@1lpapatya
|
17 Ekim Pazar Maalesef ki klasik bir cümle söyleyerek başlayacağım. Sabah erkenden kalktım. Bugün nikahımız saat 13.00'de gerçekleşeceği için haliyle erkenden kalkıp hazırlık yapacaktım. Merak edip Yiğit Kılıca ''Madem düğünümüz çok lüks bir yerde olacak, nikahımızı neden orada kıydırmıyoruz?'' diye sormuştum. Öğrendim ki düğünümüzde de nikah kıyılacakmış ama gösteriş olarak. Çok tuhaf gelse de bozuntuya vermedim çünkü Kılıç ailesinin her şeyi tuhaftı. Gösteriş olarak nikah kıymak mı? Tam Kılıç ailesi hareketiydi... Ecem'in ailesi de nikaha katılacağı için onlar da erkenden kalkmıştı. Hep beraber kahvaltı yaptık. Daha sonra Melis geldi. Ecemle beraber, elbise ve ayakkabı poşetlerini alıp aşağıya indik. Melis şoför koltuğunda, Gizem yolcu koltuğunda oturuyordu ve bizde arka koltuğa oturduk. Bol bol şarkı dinleyerek yolculuğumuzu yaptık. Çok trafik olmadığı için kısa sürede güzellik merkezine geldik. Kesin olarak bir karar vermiştim. Ne kadar istemeyerek evlensem de böyle günlerin tadını çıkaracaktım. Bu günden sonra gerçekten nikahlanıp evlenecek halim yoktu. En azından bir kerelik olacak bir şeyin tadını çıkarmalıydım değil mi? Güzellik merkezine girdiğimizde bizi karşılayan Yasemin oldu. Yaseminle birazcık sohbet ettikten sonra hemen aynanın karşısına alındık. Çok rahat sandalyelere oturup önce makyajlarımızı, sonra saçlarımızı yaptırdık. Sonra da kabinlere gidip elbiselerimizi giydik. Topuklularımızı giyip takıları da takınca hazır haldeydik.
''Nasıl hissediyorsun?'' ''İyi hissediyorum. Sen nasıl hissediyorsun?'' ''İyi mi hissediyorsun? Ben ters cevap vereceğini düşünmüştüm. Yani ne de olsa istemeyerek evleniyoruz.'' ''Ben kötü hissetsem evlenmeyecek miyiz? İyi hissetsem de kötü hissetsem de evleneceğimiz için iyi hissetmeyi tercih ediyorum. Ama anlaşılan sen iyi hissetmiyorsun.'' ''İyi hissetmiyorum ama kötü de hissetmiyorum.'' Onaylarcasına kafamı salladım ve sohbet etmeye devam ettik. Nikah salonuna geldiğimizde, nikahımıza daha yarım saat vardı. Yinede erkenden gelip işimizi garantiye almıştık. Başka nikah başladığında, Melislerle beraber gelin odasına girdik. Zaman geçtikçe midem bulanıyordu. Heyecandan veya stresten... Bilmiyorum. Nikaha 15 dakika kaldığında gelin odasının kapısı tıkladı. Kılıç ailesinin 3 üyesi burada, yanımda olduğu için diğer iki üyesi gelmişti. Yiğit Kılıç ve Esra Kılıçtan bahsediyorum. Esra Kılıç elimden tuttu ve konuştu. ''Ne kadar güzel olmuşsun canım benim.'' Ben gülümserken Yiğit Kılıç lafa atladı. ''Kimin gelini tabii ki güzel olacak.'' Biraz daha omuzlarını dikleştirip kendini kabartsa balon gibi patlayacaktı. Onların bu hallerine gülmeden edemedim. Hakan konuştu. ''Siz Ezgiyi görünce beni iyice unutur oldunuz he. Alacağınız olsun.'' Esra Kılıç konuştu. ''O nasıl kelime oğlum, biz seni hiç unutur muyuz? Her zaman yakışıklı olduğun için şaşırmaya gerek yok.'' Şakacı bir tavırla kaşlarımı çattım. ''Nasıl yani, ben her zaman güzel değil miyim de şaşırdınız?'' Onlar ciddi ciddi bakarken ben kahkaha atmaya başladım. Şaka olduğunu anladıklarında onlarda gülmeye başladılar. Tam ortamda sessizlik oluşmaya başlamışken Yiğit Kılıç konuştu. ''Nikaha katılacak olan tüm davetliler, nikah salonunun önünde bekliyor. Zaten çok az bir süre kaldı. Hadi bizde gelin odasından çıkalım.'' Gelin odasındaki herkes onayladı. Ecem yanağıma kocaman bir öpücük kondurdu. Oğuz da Hakanı desteklercesine Hakan'ın omuzuna vuruyordu. Hepsi odadan çıktığında yine Hakanla baş başa kaldık. İkimizde boş boş tavana bakıyorduk. Dakikalar geçerken nikah saatimizin gelmiş olduğunu gördük. Heyecandan ayağa kalkıp odada tur atmaya başladım. ''Ezgi, sakin olsana.'' Kollarımı göğsümde bağladım ve ''Sakin olmayan birine sakin ol deyince sakin olmayan kişi sakin olmuyor Hakan.'' dedim. Hakan suratıma anlamsızca bakarken oflayıp tekrardan Hakan'ın yanına oturdum. Hakan sırıtarak konuştu. ''Düşünsene Kenan'ın çıkıp ''İtiraz ediyorum, ben evlenmelerine izin vermiyorum!'' dediğini. Çok komik olurdu ve yine benden dayak yerdi.'' Güldüm. ''Sende Kenan'la kavga etmek için yer arıyorsun. Kenan'ın sana gıcık olduğunu söylemiştin. Anlaşılan sen ona daha çok gıcık oluyorsun.'' ''Sen hayatıma girene kadar gıcık olmuyordum. Hayatıma bir girdin, o gün bugündür Kenan'a gıcık oluyorum.'' Ukala bir tavır takındım. ''Sen beni kıskanıyorsun yani?'' ''Alakası yok. Sadece...'' Cümlesinin devamını getirmedi. ''Sadece ne?'' ''Sadece senden ayrılmadığı için seni koruyasım geliyor. Hepsi bu.'' Tabii tabii diye kafamı sallarken odaya Yiğit Kılıcın tuttuğu kameraman geldi ve ''Hadi, odadan çıkma vaktiniz.'' dedi. Benim heyecanım tekrardan artarken Hakan'ın da aynı şekilde olduğu barizdi. Salondan alkış sesleri yükselip şarkı çalmaya başladı. Hakanla el ele tutuşup odadan çıktık ve yavaş adımlarla içeri girdik. Gülümseyerek masanın yanına geldiğimizde Hakan, benim oturacağım sandalyeyi çekti ve oturdum. Hakan da kendi sandalyesine oturunca şahitler de kendi yerine oturdu. Benim şahidim Ecem, Hakan'ın şahidi Oğuz olacaktı. Hafifçe koltuklara göz gezdirirken en önde oturan Tunç ailesini fark ettim. Babam, Sevim abla, Yeşim ve Kenan yan yana oturmuştu. Yeşim ve Kenan el ele tutuşup otururken benim onlara baktığımı fark ettiler. Fark ettikleri gibi Kenan, Yeşim'in elini öptü. Derin bir nefes alıp salona bakmaya devam ettim. Salon inanılmaz derecede kalabalıktı. Şaşaalı bir şekilde giyinmiş çiftler, elbiselerle, takımlarla giydirilen çocuklar... Ben, bana bakan herkese gülümserken nikah memuru geldi. Nikah memuru, sandalyesine oturduğunda mikrofonu alıp konuştu ''Sayın misafirler öncelikle bu davete katıldığınız için iki aile adına da teşekkür etmek istiyorum.'' Ve alkışlar... Misafirlerin alkışlama işi bitince tekrardan nikah memuru konuştu. ''Sizin tanıdığınız çiftimizi bende usulen tanımak istiyorum. Gelin Hanım adınız soyadınız?'' İnşallah mikrofonda sesim güzel çıkar diye düşünerek cevap verdim. ''Ezgi Tunç'' ''Anne ve baba adınız?'' ''Serdar, Melek'' ''Damat Bey, sıra sizde. Adınız soyadınız?'' ''Hakan Kılıç" "Anne ve baba adınız?" "Yiğit, Esra" "Evet çiftimizi tanıdığımıza göre birazda şahitleri tanıyalım. Adınız soyadınız?" 