Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Geçmişin İzi

@0vixenn0

Yaşadıklarım bedenimde şimşek etkisi yarattı, neredeyim, ne yapıyorum bilmiyorum bir bilinmezliğin içinde hayata tutunmak için çabalıyorum ama bir şeyler ters gidiyor. Hislerim her zaman beni köreltmiş ve yanlış yönlendirmişti buna rağmen hala hislerime güveniyor olmam çok saçma olsa da güveneceğim başka neyim vardı? Bir kadın ailesinden başka kimi yanında görmeyi arzular, ailesi dışında sonsuz güvenebileceği kim vardır? İşte benim hikâyemde aileme de güvenilmiyor, onlara sığınamıyorum, kızlar babalarına âşık olur dediler ama bilemediler ki babalar da bazen kızlarını arzular ve onlara âşık olur…


Gece hiç bu kadar karanlık olmamıştı, yağmur hiç bu kadar şiddetli yağmamıştı ve ben hiçbir zaman kendimi bu kadar acınası görmemiştim. Göremediğim bir şey daha vardı. Karşımda mı, daha uzak bir yerde mi bilmiyordum ama bir siluet vardı. Yerde dizleri üzerinde bir insan silueti görüyor gibiydim ama bunun korkularımdan dolayı olabileceğini de düşünmüyor değildim. Korkaktım, ürkektim ve tam şuan yağmur altında sırılsıklam olmuş bir sıçandım. Biraz daha o siluete yakınlaştım ve hıçkırıkları kulaklarımı tırmaladı, tiz ve bir o kadar da olgun erkek sesiydi hatta bir erkeğin haykırışıydı. Erkekler ağlamaz, küçük düşmez, güçsüzleşmez, kaybetmez ve içini açmaz gibi gelirdi çoğu zaman ama bu adam bir başkaydı, kimsesiz ve kırgındı, acı çekiyordu.


İçimde kalan cesaret kırıntılarını topladım ve yanına yaklaştım, ne kadar cesaretli gibi dursam da acıyla haykıran adama uzanan ellerim titriyordu, onun da bana acı çektireceğini düşünüyor ve bununla içimde savaşıyordum. Düşüncelere dalmışken onun tiz ama bir o kadar da naif sesiyle şimdiki zamana döndüm. Tek kelime “kimsin” dedi ve ardından gözleri gözlerimle buluştu, ona kim olduğumu, neden burada bulunduğumu anlatamayacak kadar yorgundum ve bunları anlatacak yüzüm yoktu. Gözlerinin içine bakarken “hiç kimse” diyebildim eğer aynı yolda, aynı haldeysek beni gözlerimden okuyabileceğini düşündüm sonra da bu düşüncenin çok saçma olduğuyla yüzleştim.


Ben kim miyim? Ben Arın, adım saf ve temizliği simgeler ama ben adımın simgelediğinden çok uzaktayım. Bir an bile düşünmeden uzatılan eller, yarın nasıl birine dönüşeceğimi umursamadan dokunan dudaklar, ardından çöpmüşüm gibi bir köşeye atılan, bir oyuncak figürü gibi oynanıp sıkıldıklarında kapıya attıkları kadınım. Arın bu hayata tertemiz ve güzel bir kız çocuğu olarak doğdu ama yaşadığı sürece, zaman geçtikçe dünyadaki pislikleri üzerine topladı ardından kapıya koyuldu. Bu hikâyenin sonundaysa tüm dünyayı temizleyip, pislikleri bedenine hapsettikten sonra ölecek.


Gözlerinin içine baktığımda karşımda dizleri üzerinde duran adam umut arıyordu, bir yerden bir şey çıkmalı ve onu kurtarmalıydı onun istediği buydu, yaşamak istiyordu ama yaşayacak bir nedeni yoktu. Ona acıyor muydum bilmiyorum ama şuan tek bildiğim bu adamın neler yapabileceğini kestiremememdi, gözlerindeki acı ve tükenmişlik duygularını okuyordum. Gözleri ay gibi parlıyordu karşımdaki adamın. Saçları alnının üzerine düşmüş, ıslak saçlarının üzerindeki su damlaları yere düşüyordu. Boyu benden en az iki kat uzundu, belki de 1.90 olabilirdi diye düşündüm aniden. Gözleri gece ışığında derin mavi bir parıltıyla parlıyordu. Gömleğinin düğmeleri açılmış, gömleği sırılsıklam olmuştu. Gömleği vücudunu sıkıca sarmış, göğsündeki ve karındaki kaslar belirgin şekilde ortaya çıkıyordu. O kadar göz alıcı, yakışıklı ve çekici bir adamın bu durumda olmasının sebebi ne olabilirdi ki, farklı bir zamanda karşıma çıksaydı, muhakkak ona hayran kalırdım.


