Yeni Üyelik
6.
Bölüm

1. Bölüm

@zozanli

Keyifli okumalar 💞

 

Hayat ne garip değil mi? Bir insanın kaderi bir başkaları tarafından belirlenip bunu ona bir hükümmüş gibi giydirilmesi ne kadar zor bir durum, öyle değil mi? Üstelik bu karar, o daha çocukken veriliyorsa... Peki insan kendisine zorla dayatılan bir kararla sadece çocukluğunda gördüğü bir adamı sevebilir miydi?

Meyra sevmişti...

Bazen kendini şöyle düşünüyorken buluyordu: Ailemin seçimi olmasaydı yine de onu sever miydim? Ya da bu aşkı kalbime kabul ettirmek zorunda mı kalmıştım? Sevmek zorunda kalmak, ne kadar doğruydu acaba?

Sahiden sevmiş miydi? Yıllardır kendi içinde sorguladığı tek şey buydu.

AŞK BU MU?

"Meyra!!" Annesinin sesi ile gözlerini aralayıp başında dikilen annesine baktı. Bu gün diğer günlere nazaran yüzünde farklı bir ifade vardı. Biraz endişeli görünüyordu.

"Kahvaltı hazır kızım seni bekliyoruz."dedi. Üzerindeki yorganı kaldırıp kapıya yöneldi. "Çabuk gel."dedi çıkmadan önce.

"Tamam anne!"dedi Meyra hâlâ uyuklayarak.
Neriman Hanım çıktıktan sonra Meyra gönülsüzce yataktan kalkıp yatağını topladı. Rutin işlerini halledip mutfağa yöneldi.

"Bey, Melih yarın dönüyor. Şimdi ne olacak?" Neriman Hanım'ın, Melih'in ismini söylemesi ile adımları mutfak kapısında durmuştu. Melih'in ismini duymakla beraber içinde garip bir his oluştu. Bu hissin iyi mi yoksa kötü mü olduğunu anlayamadı.

"Melih ve Meyra hakkında abin ile konuştun mu? Neden bilmiyorum ama içimde kötü bir his var. Korkuyorum bey, ya Melih bu durumu kabul etmezse."dedi Neriman hanım. İçindeki korku sesine de yansımıştı.

"Hanım ne saçmalıyorsun! Öyle bir şey olamaz. Bu Melih'in vereceği bir karar değil. Onların hakkındaki karar çoktan verilmiş. Bu saatten sonra değiştirilemez." Kemal Bey'in kati sesi mutfakta yankılanmıştı.

"Ama bey iyi hoş diyorsun da, Melih 15 yıldır burada değil. Ya kararından vazgeçmek isterse?"dediğinde Neriman Hanım, Meyra'nın içini garip bir korku sardı. Ya gerçekten beni istemezse diye geçirdi içinden.

"Vazgeçemez! Melih de çok iyi biliyor ki burada verilen kararlar her zaman uygulanır."dedi otoriter bir sesle. Neriman hanım peki dercesine kafasını salladı ama içindeki endişe yok olmuş değildi. İçindeki korku gün geçtikçe artıyordu.

"Şu düğünü bir an önce yapalım da içimiz rahat olsun. Hem artık konu komşu laf söz etmeye başladı. Yok bilmem Melih dönmeyecekmiş, orada sevdiği varmış, bu bizim kızı ortada bırakacakmış da, daha neler neler."dedi Neriman hanım eliyle kafasındaki eşarbı düzelterek.

Kemal Bey'in Meyra'yı kapıda görmesiyle Meyra yüzündeki korku ifadesini yok edip onlara doğru yürüyerek gülümsedi. Annesinin yanındaki sandalyeye oturup sessizce kahvaltı yapmaya başladı. Kafası anne ve babasının söylediklerine takılmıştı. Melih'i onca sene beklemişti. Onu kabul etmemesini kaldırabilir miydi peki? Annesinin sözleri kafasını kurcalarken, Melih'in onu ortada bırakmayacağına inandırmak istiyordu kendini.

Kahvaltı faslı bittiğinde Kemal Bey çıkmıştı. Meyra annesine sofrayı kaldırmada yardım ederken, Neriman Hanım'dan konuyla ilgili tek kelime duymamıştı. Kahvaltı boyunca da annesinden de babasından da tek kelime çıkmamıştı. Bu sessizlik onu iyice korkutuyordu. Onları ilk defa böyle görüyordu.

Meyra annesine yardım ettikten sonra odasına geçip hazırlandı. Arkadaşı Havin ile buluşmak için annesinden izin alarak evden çıkıp her zaman buluştukları yere doğru yol almaya başladı.

 

(Meyra ve Havin'in her zaman sohbet ettikleri özel alanları)

Meyra çok sosyal olmadığı için Havin ve Helin dışında çevresi pek olmayan biriydi. Havin ve Helin ile çok iyi anlaşırlardı ama Havin onun için bir başkaydı. Arkadaştan öte kardeş gibiydi.
Havin Meyra'nın en güvendiği dostuydu. Çocukluklarından beri hiç ayrılmamış ikiliydiler onlar...

Meyra buluştukları yere gelince Havin'in daha gelmediğini gördü. 'Yine her zamanki gibi geç kaldı' diye söylene söylene yerine geçip oturdu. Yalnızlığı fırsat bilip ellerini arkaya doğru götürerek ağırlığını ellerine verdi ve karşısındaki muazzam doğayı izlemeye başladı. Biliyordu ki Havin'in olduğu ortam pek sessiz olmazdı. Kısa bir süre ortamdaki sessizliğin tadını çıkaran Meyra'nın arkadaşının gelmesiyle yalnızlığı son bulmuştu.

"Allah'ım sana şükürler olsun, Meyra'nın bekleyişini sonlandırdın."Meyra, Havin'in sesiyle daldığı düşüncelerden sıyrılıp yanına oturan arkadaşına baktığında gülen yüzüyle karşılaştı.

"Rabbim darısı benim başıma! Benim yüzümü de güldür. Ben de senin bir kulunum. Amin!!!"diyerek duasını sonlandırdığında Havin, Meyra istemsizce gülümsedi.

"Dua faslın bitti mi?" Meyra arkadaşına bakıp kafasını iki yana salladı.

"Tabii canım senin tuzun kuru, nasılsa Melih yarın dönüyor. Ya ben ne yapacağım?"deyip tırnağını kemirmeye başladı.

"Senin yapacağın tek şey ona olan hislerini anlatman. Sana bunu daha önceden de söyledim. Konuş onunla sürekli erteleme, böyle erteleyerek daha ne kadar bekleyeceksin? Onun gelip sana açılmasını mı bekliyorsun?"dedi Meyra. Yaman Ali'nin öyle bir şey yapmayacağını biliyordu zaten. Onun hayatında başka birinin olduğunu düşünse de artık arkadaşının kendi yoluna bakmasını istiyordu. Yaman Ali'nin hayatında başka birinin olduğunu öğrendiğinde Havin'in çok üzüleceğini biliyordu ama onun artık ikilemde kalmasını istemiyordu.

"İkimiz de biliyoruz onun gelmeyeceğini. Bi umut onu bekleyeceğine, ona söyle ve seni yiyip bitiren o duygudan bir an önce kurtul. Alacağın cevap olumlu veya olumsuz olsun, artık hayatına bir yön verirsin."dedi kısa bir süre sonra. Arkadaşının ellerinden tutup doğrudan gözlerine baktı. Dolan gözlerinden inen yaşları görünce elini kaldırıp baş parmaklarıyla gözlerini sildi. Onun yıllardır içinde yaşadığı duygulardan vazgeçmesini istiyordu. Çünkü kuzeninin arkadaşını üzmesinden, onu kırmasından korkuyordu. Zor olacağını biliyordu ama onun bu konuda daha fazla üzülmesini artık istemiyordu.

