Yeni Üyelik
58.
Bölüm

43. Bölüm

@zozanli

Keyifli okumalar 💞

 

İki gün sonra...

Güneşin keskin ışığı yüzüme çarptığında refleksle kolumu gözlerime siper ederek ışığı engellemeye çalıştım. Sabahın erken saatleri olduğu için henüz yataktan kalkmamıştım. Dün akşam geç saatlere kadar Yusuf abi ile sohbet ettiğimiz için şimdi gözlerimi açmakta zorlanıyordum. Yusuf abinin bugün saat 18:00 de uçuşu vardı ve o yüzden dün gece geç saatlere kadar sohbet etmiştik. Yusuf abi birkaç günlüğüne Amerika'ya gidecekti. İlk başlarda iş için gideceğini düşünsem de sonrasında işi için değil de, Esra'nın ölüm yıl dönümü için gideceğini Nalan anneden öğrenmiştim. Ertesi gün Esra'nın ölüm yıl dönümüydü ve Yusuf abi de doğal olarak orada onun yanında olmak istiyordu.

Bir süre kolumla gözlerimi kapatarak kendimi karanlığa bırakmıştım. Gözlerim tekrardan ağırlaşmak üzereyken yastığımın altına bıraktığım telefonum titremeye başlamıştı. Sabahın bu erken saatinde kim arıyor olabilirdi ki? Bıkkın bir nefes vererek kolumu indirdim. Yastığımın altında hâlâ titremekte olan telefonu alıp baktığımda Dua'nın aradığını gördüm. Telefonu açıp kulağıma götürürken yatakta doğrulup sırtımı yatak başlığına verdim. "Efendim."dedim elimin tersiyle ağzımı kapatıp esnerken.

"Ela abla çok özledim seni!"diyerek yüzümü güldüren Ömer olmuştu. İki gündür onu görmemiştim. Daha doğrusu iki gündür evden hiç çıkmamıştım. Nehir'in hastaneye kaldırıldığı gün geç saatlere kadar hastane koridorlarında beklediğim için belim ve ayağım beni fazlasıyla rahatsız etmişti. Uzanıp dinlenmem gerektiği yerde fazla ayakta kaldığım için iki gün üst üste acı içinde kıvranmış, ağrı kesicilerle biraz yatışmıştım. Bu iki gün boyunca babamlar odadan dahi çıkmama izin vermemişlerdi.

"Ben de seni çok özledim bitanem."dedim. Dua'nın sesi telefonun biraz uzağından geliyordu. Ne dediği tam anlaşılmasa da birkaç saniye sonra telefonu Ömer'den alıp konuşmaya başlamıştı. "Ela kusura bakma lütfen! Seni de sabahın bu saatinde rahatsız ettik. Telefonu masada bırakıp mutfağa geçmiştim, Ömer de görüp hemen seni aramış."diyerek açıklamada bulundu. Uykuya tam dalacakken telefonumun çalması ilk başta keyfimi bozmuş olsa da Ömer'in sesini duymamla keyfim yerine gelmişti. Benim Ömer'e saat fark etmeksizin her zaman vaktim vardı.

"Ne kusuru canım... Paşam beni aramakla çok iyi yapmış. Hem ben de onu çok özlemiştim. Sesini duymak çok iyi geldi."dedim gülümseyerek.

"Ela abla yanıma ne zaman geleceksin?" Ömer'in sesini yükseltmesiyle yüzümdeki gülümseme büyüdü.

"Ömer'im bugün geleceğim inşallah. Hem, ben sana sarılmayı çok özledim."dedim yüzümde büyüyen gülümsemeyle. Ardından Dua ile biraz konuşup telefonu kapattım. Yeterince dinlendiğim için kendimi çok iyi hissediyordum. Bugün ona uğradıktan sonra Nehir'i de uğrayabilirdim.

Nehir o akşamın sabahında taburcu edilmişti. Dün ne kadar yanına gitmek istediğimi söylediysem de izin vermemişlerdi. En son Asaf görüntülü arayıp onunla konuşmamı sağlamıştı. Daha doğrusu ben konuşmuş, o sadece beni dinlemişti. Nehir ilk günkü gibi benimle hiç iletişim kurmamıştı. Asaf, Nehir'in ne kendisiyle ne de dayısıyla hâlâ konuşmadığını belirterek kendimi üzmememi söyleyip durmuştu. Fakat en çok üzülenin de o olduğunu biliyordum. Nehir onunla arasına mesafe koydukça Asaf daha çok üzülüyordu ve bunu benden saklamaya, beni üzmemeye çalışıyordu.
Nehir'in biraz zamana ihtiyacı olduğu için üzerine fazla gitmemesi gerektiğini belirtip Asaf'ı uyarmıştım. Nehir'in biraz zamana ihtiyacı vardı. Elbette Asaf'ın ona hâlâ eskisi kadar değer verdiğini anlayacaktı...

