@almelia
|
"Neyi bekliyorsun? Hadi!"
Melya'nın beklediği bir şey yoktu, o gün uyandığında keyifsizdi, ondan önce uyandığı tüm günlerde de öyle...
Düşündüğü tek bir şey vardı, doğrusu tek bir kişi vardı. Günler önce koruda her zamanki yürüyüşünü yaparken karşılaştığı tarafsız bir erkek grubunun arasında bulunan ve bulunduğu o gruba hiç uymayan adamdı. Melya'nın tarafsız olarak adlandırdığı grupta asillerin, çiftçilerin ya da tacirlerin hiçbir şekilde mensubu olmadığı, geçimini günlük işlerle haytalık yapmak için sağlayan genç adamlar vardı. Grubun önünden geçmek zorunda kaldığında gençlerin gülüşmeleri ve çekinmeden kızın üzerine diktiği bakışları Melya'nın dikkatini dağıtmış, her ihtimale karşı yanına aldığı, bir baston olarak kullandığı şemsiyesine çok yüklenmesine neden olmuştu. Bu sayede ortadan ikiye ayrılan şemsiyenin toprağa saplanan kısmı boylu boyunca yere uzanırken Melya'nın da aynı kaderi paylaşmasıyla berbat bir şey sağlamıştı.
Melya, ceketinin yıpranmamış kumaşı ve her sabah cilalandığı açıkça anlaşılan botlarıyla öylece dikilip dahil olduğu gençlerin arasında sırıtan genç adamın o meşhur botlarının önünde uzanıyordu.
Kesinlikle bir soylu olmalıydı fakat kendisine arsızca gülen, yardım bile teklif etmeyen gençlerin arasında hiç de onlardan üstün niteliklere sahipmiş gibi durmuyordu. Evet, belki dostları gibi Melya'nın düştüğü duruma, yani sahiden düşmesine gülmüyordu fakat diğerleriyle benzerlik gösterdiği en temel şey yardım da teklif etmiyor olmasıydı. Melya elbisesinin saten kumaşının yere düşmüş bir dal parçasına takıldığını anladığı için yerde birkaç saniye oyalanmak mecburiyetindeydi. Asillere hiç yakışmayan kabalıktaki beyefendi o esnada Melya'nın eteğini kurtarmak adına çömelmişse de bu geç kalınmış yardım yalnızca Melya'nın daha öfkelenmesi yolunda yardımcı olabilirdi.
Gençlerden birinin "Tatlı prenseslerin çamurlu ve dikenli ormanlarda yürüme hevesini hiç anlayamıyorum," dediğini duymuştu. Düştüğü için zaten öfkeli olan Melya ona uzatılan tek bir el bile olmayışıyla çileden çıkmıştı. Eteklerine çamurlu toprağın iyice bulaşmasını sağlayacak şekilde hırsla ayağa kalkarken "Hiçbir zaman bir ormanda tatlı bir prenses göremezsin seni aptal. Eğer prenseslerin girebileceği bir ormanda olsaydık senin ve bu ucuz fikrini destekleyen şu arkadaşlarının bu topraklara adım atmasına izin vermezlerdi." diye haykırmıştı. "Bu sayede her koşulda bir ormanda tatlı bir prenses görmen imkansız."
Kadın öfkesini boşaltıyorduysa da karşısındaki toplulukta öfkeden nasibini alan belki bir kişi vardı, diğerleri kadın afili bir espri yapıyormuşçasına kahkahalar atıyor ve bu fitili ateşleyen aptal arkadaşlarıyla genç kızın sözlerini kullanarak dalga geçiyorlardı.
Hiçbiri kadının istediği ve beklediği tepkiyi vermediğinde Melya eteklerini fazlasıyla hırslı bir şekilde çekiştirerek yürümeye koyulmuştu. İşte o an, şu an hatırladığı ve zihninden kovamadığı adamın sesini duymuştu. "Bu öfkeniz, bizim buraya gelmemizi engelleyecek bir prenses olmamanızdan mı kaynaklanıyor hanımefendi?" Soru kadının öfkesini tamamen dindirmişti çünkü öfkeden daha etkili bir duygunun kanatları altına girmişti, tiksinti. Soruyu soran adamdan, onun güzel ceketinden, parlak botlarından, gece karanlığı altındayken denizin göründüğü hali gibi koyu ve dalgalı olan saçlarından, yanaklarının çevresini saran kısacık ancak yumuşacık görünen kavrulmuş buğdayın rengini andıran sakallarından; adamdan tiksinmişti.
