Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm

@_ozgennur_

 

❛Kaybetme Korkusu❜

 

 

2 GÜN SONRA

 

İlahi Bakış Açısı

 

Saat sabah sekizi gösterirken bir saat önce Hazar’ın eline Ayşin’in ona göndermiş olduğu mesajlar ve boşanma evrakları ulaşmıştı. Hiçbir güç onu durdurmaya yetmemiş, kendini çiftliğe gelirken bulmuştu.

 

Ayşin’i kaybetme korkusu sarmıştı her bir yanını...

 

Şimdi ise çiftliğe gelmiş kendine hakim olamadan sertçe kapıyı tekmelemişti. Kapı annesi tarafından açılınca Nazan Hanımın yüzü şaşkınlıkla kalakalmıştı. “Hazar... Oğlum, ne işin var senin burada? Ameliyat sonrası nasıl gelirsin oğlum?” Hazar annesinin söyledikleri dinlemeden hemen yanından geçerek içeri girdi.

 

“Ayşin!” Sesi tüm evi ayağa kaldırırken herkes yavaş yavaş aşağı inmeye başlamıştı. “Hazar, oğlum neden geldin buraya? Senin hastanede olman gerekiyor!” Kağzım Bey oğluna laf geçirmeye çalışırken Hazar’ın gözü kimseyi görmüyordu.

 

“Anne, Ayşin nerede?” Hazar’ın sorusu tüm ev halkını şaşırmıştı. Kimse hiçbir şey bilmediği için, “Odada uyuyordur.” dedi Nazan Hanım. Oğlunun yukarı gideceğini tahmin edince kendini daha fazla yormaması için, “Sen geç otur. Çağırırım şimdi ben.” Hazar isteksizce kabul etmek zorunda kalmıştı. Çünkü ameliyat dikişleri ona zorluk çıkarmaya başlamıştı.

 

“Elif, Ayşin’i çağır.” Nazan Hanımın emri ile evin yardımcısı koşarak Ayşin’in odasına doğru gitti. Dakikalar geçerken Hazar sabırsızlıkla karısının gelmesini bekliyordu.

 

“Baba!” Aslan’ın sesi tüm evi inletirken Hazar oğlunun sesini duymanın mutluluğu ile yüzüne kocaman bir gülümseme koydu ve kollarına atılan oğluna sıkıca sarıldı. “Baba, gelmişsin!” Hazar Aslan’ın saçlarını okşarken Elif geri gelmişti.

 

“Ayşin Hanım, odasında değil.”

 

“Evet baba. Annem nerede? Dün gece beraber uyuduk ama uyandığımda yoktu.” Hazar bildiği, ama bilmekten korktuğu şeyi düşündü. İhtimal vermedi, çünkü Ayşin Aslan’ı terk etmezdi.

 

 

2 GÜN ÖNCE

 

Telefonu farkında olmadan o kadar sıkıyordum ki parmak boğumlarım beyazlaşmıştı. İçimi sarmış olan kötü hissi dışarı atmak ister gibi derin bir nefes aldım ama işe yaramadı.

İçim; bir fırtına sonrası karşı karşıya kalınmış bir manzaraydı.

 

Darmadağın, paramparça, toparlanması imkânsız...

 

Bugün doğum günümdü. Bugün benim doğduğum gündü. Ama yapayalnızdım, bir başıma. Belki de doğum günümde kocam tarafından aldatıldım... Beni o kadar yok sayıyordu ki, kendimi kullanılmış sonra ise bir hiç gibi kenara atılmış hissediyordum.

 

“Anne...” Aslan küçük başını hafif aralık kapıdan uzattı ve gözleriyle yüzümü taradı. Yüzüme içten bir gülümseme koyarak oğluma baktım. Aynı benim gibi gülümsedi ve kapıyı iterek tam açılmasını sağladı. “Bugün bir şey öğrendim...” Merakla söyleyeceği şeyi bekledim. Ama konuşmadan önce arkasına saklamış olan iki elini öne çıkardı.

 

Ellerinde sümbül çiçeği vardı.