Uykum kaçmış olsa da hâlâ erken olduğu için yatağa geri uzanıp kenara ittiğim pikeye sarındım. Akşamdan balkon kapısını aralık bıraktığım için şimdi içeriye soğuk hava esiyordu. Ya da ben yeni uyandığımdan dolayı bir üşüme hissi oluşmuştu bende. Gözlerimi kapattıktan belli bir süre sonra nihayet uykuya tekrar daldım...

Gözlerimi araladığımda güneş odamı terk etmişti. Güneş odamı terk ettiğine göre baya uyumuş olmalıydım. Çünkü güneş öğleye doğru odamı terk ediyordu. Telefonu alıp baktığımda tam da tahmin ettiğim gibiydi. Saat 11:40 olmuştu. Doğrulup ayaklarımı yataktan sarkıtarak oturdum birkaç saniye. Neden kimse bu saate kadar beni uyandırmaya gelmemişti?

Yatağın kenarına bıraktığım değneği alarak banyoya geçtim. İhtiyaçlarımı giderdikten sonra giyinme odasına geçtim. Dolaba bakınırken gözüme lila rengindeki düşük omuzlu elbisem takılınca askısından indirip baktım. Bugün bunu giyebilirdim. Bu elbise Yusuf abinin hediyesiydi. O zor günlerimde biraz mutlu olayım diye alıp getirmişti. Ama hiç giymemiştim. O zamanlar gözüm hiçbir şey görmüyordu ki...


Elbiseyi giyindikten sonra saçlarımı ensemde dağınık duracak bir şekilde topladım. Odaya geçerek elbiseme uygun kolye ve saat takıp, biraz da parfüm sıktım. Ayağıma ateli taktıktan sonra artık tamamıyla hazır olacaktım. Birkaç gündür yorgun ve evden çıkmadığım için biraz kendime özenmek istemiştim.
Yavaş adımlarla yatağa doğru geçip oturduğumda ateli elime alarak ayağıma taktım. Elbisem midi boy olduğundan bilek boyunu bir tık aşacak kadar atel görünüyordu. Tabii bunu çok da sıkıntı ettiğim söylenemezdi...

Aşağı indiğimde kimse görünürde yoktu. Ev halkı sessizdi. Herkes neredeydi? Neden kimse ortalıkta görünmüyordu? Şimdi Meryem teyzeler mutfaktadır diye adımlarımı mutfağa yönelttim.
Mutfağa girdiğimde orda da Meryem teyze dışında kimse yoktu. Tezgahın yanında durmuş bir şeylerle uğraşıyordu.

"Kolay gelsin Meryem teyze."dediğimde dönüp bana baktı. Gözlerini üzerimde birkaç saniye gezdirip gülümseyince kolumu kapı pervazına yaslayıp bende gülümsedim.

"Sağol kızım."

"Babamlar nerede? Kimse ortalıkta görünmüyor." Nalan annelerin dışında babaanem ve halam da yoktu

"Azize hanım, Safiye hanım beraber Murat beylerin evine geçtiler. Baban ve abin şirkete, annen ise dışarda küçük bir işi olduğunu söyleyip çıktı."dediğinde kafamı sallayıp anladığımı belirttim. Ama Yusuf abi bugün işe gitmeyeceğini söylemişti. Bugünü ailemin yanında evde geçireceğim demişti. Acaba acil bir işi mi çıkmıştı?

"Kahvaltını salona mı kurayım yoksa bahçeye mi? Hava çok güzel istersen bahçeye kurayım kızım?"dedi Meryem teyze beni düşüncelerimden arındırarak. Kafamı iki yana salladım. Zahmet edip yorulmasını istemediğim için, "sofrayı kurmaya gerek yok Meryem teyze, bir şeyler atıştırırım şimdi. Zaten çok aç hissetmiyorum."dedim.

"Olur mu öyle şey kızım? Metin bey kahvaltıyı tam yapman hususunda sabah çıkmadan evvel beni uyarmıştı."dediğinde peki deyip kafamı salladım.

"O zaman buraya kur burada yaparım kahvaltımı." Meryem teyze elini sudan geçirecekken kapı sesi gelmişti.

"Ela kız, sen masaya geç otur ben kapıya bakıp hemen geliyorum."dedi ellerini yıkayıp tezgaha bıraktığı bezle silerken.

"Sen dur Meryem teyze ben bakarım."dedim onu durdurarak. Gelen belki de Nalan anneydi. Meryem teyze işine dönerken ben de mutfaktan çıkıp kapıya yöneldim. Kapıya varana kadar bir kez daha çalmıştı.