O güne dair hatırladığı son şey adamın gözlerinin içine otuz saniye kadar uzun bir süre gözlerini bile kırpmadan bakmış olduğu andı. Adamın gözlerinde hiçbir şey yoktu, öfke de sevgi de, alay ya da ciddiyet de.
Kadın başını iki yana salladı, kız kardeşinin geceden sardığı bigudileri söktüğü parlak saçlarına odaklandı.
Sahiden hazırlanması gerekiyordu ve bu hiçbir yere varmayan ki varmaması da gereken düşüncelerin onu engellemesi oldukça saçmaydı.
Döneminin en büyük ve gelişmiş kasabası Karin'de yaşayan Melya bir yıldır düzenlenen balo gününün öğlen vakitlerindeydi. Meşeden masasına dayadığı dirsekleri uzun süredir olduğu yere sürtünmekten aşınmak üzereydi. Kasabada yaşamak güzeldi fakat ne kadar gelişmiş olursa olsun kent değildi.
Kardeşi Lizya sorusunu yineledi. "Melya, neyi bekliyorsun? Hazırlanmaya şimdiden başlamazsak gecede, bizden kat kat güzel ve bakımlı kadınları süzerken 'keşke' diyip duracağız."
Melya sonunda kalkmış, iki kız kardeşin her türlü ihtiyacı ile ilgilenmekle görevli hizmetli ise yanına varmıştı.
"Diyeceğiz ki: Keşke saçımın örgülerini ıslatmaya daha erken başlasaydım... Keşke elbisemin tütülerini yeteri kadar havalandırsaydım, keşke , keşke, keşke..."
Kardeşi on dokuz yaşında genç bir kızdı fakat her zaman çocuksuydu. Melya onun çocuksuluğunu teyit edeceği kimsesi olmadığı için zaman zaman kardeşinin belki de onun gözünde öyle olduğu düşüncesine kapıldığı da olurdu.
Kahraların iki kızı vardı yalnızca, Lizya ve Melya her zaman yalnızca iki kız olmanın avantajlarından faydalanmıştı. Balolar için yeni elbise almalarına her zaman fırsat tanınmış, her zaman yaz mevsimlerini dayılarından bile çok sevdikleri yengelerinin yanında geçirmelerine müsaade verilmişti, en önemlisi ise Melya ve Lizya varlıklı bir aileden gelen iki kız kardeş olarak iyi bir eğitim alabilmişlerdi. Kasabanın ortalama zenginliği Kahralar kadardı fakat diğer aileler eğitime ya yeterli kıymeti vermemiş ya da fazlaca kardeş olma şanssızlığından dolayı yine Kahraların kızları kadar iyi bir eğitime sahip olamamıştı.
Kahra kızları hiçbir zaman eğitimi bir övgü aracı olarak kullanmamış, aksine karşılarındaki kişide eksikliğini hissettiği bilgileri hızlı ve kolay anlaşılır şekilde aktarma taraftarı olmuşlardı. Lizya'nın eğitimi tamamıyla son bulmamıştı ancak Melya eğitimini kasabadan fazlaca uzak olan kentte tamamlamıştı, evine geri döndüğünde de kasabanın eğitimde geri kalmış tüm okullarını ziyaret eder olmuştu.
Yani Melya hiçbir zaman, hiçbir şartta tatlı bir prenses olmamıştı; Melya her zaman seviyesini karşısındakine göre belirlemiş ve üstünlük kavramlarından arınmış bir kadındı. Yine de çok gençti, yirmi üç yaşında olmasına rağmen ruhu olgunluğa erişmiş kadınlarınki kadar oturaklı olsa da gençti. Ve tüm bir yılın en güzel günü olarak anılan balo gecesine giriş yaptığında pek çokları onun hem çok genç hem de olgun olan kadınlar kadar rüştünü ispatlamış olduğunu düşünüyordu.