 

“Doğum günün kutlu olsun, anne.” Elindeki birkaç sümbül çiçeğini kucağıma bıraktı. “Bugün şunu öğrendim. İnsanlar doğduğu gün ölüme daha fazla yaklaşıyormuş... Bir insanın doğduğu gün ölme ihtimali daha fazla anne...” Aslan’ın gözlerinden akan yaşlarla korkuyla yerimden kalktım ve hemen onu kollarımın arasına aldım.

 

“Şşş, ağlama anneciğim. Nereden çıktı bu şimdi? Kim söyledi bunu sana?” Aslan hıçkırdı ve bana daha sıkı sarıldı.

 

“Televizyonda gördüm.” dedi kısık bir sesle. “Anne, ben yine aynı rüyayı gördüm. Sen yine ölüyordun, biz yalnız kalıyorduk.” Elleri boynuma o kadar sıkı sarıldı ki nefessiz kaldım. “Anne lütfen beni ve babamı hiç bırakma.”

 

“Yok... Olur mu öyle şey anneciğim? Sen korktun ondan görüyorsun bu rüyayı tekrar. Ben her zaman senin yanındayım, hiçbir zaman bırakmam seni.” Hafifçe geriye çekildim.

 

“Unutma, ben sana bir söz verdim. Anneler asla çocuklarını yalnız bırakmazlar. Ve ben de seni asla bırakmam, benden bıkmaya hazırlan.” Aslan söylediklerime kahkaha atarken içime oturmuş olan o tuhaf duygu bir süre için geriye çekildi.

 

Bir anne çocuğu ile sınanmamalı...

 

Aslan bana sıkıca sarılmaya devam ederken

odamın kapısı tıklandı ve içeri Elif girdi. “Ayşin Hanım,” Elindeki sümbül buketini bana doğru uzattı. “Bunlar size gelmiş.” Dudaklarımı hafifçe ıslattım ve başımı salladım. Buketi aldım.

 

“Anne bunlar çok fazla! Benim ki çok az ama...” Aslan’ın üzgün sesini duyunca gülümsedim ve dudaklarımı yanaklarına bastırdım.

 

“Hiçbir hediye senin hediyenin yerini tutamaz.” Aslan bundan memnun olmuş olacak ki gülümsedi. Benim gözlerim beş yıldır aşina olduğum bukete kaydı. Artık alışmıştım.

Her zaman ki gibi; 6 Haziran’da saat üç buçukta bu buket ellerime ulaşmıştı.

Notu hafifçe çektim ve ne yazdığına baktım.

 

Hayat Işığım

 

Her zaman olduğu gibi yine aynı gün, aynı saat. Sen benden habersiz olsan bile yüzündeki en ufak değişimi bile biliyorum ben.

Mutlu yıllar diliyorum, Hayat Işığım...

          

                                                              D.

 

Bir isim veya benzer bir şey yoktu. Sadece D harfi vardı. O ne anlama geliyordu bilmiyorum.

 

 

Ayşin Soykır

 

Tam tamına iki gün geçmişti. İki gündür göndermiş olduğum boşanma evrakları geri elime ulaşmamıştı. Yazmış olduğum mesajlara da bakmamıştı. Hazar birden bire sessizleşmişti.

 

Derin bir nefes aldım. Er ya da geç bitecekti bu zulüm. Saat sabahın beşiydi. Bir gram uyku uyuyamamıştım. Aslan kollarımın arasında derin bir uykudayken ben yerimde diken üzerinde gibiydim. Hazar’ın vereceği tepki nedensizce korkutuyordu beni... Aslan’ı almazdı değil mi?

 

Yatağın kenarında duran telefonumun ekranı yandı ve söndü. Bu saate kim mesaj atmıştı? Telefonu elimin arasına aldım ve gelen mesaja baktım.

 

0552:

 

Bu saate neden uyanıksın?

 

Kayıtlı bir numara değildi. Profiline baktım isminde D harfi vardı. Bana bütün o çiçekleri ve notları gönderen miydi?