"Tamam açıyorum."dedim sesimi yükselterek. Kapı bir kez daha çalmadan açıp kendime çektiğimde Asaf'ın güler yüzüyle karşılaştım. Gözlerini yavaşça üzerimde gezdirirken derin nefes alışını duydum. Sağ elimle kapıya tutunup ayakta kalmaya çalıştım. Asaf'ın bakışları karşısında ayakta durmak düşünülenden daha da zordu.
İki adımla tam dibimde durup dudaklarını önce yanağıma ardından boynuma değdirdi. "Nefesimi kesecek kadar güzel olmuşsun."derken kulağıma doğru fısıldamıştı. Yutkunmamak için dudaklarımı birbirine bastırıp nefesimi tuttum. Birkaç dakika sonra geri çekilip kapıyı tuttuğum elimden tuttu.

Asaf'ın bu kadar rahat davranması tuhaf değil miydi? Tamam, bizimkiler evde değildi fakat o bunu bilmiyordu ki...

"Kızım kim geldi?" Mutfaktan Meryem teyzenin sesi yükselince girdiğim moddan çıkıp elimi geri çekmek istedim. Asaf elimi öyle bir tutmuştu ki elimi geri çekemedim.

"Ben geldim Meryem Sultan!"dedi sesini yükselterek. Ne yapıyorsun der gibi yüzüne baktığımda göz kırpıp kendiyle beraber beni de mutfağa yönlendirdi. Mutfağa girmeden önce elini gevşettiğinde elimi geri çekip mutfağa girerek hemen masaya oturdum. O da hemen ardımdan girdi. Meryem teyze masayı kahvaltılıklarla doldurmuştu. Elindeki portakal suyunu da koyduktan sonra Asaf'a dönüp tebessüm etti.

"Hoş geldin oğlum. Kahvaltı yapmadıysan senin için de bir tabak koyayım."dediğinde, Asaf kafasını iki yana sallayıp hemen karşımdaki sandalyeyi çekip oturarak, "Ama bir çay koyarsan içerim."dedi. Meryem teyze gülümseyip kafasını salladı. Tezgaha yaklaşıp dolaptan bir çay bardağı çıkardı ve doldurarak Asaf'ın önüne bıraktı. Asaf teşekkür ederken Meryem teyze bahçede biraz işi olduğunu söyleyip bizi mutfakta baş başa bırakarak bahçeye çıktı.

Şimdi Asaf ile bizim evde baş başa kalmıştık...

Kolumu uzatıp tabağıma birkaç zeytin, domates, salatalık ve bir parça da peynir aldım. Çatalıma batırdığım salatalığı ağzıma atarken gözüm Asaf'a kaydı. Meryem teyzenin getirdiği çayı yudumlarken bakışlarını üzerimden hiç çekmeden gülümsüyordu. Tebessüm edip kahvaltıma döndüm tekrar.

"Nehir'e uğradın mı bugün?"diye sordum portakal suyundan bir yudum alıp masaya geri bırakırken.

"Evet sabah uğradım."

"Nasıldı?"

"Aynı." Anladığımı belirterek çatalımı domatese batırıp ağzıma aldım.

"Konuştu mu?"dedim birkaç saniye sonra. Kafasını iki yana sallayıp yaslandığı sandalye sırtından doğruldu. Yüzü düşmüştü.

"Sabah yanına gittiğimde yüzüme bile bakmadı. Ela onu öyle kırgın görmek..."deyip sözünü tamamlamadan sustu. Elimdeki çatalı tabağa geri bırakarak ellerimi masanın üzerinde birleştirip yüzüne baktım. "Ne kadar üzgün olduğunu görebiliyorum. Ama ona biraz zaman tanıman lazım... Nehir senin ondan vazgeçtiğini düşündüğü için sana sadece kırgın."dediğimde kafasını sallayıp derin bir iç çekti. Onu böyle üzgün görmek moralimi bozuyordu. Ben onun bu haline alışık değildim. Elimi uzatıp elini tuttum. "Asaf o duygunun ne kadar kötü olduğunu çok iyi biliyorum. O yüzden ona biraz zaman ver. Öyle olmadığını anlayacak ve seninle eski haline geri dönecek."dedim gülümseyerek. Hemen gülümseyip kendini toparladı. O da biliyordu ki Nehir'in biraz zamana ihtiyacı olduğunu... Ardından elimi bırakıp ekmek sepetine uzanınca ne yapacak diye bekledim. Meryem teyzeye aç olmadığını, kahvaltı yaptığını söylemişti. Ekmek sepetinden bir dilim ekmek aldı ve tabağıma uzanıp bıçağı alarak ekmeğe önce kaymak üzerine de bal sürdü.

