Yeni Üyelik
23.
Bölüm

23. Bölüm

@1lpapatya

2 Kasım: Hakan'ın doğum günü

Bugün Hakan'ın doğum günü ve ben, nasıl bir hediye oluşturacağımı planladım. Büyük resmi ve diğer 10 küçük resmi dün çıkarttırdım. Büyük resim için de çerçeve aldım. Maalesef dün aldığım halde hazırlamaya vaktim olmadı çünkü Hakan evdeydi. Şu an Hakan evde olmadığı için rahat bir şekilde hediyeyi hazırlamaya başladım. Öncelikle, büyük fotoğrafı çerçeveye yerleştirdim. Düğünde çektirdiğimiz, çok güzel bir fotoğraftı. Diğer küçük fotoğraflarımız için de yapışkanlı kağıtlara notlar yazmaya başladım. Notlara, Hakan'ın söylediği komik cümleleri yazacaktım.

Öncelikle, elime söz gününde çekilen bir fotoğraf geldi. Fotoğrafta, yüzüklerimize bağlı olan kurdeleler kesiliyordu. Yapışkanlı kağıda ''Ne demek makas kesmiyor? Daha yeni aldık ya.'' yazdım ve fotoğrafın üstüne yapıştırdım. Elime gelen diğer fotoğrafta, Hakan tuzlu kahve içiyordu. Yapışkanlı kağıda ''Tuzlu kahve için de hesaplaşacağız.'' yazdım ve fotoğrafa yapıştırdım. Elime aldığım diğer fotoğrafı görünce kıkırdadım. Hakan, omzuma kolunu koymuş sırıtıyordu. Ben ise sinirli bir şekilde kameraya bakıyordum. Bu fotoğrafı, Oğuz öylesine çekmişti. Yapışkanlı kağıdı aldım ve üstüne ''Aslında sizde haklısınız. Benim gibi yakışıklı, manken, zengin bir çocukla kim evlenmek istemez ki?'' yazıp fotoğrafa yapıştırdım. Diğer aldığım fotoğrafı nişan günümüzde arabada çekmiştik. Daha doğrusu Ecem çekmişti. Fotoğrafta, Hakanla beraber çok güzel gülümsemiştik. Biraz düşündükten sonra kağıda yazmaya başladım. ''Güzellik merkezinde, tahmin ettiğimden çok daha güzel olmuşsun demiştim ya, o rol icabı değildi. Gerçekten çok güzel olmuşsun.''. İstemsiz olarak yanaklarımın ısındığını hissettim. Her kağıda, farklı renk kalemle yazıyordum. Toplam 4 fotoğraf olmuştu ve geriye 6 fotoğraf kalmıştı.

Gülerek aldığım bir diğer fotoğrafta kına günümüzden idi. Hakan, gelin tahtıma oturmuş yelpaze ile komik bir poz vermişti. Ben ise yanında sırıtıyordum. Elime pembe keçeli kalemi aldım ve kağıda ''Tabii kızım ne sandın. Benim her huyum övülecek türden.'' yazdım. Konserde çekindiğimiz fotoğrafı elime aldım ve uzun uzun baktım. Ne kadar da çok anı biriktirmişiz diye düşündüm. Fotoğrafta ikimizde sırıtıyorduk. Ortam karanlık olmasına rağmen çok güzel gözüküyorduk. En azından çok eğlendiğimiz belliydi ve güzel bir anı olarak kalmıştı. Kağıda ''Yani, sen mutlu ol diye yapıyorum aslında.'' yazdım. Fotoğraflara uyan en uygun cümleyi düşünüp yazmaya çalışıyordum. Fotoğrafı çektiğimiz anda Hakan'ın söylediği cümleler değildi. Hakan'ın, bugüne kadar söylediği cümlelerin arasından seçmeye çalışıyordum ve oluyordu. Muğla'da çektiğimiz bir fotoğrafı aldım ve biraz düşündükten sonra ''Alt tarafı saçını öptüm Ezgi. Ne var bunda?'' yazdım. Her bir fotoğrafı elime aldığımda, anılar gözümde canlanıyordu. Geriye 3 fotoğraf kalmıştı. Ecem'in habersiz çektiği fotoğrafı elime aldım. Hakanla birbirimize sinirli bakıyorduk. Kağıdın üstüne ''Seni hiç sevmiyorum Ezgi. Bir o kadar da senden nefret ediyorum.'' yazıp fotoğrafın üstüne yapıştırdım. Diğer fotoğrafı elime aldıktan sonra yine uzun uzun baktım. Pikniğe gittiğimiz gün Hakanla çekildiğimiz fotoğraftı. Aklıma geldiği gibi kağıdı hızla aldım ve ''Sadece arkadaş olsak mı güzel olurmuş?'' yazdım. Sonuncu fotoğrafı elime aldım ve aldığım gibi kıkırdadım. Hakanla ikimiz, ağzımızı bir karış açmış gülüyorduk. Uzunca düşündükten sonra, kağıdın üstüne benim söylediğim bir cümleyi yazdım. ''Ne bileyim, gözlerime o kadar dikkatli baktın ki gülesim geldi.''.

Not kağıtlarının çıkmayacağı bir şekilde, küçük fotoğrafları hediye paketine koydum. Çerçeveye koyduğum büyük fotoğrafa da not yazasım geldi. Bu sefer, ikimizin karşılıklı söylediklerini yazmaya karar verdim. Rengarenk bir şekilde ''Sana herkes yakışıklı olduğunu söylüyor. Ben deyince neden bu kadar şaşırdın?''

''Herkesin demesi önemli değil. İnsan bazen duymak istediği kişiden bekliyor.'' yazdım ve çerçevenin üstüne yapıştırıp büyük fotoğrafı da hediye paketine koydum. Böylece Hakan'a vereceğim hediyeler hazır haldeydi. Hediye paketlerini dolabıma koydum ve salona indim. Salonda parti hazırlıkları yapılıyordu. Aslında Hakan'ın işi çoktan bitmişti. Yiğit abi birkaç saatliğine oyalamak için kendi şirketine çağırmıştı. Tahminimce, saat 19.00 gibi evde olurlardı. Yani yaklaşık 2 saat kalmıştı ve odanın süslemesi bitmemişti. Tam o sırada kapı çaldı ve koşarak kapıya bakmaya gittim. Kapıyı açıp Ecem ve Oğuz'u karşıladım. Süslemeler için onlarda yardım etmek istediler.

Bu arada Oğuz'un ailesi Ecemi çok sevmiş. Oğuz'un ailesi, Ecemle tanıştıktan bir gün sonra bize geldiler ve Ecem'in de bize gelmesini istediler. Yani anlayacağınız, Ecemi o kadar çok sevmişler. Bende Oğuz'un ailesini sevdim çünkü sevilmeyecek gibi değillerdi. Çok kibar ve anlayışlı bir aileydi. Kılıçların gelinini görmeye geldikleri gün de beni sevmiş bulundular. Bence bende sevilmeyecek gibi değildim. :)

Her neyse tekrardan bugüne gelelim. Partiye kimlerin katılacağına dair en ufak bir fikrim yoktu ve gerçekten çok merak ediyordum. Melis, Gizem, Eray ve Volkan balonları şişirmeye başladı. Oğuz da ses sisteminin ayarlandığı bilgisayara, çalacak şarkıları hazırlamaya başladı. Kimse doğum günü esnasında reklam dinlemek istemezdi değil mi? Ecem ve ben ise pastanın koyulacağı masayı hazırlamaya başladık. Yapılan kanepeleri, tatlıları ve atıştırmalıkları masaya koyduk. Masanın arkasına da 2 ve 5 sayıları olan balonu koyduk. Balonlara bakıp hediye verdiğim anı hayal ederken Ecem beni dürttü.

