Yeni Üyelik
6.
Bölüm

Babam Varken Babasız Büyüdüm

@0vixenn0

İnsan nerede ve nasıl olursa olsun kendi benliğinden hiçbir zaman kaçamıyor. Onları saklıyor, derinlerde bir yere hapsediyor ama gün ağardığında hepsi bir bir ortaya çıkıyor. Benim yaşayamadığım acıları Ronan annemle yaşamış ve onu teselli etme görevini kızı yerine o almıştı. Şimdi yıllar önce ölen mezarının yerini dahi bilmediğim annemin son cümleleri beynimde dönüp duruyordu. Bundan sonra onun gibi biri mi olacaktım, Ronan’la çıktığım yola devam mı edecektim? Kollarının arasında hareketlendiğimde gözlerini açtı, ilk gördüğü şey benim onu izleyişim olduğunda gülümsedi. Yüzünü incelerken kaşının üstündeki izi dikkatimi çekmişti. O yara izini sormaya hiç cesaret edemediğim günler olmuştu ama şuan yakından inceliyordum, elimi yarasının üzerine sürttüğümde başını geriye doğru çekti, rahatsızlığını böyle dile getiriyordu. Ellerim yara izinden uzaklaştığında sakallarına ulaştı, sanki her bir zerresini ezbere bilmek istiyordum. Ronan gözlerine dolan yaşlarla bana döndüğünde ne olduğunu anlamak istedim, anlamsızca baktığımda yatakta doğruldu ve bana döndü. Ellerimi avuçlarının içine aldığında stresten avuçlarının terlediğini, parmaklarının titrediğini fark ettim. “Ne oluyor?” sadece acıyla bana bakıyordu, sol gözünden düşen damla silmemi beklemeden yüzünü yalayıp düştü. Ellerini daha sıkı tuttuğumda gülümsedi “sana geçmişini geç verdiğim için cezalandıracak mısın?” gözlerine biriken o yaşlar benim içindi, beni kaybetme korkusunun onu getirdiği bu hali görünce onun için gerçekten değerli olduğumu hissettim. Uzun süre sonra birinin beni kaybetmekten korkması mutlu etse de onun acı çekiyor oluşu kahrediyordu. İçimde bir yerde onunla çok mutluyduk ama içimin öyle karanlık bir köşesi var ki, o köşede acı çekiyorduk, ağlıyorduk ve mutluluk bize çok uzaktı. Annemin bana layık gördüğü bu hayatın içinde Ronan’ı bulmuştum. O bu hayata kabul edemeyeceğim kadar güzeldi ama kabul etmiştim, mutsuzluğumun içine onu da çekmiştim. İşte bu an da onun kanıtıydı, ağlıyordu ve benim yüzümden ağlıyordu. Gözlerinin derinlerine baktığımda korkuyu gördüm, dudaklarımı izleyen ve dökülecek kelimeleri korkuyla bekleyen o adamı gördüm. “Bu hikâyede cezalandırılmayı hak eden onca insan varken ben nasıl seni cezalandırabilirim? Beni kalbinde büyüten, kalbindeki tüm güzellikleri bana sunan adama ben nasıl sırtımı dönebilirim? Onca kötülüğün içinde bana güvenen, beni koruyan adamı nasıl terk ederim? Yanlış insanlarla geçen ömrümde doğruyu bulmuşken onu kalbimden nasıl atabilirim?” doğruları şaşar insanın bazen, beşer düşer ama kalp asla insanı yanıltmaz. Kalp her daim doğruyu göstermese de atıyorsa vardır elbet bir çözümü. Yarını düşünmeden konuşan o koca yürekli kadına döndürdü hayat beni, acılarla yaşamaya alışan, duygusuzlaşan, kendine güvenmiyorken başkalarına güven dağıtan o kadına döndürdü. Ya batacağım, ya çıkacağım mantığına büründürdü beni. İmkânsız bir aşkın peşinden sürüklendiğimi hissettiğim dakikalardan sonra hayatımın imkânsızlıklar üzerine kurulu olduğunu fark ettim o günden beri imkânsızı imkân dâhiline getirmeye çalışıyorum.


Dediklerimden sonra öylece baktı, tepkisizdi. Bu durum korkutmalıydı belki ama korkutmadı, ondan korkmamayı öğrenmiştim. “Sen, farklısın.” Durdu kelimelerini toparlamaya çalıştı “sen farklı olduğun için seni hiç kalbimden çıkarmadım.” Dediğinde kalbim ağzımda attı. Gülümsedim ardından banyoya yöneldim. Soğuk bir duş beni kendime getirecekti. Annemin mektubunu okuduktan sonra hiç düşünmemiştim, yaşadıklarımın nedenini sorgulamamıştım. Çünkü Ronan yanımdayken bunları düşünüp zamanımı boşa harcamaktan korkuyordum. O yanımdayken hep onunla güzel anılar biriktirmek istiyordum. Bir yanım hala korkuyordu, baş patron bunları öğrenirse ne yapacağını düşünüyordu. Bir yanımda ne olacaksa olsun bu anı yaşa diyordu. Bu yüzden hiçbir şey düşünmek istemiyordum, önceden her dakikam bir şeyleri düşünerek geçmişti, artık öyle bir hayat istemediğime emindim.


