abla Hilal'in bana bakışını görünce. Benim kaçamak cevap verdiğimi görünce hemen araya girmişti. Bana bakıp elini dizimin üzerine koydu. "Yeni iyileştiğin için evde kalıp dinlenmen gerektiğini her ne kadar düşünsem de, çıkmakla çok iyi yapmışsın canım. Çünkü sana neyin iyi gelip gelmediğini sen hepimizden daha iyi biliyorsun. Üstelik babaannem sizde kaldığı için eve gelip giden çok olur. Sen çıkmakla en iyisini yapmışsın güzelim. Baksana hava almak sana çok iyi gelmiş, yüzüne renk gelmiş."deyip bana bakarak göz kırptı. Söylediklerinden dolayı yüzüm kızarsa da ona içtenlikle tebessüm ettim. Defne abla benim Asaf'ın yanında olduğumu biliyordu. Asaf'ın yanındayken beni aramış ve telefonumu Asaf cevaplamıştı.

Telefonumun titreşim sesi gelince, bakışlarımı Defne abladan çekip telefonu çantamdan çıkardım. Asaf'tan mesaj gelmişti.

'Şimdiden özledim.' yazmıştı. Gülümsedim. Daha yanından ayrılalı yirmi dakika bile olmamıştı. Ama şöyle bir şey vardı ki, yanından biraz önce ayrılmış olsam bile ben de özlemiştim...

"Havayı nerede aldığın şimdi belli oldu."dedi Hilal ikimizin duyacağı bir şekilde. Tabii Defne abla da yanımızda oturduğu için onun da duyma ihtimali yüksekti. Bakışlarımı telefondan kaldırıp Hilal'e baktığımda onun bakışlarının telefonda olduğunu gördüm. Gülümsüyordu. Telefonu ters çevirip tekrar çantama bırakırken Hilal, Defne ablaya bakıp konuşmaya başlamıştı.

"Haklısın abla, Roz kalabalık ortamları hiç sevmez. Onun da biraz yalnız kalıp kafasını dinlemeye ihtiyacı var, ben bunu düşünemedim."dedi kolu koluma hafif sürterek.

**********************

ASAF'TAN

Bana bir gün aşık olacaksın, sevdiğin kadın uğruna ülkeni terk edecek, bir daha oraya ayak basmak istemeyeceksin ama ayakların seni kendiliğinden oraya götürmek isteyecek deselerdi gülüp geçerdim.
Aşka inanan birisiydim evet. Ama kendi ülkemi, kendi ailemi, arkadaşlarımı, sevdiklerimi bırakıp gitmek isteyecek kadar beni yaralayacağını hiç düşünemezdim...

Ela beni her reddettiğinde sanki mümkünmüş gibi ona daha çok bağlanmıştım. Onu görmek istemediğim tek bir günüm, onu düşünmediğim tek bir anım bile olmamıştı. Onu sevdiğimi, onunla bir gelecek kurmak istediğimi her söylediğimde, benimle aynı duyguları paylaşmasına rağmen, beni her seferinde reddetmiş, istemediğini söylemişti.

Korkularından dolayı beni kabul etmemişti, bunu biliyordum, hem de en başından beri. Onu anlıyordum da ama Ela'nın bilmediği, belki de bilmekten hep kaçtığı bir şey vardı; ben onu her haliyle sevmiştim... Fiziksel görünüşü benim için hiçbir şeydi, ben onun kalbine vurulmuştum.

Kimin ne dediği ya da ne diyeceği asla umurunda olmamıştı, ne ailemin ne de başkalarının. Ki ne annem ne babam ne de kardeşlerim Ela'yı hastalığından dolayı kabul etmemezlik yapmazlardı. Onlar Ela'yı çok seviyorlardı. Hele ki ablam... Ablam Ela'yı o kadar çok seviyordu ki, onu üzeceğimden korktuğu için en başından ondan uzak durmamı söylemişti. Ama ben ondan uzak duramamıştım, bunu istesem de becerememiştim.

'Ela'yı üzersen, onun canını yakacak tek bir şey yaparsan kardeşim demem silerim seni' demişti ablam en son, ondan vazgeçemeyeceğimi anlayınca. Doğrusu ondan vazgeçmeyi denemiştim ama olmamıştı, olmuyordu... Amerika'ya gitmeden önceki son konuşmamızdan sonra onu kalbimden söküp atmayı istemiştim ve bunu ancak ondan uzak kalırsam başarabilirim diye düşünmüştüm. Fakat düşündüğüm gibi olmamıştı...

Ela'dan uzak kaldığım her gün onu daha çok özlemiştim. Daha fazla bu özleme dayanamayacağımı anlayan ayaklarım beni Ela'ya götürmüştü, onun geldiğimden haberi olmadan... Kimsenin haberi olmadan Türkiye'ye gelip Ela'yı doyasıya izledikten sonra geri dönerdim. Bu bir süre böyle devam etmiş ve bir kaç ay sonra Türkiye'ye dönmeye karar vermiştim, Hazal ile birlikte...