"Korkuyorum... Onun vereceği cevaptan korkuyorum..."iç çekip derin bir nefes aldıktan sonra konuşmasına devam etti Havin. "Ona söylemek istemediğimi mi sanıyorsun? Denedim, hemde defalarca denedim. Ama yapamadım. Belki de vereceği cevabı duymak...." Sözünü tamamlayamadan sustu. Bunu düşünmek bile ona bu kadar zor gelirken, sevdiği adam tarafından reddedilmeyi kaldıramayacağını düşündü. Yaman Ali'nin onu reddedeceğinden korktuğu için ona söyleyeceklerini her zaman yutmak zorunda kalıyordu.

"Sen de biliyorsun ki başka çaren yok. Önünde iki seçenek var. İkisinden birini seçmek zorundasın. Ya ona söyleyeceksin ya da onu başkasıyla görmeye katlanacaksın. Seçim senin."dedi Meyra.
Onu başkasıyla görmeye katlanabilir miyim diye düşündü Havin. Bunun hayali bile Havin'in canını yakmaya yetmişti.

"Beni ne kadar seviyorsun?"Havin'in sorusu ile Meyra arkadaşına anlamsızca baktı.

"Aptal kız, şimdi bunun bizim konumuzla ne alakası var?"

"Bana sorumun cevabını ver. Beni seviyor musun, sevmiyor musun?"

"Bunu sorduğuna göre benim sana olan sevgimden şüphe ediyorsun."diyerek kaşlarını havalandırdı Meyra.

"Sana çok kolay bir soru sordum. Vereceğin cevap evet ya da hayır..."deyip arkadaşının yüzüne sevimli görünmeye çalışarak gülümsedi.
Havin'in sorusunun altında yatan gerçeği anlayan Meyra kafasını iki yana sallayarak, "Olmaz... Yapamam"dedi. Arkadaşı kendisinden imkansız bir şey istiyordu. "Beni o suratsızla karşı karşıya getirme lütfen!!"dedi Meyra yüzünü buruştururken. Arkadaşının duygudan duyguya geçmesi onu hiç şaşırtmıyordu. Aslında Havin'in bu yönünü seviyordu. Ağlayan Havin beş dakika sonra gülebiliyordu çünkü. "Biliyorsun ki aramızda negatif bir enerji var."deyip onunla konuşamayacağını belirtmek istedi.

"Bu negatifliği bir kenara bıraksak. Artık onun yengesi olacağına göre her gün o suratsızı görmeye alış bence. Eğer ona söylersen ikimizi yan yana görürsün. Böylesi daha güzel olmaz mı?"dedi Havin arkadaşına göz kırparak. Havin, 'madem ben cesaret edip söyleyemiyorsam bunu Meyra yapabilir' diye düşünmüştü. Neticede Yaman Ali'nin hem kuzeni hem de yengesi olacaktı... Meyra biraz düşündü.

"Tamam söyleyeceğim ama nasıl?"dedi kısa bir süre sonra.

"Allah'a şükür eski zamanda değiliz. Telefon denen bir alet icat edilmiş, onunla haberleşebiliyoruz." Sözlerini söyleyen Havin, arkadaşından şaplağı yemişti. Eliyle omuzunu tutan Havin arkadaşına göz devirerek vurduğu yeri sıvazladı.

"Kolaysa o icat edilen telefonla sen arayıp söylesene. Ağzın iyi laf yapıyor zaten."diyerek omuzunu sıvazlayan Havin'e gözlerini kıstı.

"İnsan arkadaşı için bir iyilik yapacaksa bu kadar söylenmemesi lazım."deyip burun kıvırınca, Meyra ters bir bakış atıp sessiz kaldı. Havin arkadaşının sessiz kaldığını görünce yanına yaklaşıp dudaklarını yukarı doğru kıvırdı. Meyra'nın sessiz kalışı, arkadaşına yardım edeceği anlamına geliyordu.

"Hadi çıkar şu telefonu da Yaman'ıma mesaj atalım."dedi. Meyra oflayarak telefonu cebinden çıkarınca Havin'in yüzündeki o gülümsemeyi de gördü. Telefonundan mesaj bölümüne girip
'merhaba abi müsaitsen görüşebilir miyiz?'yazıp mesajı Yaman Ali'ye gönderdi.

İki arkadaş bakışları telefonda gelecek cevabı bekliyorlardı. Sabırsız olduğunu ayağını ritmik bir şekilde sallayarak gösteren Havin arkadaşının elinden telefonu alarak kucağında döndürmeye başladı. Onun için sanki zaman geçmek bilmiyordu.
Yaklaşık yarım saattir gözlerini telefondan ayırmayan Havin dayanamayarak arkadaşına döndü.

"Niye cevap vermiyor? Görmedi mi acaba?"dedi sabırsızca. Meyra bilmem dercesine omuz silkti. Ardından Yaman Ali'nin onunla arasındaki anlamadığı o soğukluğu düşününce, "Mesajın benden geldiğini görünce cevap vermek istememiştir kesin."dedi. Aralarındaki o soğukluğun sebebini bir türlü anlayamıyordu. Havin'in elindeki telefon titreyince bekledikleri mesaj nihayet gelmişti. Havin mesajın içeriğini ekranda görüp yüzünü asarak telefonu arkadaşına uzatınca, Meyra telefonu alıp mesajı açtı.

Yaman Ali
'müsait değilim. Bir şey mi oldu?'

Meyra
'Abi seninle konuşmam gereken önemli bir şey var.'

Yaman Ali
'İş çıkışı atölyene uğrarım.'

******************

Meyra'dan

Havin'den ayrıldıktan sonra eve gitmiştim. Yaman abi ile Havin hakkında konuşacağım için biraz tedirgindim. Tedirgin olmamın sebebi Havin'in duygularını anlatmamdan çok bana olan soğuk mesafesiydi. Yıllardır bu soğukluğun sebebebini halen de anlamış değildim. Gerçi Murat amcamın ailesinden bize karşı sevgilerinden emin olduğum iki kişi vardı. Murat amcam ve Helin... Peki ya Melih? O da beni hala seviyor mu? Yoksa beni unuttu mu? Eğer ki beni unutmuş olsa evlendiğimizde beni yeniden sever mi?

Çocukluğum da beni seven Melih hala aynı Melih mi? Neden içimde onun hala aynı olduğuna dair bir his yok peki? İçinde bana karşı zerre bir duygu kalsaydı bunca zaman içinde bir kere olsa bile beni aramaz sormaz mıydı? Belki de çocukluğumuzda yaşadığımız şeyler onun için çocuklukta kalmıştır. Bütün bunları bilmeme rağmen neden bir aptal gibi onu bekliyorum? Bütün bunları neden düşünüyorum ki? Sanki önüme başka bir seçenek sunmuşlar gibi... Ben Melih'e, Melih bana ailelerimiz tarafından mecbur bırakılmış iki birer çocuktuk. Onun için ne hayatıma ne de kalbime başka birini alabilmiştim. Ailemizdeki gelenekler böyleydi. Aile büyüklerinin senin için uygun gördükleri kişiyle evlenmek zorundaydın. Bu güne kadar bu gelenek hep böyle devam etmişti. Fırat abim için Mahmut amcanın kızı Zuhal de karar kılınmış, yıllar önce ikisini evlendirmişlerdi. Serhat abim ve Hülya ablam da dedemin uygun gördükleri kişilerle evlendirilmişlerdi.