Banyodan döndüğümde camın önünde dışarıyı izliyordu, bana döndüğünde yüzündeki gülümseme gitmiş ciddiyet yerini almıştı. Ne oluyor dercesine başımı salladığımda o da salladı “sana bir şey sormak istiyorum” dediğinde olayın ciddiyetiyle kapıya yaslandım ve onu dinleme pozisyonunu aldım. “Beni, benim seni sevdiğim gibi sevebilir misin?” dediğiyle olduğum yere çivilendim. Ciddiyetle cevap bekliyordu ama ne diyeceğimi bilmiyordum evet ondan hoşlanıyordum ama onun sevgisini ona nasıl verebilirdim, işte bu konuda bir fikrim yok. “Ne oluyor Ronan?” korkmuyorum, üzgün değilim ama ona olan hislerimden emin olmadığı için böyle bir şey soruyordu bunu biliyordum. Onca şey demişken şuan hislerimi tartıyor oluşu kızdırsa da hak vermiştim. “Ben seni on üç yaşından beri seviyorum, hatta aşığım. Davin hayatındayken de, evlenmek üzereyken de âşıktım. Ne yaparsan yap sana olan aşkım hiç azalmadı, eksilmedi ya da ölmedi. Bir gün ben hata yapsam sen de benim gibi onu görmezden gelip sevmeye devam edebilir misin?” dedikleri kulağımda çınlarken nefes alamadığımı hissettim. Yapabilir miydim? Görmezden gelip devam edebilir miydim? Bunları düşünmemiştim hiç, bir gün böyle bir konuşmanın içinde olacağımızı düşünmemiştim. Kahretsin ne dersem ona göre bir tavır takınacak ve biliyorum dediklerim bizim yolumuzu şekillendirecek. “Ronan sana âşık değilim” derin bir nefes alıp gücümü toplamaya çalıştım “ama bu sana âşık olmayacağım anlamına gelmiyor” arkasını döndüğünde her şeyi batırdığımı fark ettim. Arkasından gidip elimi omzuna koyduğumda elime baktı ama gözlerimi teyit geçerek döndü. “Bana çok iyi geliyorsun, mutlu ve huzurlu hissettiriyorsun, kendimi güvende hissediyorum. Seninle olursam aşamayacağım engel yok gibi geliyor, sen yanımdayken zarar görmeyeceğimi biliyorum ve rahat bir nefes alıyorum. Seninle yaşadığımı hissediyorum ama aşığım diyemem bunun için çok erken.” Arkasından sarıldığımda nefesi kesik kesik çıktı, heyecanlanmıştı ya da tam tersi öfkesinden nefesi kesiliyordu. “Ronan ben seninle kalmak, seninle yaşamak ve seninle yaşlanmak istiyorum. Sen de gidersen nasıl devam edebileceğimi bilmiyorum, sen varsın diye senden güç alıyorum.” Bana döndüğünde yanakları ıslanmıştı, benim bakmaya kıyamadığım gözleri benim yüzümden ağlıyordu. “Isadora ben senden geçemem, on üç yaşında kalbime düştün ve orada büyüdün. Her geçen gün daha fazla sevdim, yokluğunda bile sevdim varlığında da severim.” Alnıma eğilip öptüğünde kalbimin atışları normale döndü. Onu kaybetme korkusunu yaşamıştım ve bu en acı olandı. Gülümsediğimde gözümden akan tek damla yaşı düşmeden parmağıyla sildiğinde başımı kaldırdı, göz göze gelmemizi sağladı “sen bu hayattaki tek değerli varlığımsın, tek gözyaşına dünyayı yakabilirim. Bana bunu yaptırmamak için ağlama.” Sertti ama her zaman değil, güçlüydü ama benim yanımda değil. Gülümsediğime üzerindeki gömleği çıkartıp yatağa fırlattı, karnındaki kasları ayan beyan ortadayken gözlerimi alamıyordum. Onunla uyuduk, uyandık, öpüştük ama birlikte olmadık ve şuan bu duygunun beni heyecanlandırdığını hissettim. Gözleri gözlerime dediğinde bacaklarım titredi. Kaslı karnı ve göğüsleri dikkatimi çekmişti. Arkasını dönüp tişört giydi. Onu bir tişörtle ilk defa görüyordum. Uzun kemikli parmaklarını kemerin arasına soktu ve kemerini açmaya başladı. Gözleri üzerimdeydi. Hızlı hızlı nefes alıp veriyordum. İnip kalkan göğsüme baktı ve pantolonunu indirdi. Şimdi karşımda sadece boxerıyla duruyordu. Ne yapacağımı bilemedim. Arkamı döndüm, kendimi sakinleştirmeye çalışırken aniden arkamda onu hissettim. Ona dönemedim çünkü utanıyordum. Ellerini belime doladı. Kocaman parmaklarıyla belimi okşadı. Kendimi ona teslim etmek istedim ama yapamadım. Ne geri çekiliyordum ne de ona izin veriyordum. Sessizce ne yapmak istediğimi düşünüyordum. Saçlarımı sol omzumun üzerine attı ve açıkta kalan boynumu öptü. Koklamaya başladı. Bu kokuyu iliklerine kadar derin bir koklayışla çekti. Bu beni daha çok tahrik etti. Belimdeki ellerini göğüslerime doğru ilerletti. Göğüslerimi okşadı daha fazla dayanamayıp ona döndüm. Gözleri gözlerimde kilitlendi hareketleri durdu. Benden bir adım bekliyordu. Gözlerim gözlerinden dudaklarına indi. Kısa bir süre dudaklarını izledim. Bir anda dudaklarımız kavuştu. Kadife dokusundaki dudaklarını hırpalamak istedim ama kendimi durdurdum. Ne yaptığımı fark ettikten sonra geri çekildim. Yanlışa düşmekten ve güzel anları kaybetmekten korkuyordum. "Ne yapıyoruz?" diye sorduğumda gülümsedi ardından kulağıma yanaştı ve fısıldadı "uzun zamandır yapmak istediğimiz şeyi." Kalbimin atışları durmak bilmezken kaskatı kesilmiştim, ona ait olmak istediğimi fark ettim. Bunu yapmak ilk aşkıma ihanet gibi geliyordu çünkü ben ona aittim ama eskiden…


Gözleri beklenti içindeydi. Ona gitmem için yalvarıyordu. Üzerimdeki elbisenin askılarını indirip ona bakmaya devam ettim. "Yap o zaman” dediğimde heyecanla gözleri büyüdü. "Gerçekten istiyor musun beni?" diye sorduğunda şaşkındım, istemesem hayatında olur muydum sanmam ama bunu düşünmüyordu, sadece gülümsedim ve ilk atağı ondan bekledim. Aniden dudakları dudaklarımla buluştu. Ellerimi boynuna doladım ve ona karşılık verdim. Bir adım geriye attım oda benimle beraber geriye geldi. Dudakları dudaklarımda, ellerim boynunda, elleri belimde yatağa doğru hareket ettik. Yavaşça yatağa yatırdı dudaklarımdan ayrılmadan üzerime doğru bir tüy misali yattı. Dudakları boynuma indi emerek öptü. Bir eliyle bacaklarımı diğer eliyle göğsümü okşadı. Daha çok tahrik olmuştum. Dudaklarımdan küçük bir inleme çıktı. Bu onu daha çok tahrik etmişti. Ellerini elbisemin arasına soktu. Bacaklarımdan yukarıya doğru çıktığını fark ettim. Bugün delicesine ona ait olmak ve sonsuza kadar onunla olmak istiyorum.


***

Sürpriz olarak getirdiği bar deniz kenarındaydı, benim denizi ne kadar sevdiğimi sürekli deniz kıyısına gittiğimden biliyor olmalıydı. “Tekila içer miyiz?” gülümsediğimde gülümsedi “ben şarapçıyım ama içerim tabi ki” dediğimde gür bir kahkaha attığında bende güldüm. “Sen, şaraba âşık olduğunu bilmediğimi mi sanıyorsun?” şaşkınlığımı gizleyememiştim ve bu onun yeniden kahkaha atmasına sebep oldu. Nasıl bildiğini anlayamamıştım, “güzelim çocukluğum seni izlemek ve sevdiğin şeyleri sevmekle geçti” dediğinde onu neden bu kadar yakın gördüğümü anladım. Ben bilmesem de onu her şeyimi biliyordu, sevdiğim şeyleri seviyordu. Tekilalarımız geldikten sonra her dikişimizde bir dilek tuttuk.