"Konuşmaya dalıp kahvaltı yapmadığını görmediğimi sanma... Sadece salatalık ve domatesle doyamazsın."dedi elindeki ballı kaymaklı ekmeği bana uzatırken. Ekmeği elinden alıp teşekkür ettim. Her şekilde beni düşünüyor olması kalbimi titretmişti. "Hem biraz çabuk ye, birazdan çıkacağız."dedi.

"Nereye?"dedim benim için hazırladığı ekmeği ısırdıktan hemen sonra.

"Seni bir yere götüreceğim. Neresi olduğunu sorma, sürpriz."derken göz kırpmıştı.

"Ama ben bugün Ömer'in yanına gidecektim. Sabahın erken saatinde arayıp yanına gelmemi istedi."dediğimde ellerini çenesinin altında birleştirip gözlerimin içine baktı.

"Demek küçük bey sevgilimi sabahın köründe aramış... Biz uyandırmaya kıyamayalım ama küçük bey istediği zaman arayabilsin, olacak iş değil."deyip dilini üst damağına birkaç kez üst üste vurup ses çıkararak kafasını iki yana salladı. Yüz ifadesi o kadar ciddi duruyordu ki, şaka yaptığını bilmesem gerçekten ciddiye alır kaşlarımı çatardım. Fakat dikkatimi çeken başka bir şey olmuştu. Asaf bana ilk defa sevgilim kelimesini kullanıyordu. Hiç bozuntuya vermeden gülümseyip elimdeki ekmekten bir ısırık daha aldım.

"Benim Ömer'ime her zaman vaktim var, sabah akşam fark etmeksizin. Üstelik Ömer'den sonra Nehir'in yanına uğrayacağım. Onun için bugün sana hiç vaktim yok canım."dedim birkaç saniye sonra. Ne diyecek diye yüzüne baktığımda kaşlarını havalandırmış bana baktığını gördüm. Oturduğu sandalyeyi geri iterek ayağa kalktı saniyeler sonra.

"Demek bugün bana hiç vaktin yokmuş..."derken adımlarını bana doğru yavaşça attı. Elimdeki yarıladığım ekmeği tabağa geri bırakıp, "evet öyle" dedim sandalyenin sırtına geri yaslanırken. Bana yaklaşıp arkama geçti. Kollarını omuzlarımdan indirip yüzünü yüzüme yaklaştırınca yutkundum.
Bana bu kadar yakın durması kalp ritmimi hızlandırmıştı birden.

"Valla ikisi de bugünlük kusura bakmasın. Sen kahvaltını bitirdikten hemen sonra benimle geleceksin. Sonra onlara birlikte uğrarız belki."dedi. Konuşurken nefesi yüzüme çarpıyor, dudakları hafiften tenime değiyordu.

"Asaf bırak şimdi biri görecek."dedim doğrulmaya çalışarak. Beni sandalyeye ve kendine öyle kitlemişti ki...

"Merak etme güzelim kimse evde yok. Babaannem ve halam bizim evdeydi, amcam ve abin şirkette, yengem ise işi olduğu için dışarıda."deyip kafasını kafama yasladı. Yandan bir bakış attıktan sonra üzerimde birleştirdiği kollarını çözüp yerimden doğruldum. O da hemen eski yerine geçip oturmuştu.

"Herkesi anladım da annemin burada olmadığını nereden biliyorsun?"diye sorduğumda gülümseyip arkasına yaslandı.

"Gelmeden önce konuşmuştum. İşi olduğunu söyleyip beni sana gönderdi. Kızım bundan sonra sana emanet dedi." Sandalyesini bana yaklaştırıp kolunu masaya yatırarak doğrudan gözlerimin içine baktı. Benimle uğraşmak istediğinin farkında olduğum için kafamı sallayıp portakal suyuna uzandım. Benden önce davranıp elime tutuşturdu.

"Annem bizi biliyor zaten"dedim portakal suyundan içmeden evvel. Dediğimle kolunu yatırdığı masadan hızla çekip şaşa kalmış bir ifade ile suratıma baktı. Bu tavrı beni gülümsetmişti.

"Nasıl biliyor? Ne zamandan beridir biliyor?"sorusu üzerine gülümsemem daha da büyüdü. Yani Nalan annenin ondan haberi olduğunu sanmıyordum.

