@zozanli
|
Keyifli okumalar 💞
ASAF'TAN Şimdiki zaman İşlerimi hallettim, artık Ela’nın yanına gidebilirim derken, yarınki toplantının bu güne alınmasıyla hayallerim suya düşmüştü. Babam, amcam ve Haluk amca şirketten erken ayrılmışlardı. Selim desen, bugün bir-iki saat dışında hiç yoktu. Ben de birkaç saat Ela’yla vakit geçirdiğim için bütün işler haliyle Yusuf’a kitlenmişti. Yusuf’u fazlasıyla yorduğumuzun farkındaydım. O yüzden bu güne alınan toplantının sorumluluğunu tek başıma üstlenmek istemiştim ama Yusuf bunu reddedip kendisinin de katılacağını belirtmişti. Toplantı Japonlarla olduğu ve toplantı içeriğine o daha çok hakim olduğu için pek ısrar edememiştim. Uzun süren toplantının ardından nihayet anlaşmayı sağlayıp el sıkışmıştık. Adamlara veda edip uğurladıktan sonra kolumdaki saate bakıp Filiz hanıma döndüm. Artık çok geç olmuştu. Saat neredeyse gece yarısına geliyordu. Toplantı fazlasıyla uzun sürdüğü için başımın ağrıdığını hissediyordum.
“Siz gidebilirsiniz artık, yarın öğlene kadar izinlisiniz.” Dedim. Tebessüm edip kafasını salladı. O da ziyadesiyle yorulmuşa benziyordu. Bugün çıkması gereken saatten çok geç çıktığı için yarın öğlene kadar izinli olacaktı.
“Filiz hanım aşağıya bir taksi çağırabilir misin?” dedi yorgun çıkan sesiyle. O hepimizden daha fazla yorulmuştu.
“Hayırdır abi, arabanı bakıma mı verdin?” dedim. Sabah arabasıyla geldiğini biliyordum.
“Yok. Ama araba kullanacak kadar iyi hissetmiyorum.” Kolundaki saate bakıp gözlerini ovuşturdu. “Biliyorsun Selçuk birkaç gündür izinde, Adem de babamla gitti. Onu bu saatte buraya çağırmak da istemiyorum. En iyisi taksi ile dönmek.” dedi. Kafamı anladım der gibi salladım. Adem’in çoluğu çocuğu olduğu için onu çağırmadığını biliyordum. Onu bu saatte çocuğundan ayırmak istemiyordu. Yusuf aile kavramına çok önem veren biriydi. Esra ile kurmak istediği aile yarım kalmıştı. Şimdi de birkaç saat de olsa bir çocuğu babasından ayırmak istemiyordu.
“Taksiye ne gerek var abi? Sonuçta aynı güzergaha gidiyoruz. Ben seni bırakırım.” Dedim. Doğrusu Yusuf'un yorgun düşmesine sevinmiştim, Ela'yı bir umut görürüm diye. Onu Hilal'in yanına bırakırken eve geçmek istediğinde bana haber vermesini söylemiştim ama toplantı bu güne alınınca onu arayıp işimin uzayacağını, şoför yollayacağımı söylediğimde, gerek olmadığını, kendi halledeceğini söylemişti.
“Sağol kardeşim ama ben direkt eve geçmeyeceğim. Önce Selim’lere uğramam lazım Ela orada. Ona orada kalmasını, toplantı sonrası onu alacağımı söylemiştim.”dediğinde gülümsedim. Bu çok daha güzeldi. En azından sevdiğim kadının o güzel yüzünü görecektim. Bu günün kapanışını onu görerek yapacaktım.
“Tamam onu da alır öyle gideriz.” Dedikten sonra Filiz hanıma işaret verip gitmesini söyledim. Filiz hanım giderken, Yusuf yanıma yaklaşıp elini omuzuma koyarak yorgunca gülümsedi. Bu bir nevi teşekkür idi.
“Aşağıdayım, sen de fazla oyalanma.” dedi ellerini cebine atarken. Kafamı sallayıp gülümsedim.
"Ceketimi alıp geliyorum hemen."dedim. Odama girmek üzere olduğumu görünce beni önceden uyarma gereği duymuştu. Amerika'dan döndükten sonra işim olduğunu söyleyerek odaya girer oyalanırdım çoğu zaman. Çalışmaz, sadece oyalanacak bir şeyler arardım, sırf Ela'ya gitmemek, oynadığımız oyunu bozmamak için. Çünkü ne zaman onunla yan yana gelsek üzülmesine sebep oluyordum ve ben onun üzülmesine katlanamıyordum.
Oysa şimdi öyle bir derdim yoktu. Aksine bir an önce ona gitmek istiyordum.