Ben ve Melih de birbirimize uygun görülmüştük.

"Kızım nereye daldın öyle, telefonun ikidir çalıyor?" Annemin sesiyle kafamı yasladığım elimden çekip düşüncelerimden sıyrıldım. Yaklaşık yarım saattir salonda uzanmış düşünüyordum. Anneme tamam anlamında kafamı sallayıp telefonumu önümdeki sehpaya uzanarak aldım. Havin arıyordu... Kesin Yaman Ali ile konuştun mu diyecekti. Telefonu açıp kulağıma götürdüğümde Havin'in yüksek ve endişeli sesini işittim.

"Bir saattir arıyorum neden açmıyorsun? Yaman'la konuştun mu, ne dedi? Çatlatma insanı, meraktan öldüm öldüm dirildim burda" diyerek sorularını ardı ardına sıraladı. Telefonu kulağından çekip saate baktığımda epey ilerlediğini anlamamla uzandığım kanepeden doğrularak ayağa kalktım.

Yaman abi birazdan atölyede olurdu.

"Daha konuşmadım. Kapat telefonu hazırlanıp çıkıyorum hemen, konuştuğumda sana haber veririm." dedim. Daha Havin cevap vermeden telefonu kapatıp odama yüneldim. Biraz daha telefonla uğraşsaydım geç kalırdım. İçim biraz huzursuz olduğundan geç kalıp da Yaman abiden azar işitmek istemiyordum. Zaten olur olmadık yerde bana kızıp azarlıyordu. Allah'a şükür ki mecbur kalmadıkça yanyana gelmiyorduk.

Dolaba göz gezdirip içinden beyaz, üzeri siyah ve yeşil işlemeli kıyafetimi çıkarıp giyindim.


(Meyra'nın giydiği kıyafet)

Saçlarımı olduğu gibi hafif dağınık bırakarak önlerinden bir kaç tutam kaldırıp tokayla tuturdum. Aşağıya inip anneme atölyede biraz çalışacağımı söyleyip atölyeye doğru yol aldım. Atölyeye geçtiğimde Yaman abi daha gelmemişti. Görünürde de hâlâ yoktu. Yaman abinin yokluğundan istifade şövalenin başına geçip üzerindeki örtüyü kaldırıp kenara bıraktım. Palete bir kaç renk boya döküp yarım kalan resmimin üzerine fırçayla dokunuşlar yaptım. Boyaların içinde olmak, onlara dokunmak, onları hissetmek bana huzur veriyordu. Fırçayı her elime aldığımda sanki dünyadan soyutlaşmış gibi herşeyden uzaklaşıyordum. İçimdeki tüm huzursuzluğu yok ediyordu sanki... Kendimi en rahat hissettiğim yer burasıydı. Atölyem...
Boya almak için kafamı çevirdiğimde, kolları göğsünde, sırtını kapı pervazına yaslamış olan Yaman abiyi gördüm. Ne zamandan beridir oradaydı? Onun geldiğini farketmemiştim. Onu gördüğümü farkedip yanıma doğru gelince kenara bıraktığım örtüyü tualin üzerine tekrar bıraktım.

"O yaptığın eserler o kadar değerli mi ki, kimsenin görmesini istemiyorsun?"dedi. Ellerime bulaşan boyayı silip ayağa kalktım.

"Yok abi, daha tamamlamadığım için kapattım sadece."dediğimde kaşları çatık bir şekilde kafasını anladım der gibi salladı.

"Peki, dediğin gibi olsun." deyip az ötede bulunan iskemlelerden birini alıp karşıma geçerek oturdu.

"Evet seni dinliyorum. Konuşmak istediğin konu neydi?" dedi kafasını kaldırıp doğrudan gözlerimin içine bakarak. Bir an öyle gözlerimin içine baktığında içimi telaş sardı. O an ne diyeceğimi şaşırdım. Onu gördüğüm zaman nedenini bilmediğim bir sebepten içimi garip bir his kaplıyordu. Bu korku muydu, yoksa kendi kendime yaptığım bir kuruntu mu bilemiyordum...

"Sorun ne? Ordan bakınca o kadar korkunç mu görünüyorum? Yüzüme baktığında söyleyeceğini unutturacak kadar?"deyince kafamı onaylamaz bir şekilde iki yana salladım. Benim kafamı kurcalayan şey ona Havin'in duygularını nasıl anlatacağımdı.

"Yok... ben sadece diyeceğim şeyi sana nasıl aktaracağım, onu düşünüyordum."dediğimde kaşlarını merakla havalandırıp oturma pozisyonunu dikleştirdi.

"O kadar önemli mi anlatacağın bu şey? Şimdi bu söyleyeceğin konu her neyse bende merak uyandırdı."dedi. Derin bir nefes alıp söyleyeceğim şeye odaklandım.

"Ben sözümü bitirene kadar lütfen sen araya girme. Çünkü araya girersen söyleyeceğim şeyi tamamlamayabilirim." Stresten avuçlarım terlemeye başlamıştı. Neden bu kadar stres yapıyordum ki? Alt tarafı söyleyeceğim bir kaç kelimeydi. 'Havin seni seviyor' diyeceğim tek cümle bu... Neden bunu söylemek bu kadar zor ki?

"Şimdi daha çok merak ettim. Kulağım sende."

"Şey... Konu Havin... Onun sana karşı yıllardır hisleri var ve bunu sana bir türlü söylemeye cesaret edemiyor."dedim bir çırpıda. Vereceği tepkiye bakmak için kafamı kaldırıp hafifçe ona doğru baktım. Dişlerini birbirine bastırıp elini sakalında gezdirdi birkaç saniye. Alnındaki damarların ortaya çıkmasıyla konunun hoşuna gitmediğini anlamıştım. Yutkunup birkaç adım geri çekildim...
Yaman abinin sinirlenince gözünün hiçbir şey görmediğini herkes biliyordu. Ve şu an alnındaki damarların çıkması sinirlendiği anlamına geliyordu.
Yaman abi korktuğumu anlayınca yüzündeki sert ifadeyi yok edip sakinleşmeye çalıştı. Sakinleştikten kısa bir süre sonra bakışlarını bana çevirip anlam veremediğim bir ifade takındı.

"Havin'in cesaret edemeyip söyleyemediğini söylemek sana mı kalmış?"ellerini göğsünde birleştirip geriye yaslandı. "Ne kadar da cesaretliymişsin böyle... Bu cesareti neden kendinde kullanmadın ki?" Gülümser gibi oldu. "Senin daha çok ihtiyacın var sanki."dilini dudaklarının üzerinde gezdirip ıslattı. "Madem çok cesaretlisin neden bunca sene Melih'i bir kez olsun aramadın?"dedi sağ ayak bileğini sol ayağının üstüne atarak. Deminki sinirden alnında damarları beliren adam gitmiş, yerine sakin tonda konuşan adam gelmişti. Ayrıca neden şimdi konuyu Melih'e getirmişti ki? Konumuz Havin'den nasıl Melih'e gelmişti anlam veremiyordum.

