Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1; Maskenin Ardındaki Yaralar

@adaisaqueen

Bismillahirrahmanirrahim

Rabbi, yessir ve lâ tuassir. Rabbi, temmim bi'l-hayr

Allah'ım, çıktığım bu yolda bana bol başarı ve ilham nasip eyle.

Her yeni işe adım attığımda bu duayı ederim. Bu sefer de kitap yazmaya karar verdim ve bu yolculukta benim için her şeyin hayırlı olmasını diliyorum.

Oldukça heyecanlıyım; yıllarca aklımda dönüp duran kurguyu yazmaya cesaret etmek benim için zorlayıcıydı çünkü "ya beklentiyi karşılamazsa" endişesini taşıyordum. Ardından bir X hesabı açtım, oradaki yazarları gözlemledim. Onların azmi beni de cesaretlendirdi. Sonuç olarak, burada olmam onların azminin bana kattığı güç sayesinde gerçekleşti.

İlk kitabım olduğu için pürüzler ve yazım hataları olabilir. Hatalarımı ve yanlışlarımı saygı çerçevesinde benimle paylaşırsanız çok mutlu olurum.

Bu satıra başlangıç tarihinizi yazabilirsiniz.

Satır arası yorumlar yapmayı unutmayalım.

X'de #DuvarlarınArdında hashtagi ile atılan tüm tweetleri paylaşacağım.

Genel hatırlatmaları da yaptığıma göre, kemerlerinizi sıkı bağlayın; başlıyoruz.

***

DUVARLARIN ARDINDA

1. BÖLÜM : MASKENİN ARDINDAKİ YARALAR

Sabahın ilk ışıkları odamı aydınlatırken uykusuz geçen bir gecenin ardından gözlerimi araladım.

İstanbul'un keskin soğuk sabahları...

Her zamanki gibi kentin karmaşası erkenden başlarken ben yatağımdan kalkmaya bile yeltenmemiştim. Dışarıdaki hayat hızla akıp gidiyordu ama ben duruyordum.

Kimilerine göre hayat devam ediyor olabilirdi ama benim için sanki zaman çok önceden durmuştu. Her adımda içimde bir boşluk, her nefes alışımda bir eksiklik hissediyordum.

Oysa herkesin bildiği bir şey vardı: Aslı her zaman güçlüdür. Ancak güçlü olmak bazen en büyük zayıflığı gizlemekten başka bir şey değildir. Yıllar önce öğrendim bunu.

Kimseyi yanıma yaklaştırmamak, kimseye güvenmemek, aldığım en doğru kararlardan biri oldu. Çünkü insanlara güvenmek, en büyük yaraların kapısını aralamak demekti. Ve ben bir daha o kapıyı açmaya niyetli değildim.

Yataktan kalkıp lavaboya gitmek için kolumu uzattım ve yorganı yavaşça üzerimden attım. Lavaboya doğru ilerlediğimde fayansların serinliğini ayaklarım altında hissetmemle kendime geldim.

Aynadaki yansımam bana yorgun bir gülümsemeyle karşılık vermişti. Musluğu açıp avuçlarımın arasına akan suyu yüzüme doğru çarptım. Suyun serinliği tenimi serinletmişti ama içimdeki ateşi söndürmeye yetmiyordu.

Dışarıdan bakıldığında her şey yolundaymış gibi görünüyordu; başarılı bir avukat, kendi ayakları üzerinde duran bir kadındım ama içimde bir çocuk vardı, kaybolmuş ve kırılmış. Tüm bu başarıların ardında kimsenin bilmediği bir boşluk vardı.

Yatak odama yeniden döndüğümde dolabımın karşısına geçtim. Bugün ne giyecektim? Siyah takım elbise mi, yoksa daha soft bir renk mi?

Aynada kendimi incelerken bir an için gülümsedim. Dışarıdaki ben, güçlü ve başarılı bir kadındı fakat içimdeki gerçek öyle değildi. Dolaptan siyah takım elbisemi alırken içimdeki boşluğa bir kez daha odaklandım.