Yusuf asansöre doğru yönelirken, odaya girerek ceketimi alıp çıktım. Yusuf asansörü çağırana kadar ona yetişmiş, beraber binmiştik. Aşağı indiğimizde güvenlikçilerden biri arabayı kapıya getirmişti.
Yusuf da önceden sevmezdi sessizliği, ta ki Esra'yı kaybedene kadar. Esra'nın ölümü ile beraber sessizleşti, bambaşka biri haline geldi. Ruhsuz bir beden gibi kaldı. Esra'nın ölümünün üzerinden günler, haftalar, aylar hatta yıllar geçse de Yusuf'un bu sessizliği hep devam etti. Hayatına hiç kimseyi almadı, sanki Esra'dan başkası ona harammış gibi. Kendini hep işe verdi. İhale üstüne ihaleye girdi. Kendi kurduğu şirketi büyüttü. Bu süre zarfında Selim de, ben de, hep onunlaydık. Çektiği acıları, kendini işe verse de içinde olduğu durumu çok iyi görüyorduk.
Esra'yı unutamasa bile onsuzluğa alışır diye düşünmüştük. Belki de zamanla Esra'nın yerini değil de, onun acısını unutturan biri karşısına çıkar diye umut etmiştik. Ama umduğumuz gibi olmamıştı. Yusuf, Esra'nın ne acısını unutmuş, ne de yerine başka kimseyi koymuştu.
İnsanın sevdiğini kaybetmesi çok kötü bir durum değil miydi? Bunu ancak sevdiğini kaybeden anlardı öyle değil mi? Her daim Yusuf'un yanında olsam da, o zamanlar onun içinde olduğu acıyı anlamam mümkün değildi. Onun acı çektiğini görmek benim canımı acıtıyordu evet, fakat en çok acı çeken Yusuf'tu. Hayatım dediği kadın hayatından yok olmuştu.
Yusuf'un çektiği acının nasıl insanı kahrettiğini işte o gün anlamıştım, Ela'nın yoğun bakımda kaldığı o iki gün... O gün tarif edemediğim bir acı kaplamıştı tüm bedenimi. Ela bir odada kablolara bağlı bir şekilde can çekişirken, benim aldığım her bir nefes bana haram gibiydi. İşte o an anlamıştım Yusuf'un acısının neden geçmediğini, Esra'nın yerine neden kimseyi koymak istemediğini.
Ela, Yusuf'un yaşadıklarının neresindeydi, ne kadarını biliyordu bilmiyorum ama onun gelişi Yusuf'u yavaş yavaş değiştirmeye başlamıştı. Onunla hayatı tekrardan anlam kazanmıştı. Yusuf kardeşiyle zaman geçirdikçe etrafına ördüğü duvarları bir bir yıkmıştı. En önemlisi de yeniden içtenlikle gülümseyebiliyordu.
Kim bilir belki yeniden sevebilirdi de...
"Neden?" Yusuf'un sorduğu soruyla bakışlarım anlamsızca ona doğru kaydı. Gözlerini açıp bana bakmadığı için ne demek istediğini anlamamıştım.
"Ne, neden?"dedim bakışlarımı tekrar yola çevirirken.
"Neden yapmayacağın bir şeyi yapacakmışsın gibi göstermeye çalıştın?"dedi bir kaç saniye sonra. Bir anlığına bakışlarımı yoldan alıp ona baktım. Gözleri hâlâ kapalıydı. Ne demek istediğini yine anlamamıştım.
"Anlamadım. Biraz daha açık olur musun? Neymiş benim yapmayacağım ama yapacağım diye göstermeye çalıştığım?" Gözlerini açtı ama bakışları akıp giden yoldaydı.
"Bu konuyu birkaç gündür seninle konuşmak istiyordum ama sürekli bir şeyler çıkıyor ve konuşamıyordum."dediğinde kafamı sallayıp sessiz kaldım devam etmesi için. Benimle konuşmak istediği konu neydi merakla bekliyordum. "Hazal ile evlenmeyecektin, bunu en başından beri biliyordum. Benim merak ettiğim şey, bunu neden yapma gereği duydun?"dedi. Sessiz kaldım. Benim yapma nedenim belliydi de, bunu ona söylersem biz yine böyle kalabilir miydik işte onu bilmiyordum. Benim korktuğum da buydu. Ben Yusuf'un arkadaşlığını, kardeşliğini kaybetmek istemiyordum.
"Asaf kardeşim, ikinizi de çok iyi tanıyorum. Sen de, Hazal da birbirinize öyle hiç bakmadınız. İkinizin yakın olduğunu biliyorum evet ama iki birer dost gibi, daha çok kardeş gibi."dedi ben sessizliğimi korurken. Cevap vermediğimi görünce bu sefer bakışlarını bana çevirdi. "Kardeşim ne yapmaya çalıştığını anladım da, bunu neden yaptın? Daha doğrusu kime neyi ispatlamaya çalıştın? Benden bir şeyler gizlediğinin farkındayım. Gizlediğin her neyse onu benden saklama. Saklama ki sana yardımcı olabileyim."dedi. Bir şeylerin farkındaydı ama ne olduğunu tam olarak bilmiyordu. Benim yaptığım oyunun da farkındaydı fakat kim için yaptığımı bilmiyordu.