"Konumuz Melih değil, neden onu karıştırıyorsun?"dediğimde hızla ayağa kalkıp altındaki iskemleyi büyük bir görültüyle devirdi. Korkuyla birkaç adım geri çekilsem de üzerime doğru gelerek aradaki mesafeyi kapatmıştı.

"Konumuz tam da bu!"dedi yüksek çıkan sesiyle. Kolumu kavrayarak beni kendine çektiğinde aramızdaki mesafe sıfıra inmişti.

"Melih'in bu konuyla alakası yok. Hem beni aramadığını da nederden çıkardın?"deyip kendimi geri çekmeye çalıştım. Kolumu öyle bir kavramıştı ki değil geri çekilmek yerimden bile kıpırdayamıyordum. Beni kendisine o kadar yaklaştırmıştı ki yüzümde onun nefesini hissedebiliyordum. Aramızdaki bu yakınlık beni fazlasıyla rahatsız ediyordu. Birden ellerini gevşetip beni itince geriye doğru birkaç adım sendeleyip son anda kendimi düşmekten kurtardım.

"Nerden mi çıkardım? Sahi Melih en son seni ne zaman aradı?"dedi. Elini cebine sokup benden cevap bekler gibi yüzüme baktı.
Ona ne diyebilirdim ki? Sahi biz Melih ile en son ne zaman konuşmuştuk? Çocukluğumuzda... Daha Amerika'ya gitmeden önce...
Melih beni hiç bir zaman aramadığı hâlde neden ona aradığını söylemiştim ki?
Aklımdaki bütün düşünceleri bir kenara bırakıp Yaman abi'ye baktım. Melih ile konuşup konuşmamam beni ilgilendiren bir konuydu...

"Melih'in beni arayıp aramaması seni ilgilendiren bir konu değil. Bir daha üzerine vazife olmayan şeylere karışma!"dedim. Sesim biraz sert çıkmış olmalı ki, yüzünde sert ve kızgın bir ifade oluştu.

"Üzerime vazife olmayan şeylere karışmayayım diyorsun...?"dedi kısa bir süre sonra. Yüzüme alay eder gibi bakıp yüzünü buruşturdu. "Bunu bana sen mi söylüyorsun? Arkadaşını bana yamamaya çalışan sen?"dediğinde kaşlarım olabildiğince çatılmıştı. Böyle bir cümleyi nasıl kurabilirdi? Arkadaşını bana yapmamak da ne demekti?
Yüzüne sinirle bakıp konuşmaya çalıştığımda konuşmasıyla sözümü kesmişti.

"Gerçekten arkadaşını kabul edeceğimi mi düşündün. Ondan mı bana bunu söyledin? Arkadaşın da senin gibi aptal, kendisine hiç umut vermeyen birine bel bağlıyor. Ona deki: Arkadaşı gibi kendisini umursamayan biri için yıllarını heba etmesin... Onun için yapabileceğim en büyük iyilik bu... Başka bir şey gelmez elimden."dediğinde sanki dizlerimin bağı çüzüldü. Düşmemek için duvara tutunup sırtımı yasladım. Bu sözleri bana söyleyecek kadar nasıl ileri gidebilirdi? Bunu kabul edemezdim.

"Ben sana arkadaşımı yamamaya çalışıyorum? Öyle mi YAMAN ABİİİ? Bak ben sana abi diyo..."

"Bana abi deme! Ben hiç bir zaman abin olmadım ve olmayacağım da."dedi sözümü bölerek. Üzerime doğru gelip her iki kolumdan tutarak beni sarstı. O kadar öfkeliydi ki o an canımı yaktığının farkında bile değildi. Tüm gücümle onu geriye ittim.

"Bana aptalsın dedin ya, aslında çok haklısın. Eğer aptal olmasaydın senin gibi kibir sahibi birine abi demezdim. Bu benim aptallığım... Demişler ki eğer bir insana haddinden fazla değer verirsen o insan senin değerini düşürür, aynı senin gibi..."ona bir adım yaklaşıp doğrudan gözlerinin içine baktım. "Aslında biliyor musun, Havin için çok üzülüyorum, senin gibi birini sevdiği için. Çünkü sen sevilmeye layık biri değilsin."dedim kendime engel olamayarak. Sözlerim biraz ağır olabilirdi ama beni bu raddeye o getirmişti.
Oturduğu iskemleyi duvara fırlatıp üzerime doğru gelince adımlarım kendiliğinden geriye doğru gitti. Onu ilk defa bu kadar sinirli görüyordum. Ben geriye doğru gittikçe üzerime doğru geliyordu. Artık gidecek alanım kalmayınca sırtım duvarla buluşmuştu. Beni kendiyle duvar arasında bırakıp yüzüme sinirle baktı. Bu hâli beni korkutmuyor değildi.

"Sen kimsin ki benim sevilmeye layık olmadığımı söylüyorsun? Sevgiden anlamayan biri bunu bana nasıl söyleyebilir? Sen içinde olduğunu sandığın ilişkinin sevgi olduğunu mu sanıyorsun? O ilişkiye zorunda bırakılan birisin. Sen sadece Melih'e dayatılan bir yükten başka birşey değilsin..."deyince kan beynime sıçradı.
Onu bütün var gücümle itip elimi kaldırdığım gibi yüzüne vurmaya çalıştım.

Elimi havada tutup "Bunu bir daha aklımdan bile geçirme!"diyerek beni yere savurdu ve arkasına bakmadan kapıya doğru ilerledi.

"Ha, o arkadaşına söyle benim hayatımda başka biri var..."dedi sırtı dönük bir şekilde. Ardından kapıyı çarpıp çıktı.

*************************

Havin'den

Sabahın erken saatlerinde öten horozun sesiyle gözlerimi aralayıp ovuşturdum. Bütün sabahlarımın katili olan bu horoz bir gün elimde kalıp sonunu getirecekti. Gerçi annem izin verseydi şuana kadar horozun tüyleri bile ortada kalmazdı ya neyse... Ama şöyle bir gerçek vardı ki ben onu yolsam annem de beni yolardı. Sanki onun öz evladı ben değilimde o çilli horozdu. Kadın horozunu benden daha çok seviyordu.

İnsanın horozunu kendi çocuğundan fazla sevmesi mümkün müydü? Söz konusu annem ise tabii ki de...

Bütün gece doğru düzgün uyumadığım için gözlerim yarı açıktı. Kendimi o kadar yorgun hissediyordum ki, bütün gün uyusam yorgunluğum geçmezdi. Ama aklım Meyra'da olduğu için uyku tutmuyordu bir türlü. Bu kız neden beni aramıyordu? Aramalarıma da cevap vermiyordu. Bilmiyor muydu benim ondan gelecek cevabı dört gözle beklediğimi? Belki de Yaman olumsuz cevap verdi ve Meyra beni üzmemek için telefonuna cevap vermiyordur... İyi de Yaman olumsuz cevap verse bile, ki ondan gelecek cevabın olumsuz olduğunu hissediyordum. Meyra bunu benden saklamazdı... Ben sadece şansımı denemek istemiştim, bir umut...

Ağrıyan başıma rağmen yataktan kalkıp aceleyle üzerime bir şeyler giyinip kendimi odadan dışarı attım. Benim bir an önce Meyra'yı görmem lazımdı. Alacağım cevaptan çok onu merak ediyordum. Onca yıldır arkadaştık, hiç böyle yaptığını görmemiştim. Artık onun için endişelenmeye başlamıştım.