Her gün kıyafetlerimi özenle seçer, saçlarımı kusursuz bir şekilde toplar, en mükemmel halimle dışarı çıkardım. Çünkü insanlar mükemmeli görmeyi severdi. Kusursuzsan sorunsuz olduğunu düşünürlerdi. Oysa içimde yıkık dökük bir harabe vardı, bir daha inşa edilemeyecek kadar perişan olmuş bir harabe...

Bir gün biri bana "Kendine duvarlar örme, insanlar o duvarları yıkamaz." demişti ama ben duvarlarımı yıkmaya niyetli değildim. Çünkü kimseye güvenmek istemiyordum, güvenmek tehlikelidir.

Güven; insanı en beklemediği yerden vurur, en savunmasız anda yere serer.

Hayır, güvenmeyeceğim.

Kimseye, hiçbir şeye...

Derin bir nefes alıyorum ama bu nefes bile içimdeki boğulmuşluğu gidermiyor.

Kaç yıl oldu böyle yaşamaya başlayalı? Kaç yıl önce kaybettim kendimi? Bazen o kadar derine gömüldüm ki, çıkış yolunu bulamayacağımı düşündüm.

İnsanlar bana hayranlıkla bakarken bende hayranlık uyandıracak hiçbir şey olmadığını biliyorum. Çünkü kalbim donuk, ruhum yorgun. Her sabah yataktan kalkmak, savaşa hazırlanmak gibi geliyor. Ve en zoru, bu savaşta tek başıma olmak.

Etrafımda onlarca insan var ama bir o kadar da yalnızım. Çocukken bile, annem ve babam yanımdayken bile hep bu yalnızlığı hissettim. Ailemi kaybettiğimde yalnızlık bir gölge gibi üzerime çöktü ve bir daha hiç gitmedi. O kayıp, içimde büyük bir boşluk açtı.

İnsanlar bu boşluğu anlamazlar. Anlatmaya çalıştığında yüzeydeki cevabını kabul ederler, derinlerde neler yaşadığını bilemezler. En yakınına bile güvendiğinde en büyük darbeyi oradan yersin. Bu yüzden kimseye güvenmedim.

Güvenmek, insanın içini parçalar. İnsanı hayal kırıklığına uğratır.

Başımı eğip ellerime baktım. Yıllardır sayısız dava dosyasını karıştıran eller... Her biri başka bir başarıya imza attı, ama her kazandığım dava beni biraz daha içime hapsetti. İnsanlar başarıya hayran kalır ama başarı bazen en büyük hapsin olur. Çünkü insanlar senden hep daha fazlasını ister.

Ve ben hep verdim.

Vermek zorunda olduğumu düşündüm. En iyisi olmak zorundaydım çünkü mükemmel olmadığımda bir şeyler eksik olurdu.

Ayna karşısında kravatımı sıkıca bağlarken parmaklarım düğümde takılı kaldı. Sanki bu düğüm hayatımı da bu kadar sıkı sıkıya bağlıyordu.

"İnsan, bazen sadece yaşamış olmak için yaşar ama gerçekte hiçbir şey hissetmez." İçimde yankılanan bu cümle, her gün kendime hatırlattığım bir gerçekti.

Hayat akıyordu, ben ise kendimi yalnızca bir seyirci gibi hissediyordum.

Herkesin içinde bir şeyler sakladığını bilirim. Yüzler gülse de, o gülümsemenin ardında saklanan acılar vardır. Ve kimse acısını dışarı vurmaz. Çünkü acıyı göstermek zayıflıktır. Ve ben zayıf görünmeye tahammül edemem. Zayıf görünürsem her şey çöker.

İnsanlar bazen güçlü olmanın ne anlama geldiğini bilmezler. Güçlü olmak, duvarlar örmekten ibaret değildir. Güçlü olmak, en karanlık anında bile kimseden yardım istememek demektir. Yardım istemek insanı daha da zayıf yapar. O yüzden her zaman kendi başıma ayağa kalktım.

Ne kadar acı çeksem de, bunu kimseye göstermedim ama bazen o acı öyle birikiyor ki, içinde bir kor gibi yanıyor. Ve işte o zaman, tek başına kalmanın ne kadar zor olduğunu anlıyorsun.