Bakışlarımı bahçe tarafına çevirerek Meryem teyzenin gelip gelmediğine bakındım. Ama ortalıkta görünmüyordu o da. "Neden? Annemin bilmesi korkuttu mu seni yoksa? Bir de herkese söylemek istiyordun. Nalan annenin bilmesi seni bu kadar korkutuyorsa Metin baba ve Yusuf abi öğrenince ne yapacaksın? Annemleri ve abimleri demiyorum bile..."dedim bakışlarımı tekrardan ona çevirip kahvaltımı yapmaya devam ettim. Benimle uğraşırken pek keyifli görünüyordu. Şimdi de keyif sırası bana geçmişti. Ama şöyle bir şey vardı ki onların öğrenirken ki tavırları nasıl olacaktı onu çok merak ediyorum. Özellikle de Yusuf abi ve Efe'nin...

"Hayır korkmadım. Sadece yengemin bildiğini öğrenmek biraz heyecanlandırdı o kadar..."dedi hemen kendini toparlayarak. "Üstelik ben hâlâ sözümün arkasındayım. İstersen şimdi herkese de söyleyebiliriz... Ben korkmak için sevmedim seni, istersen tüm dünyaya haykırırım!"dediğinde kafamı iki yana sallayıp ağzımdakileri hemen yuttum. Gülümsedi.

"Hayır hayır..." Korkmadığını biliyordum. Ben sadece biraz uğraşmak istemiştim ama Asaf beni oyuna getirmişti.

"Yengem de bilmiyor değil mi?"dedi elini elimin üzerine koyarak.

"Seni bilmiyor... Ama beni biliyor."dediğimde kafasını sallayıp sessiz kaldı. Benimde sessiz kalıp geri çekildiğimi görünce kahvaltıya devam etmemi söyledi. Doymuştum. Daha fazla yiyemeyeceğimi belirttim.

"O zaman çıkalım. Önce biraz dolanırız sonra da sana göstermek istediğim bir yer var."dedi ayağa kalkıp elini uzatırken. Bir eline bir yüzüne baktım. Ömer ve Nehir bekleyebilir derken şaka yaptığını sanmıştım ama gayet ciddi gözüküyordu.

"Asaf, Ömer bekliyor beni, ona söz vermiştim."

"Güzelim, bugün Ömer'i görmeni sağlayacağım sana söz veriyorum. Ama şimdi benimle gelmeni istiyorum."dediğinde tamam anlamında kafamı salladım. Uzattığı elini tutup ayağa kalkarken gülümsedim.

"Sen arabaya geç ben çantamı alıp hemen geliyorum."dedim. Kafasını eğip yanağımdan öperek çıktığında birkaç saniye öylece arkasında kalakaldım. Asaf bana her dokunduğunda böyle mi olacaktım?

Çantamı almak için yukarı çıkıp aşağı inene kadar neredeyse on beş dakika geçmişti. Kendimi iyi hissetmeme rağmen bu kadar yavaş yürümem normal miydi bilmiyorum. Bunu Hakan abi'ye ya da Emir'e kesinlikle sormam gerekiyordu. Onlara sorduğumda Hakan abi değil de, sanırım Emir bana kızacaktı. Çünkü her seferinde tedaviyi reddedip istemediğimi belirtmiş, onu her defasında geri çevirmiştim.

Bahçeye çıktığımda Asaf'ı arabaya yaslanmış bir şekilde telefon konuşurken buldum. Beni gördüğü gibi telefon konuşmasını sonlandırdı. Telefonu iç cebine koyup bana doğru hızlı adımlarla geldi. Girmem için kolunu gösterdiğinde koluna girip arabaya doğru yürüdük. Arabanın kapısını açıp binmeme yardımcı olduktan sonra değneğimi arka koltuğa koyup arabanın etrafında dolanarak yerine oturdu. O gelene kadar bu sefer hiç bir sorun olmadan emniyet kemerini takabilmiştim.

"Bu sefer emniyet kemeriyle herhangi bir sorun yaşamadın bakıyorum."dedi emniyet kemerini takıp gülümserken.

"Öyle oldu valla, araban beni şaşırttı bu sefer."
Gülümsemesi genişledi. Saniyeler sonra gülümsemesini silip gözlerini hafif kıstı. "Arabama laf yok ela göz. Sen o zamanlar sinirliydin. Tüm sinirini arabamdan çıkarmak istiyordun ve sonra da bana laf atıyordun."dedi göz kırparak. Benim öfkelenme sebebim belliydi ve o da bunu biliyordu.

"Hadi çalıştır arabayı da bana göstermek istediğin yere götür beni bir an önce."dedim konuyu dağıtarak. Sessiz kalıp arabayı çalıştırınca arkama yaslanıp camı sonuna kadar indirdim. Arabanın yola çıkmasıyla beraber rüzgar saçlarımı arkaya doğru dalgalandırmıştı. Camı biraz yukarı kaldırıp esintiyi azaltmak istedim.