"Kızım hayırdır, sabahın körü nereye gidiyorsun?" Tam çıkarken annemin radarına yakalanmıştım. Elimi kapı kulpundan çekip yüzüme sahte bir ifade takınıp anneme döndüm.

"Senin horozunu bi ziyaret edeyim dedim. Gece onu rüyamda gürdüm. Belki bize bir kıyak yapar da soframızı şenlendirir."dedim göz kırparak.

"Bu gidişle sen anca rüyanda horoz görürsün."dediğinde yüzümdeki gülümsemem yavaş yavaş dondu. Annemden beklemediğim atak gelmişti. Yüzüme teessüf eder gibi bir ifade takınıp gözlerimi kıstım.

"Annecim şaka yapma konusunda beni geçtin bakıyorum."dedim.

"Şaka yaptığımı da kim söyledi? Ben gayet ciddiyim. Yıllardır Meyra ile takılıyorsun ama bi baltaya sap olamadın. Baksana Meyra'ya, koskocaman ASLANBEY'LERE gelin gidiyor. Kendisi bir aslanbey olmasına rağmen gidip amcasına gelin oldu. Biliyorsun ki aslanbeyler Murat bey ile tanınıyorlar. Sende aklını kullan daha Yaman aslanbeyi kimse kapmadan o parmağına yüzüğü geçirmeye bak, sen de kurtul biz de..."dedi.

"Annecim sabah sabah çok enerjiksin ama benim çıkmam lazım. Yoksa kalıp sana eşlik etmek isterdim."deyip kapıyı açıp çıktım.

"Sabahın bu saatinde nereye gideceksin?" Annemin arkamdan seslenmesiyle hiç arkama dönmeden 'Meyra'ya' diye bağırıp uzaklaştım.

Annemin sabah sabah enerjik olması beni yorsa da konu Yaman Ali ve ben olduğu için hoşuma gitmişti. Demek annem de benim onunla olmamı istiyordu. Her anne isterdi Yaman Ali gibi bir damadı olmasını. Ama şöyle bir şey vardı ki Yaman Ali kolay kolay kız beğenen biri değildi. Annesinin beğenip istediği kızların hiç birini kabul etmiyordu.

Meyra'ların evinin yakınına geldiğimde Helin'in onların evinden çıktığını gördüm. Beni gördüğü gibi adımlarını hızlandırıp yanıma doğru geldi.

"Bende Meyra'yı görmeye gelmiştim. Onu gördün mü? Dün geceden beri Hanımefendi telefonlarıma cevap verme zahmetinde bulunmuyor."dedim ardı ardına sıralayarak. Kaşları çatıldı.

"Meyra sizde değil miydi? Ama yengem dün gece sizde kaldığını söyledi. Sizde değilse nerde bu kız? Yoksa abim ona bir şey mi dedi."dediğinde şaşırarak yüzüne baktım. İkisinin konuştuğunu benden başka kimse bilmiyordu ki...

"Meyra'nın abin ile konuştuğunu kim söyledi sana?"

"Abim söyledi. Dün gece biraz tartışmışlar, abim de ona bakmam için amcamlara gönderdi. Şimdi bunları boşver de Meyra nerde, onu bulalım. Sonra ben bunun hesabını size sorarım. Benden habersiz iş çevirmek ha, gösteririm size. Önce şu Meyro'yu bulalım."deyip bana ters ters baktı. Helin'in söylediklerinden kafam sadece ikisinin tartıştıklarına takılmıştı. Aralarında tartışılacak kadar ne olmuş olabilirdi ki? Alt tarafı vereceği cevap evet ya da hayır olacaktı. Bunun tartışılacak bir tarafı yoktu, üstelik Meyra'yla.

"Eğer gece başka bir yere gitmediyse atölyesindedir. En son abin ile orada konuşacaklardı."diyerek Helin'in koluna girerek hızlı adımlarla atölyeye doğru gittik.
Atölyeye vardığımızda kapının açık ve her yerin dağılmış olduğunu gördüğümüzde Helin ile birbirimize bakakaldık.
Bu atölye neden böyle dağınık bir haldeydi? Burada ne olmuştu da burası bu hale gelmişti?
Her yer her yerdeydi... Fakat işin ilginç tarafı Meyra ortalıkta görünmüyordu... Burası bu halde ise o ne haldeydi acaba?
Birkaç adım atıp eğilerek yerdeki parçalanmış tabloya baktım. Bu hiç kimseye göstermediği yaptığı en son tablosuydu. Bana bile...

"Meyra burda da değilmiş, nerde bu kız, ayrıca burayı kim bu hale getirmiş olabilir?"diyen Helin'le bakışlarımı parçalanan tablodan çekip ayağa kalkarak ona döndüm ve kendime hakim olamayıp bağırarak konuşmaya başladım.

"Onu abine sorsana, o daha iyi bilir. Burayı bu hale getirmişse arkadaşıma ne yapmıştır kimbilir."dedim. Aklıma ondan başkası gelmiyordu. Dün gece burada ikisi konuşacaklardı ve dün geceden beri Meyra'dan haber alamıyordum. Burayı bu hale ondan başkası getirmiş olamazdı. Meyra gözünden bile sakındığı tablolarına kendisi zarar veremezdi.

"Saçma sapan konuşup asabımı bozma, o bahsettiğin kişi Yaman abim. O kimseye zarar verecek biri değil. Üstelik bu kişi ailesinden ve yakın zamanda yengesi olacak biri, ona mı zarar verecek? Ayrıca, benim arkadaşım demek de ne demek, sanki ben onun yabancısıyım. O senin arkadaşın olduğu kadar benim de arkadaşım, hatırlarsan."dedi kaşlarını havalandırarak. Yaman'ın kimseye zarar veren biri olmadığını elbette biliyordum. Benim şaşırdığım nokta da oydu ya zaten. İkisinin arasında nasıl bir diyalog geçmişti de burası bu hala gelmişti ve Meyra ortalıklarda görünmüyordu.
Helin'e dönüp konuşacağım sırada bir hıçkırık sesi duyuldu. Helin ile birbirimize bakıp hıçkırığın nerden geldiğini anlamaya çalıştık. Etrafa göz gezdirdiğimizde tekrar bir hıçkırık sesi daha duyuldu. Ses pencerenin hemen dibinde bulunan kanepenin arkasından geliyordu. Adımlarımı hızla o yüne çevirdiğimde Helin de hemen peşimden gelmişti.
Meyra kanepenin dibine çükmüştü. Ayaklarını kendisine çekmiş bir şekilde dizlerine kafasını koymuş sessizce ağlıyordu. Onu öyle görünce hemen yanına çüktüm.

"Ne oldu kuzum sana, niye ağlıyorsun? Yaman sana bir şey mi dedi yoksa?"dedim elimi omuzuna koyarak. Sanki kafasını dizlerine daha fazla gömebilecekmiş gibi bastırınca ellerimi saçlarına götürüp okşadım. Meyra neden bu haldeydi? Yoksa benim yüzümden miydi? Onun bu durumda olmasının sebebi ben miydim? Sırf benim duygularımı ona söylediği için mi onu bu hale getirmişti? Seni sevdiğimi öğrenmen sana bu kadar mı dokundu sinirlenip etrafı dağıtacak kadar?

"Meyra, abim sana ne yaptı da bu hale geldin? Bana sadece tartıştığınızı söylemişti. Eğer sana kötü bir şey demişse onu Melih abime şikayet edeceğim gelince." dediğinde Helin, dizlerine gömdüğü kafasını yavaşça kaldırdı. Ağlamaktan şişmiş gözlerini Helin'e çevirip acıyla gülümsedi.