Peki gizlediğim kişinin Ela olduğunu söylemeli miydim?
"Söyleyecek misin? Herkesin içinde Hazal ile evlenmek istediğini neden söyledin?" Artık Selim'lerin evinin önüne gelmiştik. Arabayı durdurup ona baktım.
"Söyleyeceğim ama şimdi değil. Zamanı geldiğinde sana her şeyi anlatacağım."dedim. Birkaç saniye yüzüme bakıp peki der gibi kafasını salladı. Onun arkadaşlığını, dostluğunu, kardeşliğini kaybetmek istemiyordum evet ama bunu Yusuf'a artık anlatmam lazımdı. Daha fazla ondan gizleyemezdim. Ondan gerçeği sakladıkça kötü oluyordum. Belki ona gerçekleri anlattığımda bana çok kızacaktı, belki de beni hiç affetmeyecekti... Ama bir şekilde bunu ona anlatmam gerekiyordu.
Selim, Hilal ve Ela'nın arabaya doğru geldiklerini görünce 'umarım o...'deyip bir şeyler daha ağzının içinde mırıldanarak kapıyı açıp indi. Konuşmasının devamını duymamıştım. Derin bir nefes alıp elimi boynuma attım. Yusuf söyledikleriyle, sorduklarıyla beni huzursuzlaştırmıştı. Şimdi onun yanındayken Ela'ya doğru düzgün bakamayacaktım. Halbuki şirketten çıkarken Ela'yı göreceğim diye ne çok sevinmiştim.
Yusuf daha fazla şüphelenmesin diye yüzümdeki o tedirginlik ifadesini yok edip onlara doğru baktım. Hoş, gözlerim Ela'yı gördüğü an yüzümdeki ifade kendiliğinden yok olup yerini gülümsemeye bırakıyordu.
"Gitmeyin burada kalın bu gece"dedi Selim, Yusuf ve Ela'ya bakıp ardından bana baktı. Hilal de onu onaylamak ister gibi kafasını sallayıp Ela'nın elinden tuttu.
"Sağol kardeşim ama biz gidelim. Annemler Ela'yı merak ederler, zaten küçük hanım iki saatliğine deyip çıkmış." Yusuf'un sözleriyle Ela'nın bakışları bir anlığına bana kaydı. Gülümsedi. Onun gülümsemesi ile sanki üzerimdeki tüm gerginlik yok oldu o an. "İyisi mi daha da geç olmadan biz gidelim."dedi Yusuf. Ela'yı kolunun altına alarak arabaya doğru geldiklerinde Yusuf anlamasın diye kendimi toparlayıp bakışlarımı Ela'dan çekerek arabayı tekrar çalıştırdım.
Selim, Ela ve Yusuf'un arabaya bindiğini gördükten sonra kendisine yaslanan Hilal'i koluyla sararak içeri götürdüğünde gaza basıp yola koyuldum.
İnsanın sevdiği yanındayken ona dokunamıyor, onu saramıyor oluşu ne kadar zor bir durum öyle değil mi? Oysa ben dokunup sarılmayı bırak, Yusuf anlayacak diye aşık olduğum ela gözlerine doğru düzgün bakamıyordum.
Kısa bir süre sonra bakışlarımı Yusuf'a çevirdim. Yorgunluk üzerine o kadar sinmişti ki, daha fazla dayanamayıp kafasını geriye yaslayarak gözlerini kapatmıştı. Bakışlarımı ondan çekip dikiz aynasından Ela'ya çevirdim. Elimi arkaya doğru uzattığımda elimden tutmasıyla içtenlikle gülümsedim.
Ne kadar istemesem de sessiz geçen yolculuğumuz bitmişti. Her ne kadar Ela'yla konuşamamış, ona sarılamamış olsam da, yanımda oluşu, gözlerime bakışı, kaçamak da olsa elimi tutuşu bütün yorgunluğumu üzerimden alıp götürmüştü.
Onları kapıya bırakıp içeri geçmelerini bekledikten sonra arabayı çalıştırıp eve gittim. İçeri girdiğimde etraf karanlıktı, galiba herkes uyumuştu. Direkt odama geçip duşa girdim. Bugün güzel olduğu kadar yorucu da geçmişti. Güzel bir duş yorgunluğumu alır düşüncesiyle kendimi suyun altına bıraktım. Kısa bir duşun ardından üzerime bornozu geçirip giyinme odasına geçtiğimde eşofman altı giyinip saçlarımı küçük havlu ile kurutarak giyinme odasından çıktım. Artık rahat bir uyku çekebilirdim. Yatağa oturup baş ucumda bulunan sürahiye uzandığımda içindeki suyun ılımış olduğunu farketmemle geri bıraktım. Mutfağa inmeye üşendiğim için telefonumu alıp yatağa uzandım. Rehberden Ela'nın isminin üzerine birkaç kez götürüp geri çıktım. Arayıp aramamakta kararsızdım. Acaba arasa mıydım? Uyumuş mudur ki? Ya uyumuşsa deyip aramaktan vazgeçtim o an.