"Sana bir şey itiraf edeyim mi?" Asaf'ın sesiyle bakışlarımı yoldan alıp ona çevirdim. Yola çıktığımızdan beri sessizdi. Kafamı evet anlamında salladım.

"Hani sana dedim ya 'kimseden korkmuyorum, istediğin zaman herkese söyleyebiliriz' diye, aslında korktuğum değil de çekindiğim iki kişi var."dedi. Ne tepki vereceğim diye bakışlarını kısa bir anlığına bana çevirdi. Doğrusu şaşırmıştım. Böyle bir itiraf beklemiyordum açıkçası.

"Kim?"diye sordum kısa bir duraksamadan sonra.

"Yusuf ve abin..."dediğinde daha çok şaşırdım. Tamam, Yusuf abiden neden çekindiğini anlayabiliyordum. Yusuf abi onun en yakın arkadaşıydı, onunla beraber büyümüştü. Bunun için Yusuf abiden çekinmesi çok normaldi. Peki ya abim? Ondan neden çekiniyordu? Abimi doğru düzgün tanımıyordu bile...

"Yusuf abi tamam da, Mert abiden neden çekiniyorsun?"

"Bilmiyorum. Sert bir yapıya sahip ve biraz da agresif gibi..."dediğinde kendi kendime gülümsedim. Asaf, abimi çok yanlış tanımıştı.

"Hayır abim öyle biri değil... Aksine çok sakin, çok uysal bir yapıya sahip. Hatta ve hatta bu dünyada görüp görebileceğin en duygusal, en merhametli insandır benim abim."dediğimde kafasını anladım der gibi salladı. Bir şey demedi. "Eğer Efe'den bahsetmiş olsaydın evet derdim. Efe biraz agresif, kimseyi bizim yanımızda yöremizde görmek istemez. Ama Mert abim öyle değil. O daha çok bizimle arkadaş gibi..."dedim. Abimden söz açılınca onu çok özlediğimi anısadım. Eve geçince görüntülü arar hem onu hem de Ece ve Yiğit Ali'yi görürdüm. Onları da özlemiştim.

"Efe, o ikizin olan mı? Yani ikizin olarak bildiğin."

"Evet..."diyerek kafamı salladım.

"Onu tanımıyorum. Sadece Antalya'da iken hastanede görmüştüm bir kez."dedi gözünü hiç yoldan almadan. Babaannenin kalp krizi geçirdiği günden bahsediyordu. O günün sabahı yanıma hastaneye gelmiş, hemen akşamında da İzmir'e geri dönmüştü. O günkü gelişi bana o kadar iyi gelmişti ki...

"Merak etme tanırsın zamanla."diyerek çantamda titreyen telefonu çıkardım. Asaf sessiz kalıp yola devam ederken bende telefonda gelen mesaja baktım. Mesaj Selim enişteden gelmişti. O gün bahsettiği iş yerini aldığını ve hazırlıklara başladığını evvelsi gün söylemişti. Şimdi ise çok az kaldığını belirtmiş, kafenin fotoğraflarını atmıştı. Kafe benim tahmin ettiğimden çok çok daha büyüktü ve çok güzel görünüyordu şimdiden. Bitmiş hali mükemmel olacaktı.

Telefonu çantama geri koyarken kafamı çevirip Asaf'a baktım. Sessizleşmişti. Arada bir gözünü yoldan alıp telefonuna bakıyor sonra da geri yerine bırakıyordu. Bir telefon mu bekliyordu anlamadım. Bana göstermek istediği yere de hâlâ gelmemiştik. Bir süre sonra arabayı büyük bir binanın yakınında park edince kafamı çevirip baktım. Hemen en tepesinde DOĞAN ŞİRKERTLER GURUBU yazısı yazıyordu. Asaf'ın bana göstermek istediği yer burası mıydı yoksa? Hoş, burayı daha önce hiç görmemiştim. Buraya tek başıma gelseydim kimse beni tanımazdı zaten. Metin Doğanın bir kızı olduğunu biliyorlardı fakat kimsenin ben olduğunu düşündüğünü zannetmiyordum. Hilal'in düğünü dışında onların kalabalık ortamlarına hiç girmemiştim. Düğünde de Melis ve Helin dışında kimseyle tanışmamış, fazla göz önüne çıkmamıştım.

"Güzelim seni birkaç dakika bekleteceğim burda. Benim küçük bir işim var burada hemen halledip geleceğim."dedi Asaf beni içine girdiğim düşüncelerden arındırarak. Tamam deyip kafamı salladım. Asaf arabadan inip giderken bakışlarım arkasında kalmıştı. Gözden kaybolduktan sonra bakışlarımı indirdim. Arabadaki sessizlik sıkıcı olduğundan müzik açıp ses verdim.