Sadece gözlerimizin birbirine değdiği uzun sessizliği bozan onun naif sesi olmuştu, “tesadüfleri sever misin, ben pek sevmem” ona severim dersem devamında birlikte olma ihtimali varken sevmem dersem hemen şimdi çekip gidebilirdi. Ben Arın her zaman yanacağımı bildiğim ilk seçeneği seçerim çünkü yanmaya alışmış bir kadın soluklanmayı yabancılar. “Severim” sesim çatallaşmış, kalbim hızlanmaya başlamıştı çünkü hayallerimde evlenmek istediğim adam karşımdaydı, hep böyle bir adamı hayal etmiştim ama ağlarken değil, dimdik ayakta dururken. Yanımda ne olursa olsun bir duvar gibi duran, beni heyecanlandıran ve her an özel olduğumu hissettiren bir adam. Beni her daim savunan ve benimle girdiği her savaşta kazanan bir adam istiyordum. “Biraz dertleşmeye ne dersin?” Onun sorusuyla irkildim ve kendime geldim, onunla konuşmalı mıydım, ona hayatımı ve yaşadıklarımı anlatmalı, içimi açmalı mıydım? Ondan etkilenmiş olsam da bana zarar vermeyeceğinin kanıtını sunabilir miydim? Ah saçmalama Arın, daha ne kadar batabilirsin ki? Onu başımla onaylamak dışında bir şey demedim, kendi içimde yaşadıklarımdan ve düşündüklerimden ona bir şey demeye fırsatım olmuyordu.


Önümde tanımadığım ama ilk gördüğümde heyecan duyduğum o adam, arkasında bir sıçana dönen ben, sessiz ve bir o kadar ürkütücü o sokakta yürüyorduk. Emin atmıyorduk adımlarımızı, acı tüm bedenimizi ele geçirmiş ve istediği yöne doğru hareket ettiriyordu. Lüks bir aracın yanında durdu ardından bana baktı, baştan aşağıya süzdükten sonra beni istemediğini düşünsem de aracın kapısını açıp binmem için bekledi. Hayır, bunu yapamazdım onunla bir yere gidemezdim, onun aracına binemezdim, güçlü dursam da asla güçlü değildim. Olduğum yerde kafamın içinde bin tane senaryo döndürürken “sana bir şey yapmamdan korkma, benim kendime mecalim yok” demesiyle bacaklarımdaki kelepçeler çözüldü, senaryolar final yaptı ve kalbimde küçük bir güven tohumu yeşerdi. Yavaş adımlarla yanına geldiğimde binmem için müsaade verdi ardından kapımı kapattığında bunu hiç yaşamadığımı fark ettim. Evliliğimde o çok sevdiğim adam hiç kapımı kapatmamıştı, değer vermemişti ve bende değer gördüğümü hiçbir zaman hissetmemiştim.


Arabası kadar lüks bir villanın bahçesinde durduğunda gözlerim gözlerine şaşkınlıkla baktığında gülümsedi, o gülümsediğinde içimdeki yangına bir su değdi ardından yeniden alevlendi çünkü su her zaman ateşi harlardı, o benim ateşimi olduğundan daha fazla harlamaya başladı. Bu hikâyenin sonunda bundan daha kötü yanacağımı biliyorum ve bile bile kendimi o ateşe atmaktan kaçınmıyorum, Arın’ın anlamı artık ateş olmalı diye düşündüm ve ardından arabadan indim. Onun adımlarını taklit ettim kapıya geldiğimizde başını omzuna yatırdı, dudakları aralandı, “ben korkulacak biri değilimdir, hiç kimse” yeniden gülümsedi. Evet, ben hiç kimseyim, kimsin dediğinde ona bunu dediğimde de gülümsemişti, gözyaşlarının arasında dudakları kıvrıldığında ona iyi geldiğimi düşündürdü bana. Eve ilk adımı attığımda dikkatimi verdiğim tek bir şey oldu, kadın siluetindeki heykel, onun derin bir anlamı olduğunu anlamıştım çünkü o da eve ilk adımı attığında o heykele acı dolu bakmıştı. Biten veya hiç başlamayan o hikâyelerin başkahramanlarıydık, yolumuz da o hiç başlamayan ya da biten hikâyelerin sonunda birleşmişti. Acının içinde mutluluk arayan ama bulamayan o iki kişiydik şuan.


Bana baktığını hissetsem de gözlerimi o kadın siluetinden alamamıştım, beni kendine çekiyor ve o hikâyeyi dinlemeyi arzuluyordu kulaklarım. “Merak ettiğini biliyorum” ufak da olsa bir kıkırtı duyduğumda ona döndüm, gülümsüyordu ama gülüşünde kırıklar vardı, başımı hayır anlamında sallasam da bu onu durdurmadı. Onun acısını, o hikâyeyi şuan ne kadar duymak istesem de bu onu daha fazla yaralayacaktı bu yüzden istemedim, belki başka zaman ama şuan değil. Bunları içimden düşünmüş, dışıma vuramamıştım işte bu yüzden o da beni dinlemeyerek hikâyesini anlatmaya başlamıştı.