Telefonu komodinin üzerine bırakıp kendimi uykunun kollarına teslim ettim.
*************
Birkaç gündür olduğu gibi güne gözlerimi huzur ve mutlulukla araladım. Kendi ülkemde, kendi evimde, ailemin yanında uyanıyordum. En önemlisi de Ela artık benim uzağımda değildi, benden kaçmıyordu. Yanına gittiğimde elini tutabiliyor, sarılabiliyor, hatta öpebiliyordum. Bundan daha güzel ne olabilirdi ki? Onda en sevdiğim şey, ona yaklaşırken utanıp kızarıyor olmasıydı. Bazen sırf utanıp bakışlarını kaçırsın diye ona yaklaşmak istiyordum.
Doğrulup ayağa kalktım hemen. Daha erkendi ama uykumu tam aldığım için yatakta daha fazla durmak istemedim. Lavaboya geçip rutin işlerimi hallettikten sonra giyinip aşağı indim. Kimse ortalıkta görünmüyordu ama bir takım seslerin mutfaktan geldiğini duyuyordum. Sanırım Seher teyze kahvaltı hazırlıklarına başlamıştı bile.
Çalışma odasına geçmeden önce mutfağa geçip Ayşe'den orta şekerli bir kahve yapmasını istedim. Millet kalkana kadar yarım bıraktığım otel projesine göz gezdirmek istiyordum. Bu otelin projesini daha Amerika'ya gitmeden önce güvendiğim birkaç mimar arkadaşıma çizdirmiştim. Her şey üst üste gelince otelin inşası daha başlamadan yarıda kalmıştı. Ama artık başlattırmam gerekiyordu. Bu otel İstanbul'un en büyük otellerinden biri olacaktı.
Ayşe'nin getirdiği kahveyi içip projeyi inceledikten sonra bilgisayarı kapatıp ayağa kalktım. Neredeyse bir saat oluyordu çalıştığım. Artık herkesin kalkmış olduğunu düşünüyorum. Salona girdiğimde tam da düşündüğüm gibi herkes kahvaltı sofrasına oturmuştu.
"Günaydın." dedim Kerem'in yanına geçip otururken. Herkes günaydın dedikten sonra babamın afiyet olsun demesiyle kahvaltıya başlamıştık. Tabağıma bir şeyler durdurup yemeye başladım. Seher teyze her zaman olduğu gibi bu sabah da döktürmüştü. Yaptığı pişiler insanda iştah açtıyordu. Tabi babamdan dolayı birkaç haftada bir yapıyordu. Merve'ye hafif çaprazında duran tabağı işaret edip uzatmasını istediğimde Yasemin hemen alıp uzattı. Ondan istememiştim. Ona daha yakın duruyordu ama ben bilerek ondan değil de Merve'den istemiştim. Nezaketen de olsa elinden alıp teşekkür ettim. Onunla fazla diyalog kurmak istemiyordum. Ela ile aram yeni düzelmişken bunu riske alamazdım. Ela'nın ondan hoşlanmadığını biliyordum. Sahiden Yasemin'in burada kalmasıyla ilgili neden tek kelime bile etmemişti?
Kahvaltı devam ederken kimseden ses çıkmıyordu. Herkes önündeki tabakla ilgilenirken ortamı bozan telefonumun sesi olmuştu. Elimdeki çatalı bırakıp ceketimin iç cebinden telefonumu çıkardım. Dayım arıyordu... Dayım beni öyle her zaman aramazdı. Ancak bir şey oldu mu arardı. Telefonu açıp kulağıma götürürken müsaade isteyip masadan kalktım.
"Buyur dayı."dedim. Balkon kapısı açık olduğu için direkt bahçeye çıktım.
"Asaf oğlum hemen buraya gelmen lazım!!" Telaşlı geliyordu sesi.
"Ne oldu dayı? Yoksa Nehir'e bir şey mi oldu"dedim. Aklıma ilk o gelmişti.
"Kendini odaya kilitledi, kapıyı açmıyor. Hemen gel oğlum, kendine bir şey yapacak diye korkuyorum. Biliyorsun o bana kardeşimin emaneti, ona bir şey olursa yaşayamam."dedi ağlamaklı sesiyle.
"Hemen geliyorum dayı."deyip telefonu kapattım.