“Sonsuzluğumuza…”

“Sevgimize…”

“Hayallerimize…”

“Yeni başlangıcımıza…”

“Çocukluğumuza…”

“Aşkıma” dediğinde yutkunamadım, boğazıma takıldığında öksürmeye başladım. İyi olup olmadığımı sorduktan sonra devam etti.

“Sana âşık olacağım günlere” dediğimde gözleri irice açıldı, püskürmemek için zorlukla yutkundu. Masadaki son tekilanın birini aldığımda diğerini önüne ittim ama hala şaşkınlıktan kurtulamamıştı.

“Herkesin imreneceği, sahip olmak için delireceği aşkımıza” dediğimde onun şaşırmasından önce ben de kendime şaşırdım. Kendimden böyle bir itiraf beklemiyordum ama içimden geleni söylemiştim. Lavaboya kalkmak için ayaklandım, başımın dönmesiyle masaya tutunduğumda hemen kolumdan kavradı. O kadar içmeye sağlamdı ama ben pert olmuştum. Lavaboda içtiğimin yarısını çıkarttıktan sonra mekândan ayrılıp onun evine geçmiştik. Bu halde binadakilere laf vermek yerine onun evine gitmek en mantıklısıydı. Gözümü zor açıyordum ve kollarımda derman yoktu. Camdan arabanın içine süzen rüzgâr omuzlarımdaki yükü alıp gökyüzüne dağıtıyordu, yüküm hafifledikçe gözlerim kapandı ve sonunda karanlıkla buluştu.

                                                           ***

Rüzgâr estikçe burnuma dolan o odunsu kokuyla araladım gözlerimi, hafiflemiştim ama başım aşırı ağrıyordu. Soluma döndüğümde onun gözleriyle karşılaşmayı beklemiyordum, zaten ondan da en beklenmedik şeyleri görmeye alışkındım, beni izliyordu. Gözleri gözlerime kenetlendi ardından üzerime eğildiğinde başımı kaldırıp öptüm, şimdi olmuştu. O da bunu benden beklemiyordu o yüzden öylece kaldı. Utandığım içi hemen kaçmak istedim ama belimden kavrayıp yeniden yatırdı. Şimdi tamamen onun altında kalmıştım “hala rüyadayım ve uyanmak istemiyorum” dedi ardında dudağıma küçük bir öpücük kondurdu. “Bende uyanmak istemiyorum” gözlerindeki mutluluğu okuyordum, bir kitap gibi her sayfasını anlatıyordu bana. Onu anlamak için gözlerinin içine bakmak yetiyordu, her sayfasında farklı duyguyu barındırıyordu. Ellerini boynuna doladım ardından kendime doğru ekip kulağına yanaştım, “geniş omuzların bana gelecek her rüzgârı kesecek gibi hissediyorum, yorulduğumda ya da kaçmak istediğimde sığınacak bir liman gibi.” Gülümsedi ardından dudaklarımız buluştu, öptüğünde verdiği hissi bilseydi öper miydi ya da öpmeden durur muydu bilmiyorum. Her şey o kadar hızlı gelişiyordu ki yetişemiyordum, galiba ona âşık olmaya başladım. Kendime itiraf edemediğim bir şeyi sonunda etmiştim. Öpüşmemizi kesen kapının kırılacak kadar şiddetle çalmasıydı, korkuyla yerimde sıçradığımda o da aynı anda kalktı üzerimden. “Ronan ne oluyor?” korkumu anlamıştı ve en nefret ettiği şeyse ondan korkmam ya da onun yanında korkuyu hissetmemdi ve şuan onu yaşıyorduk. “Buradan sakın çıkma, bakıp geliyorum.”


O odadan çıktığında üzerime adam akıllı bir şeyler giyip kapının arkasında bekledim, korkuyordum çünkü şiddetten kaçarken şiddetin kucağına düşmek istemiyordum. Odanın dışından gelen sesleri tam olarak anlayamasam da bağrışma sesi geliyordu. Çıkıp bakmak istesem de odadan çıkma dediği için onun zıttına gitmek istemedim. Gelen kişinin bağrışını net bir şekilde duymuştum ama duymamayı istedim. O an sağır ve kör olmak, o an oradan yok olmak, o an her şeyi yakıp gitmek istedim ama yapamadım. Hiçbir şey yapamadan öylece orada donup kaldım. Adam “senin yüzünden karımı kaybettim, karımı öldürdün” dedi. Nefesim bu sefer gelmedi, kalbim atmadı. Öylece orada kapıya baktım, hareket edemedim. Yapabileceğim şeyleri düşünmek istedim, açıklaması vardır diye düşündüm. O bir kadını öldüremez, o kimseyi öldüremez, canlıya bile zarar vermez dedim. Kendimi ikna etmeye çalıştım. Ronan onu göndermeye çalışıyordu ama adamın hiç gideceği yoktu, acı çekiyordu ve bu acının intikamını Ronan’dan alacaktı. “Seni öldürmeden hiçbir yere gitmeyeceğim!” dediğinde korku tüm bedenimi ele geçirmişti. Kalbim sıkışıyordu, onu kaybetmeye hazır değildim. Korkuyla odadan çıktığımda önce Ronan’la göz göze geldik, ardından o adamla ve sonraysa elindeki silahla. Beni gördüğünde elinde tuttuğu silah düştü, elinin titrediğini fark ettim ve ardından gözünden akan bir damla yaşa şahit oldum. Neler olduğunu anlamaya çalışırken Ronan’ın içeri gir diye kükremesiyle olduğum yerde geriye gittim. Tam o sırada adam bana bir adım yakınlaştı gözlerime baktı “sen” dediğinde sesi titriyordu. Beni birine benzetmişti ama sandığı kişi olmadığımı söylemedim “ben?” dediğimde güldü ama gülüşünün altında acı yatıyordu. Bir anda “sen osun” diye bağırdığında Ronan önüme atıldı, “Hayır o değil!” neler döndüğünü anlamıyordum, kimden bahsettiklerini bilmiyordum ve sadece izliyordum. Yere düşen silahı hızla eline aldı ve bize doğrulttu, “Ronan onun burada ne işi var?” sakindi ama öfkesini bastırmasaydı neler olurdu bilmiyorum. Beni bir yerden tanıyordu ama ben tanımıyordum. “O, bu kız değil. Evimden git sonra konuşuruz.” Ronan’ın sesi titriyordu, korkuyordu ve benden sakladığı bir şeyler vardı bunu hissedebiliyorum. Adam Ronan’dan biraz kısaydı, orta yaşlarda duruyordu ve üzerindeki takım elbise epey pahalı bir şeye benziyordu. İstese tek yumrukta o adamı buradan çıkartabilirdi ama yapmıyordu. Yeniden bana dönüp odaya git diye bağırdığında sinirlerime hâkim olamadım ve onun önüne geçip adamla karşılıklı kaldım. “Anlatın, beni nereden tanıyorsunuz, karınızı kim öldürdü, bizimle alakası ne?” çıkışımdan rahatsız olmuştu kolumdan tutup hırsla içeriye sokmaya çalıştığında kolumu ondan kurtarmayı başarmıştım. “Anlat yoksa giderim” tehditle öğrenmek zorunda kalmasaydım daha güzel olurdu ama anlatacakları yoktu. “Isadora içeri geç birazdan oturup anlatacağım diyorum sana!” bana ilk defa sesini yükseltmişti, ondan korkmam için değil de sözünü dinlemem için yapıyordu bunu ama kırıyordu.