2 mikrofon vardı. Biri Hakan ve benim, diğeri de Ecem ve Oğuzun önündeydi. "Ecem Aydın" "Oğuz Şahin" Nikah memuru seyircilere döndü ve "Çiftimizi ve şahitlerimizi tanıdık." dedi. Sonra bize dönüp "Ezgi Hanım ve Hakan Bey, evlenme dairemize evlenmek üzere başvurdunuz. Yaptığımız incelemede evliliğinizle ilgili yasal bir engel olmadığını tespit ettik. Şimdi bugün burada, konuklarımızın ve şahitlerimizin huzurunda bu evlenme arzunuzu sözlü olarak beyan etmenizi istiyorum. Sayın Ezgi Tunç, kendi özgür iradenizle hiç kimsenin baskısı altında kalmaksızın Sayın Hakan Kılıcı ömür boyu eş olarak kabul ediyor musunuz?" Kafamda senaryolar canlandı. Hayır desem herkes şoka uğrasa... Babamlara baktım. Sevim abla, Kenan ve Yeşim somurturken babam gülümsedi. Daha fazla bekletmeye lüzum yoktu. Bu kadar hazırlıktan sonra hayır diyemezdim herhalde. Yüksek sesle bağırdım. "EVEEET!" Salondan alkışlar yükseldi. Alkışlar bitince nikah memuru gülümseyerek Hakana sordu. "Sayın Hakan Kılıç, sizde kendi özgür iradenizle, hiç kimsenin baskısı altında kalmaksızın Sayın Ezgi Tunç'u ömür boyu eş olarak kabul ediyor musunuz?" Hakan kameralara gülümseyerek bağırdı. "Sonsuza kadar eveet!" Ben onun bu gösteriş merağına gülerken Hakanda gülmeye başladı. "Sayın şahitler. Şahit misiniz?" Ecem ve Oğuz bağırdı. "Eveet!" "Bende, bana verilen yetkiye dayanarak sizleri karı koca ilan ediyorum. Bir ömür boyu mutluluklar dilerim." Hakan, evlilik cüzdanını imzalarken Ecem kolumu dürttü. Ağzıyla sessiz bir şekilde "Ayağına bas! Ayağına bas!" diyordu. Sırıttım ve çok sert bir şekilde Hakan'ın ayağına bastım. Hakan bir yandan acıyla yüzünü buruştururken bir yandan da "Tüm hıncını çıkarttın. Yavaş ya." diyordu. Gülerek evlilik cüzdanını alıp imzaladım. Ayağa kalkıp elime evlilik cüzdanını aldım ve fotoğraf çekildik. Sonrasında resim çekilme alanına geçtik ve bizimle çekilmek isteyenlerle de çekildik. Ecem ve Oğuzdan sonra Kılıç ailesinin üyeleri, çok samimi bir şekilde sarılıp mutluluklar diledi. Oğuz, Ecem'in elini tuttu ve hızla dışarı çıktılar. Sonrasında gelen misafirler mutluluklar dileyip teker teker gitti. Daha öncesinde tanıştığım ve adını şimdi hatırladığım Meltem abla geldi. Yanında da Yiğit Kılıcın annesi ve babası vardı. Meltem abla bir eliyle benim, bir eliyle Hakan'ın yüzünü okşadı. "Mutluluklar dilerim canlarım benim. Umarım çok mutlu olursunuz." İkimizde teşekkür ettik ve Meltem ablaya sarıldık. Sonra da Yiğit Kılıcın annesiyle babasının elini öptük. Onlar da gitti ve arkalarından, son misafirlerimiz olan Tunç ailesi geldi. Yani benim ailem... Babam, Hakan ile tokalaştı ve "Kızımın gözünden bir yaş geldiğini görmeyeyim." dedi. Hakan gülümseyip kafasını salladı. Babam gözlerimin içine baktı. Gözleri dolarken bir anda bana sıkı sıkı sarıldı. "Kızım, sana neler yaşattım seni nasıl üzdüm biliyorum. Ama olsun yine de sen benim her şeyimsin. Umarım ömrün boyunca mutluluklar seni bulur." Sesi titriyordu. Ağlıyordu. Babam bana sarılırken ben ona sarılmadım. Benim ona en çok ihtiyacımın olduğu zaman, benimle kavga eden adama sarılamazdım. Sevim abla ve Yeşim yüzünden söylediklerini nasıl unutabilirdim? Geri çekildi ve gözlerini silerek konuştu "Sana beni affet diyemem ama en azından, benim seni sevdiğimi bil olur mu? Lütfen artık evine dön kızım. Zaten bir hafta sonra Kılıçların evinde kalacaksın." "Mutluluk dilekleriniz için teşekkür ederim. Benim gözümden yaş getiren Hakandan çok siz oldunuz. O eve dönmem mümkün değil. Kendinize iyi bakın." "Haklısın kızım. Sen de kendine iyi bak." Arkasını dönüp Sevim ablayla Yeşim'in bana sarılmasını bekledi. Sevim abla somurtarak sarıldı ve "Hadi kaptın zengin kocayı." dedi. Oflamamla beraber geri çekildi ve babamın yanına geçti. Yeşim ve Kenan el ele tutuşmuştu. Yanımıza sadece Yeşim geldi ve sarılmadı. Sadece önümüze geçip konuştu. "Herkes Hakan Kılıçla evlenme hayali kurarken bu hayali sen gerçekleştirdin Ezgi. Çok zengin biriyle evleniyorsun, ne mutlu sana. Ama hala gözün benim sevgilimde. Elinde bu kadar şey varken..." Duraksadı ve kaşlarını çattı. Nefes aldıktan sonra konuşmaya devam etti. "Elinde bu kadar şey varken sevgilimle beni ayırmaya çalıştın. Bence hala da ayırmaya çalışıyorsun. Kenandan uzak dur. Şirkette Kenan'a sarılmışsın. Duymadım sanma." Kenan, Yeşim'in arkasında babamlarla sohbet ediyordu. Sinirli bir şekilde cevap verdim. "Ne diyorsun sen be? Asıl Kenan bana sarıldı. Hakanla da kavga ettiler. Bilip bilmediğin işlere burnunu sokma. Bu arada, tasman güzelmiş. " İşaret parmağını yüzüme doğru salladı. "Sevgilimden duyduğuma mı inanacağım yoksa senden duyduğuma mı? Hem tasma derken? Kenan'ın öyle düşünceleri yok. Biz birbirimizi seviyoruz. Kenandan uzak dur." Kaşlarımı çatarak "Al Kenanı bir yerine..." derken Hakan araya girdi. "Yeşim, buraya kavga çıkarmaya mı geldin? Bence Kenan bizden uzak dursun. Bugüne bugün Ezgi benim karım. Onun için sevgilini bizden uzak tut." Yeşim kollarını göğsünde birleştirdi ve somurtarak babamın yanına gitti. Yeşim oraya gittiğinde