"Asaf dur oğlum, nereye gidiyorsun hemen? Daha seninle konuşmak istediğim şeyler var."dedi. Babamın benimle ne hakkında konuşmak istediğini biliyordum ama şimdi konuşacak zaman değildi. Benim bir an önce Nehir'in yanına gitmem gerekiyordu.
"Baba şimdi değil, hemen çıkmam lazım."dedim. Arabaya binecekken babam kolumdan tutarak durdurdu.
"Ne oldu oğlum?"
"Nehir, kendini odaya kilitlemiş çıkmıyor. Benim hemen oraya gitmem lazım."deyip arabaya bindim. Daha arabayı çalıştırmadan babama tekrar döndüm. "Annem bilmesin, şimdi duyup endişelenir."dedim. Babam kafasını tamam der gibi salladığında arabayı çalıştırıp gaza bastım.
Nehir bize vefat eden teyzemden kalan son şeydi. Daha 17 yaşındaydı ve engelliydi. Belden aşağısı hiç tutmuyordu. Yıllar önce teyzem, eniştem, Nehir ve erkek kardeşinin içinde bulunduğu araç kaza yapmış, içinden sadece Nehir sağ kurtulmuştu. Ama o da ayaklarını bu kazaya kurban vermişti.
Dayımlara nasıl vardım, arabayı nasıl park ettim hiç bilmiyordum. Şuan aklımda olan tek şey Nehir'di, onun iyi olmasıydı. Arabanın kapısını çarpıp çıktığım gibi adımlarımı hızlıca eve yönlendirdim. Nehir'in odasına doğru yönelirken dayımı ve eşini kapının önünde çaresizce kapıya vurup Nehir'in kapıyı açmasını beklediklerini gördüm.
"Nehir kızım, hadi aç şu kapıyı lütfen!! Bak senin için çok endişeleniyorum."dedi dayım ağlamaklı sesiyle Nehir'e seslenerek. Nehir'den ses gelmediği için kapıya bir iki kez daha vurup tekrar seslendi. Ama Nehir'den yine ses gelmedi.
"Dayı."dediğimde, dayım ve eşi Mehtap yenge bana dönmüşlerdi.
"Asaf yardım et ne olur... Kızım içeride, cevap vermiyor."dedi bana yalvaran gözlerle. Dayım Nehir'i kendi öz çocuğu gibi seviyordu. Gözlerinde Nehir'e bir şey olma korkusu vardı. Nehir'in psikolojik sorunları olduğu için kendisine zarar vermesinden korkuyordu. Nehir eskiye kıyasla psikolojik sorunlarını biraz atlatmış olsa da açıkçası onun için ben de endişeleniyordum.
"Tamam dayı sen sakin ol, ben şimdi onunla konuşurum."dedim elimi omuzuna koyarken. Daha önceden de Nehir kendini odaya kilitlemiş, ben gelip onunla konuşmadan da açmamıştı. Dayım o yüzden de ilk beni aramıştı.
Yedek anahtarla kapıyı açmayı denemişlerdi, lakin anahtar içeriden takılı olduğu için yapamamışlardı.
"Nehir hadi aç kapıyı abicim, bak ben geldim."dedim kapıya yaklaşırken. Kulağımı kapıya dayayıp Nehir'in cevap vermesini bekledim. Ama içeriden hiç ses gelmiyordu. "Biliyorum seni çok aksattım, çok üzgünüm güzelim. Ama sana söz veriyorum bu bir daha asla olmayacak. Hem sana anlatacaklarım var. Sana anlatacaklarımı duyduğunda çok sevineceksin. Hadi aç kapıyı lütfen!!!"dedim. Ona daha Ela'yla barıştığımızdan bahsedecek, onu Ela ile tanıştıracaktım. Kaç kez seslenmeme, kaç kez kapıya vurmama rağmen ne Nehir'den bir cevap, ne odadan herhangi bir tıkırtı gelmişti. Nehir'den ses gelmedikçe dayım daha da endişeleniyordu. Dayımın ayakta duramayacağını anlayan Mehtap yenge koluna girerek onu kapıdan biraz uzaklaştırıp köşedeki koltuğa oturttu.
"Kızım kendine bir şey yaptı Asaf, bir şey yap aç şu kapıyı!"dedi dayım elini kalbine bastırırken. Kafamı sallayıp Nehir'e seslendim tekrar. "Nehir kapıyı kıracağım." Eğer kapının arkasındaysa kapıdan uzaklaşsın diye. Birkaç saniye sonra geri çekilip ayağımla sertçe vurarak kırılmasını sağladım. Kapı sertçe duvara çarpıp geri gelince elimle açıp odaya girdim. Odaya girdiğim gibi gözlerim Nehir'i aradı. Ama bulamadım. Ne yatakta ne de tekerlekli sandalyedeydi. Tekerlekli sandalyesinin yarısı görünür bir şekilde yatağın dibinde devrilmiş duruyordu. Ne olmuştu burada? Birkaç adımda yatağa yaklaştım. Yerde yatağın hemen kenarında Nehir'i ve yerdeki kanı görmemle yanına çöküp,"Nehir!!! Abim!!"dedim kolundan tutup kendime döndürürken. Başı kanıyordu ve her yer kan olmuştu. Sesimle beraber dayım ve Mehtap yenge hemen odaya girmişlerdi.