Aslında Melya'nın çok genç olduğunun vurgulanmasının nedeni de işte buydu, o kadar tamamlanmış görünüyordu ki yaşının bunu kaldırabilmesine insanlar şaşıyordu. Oysa Melya kendi içinde o kadar da olgun olduğunu düşünmüyordu, Melya'nın bir sorunu vardı o da tamamen yaşına göre davranacağı kadar güveneceği ve buna gerek duyacağı biri yoktu hayatında. Genç kızın olgun sanılmasının tek nedeni, kendisini birebir ilgilendirmeyen konularda fazla konuşmaması, çoğu konuda fazla ve uçarı bir heves göstermemesiydi.
Kimse kızın bu hayata heves duymuyor olma ihtimalini düşünmüyor, onu olgun yaftası altında izliyordu.
"Melya! Kente gitmeden önce baloya gelmen çok iyi oldu, aylarca görüşemeyecek olmanın acısını baloyla dağıtmalıyız, hadi!"
Birbirinden bağımsız birçok düşüncenin ağırlığı yüzünden balo salonundaki merdivenlerin en orta yerinde öylece dikili halde kalmıştı genç kız, dans için açılmış sahne bütünüyle gözlerinin önündeydi. Arkadaşı Kavin'in sesini duymak onu daldığı zihin sularından çıkarmıştı, tepki vermeden önce ciğerlerinin ihtiyaç duyduğu havayı soludu kız. "Seni aramak için burada dikiliyordum aslında, iyi ki beni buldun Kavin."
Kavin, Melya kendini bildiğinden beri, geçmişinde hatırladığı ilk anıdan beri hayatındaydı. İyi arkadaşlardı ancak belli ki Melya'nın olgun görünmesini engelleyecek kadar gerekli ortamı sağlamış değildi.
"Biraz yürüyelim," derken arkadaşı koluna girmişti, altın rengi elbisesinin tarlatanı o kadar genişti ki ona tamamen yakınlaşması imkansızdı Melya'nın. "Böylece dans edecek beyefendilerin bizi görmesini sağlamış oluruz. Hem koca bir yıl planlanan baloda diğer baloya kadar hiç dans edememiş biri olmaktan kurtulalım." Kavin haklıydı, balolar dans etmek için düzenlenirdi ve dans etmek istememesi sonucunda bencilliği yüzünden dans etmekten keyif alan beyefendiler bunun için kocaman bir yıl daha beklemek zorunda kalacaklardı. Kalacaklardı çünkü kasabada genç kızların nüfusu öyle pek de fazla değildi, dans etmeye gönüllü olmamak bu yüzden yanlış olurdu.
Melya bu denli bencil biri değildi fakat insanın bazı konularda bencil olması o kadar önemliydi ki karşısındaki kişi ancak bu bazı bencilliklerle mutlu olabilirdi. Mesela genç kızın beyefendileri gücendirmemek için dans ettiğini bilselerdi çoğu genç bu acıma ve merhamet karşısında tiksinti duyardı, her beyefendi kendisi ile dans ederken kendisi için keyif alan bir hanımefendiyi isteme hakkına bittabi sahipti.
Kavin'in kabarık elbisesi yüzünden arkadaşının kolunu kendi kolundan ayırmış ve yürürken kendi eksenlerine bulaşmayan diğer tarlatanlar sayesinde yürüyüşleri kolaylaşmıştı.
"Melya bu yaz kentten döndüğünde bir şeyler değişecekmiş gibi hissediyor musun?" Genç kız ilk esnada soruyu garip bulmamış ve önemsememişti. Reddetti. Kavin üstelemeye fırsat bulamamıştı ki karşılarında beliren iki gençten birinin dans teklifi edişini dinliyor, bir an önce bitirmesini bekliyor, kabul etmek için sabırsızlanıyordu. Kavin buydu. Melya onun davranışlarında hiçbir yanlışlık görmüyordu. Melya da aynı teklifi almıştı ve dans sahnesinin ortalarına geçmeye hak kazanabilmişti.
Fazla temas gerektirmeyen hoş, sakin bir danstı ettikleri. Hareketlenen kısmı sonlarda birikmişti ve kısacık sürüyordu.
Genç, altın parıltısındaki parlaklığıyla saçları uçuşan partneri Melya'ya teknik birkaç soru sormuş, Melya'dan kısa yanıtlar almıştı. Balo için diğer kasabalardan gelen gençlerden biri olduğu belliydi, diğer ihtimalde Melya onu tanıyor olurdu.