 

AYŞİN:

 

Kimsin sen? Ne istiyorsun benden?

Neden beş yıldır durmadan çiçek ve notlar gönderiyorsun?

 

Mesajım görüldü oldu. Birkaç saniye boyunca sadece mesajı okuduğunu gördüm ardından yazmaya başladı ve mesajı gönderdi.

 

0552:

 

Korkmanı gerektirecek biri değilim. Sana zarar verecek biri hiç değilim.

 

Sadece benim için çok önemli birisin. Seni bırakmaya niyetim yok.

 

AYŞİN:

 

Dalga mı geçiyorsun sen benimle? Psikopat biri gibi her yıl doğum günümde, aynı saate bana çiçek gönderiyorsun ve kim olduğunu bilmiyorum.

 

Ben evliyim. Beni rahat bırak her kimsen buna bir son ver.

 

0552: 

 

Evli olduğunu biliyorum. Ama benim amacım sarkıntılık yapmak ya da başka bir şey değil.

 

Seninle konuşmak istiyorum. Göndereceğim konuma gel.

 

Ona gelmeyeceğimi yazacağım an bir mesaj daha düştü ekrana.

 

0552: 

 

Benim kim olduğumu öğrenmek için gelecek kadar deli olduğunu biliyorum.

 

Sadece gel. Artık bu yükleri tek başıma taşıyamam.

 

D.

 

Ardından konumunu atmış ve başka bir şey yazmamıştı. Derin bir nefes aldım. Bu her kimse, beni çok iyi tanıyordu. Oraya gidecek kadar kör bir cesaretim vardı.

 

Gözlerim Aslan’a kaydı. Onu bırakıp gitmek istemiyordum ama bu D kimdi onu çok merak ediyordum. Nedensizce gidip onu görmek istiyordum. Aslan’ın alnına dudaklarımı bastırdım ve yataktan kalktım.

Üzerime hızlıca bir şeyler giydikten sonra çantamı ve bir miktar para alarak evden çıktım. Arabamın anahtarını çantamdan çıkardım ve arabanın kapılarını açtım uzaktan. Hızlı davranmaya çalışarak arabaya bindim ve çalıştırıp evden ayrıldım. Konumu açtıktan sonra içime benden bağımsız bir sızı bir heyecan doldu.

 

Göndermiş olduğu konum yarım saatlik bir uzaklıktaydı. Sonunda geldiğimde filmli camlardan dışarıya kısaca bir göz attım.

Çocuk parkı.

 

Kaşlarım çatıldı. Çantamdan hiçbir zaman yanımdan ayırmadığım çakıyı aldım ve avuç içime sakladım. Derin bir nefes aldım. Sağ salim dönebilir miydim?

 

Bunu düşünmek için geç kalmadın mı?

 

Derin bir şekilde yutkundum. Arabanın kapısını açtım ve indim. Sırtımı arabanın kapısına yasladım ve çocuk parkına göz gezdirdim. Tam karşımda iki tane salıncak vardı, biri kırmızı diğeri lacivert. Hemen yanında kaydırak.

Telefonum çalmaya başladığında yerimde irkildim. Bakışlarım etrafta gezerken telefonu cevapladım. “Geleceğini biliyordum. Ama bu kadar çabuk değil.” Kulağıma dolan ses bana hem çok tanıdık hem de çok yabancı geldi.

 

“Geldim. Ne istiyorsun?” Sesimi cesur, katı

çıkarmak için uğraştım.

 

“Kaydıraklara doğru yürü.” Adımlarım kaydırağa doğru ilerlerken avuç içimde sıktığım çakı elimi terletmişti. Adımlarım kaydırakta son bulunca söyleyeceği şeyi bekledim. “Şimdi o basamakları çık ve yukarıda beni bekle.” Gözlerim kaydırak basamaklarına kaydı. Zifiri karanlıktı ama benim gözlerim alışık olduğu için görüyordum.

 

Karanlık evim olmuştu.

 

“Neden oraya geleceksin?” diye sordum.