babam, Kenanı yanımıza yolladı. Babamlar biraz uzakta beklediği için konuşmamızı duymuyorlardı. Kenan önce Hakana sonra bana sarıldı. Karşımıza geçti ve sırıtarak konuştu. "Vay be, Ezgi Kılıç. Nasıl olurda Kılıç ailesine gelin gitmeyi kabul edersin aklım almıyor. Hakanda olup bende olmayan ne vardı Ezgi?" "Beyin, Kenan. Hakanda olup sende olmayan şey beyin." Hakan elini ağzına götürdü ve yumruğunu ısırırak güldü. Kenan kaşlarını çattı. "Ayıp ediyorsun ama." İşaret parmağımı yüzüne doğru salladım. "Bana bak Kenan, haddini bil. Yeşimle sevgili oldum ayağına yatıp bana yaklaşmaya çalıştığını biliyorum ama yeter. Nasıl takıntılı bir manyaksın anlamış değilim. Babamların gözünü boyamış olman da beni hiç alakadar etmez. Hakanla benden uzak dur." "Bir gün bunları söylediğine çok pişman olacaksın Ezgi. Benimle sevgili olmak için ağlayacaksın. Ağlayacaksın çünkü Hakan gibi birinin seni hiç sevmeyeceğini anlamış olacaksın" Tabii tabii dercesine kafamı salladım. Hakan hiçbir şey söylemeyip bizi dinliyordu. "Böyle bir şey olsa ve anlamış olsam bile seni hiç alakadar etmez. Nikahımıza geldiğin için sağ ol. Şimdi sevgilinin yanına gidebilirsin." Kafasını salladı ve gülümseyerek "Çok pişman olacaksın." dedi. En sonunda babamların yanına gitti ve Hakanla baş başa kaldık. Hakan sırıtarak konuştu. "Karıcığım, dudağımdan öpmek ister misin? Bugüne bugün kocanım nasıl olsa." Yüzümü buruşturdum. "Ay ne diyorsun be pis sapık." Yüzüne çapkın bir gülümseme yerleştirmişti. "Ne sapıklığımı gördün ya? Hem senin öpmek istemediğin dudakları öpmek isteyen yüzlerce kişi var. İzin veriyorum. Bak bir daha bulamazsın." Sertçe koluna vurdum "Aklın anca böyle şeylere yetiyor değil mi? Seni, Kenan'a karşı savundum diye şımarma. Seninde beyin kotan sınırlı zaten." Kıkırdadı. "Aman laf sokmasan olmaz. Ama Kenana çok güzel yargı dağıttın be." Dudağımın kenarı yukarı kıvrıldı. "Bilirsin, yargı modum her zaman açıktır." ≿━━━━༺❀༻━━━━≾ 20 Ekim Çarşamba Kısaca özet geçecek olursam, Pazar günü nikahtan sonra yemek yemeye gittik. Yemek yedikten sonra da Kılıç ailesi kendi evine, ben Ecemlerin evine gittim. Pazartesi günü işe gittim. Dün yani Salı günü, kına için elbise, düğün için gelinlik seçtik. Genelde gelinlik üstünüze göre dikilir ve bu 1 veya 2 ay önce seçilir. Ama Kılıç ailesi son bir günde bile diktirecek potansiyele sahip olduğu için her şeyi son zamana bırakıyorlardı. Atılan resimlere göre de gelinliğim, yarın tam olarak hazır hale gelecekti. Kına için de ilk olarak giriş elbisesi, sonra Hakanla çıkışımız için bir elbise, sonra bindalli, sonra da after için elbise giyecektim. Organizasyonlar hazırdı. Nedimelerle dans etme provası için sabah kına salonuna gitmiştim. Her şey planlı bir şekilde ilerliyordu. Zaman su gibi akıyordu. Sıkılmıştım, bunalmıştım ve daha bir sürü şey... Belki severek evlenmiş olsam bu kadar sıkılmazdım. Ama ne de olsa bana, isteyip istemediğim sorulmuştu değil mi? Sevim ablaya sinirim yüzünden kabul etmek yerine kabul etmeseydim, şu an bu şekilde uğraşıyor olmazdım. Zaman makinesi olsa kesinlikle geçmişe gider ve "Ezgi, o teklifi sakın kabul etme! Babanın borcunu boşver. O zaten seni düşünmüyor! Üvey annene sinirlenip yapılacak iş değil bunlar." derdim. Ecemlerin evinde kalıyor olmak, Pazar gününden itibaren Hakanların evinde kalacak olmak, kendi ailemin bana destek olmuyor oluşu... Gerçekten her düşündüğümde, gözümün önünde siyah renk beliriyordu. Oysa ki küçüklüğümden beri ne hayaller kuruyordum. Gözümün önündeki renk siyah değil toz pembe olmalıydı. Büyüdüğümde böyle olacağını bilseydim hayaller kurmazdım. En azından şu an hayallerim aklıma geldikçe üzülmezdim. Her neyse, sanırım çok uzattım. Ama sizinle dertleşmek istedim sevgili okuyanlarım. Sizinde benim ne kadar zorlandığımı bildiğinize inanıyorum. Bugün Kılıç ailesinin evinde aile yemeği olacaktı. Onun için Ecemle hazırlanmaya başlamıştık. Ecem'in ailesi de akşam akraba ziyaretine gidecekti. Saat 18.00'de, Oğuz bizi kapıdan alacaktı. Aile yemeğinde Oğuz ve Ecem'in ne işi var diyebilirsiniz. Bende size, Ecem bana ailemden çok destek olduğu için onun da katılmasını istedim derim. Ecem varsa Oğuz neden olmasın, nasıl olsa o da her şeyi biliyor diye düşünerek Oğuz'un da katılmasını istedim. Zaten Hakan'ın canına minnet olduğu için hemen kabul etti. Saat 18.00'i geçtiğinde, Oğuz bizi almaya geldi. Omuz çantalarımızı alıp aşağıya indik. Ecem yolcu koltuğuna, ben de arka koltuğa bindim. Bol sohbet ettiğimiz keyifli bir yolculuk geçirdik. Kötü olarak birazcık trafiğe yakalanmıştık. Ama eninde sonunda Kılıç ailesinin kocaman evi (bana göre sarayı) gözüktü. Oğuz arabayı park ettikten sonra arabadan indik ve eve doğru yürüdük. Evin kapısına geldiğimizde zile bastım. Kapıyı Melis açtı. Melis'in arkasında da Kılıç ailesinin üyeleri duruyordu. Bizi güzelce karşıladılar ve salona geçtik. Yüzümdeki gülümseme salona vardığım anda soldu. Koltukta Sevim abla, Yeşim ve babam oturuyordu. Her ne kadar aile yemeği dense de, biz bize oluruz sanmıştım. Babam beni görünce ayağa kalktı. "Hoş geldin kızım. Nasılsın iyi misin?" Cevap vermedim. Sevim abla kısık sesle Yeşime bir şey söyledi. Ama duyulmayacak kadar kısık sesli değildi. "Hiç siz nasılsınız demiyor. Hayırsız evlat işte." Çatık kaşlarımla konuştum. "Anlamadım?" Yeşim ukala bir tavırla konuştu. "Bana söyledi sana değil." Derin bir nefes aldım. Cevap vermeyecektim. Daha ilk dakikalardan onunla kavga etmeye niyetim yoktu. Esra Kılıç araya girdi. "Ezgiciğim sizde oturun, birazcık sohbet edelim." Gülümsedim ve Ecemle beraber, babamların karşısındaki koltuğa oturduk. Yanımıza