''Hakan'ın gelmesine çok az kaldı ve sen hala hazırlanmamışsın.'' Üstüme baktım. Hala sweatshirt ve pantolonla duruyordum.

''Doğru. Hadi gidelim, ne giyeceğimi seçelim.'' Ecemle koşarak yukarı çıktık. Asansör vardı ama ben çok nadir kullanıyordum. Çatı katına çıkmayacağım sürece bence hiç gerek yoktu.

Odaya geldiğimizde hızla dolabı açtık ve elbiselere bakmaya başladık. Hiç giymediğim siyah, simli, kısa bir elbiseyi seçtik. Bu elbiseyi yakın zamanda almıştım ve çok özel bir günde giyerim diye bekletiyordum. Demek ki o gün bugünmüş diye düşünüp elbiseyi giydim.

Çok ağır olmayacak çokta hafif olmayacak bir makyaj yaptım. Ben makyajı yaparken Ecemde bir yandan saçlarımı düzleştiriyordu. Sürekli zil çalıyordu ve birileri geliyordu. Anlaşılan partinin başlamasına gerçekten çok az kalmıştı. Saçımı düzleştirme işi bittiğinde, saçımı yandan ayırdık. Saç ve makyaj işim tamamen bitmişti. Hızlı bir şekilde kolye ve bilekliklerimi taktım. Parfüm sıkıp, bantlı, simlere uygun gri topuklu ayakkabılarımı giydikten sonra hazır haldeydim. Ecem gururla gözlerime baktı.

''Ezgi, çok güzel oldun kızım ya. Sanki doğum günü olan Hakan değilde sensin.'' Yanağından makas aldım ve ''Teşekkür ederim. Sende çok güzelsin.'' dedim.

≿━━━━༺❀༻━━━━≾

Ecemle beraber salona indiğimizde gözlerimize inanamadık. Salon inanılmaz derecede kalabalıktı. Duvarlar sarı renkte led ışıklarla süslenmiş, yerlere bol bol balon koyulmuştu. Led ışıkların üstüne de küçük mandallarla, Hakan'ın fotoğraflarını takmışlardı ama şu an led ışıklar yanmıyordu. Salonun az önceki halinden eser yoktu. Çalışanlar, gelen misafirlere içecek servis ediyorlardı. Kimleri tanıdığıma dair etrafa göz gezdirdim. Kenan ve Yeşimi gördüğümde anlık olarak şoka uğradım. Ecem de aynı anda görmüş olacak ki kulağıma doğru yaklaşıp fısıldadı.

''Bunların ne işi var burada?'' Tam cevap verecektim ki tekrar şoka uğramam bir oldu. Yaren ve Asya da buradaydı.

''Asıl Yaren ve Asya'nın burada ne işi var?'' Ecem onları tam olarak tanımıyordu ama anlattığım kadarıyla tanımış sayılırdı. Biz, merdivenin son basamağında etrafa göz gezdirmekle meşgulken yanımıza Esra abla geldi. Ecem gülümseyerek yanımızdan ayrıldı.

''Ezgi, kızım çok güzel olmuşsun. Bende seni arıyordum. Misafirler geldi, gel hadi.'' Koluma girdi ve misafirlerin arasına karıştık. İlk olarak 4 erkek ve 6 kızın olduğu yere yaklaştık. Bu kişilerin yüzünü anımsıyor gibiydim. Düğünümde hepsi vardı ve sadece masada oturuyorlardı. Esra abla tanımadığımı anlayınca gülümseyerek açıkladı.

''Hakan'ın geçen seneki çekimlerinde edindiği arkadaş grubu. Zaten 8'i manken. Diğer ikisi de ünlü makyözlerden. Tanıyorsundur elbet.'' Gülümsedim ve ''Hoş geldiniz.'' dedim. Kızlar çok güzel, erkekler ise çok yakışıklıydı. Manken oldukları çok belliydi. İnanır mısınız bilmem ama 2 kızın da makyöz olduğu çok belliydi. Yaptıkları makyajlar çok etkileyici görünüyordu.

Biraz sohbet ettikten sonra o grubun yanından ayrıldık. Yarenle Asya'nın yanına yaklaştığımızı fark ettim. Esra ablanın kolunu sıkıca tuttum.

''Esra abla, Yaren ve Asya'nın yanına gitmek istemiyorum.''

''Neden istemiyorsun? Onlar misafir ve gelin olarak karşılaman iyi olurdu.''

''Yaren ve Asyayı sevmiyorum. Doğum gününe geleceklerini de hiç tahmin etmemiştim.''

''Yareni bende sevmiyorum ama Asyayı çağırınca o da gelmiş oldu. Yiğit'in şirketinin önünde olanları da biliyorsundur zaten.''

''Biliyorum. Siz onları karşıladıysanız, benim karşılamama gerek yok.'' Anlayışla kafasını salladı ve Yeşimle Kenan'ın yanına gittik.

''Hoş geldiniz.'' İkisi de aynı anda ''Hoş bulduk.'' dedi.

''Nasılsınız?''

''İyiyiz Ezgi, sen nasılsın?''

''Bende iyiyim, teşekkür ederim.'' Yeşim bir anda boynuma sarıldı.

''Sürekli didişiyor olsak bile, seni çok özledim abla. Ev sensiz çok boş geliyor.'' Sarılmasına karşılık bende sarıldım. Yapmış oldukları affedilir gibi değildi ama bugünde onu kırmak istemedim. Cevap vermedim ve Yeşim yavaşça geri çekildi.

''İyi eğlenceler.'' deyip yanlarından ayrıldım. Esra ablada yanımdaydı ve 5 kişilik bir erkek grubunun yanına geldik. Bu kişilerin de yüzlerini anımsıyordum. Düğünümüzde bir dakika durmamış, düğün bitene kadar oynamışlardı. Esra abla tanıttı.

''Yiğit'in arkadaşlarının oğulları yani Hakan'ın arkadaşları.'' Memnun olduğumu belli edercesine ''Hoş geldiniz.'' dedim. Kısa bir sohbet ettikten sonra oradan da ayrıldık. 3 kişinin bir arada olduğu yere yaklaştık. 2'si erkek 1'i kız olan bu kişiler de Hakan'ın lise arkadaşlarıymış. Kızları kınada gördüğümü hatırlıyordum ve tekrardan tanışmış oldum. Oğuz'un anne ve babasını da karşılayıp sohbet ettim. Zaten büyük yaşta olarak sadece Hakan'ın annesi ve Oğuz'un annesi ile babası vardı. Büyük bir ihtimalle onlar beraber takılacaktı.

Gelen misafirleri karşılama işi bittiğinde bizimkilerin yanına gittim. Bizimkiler derken Melis, Volkan, Eray, Gizem, Ecem ve Oğuzdan bahsediyorum. Zaten hepsi bir arada duruyorlardı. Yanlarına gittiğimde Gizem'in ıslığına, Melis'in ''Oooo bu ne güzellik?'' söylemlerine, Ecem'in ''Kim hazırladı?'' havalarına maruz kaldım. Allah'a şükür güzel söylemlerdi de, maruz kaldığım şey beni mutlu ediyordu. Tam soluklandım derken Melis'in bağırmasıyla olduğum yerde sıçradım.

''Babam mesaj atmış. Gelmişler, kapının önündelermiş!'' Volkan koşarak led ışıkların olduğu tarafa gitti. Herkes heyecanla yerini ayarladı ve bir anda ışıklar söndü. Zil çaldı ama kapı zaten hafif açıktı. Ben bile istemsiz bir şekilde heyecanlanmıştım. Kapının açık olduğunu anlayıp salona doğru geliyorlardı. Hakan'ın sesi de yaklaştıklarını belli ediyordu.