 

“Çünkü söz verdim.” Anlamadım. Ama yine de yürüdüm. Basamakları teker teker çıkarken tüylerim diken diken olmuştu. Nefes seslerim sekteye uğrarken kalbim sıkıştı.

 

“Yapamam!” Adımlarım bıçak gibi kesildi. Titreyen bedenimi ayakta tutmak için basamakların korkuluğuna tutundum. “Kimsin sen! Neden geçmişimi deliyorsun!?” Nefessiz kaldığımı hissettiğim an gözlerimi yumdum.

 

Bir... İki... Üç... Dört... Beş... Altı.

 

Sakinim.

 

“Kalk ve yürü.” dedi D.

 

“Pes etmek sana yakışmaz. Kalkıp yürümeye devam et.” dedi Demir.

 

Abim. 

 

Kendimi zorladım. Zorla ayağa kalktım ve içimi paramparça eden nefesimi kontrol etmeye çalıştım. “Sen... Senin adın ne?” Sustu. Sessizlik hakim oldu. Onun cevabını beklerken nedensizce bir umut yeşerdi içimde.

 

Adımlarım tekrar basamakları çıkmaya başladı. Tekrar konuştu. “Adım, Devran.” Yüzümde benden bağımsız olmuş olan gülümseme yok oldu. Bir an, sadece bir an düşündüm... Belki abimdir D.

 

Sol gözümden akan yaş çeneme doğru hızlıca kaydı. Benim adımlarım son buldu. Gözlerim kaydırağın olduğu kısımda oyalandı. “Bu...” Gözlerimin önünde küçük çilekli bir pasta vardı. Üzerinde tek bir mum... “Sen, sen bunları nasıl yaptın? Kimsin sen?” Sorum havada asılı kaldı. Çünkü cevap vermedi ve telefon kapandı.

On yedi. On altı yıldır yaptığım gibi yine küçük bir pasta ve üzerinde bir mumla doğum günüm kutlanıyordu.

 

Ama bu pastayı kendime ben almadım. Bunu alan kişi Devran.

Yavaşça dizlerimin üzerine çöktüm. Pastanın yanında duran mavi çakmakla mumu yaktım ve gözlerimden akan yaşlarla gözlerimi yumdum. On altı yıldır yaptığım gibi dileğimi diledim.

 

“Allah’ım... bana ailemi geri ver. Annemi, babamı, abimi.”

 

Biliyorum. Bu imkânsız.

 

Dudaklarımı birbirine bastırdım. “Biliyorum, imkânsız bir şey. Yedinci yaş günümden itibaren ailemi geri diledim ve gerçekleşmedi. Şimdi yirmi üçüncü yaşımda tekrar diliyorum... yine gerçekleşmez, ama ben dilemeye devam edeceğim.” Birbirine yapışmış olan kirpiklerimi hafifçe araladım. “Belki bir umut...” Ve mumu üfledim.

 

Gözlerim tekrar kapandı.

 

Ben yedi yaşımdan itibaren her doğum günümde ailemi geri istedim. Annemi, babamı, abimi. Ama gelmediler, ailem yedi yaşımdan beri hiçbir dileğimi gerçekleştirmedi.

 

“Mutlu yıllar, hayat ışığım...” duyduğum ses tüm bedenimi dondurdu. Yanımdaydı, hemen yanı başımdaydı ve ben bu kadar savunmasız bir şekilde karşısında duruyordum.

Gözlerimi araladım ve başımı hafifçe yukarı kaldırdım. Devran ile göz göze geldim. Siyah gözleri tüm yüzümü izledi ve gülümsedi. “Bu kez pastanı ben almak istedim.”

 

Ben alamadım, çünkü.

 

“Kimsin?” Gözlerimden akan yaşlar beni mahvederken kendimde güç buldum ve ayağa kalktım. Gözleri tüm bedenimde dolandı, en sonunda kızıl saçlarımda durunca dudaklarında küçük bir gülümseme oluştu. Gözleri gözlerimi bulunca yavaş hareketlerle sağ eliyle üzerindeki tişörtün yakasını çekiştirip boynundaki gümüş zinciri dışarı çıkarttı.