Hazal, çok değer verdiğim bir arkadaşımdı. Arkadaştan öte kardeşim gibiydi. Yusuf'un vefat eden kız arkadaşı Esra'nın kuzeniydi. Metin amcalar ve Selim dışında bizimkilerden kimseyi tanımıyordu. Türkiye'ye de bu ilk gelişiydi, sırf benim yüzümden, Ela'yı kazanabilmem için...

En başından beri yaptığımız oyunun riskli olduğunun farkındaydım. Ela'yı tamamen kaybetme olasığım oldukça yüksekti. Onu sevdiğimi hey fırsatta söylememe rağmen beni geri çeviren Ela, bu sefer beni tamamen silebilirdi. Ama Hazal, Ela'yı kazanmam için kaybetmeyi göze almamı, sonunda da onu kazanacağımı söyleyip durmuştu.
Onu kazanmak için beni silmesini bile göze almışken onun hayatını tehlikeye atabileceğimi hiç düşünmemiştim. Beni Hazal ile birlikte görürse belki de duygularının farkına varıp bize bir şans vereceğini düşünmüştüm. Oysa amcam yüzük takmak için yanımıza gelirken, Ela'nın bana olan kırgın bakışlarını görmüştüm. O an herkesin içinde gidip ona bütün bunların yalan olduğunu, onu kazanmak için her şeyin bir oyundan ibaret olduğunu söylemek istemiştim ama yapamamıştım.

Kaçırdığı bakışlarını, ağlamamak için kendisini ne kadar sıktığını, ayakta kalabilmek için direndiğine şahit olduğumda artık çok geç olmuştu. Ela gözlerimin önünde yere yığılıp kalmıştı. Yere yığıldığında ona doğru nasıl gittiğimi, onu nasıl kucakladığımı bilmiyordum. Gözüm hiç bir şeyi görmemişti. Herkes etrafımızda toplanmış Ela'ya ne olduğunu anlamaya çalışırlarken, ben öylece Ela'ya odaklanmış onu bırakmamıştım. Kollarımın arasında nefessiz kalıp gözleri kapanırken, elimden hiçbir şeyin gelmemesi benim dünyamı başıma yıkmıştı sanki...

Gözleri kapanırken gözünden inen bir damla yaş parmağımın üzerine süzülürken, ben o bir damla yaşta boğulmuş hissetmiştim kendimi... Her şey benim yüzümden olmuştu. Ben az kalsın bu hayatta en çok sevdiğim kadını kaybedecektim, bir daha hiç görmemek üzere... Üstelik benim yüzümden.

Eğer Ela'ya bir şey olsaydı kendimi asla affetmezdim. Ne amcamın, ne yengemin, ne de Yusuf'un yüzüne bir daha bakabilirdim. Ben aşık olduğum kadını kaybedecekken, onların da yeni kavuştuğu kızlarını kaybetmelerine sebep olacaktım.

Ama Allah'a şükür ki öyle olmamıştı. Ela hayata tutunmuş bizi bırakmamıştı. Benim Ela'm güçlüydü. Bana, hayatıma geri dönmüştü. Hayatım tekrar onunla anlam kazanmıştı.

Yoğun bakımdan çıkıp normal odaya alındığında yanına gitmeye cesaret edememiştim. Daha doğrusu korkmuştum. Bana nefretle bakmasından, beni görmek istememesinden korkmuştum... Neticede benim yüzümden günlerce acı çekmiş, can çekişmişti. Gözlerindeki o kırgınlığı görmek bana daha çok acı verirdi.
Gözlerini açması için günlerce dua edip kapısının önünden bir an bile ayrılamayan ben, o an yanına gidip sarılamamıştım...

Herkes dağıldıktan sonra odada Ela'nın yanında bir tek Hilal kaldığında tüm cesaretimi toplayıp odaya girmiştim. Onu öyle yatakta yorgun, bitkin düşmüş halini görmek kalbimi bir kez daha acımıştı. Onun acı çektiğini görmek beni paramparça etmeye yetmişti. O an onun bedenindeki tüm acı bana geçsin, onun canı hiç yanmasın istemiştim.

Hilal her şeyi bildiği için bizi yalnız bırakmak istemiş ve çıkmadan evvel Ela'nın da benimle konuşmak istediğini belirtip bizi yalnız bırakmıştı.
Ela'nın benimle konuşmak istediğini söylemişti ama Ela benimle 'Asaf... Ben...' dışında tek kelime konuşmayıp sadece yaşlı gözleriyle bana bakmıştı. Dudakları arasındaki sözleri çıkmasa da bana demek istediği her şeyi gözlerinden okumuştum. Bana olan kırgın bakışları her şeyi çok net anlatmıştı...

Yanına yaklaşıp ona sıkıca sarıldığımda elleri boşluğa düşer gibi her iki yanına düşmüştü. Şaşırmıştı. Ona sarılmamı beklememişti ama ben ayların verdiği özlemle onu bir daha bırakmamak üzere sarılmıştım. Bir kaç saniye sonra kollarını sırtımda hissettiğimde gülümseyip onu daha çok sarmıştım. Onu öptüğümde bana karşılık verse de sonrasında yaptığımızın yanlış olduğunu düşünüp kendini geri çekmişti.