''Evde kimse yok mu acaba? Işıklar niye kapalı.'' Yiğit ağabeyin verdiği cevap ''Bilmiyorum.'' oldu. Salona geldiklerini anladığımızda Volkan, led ışıkları yaktı. Duvarlarda parıldayan güzel ışıklarla beraber herkes alkışlamaya başladı. Hep bir ağızdan doğum günü şarkısı söylemeye başladık.

''İyi ki doğdun Hakan. İyi ki doğdun Hakan.'' Hakan'ın şaşırmış yüzüyle karşılaştık. Hafifçe sırıttığında bende sırıttım. Hakan'ın gözleri ilk olarak benimle buluştu. Kafamı yere eğdim ve kıkırdadım. Karşımda sırıtan adama başka ne tepki verebilirdim ki? Tam o sırada Gizem kolumu tuttu ve beni mutfağa çekiştirdi. Mutfağa girmemle beraber elime doğum günü pastasını tutuşturdular. Eray, pastanın üstündeki mumları yakarken Gizem de telefonun kamerasını açıp video çekmeye başladı. Mumlardan dolayı saçım yanmasın diye saçımı arkaya attım. Pastayı benim götüreceğimi hiç tahmin etmemiştim. Eray pastanın üstündeki tüm mumları yaktığında, Gizem'in çektiği videoya pastayla poz verdim. Sonra gülümseyerek salona doğru yürümeye başladım.

Salona geldiğimde, Hakan'ın önüne doğru ilerledim. Sadece led lambalar yanarken salon daha güzel görünüyordu. Led lambalar, duvarlara inmiş yıldızlar gibi parıldıyordu.

Pastayı Hakan'a doğru tuttuğumda gülümsedi. Mumların ışığında gözlerimiz buluşmuştu. Aramızdaki mum ışığından dolayı, gözlerinin içi çok güzel parıldırıyordu. Herkes ''Dilek tut, dilek tut.'' diye bağırdığında, Hakan gözlerini kapattı. Dileğini tuttuktan sonra üfledi ve mumlar söndü. Herkes alkışlarken led lambalar söndü ve salonun ışıkları açıldı. Ben pastayı masaya koyarken Hakan, yanıma geldi. Diğerleri masanın önüne yaklaşırken Hakan kulağıma fısıldadı.

''Pastayı beraber keselim mi?'' Duyduklarımla Hakan'a bakmam bir oldu. Küçük bir çocuk gibi gülümsüyordu. Anlaşılan, bu doğum günü sürprizi onu çok mutlu etmişti. Gülümseyen bu çocuğun mutluluğunu bozmak istemedim.

''Keselim.'' dedim. Oğuz bıçak getirdi ve Hakanla ikimiz masanın arkasına geçtik. Telefonların kameralarına güzelce poz verdikten sonra Hakan bıçağı aldı. Bende Hakan'ın elini tuttum ve pastayı beraber kestik. Hakan'ın parmağına krem şanti bulaştı ve kıkırdadım. Hakan güldüğümü görünce parmağındaki krem şantiyi burnuma sürdü.

''Hakan, küseceğim he. Sakın makyajımı bozma.'' Hakan'ın güldüğü sırada, ben peçeteyle burnumu temizlemekle meşguldüm. Eray bağırdı ve bilgisayara sıralanan ilk şarkıyı açtı.

''İşte parti şimdi başlıyor!'' Çok hareketli bir parçayla başladığı için hepimiz gülmeye başladık. Doğum gününde olan herkes, Hakan'a aldıkları hediyeleri vermeye başladı. Ben hediyemi şimdi vermeyecektim. Hediye vermek için ayrı bir planım vardı. Yaren, Hakan'ın yanına gelip hediye verdi. Sarıldığı sırada Hakan'ın boynunu öptü. Görmemiş değildim. Hakan, ne olduğunu idrak etmeye çalışırken Yaren'in kolunu çekiştirdim.

''Ne yapıyorsun sen be?''

''Ne yapmışım? Eski sevgilimi öpüyorum.'' Davetliler anlamasın diye kulağına yanaştım. Zaten müzik sesinden duymazlardı ama kızdığımı fark etmeseler iyi olurdu.

''Ne?! Birde pişkin pişkin söylüyor musun? Buradan çabuk uzaklaş. Bir daha Hakan'a yaklaştığını görmeyeyim.'' Yaren homurdanarak gitti. Hakan ise sırıtıyordu.

''Ne sırıtıyorsun? Yaren'in seni öpmesi çok hoşuna gitti galiba.'' Hakan tam bana cevap verecekken diğerleri de hediye vermeye geldi. Hakan hepsine teşekkür edip hediyeleri masanın yanına koyuyordu. Yiğit abi de hediye kutusunu Hakan'a uzattığı sırada Hakan kaşlarını çattı.

''Demek bugün şirkette, bunun için beni çok yordun baba. Alacağın olsun.'' Sıkı sıkı sarıldılar. Hediye vermeyen sadece ben kalmıştım. Ecem, Oğuzla ortak hediye vermişti. Çalışanlar, pasta ve ikramlık servisi yapmaya başladılar. Bazıları dans ederken bazıları da koltuklarda oturuyordu. Bizimkiler ise dans etmeye kendilerini kaptırmış, baya eğleniyorlardı. Hakan, onlara baktığımı fark edince elimi tuttu ve yanlarına gittik. Bizde dans etmelerine eşlik edip eğlenmeye başladık.

Herkes eğlencenin dibine vurmuştu. İkramlık tabaklarda verilenleri yedikten sonra eğlenmeye devam ettik. Yeşim ve Kenan'a baktığımda, onların da çok güzel eğlendiğini gördüm. Kenan, Yeşim'e gerçekten aşık gibi bakıyordu. Zaten öyle olması, beni daha çok mutlu ederdi.

≿━━━━༺❀༻━━━━≾

Saatler iyice ilerledi ve davetliler hala çok eğleniyordu. Planımı uygulama vaktim gelmişti. Hakan'ın yanından yavaşça uzaklaşmaya çalışırken Hakan seslendi.

''Ezgi, bir şey mi oldu? Nereye?''

''Hayır bir şey olmadı. Keyfinize bakın.'' Onaylarcasına kafasını salladı ve tekrardan Oğuz'a döndü. Ben ise merdivenlere yöneldim.

İlk olarak odamdaki dolaptan hediyeleri aldım ve çatıya çıktım. Topuklu ayakkabılarla bu kadar merdiven çıkmanın yorgunluğunu hissettikten sonra puf koltuklardan birine oturdum. Nefesim düzelttim ve birkaç dakika geçmesini bekledim. Telefonu açıp rehbere girdim ve Hakan'ı aradım. Birkaç çalıştan sonra açtı.

''Efendim Ezgi?'' Endişeli bir ses tonuyla cevap verdim.

''Hakan, acil çatıya gel.''

''Niye geleyim şimdi çatıya?'' Yüzümü buruşturdum. Korkulu ve endişeli rolüne kendimi kaptırdım.

''Çok kötü bir şey oldu lütfen gel. Ama yalnız gel, sadece sana söyleyebilirim. Yardım et.''

''Tamam, geliyorum.'' dedi ve telefonu kapattı. Saçımı başımı düzelttikten sonra dizlerimi kendime doğru çektim. Hediyeyi kucağıma koydum. Başımı dizlerime koydum ve kollarımı, hediyenin gözükmemesi için dizlerime kapadım.

Tahmin ettiğim gibi Hakan asansörle gelmişti. Sanki yürüse bir yerine bir şey olurdu. Asansör kapısının açılma sesi geldiğinde ağlama numarası yaptım. Yüzüm gözükmediği için ağladığımı sanacaktı. Koşarak yanıma geldi.