Ona bağırdığım sırada karnımda bir sıcaklık, kulaklarıma çınlama hissettim. Karşımda duran o adam tek bir kurşun sıkmıştı, o kurşun da karnıma isabet etmişti. Karnımdaki sıcaklığa elimi götürdüğümde elime kanın bulaştığını gördüm. Ronan olduğu yerde donmuş beni izliyordu, bacaklarımın gücü bittiğinde onun koluna tutundum ardından yere düştüm. Ronan ben düşer düşmez gelip başımı tuttu ama ona olan bakışlarımdan korkup geriye çekildi. Gözlerim kararırken onu gördüm, gözlerinden akan yaşlarla, dudaklarından dökülen çığlıkla başımdaydı. Gözlerim karanlığa teslim olmadan önce onun özür dilediğini duydum, duyduğum son şey de bu oldu…


Ronan

Kucağımdaydı, kucağımda küçücük kalan bedeniyle kollarımın arasında kalmıştı. Kalbime saplanan bu ok nefes alışlarımı zorlaştırıyordu, karnından akan kan gömleğimi kirletirken sadece yüzüne bakıyordum. Gözleri kapanmadan hemen önce ondan sadece özür dileyebilmiştim. Ya bu bir sonsa, ya onu sonsuza dek kaybediyorsam ya da kaybettiysem? Bundan sonra nefes alabilir miyim, eskisi gibi yaşamaya devam edebilir miyim, o hayatıma girdikten sonrası kadar bir gün mutlu olabilir miyim? Onun sesiyle şuana döndüm, sevdiğim kadının vurulduğu ana, onu kaybetme eşiğinde olduğum ana. Beni kendime getirmeye çalışıyordu, omuzlarımdan sıkıca tutmuş, dizlerinin üzerinde beni sallıyordu. Gözlerine baktığımda gerçek korkuyu tanıdım, korkuyordu, onu kendi elleriyle öldürmekten, onun katili olmaktan korkuyordu. İkimizin içinde de tek bir duygu vardı, kaybetmenin korkusu ve acısı. Bu duyguyu bir kenara bırakmak istesem de kollarımda yatan kadını gördükçe bırakamıyorum, ona baktıkça hatalarımı görüyorum. “Kalk ve onu hastaneye götür” bağırıyordu normal zamanda kulaklarım çınlardı ama onun her bağırışında kalbim sıkışıyordu. Başımı olumsuz anlamda salladığımda yüzümde yakıcı bir tokadı hissettim “kendine gelmen lazım Ronan, şuan burada böyle oturamazsın, bunu ona yapamazsın” gözlerinden akan yaşa şahit olduğumda onu da kaybetmek istemediğini anladım. Bir o kalmıştı, o da şuan ölmek üzereydi. “Hastaneye gidiyoruz kalk, araba hazır” nasıl bu kadar soğuktu, nasıl endişe etmiyordu, nasıl paniklemiyordu “götüremem” diyebildim. Dakikalar sonunda dudaklarımdan ilk dökülen şey bu olmuştu. İnanamıyor gibi gözlerimin içine baktığında tam bir hayal kırıklığı olduğumu fark ettim, evet ben herkes için hayal kırıklığıydım. Herkesi boş veririm ama Isadora için hayal kırıklığı olmayı kaldıramam, bunu yaşayamam. Onun için hayaller kurarken o hayallerin altında kalamam, bunu yapamam. “Ne demek götüremem lan, bırak kızı o zaman. Bırak o da gitsin, o da ölsün ve yapa yalnız kal.” Dediğinde kalbim duracak gibi olmuştu, tam şu an durmasını istedim, ölmeyi diledim. “Ölümünü izleyemem, bana öldü derlerse yaşayamam.” Gözleri ellerime bulaşan kana baktı, ardından sol elimi tuttu “onu şimdi götürürsek ölmeyecek Ronan, inan bana yaşayacak, seninle olacak ama şimdi kalkman lazım. Dik durman lazım, yıkılmaman lazım oğlum” oğlum dediğinde kalbim titredi, ardından ellerim, bacaklarımın uyuştuğunu hissettim, kalbime gömdüğüm baba acısını hissettim. Bu acı beni kendime getirdi, gerçeğe döndürdü, onu şimdi götürmezsem ellerimde öleceğini fark etmemi sağladı. Annemin katili oluşum, sevdiğim kadının katili olmamamı sağladı.


Ben ateştim, o ise su. O ateşe değdikçe onu harlayan bir suydu, bende alev alev yanan ateştim. Bana her dokunuşunda, bana her yakın oluşunda harlandım ve yanmaya devam ettim, şimdi o ateş ona da sıçradı, yandı ve kül oldu. Bense o külden geriye kalan duman oldum ve saniyeler içinde yok oldum. Onun yanmasından korkarken kendi ateşimle onu yakışım söndürdü beni, yok etti.