"Kızım!!! Kızıma ne oldu?"dedi dayım içeri girerken. Nehir'i kanlar içerisinde görünce bir an dengesini kaybeder gibi olup Mehtap yengenin koluna tutundu.
"Ambu... Ambulans çağırayım ben."dedi Mehtap yenge, dayımın kolundan tutup kendine geldikten sonra. Nehir'i kucakladığım gibi ayağa kalktım. Ambulans gelene kadar geç olabilirdi. Ben bu riski alamazdım. Nehir'e bir şey olmasına izin veremezdim. Onu daha Ela ile tanıştıracaktım. Ona söz vermiştim.
"Ben Nehir'i hastaneye götürüyorum yenge, sen dayımla ilgilen."dedim. Dayım hiç iyi gözükmüyordu.
Nehir'i dikkatli bir şekilde arabaya taşıyıp hızla şoför koltuğuna geçtim. Arabayı çalıştırdıktan sonra hastaneyi arayarak bilgilendirdim.
************
Ela'dan
Bu sabah güne gözlerimi açtığımda hemen yanı başımda Metin babayı görmüştüm. Gülümseyip yanağından öperek ona sıkıca sarılmıştım. Artık mutluydum. Her iki ailem de yanımdayken benden mutlusu yoktu artık... Bana 'buraya geldiğin ilk günden bu yana bu hep benim hayalimdi' demişti Metin baba. Gözlerimi açtığım gibi onun yüzüne gülümseyerek bakmam onun hayaliymis. Ben onun bu hayalini gerçekleştirmiştim...
Bu günü beraber, sadece ikimiz vakit geçirelim istemişti ve bende yüzüne bakıp gülümseyerek kabul etmiştim. Bu günümü ona adamıştım. Metin babayla vakit geçirmek, onu daha çok tanımak istiyordum. Ne üzücü bir durumdu değil mi ama? Kendi öz babamı doğru düzgün tanımıyordum. Her ne kadar bir buçuk-iki yıldır yan yana olmuş olsak bile onu tanımıyordum... O yüzden onunla da, Nalan anneyle de daha fazla vakit geçirmek, onları tanımak istiyordum. Bu güne Metin babayla başlamıştık. Önce onunla başbaşa dışarıda sohbet muhabbet eşliğinde güzel bir kahvaltı yapmıştık. Ardından marinaya geçip denize açılmıştık. Şimdi ise güvertede uzanmış başımı babamın dizine yatırmıştım.
"Dönelim mi artık?"dedi babam eliyle saçlarımı geriye doğru tararken. Bir buçuk saat oluyordu denize açıldığımız. "Hem gitmemiz gereken başka yerler de var. Daha buradan sonra at çiftliğine gideceğiz. Sana orada göstermek istediğim bir şey var."dediğinde içimi bir heyecan sarmıştı. Atları çok severdim ama yanlarına yaklaşmaya hep korkardım. Babamla birkaç kez gittiğimizde de hep uzaktan sevmiştim.
"Olur."dedim heyecanımı fazla göstermemeye çalışarak. Doğrulup oturduğumda babam alnımdan öpüp gülümsedi. Heyecanlandığımı görmüştü...
"O zaman ben kaptana haber vereyim de bir an önce gidelim."deyip göz kırparak benden uzaklaştı.
Tekne iskeleye yaklaştığında Metin babanın uzattığı elini kavrayıp ayağa kalktım. Tekneden indiğimiz gibi ikimizin de telefonundan bildirim sesleri geldiğinde birbirimize bakakaldık. Telefonu çantamdan çıkarıp baktığımda Nalan anne, Yusuf abi, Hilal ve Selim eniştenin defalarca kez aradıklarını gördüm. Gözüm Asaf'ın ismini arıyordu ama o yoktu. Hiç aramamıştı. Mesaj bile çekmemişti.
"Annen ve abin aramış kaç kez. Bir şey mi oldu acaba?"Metin babanın sesiyle kendimi toparladım hemen. Alkım Asaf'ın beni neden aramadığında kalmıştı.
"Beni de aramışlar."dedim. Neden bu kadar aramışlardı ki?
"Ben bir anneni arayayım."deyip Nalan anneyi arayarak telefonu kulağına götürdü. Arabaya doğru ilerlerken Metin baba da telefonla konuşuyordu.