da Oğuz ve Hakan oturdu. Evde gergin bir hava vardı. Herkes koltuklara oturmuş birbirini izliyordu. Konu açan ben oldum. "Nasılsınız Sevim Hanım? Size sormadık diye hayırsız evlat oldum ya az önce. Onun için sorayım dedim." "Aman eksik kalsaydı sormasaydın. Sen evden gittiğinden beri çok iyiyim." Bunları sırıtarak söylemişti. Babam ona sinirle bakarken ben cevabı yapıştırmasam olmazdı. "Bende seni görmediğim zamanlar iyi oluyorum. Seni gördüğümde öyle mutsuz oluyorum ki gece bile uyuyamıyorum. Senin bir an önce yemek yiyip buradan gitmen için dakikaları sayıyorum. Malum durduk yere mutsuz olmayı istemem." Kaşlarını çattı. "Gelin olarak aldığınız kızın ne kadar saygısız olduğunu görüyorsunuzdur umarım." Ben tam cevap verecekken Yiğit Kılıç araya girdi. "Ezgi gayet iyi bir kız. Lütfen tartışmayın. Şu an burada pek sohbet edilmeyecek gibi. İsterseniz yemek masasının olduğu odaya geçelim." Onayladılar ve hepimiz odaya gittik. Yemek masası çok güzel donatılmıştı. Sarmalar, börekler, mezeler ve daha bir sürü şey... Karnımızı doyurmadan önce gözümüzü çok güzel doyurmuştu. Aile büyükleri oturduktan sonra bizde oturduk. Benim yanımdaki sandalyeye Hakan oturdu. Tam ortada olduğum için diğer yan tarafımdaki sandalyeye de Ecem oturdu. Biz oturduktan sonra, Ceylan abla çorbaları servis etti. Önce suyumdan yudumladım ve yavaş yavaş çorbamı içmeye koyuldum. Çorbaları içtikten sonra ara yemek servis edilmeye başlandı. Ara yemekler servis edilirken de sohbet edilmeye başlandı. Gergin hava birazda olsa gitmiş gibiydi. Ara yemekte, bütün mantar kavurması ve patates püresi vardı. İkisini de çok sevdiğim için mutluluktan gözlerim parladı. Herkesin yemeği servis edilince yemeye başladım. Tadı muazzam olduğu için gülümseyerek yiyordum. Hakan fısıldadı. ''Yemek yerken bu kadar mutlu olanı da ilk defa görüyorum.'' Kıkırdadım. ''Bu dünyadaki her şey üzebilir ama yemek asla.'' Tek kaşını kaldırarak cevap verdi. ''Yine çok bilgilisin maşallah.'' Sırıtarak cevap verdim. ''Her zamanki gibiyim.'' Dudağının yanı yukarı kıvrıldı ve tekrardan yemeğini yemeye koyuldu. Tabağımda ne varsa yedim. Diğerleri de yediğinde tabaklar toparlandı ve ana yemek servis edilmeye başlandı. Yeşim, Melis ve Volkanla sohbet ediyordu. Oğuz, Ecem, Hakan ve ben de aramızda sohbet ediyorduk. Ana yemeklerde servis edildi. Ana yemek olarak arpa şehriyeli pilav ve fırında sebzeli köfte vardı. Herkese ne içeceği sorulduğunda, tabii ki cevabım ayran oldu. Yoğurt aşığı biri olarak meyve suyu isteyecek halim yoktu. Masadaki sarmalardan ve mezelerden de atıştırdığım için karnım neredeyse doymuştu. Ana yemeği yavaş yavaş yemeye koyuldum. ≿━━━━༺❀༻━━━━≾ Yemekler yendiğinde tekrardan salona geçtik. Yine Ecem, Oğuz, Hakan ve ben yan yana oturduk. Biz kendi aramızda o kadar güzel sohbet ediyorduk ki Tunç ailesinin gergin havasını çoktan unutmuştum. Tam o sırada Sevim abla seslendi. ''Ecem, sizin düğün ne zaman?'' ''Şu an düğün düşünmüyoruz. Önce bir Ezgi evlensin de o zaman düşünürüz.'' ''Ama olmaz böyle. Sarmaş dolaş geziyorsunuz işi ciddiye bindirin bari.'' ''Sarmaş dolaş mı geziyoruz? Sen bizi nerede gördün Sevim abla?'' ''Ezgi'nin nişanında dans bile ettiniz daha ne göreceğim?'' Ecem tam cevap verecekti ki araya girdim. Benim arkadaşıma karışmak neymiş görsün! ''Sen benim arkadaşımın işini ciddiye bindirmeyi düşüneceğine kendi kızını düşün. Malum, kızın Kenanla sarmaş dolaş geziyor. Nişanımda dans ettiler. Nikaha da el ele geldiler ya daha ne göreceğiz?'' Yeşim sesini yükselterek araya girdi. ''Her şeye burnunu sokmasana ya. Kenanla bizi kıskandığın ne kadar da belli. Yazık, acıyorum sana.'' Acıyormuş gibi ifadeye büründü ve dudaklarını büzdü. Şu an, o suratına yumruk atasım geliyordu. ''Sizi kıskandığım falan yok Yeşim. Sabrımı taşırma. Acınılacak olan kişi ben değilim sensin.'' Oturuşunu dikleştirdi ve şeytan sırıtışıyla konuştu. ''Neyime acıyorsun bakalım?'' ''Şu an seninle kavga etmek istemiyorum.'' ''Tabii cevap verme. Çünkü vereceğin bir cevap yok.'' Sevim abla araya girdi. ''Kızım boşver sen Ezgiyi. Kıskanıyor işte. Kendisi sizin kadar mutlu olamadı ya ondan.'' Yüksek sesli bir şekilde güldüm. ''Neyden bahsediyorsunuz siz acaba? Analı kızlı sabrımı mı sınamaya çalışıyorsunuz?'' Yeşim gülerek cevap verdi. ''Hakan'ın seni hiç sevmeyeceğini bildiğin için kıskanıyorsun. Zengin ve yakışıklı biriyle evleniyor olduğun halde, mutlu olamayacağın için kıskanıyorsun.'' Hakan hızlı bir şekilde cevap verdi. ''Ezgiyi sevip sevmediğimi nereden biliyorsun Yeşim? Bunları biliyorsan benim seni sevmediğimi de biliyorsundur. Ezgiyle ilişkimiz hakkında konuşma. Ayrıca ikide bir zengin ve yakışıklı olduğumdan bahsediyorsun. Bence, Kenan benim gibi olmadığı için sen bizi kıskanıyorsun.'' Hakan beni savunmuştu. Araya girip konuşmuştu. Hakana baktım, baktığımı görünce hafif bir tebessüm etti. Son cümlesiyle beraber sırıttım. ''Sizin neyinizi kıskanayım pardon? Ay, birde beni sevmiyormuş. Tüh ne kadar üzüldüm. Hakan Kılıç gibi zengin biri beni sevmediği için nasıl dayanırım bilmiyorum. Ben de seni hiç sevmiyorum.'' ''Bildiğim kadarıyla annen, Ezgi yerine seni evlendirmek istiyordu. Sende bunu kabul etmiştin. Benim zenginliğime ve yakışıklılığıma kapılan sendin. Ezgiyle benim için kavga bile etmiştin değil mi? Şimdi gelmişsin beni sevmediğini söylüyorsun.'' Hakan cevabı yapıştırmıştı. O kadar iyi bir cevap vermişti ki gözlerimi kırpıştırdım. Ama üvey annemin, benim yerime Yeşimi evlendirmek istediğini nereden biliyordu? ''Hatalar bir kere olur. İyi ki de Ezgi evet demiş ve benim hata yapmama izin vermemiş. Kendisi de hata