Ona her şeyin bir kurmacadan ibaret olduğunu, sadece onu kazanmak için yapmak zorunda olduğumuz bir oyun olduğunu söylediğimizde bize kızıp yalnız kalmak istediğini söylese de, gözlerinde oluşan o pırıltıyı görmüştüm. Sonrasında ise her şey çok güzel ilerlemişti. Ela artık korkularını ve de en önemlisi inadını bırakmış bize bir şans vermişti.

Her şey böyle film şeridi gibi gözlerimin önünden geçerken duygulanmıştım. Önümdeki bilgisayara dönüp sabah gelen maillere baktım. Bir gözüm de sürekli telefonda, Ela'dan gelecek cevabı bekliyordum. Bugün onunla çok güzel vakit geçirmiş olsam da, Hilal'in yanına bırakıp şirkete geçene kadar onu özlemiştim. Ela'ya yeni kavuşmuşken ondan uzak kalmak bana iyi gelmiyordu. Her an yanımda olsun istiyordum.

Bir an önce işimi halledip tekrar Ela'nın yanına gitmek için gelen mailleri hızla kontrol ettim. Fazla mail birikmediği için işimi hızlıca bitirip bilgisayarı kapatacakken kapının çalmasıyla bakışlarımı kapıya çevirip gel dedim. Bir kaç saniye sonra Dua elindeki dosyayla içeri girip kapıyı arkasından yavaşça kapattı.

"Asaf bey, Yusuf bey bunları imzalamanız için gönderdi, acilmiş. Bir de gelecek haftaki ihalenin dosyasını istedi."dedi elindeki dosyayı bana doğru uzatarak.

Kafamı sallayıp uzattığı dosyayı alırken köşedeki dolabı işaret ettim. "Üst çekmecede."deyip dosyayı incelemeye başladım. Filiz hanım ihale dosyalarını en üste koyduğu için Dua bulmakta zorlanmamıştı. Dosyaları imzalarken göz ucuyla Dua'ya baktım.
Eline aldığı dosyayla masanın biraz gerisinde durup benim işimi bitirmemi bekliyordu.

"Ömer nasıl? Her şey yolunda mı?"dedim son bir kaç imzayı da atıp dosyayı ona doğru uzatırken.

"Evet efendim her şey yolunda, Ömer de gayet iyi. Doktor bir kaç gün sonra taburcu olabileceğini, artık tedaviye evde devam edeceklerini söyledi."dedi gülümseyerek. Kafamı anladım der gibi salladım. Ömer adına sevinmiştim.
Dua uzattığım dosyayı alıp çıkacakken tekrar konuştum. "Dua, bir şeye ihtiyacınız olursa hiç çekinmeden bana da söyleyebilirsin. Elimden ne gelirse yaparım. Artık sen de, Ömer de benim bir kardeşimsiniz."dediğimde, Dua teşekkür edercesine tebessüm edip kafasını sallayarak odadan çıktı.

Ömer'i Ela sayesinde tanımıştık ve Ela'nın ona ve Dua'ya ne kadar değer verdiğine şahit olmuştuk.
Yusuf, Dua ve Ömer'in durumunu anlattığında ise açıkçası onlar için fazlasıyla üzülmüştüm. Özellikle de Ömer için... O küçücük bedeniyle hastalığa yakalanmış, savaş vermeye çalışıyordu. Üstelik maddi durumları çok kötü olduğu için tedavi olamamış, küçük bedeni ile öyle bir hastalığa göğüs germişti. Neyse ki daha tedavisine geç kalınmadan Ela onları bulmuştu.

Bir melek gibi onların hayatına girmişti...

O mahalleye Ela'yı almaya gittiğimde nasıl bir yerde yaşadıklarını görmüştüm. Gözüm Ela'da olduğu için eve doğru düzgün bakmamış olsam da, yıkık dökük bir ev olduğunu görmüştüm. Adem abi Ela'nın eski bir mahallede olduğunu, bir adamın az kalsın ona zarar vereceğini söylediğinde kan beynime sıçramıştı. Nasıl evden çıktığımı, nasıl oraya vardığımı anlamamıştım.

İki hafta önce

Ela amcam ile mezarlığa gidip geç saatlere kadar dönmemişti. Gözüm sürekli onu görmek ister gibi etrafta onu aramıştı. Onu birazcık bile tanımışsam eğer, biz onlarda olduğumuz için dönmek istemediğini biliyordum.

Gittiklerinden iki saat sonra amcamın döndüğünü, Ela'nın da kapıya kadar ona eşlik edip tekrar gittiğini Zehra'dan öğrenmiştim. Ela yine her zamanki gibi benden kaçmıştı. Oysa ben onun bir an önce korkularını yenip, duygularının farkına varması için Hazal ile evlilik oyununu oynayıp onunla görünmek istemiştim. Beni Hazal ile birlikte görürse belki de pişmanlık duyup beni geri ister diye umut ediyordum.

Kolumdaki saate bakıp ayağımı ritim tutar gibi sallamaya devam ettim. Ela'nın bu saate kadar eve dönmüş olması gerekmiyor muydu? Neredeyse akşam olmak üzereydi ve Ela hiçbir yerde gözükmüyordu. Tamam, amcam ile biz burada olduğumuz için dönmemişti. Ama bu saate kadar gitmiş olduğumuzu düşünüp geri dönmesi gerekmiyor muydu?