''Ezgi, ne oldu?'' Son derece çıkardığım ağlama sesiyle beraber, Hakan daha çok endişelenmişti. Yanıma çöktü ve tekrardan sordu.

''Ezgi, neyin var?'' Sırıtarak kafamı kaldırdım ve hediyeleri ona uzattım.

''Doğum günün kutlu olsun.'' Oflayarak elini alnına götürdü.

''Kızım sen iyi misin ya? Bir şey oldu sandım, nasıl korktum.'' Küçük bir çocuk gibi dudaklarımı büzüştürdüm.

''Sürprizimi beğenmedin mi?'' Parmaklarıyla dudağımın kenarlarını çekiştirdi.

''Beğendim. Yeter ki gülümse.'' Sırıttım ve tekrardan hediyeleri Hakana doğru uzattım. Gülümseyerek aldı.

''Teşekkür ederim.'' Hediyeyi tutarak ayağa kalktığında açmayacağını anladım.

''Olmaz. Diğer hediyeleri sonra açacak olabilirsin ama benim hediyemi şimdi açacaksın.''

''Diğer hediyelerle beraber açsam olmaz mı?''

''Sana yıldızların önünde hediye veriyorum daha ne yapayım?'' Çatının camına baktı. Bazı yıldızların parladığını görünce gülümsedi. Yavaşça hediyeyi açmaya başladı. Üstteki pakette küçük fotoğraflar olduğu için ne olduğunu anlamadı ve fotoğrafları görünce şaşırdı. Fotoğraflara bakıp tek tek notları okumaya başladı. Notları okurken kıkırdıyordu. Birbirimize sinirli baktığımız fotoğrafı bana gösterdi ve ''Artık senden nefret etmiyorum Ezgi Kılıç.'' dedi. Ben heyecanla onu izlerken o, sırıtarak notları okumaya devam ediyordu. Omzuma kolunu koyup sırıttığı fotoğrafı gösterdi ve sesli bir şekilde notu okudu.

''Aslında sizde haklısınız. Benim gibi, yakışıklı, manken, zengin bir çocukla kim evlenmek istemez ki?'' kıkırdadı.

''Hala lafımın arkasındayım.'' Güldüm.

Fotoğrafı eline aldığı gibi çok güldü ve hangi fotoğraf olduğuna baktığımda bende güldüm. Kınada ki yelpazeli fotoğrafıydı.

''Çok iyiymişim burada ya.''

''Notu okusana.''

''Tabii kızım ne sandın. Benim her huyum övülecek türden.'' okuduğu gibi daha çok güldü.

''Notta da çok iyi olduğunu iddia ediyormuşsun bak.'' Kafasını salladı ve gülmesini durdurunca diğer fotoğrafa baktı. Fotoğrafı bana da gösterdi.

''Gerçekten rol icabı değildi. Nişanda harbi çok güzeldin.''

''Ben hep güzelim. Benim de her huyum övülecek türden.'' dedim ve iddialı bir bakış attım. Diğer fotoğraflara baktı ve gülümsemeye devam etti. Eline son fotoğrafı aldığında, notu sesli bir şekilde okudu.

''Sadece arkadaş olsak mı güzel olurdu?'' Duraksadı. Ne tepki vereceğini merak edercesine yüzünü incelemeye başladım. Derin bir nefes aldı ve tekrardan konuştu.

''Arkadaş olsak güzel olurmuş ama daha ilerisi olsaymış, daha güzel olurmuş.'' Yine... Yine yanaklarımın ısındığı ve kalp ritmimin hızlandığı bir an. Nefesimi tutup sadece Hakanla göz göze kaldığım o an... Konuyu değiştirmek için yine çırpındığım o an...

''Ş-şey, diğer hediye paketine de bak.'' Küçük fotoğrafları hediye paketine koydu ve diğer hediye paketini açtı. Büyük çerçeveli fotoğrafı kaldırdı ve notu okudu. Notu okumasıyla gülümsemesi bir oldu. Derin bir nefes aldım ve konuşmaya başladım.

''Yeri geldi çok kavga ettik, yeri geldi çok eğlendik. Bunu sana söyleyeceğimi hiç düşünmezdim ama iyi ki hayatıma girdin Hakan Kılıç. Tekrardan doğum günün kutlu olsun. İyi ki varsın.'' Hediye paketlerini puf koltuğa koydu. Teşekkür bile etmeyeceğini sandığım sırada, bana sarıldı. Bana sarılmasıyla gözlerim fal taşı gibi açıldı ama tabii ki sarılmasına karşılık verdim.

''Tüm alınan hediyeler, sadece marka ve pahalı şeylerden oluşuyor. Bu hediyen beni çok mutlu etti, teşekkür ederim.'' Gülümsedim. Bana sıkı sıkı sarılıyordu. Birbirimize normal bir şekilde sarılıyorduk. Sevgi göstergemizi ifade eder gibi sarılıyorduk. Sıcacıktı. Nedense sarıldığımız andan beri kendimi huzurlu hissediyordum.

Hakan, yavaşça geri çekildi ve gözlerime baktı. Sadece birbirimizin gözlerine bakarken Hakan yüzümü avuçlarının arasına aldı. Dudaklarıma doğru yaklaştı. Kalp ritmim yine bozulmuştu ve nefes alışverişim hızlanmıştı. Beni öpeceğini anladığım için gözlerimi kapatmıştım. Geri çekilmek yerine, kendimi hazırlamıştım. Kıpırdayamıyor ve öylece bekliyordum. Tam nefesini hissettiğim sırada, asansörün kapısının açılıp Melis'in sesinin duyulması Hakan'ı durdurdu. İkimizin de korkuyla Melise dönmesi bir oldu.

''Ne yapıyorsunuz burada? Ben de sizi arıyorum. Daha doğrusu davetliler sizi soruyor.'' Ben nefesimi düzeltmeye çalışırken Hakan cevap verdi.

''Buradayız işte. Sen git, bizde geliyoruz şimdi.'' Melis omuzlarını silktikten sonra tekrardan asansöre gitti. Durduğum yerde kalakalmıştım. Öylece bakıyordum. Hakan tam konuşacağı sırada konuşmasına izin vermedim.

''Sen hediye paketlerini topla, ben aşağı iniyorum.''

''Ama Ezgi-'' onu dinlemeden koşarak merdivenlere yöneldim. Hızlıca aşağı inmeye çalıştım.

Aşağıya indiğim gibi gözlerim Ecemi aradı. Evde, az önceki kalabalık yoktu. Çoğu davetli gitmişti. Ben hala Ecemi bulmak için gözlerimi etrafta gezdirirken yanıma gelen bu kişinin sesi, yeniden kalbimin ritminin değişmesine neden oldu.

"Ezgi, neden çatıda beni dinlemedin?" Yüzüne bakmadan cevap verdim.

"Şuan işim var. Sonra konuşuruz."

"Ne işin-" derken yine dinlemeden Esra ablanın yanına gittim. Oğuzun ailesiyle birlikte oturuyordu.

"Esra abla, Ecem nerede?"

"Ecem ve Oğuz, biraz hava alabilmek için dışarı çıktı."

"Tamam. Teşekkür ederim." dedikten sonra hızla dış kapıya yöneldim. Bahçeye çıktığım gibi bankta oturan Ecem ve Oğuzu gördüm. Ecem, Oğuz'un omzuna kafasını koymuş, yıldızlara bakıyordu. Büyük bir ihtimalle romantik anlar yaşıyordu. Hiç istemezdim ama maalesef ki bu ortamı bozmak zorundaydım. Şu an destek alabileceğim tek kişi Ecem'di.