"Tamam hemen geliyorum."dedi. Telefonu kapatıp cebine koyarken, "ne oldu baba?"dedim hemen.
"Kızım iyi misin?"Metin baba koluma dokunduğunda kafamı kaldırıp dolan gözlerimle ona baktım. "Kötü bir şey mi olmuş?"dediğimde gözlerimde biriken yaşlar yavaşça süzüldü yanaklarımdan aşağı. Metin baba gözlerimden inen yaşları görünce hemen gözyaşlarımı silip beni kendine çekerek başımın üstünde öptü. "Şşt tamam ağlama... Kötü bir şey yok."dedi. Elleriyle omuzlarımı sararken beni arabaya doğru götürüyordu. "Ama hastaneye gideceğim dedin?" Sesim ağlamaklı çıkıyordu. Kafamı göğsünden kaldırıp yüzüne baktım. "Evet. Ayla'nın yeğeni düşmüş galiba, hastaneye kaldırmışlar. Bizimkiler herkes orada zaten, bende gidip bakacağım."dediğinde kafamı indirip rahat bir nefes aldım. Asaf'a bir şey olmamıştı... O iyiydi. İçimdeki korku yok olunca tekrar bakışlarımı Metin babaya çevirdim. "İyi mi peki?"dedim. Hastaneye kaldırılan kişinin kim olduğunu biliyordum ama merak etmiştim. O kişi kim olursa olsun sonuçta Asaf'ın akrabasıydı... "Bilmiyorum kızım. Ben de gidip bakacağım. Önce seni eve bırakayım."dedi. Arabaya yaklaştığımızda Adem abi hemen gelip kapıyı açmıştı. Arabaya geçip otururken Metin baba da hemen yanıma oturup Adem abi'ye baktı. "Önce Ela'yı eve bırakalım ardından hastaneye geçelim."dedi. Kafamı hızlıca iki yana salladım. Eve geçmek istemiyordum, ben hastaneye, Asaf'ın yanına gitmek istiyordum. Belki de Asaf'ın yanında olmama ihtiyacı vardı. "Hayır baba, bende seninle hastaneye geleceğim. Bizimkilerin de orada olduğunu söyledin, bende geleceğim."dedim. "Olmaz Ela'm, sen direkt eve geçiyorsun. Şimdi gelip yorulmanı istemiyorum. Sabahtan beri dışarıdayız zaten, senin eve geçip dinlenmen lazım."deyince içimde biriktirdiğim nefesimi geri bıraktım. "Baba şimdi eve geçsem de aklım sizde kalır. Hem ben gayet iyiyim." Metin baba diretecek gibi olunca masumca yüzüne bakıp 'lütfennn!!"dedim son kelimeyi uzatarak. Metin babanın sessiz kalışı Adem abinin ona bakmasını sağlamıştı. Ne yapalım der gibi bakıyordu. Metin baba birkaç saniye sonra kafasını sallayıp "hastaneye sür Adem"deyince ona sarılıp gülümsedim. Kısa bir sonra araba nihayet hastanenin önünde durmuş, arabadan inmiştik. Danışmadan kaldıkları katı ve odayı öğrenince yavaş adımlarla oraya yönelmiştik. Ben hızlanmak istesem de Metin baba izin vermemişti. Aslında hızlı gitmeye çalışsam da yapamayacağımı biliyordum. Yaşadığım sıkıntı ve stres, o gün geçirdiğim kriz oldukça gerilememe sebep olmuştu. Önceleri fazla ayaktayken yorulan ayaklarım şimdi daha çabuk yoruluyor ve ağrımaya başlıyordu. Hızlı yürümeye çalıştığımda ise bileğimdeki ve dizimdeki ağrı kendini tetikleyip doğrudan kalçama veriyordu. Öyle olunca da dayanılması çok zor bir acı içinde debeleniyordum. Asansörden inip sağ tarafımızdaki koridora geçerken biraz ilerimizde bizimkileri görmüştük. Gözlerim aralarından Asaf'ı aradı hemen ama onu bulamadım. Biraz daha yanlarına yaklaştığımızda Defne abla ve Naz'ın Ayla yengeyi teskin etmeye çalıştığını, biraz ilerisinde ise Nalan anne elini yanında oturan kadının omuzuna koymuş bir şeyler söylediğini gördüm. Asaf'ı hâlâ göremiyordum. Selim enişte ve Yusuf abi de yoktu. Metin baba direkt Murat amcanın yanında oturan adamın yanına giderken ben de Ayla yengenin yanına gittim. Naz beni görünce kalkıp yerini bana verdi. Ona tebessüm edip Ayla yengenin yanına oturarak elimi kucağında tuttuğu ellerinin üzerine bıraktım. Eline dokunmamla yaşlı gözleri bana çevrilmişti. Gözleri ağlamaktan kızarmışlardı. "Geçmiş olsun yenge..."dedim