'Sıla, Ela daha dönmedi mi?' dedim Sıla salonun önünden geçerken. Belki bize görünmeden odasına çıkmıştır düşüncesiyle tekrar sormak istemiştim. Durup bana baktı.

'Hayır efendim, daha dönmediler.' dediğinde tamam anlamında kafamı salladım. Tekrar saate bakıp elimi saçlarımdan geçirdim. Nerede kalmıştı bu kız?
Hilal'in yanında desem, Hilal bir kaç saat olmuştu buraya geleli. Hilal'in yanında değilse neredeydi bu?
İçimin daraldığını hissediyordum. Yakamı gevşetip ayağa kalkarak salonda dolanmaya başladım.

'Asaf yeter! Bir o yana bir bu yana dolanıp durma artık, yemin ederim başım döndü."dedi Hazal bir süre sonra. Ama kendimi durduramıyordum. Onu bir an önce görmek istiyordum. Bana kızgın da baksa, kırgın da baksa, beni görmezden gelmek istese bile onu görmek isteyen yanımı durduramıyordum. Ben onu aylarca uzaktan görüp yanına yaklaşamamanın acısını çekmiştim.

Artık ondan uzak kalmak işkenceden farksız değildi.

Dolanmaya devam ettiğimi gören Hazal daha fazla dayanamayarak önüme geçip kolumdan tutarak durdurdu beni. 'Dur artık! Şimdi herkes anlayacak. Kendini o kadar belli ediyorsun ki, seni tanımayan bile anlar Ela'yı ne kadar sevdiğini. Şimdi Metin amca ya da Zühre teyze sana Ela'yı neden bu kadar sorduğunu sorarlarsa ne cevap vereceksin? Kızınızı çok özledim, onsuz duramıyorum mu diyeceksin? Yusuf'u demiyorum bile. O seni kendinden daha iyi tanır. Hoş bu güne kadar nasıl anlamadıysa?'dedi sesini alçak tutarak. Kimsenin duymadığına emin olmak için bakışlarını etrafa gezdirip tekrar bana döndü. 'Madem bir oyuna girdik, oyunu kuralına göre oynayacaksın. Ela'yı mı istiyorsun? O zaman bırak şimdilik seni kaybettiğini sansın. Bakalım seni benimle birlikte görmeye ne kadar dayanacak?'

'Onu üzgün görmeye dayanamıyorum Hazal... Bana nasıl kırgın baktığını görmedin mi dün? Gözlerinden inen yaşlara sebep olmak beni mahvediyor... Onun acı çektiğini görüp hiç bir şey yapamamak beni mahvediyor, bunu neden anlamıyorsun?.'

'Asaf, canım kardeşim, seni çok iyi anlıyorum. Onun üzülmesini istemiyorsun, biliyorum. Ama biz bu oyuna neden girdik? Ela'nın seni sevdiğini ama korktuğu için sürekli seni reddettiğini söylememiş miydin? O zaman bırak kız içindeki korkuyu yenip sana kendi gelmek istesin.' dedi kolumu dostane bir şekilde sıvazlayarak. Tamam, bunu istiyordum, hem de her şeyden çok... Ama bu yapacaklarım onu derinden yaralayacaktı. İşte ben bu duruma katlanamıyorum. Ela'nın beni sevdiğini biliyordum. Hem de benim için benden vazgeçebilecek kadar... Benim ondan vazgeçmem için hâlâ kalbinde Özgür'ün olduğunu düşündürtmeyi göze alacak kadar...

'Evet ama onu düşünmeden yapamıyorum Hazal. Bu saate kadar nerede, kiminle, başına bir şey mi geldi hiç biliyorum. Ela bu saate kadar dışarda kalmazdı.'
Şimdiye kadar eve dönmesi gerektiği için onun için endişelenmeye başlamıştım. Amcamlara da Yusuf'a da artık soramıyordum. Hazal'ın da demin dediği gibi bana Ela'yı neden sorduğumu sorduklarında onlara verecek bir cevabım yoktu.

'Belki arkadaşının yanındadır. Biz buradayız diye de dönmek istemiyordur.' Biz buradayız diye dönmediği kesindi ama arkadaşının yanında olması imkansızdı. Hilal buradaydı, hemde birkaç saattir... Ela'nın burada Hilal'den başka bir arkadaşı da yoktu...

'Onun burada Hilal'den başka bir arkadaşı yok.' dedim elimi sakalımda gezdirerek.