Koşarak yanlarına gittim. Soluk soluğa kalmıştım.

"Ecem, sana ihtiyacım var." Koşarak yanına geldiğim için telaşa kapıldı. Ayağa kalktı ve kollarımdan tuttu.

"Neyin var canım? İyi görünmüyorsun."

"Anlatacaklarım var." Ecem, Oğuza baktı. Gözleriyle anlaştılar ve Oğuz ayaklandı.

"Siz konuşun, ben gideyim." Oğuz gittiği gibi banka oturdum. Ecem de yanıma oturduktan sonra etrafıma baktım. Görünürde kimse yoktu. Zaten biri olsa da bahçenin ortasında olduğumuz için görünürdü. Kimse olmadığı için anlatmaya başladım.

"Ben Hakana doğum günü hediyesini verdim. Çatıda ona sürpriz yaptım."

"Eee?" Ecem'in merakla izleyen gözlerine baktım.

"Hediyeleri görünce çok mutlu oldu ve bana sarıldı."

"Ne güzel işte." Ofladım.

"Zaten sarılmasına bir şey diyen yok. Sorun şu ki Hakan az kalsın beni öpecekti!"

"Ne?"

"Evet, hem de dudağımdan."

"Sen ne yaptın peki?"

"Hiçbir şey yapamadım. Öylece kalakaldım. Melis geldi de öpüşme gerçekleşmedi."

"Tüh ya, keşke Melisi yollamamış olsaydım." Kaşlarımı çatarak Eceme baktım. Ecem kızdığımı anlayınca boğazını temizlercesine öksürdü ve sonra konuştu

"Neden bir şey yapmadın?"

"Ne bileyim. Birden bire kalp atışlarım hızlandı, nefesim tutuluyor gibi hissettim."

"Ezgi s-sen"

"Ne oldu?"

"Kızım yoksa sen... Yoksa sen Hakana aşık mı oluyorsun? " Heyecanla sesini yükselttiği için elimle ağzını kapattım.

"Saçmalama Ecem! Yok öyle bir şey." Ağzını elimden kurtardı.

"Madem yok, ne diye öyle şeyler hissettin?"

"Hakandan böyle bir hamle beklemediğim için şaşırmış olabilir miyim sence?"

"Yani olabilir ama.."

"Aması ne?"

"Yok bir şey. Sen Hakanın hareketlerini gözlemle. Bak bakalım ne oluyor, ne bitiyor." O sahneler tekrardan gözümde canlanınca gözlerimi kırpıştırdım.

"Yüzümü avuçlarının arasına aldı. Az kalsın beni öpecekti ya. Gözümün önünden gitmiyor."

"Aslında aşık olan sen değilsin. Sanırım Hakan sana aşık. Kızım bu adam yakmış sana abayı." Korkuyla gözlerimi açtım.

"Y-yok öyle bir şey. Deme öyle şeyler." Ecem tam cevap verirken arkadan gelen ses ikimizin de korkmasına sebep oldu.

"Sanki Hakan mı dediniz? Benim dedikodumu mu yapıyorsunuz yoksa?" Ayağa kalkıp Hakana döndük. Bize doğru geliyordu. Ecem gülerek cevap verdi.

"Senin hakkında ne konuşabiliriz ki? Doğum günü partisi çok güzel oldu diyorduk." Utanarak kafasını kaşıdı.

"Gerçekten öyle oldu. Hepinize emekleriniz için teşekkür ederim. Beni en mutlu eden şeylerden biri de Ezgi'nin hediyesi oldu." Yine kaskatı kesildim. Hakan bana bir şey söylediği gibi donup kalıyordum. Sanırım bana aşık olmasından korkuyordum. Ecem kolumu dürtükleyince sadece "Rica ederim." diyebildim. Hakan gülümseyerek konuştu.

"Burada oturduğunuzu bilseydim daha önceden gelirdim. Bende Ezgiyi arıyordum."

"Ne istiyorsun benden?" Ani verdiğim tepkiyle Ecem ve Hakan'ın yüz ifadesi değişti. Neden böyle bir tepki verdiğimi anlamaya çalışıyorlardı.

"Bir şey istemiyorum sadece..." Cümlesini tamamlamasına izin vermeden konuştum.

"Ben en iyisi içeri gireyim çünkü çok üşüdüm." Hızla eve gittim. Şu an uyguladığım taktik kaçmaktı. Konuşmasına bile izin vermemeliydim. Benimle konuşmamalıydı.

Tam eve girerken kapıdan çıkan davetlileri gördüm. Hepsine veda edip eve girdim ve hızla odama gittim. Makyajımı çıkarmak, saçımı bozup üstümü değiştirmek yaklaşık birkaç dakikamı aldı. O kadar stresliydim ki her şeyi turbo hızında yapıyordum. Hızlıca yorganı açtım ve yatağa yattım. Yorganı yüzüme kadar çektikten sonra gözümde canlanan o sahneleri atmaya çalıştım. Neden böyle bir şey yapmıştı? Hediye verdim diye sarılması yetmez miydi? Ne diye beni öpmek istemişti? Yoksa gerçekten aşık mıydı? Peki ben neden geri çekilmemiştim? Neden beni öpmesi için beklemiştim?

Yatakta bir sağa bir sola dönüyordum ama uyuyamıyordum. Gözüme uyku girmiyordu. Tam o sırada odanın kapısı tıklandı.

"Ezgi, girebilir miyim?" Melis gelmişti.

"Gel Melis." Yorganı kafama kadar çekili görünce şaşırdığını tahmin edebiliyordum.

"Ezgi, iyi misin?" Yorganı yüzümden indirdim.

"Birazcık rahatsız hissediyorum."

"Neyin var? Hemen doktor çağıralım mı?"

"Hayır, telaş yapmana gerek yok. Arada olur ya, rahatsız hissedersin. Öyleyim işte."

"Anladım. Eğer ki bir şey olursa mutlaka haber ver."

"Tamam. Sen ne için geldin, bir şey mi oldu?"

"Abim hediyeleri açacaktı da, Ezgi de olsun öyle açayım diyor. Sen de izlemek istersin diye düşündük."

"Çok isterdim ama pek halim yok. Uyumak istiyorum."

"Peki o zaman. Abim de hediyeleri yarın açsın artık. Ben ona haber vereyim de senin yanına gelsin."

"Yok yok gerek yok. Siz açın hediyeleri."

"Sen olmadan açmak iyi bir fikir değil. Kendine dikkat et. Ben salona iniyorum."

"Peki siz bilirsiniz. İyi geceler."

"İyi geceler." dedi ve ışığı kapatıp gitti. Ben ise tekrardan yorganı kafama kadar çektim ve uyumaya çalıştım. Uzun bir süre boyunca tek yaptığım şey gözlerimi sıkı sıkı kapatmaktı ama olmuyordu. Uyuyamıyordum.

Kapı tıklandıktan sonra açıldı ve ışık yandı.

"Ezgi rahatsızmışsın. Ne oldu?" Hakan gelmişti. Yüzümden yorganı yavaşça çekti. Gözlerimi sıkı sıkı kapatıp uyuma numarası yapmaya karar verdim.

"Uyuyor musun?" Yüzüme doğru yaklaşmıştı. Yüzümü inceliyor gibi hissediyordum.

"Ama sanki gözlerini sıkıyor gibisin." Doğru tahmin etmişim işte. Yüzümü inceliyordu.

"Melis ile az önce konuşmuşsun. Ne çabuk uyudun?"

"Ezgi, uyumadığının farkındayım."

"Neden cevap vermiyorsun? Zaten akşamdan beri sende garip bir haller var."

"Bak eğer çatıda olanlar için..." derken korkuyla gözlerimi açtım ve konuşmasına izin vermedim.