"Ona şikayet etme... Ben zaten ona yükmüşüm ki..."dedi gözlerinden yaşlar süzülürken.

"Neee?" Helin ve ben ikimiz aynı tepkiyi vermiştik. Ne diyordu bu? Yükmüşüm de ne demek?

"Ne diyorsun kızım sen, ne yükünden bahsediyorsun? Bunu sana kim söyledi, Yaman mı?"dedim elimi çenesine götürüp yüzünü kendime çevirerek.

"Aslında biliyor musun Yaman abi çok haklı... Ben daha kendime çare olamazken başkasının yarasına nasıl melhem olayım ki? Yılardır beni sevmeyen bir adama bel bağlamışım ya,"yüzüne sahte bir gülümseme takınıp istemsizce gülümsedi. "Sen de seni sevmeyen birine bel bağlama, çünkü o başkasını seviyormuş, hayatında başka biri varmış..."dedi gözlerini kaçırarak. Meyra'nın söylediği son sözlerden sonra sanki üzerimden soğuk bir rüzgar esti geçti. Bedenim sanki kaskatı kesilmiş gibi gözlerim donuk bir şekilde Meyra'nın yüzünde kalakalmıştı. Dedikleri kulağımda yankılanırken odaklandığım tek nokta şu olmuştu: O başkasını seviyormuş, hayatında başka biri varmış...
Beni kabul etmeyeceğini hissediyordum ama içimde bir yerde bir umut vardı, şimdi o umudumu da elimden aldı.
Telefonun yüksek çıkan zil sesiyle girdiğim transtan çıktığımda, Helin elinde telefonla bir bize bir telefonun ekranına bakıyordu.

"Abim arıyor..."

"Ne diye arıyormuş, arkasında bıraktığı enkazı merak mı etmiş?"dedim kızgın bir ifadeyle. Telefonunu meşgule atıp cebine koyarak bana kısa bir bakış attı ardından da Meyra'ya döndü.

"Yaman abim neden sana öyle söyledi bilmiyorum ama Melih abim seni sevmese neden dönsün ki?"deyip Meyra'ya yaklaşarak çenesinden tutup kendisine bakmasını sağladı.

"Sorun orda ya bugüne kadar hiç dönmedi, dönmeyi bırak bir kez olsun aramaya bile tenezzül etmedi... Eğer ki sevseydi kimsenin ağzına laf vermezdi. Yaman abi bile böyle düşünürken kim bilir elalem ne diyor?"bomboş bir ifadeyle yüzüne baktı. "Belki de her şeyi kendi gözümde ben büyütmüşüm. Ona hissetiklerim benimle gün be gün büyürken belki de o beni gittiği gün unuttu."dedi acıyla gülümseyerek. Gözlerini kırptığında yaşlar birbiri ardına süzülerek Helin'nin parmaklarına damladı.

"Sana şimdi ne söylesem seni tatmin etmeyecek biliyorum. Bu sorularının cevaplarını sana sadece Melih abi verebilir. Senin yapacağın tek şey bir hafta daha sabretmek. O gelince herşeyi ona sorarsın.
Elalemin sözlerine gelince de onların dediklerini takıp üzme kendini."deyip gözündeki yaşları sildi.

"Bir hafta sonra mı? Biz yarın dönecek diye biliyorduk."dedim araya girerek. Bakışları Meyra da olan Helin dediğimle bana dönmüştü.

"Öyleydi ama işi çıkınca bir hafta sonraya ertelemek zorunda kalmış."dediğinde, Meyra birden ayaklandı.

"Yaman abi haklı, gelmeyecek işte."deyip kızarak atölyeden çıkıp gittiğinde Helin ile arkasından bakakaldık. Şuan Meyra için mi yoksa kendim için mi üzüleyim bilemiyordum. Bir tarafta Meyra'nın yaşadıkları diğer tarafta benim yüreğimdeki alevlenen yangın...

*********************
BİR HAFTA SONRA

Meyra'dan

Ne çok bekledim bu günü... Ne çok hayaller kurmuştum ikimiz adına... Böyle mi olacaktı bugün? Sen geliyorsun ama içimde hiç bir his yok... Ne bir sevinç, ne bir heyecan, ne de mutluluğa dair en ufak bir kırıntı... Benden geriye kalan sadece kırık bir kalp...
Bütün o duygular bir hafta öncesinde kalmıştı. Yaman abi bana o sözleri sarf ederken beni paramparça ettiğini bilmiyordu. O günün üzerinden tam bir hafta geçmişti ama benim aklım da ruhum da o gündeydi. Yaman abinin sözleri bir türlü zihnimi terketmiyordu. Geceleri bile uykularımı bölüyordu o sözler. Bu sefer o sözler Yaman abinin değil, bizzat Melih'in ağzından dökülüyordu. 'Sen bana ailem tarafından zorla dayatılan bir yüksün' diyordu. Bana öyle nefretle bakıyordu ki, o an orada yok olmak istiyordum. Tekrar Melih'ten o sözleri duymamak için geceleri uymak istemiyordum.

"Hadi canım gel birşeyler atıştır lütfen! Kaç gündür doğru düzgün birşey yemedin." Havin'in sesiyle kafamı camdan çekip yorgunca ona döndüm. Saatlerdir cam kenarında oturmuş dışarıyı seyrediyordum, kendimden geçmişçesine. Kafamı iki yana sallayıp bir şey yemek istemediğimi belirttim. İçim hiç birşey almıyordu.
Havin elindeki tepsiyi makyaj masasının kenarına bıraktı ve yanıma gelerek her iki elimden kavradı.

"Ama böyle olmaz ki, birşeyler yemen lazım, yoksa akşam dedenlerde düşer kalırsın."dediğinde kendimi tutamayıp ona sıkıca sarıldım. Kalbinin ne kadar kırık olduğunu, ne kadar acı çektiğini biliyordum ama Havin kendi acısını unutmuş gibi yapıp benim acımla ilgileniyodu. O günden sonra Havin beni bir gün bile yanlız bırakmamıştı. Hatta geceleri teyzemden izin alıp benimle kalıyordu. Sırf ben üzülmeyeyim diye Yaman abinin adını bile yanımda anmıyordu.

"Özür dilerim... Benim yüzümden kendi acını bile yaşayamadın. Kendi acım yüzünden senin içinde kopan fırtınayı göremedim. Bu kadar bencil davrandığım için beni affet!"dedim. Tutmaya çalıştığım gözyaşlarım yanaklarımdan aşağıya doğru süzüldü o an. Ben nasıl bu kadar bencil davranabilmiştim? Arkadaştan öte kardeş gibi bildiğim Havin'in acısını nasıl yok saymıştım? Bu yüzden kendimi asla affetmeyecektim.

"Özürlük bir durum yok kuzum ben senin içini biliyorum. Şimdi bunları boşver, biz bu geceyi bi atlatalım, seni başgöz edelim de sonra sen beni toparlarsın."dedi geri çekilip bakışlarını çevirdi ve ayaklandığı gibi kendisini makyaj masasının yanına attı. Buradan derin iç çekişlerini duyabiliyordum. Üzülüp ağladığını görmemem için benden uzaklaşmıştı.

"Havin o saklamaya çalıştığın acını görebiliyorum. Benden saklamana gerek yok."dediğimde bana dönerek yüzüne sahte bir gülümseme yerleştirdi.