'Endişelenme bu kadar, kötü bir şey olsaydı amcanlar bu kadar rahat olurlar mıydı? Kesin bir yerlere gidip yalnız kalmak istemiştir.' bakışları salonun kapısına doğru çevrilince bana biraz daha yaklaştı ve kulağıma fısıldadı. 'Şimdi bu düşünceli tavrından çık, çünkü hemen arkanda Hilal var. Sana öldürücü gözlerle bakıyor.' dedikten sonra eğilip masadaki kahvesini eline alarak arka bahçeye çıktı.
Arkama dönüp Hilal'e baktığımda tam da Hazal'ın dediği gibi öldürücü bakışlarıyla karşı karşıya kaldım. Daha önce onu hiç böyle görmemiştim. Bana öyle bir bakıyordu ki, sanki biraz sonra üzerime saldırıp içindeki tüm öfkesini bana kusacak gibi...
Halbuki bizim için en çok uğraş veren o olmuştu. Her fırsatta bizi birleştirmek istemişti. Ama onun da uğraşı bir sonuç vermemişti. Ela arkadaşının tüm çabasına rağmen içindeki korkuyu yenip bana bir adım atmamıştı.

'Siz hâlâ burada mıydınız? Ben sanmıştım ki şimdiye kadar gitmişsinizdir.' dedi samimiyetten uzak bir tavırla.

'Ela nerede?'dedim dediğini kulak ardı ederek. Ela'yı merak ederken Hilal'in laf sokmasını kaldıramazdım şimdilik. O yüzden direkt ona Ela'nın nerede olduğunu sormak istedim. Ela'nın nerede olduğunu bilse bilse ancak Hilal bilirdi. Dediğimle yüzünde alay eder gibi bir gülümseme belirdi.

'Neden onu soruyorsun ki? Ela'nın nerede olduğu seni neden ilgilendirsin ki?' Gözlerindeki öfke sesine de yansımıştı.

'Ben... ben sadece merak ettim.'dedim. Yüzündeki alaylı gülümseme daha da büyüdü.

'Sen Ela'yı merak edemezsin. ' dedi soğuk çıkan sesiyle. Birkaç adımla yanıma yaklaşıp gözlerimin içine bakarak konuşmasına devam etti. 'Sen o hakkı buradan giderek kaybettin... Sen o hakkı başka birinin elini tutup dönerken kaybettin... Sen o hakkı dün gece herkesin önünde o kızla evlenmeye karar verdiğini söylediğinde kaybettin...'dedi sesini yüksek çıkarmamaya çalışarak. Sesi öyle sert öyle soğuk çıkmıştı ki... Ses etmedim. Bekledim. İçindeki bütün öfkeyi yüzüme kusar gibi sözlerine devam etti.

'Şimdi diyeceksin ki Ela beni kabul etmedi, ben denedim ama o istemedi. Doğru... Ela seni hep reddetti. Fakat sana en başından Ela'nın kolay kolay seni kabul etmeyeceğini sana sebebiyle söyledim. Hem de sen bana Ela'yı sevdiğini ilk söylediğinde... Sana dedim ondan vazgeçeceksen hiç çabalama şimdi vazgeç dedim.' dedi. Kafamı sessizce salladım. Ama ben ondan hiç vazgeçmemiştim. Ela'nın kolayca bana gelmesini beklememiştim zaten, hâlâ da beklemiyorum. Ki, oynadığım oyundan sonra onu tamamen kaybetme olasığım çok yüksekti. 'Ela'nın yaşadığı hayat kolay değil. O çok zor günlerden geçti ve hâlâ geçmeye devam ediyor. Yaşadıkları çok kolaymış gibi bir de gerçek ailesi tarafından terk edildiğini, evlatlık olduğunu öğrendi. Bütün bunların kolay olduğunu mu sanıyorsun? Değil... Bunlar bir insanın kolay kolay kaldırabileceği bir şey değil...' Kolay olmadığını biliyordum. Ama Ela bütün sorunlarla mücadele etmişti. Bizim duyarken bile zorlandığımız sözleri, Ela bir bir yaşamış ve güçlü durmaya devam etmişti. İşte benim Ela'dan vazgeçemememin bir diğer nedeni de buydu. Her şeyin üstesinden gelecek kadar güçlü durmasıydı...

'Ela hep sevdiği insanlar tarafından terk edildi ve artık içinde güven duygusu diye bir şey kalmadı. Ela'nın içindeki güven duygusunu yok ettiler, siz yok ettiniz. Bu yaşadıklarından sonra Ela'nın seni hemen kabul etmeyeceğini söylemiştim. Peki sen değil miydin Ela için ne gerekiyorsa yaparım diyen? Onun her zorluğunda yanında olacağına söz veren? Ela beni kabul edene kadar ondan vazgeçmem diyen sen değil miydin? Ama görüyoruz ki çok da kolay vazgeçenlerdenmişsin.' Ellerini göğsünde birleştirip bana bir adım daha yaklaştı. 'Biliyor musun ben sizin olabileceğinize o kadar inanmıştım ki... Sen Selim'in arkadaşıydın, sen de sevdiğine sahip çıkarsın sanmıştım. Ama senin de Özgür'den hiç bir farkın yokmuş, sen de kalıbının adamı değilmişsin...' dedi tüm öfkesini yüzüme kusarak. Bu sözleri bana söylerken belki kendince haklıydı. Neticede onun gözünde sevdiği kadını bırakıp başkasıyla evlenme kararı alan biriydim. O yüzden dediklerini sonuna kadar sessizce dinledim. Ama son sözü kalbime bir bıçak gibi saplanmıştı. Beni o adamla kıyaslamıştı. Ela'nın kalbini parça parça edip eline veren adam... Ama ben o değildim, asla da olamazdım. Ben Ela'yı tüm kalbimle benimsemiş, sevmiştim.