yaptığını biliyor. Onun için benim ilişkimi kıskanıyor.'' Tam cevap verecektim ki Ecem benim konuşmama izin vermedi. ''Sen Ezgiye ve Hakana laf söyleyeceğine kendine baksana kızım! Kenan, Ezgiyi seviyor ve sen hala Kenan'ın seni sevdiğini düşünüyorsun. Asıl sen mutlu olamayacağını bildiğin için kıskanıyorsun. Sana aşık olmayan biriyle mutlu olacağını düşünmek zaten aptallık.'' ''Bozacının şahidi çıracı. Hakan olmasaydı sende Oğuzla tanışmamış olacaktın.'' ''Konuyu nereden nereye getiriyorsun. Bununla ne ilgisi var?'' ''Bıktım artık sizin çok bilmiş tavırlarınızdan. Kenan, beni seviyor. Mutluluğumu daha fazla kıskanmayın.'' Ecemle beraber aynı anda ofladık. Babam konuştu. ''Siz kardeşsiniz şu halinize bak! Düşmüşsünüz erkek derdine kavga ediyorsunuz!'' Cevap vermedim. Erkek derdine düşen ben değil, Yeşimdi. Çalışanlar sehpaları yerleştirdi ve Ceylan abla çay servisi yaptı. Adının Derya olduğunu öğrendiğim abla da tatlıları getirdi. Bu kadar tıka basa doymuşken nasıl tatlı yiyecektim bilmiyorum. Ama konu tatlıysa, yenirdi değil mi? Çayıma attığım şekeri karıştırırken Yiğit Kılıç sohbet başlattı. ''Düğünde sizleri erkenden görmek isteriz. Kınada da, Sevim Hanım ve Yeşimi erkenden bekleriz. Nasıl olsa Kına kadınlar arasında.'' Sevim abla cevap verdi. ''Erkenden gelip ne yapacağız acaba? Belki biz kınaya gelmeyiz.'' Esra Kılıç konuştu. ''Sevim Hanım o ne demek? Gelinin ailesi olarak gelmeniz gerekiyor.'' ''Ezgi'nin bizi gördüğü mü var? Sadece babası var dersiniz.'' Babam cevap verdi. ''Saçmalama Sevim. Ezgi'nin annesisin sen, gideceksin.'' ''Ezgi'nin annesi ben değilim. Melek. Ben olsam Ezgi böyle olmazdı.'' Tatlımdan bir çatal alırken geri bıraktım. ''Neyim varmış benim?'' ''Saygısız bir şımarığın tekisin.'' ''Ben 1,5 yaşındayken annem beni bırakıp gitti değil mi? Saygısızsam eğer bu sizin suçunuz. Çünkü ben senin yanında büyüdüm Sevim abla. Ne de olsa beni sen yetiştirdin.'' Yeşim araya girdi. ''Ezgi, hiçbir şeyi bilmeden ne kadar rahat konuşuyorsun. Annenle Baban evliyken baban, benim annemi seviyordu. Yani benim annemin yanında büyümen babanın tercihiydi.'' Babam sinirle Yeşime bakıyordu. Korktuğum başıma gelmişti. Babam, annemi aldatmıştı. Hemde ben daha küçücük bir bebekken aldatmıştı. Zamanında acaba öyle mi diye düşündüğüm bu düşünceler gerçekti. Nefesim daralmaya başlamıştı. Ayağa kalkıp bağırmaya başladım. ''Sen annemi aldattın öyle mi baba?'' Cevap vermiyordu. ''Ben daha küçücük bir bebekken sen başka kadını sevdin öyle mi?'' Kafasını önüne eğdi. ''Hani annem çok kötü bir kadındı. Hani o, bilerek bizi bırakıp gitmişti baba!'' Evdeki herkes pür dikkat bizi izliyordu. ''Kötü olan benim annem değil yani öyle mi?'' Cevap vermedi. Babam ağlıyordu. ''Cevap versene baba!'' Babam kalktı ve gitti. Sevim abla ve Yeşimde sırıtarak koltuktan kalktı ve babamın peşinden gittiler. Ecem ayağa kalktı ve bana sarıldı. Hakan kaşları çatık bir şekilde bizi izliyordu. ''İstersen gidelim mi?'' Kafamı salladım. Ecem müsaade istedi. Yiğit Kılıç ''Müsaade sizin. Olanlar için çok üzgünüz.'' dedi. Ceylan abla çantalarımızı getirdi ve kapıya yöneldik. Bizi Oğuz bırakacaktı. Kılıç ailesinin üyeleriyle vedalaştık ve evden çıktık. Tam arabanın yanına geldiğimizde Hakan'ın sesini duydum. Arkama döndüm ve soluk soluğa bize doğru koştuğunu gördüm. Yanımıza geldiğinde nefes nefeseydi. Ağlamayayım diye kendimi sıktığım için kısılan sesimle sordum. ''Ne oldu Hakan?'' ''Olanlara çok üzüldüm. Sen böyle şeyleri hak etmiyorsun Ezgi.'' Gözlerimden yaşlar akmaya başladı ve Hakana sarıldım. Sıkı sıkı sarılıp omzunda ağlamaya başlamıştım. Hakanda bana sarıldı ve başını omzuma koydu. ''Sen çok iyi bir kızsın. Senin üzülmeni hiç istemiyorum.'' Cevap vermiyordum. Tek duyulan ses hıçkırık sesimdi. Yavaşça ayrıldım ve gözlerimdeki yaşları sildim. ''Teşekkür ederim.'' Gülümsemeye çalıştı. ''Dördümüz sahile gidelim. Deniz havası iyi gelir.'' Ecem ve Oğuz onaylayınca arabaya bindik. Oğuz şoför koltuğuna, Ecem yolcu koltuğuna ve biz de Hakanla arka koltuğa bindik. Oğuz arabayı çalıştırırken Ecem konuştu. ''Yeşim yine yaptı şeytanlığını.'' Oğuz cevap verdi. ''Akşam yemeğinin böyle geçeceğini hiç düşünmemiştim.'' Cevap verdim. ''Benim yüzümden maruz kaldığınız durumlara bak. Akşam yemeği berbat oldu.'' Ecem cevap verdi. ''Ne saçmalıyorsun Ezgi. Sen onlara az bile yaptın cevap vermemeye çalıştın ama onlar... Ortada senin yüzünden olan bir şey yok.'' Hakan konuştu. ''Oysa ben babama demiştim çağırma onları diye. Biz bize olsak daha güzel olur demiştim.'' Camı sonuna kadar açtım ve esen rüzgarla derin bir nefes almaya çalıştım. ''Kendimi bir boşlukta gibi hissediyorum.'' Hakan elini omzuma koydu. Eline baktığımı anladığında konuştu. ''Umarım o boşluk hissinden en kısa sürede kurtulursun.'' Onaylarcasına kafamı salladım. Biraz duraksadım ve tekrardan konuştum. ''Bunu daha önce öğrenmem gerekiyordu. Meğersem nasıl bir ailenin içinde yaşıyormuşum.'' Ecem cevap verdi. ''Bende duyduğumda şoke oldum. Seninle oturup konuştuğumuzda ihtimal vermediğimiz oluyordu. Annen, çok kötüdür ve sizi bırakıp gidince baban senin iyiliğin için üvey anne getirmiştir sanıyorduk.'' Tek verdiğim tepki oflamak oldu. En yakın sahile geldik. Oğuz arabayı park etti ve arabadan indik. Arabayı sahilin en başına park ettiği için sahilin en başından sonuna kadar yürüyecektik. Yani en azından öyle planlamıştık. Kafamdaki düşünceleri savurmak için önümdeki güzel manzaraya baktım. Karanlıkta parıldayan ışıklar, denizden daha çok ilgimi çekiyordu. Deniz havasını derin bir nefesle içime çektim. Önümde el ele yürüyen Ecem ve Oğuz'un