"Çatıda bir şey olmadı. Ne oldu ki? Çok uykum var lütfen başımda konuşma."

"Bir şey olmadı mı? Melis gelmeseydi öp-" Yine ani hareketlerle kendimi kurtarmaya çalıştığım bir hamle yaptım. Daha doğrusu yapmaya çalıştım.

"Unutalım." Alnıma elini koydu.

"Ezgi sen iyi misin? Ateşin de yok ama bir tuhafsın. Beni dinlemiyorsun bile." Ne kadar kaçmaya çalışsam da bir işe yaramıyordu. En iyisi düzgün bir şekilde konuşmaya çalışmaktı.

"Beni neden öpmek istedin?"

"Bilmiyorum. Hiç böyle bir şey yapmayı düşünmemiştim. Anlık gelişti."

"Senin için böyle şeyler aşırı kolay değil mi? Anlık gelişti diyorsun birde." Senin için sorun değil ama ben az kalsın kalpten gidiyordum Hakan Kılıç

"Bana kızıyorsun. Peki sen neden geri çekilmedin?" Tekrardan yüzüme kadar yorganı çektim.

"İyi geceler." Kıkırdadığını duydum.

"Şu an konuşmuyor olabiliriz ama eninde sonunda konuşacağız. İyi geceler." Işığı kapatıp odadan gitmesiyle, derin bir nefes verdim. Tekrardan gözlerimi kapattım ve uyumak için kendimi zorladım.

≿━━━━༺❀༻━━━━≾

Sabah erkenden kalkıp Kılıç ailesiyle beraber kahvaltı yaptık. Kılıç ailesi klasiği her sabah erken kalkmaktı ama iyi bir şeydi. Gün içinde daha çok zinde hissediyordum. Bir günün o kadar kısa olmadığını anlıyordum. Kahvaltımızı yaptıktan sonra Melis ve Volkan okula gitti. Yiğit abi de şirkete gitti. Esra ablada bugün özel bir dernek toplantısına katılacakmış. Onun için evden erken çıktı. Hakan'ın çekim görüşmesi yarına ertelendiği için bugün evde kalacaktı. Yani anlayacağınız, evde ikimiz kalacaktık.

Koltuğa oturdum ve telefonuma bakmaya başladım. Ecem gece mesaj atmıştı. Dün akşamdan sonra nasıl olduğumu soruyordu. Ona cevap verdiğim sırada Hakan seslendi.

''Ezgi.''

''Efendim?'' Yanıma oturdu.

''Bugün bir yere gidelim mi?'' Telefonu bıraktım ve dizime koydum.

''Ne için?''

''Beraber vakit geçiririz, güzel olur diye düşündüm.''

''Nereye gidecekmişiz peki?''

''Gezelim işte.'' Çok hevesli gözükmeyeyim diye tepkisiz bir ifadeyle bakmaya başladım.

''Bilmem. Olabilir aslında.''

''Böyle yapınca istemediğini düşüneceğimi sanma. İstiyorsun işte inat etme.''

''Bakıyorum da, ne kadar emin oluyorsun.''

''Karımı tanımayacak değilim Ezgi Kılıç.''

''Şu an bizi dinleyen veya yabancı olan kimse yok Hakan. Yani, evli rolüne kendini kaptırmana gerek yok.''

''Rol yaptığımı kim söyledi?'' Gözlerimi devirdim.

''Bir gün dediğin, bir gün dediğini tutmuyor Hakan. Ne istiyorsun benden?'' Sırıttı.

''Beraber gezmeyi.'' Gözlerimin içine bakıp sırıtıyordu. Gülmemek için kendimi zor tutsam da başarılı olamıyordum.

''İyi peki, gidelim.'' Heyecanla ayağa kalktı.

''Tamam o zaman. Hazırlan da bir an önce çıkalım. Ben hazırım.''

''Daha saat çok erken değil mi?''

''Sadece bir yere gitmeyeceğiz.'' Kesin bir cevap vermediği için sorsam da işe yaramayacaktı. Onaylarcasına kafamı salladım. Sabahın köründe bu enerjisi nereden geliyordu bilmiyordum ama ona yakışıyordu. Hakan'ın enerjisi özenilecek kadardı.

Hakan hazır olduğu için tek yapması gereken şey beni beklemekti. Bende hazırlandıktan sonra montumu ve çantamı alıp aşağı indim. Hava iyice serinlediği için montsuz çıkmamaya kararlıydım. Beyaz gömlek, kazayağı süveter ve güzel bir siyah pantolon giymiştim. Kombinim gayet tatlıydı. Tam bu havalara uygundu.

Arabaya bindiğimde, nereye gideceğimize dair en ufak bir fikrim yoktu. Emniyet kemerimi taktım ve arkama yaslanmakla yetindim. Hakan arabayı sürmeye başladığında, radyodan şarkı açmayı da ihmal etmedi. Sevdiği bir şarkı olmalı ki sesini daha çok açtı. Kendi kendine şarkıyı mırıldanmaya başladı. Daha sonrasında mırıldanmayı kesip söylemeye başladı. Onu izlerken gülmemek elde değildi. Kendini şarkıya çok fena bir şekilde kaptırmıştı. Gözlerimin içine baktı ve şarkıyı söylemeye devam etti.

All the brightest places (Tüm parlak yerler)

They turn dark when you're gone (Sen gittiğinde karanlıklaşıyorlar.)

You got that hometown smile (Ev gibi hissettiren bir gülüşün var.)

You got that look in your eyes (Gözlerinde bu bakış var.)

That says "Oh, every-thing will one day be alright" (Oh, her şey bir gün iyi olacak diyorlar.)

You got that hometown smile (Ev gibi hissettiren bir gülüşün var.)

You got that look in your eyes (Gözlerinde bu bakış var.)

And I'll do anything just to keep you by my side (Ve sadece seni yanımda tutmak için her şeyi yapacağım.)

Şarkının her bir sözünü anlıyordum ve bana bakarak söylediği için yanaklarımın ısındığını hissetmiştim. Niye böyle oluyordu? Neden en ufak bir şeyde yanaklarım ısınıyordu?

≿━━━━༺❀༻━━━━≾

Geldiğimiz ilk durak hayvanat bahçesi olmuştu. Hayvanat bahçesine geleceğimizi hiç tahmin etmemiştim. Hakan, girişteki personele iki kişilik giriş ücretini verdi. Ücreti ödediğimize dair iki bilet verildikten sonra içeri girdik. Bahçeli bir yolda yürüdükten sonra hayvanlar görüş açımıza girmişti. İlk tellerin ardında olan hayvanlar küçük ayılar idi. Yanlarında büyük ayı da vardı. Büyük bir ihtimalle anne ayıdır diye düşündüm. Gördüğüm gibi dudaklarımı büzerek tellere yanaştım. Çok küçük ve şirinlerdi.

''Hakan şunlara bak. Çok tatlı değiller mi?'' Cevap vermek yerine kafasını sallamakla yetindi. Ben ayılara el sallamakla meşgulken konuştu.

''Fotoğrafını çekeyim ister misin?''

''Olur. Çek.'' Beğeni işareti yaparak kameraya poz verdim. Daha sonra bende Hakanı çektim. Küçük ayıcıklar fotoğrafta çok tatlı görünüyorlardı. Diğer hayvanları da görebilmek için ayılara veda etmek zorunda kaldım ve el sallayarak oradan ayrıldım. Tavus kuşları, ördeklere de baktıktan sonra papağanın yanına geldik.

Hakana ''Konuşuyor mu acaba?'' diye sorduğum sırada papağan cevap verdi.

''Merhaba, merhaba.'' Neşeyle Hakana gösterdim.

''Aaa konuşuyor!''