Oynadığımız oyunun o adamın yaptıklarını anımsattığını biliyordum. Lakin hiç kimse bilmese de
ben Ela'dan vazgeçememiştim... Bütün yaptıklarım sadece Ela'yı kazanmak içindi.

'Bana istediğini söyleyebilirsin. İster bağır, ister kız, ister görmezden gel, istersen de vur. Ama sakın bir daha beni o adamla aynı kefeye koyma!!!'dedim. Kaşlarım kendiliğinden çatılmıştı. O adamın ismi Ela ile yan yana geçtiğinde içimdeki öfke kabarıyordu.

'Neden? Sen de o adamın Ela'ya yaptığının aynısını yapmadın mı?'dedi. Sesi deminkine nazaran daha da soğuk çıkmıştı. Yapmadım demek istesem de yapamadım. Sessiz kaldım.

'Neden susuyorsun? Söylesene hadi, onun yaptığının aynısını yapmadın mı!!? Belki de haklısın. Seni onunla aynı kefeye koymam hata, çünkü sen ondan çok daha kötüsün... İki yüzlüsün... Sen onu yalandan seviyormuş gibi yaptın... Onun kalbine dokunup bir anda çekip gittin.' Parmağının ucunu omuzuma değdirip beni geri itti. 'Sen onun seni sevdiğini ama korktuğu için yapamadığını biliyordun. Peki ne için korktuğunu, güvenmek istemediğini biliyor muydun? Senin de Özgür gibi onu bırakıp gitmenden korkmuştu... Ve sen de onun gibi yapıp onun güvenini bir kez daha yıktın. Ben ona her ne kadar her insan aynı değil, Asaf Özgür gibi değil, o seni yarı yolda bırakmaz desem de, sen Ela'yı sana güvenmemekte haklı çıkardın. Onun seni sevmesini sağlayıp çekip gittin.' dedi ben sessiz kalırken. Yüzüme tiksinir gibi bakıyordu. Boğazım düğüm düğüm olduğu için yutkunmakta zorlandım.
Sözleri ağırdı, omuzlarımın kaldıramayacağı kadar ağır... Peki bütün bu sözleri hak etmiş miydim? Ben Ela'nın bile isteye canını yakacak biri miydim ki bu sözlere tabi tutuluyordum? Onun canı her yandığında benimki de yanmıyor muydu? Yanıyordu... İçimi yakacak kadar yanıyordu. Peki kimse bunu neden görmüyordu?

'Sen gittikten sonra Ela'ya ne olur hiç düşünmedim mi?' Düşündüm. Hem de her an. Ama gitmem gerekiyordu. Ben gitmedikçe hem onu hem kendimi üzüyordum. 'Ela'da geçmesi mümkün olmayan yaralar bıraktın ve hâlâ aynı şeyi yapıyorsun... Yaralarının üstünde tepinmeye devam ediyorsun.' dedi. Konuşurken sesi titremiş, gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı. Bu sözleri benim canımı yakmak için kullanıyordu. Ela'nın canı yandığı için benimde canımı yakmak istiyordu ve bunda gayet başarılıydı. Benim canım bin kat daha yanıyordu, üstelik söylediklerini yapmamama rağmen.

'Hilal ben...' Dilimin ucundaki kelimeler bir türlü dökülmüyordu dudaklarımın arasından. Hilal'e anlatırsam Ela'ya anlatmasından korkuyordum. İşte o zaman beni kalbine kabul etmeden, korkularını yenmeden, bana güvenmeden Ela'yı tamamen kaybederdim. Bunu göze alamazdım. Ben onu kaybetmeye dayanacak kadar güçlü değildim.

'Sen ne Asaf, sen ne!!?' dedi sesini yükselterek. Artık kendini sakin tutamadığını biliyordum. Selim'den onun ve Ela'nın birbirlerine çok bağlı olduklarını her seferinde duymuştum. Ve buna buraya geldiklerinden beri bizzat şahit olmuştum. 'Önce Özgür sonra her iki ailesi şimdi de sen. Arkadaşının hayatını mahvettiniz.' gözlerindeki yaşları elinin tersiyle silip bakışlarını yüzüme dikerek devam etti. 'Herkesin haklı ya da haksız bir nedeni vardı. Peki sen? Senin sebebin neydi Asaf? Ela'nın seni kabul etmemesi miydi?' dediğinde sadece kafamı iki yana sallamakla yetindim.

'Peki neden Asaf, neden? Neden ondan vazgeçtin!?'

'Ben Ela'dan vazge...' konuşmamı bölen Selim, Bahar ve Hazal'ın bahçe kapısından içeri girmesiydi. Onlar içeri gitmekte biraz daha geç kalsalardı Hilal'e her şeyi tüm gerçekliği ile anlatacaktım az kalsın.

Konuşmamızı duymuşlar mıydı acaba?

'Ne oluyor? Neden bağırıyorsunuz? Sesiniz taa bahçeye kadar geliyor.'dedi Selim. Yanımıza doğru gelirken Hilal kafasını çevirip gözlerini sildi.