Hastaneye geldiğimizde onu götürdüler ama ben peşinden gidemedim, yıllardır peşini bırakmadığım kadının peşinden gidemedim. Olduğum yere bağlandım, orada öylece bir haber bekledim. İyi olduğunun haberini duymak istedim, bunun için tanrıya yalvardım. Aradan geçen beş saat hayatımın cehennemiydi. Beş saat boyunca olduğum yerde kımıldamadım, sevdiğimi vuran adama daha çok kin besledim. Kin beslerken onun hislerini anlamaya çalıştım ama hiçbir şey bunu anlamlı kılmadı, kılamazdı. Omzumda hissettiğim ağırlıkla başımı soluma çevirdim, oydu karşımda acıyla kıvranan adam, pars. “Kendine gelmelisin oğlum” içimdeki ateş gözlerimde harlandığında elini çekti “sakın bir daha bana oğlum deme!” eğer bana değer veriyor olsaydı, Isadora için canımı vereceğimi biliyor olmasına rağmen gözlerim önünde onu vurmazdı, onu ölüme terk edemezdi. “Isadora kendine geldi Ronan” dediğinde önce onun adını ağzına almış olduğu için sinirlendim, öfkeyle boğazına yapıştım “sakın onun adını ağzına alma, sakın!” bağrışımla gözündeki yaşlar düştü, ardından kendine geldi dediğini hatırladım, uyanmış mıydı? Ellerim güçsüzlükle düştüğünde bana sarıldı, uzun zamandır sarılmaya ihtiyacım olduğunu bilmeden sımsıkı sarıldım ona, buna öyle muhtaçtım ki, susuz çölde su bulmuşum gibi hissediyordum. “Ben ona yeni kavuştum, onu kaybetmenin aklımı kaybetmekle eş değer olduğunu şimdi anladım. Ben, ben onsuz nasıl nefes alırım, bana bunu söyle Pars” kolları daha da sıkılaştı, başımı göğsüne bastırdığında güvende olduğumu hissettirdi. En zor anlarımda hep yanımda olurdu, şimdi beni kendime getiren yine onun güvenli kollarıydı. Bir baba misali, arkamda dağ gibi durandı, acımı unutturan, kendime getirip güç verendi. Bir babam vardı, hiç baba olmayan. Ondan çok babalık yaptığı zamanlar olmuştu, ne kadar kızgın olsam da ona anlam vermeye çaba gösteriyordum. “Git ve onun yanında ol” dediğinde kollarımız ayrıldı, gözlerine baktığımda pişmanlığını anladım ama onun için şuan bir şey yapamazdım. “Uyandı mı?” uyanmasına ihtiyacım vardı, ondan özür dilemek, sarılmak istiyordum. Başını olumlu anlamda salladı ardından omzuma vurdu, “git ve onu kendine getir, evde buluşuruz.” Sadece başımı sallayabildim, heyecanlıydım ama korkuyordum da. Bana gerçekleri soracağını, belki inanmayacağını ya da terk edeceğini düşünüyordum ve haklı sayılırdı. Ne yaparsa yapsın bu karara saygı duymam gerektiğini biliyordum.


Odasına girdiğimde gözlerini camdan alıp bana yönlendirdiğinde gözlerinde kırgınlığı gördüm, o çok korktuğum hayal kırıklığı gözlerine yerleşmişti. Merhem olamayacaktım onun yaralarına, her daim yeni bir yara ekleyecektim, belki de ondan uzak durmam onun için en iyisidir diye düşündüm. Eliyle yanına gitmem için işaret yaptığında korkumun yerini koca bir heyecan kapladı, bana düşman değildi, düşman gibi bakmıyordu. Yanına geçip tekli koltuğu çektim, ellerini tutup gözlerine baktığımda gülümsedi, buna karşılık veremedim. Ona gülemedim çünkü için ağlıyordu, gözyaşlarımı ondan saklıyordum ama yine de yalandan gülemezdim. “Kendini suçluyorsun şuan” dediğinde kelimeler zorlukla çıkıyordu, acısının geçmediğini anlamam uzun sürmedi. “Suçlama Ronan, seninle alakalı değildi, o adamın sorunları var. Onun yüzünden oldu her şey.” Gülümsedi, sanki acımı hafifletmek istiyormuş gibi. Hiç cevap vermedim, sadece onu dinlemek istiyordum. “O kimdi?” işte şimdi sıra bana gelmişti, ona açıklama sıram gelmişti ama bunu ona nasıl anlatacağımı bilmiyorum. Onun canını yakmadan gerçekleri ona nasıl anlatırım bilmiyorum. “Eve” diyebildim, “eve geçtiğimizde konuşsak” suçluydum, onu koruyamamıştım, benim yüzümden şimdi hastanedeydi, acı çekiyordu, daha fazlasını yaşasın istemedim, her zamanki gibi korktum. Başını salladı ve gülümsedi, sanki bu acıya hazırım der gibiydi.

Eve gelene kadar ikimizde konuşmamıştık, ne o bir şey sordu ne de ben anlattım. Sessizlik ikimize de merhem oluyor gibiydi, sanki susmak acılarımızı hafifletiyordu. Koltuğa yerleştirdiğimde mutfaktan gelen tıkırtıları duydum, kahretsin ya! Sinirle mutfağa girdiğimde Pars’ı gördüm, “zamana ihtiyacımız vardı, ne işin var burada?” anlamsızca yüzüme baktı, burnunu kırıştırdı “evde görüşürüz dedim sana, sen de onayladın” kahretsin, kendimde bile değildim o an. “Bak Isadora şuan buna hazır değil, sonra konuş” başını salladı ardından elindeki fincandan bir yudum aldı, “geçmişte küçüktü, büyüdüğünde hayatını siktiniz, şuan da hasta” bir süre sessiz kaldı “ben ne zaman konuşacağım peki Ronan?” bir yudum daha aldı, dudaklarını ıslattı “ben ne zaman kavuşacağım, ne zaman ona sarılacağım?” dedikleri kalbimi acıtırken onu anlıyordum. Her zaman biz durdurmuştuk onu ama şuan zamanı mı bunu bilmiyorum. “Ronan söylesene sen sevdiğin kadına kavuştun, peki ben ne zaman kızıma kavuşacağım?” kelimeler boğazımda asılı kaldığında cevap veremedim, ne diyebilirdim. Kızını on yaşından beri görmüyordu, hatta kızı için ölü bir adamdı, on sekiz yıl olmuştu onu görmeyeli, kokusunu içine çekmeyeli ve gözlerine bakmayalı. Gözlerimi dolduran buğudan kurtulduktan sonra omzuna elimi attım “haklısın Pars, çok haklısın ve umarım beni bir gün affedebilirsin.” Diğer eliyle kolumu tuttu ve indirdi, “bu hikâyede affedecek tek kişi var Ronan, o da Isadora. Umalım da o bizi affedebilsin.” Dediklerinin üzerine ne diyebilirdim bilmiyorum, bir baba kızına on sekiz yıldır hasretti, kızı ise bu hayatta onun yanında kimsenin olmadığını düşünüyordu. Biz bu hikâyenin başından sonuna yanlış yapanlardık, tek doğrumuz vardı o da Isadora, üç yanlış bizim hikâyemizde bir doğruyu yok etmişti. Biz onu yok etmiş, yok saymıştık, onun hayatını ellerinden almıştık, mutluluğunu kısıtlamıştık.