“O benim için bugüne dek çok değerli olan bir kadının silueti, evlenmek üzere olduğum kadının düğün hediyesiydi. Yıllarca süren bir aşk hikâyesinden geriye kalan bir heykelden ibaret, beni sevdiğinde inandığım, güvendiğim, canımı uğruna feda edeceğim kadının geride bıraktığı gölgesi. Beni bu heykelle baş başa bırakıp başka bir hayatı yaşamayı isteyen kadının armağanı. Onu saatlerce yok etmek istedim, parçalamak, çöpe atmak ve en sonunda hiçbirini yapamadım. Sadece arkamı dönüp dışarıya atabildim kendimi, ona kıyamamak, içimden söküp atamamak, bu yangını söndürememek bana acizliğimi gösterdi. Onu saklamaya karar verdim, sonraysa gözümün önünde durmasına. İkisini de yapar mıyım bilmiyorum ama bir gün onunla karşılaştığımızda ben o yangında kül olan adam, o ise yangından kaçıp sağ kalan kadın olarak kalacak ve ben onu ne kadar seversem seveyim bu yangını asla unutmayacağım.” Acıma mıydı, üzüntü mü? İkisi arasında gidip geliyordum, bir cevabım veya tesellim yoktu ve olamazdı da, evlenmek, yangın, hatıra, kül ve sağ kalan bu hikâye benimkinden daha mı acıydı yoksa daha mı aciz? Bir süre sessizliğimi korudum, onun yaşadıklarını içimde hissetmeye çalıştım ve ona sadece bir cümle kurabileceğimi fark ettim. “Bunu yaşarsam kaldıramam dediğin ne varsa aslında onu kaldırabilirsin, bu senin hayatla kendi aranda başlattığın bir savaş olur. Acı insanı güçlendirir, kırgınlık bir daha aynı hatayı yapmamanı sağlar, gözyaşı ise içinde yanan o ateşi harlamanı sağlar. Hepsi birbiriyle bağlantılıdır ve bu bağlantı senin nereden baktığınla ilgilidir.” Sustu, sustum. Ağladı, ağladım. Güldü, güldüm. “Bu dediklerini ömrüm boyunca unutmayacağıma söz veriyorum” dedi sadece, ardından yere çöktü, dizlerini kendine çekip kollarını dizlerine sardı aynı şekilde oturdum ve aynı pozisyonu aldım. Bana baktıktan sonra yine gülümsedi ve o sağanak yağmurun arasında güneş doğdu, belki de o güneş sadece benim içime doğdu.


Gülümserken gözlerimiz hiç ayrılmadı, gözleri yavaştan dudaklarıma indiğinde bende onu incelemeye başladım. İlk gördüğüm an ne kadar yakışıklı olduğunu fark etmiş olsam da ışık altında daha çekici gelmişti. Saçlarından yağmurun son kalan damlaları düşerken ellerimle saçlarını geriye attım, yüzündeki ıslaklığı ellerimle sildim, ardından gözünden düşen bir damla yaşa değdi parmağım. Ben ona dokunurken o sadece yüzüme bakıyordu, inceliyordu. Ardından sol elini yüzüme dokundurdu, yanağımı okşadı ardından eli çeneme gitti. Gözlerimiz yeniden buluştu ve çenemi okşarken gözlerini gözlerimden bir an çekmedi. Gözlerinin içi parlıyordu, yaşamak için bir sebep arıyordu gözleri ama şimdi o sebebi bulduğunu okuyordum gözlerinden. O sebep benmişim gibi geliyordu ama kendimi ümitlendirmek istemiyordum. “Beni ölümün o ince çizgisinden kurtaran ve yaşamak için sebep veren o kadın oldun” işte bu cümle içimdeki acıyı alıp heyecanı ve arzuyu yerine getirdi. Acımı dindirdi dedikleri ama yine de hala o kadına âşık olduğunu hissediyordum, bende hala ona âşık değil miydim? Yaralarımızı birbirimizle saracağımıza emin olduğum o öpücük geldi. O sadece bir öpücük değildi güveni, tutkuyu, arzuyu, iyiliği ve en çok yara bandı olacağımızı simgeleyen öpücüktü. O his yeniden bedenimi sarıyordu, yanıyordum. Bu ateşi söndürecek yağmur da, fırtına da yoktu, bu ateşi sadece o ve ben söndürebilirdik ama buna ikimizin de niyeti yoktu çünkü biz yanmaktan zevk alan iki kişiydik…


Loading...
0%