güzelliği de, bir hayli gözlerimi kamaştırıyordu. Birbirlerine baktıklarında ikisinin de gözlerinin içi gülüyordu ve bunu, her baktığımda fark ediyordum. Onlara bakarken istemsizce gülümsedim. Hakan yanımda sessiz sessiz yürürken gülümsediğimi görünce konuştu. ''Keyfin yerine geldi mi?'' ''Biraz.'' Derin bir nefes aldım. O onaylarcasına kafasını sallarken ben tekrardan konuştum. ''Çok somurtuk ve hiç eğlenmeyen birisi olarak gözüküyorum dışarıdan değil mi?'' ''Hiçte öyle görünmüyorsun. Öyle göründüğünü düşünen biri de yaşadıklarını bilmiyordur. Yaşadıkların gerçekten ağır şeyler. Sana söylenen sözler çok kırıcı.'' ''Tam o kırıcı sözlere alıştım diyorum, daha kırıcı şeyler çıkıyor.'' Konuşmak yerine sadece gülümsedi. Manzaraya bakarak sahil boyunca yürüdük. Oğuz ve Ecem de önümüzde flörtleşiyorlardı. Sahilin sonuna gelince döndüler ve hep beraber, tekrardan sahilin başına yürüdük. Dördümüz sohbet ederek arabanın olduğu yere ulaştık. Yine az önce oturduğumuz şekilde arabaya oturduk. Hakan'ın dediği gibi gerçekten sahil havası güzel gelmişti. Dönüş yolunda da Serdar Ortaç'ın şarkılarını açtılar ve keyfim yerine geldi. Ecemlerin evine geldiğimizde ben, Hakan ve Oğuzla vedalaşıp arabadan inerken Ecem konuştu. ''Bu akşam bize gelsenize.'' Şaşırmış bir şekilde baktım. Hakan konuştu. ''Ne yani, eve erkek mi atmak istiyorsun?'' Ecem hariç hepimiz kıkırdadık. Ecem cevap verdi. ''Annemler teyzeme gitti. Onun için çatı katındaki eve gelebilirsiniz diye düşünüyorum. Hem teyzemden gelseler bile sizi görmezler. Birazcık sohbet ederiz fena mı olur?'' Fikir aklıma yatmıştı. Oğuz'un canına minnet olduğu için mutlulukla cevap verdi. ''Olabilir aslında.'' Hakan, Oğuz'un omzuna vurdu. ''Saçmalama oğlum. Farzet ki Ecem'in annesi geldi ve bizi gördü. O zaman ne yapacağız?'' Ecem kıkırdadı. ''Korkmayın sizi görmez. Hem sizi görse sadece size mi kızar bir düşünün bakalım. Bana kızma ihtimalini bile bile gelmenizi istiyorum.'' Ben sadece onları dinlerken Hakan cevap verdi. ''Ezgi, sen ne diyorsun? Gelmemizi ister misin?'' Her şeyi bana yöneltmese şaşırırdım zaten. ''Siz bilirsiniz.'' Oğuz mutlulukla ellerini çırptı. ''Bunu evet olarak sayıyorum. Gelmeyin demediğine göre geliyoruz.'' Kıkırdadım. Ecem'in de mutlulukla gözleri parıldadı. Oğuz arabayı park etti ve hep beraber içeri girdik. Sessiz adımlarla çatı katına çıktık. Ecem de o sırada, nerede olduklarını öğrenmek için annesini aradı. Annesiyle telefonda konuşması bitince sırıtarak konuştu. ''Hala teyzemdelermiş.'' Sırıtmaya devam ederek anahtarla kapıyı açtı. Direkt kendimizi salona attık ve koltuklara serildik. Hakan konuştu. ''Ne kadar tatlı bir ev, aynı kutu gibi. Tüm odalar da aynı katın içinde. Çok değişik.'' Kıkırdadım. ''Senin bildiğin evlerden değil ya yadırgarsın şimdi sen.'' ''Ya biliyordum da hiç girmemiştim. Ayrıca gayet güzel neyini yadırgayayım?'' Ecem gülerek cevap verdi. ''Ezgi, çocuğun üstüne gitme kız.'' Gülerek omuz silktim. O sırada çay aşığı Ecem tekrardan konuştu. ''Çay içer miyiz?'' Hepimiz onayladık. Zaten onaylamasak bile, Ecem ne yapar ne eder o çayı yine içirirdi. Onun için onaylamamaya gerek yoktu. Ecem, çay suyu koymak için koşarak mutfağa gitti. Oğuz da çektirdiği fotoğrafı göstermek için yanımıza geldi. Telefonu bize uzattı. ''Nasıl fotoğraf? İnstagram'a atayım mı?'' ''Fotoğraf mı kaliteli yoksa sen olduğun için mi kaliteli duruyor anlayamadım enişte.'' Eliyle saçımı karıştırdı. ''Adamsın baldız.'' Biz kıkırdarken Hakan konuştu. ''Kesinlikle atmalısın. Çok iyi fotoğraf.'' Oğuz, eyvallah dercesine elini kalbine koydu. Telefona tekrardan baktım. ''Çeken de güzel çekmiş enişte.'' Hakan yanağımdan makas aldı. ''Benim çektiğim hangi fotoğrafın kötü çıktığını gördün?'' Gözlerimi kocaman açtım. Ona kahramanlık vermemeliydim. ''Ay sen mi çekmiştin? Yamuk tutmuşsun beğenmedim.'' Hakan gözlerini devirdi. ''Neresi yamuk Ezgi? Bir şey bulmak için uğraşma.'' ''Tamam darılma beğendim.'' Güldü. ''Sana niye darılayım be?'' Gözlerimi kısarak cevap verdim. ''Belli mi olur?'' O da benim gibi gözlerini kıstı ve fısıldayarak konuştu. ''Niye böyle gizemli konuşuyorsun?'' Onun gibi fısıldayarak cevap verdim. ''Bilmem ki sen niye fısıldayarak konuşuyorsun?'' Elini çenesine koydu. ''Bilmem ki.'' Şu anki halimize gülmeden edemedik. Oğuz neye gülüyorsunuz der gibi bakarken onun bakışına da güldük. Ecem elinde tepsiyle geldi. Tepsinin içindeki tabaklarda cipsler, çikolatalar, çerezler, bisküviler... Ne ararsanız vardı. Ecem, tepsiyi koyup tekrardan mutfağa gitti. Ben de peşinden gittim. Mutfağa geldiğimde Ecem, çay bardaklarını hazırlıyordu. Kolunu dürttüm. ''Oğuzla inanılmaz derecede yakışıyorsunuz. Senin mutlu olduğunu gördükçe daha çok mutlu oluyorum.'' Yanakları kızardı. ''Gerçekten onu çok seviyorum. Hiç böyle bir ilişkimin olacağını düşünmemiştim. Hem yakışıklı hem anlayışlı... Oğuz gerçekten çok iyi bir adam.'' Kaşlarımı çattım. ''Nasıl yani? Oğuz hiç iyi bir adam değil!'' Ecem ne olduğunu anlamazcasına yüzüme baktı. Onun bu surat ifadesine gülmeden edemedim. ''Şaka yapıyorum kızım ya. Birde ciddi ciddi bakıyorsun.'' O da benimle beraber güldü. Çay bardaklarını hazırlamıştı, ben de salona götürdüm. Ecem tepsiyi büyük sehpaya koyduğu için bende bardakları sehpaya koydum. Daha sonra Ecem çaydanlığı getirdi. Çaydanlığı getirdiği gibi koşarak gitti. Biz anlamsızca bakarken aynı şekilde koşarak geldi. Elinde şişe vardı ve şişeyi havaya kaldırıp ''Doğruluk mu cesaretlik mi oynayalııım.'' dedi. Oğuz ve ben onayladık ama Hakan onaylamadı. Ecem elindeki şişeyi indirip sordu. ''Neden oynamak istemiyorsun Hakan? Biz