Isadora


“Sen sevdiğin kadına kavuştun, peki ben ne zaman kızıma kavuşacağım?” dedi. Kızıma kelimesi dünyamı döndürürken bu cümleden sonra Ronan’ın yüzünün aldığı hal gözlerimin önünden bir dakika bile geçmedi. Titreyen bacaklarımı zorladım, adım atmak için ama yapamadım, o gücü kendimde bulamadım. Zorlukla Ronan’ın bıraktığı koltuğa attım kendimi, başımın dönmesi, midemin bulanmasıyla eş zamanlı oldu. Merhem diye yanında kaldığım adam, yaralarımı açan mıydı? İçeride duran adam beni vuran adamdı, Ronan’ın teselli vermeye çalıştığı kişi benim karnımda delik açan adamdı. Tanrıdan sabır istedim, dayanabilmek için güç. Başımı ellerimin arasına alıp, kollarımı dizime yasladığım sırada karnımın acısıyla inledim, inlememe ilk koşan Ronan oldu. Beni sevdiğini söyleyen adam, acıma ortak olmak için koşuyordu ama o acıyı açan o muydu?


“Isadora’nın yerinde olsaydınız nasıl bir tepki verirdiniz?”


“İyi misin?” dediğinde aramızdaki uzaklığı tanıdım, bana ne zaman bir şey açıklayacak olsa uzak davranırdı. Tanıştığımızdan beri bana anlatacağı şeyler hiç bitmemişti, sırlar peşimizi bırakmıyordu. Başımla onayladım, yanıma oturdu o oturduktan sonra mutfağın kapısı açıldı. Biliyordum gelenin kim olduğunu ama bakmaya cesaret edemedim, yüzleşmek istemiyordum. Eğer duyduklarım doğruysa bu doğruyla nasıl devam edebileceğimi bilmiyordum. Ellerimin titrediğini, bacaklarımın sallandığını Ronan tutana kadar fark etmemiştim. Korkum her zaman bedenime bir şekilde yansıyordu. Ronan’ın gözlerine baktığımda onu buğulu görmeye başlamıştım, ellerimi daha sıkı tuttuğunda anladığımı biliyormuş gibi hissettim. Bana güç vermek ister gibi bacaklarımı tutan eli sırtıma değdi, ellerimi tuttuğu eli bir saniye olsun bırakmadı beni. Arkamdan bize yakınlaştığını adım seslerinden fark ettim, kalbime oturan o taş kalbimi ezmeye başladı, dümdüz ediyordu sanki. Tam karşımızda durduğunda ona bakamadım, gözlerine bakmak istemedim, onu incelemek istemedim. Biliyordum, ona bakarsam onun acısını hissederdim, ona bakarsam ona acırdım ve bunu yapmak istemiyorum. Ronan tekli koltuğa oturmasını söyledi ardından bana döndü, “Isadora sana söylememiz gereken bir şey var, sana bir açıklama borçluyuz biliyorum. Bana kalsa iyileştiğinde anlatırdım ama Pars daha fazla beklemek istemedi.” Gözlerim gözlerini bulduğunda onun da acı çekişini gördüm, sanki benim kalbimi ezen o taş onun kalbini de eziyordu. Koca bir pişmanlık vardı yüzünde, o adamda olan pişmanlığın aynısıydı. Başımı salladım ardından o adama döndüm, iki elini birbirine kenetlemiş, bacaklarını parkeyle hava arasında ritim tutuyordu. Daha yeni benim yaptığımın aynısını yapıyordu, ellerinin titreyişini gizlemek için iki elini kenetlemişti, bunu görmemi istemiyor gibiydi. Gözlerim yavaşça yüzüne çıktığında onu tanıyor gibi hissettim, o kalbimdeki boşluk doluyor gibi, o kötü his kayboluyor gibiydi. Gözlerine baktığımda orada büyük bir acı yatıyordu. Yüzündeki kırışıklıkları acıyla birlikte pişmanlığı simgeliyor gibiydi, yılların verdiği o çizgiler pişmanlıktan çoğalmış gibiydi. Gözünden düşen yaşlar ellerine değdiğinde, gözlerimdeki buğunun kalktığını gördüm. Yaşlarımız aynı anda düşmüştü, şimdi aynı anda söze girebilir miydik? O gerçekleri anlatabilir, ben dinleyebilir miydim?