Yalnızlık, kimine göre bir seçim değildi. Fakat bazen yalnızlık, kaderin bir parçası olabiliyordu.

İçimde kopan fırtınalara rağmen, dışarıda yine aynı maskemi takmak zorundayım. İşte o yüzden her sabah aynı çabayla hazırlıyorum kendimi. Çünkü biliyorum ki; ne kadar güçlü görünürsem o kadar güvende olurum.

Telefonumun çalmasıyla aynadaki yansımama bakmayı bırakıp derin bir nefes aldım. Yatağımın yanındaki komodine uzanarak telefonu elime aldım.

Ekranda yanıp sönen isim, Canan'dı. Bürodan bir arkadaşım; genelde samimiyetten uzak, iğneleyici sözleri ve alaycı tavırlarıyla bilinen biriydi. İçimdeki yorgunluğu bir kenara bırakıp her zamanki güçlü halime bürünmek zorundaydım. Telefonu açtım.

"Efendim, Canan?"

"Aslı Arman; büyük avukat, uykudan uyanabildiniz mi acaba? Malum, bizim gibi sıradan asistanlar sabahın erken saatlerinde büroya koşmak zorunda." dedi, sesinde her zamanki iğneleyici ton vardı.

Gözlerimi kapatıp sakinliğimi korumaya çalıştım. "Canan, söyleyeceğin bir şey varsa lafı dolandırmadan geç."

"Hemen konuya gireyim madem. Yeni bir dava dosyası geldi. Gerçekten büyük bir iş. Patron bile üstüne titriyor. Yani anlayacağın, ofiste herkes panik içinde. Senin de hemen gelmen lazım. Yoksa kaçırırsın."

"Ne davası?" Sesimde en ufak bir heyecan kırıntısı bile yoktu. O an ne kadar büyük bir dava olduğunu biliyor olsam da kendimi asla dışarıdan heyecanlı ya da telaşlı göstermeyecektim.

"Detayları burada anlatamam ama söylemeliyim ki bu dava bizim ofis için dönüm noktası olabilir. Ve senin de burada olman gerekiyor. Patron özellikle seni istedi." Bu sefer daha ciddi bir tonda konuştu ancak cümlelerin altında yatan alaycı ton hâlâ hissediliyordu. Sanki benim için bu davanın zorlayıcı olacağını ima eder gibiydi.

Derin bir nefes aldım ve gözlerimi aynadaki yansımama dikerek kısa bir an düşündüm. Dışarıdan ne kadar soğukkanlı ve güçlü görünürsem o kadar iyiydi. Her şeyin yolunda olduğunu, hiçbir şeyin beni yıkamayacağını göstermeliydim.

"Pekala, geliyorum." dedim soğukkanlı bir şekilde ve telefonu kapattım.

Bir an için yüzümdeki maskenin arkasına saklanmış olan duygularımı serbest bırakıp aynada kendime baktım. Yine bir savaş başlıyordu ve bu sefer yalnızca davalarla değil, içimdeki fırtınalarla da başa çıkmam gerekiyordu.

***

BÖLÜM SONU

Bölüm Kelime Sayısı: 1021

Bu bölümde baş karakterlerimiz Aslı'nın
içsel çatışmalarına odaklanmak istedim.

Dışarıdan güçlü bir avukat olarak görünse de iç dünyasında derin yaralar taşıyan Aslı'nın hikayesini umarım seversiniz.

İlk kitabımı yazmaya başladığımı X üzerinden duyurduğumda bana tavsiyelerde bulunan, onca darlamalarıma rağmen bıkmadan usanmadan cevap veren, sorunlar içinde boğuşurken çözüm bulmam için tweet zincirleri oluşturan tüm yazarlara teşekkür ediyorum. Defalarca kez bu sorunlarla başa çıkamayacağımı düşünüp pes edecekken her seferinde sizler sayesinde cesaretimi topladım.

Umarım bu kitap sadece Aslı'nın değil, benzer duygular yaşayan herkesin hikayesine bir parça ışık tutar.

İlerleyen bölümlerde görüşmek dileğiyle!

Loading...
0%