'Yok bir şey canım. Sadece konuşuyorduk.' dedi Hilal birkaç saniye sonra gülümsemeye çalışarak. Selim önce ona ardından da bana bakınca kafamı Hilal'i onaylar bir şekilde salladım.

'Konuşuyor gibi değil de, sanki bir şeyi tartışıyor gibi geliyordu sesiniz.'dedi Selim hâlâ üsteleyerek. Ne konuştuğumuzu, onun deyimiyle neden tartıştığımızı merak ediyordu.

'Size öyle gelmiştir Selim. Hilal dedi ya sadece konuşuyorduk. Doğru. Karın bana kafasını kurcalayan bazı şeyleri sordu, ben de cevapladım. Hepsi o kadar.' dedim Selim'in koluna dokunup geçip yerime otururken. Selim'in pek de inandığı söylenemezdi. Gerçi inanmasını da beklemiyordum. Hilal bana bakıp ağzının içinde bir şeyler mırıldandıktan sonra Selim'in koluna girdi.

'Aşkım neden tartışalım ki? Arkadaşının da dediği gibi kafamı kurcalayan birkaç şey vardı. Sordum, o da cevapladı sağolsun.'dedi. Yüzündeki sahte gülümsemesiyle önce bana sonra Selim'e baktı. Selim'in hiç bir şey anlamaması için yüzündeki sahte gülümsemeyi devam ettirip onunla beraber karşımızdaki kanepeye geçip oturdu.
Selim dediklerimize inanmasa da sessiz kalıp daha fazla üstelememişti.
Hazal yanıma oturup bana yaklaşınca o an Hilal'in yüzündeki gülümseme silinmiş hemen yerini öfke almıştı. Birkaç saniye sonra bakışlarını bizden çekip Selim'e döndü.

'Canım ben Ece'nin yanına çıkayım. Ela gele...' Hilal'in konuşmasını bölen çalan telefonun sesi oldu. Çalan telefon herhangi birimizin değildi. Hepimizin bakışları sesin geldiği tarafa döndü. Bu Yusuf'un telefonuydu. Çalışma odasına geçerken yemek masasında unutmuş olmalıydı herhalde. Telefon bir süre çalıp kapandı. Birkaç saniye sonra tekrar çalmaya başlayınca yerimden kalktım.

'Yusuf yine işe dalmış olmalı, en iyisi ben şu telefona bakayım.'dedim. Hem biraz nefes almam hem de Hilal'in öfkeli bakışlarından kurtulmam lazımdı.

Telefon daha kapanmadan açıp kulağıma götürdüm. Israrla telefonu çaldıran Adem'di. Ben daha konuşmadan hemen söze girdi.

'Yusuf bey hemen gelmeniz lazım. Ela hanım...' Ela ismini duyar duymaz kalbim sıkışmıştı. Adem'in sesi tedirgin geliyordu.

Yoksa Ela'ya bir şey mi olmuştu?

Hızla adımlarımı bahçeye yönlendirdim. 'Ne oldu Ela'ya?' Sesim istemsizce yüksek çıkmıştı. Adem, Yusuf'un sesini değil de benim sesimi işitince bir an duraksadı.

'Konuşsana Adem! Ela'ya ne oldu?'dedim sesimi tekrar yükselterek.

'Ela hanım kimseye haber vermemi istemedi ama bunu Yusuf beyden saklayamam, Yusuf beyin bunu bilmesi lazım.'

'Lafı dolandırmadan söylesene be adam!!! Söyle ne oldu Ela'ya? Ela iyi mi?' Bahçenin ortasında dolanıp dururken Adem'in iyi bir şey söylemesini diliyordum. Ela iyi, ona hiç bir şey olmadı desin istiyordum.

'Ela hanım şuan iyi merak etmeyin Asaf bey, sadece biraz korkmuş.'

'Neden? Neden korkmuş? Şunu doğru düzgün anlat!'

'Ela hanım bir adam tarafından az daha saldırıya uğrayacaktı.' dediğinde öfke tüm bedenime yayıldı.
Ne demek saldırıya uğrayacaktı? Kim, neden Ela'ya zarar vermek istesin ki?
Koşar adımlarla arabaya yönelip bindiğim gibi çalıştırdım. Bir an önce Ela'nın yanına ulaşmam lazımdı. Onu görmem lazımdı.

'Ela, o iyi mi? Ona herhangi bir zarar geldi mi?'dedim dişlerimi birbirine bastırıp ellerimi direksiyona hızla vururken. Eğer ki Ela'ya en ufak bir zarar vermişse o adam, o zaman o adamın benim elimden çekeceği vardı. Onu kimse elimden alamazdı.

'Hayır efendim Ela hanıma herhangi bir zarar gelmedi. Dediğim gibi sadece biraz korktu.' Derin bir nefes alıp elimle boynumu ovdum. Çok şükür Ela iyiydi. Ona bir şey olmamıştı.

'Neredesiniz şuan , yanında mı? Telefonu ona ver.' dedim. Benimle konuşmak istemeyeceğini biliyordum ama sesini duymaya ihtiyacım vardı.