 

Gözlerim gözlerinden kaydı. Boynundaki künye ile nefesim kesildi. Ayaklarım benden izinsiz hızlıca ona doğru ilerledi ve ellerinin arasında duran askeri künyeyi parmaklarımın arasına aldım.

 

Devran Demir Sancaktar

01283457645

ESKİŞEHİR

A Rh (+) M

 

 

YEDİNCİ YAŞ GÜNÜ;

6 HAZİRAN, 15:27

İlahi Bakış Açısı

 

Her çocuk ailesi ile büyümek ister. Onların varlığı eşliğinde doğum günlerini, karne günlerini, isteme, kına ve düğün. Her çocuk ailesi ile mutluluğunu paylaşmak ister. Ama herkes bu konuda şanslı değildir.

 

Ayşin, elinde tuttuğu küçük sümbül çiçeğine baktı. Hangi çiçek olduğunu bilmiyordu, ama güzeldi. Mor rengini seviyordu Ayşin. Yüzüne kondurduğu küçük tebessüm ile abisine döndü. “Demir, sence bu çiçek hangisi?” diye sordu.

 

Demir, gece karası gözlerini hayat ışığına çevirdi. Demir’in en büyük sebebi Ayşin’di. Küçük kız kardeşinin elindeki sümbül çiçeğine baktı ve ardından cevapladı sorusunu. “Sümbül çiçeği. Sonsuz sevgi ve cazibeyi simgeliyor.” Ayşin cazibe ne demek bilmese bile daha çok sonsuz sevginin üzerinde durmuştu.

 

“Abi sence bizi de sonsuz sevgi ile seven olur mu?” Ayşin’in masum, meraklı hâli Demir’in dudaklarının kıvrılmasına neden oldu.

 

“Olur abim. Seni de beni de sonsuz seven olur.” Kardeşini ondan başkasının sevmesini istemese bile sırf o mutlu olsun diye sesini çıkarmadı. İşe de yaradı. Kardeşinin yüzünde çok güzel, içten bir gülümseme oluştu.

 

Tekrar sevileceğini, birilerinin üzerine titreyeceğini düşündü.

 

“Abi bana pasta alalım mı?” Demir sonunda gelen soru ile derin bir nefes aldı. Bugün hayat ışığının doğum günüydü. Cebinde beş kuruş para yoktu küçük bir pasta alıp onu mutlu etsin.

 

“Benim şimdilik bir yere gitmem lazım, abim. Geri geldiğim zaman kutlayacağız doğum gününü.” Ayşin abisinin daima sözünü tuttuğunu bildiği için gülümseyerek başını salladı. “Hadi abim, sen eve git. Ben gelene kadar sakın odadan çıkma.” Ayşin evde tek başına kalmaya korksa dahi sonunda olacak o güzel şey için sesini çıkarmadan ayaklandı. “İki saat sonra buraya geri gel.” Ayşin çocuk parkına baktı ve hevesle başını salladı. İki kardeş kırmızı ve lacivert salıncaklardan inip birbirlerine sırtını döndü.

 

Ayşin cehenneme geri döndü. Bu kez yalnız, savunmasız. Demir ise kardeşinin anne ve babası olmadan kutlayacağı ilk doğum gününü güzel geçirmesi için bir iş bulurum umudu ile çarşıya çıktı. Şans ondan yanaydı ki bir saatlik koli taşıma işi bulmuştu. On üç yaşındaki bir çocuk için epey ağır olan koliler Demir için hafif gelmişti. Çünkü sonunda alacağı para kardeşinin yüzünde güzel bir gülümseme olmasına neden olacaktı.

 

Ayşin eve gelmiş kimseye görünmeden hemen odaya çekilmişti. Kilerin iğrenç kokusu genzini yaksa bile sesini çıkarmadan kenara oturdu. Küçük elleri bu kez tek başına olmanın korkusu ile titremeye başladığında ellerini hemen bacaklarının arasına sıkıştırdı. “Abi... Lütfen hemen bitir.” Gözleri kilerin duvarında asılı olan saate kaydı. Sadece yarım saat geçmişti.