bize oynayacağız işte.'' ''Saçma sapan oyundan başka bir şey değil. Cesaretlik deyince gidip camdan atla derseniz şaşırmam.'' Ecem gözlerini devirirken ben, Hakan'ın koluna vurdum. ''Saçmalama ya ne alakası var. Hem bizden sakladığın bir şey mi var da oynamak istemiyorsun?'' ''Ne saklayacağım sizden pardon da?'' Ecem benim konuşmama izin vermedi. ''O zamannn oynuyoruzzz!'' Hakan da oflayarak onaylayınca çayları bardaklara doldurup yere oturduk. Yanımıza cipsimizi, çerezimizi ve tepside kalan diğer tabakları da aldık. Şişeyi Ecem yere koydu ve döndürdü. Ecem, Hakana soracaktı. "Evet Hakan, doğruluk mu cesaretlik mi?" "Doğruluk" Ecem biraz düşündü. Daha sonrasında sordu. "Bir günlüğüne kız olsaydın, yapacağın ilk şey ne olurdu?" "Aynanın karşısına geçip saçlarımı yapardım. Kız olsam kesin saçlarımı uzatırdım. Sonra da cıvıl cıvıl giyinirdim. " Hakan'ın cevabına hepimiz güldük. Oğuz konuştu. "Gerçekten kız olsan yapacağın ilk şey bu mu olurdu?" "Evet bu olurdu. Beğenemedin mi?'' Oğuz kıkırdadı. ''Beğendim canım. Beğenmemek ne mümkün.'' Hakan omuz silkti. Şişeyi ben çevirdim. Ben, Oğuza soracaktım. "Doğruluk mu cesaretlik mi?" "Cesaretlik" Sırıttım. "O zaman telefonunu 5 dakikalığına Eceme ver. Mesajlarına baksın." Oğuz korkusuzca telefonu Eceme verdi. Ecem sadece 2 dakika baktı çünkü Oğuz'un sakladığı hiçbir şey yoktu. Ecem mutlu bir şekilde Oğuz'un yanağından öptü ve telefonu geri verdi. Sıra Hakana geldi. Çevirdi ve soracağı kişi ben çıktım. "Doğruluk mu cesaretlik mi?" "Doğruluk" Kısık sesle mırıldandı. "Tabii sende cesaret ne arar." "Pardon?" "Bir şey demedim. Soruyorum. Söylediğin en büyük yalan ne?" Biraz düşündüm. "Söylediğim en büyük yalan; basıncılara ve geriye kalan herkese, sana çok aşık olduğumu söylemek." Onaylarcasına kafasını salladı ve "Soru zor gibi gelmişti ama farklı bir cevap verdin." dedi. Oğuz şişeyi çevirdiğinde, soracağı kişi Hakan çıktı. "Doğruluk mu cesaretlik mi?" "Cesaretlik" "En sevmediğin kişiyi, yanlışlıkla aramış gibi yap." Hakan hayır dercesine kafasını salladığında konuştum. "Sende cesaretlik ne arar değil mi Hakan?" Gözlerini kıstı ve hızla telefonu eline aldı. Birisini aradı ve telefonu hoparlöre aldı. Telefonu ortaya koyduğunda, aradığı kişinin Kenan olduğunu gördüm. "Alo, ne var Hakan?" "Yeşimi seviyormuş gibi davranıp Ezgiyi sevmek nasıl bir his?" "Seni ne hissettiğim ne ilgilendirir?" "Adam gibi sorduk. Adam gibi cevap ver." "Çok güzel bir his. Oldu mu? Ezgiyi elinden aldığımda, o his daha da güzelleşecek." Hakan koca bir kahkaha patlattı ve "Anca rüyanda alırsın." deyip telefonu kapattı. Kenan tekrardan aradı ama Hakan tabii ki de meşgule verdi. Birkaç tur daha oynadığımız sırada çevirme sırası bana geldi. Hakana soracaktım. "Doğruluk mu cesaretlik mi?" "Doğruluk" Ne sorsam ne sorsam diye düşünürken en sonunda aklıma bir soru geldi. "Hayatındaki en korktuğun an neydi?" Hakan duraksadı. Sanki gözünde bir şeyler canlanıyormuş gibiydi. Neredeyse yüzünün rengi atmıştı. Oğuz, Hakan'ın dizini tuttu. "Hakan, ne oldu?" Hakan sanki bir şeyden korkmuş ve o anı tekrardan yaşıyormuş gibi davranıyordu. "Bir şey yok." Ecem konuştu. "Emin misin enişte? Pek iyi gözükmüyorsun şu an." Hakan ayaklandı ve "Ben bir elimi yüzümü yıkayayım." deyip gitti. "Oğuz, bilmeden kötü bir şey mi sordum?" "Geçmişte yaşadığı bir olay vardı. Büyük bir ihtimalle aklına o geldi." Ecem merakla sordu. "Ne olayı?" "Ben söyleyemem tabii ki. Hakan ne zaman söylemek isterse söyler. Eğer söylemiyorsa zorlamayın sakın." Ecem ve ben aynı anda "Peki."dedik. Hakan elini yüzünü yıkadıktan sonra tekrardan yanımıza geldi. Koltuklardan birine oturdu. "Hakan, iyi misin? Ben o kadar korktuğun bir olay olduğunu tahmin edememiştim üzgünüm." "Üzgün olacak bir durum yok. Her zaman senin başına kötü bir şey gelecek değil nasıl olsa. Bu dünyada sadece sen yoksun." Bana imalı bir şekilde laf mı sokmuştu? "Ben, her zaman benim başıma bir şey geliyor demedim ki." "Demen mi gerekiyor? Her zaman en üzücü olayların senin başına geldiğini gayet belli ediyorsun zaten." "2 saat önce bana "Senin üzülmeni istemem. Sana söylenen sözler çok kırıcı." gibi sözler söyleyen sen değil miydin Hakan? Ne yaptım da laf sokuyorsun anlamadım." Ecem ve Oğuz ortamın ciddiyetine ayak uydurmuş, merakla bizi dinliyorlardı. "Şimdi de söylediğim teselli cümlelerinden mi bahsedeceksin? Evet en iyi sensin Ezgi, en çok kalbi kırılan sensin. Her şeyi Ezgi hak ediyor değil mi?" Bir anda neden böyle davranmaya başlamıştı? "Ne saçmalıyorsun Hakan? Ne yaşadığını bilmiyorum ve ben, senin o yaşadıkların gözünde canlansın diye sormadım o soruyu." Hakan tam konuşacaktı ki Ecem araya girdi. "Ne oluyor Hakan? Şu an Ezgi'nin üstüne gitmeni gerektiren bir sebep göremiyorum." Hakan, eline telefonunu aldı ve cevap vermedi. Sinirle tabaktaki çikolataları yemeye başladım. Ecem de o sırada biten çayları tazeledi. Oyun çok güzel bir şekilde bitmişti. Hakan hariç biz, sohbet etmeye başladık. Birbirimize en komik anılarımızı anlatıyorduk. Şu an anlatan Oğuzdu. "Benim doğum günü partim vardı. Partime gelen çocuklarla birlikte, bahçede saklambaç oynamaya başladık. Sonra ben saklandığım yerde uyuya kalmışım. O kadar iyi bir yere saklanmıştım ki kimse de beni bulamamıştı." Ecem ve ben gülerek dinliyorduk. Ecem merakla sordu. "Nereye saklanmıştın?" "Garajdaki arabanın altına girip yatmıştım. Neyse işte sonra beni kimse bulamayınca anneme haber vermişler. Durum böyle olunca doğum günü partisindeki tüm anneler beni aramaya başlamış. Tabi hiçbiri beni bulamayınca annem göz yaşları içinde kalmış. Tam polisi arayacaklarmış ki