''Konuşuyorum. Naber, naber? Ben iyiyim.''

''İyiyim teşekkür ederim.''

Hakan ve güzel papağanla beraber selfie çekindik. Önümüzde uzun bir yol olduğu için papağana veda edip ilerledik. Maymunları gördüğümde gülerek Hakanı dürttüm.

''Hakan bak, sana benziyor. İkizine selam ver.'' Gözlerini devirdi.

''Çok komik.''

''Hadi ama. Bence komikti.'' Sinirli yüz ifadesiyle bana bakarken ben daha çok güldüm.

Aslanlar, kaplumbağalar, zebralar, zürafalar, küçük atlar ve daha bir sürü hayvan... Hepsine teker teker baktıktan sonra hayvanat bahçesini gezme saatimiz bitmişti. Hayvanat bahçesinden çıkıp arabaya bindiğimizde derin bir nefes verdim ve konuştum.

''Hepsi ne kadar da güzeldi. Bazıları ürkütücü, bazıları şirin gözüküyor. Tıpkı insanlar gibi, hepsi farklı karakterlere sahip.''

''Aynen öyle. Şimdiki durağımız için hazır mısın?''

''Nereye gidiyoruz? Ona göre hazırlayayım kendimi.''

''Gidince görürsün.'' Yine cevap vermemişti. Daha ne kadar farklı bir yere götürebilir diye düşündüm ama şaşırtmadı. Epeyce trafik çekip epeyce uzun bir yol geldik. Geldiğimiz durak lunapark olmuştu. Lunaparka yıllardır gelmediğim için gülümsedim. Çalışan oyuncak aletleri ve gözümde canlanan çocukluğum...

''Camdan bakmak yerine in hadi. Dışarıda yeterince bakarsın.'' Gülerek arabadan indim. Hava serin olduğu için lunaparkta pek insan yoktu. İlk olarak yanına gittiğim oyuncak aleti atlı karınca oldu. Küçüklüğümü ve eğlenceli anılarımı hatırlatan en güzel oyuncak buydu. Ben sadece bakmakla yetineceğimi sanarken Hakan atlı karıncaların birine bindi. Önündeki boş atlı karıncayı işaret edip

''Sende bin hadi.'' dedi. Bende daha çok vakit kaybetmeden atlı karıncaya bindim. Saçma sapan güldüğümüz bir an yaşamaya başladık. Birbirimize bakıp sadece gülüyorduk.

Atlı karıncadan indikten sonra Hakan elimi tuttu ve dönme dolabın yanına geldik. Her fırsatta elimi tutmaya alışmasın diye elimi çektim. Dönme dolaba binmek için kimse beklemiyordu. Hakan, dönme dolabı çalıştıran adamın yanına gidip bir şey söyledikten sonra dönme dolaba bindik.

''Ne söyledin adama?''

''Tüm bindiğim aletlerin ücretini çıkışta vereceğimi söyledim.'' Kafamı salladım. Dönme dolap hareket etmeye başladığında heyecanla etrafa bakınmaya başladım. Ne zaman binsem içim kıpırtıyla doluyordu. Sanki gözümün önünde küçük Ezgi canlanıyordu. Dönme dolabın en üstüne çıktığımızda dönme dolap durdu. Gülerek etrafa baktım.

''Ne oluyor?'' Aşağıya baktığımda, dönme dolabı çalıştıran adamın el salladığını gördüm. Tabii ya! Hakan istemişti değil mi?

''Hakan! Sen istedin değil mi?'' Kendinden emin bir ifade takındı.

''Biraz yüksekte olmak iyi gelir diye düşündüm. Hep zirvedeyim, sende gör istedim.''

''Ne zirvesi ya? ''

''5 dakika sonra indirirler merak etme.'' Kaşlarımı çatmak yerine gülümsemeyi denedim. Aşağıya baktığımda içim tuhaf oluyordu. Aşağıya bakmak yerine sadece yan taraflara bakmayı tercih ettim. Sonra da Hakanla beraber selfie çekildik. Uzun bir süre sonra da dönme dolap tekrardan çalıştı.

Dönme dolaptan sonra gondolun olduğu yere geldik. Hakan sırıtarak bana döndü.

''Hadi binelim.'' Geri çekildim.

''Sen binmek istiyorsan bin. Ben binmeyeceğim.''

''Ne demek binmeyeceğim? Biz buraya boşuna mı geldik?''

''Gondola binmek için mi geldik? Midem bulanır benim. Binemem.''

''Bence hiçbir şeycik olmaz. Bak, anılarımıza anı katmış olacağız. Hadi gel.'' Bir gondola, bir Hakana bakıyordum. En sonunda üzüntülü bir ifadeyle gondola binmeye karar verdim. Sırf eğlenceli olacağını düşündüğüm için bindim. Gondol çalıştığında ilk olarak yavaş yavaş hareket etmişti. Keşke böyle kalsa diye düşünmeme kalmadan hızlandı. Daha da hızlandı ve daha da... Neredeyse gökyüzüne çıkacak gibiydik. Ben çığlık atarken Hakan'ın verdiği tek tepki ''Çok iyi ya!'' oluyordu. Gondol bir türlü durmuyordu. Sanki yavaşlamak yerine hızlanıyordu. Birkaç dakika sonra, korku yerini eğlenceye bıraktı. Çığlık çığlığa bağırmak yerine gülmeye başladım. Soğuk olan hava, yüzüme çok güzel çarpıyordu. Gondol biraz yavaşladıktan sonra biteceğini anladım. Hakan hala çılgınca gülüyordu. Böyle şeylerin onu çok eğlendirdiği barizdi. Bu çocuğun enerjisi hiç bitmeyecek miydi?

Gondoldan indikten sonra bozulan saçlarımı düzeltmeye çalıştım. Hakan ise kolumdan tuttu ve beni çekiştirmeye başladı. Hız treninin önüne geldiğimizde, binmeyeceğime dair kendimi ikna etmeye başladım.

"Hadi, devam ediyoruz."

"Hakan, gondol dedin bindim. Yetmez mi ya?"

"Sende eğlendin kabul et. Hem bunda daha çok eğleneceğiz hadi binelim."

"Ama.."

"Ama ne? Korkuyor musun yoksa?" Hayır Ezgi, sakın düşündüğün şeyi yapma. Hakan seni gaza getirmeye çalışıyor lütfen yapma.

"Ne korkması? Binelim de gör bakalım kim korkuyor." Yaptım işte. Yine dilimi tutamadım. Hakan yine zafere ulaşmıştı ve sırıtıyordu.

Hız treninin vagonuna binip kemerleri taktıktan sonra, sıkı sıkı demirlere tutunmaya başladım. Çok gergin hissediyordum.

"Korkmuyorsun değil mi?" Omuz silktim.

"Ne korkması canım. Çocuk oyuncağı bunlar."

"Öyle olsun bakalım." Hız treni yavaşça hareket etmeye başladığında derin derin nefes alıp vermeye çalıştım. Korku değilde stres yaptım diyebilirdik bence. Değil mi?

Hız treni en yüksek raya ulaştığında durdu. Hayır birde en öne bindiğimiz için ayaklarımı boşlukta hissediyordum. Bir daha kendimi tembihleyeceğim en büyük şey, Hakana uymamak olacaktı. Hız treni, hızlı bir şekilde aşağı doğru inmeye başladığında çığlık atarak Hakan'ın koluna yapıştım. Hakan da bağırıyordu.

"Hakan seni dinleyenin ben var ya!" Hakan'ın gülme sesini duydum. Hız treni inanılmaz bir şeydi. Kendimi uçuyormuş gibi hissediyordum. Eğlenceli olduğu kadar da korkunçtu. İlk ve son binişim olacağı kesindi.