 

“Ayşin!” Dakikalar geçerken Ayşin duyduğu sesle korka korka ayaklandı. Kilerden çıkarken kendi kendine mırıldanmaya başladı. “Hata yapmak yok, Ayşin.” Salona geldiğinde gözleri yengesinde dolaştı. Yine kuaföre gitmiş güzelleşmiş diye geçirdi içinden.

 

“Efendim, yenge?” Sesi titremişti korkudan. “Bir şey mi istedin?” Yengesi öfke ve kin dolu gözlerini Ayşin’e sabitledi.

 

“Sofrayı hazırla, hemen.” Ayşin hemen mutfağa gitti. Ama korkuyordu. Ayşin çok fazla sakarlık yapar, bir şeyleri kırardı. O yüzden Demir onun yerine birçok şeyi yapardı ama şimdi yalnızdı. Sofrayı hazırlamaya başladı her şeyi yavaş ve dikkatli yaparken yengesi arada diklenmiş olsa bile sofrayı kurmuştu. Son olarak cam sürahide olan su kalmıştı. Suyu doldurduktan sonra titreyen ellerini sıkıca sürahiye sardı ve sofraya doğru ilerledi tam birkaç adım kalmıştı ki, “Bir işi beceremedin mi, anası kılıklı!” diyen yengesi ile birden irkildi ve korkarak elindeki sürahiyi yere düşürdü.

 

Camlar etrafa savruldu. “Onu Mustafa almıştı, Ayşin!” diyen yengesi ile korkarak geriye gitti ama çıplak ayaklarına batan camlar ile çığlık atarak yere düştü. Yere düşmesi ile ellerine, dizlerine batan diğer camlar yeri kan içinde bıraktı. Ayşin’in ağlayışları mutfakta yankı yaparken yengesi, “Allah senin belanı versin!” dedi ve Ayşin’in kızıl saçlarını eline dolayıp başını geriye çekerek yüzüne sertçe bir tokat geçirdi.

 

Ayşin dengesini kaybederek geriye savruldu. Yüzüne gelecek olan camları son anda geriye savurmuştu ama vücuduna batan cam kırıklarına bir çare bulamamıştı. Ağlaya ağlaya ellerindeki kanlara bakarken yengesi hiç acımadan saçlarına asılarak onu yerden kaldırmış ve peşinden sürükleyerek kapının dışına atmıştı. “Ne hâlin varsa, gör. Seninle mi uğraşacağım ben!” diyerek kapıyı yüzüne kapatmış ve söylenerek mutfağa gitmişti.

 

Ayşin kanlar içinde kapının mermerine oturdu. Gözyaşları teker teker akarken önce avuç içine batmış olan camları çıkarmaya çalıştı. Ama camlar o kadar küçüktü ki beceremiyordu. En sonunda pes etmiş, orada saatlerce durmuştu. Acısını umursamadan ayağa kalktı ve mutfak penceresinin önüne giderek içerideki saate bakmıştı. Abisinin söylediği saat gelmek üzereydi. İçindeki mutluluğa hâkim olamadı ve çocuk parkına doğru ilerledi.

 

Kısa sürede parka gelmişti. Sendeleyerek kırmızı salıncağa oturdu. Bu park eski ve kullanılmaz olduğu için gelen kimse pek olmuyordu ve bu nedenle Demir ve Ayşin her zaman soluğu burada alırdı.

 

Ayşin dakikalar geçerken iyice sabırsızlanmıştı. En sonunda abisini gördü parkın bahçesinde ayağa kalkmak istedi ama çok güçsüz hissediyordu yerinden kıpırdamadı ve abisinin ona gelmesini bekledi. “Abi...”

 

Demir kardeşinin yanına yaklaştıkça yüzündeki gülümseme soldu. Bedenindeki kan izlerini görünce korkuyla elindeki paketleri sıkıca sarmış ve koşmaya başlamıştı. “Ayşin!” yanına yaklaşınca ne yapacağını bilemedi. “Hayır... Hayır!” Gözünden akan yaşlarla kardeşinin önünde diz çöktü.