'Hayır efendim. Onu eve bırakmak istedim. Lakin Ela hanım kendisinin taksi ile döneceğini, benim adamı karakola teslim etmemi istedi. Ama ben adamı en yakın karakola bırakıp Ela hanıma hemen yetişmeye çalışacağım.' dedi. Off Ela offf, yine kendi bildiğini yapacaksın değil mi?

'Bana Ela'nın olduğu yerin adresini hemen at, bir de o adamı karakola değil, bizim eski fabrikalardan birine götür ve ben oraya birini göndermeden başından ayrılma. Onu polisten önce ben göreceğim.' deyip telefonu kapattım. Bakalım Ela'ya saldırdığı gibi bana da saldırabilecek mi?
Elimdeki telefonu ceketimin iç cebine koyup gaza daha fazla yüklendim. Ela'nın saldırıya uğradığını duyunca hemen çıkmıştım ve Yusuf'un telefonunu da beraberimde getirmiştim.

Yaklaşık 20 dakika sonra Adem'in attığı adrese varmıştım. Yıkık dökük binalarla dolu eski bir mahalleydi. Ela'nın böyle bir yerde ne işi olabilirdi ki?
Arabadan inip etrafta gezdirdim bakışlarımı. Geldiğim adreste bir tane iki katlı bir bina bir tane de müstakil bir ev vardı. Müstakil ev diğerine göre daha harabeydi, daha doğrusu neredeyse yıkılmak üzereydi ve Adem'in dediğine göre de Ela o evdeydi. Hızlı adımlarla kapıya varıp birkaç kez üst üste sertçe çaldım kapıyı. İçerden hiç ses gelmiyordu. Yoksa gitmiş miydi? Ya gitmiş, ya da korktuğu için ses çıkarmıyordu.

'Açın kapıyı!! İçerde kimse yok mu?'dedim sesimi yükselterek. Saniyeler sonra kapı yavaşça açılmıştı. Kapıyı açan kız bana korku dolu gözlerle bakarken bakışlarım hemen Ela'yı aradı. Ela hemen kapıyı açan kızın arkasındaydı ve onun arkasına da saklanan küçük bir çocuk vardı.

Onlar bana şaşkınlıkla bakarlarken ben içeri girip Ela'yı baştan aşağı kontrol etmiştim, herhangi bir yerine bir şey olmuş mu diye. Ama görünürde bir şey yoktu.
Endişeyle onu incelediğimi gören Ela, şaşırmış ardından da arkadaşıyla ve yanındaki çocukla vedalaşacağını söyleyip beni dışarı çıkarmıştı. O kızı nereden tanıdığını, ne zaman arkadaş olduklarını bilimiyordum. Hem Ela'nın böyle bir mahallede, o kız ile ne işi vardı? Onunla nasıl bir arkadaşlığı olabilirdi ki?

Birkaç dakika sırtımı arabaya yaslayıp beklerken, Ela nihayet vedalaşma işini bitirip gelmişti. Hiçbir şey demeden direkt arabanın arka kapısını açacağı sırada elimle baskı uygulayıp kapatmıştım. Bana yakın oturmaktan kaçtığını biliyordum ama bu sefer buna izin vermemiştim. İlk başta yanımdaki koltuğa oturmamak için diretmek istese de, onu binmese kendim bindireceğimi söyleyip öne binmesini sağlamıştım.

Arabayı çalıştırıp mahalleden çıkana kadar ikimizden de ses çıkmamıştı. Gözüm sürekli ona doğru kaysa da yine de ses etmemiştim, onun orada ne işi olduğunu, o adamın neden saldırdığını merak ettiğim halde.

Telefonunu eline aldığında göz ucuyla ona bakmış ardından bakışlarımı yola çevirmiştim. Eve kadar böyle sessiz kalacağını bildiğim için artık dayanamayıp ona o mahallede ne işi olduğunu sormuştum.

Ama Ela yine bildiğimiz Ela'ydı... Yüz çevirmişti...

Cevap vermeyip kafasını cama yaslayınca bileğinden tutup kendime çevirmiştim. Ama bileğini tuttuğum gibi yüzünü ekşitip kolunu çektimişti. Ne oldu diye bakarken diğer eliyle bileğini tutmuş üzerine eğilmişti. İstemeden canını mı yakmıştım yoksa diye düşünmüştüm o an. Lakin bileğini acıtacak şekilde tutmamıştım.

Ben ona dokunmaya bile kıyamıyordum...

Onu kendime çevirip tuttuğu bileğine baktığımda bileğinin mosmor olduğunu görmemle kan beynime sıçramıştı. Bileği nasıl bu hale gelmişti? Bunu ona o adam mı yapmıştı?

Sinirden direksiyonu parmaklarımın arasında sıkıp ağzımın içinden bir küfür savurdum. Ben ona bakmaya bile kıyamazken, o adam onu ne hale getirmişti.

Ela'nın canı ne kadar yanmışsa, o adam bunu misliyle yaşayacaktı...

Ona bileğinin nasıl bu hale geldiğini sorduğumda kolunu çekip kendisini eve bırakmamı ve beni ilgilendirmediğini söylemişti.

Ben onun ailesinden değilmişim...

Loading...
0%