Demek Asaf'ın göstermek istediği yer burası değildi...

Asaf'ın birkaç dakikaya geliyorum demesinin üzerinden on beş dakika geçmişti neredeyse. Nerede kalmıştık bu adam? Yoksa bir sorun mu çıkmıştı? Acaba içeriye geçip baksa mıydım? Evet evet, hem merakım da gidermiş olup şirketi görmüş olurdum. Birkaç dakika daha bekledikten sonra Asaf gelmeyince kemerimi çözüp arabadan indim. Arabaya tutuna tutuna arka kapıyı açıp değneğimi aldım. Değneğe sıkıca tutunurken kapıyı yavaşça geri kapatıp adımlarımı şirket binasına doğru ilerlettim. Asaf gittiğinde güvenlikçi tarafından açılan kapı kapalıydı. Hemen ilerisinde bulunan güvenlik kulübesine doğru yürüdüm. İçerideki adam bilgisayar başında oturmuş çayını yudumluyordu. Cama iki kez tıklatıp bana dönmesini sağladım.

"Buyrun."

"Pardon kapıyı açabilir misiniz?"diyerek ricada bulundum.

"Randevunuz var mı?" Kafamı iki yana salladığımda, "Hanımefendi maalesef her önümüze gelene kapıyı açamıyoruz. Randevunuz yoksa buraya girmezsiniz."dedi.

"Beyefendi sizi anlıyorum ama içeri girmem lazım, abimi görmem gerekiyor"dedim. Yusuf abi de şimdi şirkette olmalıydı. Asaf'ı değil de onu görmek istediğimi o yüzden söylemiştim.

"Abin kim?"diye sordu. Yerinden kalkıp kulübeden çıkarak yanıma gelip tam önümde durdu. Gözlerini üzerimde gezdirmesi beni rahatsız etmişti.

"Yusuf..."dedim bakışlarımı adamdan çekip girişe doğru çevirdim.

"Burada Yusuf adında çalışan birkaç kişi var. Sen hangi Yusuf'tan bahsediyorsun?"

"Buranın sahibi olan Yusuf'tan bahsediyorum." dedim ses tonumun yüksek çıkmasına mani olmadan. Dediğimle beraber adam gülmeye başlamıştı. Adamın gülmesiyle kaşlarım çatılmıştı.
Neden durup dururken gülmeye başlamıştı. Üstelik çok çirkin bir şekilde...

"Yusuf bey senin abin mi oluyor?"dedi. Yüzündeki sırıtma halen geçmiş değildi.

"Evet, müsaade ederseniz onun yanına gideceğim." dedim kızgın bir ifadeyle. Kafasını yavaşça aşağı yukarı sallayarak yanağını kaşımaya başladı. Sonrasında ise bakışlarını tekrar üzerimde gezdirdi. Yusuf'un kardeşi olduğuma inanmamıştı. Yani tavırlarından anladığım buydu...

"Demek koskoca Yusuf Doğanın kardeşi sensin... Tamam Yusuf beyin çok hayırsever biri olduğu herkes tarafından bilinir. Ama bu demek olmuyor ki her yardım ettiği kişi onun kardeşi oluyor."dedi. Bu adam beni çok yanlış anlamıştı. Buraya Yusuf abiden yardım istemeye geldiğimi düşünmüştü.

Öyle birine mi benziyordum?

"Bakın beyefendi siz beni yanlış anladınız. Deminki çirkin tavrınızı da ona veriyorum. Ben buraya yardım dilenmeye gelmedim..."

"Ne oluyor burada?"sözümü bölen Asaf olmuştu. Nihayet gelebilmişti. Bir güvenlikçiye bir bana baktı.

"Önemli bir şey yok efendim. Hanımefendi Yusuf beyin kardeşi olduğunu iddia ederek içeri girmek istedi. Ama merak etmeyin hemen hallediyorum."diyerek bana döndü güvenlikçi adam. "Hanımefendi hemen burayı terk edin yoksa zor kullanmak mecburiyetinde kala..."daha sözünü tamamlamadan Asaf adamın yakasına yapışmıştı.

"Sen kime zor kullanıyorsun lan!!!"diye öyle bir bağırdı ki adam neye uğradığını şaşırdı. Tam konuşacakken Asaf'ın onu geri itmesiyle yere savruldu. Asaf adamın üzerine giderken araya girip kolundan tuttum.

"Sen zor kullanmak istediğin kişinin kim olduğunu biliyor musun? Ela bu şirketin sahibi Metin Doğanın kızı, Yusuf'un kardeşi ve bu şirketin sahiplerinden biri!!!"diyerek benim üzerimden adama bağırdı.