“Isadora” dediğinde adımdan çok özlem duyduğunu hissettim, seni özledim der gibi demişti. Yutkunamadım, ona karşılık veremedim çünkü her şeyi biliyordum. O gerçekten babam mıydı bilmiyorum, bildiğim bir şey var o da bu adamın benim geçmişimle bir alakası olduğu. Onu dinliyordum ve sadece ona bakıyordum. “Senin gibi güzel bir kıza herkes sahip olmak isterdi, ben de o isteyenler arasındaydım. Seni istedim, sana kavuştum ama sonra koptuk. Senin yanında olamadım, sana sevgimi gösteremedim, en kötüsü seni koruyamadım.” Yutkunduğunda âdemelması oynadı, çok zayıf değildi ama çok iyi durumda da sayılmazdı. Karşımda eğilip bükülüyordu ve bu benim canımı yakıyordu. Koca adam bana laf anlatırken yerin dibine giriyor gibiydi, utanıyordum. “Lafı çok uzatma Pars,” neden bu kadar gergin olduğunu anlamamıştım, benden çok gergindi, hemen bitmesini istiyordu. Merak ediyor muydu, yanında kalıp kalmayacağımı. Ronan’a anlayışla başını salladı ve devam etti, “Isadora sen benim kızımsın. Sen benim küçük Isadoramsın, annenden bana kalan tek şeysin.” Masada duran suyu aldı ve bir yudum içti, derin bir nefes aldı ardından devam etmeye çalıştı ama edemedi. Gözlerine biriken yaşlar ona engel oluyordu. “Isadora, şimdiye kadar yanında olmadığım için beni affet, sana babalık yapamadığım için, senden kendimi gizlediğim için, yaralarını saramadığım için affet.” Gözlerimi sabitlemiştim, tepkisizdim, ağlayamıyordum, ona cevap veremiyordum. Yıllarca içimde biriktirdiğim şeyleri söylemek isterken bir kelime edemiyordum. “Affetmesen de olur, sevmesen, kabullenmesen de olur. Sadece bana bir kez baba demeni istiyorum, bir defalık sarılmana çok ihtiyacım var.” Yerinden kalktı ve dizlerimin önünde yere çöktü, Ronan ellerini ellerimden çekti ama çok geçmeden Pars tuttu. “Sana her bakışımda anneni görüyorum, annene olan aşkım hiç bitmedi, sana olan sevgimin bitmediği gibi. Ona hasretim, sana hasret olduğum kadar. Bana bir şans vermeni istiyorum, baban olabilmek için bir şans.” Başını dizlerime yasladı, dizlerimde oluşan ıslaklığın onun gözyaşları olduğunu biliyordum. Ne yapmalıydım, o benim babamdı, yıllarca hasret olduğum, içimdeki o çocuğun günlerce ağlama sebebiydi. “Yapma” diyebildim, sesimdeki acıyı ikisi de fark etmişti “yapma sen benim babam değilsin, kendini kandırma” ellerimi ellerinden çektim, ayağa kalktığımda o hala yerde oturuyordu. Gözlerimin içine bakıyordu, ona inanmamı ve onu affetmemi istiyordu ama bunca yıl sonra onu nasıl affedeceğimi bilmiyordum. Belki gerçekten babamdı ama buna inanmak istemiyorum, benim babam öldü bunu biliyorum. “Benim babam öldü” gözlerim gözlerine bakarken ağlıyordum, kendimi daha ne kadar tutabilirim bilmiyorum. “Bakın benim babam ben çok küçükken öldü!” ikisini de bu duruma ikna etmeye çalışırken aslında kendim de ikna olmak istiyordum. Babam yokken de yaşıyordum, onsuz da hayat devam ediyordu. Ronan benimle birlikte ayağa kalktı, Pars’ı yerden kaldırıp benim oturduğum koltuğa oturttu ardından yanıma geldi, yüzümü ellerinin arasına aldı göz göze gelmemiz için eğildi. “Isadora gerçeklerden kaçamayız güzelim ve bu senin gerçeğin.” Elleri titriyordu, benim vücudumun titrediği gibi. “Özür dilerim Isadora, bu gerçeği bu kadar geç öğrendiğin için.” Alnıma küçük bir buse kondurdu ardından yaşlarımı sildi parmaklarıyla, önümden çekilip babamı gösterdi “yıllardır acıyla seni izliyor, seni uzaktan seviyor, senden hiç vazgeçmedi. Onu affetmek sana kalmış, beni affetmenin kaldığı gibi ama bir kez dinlemeni istiyorum. Dinlersen anlarsın, dinlersen affetmek için bir sebep bulursun.” Gözlerinin derinlerine baktım, öfkeyle, içimde yanan o ateşi görsün istedim ve gördü. Gözlerime baktıktan sonra ellerini yüzümden çekti ve yanımdan uzaklaştı. Şuan ikisinin tam ortasındaydım, sağımda Pars, solumda Ronan. İki yanımda da benden af bekleyen adamlar vardı. Benden gerçeği saklayan, benden hayatım hakkındaki gerçekleri gizleyen adamlar vardı. Gözlerim Pars’a değdiğinde önce onu dinlemek istedim, “anlat ama sakın benden bir şey daha gizlemeye kalkma” sinirimi tanımıştı, gülümsedi. Anlamayan bir ifadeyle baktığımda gülümsemesi büyüdü “küçükken de böyle sinirliydin, yalanlardan nefret ederdin ve şuan ki gibi her zaman hâkimiyet kurar doğruyu öğrenirdin.” Kalbimin acıdığını yeniden hissettim, o taş bir kez daha kalbimin üzerinde zıplıyordu. Doğruydu, yalandan nefret ederdim. Doğruydu, her zaman doğruları öğrenmek için savaşırdım. “Annenle görücü usulü evlendirildik, annenin başka bir sevdiği varmış ama ona vermemiş ailesi.” Ronan öksürdüğünde Pars durdu ve ona döndü, o sırada Ronan bana dönüktü “Isadora istersen ikiniz konuşun, özel bir mesele ben dışarıda bekleyebilirim.” Anlayışlıydı, her şeye rağmen bana anlayış gösteriyor oluşu gülümsetmişti. “Asıl olsa sende mu meselenin kahramanı değil misin?” imamdan dolayı rahatsız olmuş gibi kıpırdandı. “Kalacaksın, ondan sonra sen anlatacaksın” başımı Pars’a çevirdiğim sırada sanki dünyadaki en güzel şeyi izliyormuşçasına bana bakıyordu, “devam et” dediğimde başıyla onayladı.

“Annenle görücü usulü evlendik, sevdiği vardı ben de ona karşı bir şey hissetmediğim için anlayış gösterdim. Acı çekiyordu benimle evli olduğu için ama elimden bir şey gelmiyordu. Aynı evin içinde yaşamak çok başka bir duygu, her gün onu görmek, onunla uyanmak, onunla uyumak zor. Hem de seni sevmeyen bir kadınla yaşamak daha zor, zamanla ona âşık oldum. Çok acı çekiyordu bu yüzden bir gün oturduk ve ona ne yapmak istediğini zordum, seni sevmeye çalışıyorum dedi ama bunu yapamadı, en azıdan ben öyle düşünmüştüm o zamanlar. Aradan üç yıl geçti ve bana beni sevdiğini söyledi, çok mutlu oldum, dünyalara sahipmişim gibi bir duygu tüm bedenimi ele geçirmişti. İlk defa o zaman birlikte olduk, evlendiğimizden o zamana kadar elimi dokunmamıştım. O birliktelikte sen oldun, sana hamile kaldı annen. Doğdun, senin doğumunla onun duyguları öldü. Sen dünyaya geldikten sonra zorlandı, benimle olmak, sana bakmak, ev derken bir gün yapamıyorum dedi. Olmuyor dedi, seni sevemiyorum dedi ve o an o kadar kırıldım ve üzüldüm ki bunu dile getiremiyorum. Öfkelendim, kızdım ve bir şey olmasın diye evden çıktım. Biraz dolanıp, kafamı toplayıp geri dönerim diye düşündüm. Onu bir konuda kırmış olabilirim dedim, en sevdiği papatyalardan bir buket yaptırdım, eve döndüm ama evde değildiniz. İki gün boyunca aramadığım yer, sormadığım kişi kalmadı ama sizi bulamadım. İki günün sonunda akşam eve döndünüz, annenden özür diledim. O da karşılığını verdi ve benimle yaşamak istediğini dile getirdi. O günden sonra mutluyduk, sorunlarımız bitmişti. Sen on üç yaşına geldiğinde büyük bir kavga ettik, annen eski sevdiği adamla görüşüyormuş, bunu o gece söyledi ona gitmek istediğini söyledi. Ne kadar zoruma gitse de yine onu affettim, gitmemesi için yalvardım çünkü ona âşıktım. Her hatasını görmezden gelebilirdim, seninle ve onunla kalmak istedim ama o istemedi. Seni de aldı ve gitti.” Hayal kırıklığı mı yaşıyordum yoksa yaşadığım hayatın acımasızlığını yeni mi görüyordum? Babam gerçekti, hayat hikâyesini bir yerden hatırlıyordum ama kimden dinlediğim hakkında fikrim yoktu. Babam yaşıyordu, karşımdaydı ve bana gerçekleri olduğu gibi anlatıyordu. Bu hikâyede yanan babam mıydı, ben miydim? Karısına âşık ve ona tapan bir adam, onların sevgisiz hayatına doğan bir bebek. Her hatayı kabullenen, susan ve affeden adamın acısını, ona hiç âşık olmayan ve onu düşünmeden yaşayan kadının acımasızlığını dinliyordum. Bu hikâye bir şarkı olsaydı, bu şarkıda her insan intihar etmeyi planlayabilirdi.