"Boşver bunları gidip dışarda kahvaltımızı yapalım. Hava mis gibi, neden kendimizi içeriye tıkıyoruz ki?"dedi. Elindeki tepsi ile kapıya yöneldiğinde bende ayaklanıp peşinden gittim, her ne kadar istemesem de.
Çardağa doğru gittiğimizde annem, teyzem ve Zuhal yengem de orada oturmuş akşamki yemek davetinden bahsediyorlardı. Onlara görünmeden çardağın biraz ilerisindeki büyük ağacın gölgesine oturduk. Onların sohbeti şuan beni gererdi ve ben kafamı toparlamak isterken bunu istemiyordum. Onların konuşacağı konu zaten belliydi.

Akşamki davet...

Akşamki davet Melih ve benim için veriliyordu. Bütün Aslanbey ailesi dedemlerin evinde toplanıyorlardı. Bizim düğün tarihini kararlaştırmışlardı ve bu akşam herkese duyuracaklardı. Murat amcam ve Hakan abi düğünün iki hafta sonra olacağını dün akşam bize gelerek babamlarla kararlaştırmışlardı. Bizim düğün iki hafta sonraydı ama gelin ben değilmişim de bir başkasıydı sanki... Bir gelinde olması gereken hiç bir duyguyu hissetmiyordum.
Annemlerden biraz uzak otursak bile teyzemin sesi bize kadar geliyordu.

"Melih dönmekte geç bile kaldı, çok daha önceden dönmüş olması lazımdı. Millet artık konuşmaya başlamıştı. Onun dönmesi bütün aile adına iyi oldu. En azından artık milletin Melih hakkındaki düşünceleri, Meyra'yı ortada bırakacağı yalanı falan, hepsi son bulur."

"Hâlen de öyle olacağını düşünüyorum. Ben zaten o dedikoduların hepsinin Selma'nın başının altından çıktığını düşünüyorum. Kızımın o eve gelin gitmesini istemiyorum ama Kemal beni dinlemiyor. Ben biliyorum ki o kadın benim kızıma huzur vermez." Annemin söyledikleri beni korkutuyordu.
Selma yengenin zor bir insan olduğunu biliyordum ama bu dedikoduları çıkartacak kadar kötü olduğunu düşünmemiştim. Annemle araları bildim bileli kötüydü, ki elti olmalarına rağmen birbirinin evlerine gitmiyorlardı.
Orası amcamın evi olmasına rağmen hiç bir zaman o eve ayak basmamıştım. Abimler de ablam da...
Murat amcanın çocuklarından da Helin dışında kimse bize uğramazdı. Dün akşam Hakan abinin bize gelmesi de bir ilkti, o da eminim ki amcamın baskısıylaydı. Annemle yengemin arasındaki kavga her ne ise bu iki ailenin de bir araya gelmesine izin vermiyordu. Melih ile benim hakkımızdaki karar çıktığında her ne kadar engel olmak istemişlerse de bunu başaramamışlardı çünkü bu kararı dedem ve kardeşleri, yani aile büyüklerimiz vermişti. Onların sözü üstüne söz söyleyemezlerdi.

"Melih kızının arkasında durduğu müddetçe o kadın hiçbir şey yapamaz."dediğinde teyzem, Havin ile birbirimize baktık. Melih gerçekten de arkamda durur muydu, annesine karşı beni korur muydu? Eğer ki hâlâ çocukluğumdaki tanıdığım Melih ise yapardı. Ama şimdiki Melih'i bilmiyordum.
Melih'in değişip değişmediğini bilmiyordum ama ben hala onun bıraktığı Meyra'ydım.

Zuhal yengemin ayağa kalkıp bizi görmesiyle annem ve teyzem susmuşlardı. Annem kahvaltıyı bitirip bir an önce hazırlanıp dedemlere geçmemiz gerektiğini söylediğinde tamam deyip kafamı dağıtmak için oyalandığım önümdeki kahvaltıya döndüm.

"Zaten birşey yemiyorsunuz. Kalkın odaya geçip hazırlanın, bir saate orada olmamız lazım." Annem birkaç dakika sonra gelip önümüzdeki sofrayı kaldırdı.

"Teyze bende mi geliyorum? Ama bu aile arasındaki bir davet, benim orada ne işim var?"dedi Havin anneme bakarak. Yaman abi yüzünden oraya gelmek istemiyordu. Onu çok iyi anlıyordum.

"Kardeşini bu mutlu gününde yanlız mı bırakacaksın? Ayrıca aile arasında ne demek sende ailedensin. Hadi oyalanmadan geçin hazırlanın."dedi annem ve Havin'e söz hakkı tanımadan arkasını dönüp içeri geçti.
Annemi daha fazla kızdırmadan Havin ile isteksizce odaya geçtik.
Havin yüzüne taktığı sahte gülümsemesi ile dolaptan haftalar öncesinden hazırladığım krem, güpür işlemeli elbiseyi çıkarıp üzerime tuttu. Bedenen burda olsada ruhen burda olmadığını biliyordum. Üzerime tuttuğu elbiseyi alarak yatağın kenarına bıraktım.

"Onu görmek sana acı verecekse gelme, ben annemi ikna ederim. Bunu benim için yapıyorsun biliyorum ama yapma... Sen üzülürsen bende üzülürüm."dedim ellerinden tutarak. Havin'in benim yüzümden daha fazla acı çekmesine dayanamazdım. Bu bencilliği ona yapamazdım. Bu çok büyük bir haksızlık olurdu.

"Bugün senin en mutlu günün, bugün senin yanında olmayacaksam ne zaman olacağım? Onu görmek bana ne kadar acı versede ben yine de seni bu akşam yanlız bırakmayacağım. Biliyorsun ki senin için çiğ tavuk bile yerim..."dedi gülümseyip dalgaya alarak. İşi dalgaya almak istese de benim için yapmayacağı fedakarlık yoktu, bunu çok iyi biliyordum. Kollarımı boynuna dolayıp ona sıkıca sarıldım. Geri çekildiğimde ikimizin gözleri de dolu dolu olmuştu.

"Hadi çabuk hazırlanalım yoksa teyzem ikimizi de mahveder."dedi dolan gözlerini silip hazırlanmaya başladı.
Derin bir nefes alıp yatağın kenarına bıraktığım elbiseyi alarak lavaboya geçtim. Aynada üzerime tuttuğum elbiseye daldı gözlerim. Bu elbiseyi tasarlayıp dikerken ne kadar da mutluydum o gün. Melih gelecek diye bu güne özel dikmiştim, kendi ellerimle. Elbiseyi giyip tekrar aynanın karşısına geçerek dalgın gözlerle kendi yansımama baktım. Havin'in deyimiyle bugün benim en mutlu günümdü... Ama ben neden öyle hissetmiyordum? İçimde mutluluğa dair gram his yoktu. Hatta oraya gittiğimde Yaman abiyi göreceğim için huzursuzdum. Onu gördüğümde tekrar o sözleri zihnimde canlanacaktı.
Odaya geçtiğimde Havin üzerine kırmızı düz ve sade bir elbise giyinmiş aynanın karşısında makyajını yapıyordu ve neredeyse hazır sayılırdı. Bende hafif makyajla yüzümü biraz renklendirip, saçlarımı da hafif dalgalandırdıktan sonra artık tamamen hazırdık...