 

Canının canı yanıyordu.

 

“Tamam. Çıkaracağım şimdi.” Derin bir nefes aldı iki kardeş. Demir dakikalarca ağlaya ağlaya o cam parçalarını çıkardı. Ayşin ise ağlayarak abisinin ağlamasına daha çok ağladı. “şşş, ağlama abim. Tamam mı geçti bak. Ben şimdi gidip sana yardım malzemesi getiririm.” Ayşin’in bir şey demesine izin vermeden koşarak uzaklaştı oradan. Ayşin abisinin getirmiş olduğu poşete bakarak güldü.

 

Yine de doğum gününü kutlayacaktı abisi ile. Pastayı çıkardı ve yanındaki salıncağın içine koydu. Ardından iki tane mum yerleştirdi üzerine. Biri benim diğeri abim için diye düşündü. Ayşin Demir gelinceye dek ne dilek dilesem diye düşündü ama hiçbir şey bulamadı. Dakikalar geçerken oflayarak önüne döndü. Abisini karşı kaldırımda görünce gülümsedi ve hemen gelmesini istedi.

 

Demir kardeşinin acı çekmesinden nefret ettiği için yola bakmadan koşarak karşıya geçmeye çalıştı ama yolun yarısına geldiği an küçük bedenine sertçe çarpan araba ile geriye savruldu. Sarhoş olan sürücü ise hiç duraksamadan gaza basarak uzaklaştı. Demir’in kanlar içinde kalan bedeni yolun ortasında öylece durdu.

 

Ayşin ise gördüğü şeyle avazı çıktığı kadar bağırmış ve koşarak abisine gitmişti. “Abi!” Gözyaşları içinde abisinin kanlı bedeninin yanına çöktü. “Hayır... Hayır lütfen!” Kanla kaplı elini tuttu Demir’in. “Abi ne olursun aç gözlerini abi!”

 

Saatler geçti. Oradan bir Allah’ın kulu geçmedi. Ayşin bilinçsizce oturduğu yerden kalktı ve parka doğru ilerledi. Salıncağın içine bırakmış olduğu pastanın üzerindeki muma dikti gözlerini.

 

O an dileğini buldu.

 

Poşetin içinden mavi çakmağı çıkardı ve çilekli pastanın üzerindeki mumu yaktı. Abisi için bıraktığı mumu çıkardı. Yanaklarından akan yaşlarla gözlerini yumdu ve içinden dileğini diledi. “Allah’ım... Bana abimi, annemi, babamı geri ver.”

Tekrar kalktı oradan. Demir’in yanına döndü ve öylece yolun ortasına çöktü. Ayşin abisinin kanlı bedenini sarmaladı ve gözlerini yumdu.

 

 

ŞİMDİ

Aylin Soykır

 

“Abi?” Yıllar sonra dudaklarımdan firar eden kelime içimi yaktı. Abim... Bu nasıl olurdu? “Sen...” Bedenim geriye doğru sendeledi. Aniden belime sarılan elle kalakaldım buz kestim.

 

“Tamam sakin ol, her şeyi anlatacağım sana.” Abim bana sıkıca sarıldı. Kolları tüm bedenimi sarmaladı. Ama abim bana bu kadar büyük sarılamazdı. Onu sertçe geriye ittim. Gözlerimiz buluşunca yutkundum.

 

“Abim değilsin. Abim bu kadar büyük sarılamazdı bana... Küçük kolları onun,” bilinçsizce konuşmam onu güldürdü. Birden bire beni tekrar kendine çekerek sımsıkı sarıldı. “Sen... abim misin?” diye sordum.

 

“Abinim, hayat ışığım.” Nefesim boğazıma dizildi. Abim miydi? Nasıldı? Ben rüya mı görüyordum yoksa?

 

“Rüya... Rüya bunlar,” hıçkırdım. “Ben yine rüya görüyorum. Bu 289. Rüyam oldu.” Ağladım. Uzun zamandır abimi rü

Loading...
0%