canım arkadaşım Hakan'ın aklına, arabanın altına bakmak gelmiş. Garaja bakıpta bulamayanlar, Hakan beni bulunca şok olmuşlar." Gözlerimi kocaman açıp Hakana baktım. Dudağının kenarı yukarı kıvrılmıştı. "Nasıl yani? Siz Hakanla çocukluk arkadaşı mısınız?" "Evet, 5. sınıfta tanışmıştık." Demek ki onun için birbirlerine bu kadar güveniyorlar diye düşündüm. Ben de Ecemle 11. sınıfta tanışmıştım. Hem aynı lisede hem de aynı üniversitede okuduk. Ecemle üniversitede farklı bölümlere gitmiştik ama gün içinde tabii ki de görüşüyorduk. Ne kadar farklı bölüm olsa bile üniversite aynı olunca güzel oluyordu. Eğlenceli bir şekilde sohbet etmeye devam ettik. Daha sonrasında saatin 02.00 olduğunu gördüm. Hep beraber bardakları ve tabakları topladık. Tekrardan salona geldiğimizde Oğuz konuştu. "Saat çok geç oldu. Biz gidelim." Ecem, Oğuzun kolunu tuttu. "Aşkım, bu gece burada kalın ne gitmesi?" Eceme bakıp "Ecem de çok hırslı." dedim. Ecem bana sinirli bir bakış attı ve tekrardan Oğuza döndü. Oğuz, Hakana baktı. Hakan bilmem dercesine ellerini kaldırdı. Ecem tekrardan konuştu. "Oğuz, önce Hakanı bırakacaksın sonra kendi evine gideceksin falan bu saatte çok uğraştırıcı değil mi? En iyisi burada kalın." Oğuz derin bir nefes verdi. "Kalalım bari." Ecem mutlulukla el çırptı. Hızlı bir şekilde odaya gitti ve yastık yorgan getirdi. Ecemle beraber, Hakan ve Oğuz için karşılıklı olan koltukları açtık. Çarşafı serip yastık ve yorganları da koyunca hazır hale geldi. Ecemle bizde yer yatağı aşığı olduğumuz için kendimize yer yatağı yaptık. Oğuz konuştu. "Bizim eşofmanımız yok. Pantolonla mı yatacağız?" Cevap verdim. "Yani isterseniz biz pijama verebiliriz ama..." Ecemle birbirimize bakıp güldük. Hakan "Aman kalsın." dedi. Hakan bir koltuğa, Oğuz bir koltuğa yattı. Biz de Ecemle pijamalarımızı giymek için başka odaya gittik. Pijamalarımızı giydikten sonra salona geçtik ve yer yatağına yattık. Oğuz, yanında boş kalan kısıma eliyle işaret etti. Ecem de onu çağırdığını anlayınca mutlulukla yanına gitti. Ecem, Oğuz'un yanına yattı ve göğsüne kafasını koydu. Yer yatağında yatarken ister istemez gözüm Hakana kaydı. O da bana bakıyormuş ki göz göze geldik. İkimiz de gözlerimizi kaçırdık. Hakan konuştu. "Benim, Oğuz gibi yanıma gel dememi beklemiyorsundur herhalde." Suratımı büzüştürdüm. "Hayatımda bekleyeceğim en son şey olsa bile beklemem merak etme." "Benim de sana öyle bir şey söyleyeceğimi hiç düşünme işte." Göz devirdim. Tam o sırada dış kapı açıldı. Hepimiz, kim geldi diye doğrulduk. Ecem'in annesi salonun kapısında şaşırmış bir şekilde dikiliyordu. Elinde 5 litrelik su şişesi vardı. Bugüne kadar hiç buraya gelmeyen kadın bugün gelmişti! "Ne oluyor burada?" Hepimiz korkuyla ayağa kalktık. Ecem cevap verdi. "Anne, Hakan ve Oğuzu tanıyorsun. Saat geç olduğu için burada kalsınlar dedim." "Hakan ve Oğuzu tanıyor olmam, burada kalmalarına müsaade edeceğim anlamına mı geliyor Ecem?" "Anne ama..." Cemile abla, Ecem'in lafını bitirmesine izin vermedi. Oğuzla Hakana döndü ve "Ezgi ve Hakan artık karı koca olduğu için bir şey demeyeceğim ama onlar bile yan yana yatmıyordu Ecem. Sen Oğuza sarılmış yatıyordun." Cemile abla Hakanla neden evlendiğimizi bilmiyordu. Severek evlendiğimizi sanıyordu. Ecem cevap vermedi. Oğuz ve Hakan, iyi geceler dileyip gitti. Tabi onlar paçayı kurtardı. Ben yer yatağına oturduğumda Cemile abla, Ecemi mutfağa çağırdı. Birkaç dakika sonra ayaklandım. Kavga etmelerine müsaade etmeyeyim diye yavaş adımlarla mutfağa yürüdüm. Mutfağın kapısına geldiğimde, Cemile ablanın sesi çok yüksek çıkıyordu. Tekrardan salona döneyim derken kendi ismimi duydum. "Ezgi zaten kaç gündür burada duruyor. Bu adamlar ne demek oluyor Ecem?" "Anne söylediğim gibi geç olmuştu ondan." "Yoksa Ezgi'nin fikri miydi? Nasıl olsa Hakanla artık karı koca oldular. Kalmasını o mu istedi?" "Hayır anne öyle bir şey yok. Ezgi hiç ağzını bile açmadı." "Yalan söyleme. O gelmeden önce sen hiç böyle şeyler yapmıyordun. Bunca senedir burada yaşıyoruz. Hiç çatı katına erkek getirmedin. Bence senin aklını Ezgi çeliyor. Nasıl olsa üzüm üzüme baka baka kararır." "Anne kızın hiçbir suçu yok diyorum. Ayrıca burada kalması neden seni bu kadar rahatsız etti?" "Beni rahatsız etmedi ama ben 1 veya 2 gün kalır sanmıştım. Yani ne de olsa herkesin evi köyü farklı." "Anne bir daha bu sözleri duymak istemiyorum. Ezgi çok iyi bir kız ve hiç kötü düşüncelerle işi olmaz. Zaten 4 gün sonra düğünü var ve Hakan'ın evinde yaşamaya başlayacak. 4 gün daha Ezgiye hiçbir şey söyleme." Gülümsedim. Acının tatlı tebessümünü yaşıyordum. Yine hiçbir şey demediğim halde ben suçlu olmuştum. Kimseye güvenmemek gerektiğini tekrardan öğrenmiştim. Gülümseyerek içeri girdim. "Cemile abla, seni rahatsız ettiğimi bilsem daha önceden giderdim." Ecem oflarken Cemile abla şaşırmış bir şekilde bana bakıyordu. "Hayır kızım öyle bir şey yok başımın üstünde yerin var. Ben sadece..." "Boşver Cemile abla. Yaptığınız her şey için teşekkür ederim. Yarın sabah giderim." Ecem kolumu tuttu. "Hayır Ezgi, öyle bir şey olmayacak. Düğüne kadar hiçbir yere gidemezsin." Olumsuz bir şekilde kafamı salladım ve salona gitmek içim mutfağın kapısından çıkarken "Tekrardan teşekkür ederim Cemile abla, herkes gibi güvenimi kırdığın için." dedim. Sürekli olumsuz şeyler oluyordu. Ama bu olumsuz şeyler nedense hep benim başıma geliyordu. Üzüldüğümü belli etmemeye çalışsam da illa ki belli oluyordu. Oysa ki dışımdaki belli olan şey, daha hiçbir şeydi. Çünkü üzüntüden içim içimi yiyordu. Sanki içimde bir ateş vardı, tutuşan. Her üzüldüğümde harmanlanan bir ateş... . |
0% |