(Meyra'nın giydiği elbise)
*******************************************

Dedemlerin konağına vardığımızda hummalı bir çalışma vardı bahçede. Kimileri bahçe işi ile kimileri yemek yenilecek masalar ile kimileri de misafirlerin oturacakları yer ile ilgileniyorlardı. İçerden bahçeye bahçeden içeriye sıklıkla gidip geliyorlardı. Herkeste bir telaş vardı, sanki bir davetten öte bir düğün havası var gibiydi. Annem, Zuhal yengem ve Elif yengem içeri geçerken ben ve Havin biraz bahçede dolanmaya başlamıştık.
Melih ile bu bahçede ne çok anılarımız vardı. Okul dışında Melih ile bir araya geldiğimiz tek yerdi burası. Bir süre sonra Selma yenge okullarımızıda ayırmıştı. O günü hiç unutmamıştım, Melih giderken arkasından o kadar çok ağlamıştım ki, sonrasında bütün çocuklar benimle dalga geçmişlerdi.
Okullarımız ayrıldıktan sonra bizde her hafta sonu dedemlere giderdik. Çünkü annem ve yengemin karışamadığı tek yer orasıydı. O yüzden bu bahçe bana bir çok şey anımsatıyordu. Buraya her ayak bastığımda sanki o günleri tekrar yaşıyormuş gibi hissediyordum.
Havin ile biraz bahçeyi dolandıktan sonra içeriye geçtik. Dedem, babaannem, Mahmut amcamın eşi ve çocukları, Selma yengenin kızı Esra abla ve gelini, yani Hakan abinin eşi Leyla yenge, annem ve yengemler hepsi büyük salonda oturmuşlardı.
Dedem ve babaannemin yanına giderek ellerinden öptükten sonra annemin yanına geçip oturduk.
Annem ve Mahmut amcamın eşi Fatma yenge kendi aralarında konuşurlarken Selma yengenin bakışları ara ara onlara kayıyordu. Anneme bakışları kayarken yüzündeki nefreti gözle görülüyordu.
Selma yengenin bakışlarını bir an üzerimde hissettiğimde kafamı hafif kaldırıp göz ucuyla ona doğru baktım. Aynı anneme baktığı gibi banada bakıyordu. Bakışlarımı indirip o tarafa bakmamaya çalıştım. Bir süre oturduktan sonra Havin daha da yanıma yaklaşıp:

"Kalk kız kalk balkona geçelim. Bu kadın bakışlarıyla dövecekmiş gibi bakıyor."dedi kulağıma fısıldayarak. Ben de Selma yengenin bakışlarından rahatsız oluyordum ama artık alışmıştım. Kadın bize rastladığı yerde öldürecekmiş gibi bakıyordu. Anneme yaklaşıp 'biz balkona çıkıyoruz.'dediğimde kafasını sallayıp izin verdi. Balkona çıktığımızda Havin balkonun demirliklerine tutunup rahat bir nefes verdi. İçerdeyken kendini çok kastığı halinden belli oluyordu.

"Kızım bu kadınla bir ömür bir evde nasıl yaşayacaksın? O kadın sana bakarken ben bile bakıslarından tırstım. O ne bakıstı öyle ya, sanki düşmanı vardı karşısında."dedi bana dönüp sırtını demirliklere dayadı.

"İnsan sevdiği zaman herşeye katlanmak zorunda kalıyor."dediğimde gözüm bahçenin dış kapısından giren Yaman abinin arabasına takıldı. Havin'in kolunu tutup geri çekilmek istesem de geç kalmıştım. Yaman abinin bakışları bizi bulmuştu.

"Ne oldu kız, niye çekiştiriyorsun?" Havin bana anlamsızca baktığında çaktırmadan kaş göz işareti yaparak aşağıyı gösterdim. Havin yönünü bahçeye doğru çevirince Yaman abi de arabadan inip gözündeki gözlüğü kafasına kaldırdı ve kısa bir süreliğine bizim olduğumuz tarafa baktı. Ardından kafasını çevirip çalışanların olduğu tarafa yöneldi.
Havin Yaman abinin arkasından bakakalırken yüzünü çevirip bana dönmesini sağladım.

"Yeter bakma artık, ona bakman sadece canını yakar. Bunu kendine yapma ne olur! Üstelik başkasını seven bir adam için."dedim. Sırtını demirliklere verip dizlerinin üstüne çöktü.

"Ne kadar b****n bir durum, sence de öyle değil mi? Onun hayatında başkasının olduğunu bilmeme rağmen onu gördüğüm zaman gözlerimi ondan alamıyorum."dolan gözlerinden yaşlar süzülünce yanına çöküp sarıldım. "Neden ondan vazgeçmek bu kadar zor? Neden canımın yanacağını bile bile vazgeçemiyorum bu sevdadan? Neden onu kalbimden söküp atamıyorum?"dedi hıçkırıkları arasında.

"Hadi artık üzme kendini bu kadar, kimse için değmez bu kadar ağlamaya. Bak birazdan misafirler gelmeye başlarlar."dedim geri çekilip göz yaşlarını silerek.

Havin ile balkonda biraz daha hava aldıktan sonra içeri geçmiştik. O ara Helin de gelmişti. Helin'in işi çıktığı için erken gelememişti. Zaman ilerledikçe artık bizimkiler yavaştan toplanmaya başlamışlardı. Melih'in gelmesine çok az bir zaman kalmıştı. Murat amca Melih'i havaalanında karşılamak için bir kaç araba göndermek istese de Melih izin vermemişti. Karşılamak için sadece Yaman abi gitmişti.
Artık hava kararmaya başlamıştı. Melih'in gelmesine artık dakıkalar kalmıştı. Herkes baçede otururken ben yerimde duramıyordum. İçim içime sığmıyordu. Sabahtan beridir üzerimde olmayan heyecan şimdi basmıştı. Yıllar sonra ilk defa onu görecektim. Gözlerim hep bahçenin dış kapısında Melih'in gelmesini bekliyordum. Sonunda beklediğim araba kapıda görünmüştü.Elimi kalbime götürüp sakin olmaya çalıştım. Bir tarafımda Havin bir tarafımda Helin destek verircesine omuzlarıma dokunuyorlardı.
Araba bahçenin ortasında dururken herkesin bakışları oraya kaymıştı. Arabadan önce Yaman abi çıktı. Yüzünde her zamanki sert ifadesi vardı. Bakışlarım arabanın diğer kapısına kayarken kalbim o kadar hızlı çarpıyordu ki, sanki etrafımdaki herkes kalbimin sesini duyuyormuş gibi sanıyordum.
Melih arabadan inince tutuğum nefesimi bıraktım. Yıllardır beklediğim adamı sonunda gözlerimle görebilmiştim. Artık buradaydı ve bir daha gitmeyecekti, benimdi artık... Adımlarım istemsizce Melih'e doğru giderken kapının tekrar açılmasıyla yerinde durmuştu. Arabadan çıkan kız Melih'in yanına gelip elinden tutunca bakışlarım ikisinin eline kaydı, yutkundum... Bu kız da kimdi, neden Melih'in elinden tutuyordu? Melih onun elini tutmasına neden izin veriyordu?

"Bu kız da kim oğul? Arkadaşın mı?" Dedemin yüksek çıkan sesiyle bakışlarımı ikisinin ellerinden çekip Melih'in yüzüne baktım.

"Dede seni gelinin ile tanıştırayım. Eşim Eda."dediğinde sanki başımdan aşağı kaynar sular düküldü.

Oy verip yorum yapmayı unutmayınız lütfen!!!

Loading...
0%