Hız treninin süresi bitti ve sonunda aşağıya indik. Hala Hakan'ın kolunu sıktığımı fark ettim. Elimi çektiğimde. Hakan acıyla kolunu tuttu.

"Ne oldu?"

"Tüm tırnaklarını koluma geçirmişsin." Koluna baktığımda, tırnak izlerini gördüm.

"Bir şey olmaz. Büyüyünce geçer." Güldü. Kemerlerimiz açıldı ve trenden indik. Başka bir şeye binmek istemiyordum.

"Şimdi neye binelim istersin? Bak sana fikrini soruyorum."

"Hiçbir şeye binmek istemiyorum. Lütfen anlayışla karşıla. Tamam çok eğlendik ama bana bu kadarı yetti."

"Tamam sen bilirsin. Ben kamikazeye de binmek istiyorum. Sende beni izlersin artık." Anlayışla karşıladığı için gülümsedim. Zaten zorla bindirecek hali yoktu. Kamikazenin olduğu alana gittik ve Hakan bindi. Ben ise onu izlemeye koyuldum. Kamikaze havada dönerken benim başım dönüyordu. Hakan'ın yukarıdan gelen çığlık seslerini duyabiliyordum.

Lunaparktan çıkıp arabaya bindiğimizde, anca saate bakma fırsatı bulmuştum. Saat 17.30 olmuştu. Bu kadar saat ne hızlı geçmiş anlayamamıştım. Şu an nereye gideceğimizi bilmiyordum. Sormak yerine sadece beklemeye koyuldum. Beklediğime değdiğini düşündüğüm bir yere geldik. Güzel bir restoranın önünde durmuştuk. En son, sabah erkenden kahvaltı yaptığımız için karnımın acıktığını inkar edemeyecektim.

Karnımı doyurduktan sonra keyfim daha çok yerine geldi. Restorandan çıktığımızda havanın kararmış olduğunu gördük. Arabaya bindik ve eve gideceğimizi sandım. Ama Hakan başka bir yola girdi. Etrafa bakındığım için Hakan açıklamada bulundu.

"Gitmemiz gereken son bir yer daha var."

"Nereye?"

"Az öncekileri söylesem de bir şey olmazdı ama bunu söyleyemem. Hatta biraz sonra senden bir ricada bulunacağım." Tek kaşımı kaldırıp baktım.

"Bakma öyle. Biraz sonra öğreneceksin." Onaylamaktan başka çarem yoktu. Biraz vakit geçsin diye telefonumu elime aldım. Bir süre sonra, ben telefona bakmakla meşgulken Hakan seslendi.

"Ezgi."

"Efendim?" Koltuğun yanından uzun bir kumaş parçası çıkardı.

"Gözünü kapatmamız lazım."

"Ne? Niye kapatıyormuşuz şimdi?"

"Sana bir sürprizim var. İlle söyleteceksin." Gözlerimi devirdim. Gözlerimi kapatmak falan istemiyordum ama sırf sürpriz dediği için kapatacaktım. Hakan, uzun kumaşla gözümü kapatıp arkadan bağladı.

"Görüyor musun?"

"Görmüyorum."

"Bu kaç?"

"Hakan körebe mi oynayacağız görmüyorum dedim işte. Kaç dakikalık yolumuz kaldı?"

"Çok değil. Birkaç dakikaya oradayız." Cevap vermedim ve beklemeye koyuldum. Dediği gibi oldu. Birkaç dakika sonrasında arabayı park etmişti.

"Geldik. Sen bekle, ben kapıyı açacağım." Zaten hiçbir yeri göremediğim için beklemekten başka şansım yoktu. Kendisi indikten sonra benim kapımı açtı. Elimi tuttu ve inmeme yardım etti. Elimi bıraktı ve arabanın kapısını kapattı. Birkaç dakika sonra hiçbir ses duyamadım. Yoksa yanımdan çekip gitmişmiydi?

"Hakan!"

"Buradayım. Hadi gidelim." kolumdan tuttu ve yürümeye başladık. Hakana güven olmaz bir yere çarparım diye, diğer elimi de önüme doğru tutuyordum. Baya bir yol yürüdükten sonra durduk. Hakan kolumu bırakıp gitmişti. Gittiğini ayak seslerinden duyabiliyordum.

"Hakan."

"Hakan orada mısın?" Cevap yoktu.

"Şaka yapıyorsan hiç komik değil haberin olsun."

"Karanlığı sevmediğimi biliyorsun!" Sabrım taşıyordu.

"Açıyorum gözümü!" Hala cevap vermediğine göre gerçekten ortalarda yoktu. Hızla gözümdeki kumaşı çıkardım. Çıkardığımda gözlerimi ovuşturdum ve etrafa baktım. Ormana gelmiştik ama her yer çok karanlıktı. Bir anda her yer aydınlık oldu. Ağaçların dallarından aşağı yıldızlı led lambalar sarkıtılmıştı. Yerlere de yıldız şeklinde led lambalar koyulmuştu. Işıklar o kadar güzel görünüyordu ki... Tarif edemeyeceğim kadar güzeldi. Tek sorun, Hakan ortalarda yoktu. Yıldızlı ledlerin arasında gezinmeye başladım. Bir anda gelen şarkı sesi kulaklarımı doldurdu.

Yanmam gönlüm yansa da ecel beni alsa da

Gözlerim kapansa da yıldızların altında.

Arkama dönüp baktım ve Hakan geliyordu. Şarkıya eşlik ederek bana doğru yaklaşıyordu. Yanıma geldiğinde gülüşüme bakmakla yetindi. Ben ise ışıkların büyüsüne kapılmıştım. Sanki gökyüzünden yıldızlar inmiş gibiydi. Neredeyse tüm dişlerimi göstererek gülümsüyordum. Aslında çok basit bir şey gibi görünebilirdi. Ama benim için öyle değildi. İnanın ki karanlığı sevmeyen birinin en huzurlu hissettiği an, o karanlığın aydınlığa dönüşmesiydi. Tıpkı hayatımıza giren bazı insanlar gibi. Kararan dünyamızı aydınlatıyorlar gibi hissederdik.

"Sen, bunları... Bunları nasıl-" Cümlemi tamamlamama izin vermedi.

"Nasıl yaptığımı düşünme. Mutlu oldun mu sadece onu söyle." Ağaçların yanında gezinmeye başladım.

"Tabii ki mutlu oldum. Çok teşekkür ederim." Beni mutlu etmek için uğraşıyordu. Birkaç hafta önceki Hakan ile şu anki Hakan arasında dağlarca fark vardı. Sürekli tartıştığımız günlerden ne zaman... Ne zaman bu günlere gelmiştik?

Hakana doğru yaklaştım ve sormak istediğim soruyu sordum.

"Hakan, beni neden mutlu etmek istiyorsun?"

"Çünkü sana gülümsemek çok yakışıyor."

"Sana da çok yakışıyor. O zaman benimde sana sürekli sürpriz mi yapmam lazım?"

"Ben hep gülüyorum zaten. Sadece içten olduğu zamanlar hissetmen yeterli." Hiç düşünmeyeceğim bir hamle yaptım. Hakan'ın yanağına bir öpücük kondurdum. İçimden onu öpmek gelmişti. Hakanı kendime ilk defa bu kadar yakın hissetmiştim. Onu öptüğüm anda şaşırdı ve elini yanağına götürdü. Şaşkın şaşkın bakıp sırıtmaya başladı. Sanırım ilk defa Hakanı utanmış bir şekilde görüyordum. Çok şirin ve komik gözüküyordu. Sırıttım ve işaret parmağımla ağzını işaret ettim.

"İşte şimdi gülüşünün içten olduğunu hissettim."

Loading...
0%