buruk bir ifadeyle. Derin nefes alırken dolan gözlerinden yaşlar tekrar süzülüvermişti. Kafasını sallayıp bana sarıldı. "Anne hadi gel bir elini yüzünü yıkayalım."dedi Naz kısa bir süre sonra, dizlerinin üzerine çöküp Ayla yengenin elinden tutarken. Ayla yenge kafasını iki yana sallayıp reddedecekken bu sefer Defne abla araya girip onu ikna etti. Naz, Ayla yengenin koluna girip götürürken Nalan anne de yanındaki kadını ikna etmiş olmalı ki kalkıp peşlerinden girmişlerdi. "Abla Asaf nerede?"dedim bakışlarımı geldiğimden beri odanın kapısının önünde diz çökmüş, sürekli dua eden adamdan çekip Defne ablanın yanına biraz daha yaklaşırken. Burada Asaf'ı sorabileceğim tek kişi oydu. "Bahçede. Yusuf ve Selim onu biraz hava alması için zorla çıkarttılar."dedi Defne abla. O da yorgun ve gözleri kızarmış bir durumdaydı. İçeride yatan her kim ise onlar için çok değerli olmalıydı. Kafamı anladım der gibi sallayıp bakışlarımı kucağımda birleştirdiğim ellerime çevirdim. Asaf'ın yanına gitmek istiyordum şuan... Ama Yusuf abi ve Selim enişte yanında oldukları için gidemiyordum. Üstelik Asaf'ın şuan ne durumda olduğunu bilmiyordum. İyi miydi yoksa Ayla yenge ve Defne abla gibi dağılmış mıydı? Nehir!!! Bu ismi nereden hatırlıyordum? Hem Asaf Nehir'in düşmesinden neden kendini sorumlu tutuyordu ki? "Asaf hepimizden daha çok Nehir'e değer verirdi. Nehir dayım dışında kimseyle pek konuşan biri değildi ama Asaf bir şekilde kendini sevdirmeyi başarmıştı."dedi Defne abla sözlerine devam ederken. Yüzünde acı bir tebessüm peyda olmuştu. Asaf'ın o huyunu çok iyi biliyordum. Kendini bir şekilde mutlaka sevdirmeyi başarıyordu. Bana bile kendini sevdirmeyi başarmıştı. Kendi kendime telkinlerde bulunurken kendimi onun aşkının içinde bulmuştum bir an... Ona körkütük aşık olmuştum... "Nehir şimdi nasıl peki?"dedim düşüncelerimden arınarak. Nehir'in neden burada olduğunu, ne durumda olduğunu bilmiyordum. Daha önceden doktorların ne dediğini bilmiyordum. Geldiğimden beri de herhangi bir bilgi vermemişlerdi. "Bilmiyoruz. Doktorlar doğru düzgün bir şey demiyorlar. Bir tek kafasını sert çarptığı için beyin kanaması geçirdiğini söylediler." Anladığımı belirtircesine kafa salladım. Ama merak ettiğim başka bir şey vardı ve sormaktan kendimi alıkoyamadım. "Peki nasıl öyle olmuş, yani nasıl düşmüş?" "Bilmiyorum. Dayım sabah odasına gidince kilitli olduğunu görmüş. Nehir bazen canı sıkılınca kimseyle konuşmak istemediği için kitlerdi. Asaf gidip onunla konuşmadan da açmazdı. Dayım da yine öyle olduğunu sanıp hemen Asaf'a haber vermiş. Asaf kapıyı kırıp içeri girdiğinde onu kanlar içerisinde görmüş."dediğinde derin bir iç çekip destek verircesine tuttuğu elimi hafif sıktım. Asaf'ın ne durumda olduğunu merak ettiğim için bir an önce yanına gitmek istiyordum. Şimdi Nehir'i kanlar içerisinde görünce yıkılmıştır kesin... "Ela, Asaf çok kötü görünüyordu... Kardeşimi senin yoğun bakımda olduğun gün dışında hiç böyle görmemiştim. Allah korusun Nehir'e kötü bir şey olursa o bunu kaldıramaz."dedi bana yaşlı gözleriyle bakarken. Ellerimi ellerinin arasından çekip yanaklarını avuçlayarak baş parmağında gözyaşını sildim. "Nehir iyi olacak, ona hiç bir şey olmayacak. Asaf'ı da merak etme abla, onun iyi olması için elimden geleni yapacağım. Hadi sende biraz toparlan"dedim alnına küçük bir buse kondurduktan hemen sonra. Ardından da değneğe tutunarak ayağa kalktım. Ayaklandığımı gören Metin baba ne olduğunu sorunca Yusuf abinin yanına gideceğimi söyleyip oradan ayrıldım. Şimdi destek olma sırası bendeydi... |
0% |