"Asaf sakin ol lütfen! Yusuf'un kardeşi olduğumu bilmediği için öyle davrandı."dedim sakinleşmesi için. Fakat sakinleşmek yerine daha da öfkeleniyordu. Gözleri kararmak üzere olduğu için onu geri çekmeye çalıştım. Ama hâlâ adamın üzerine gitmeye çalışıyordu.

"Seni bilmemesi, tanımaması ona böyle davranma hakkı vermez. Ne sana ne de bir başkasına böyle davranamaz."dedi gözlerini adamdan almayarak.
Haklıydı. O adamın sözleri çok çirkindi. Kim olursa olsun böyle davranmaya hakkı yoktu.

"Efendim çok özür dilerim. Ben bilmiyordum Yusuf beyin kardeşi olduğunu, çok özür dilerim. Lütfen affedin!"diyerek Asaf'a yalvaran gözlerle baktı. Ardından bakışlarını Asaf'tan alıp bana çevirerek, "efendim lütfen beni bağışlayın, ben çok büyük bir hata yaptım, çok özür dilerim."dedi yüzündeki pişmanlık ifadesiyle. Vay be! Demin benimle alay eden adam şimdi bana yalvaran gözlerle bakıp af diliyordu... Bir insana saygı duymak illa şan şöhret mi gerektiriyordu?

"Muhasebeye git hemen ödemeni yapsınlar, kovuldun..."dedi Asaf, benim konuşmama müsaade etmeden.

"Efendim yapmayın lütfen! Beni işten çıkarmayın lütfen! Evimi çocuklarımı buradan aldığım maaşla geçindiriyorum." Adam hızlıca ayaklanıp Asaf'a yaklaşmak isteyince Asaf elini kaldırarak onu durdurdu.

"Asaf!"dedim yüzünü kendime çevirerek. Gözleri gözlerimi bulunca gözlerindeki öfke silinip yerini saf sevgiye bıraktı. "Tamam bir hata yaptı ama onu böyle cezalandırma lütfen! Adam burada aldığı maaşla evini geçindirdiğini söylüyor. O bir hata yaptı diye sen de aynı hataya düşme. Onunla beraber evini ve çocuklarını da cezalandırmış olursun. Yapma lütfen!"dedim. Biraz düşündükten sonra derin bir nefes alıp adama döndü.

"İşini doğru düzgün yap! Bir daha senden böyle bir saygısızlık görürsem bu sefer kimseyi dinlemem!"deyip adama konuşma fırsatı tanımadan elimden tutup bizi arabaya doğru yönlendirdi. Önce benim binmeme yardım edip ardından kendi yerine geçip oturdu. Arabayı çalıştırmadan evvel bana dönüp bir eliyle yüzümü avuçladı. "Özür dilerim Ela'm... Benim yüzümden oldu. Seni arabada tek başına bırakmamalıydım." dedi. Yüzümdeki eline yanağımı hafif bastırıp doğrudan gözlerine baktım. "Özür dilenecek bir şey yok. Hem ben unuttum bile o olanları. Sadece sen geciktin diye sana bakmak istemiştim. Öyle sizin çalıştığınız yeri de görmüş olurdum diye düşünmüştüm."dedim.

"Sen buraya hiç gelmedin değil mi?"deyince kafamı hayır anlamında salladım. Elini yüzümden çekip elimi tuttu. "Hadi gel içeri girelim."dedi.

"Şimdi değil, belki daha sonra geliriz. Hem senin bana göstermek istediğin bir yer vardı, ben orayı daha çok merak ediyorum. Hadi beni bir an önce oraya götür."dediğimde kafasını sallayıp gülümsedi. Birkaç saniye sonra kafasını uzatıp yanağımdan öptü ardından da arabayı çalıştırıp yola koyuldu.

Yol boyunca nereye gittiğimizi sorsam da sürpriz olduğunu söyleyip orayla ilgili tek kelime bile etmemişti. Yaklaşık bir saat yolculuğundan ardından araba nihayet bir evin önünde durmuştu. Asaf hiçbir şey demeden arabadan inip kapımı açtı. Elinden tutup arabadan indikten sonra eve doğru ilerledik. Yürürken bakışlarımı etrafta gezdirdim. İki katlı, bahçeli oldukça şirin bir evdi.

Asaf beni buraya neden getirmişti? Bu ev kimindi?

Kapıya vardığınızda Asaf zile basıp birkaç saniye sonra elini ellerimin arasından çekti. Asaf'ın elini geri çekmesiyle şaşırırken, kapının açılmasıyla şaşkınlığım daha da artmış, gözlerime inanamamıştım. Ama bu nasıl olabilirdi? Onun burada ne işi vardı?

Loading...
0%