Evet, içimde ona acıyordum, üzülüyordum ama yine de bunca yıldır karşıma çıkmamış, beni sahiplenmemiş olmasını atlatamıyordum. Annesizdim, annem onu nasıl yaktıysa beni de yakmıştı. Babamı bir karanlığa hapsetmişti, beniyse hiç istemediğim bu hayatın içine…


“Peki ya sonra?” dediğimde Pars’ın devamını anlatabilmek için güce ihtiyacı olduğunu fark ettim. Yanına gidip basanın üzerine yavaşça oturdum, onun açtığı yara hala sızlıyordu. Elimi dizine koydum ve sıktım, “sonra ne oldu?” kızaran gözlerini önce elime sonra gözlerime dikti. “Annen benden gittikten sonra ne oldu bilmiyorum, ne yaşadı hiç öğrenemedim. Bir süre geçtikten sonra Ronan’ın meyhanesinde işe başladığını öğrendim. Annen gittikten sonra yaşamam için hiç sebep kalmamıştı, o giderken yaşama sebeplerimin hepsini alıp gitmişti. Sanki ölmemi istiyor gibi, bende mafya işine girdim. Adamlarımı anneni koruması için görevlendirdim, ne yapıyor nerede yaşıyor haber alıyordum, sizi hiç terk etmedim. Sen büyümüştün ama yine de onunla beraber meyhaneye gidip geliyordun. İçerden birinin bana yardım etmesi gerekiyordu ben de Ronan’dan yardım istedim. Oturup ona durumumu anlattım, o da beni anladı. Başlarda inanmadı çünkü annen kocam öldü demiş herkese, beni ölü biliyorlardı. Galiba giderken yaşama sebeplerimi aldığından öldüğümü sanmıştı ama yaşıyordum. Ronan’la zaman içine abi kardeş olduk, baba oğul olduk. O da sana âşıktı, bana bunu anlattığında kızdım ama sonra anladım onu. Senin resimlerini bana getiriyordu ve bende seni resimlerinden seviyordum, oraya hiç gelmedim annen görüp kaçmasın diye çünkü Ronan varken ikiniz de güvendeydiniz.” Gözlerinden akan yaşları koluna dildi ve devam etti. “Artık sen büyümüştün, yıllar geçmişti, Davin’e âşık olmuştun, onunla evlilik yolunda ilerlediğini öğrendim. Senin için mutluydum fakat Ronan yıkılmıştı. Eski Ronan yoktu, acı çekiyordu, sürekli içiyordu. Sanki içkinin seni geri getireceğini ve onu görmeni sağlayacağını düşünüyordu. Sen artık meyhaneye gelmiyordun, annenle yaşamayı bırakmıştın, Davin’le kalıp onunla yaşıyordun. Senin düğününe iki gün kala annen Ronan’a gitmiş.” Evet, baba evet. Annem benim düğünüme iki gün kala terk etti, mutlu bir hayat geçirmeme engel oldu, beni buraya hapsetti ve gitti. “Ronan’a dayanamadığını söylemiş, burada devam etmek istemediğini birine âşık olduğunu ve seni ona emanet edip gitmiş. Gittiği adam o hiç unutamadığı, âşık olduğu adamdı. Ona gitmesine rağmen takip etmeyi bırakmadım. O gitti, sen meyhaneye geri döndün. Davin’i terk ettin, hayatını bitirip annen için meyhanede çalışmaya başladın. Annenin peşine taktığım adamlar onun resimlerini gönderiyordu, ben yanına gitmeye cesaret edemedim. Bir gün annenin eli yüzü mor fotoğrafları geldi, o an kendini heba ettiği şeyin ne olduğunu gördüm. Annen ne kadar gelmek istemese de onu almak için oraya gitmeye karar verdim. Onun hak ettiği şey bu değildi, onu kurtarmak istedim, yine beni istemiyorsa onu rahat bırakırdım ama rahat yaşardı diye düşündüm.” Sonunu bildiğin bir hikâyeyi dinlerken insan ölüp yeniden dirilebiliyor. Şuan o evredeyim, ölüyorum ve yeniden diriliyorum. Kalbim duruyor ve yeniden atmaya devam ediyor. Nefesim kesiliyor sonra yeniden nefes alabiliyorum. Kalbini tuttu, dudakları titrerken bir yudum su içti. Kalbi dayanmıyordu, onu hiç sevmeyen o kadını bu kadar sevmesine dayanamıyordu. “Ben” dedi ve devamına nefesi yetmedi, “ben sevdiğim kadını kurtaramadım Isadora. Sana geldiğimde görüşmemize izin vermedi, beni istemedi. Seni öldü biliyor, bunu değiştirmenin bir yararı yok dedi. Sevdiğim kadın, annen” dedi ve gözyaşları sel oldu. “Ellerimde öldü Isadora! Ellerimde!” Bu bir isyandı, hayata, anneme, o adama ve belki de tanrıya bile isyan ediyordu. “Ellerimde öldü” dediğinde nefesi tükenmişti, artık kendini tutamıyor gibiydi, yıllardır içine hapsettiği her duyguyu şuan içinden atıyordu. Tükenmişliği gördüm onda, çaresizliği, sevgisizliği, terk edilmeyi, yoksunluğu. Her duyguyu, her hareketi öyle anlamsızdı ki, ona nasıl yardım edebilirdim, onun yaralarını nasıl sarabilirdim bilmiyorum. Onsuz geçirdiğim on beş yılımı bana beş dakikada nasıl verebilirdi, onsuz düştüğüm ve her düşüşümde oluşan yaralarımı nasıl sarabilirdi. Biz nasıl baba kız olabilirdik, biz nasıl hiçbir şey yokmuş gibi yaşamaya devam edebilirdik. Nasıllar, nedenler, sonuçlar o kadar fazlaydı ki, hayatımda neden demediğim tek bir anım var mıydı?

Ronan’a âşık olduğumda neden şimdi dedim, annem gittiğinde neden şuan dedim, babam öldükten sonra neden yok dedim, neden, neden. Hayatımın her anında nedenler varken şimdi yeniden neden diyorum. Neden annem babamı hiç sevmedi, neden bildiği o yere attı kendini, neden ölümü kucakladı, neden bir kez olsun bizi değil de hep kendini düşündü? Sorular beynimi işkâl ederken dönüp duran iki kelime vardı. “Ellerimde öldü!” Annem öldüğünde babam orada mıydı? Peki, annem öldükten sonra neden karşıma çıkmadı, neden beni korumadı, yanına alıp neden sahip çıkmadı?


Loading...
0%