Üstlenilmiş bir görevmiş gibi sonunu getirmeye çalışarak dansını eden Melya'nın yüzlerce kez ettiği ve yüzlerce kez hatasız bitirdiği dansı bu kez çok kötü sonuçlanacaktı.
Dansın hareketli kısmı gelmişti, çiftler birbirlerinin etrafında sırayla iki kez sıçrıyor ve ilerliyordu ki Melya günlerdir sık sık düşündüğü, bünyesinde tiksinti güdüsünü böyle etkili şekilde ilk kez uyandıran o adamı görmüştü. O tiksinti balo salonunu kapatıp sessizliğe boğmuştu, bu nedenle de Melya müziğin ritmini kaçırdığı için partnerinin sıçrama sırasında otomatik bir şekilde aynı hareketi yapmış ve genç adamın güçlü gövdesine çarptığı için canı epey yanmıştı. Gözlerini sonunda tiksindirici o adamdan sökmesini sağlayan bu çarpışmaydı.
Melya'nın hatası olmasına rağmen dans partneri kızdan tekrar tekrar özür dileyince Melya sonunda onu susturmuş ve kuytu bir köşe bulma arayışına girmişti. Kavin başlayan yeni dansın figürlerini sergiliyor, kardeşi Lizya muhtemelen anne ve babasının yanında uslu uslu oturuyordu ve Melya yalnız kalmak zorundaydı.
Melya olan biteni düşünmeye koyuldu. O malum adam yalnızca yürüyor ve o esnada Melya'nın önünden geçiyor bulunuyordu, bu kez hiçbir yanlışlık yoktu fakat genç kadın o hiçbir şeyin mensubu olmayan dostlara sahip birinin bu önemli baloya gelmesine izin olmadığını biliyordu. Ünlü bir tüccar, soylu ya da yine ünlenmiş bir çiftçi olmayan kimse bu baloya giremezdi fakat haytalıktan keyif alan tarafsız o insanlarla beraber olan biri bu sayılanlardan hiçbiri olamazdı, olmamalıydı.
Melya onları kesinlikle küçümsemiyordu, buralarda bu yazılı olmayan bir kuraldı yalnızca. Ve küçümsediği şey o insanların şanssız olması değil yanlışta istikrarlı aptallar olmalarıydı. Hiçbir zaman o gençlerin doğuştan şanslı soylular olmamasına bir şey diyemezdi ancak yalnızca günlerini kurtaracak ufak ve saçma işlerle koca ömürlerini heba etmeleri ayrıca eğitime hiç ama hiç heves duymamalarıydı Melya'nın öfkesine maruz kalmalarının nedeni.
Hızlı adımların arasına derin bir soluk sıkıştırdı kız. Önemli bir şey olmadığının farkında olan genç kadının tek ihtiyacı sakinleşmek ve dansta aldığı acısı dinene kadar nefes almaktı, bu kadar. Dans partnerinin gövdesi göğsüne çarpmıştı kızın, bu acıyı çocukluğundan beri bilirdi. Göğüs kafesi birkaç dakikalığına acıdan donmuş gibi olacak sonra bir anda kesilecekti.
Sonunda o nefes alanını buldu, balo binasının arka cephesini süsleyen ufak bir balkon vardı ve genç kadın bu balkonu bulup kendini oraya atmıştı. Hava o kadar tatlıydı ki kızın zaten çoğu şeyi geri planda bırakan zihni az öncekileri de geride bırakmış, havanın keyfine varması için fırsat tanımıştı. Ancak yeniden bir problemle karşı karşıya geldiğini içine çektiği beş ya da altıncı nefeste fark edebilmişti genç kadın.
"İnsanlarla bir problemin var sanırım." Belli belirsiz bir aşinalık duyduğu sesin kaynağına öyle hızlı döndü ki gözünün kararması kaderin belirlediği andan önce o kişiyi görmesinin nasıl da yasak olduğunun kanıtıydı. Kaderin ve Tanrı'nın kanıtı.
Sesin sahibi kolunu kızın bileğine sabitledi, kızın kaybolan dengesini bulmasına yardımcı olmuştu hareketi. Melya'nın kararan gözleri sonunda netliğe kavuştuğunda içinde yükselen kötü bir şey vardı. Onu tutan adamı hızla itti, kendisi geri çekilemezdi çünkü kalçaları zaten balkonun demirlerine yaslıydı.
İçinde yükselen şeye ne yazık ki alışmıştı genç kadın, tiksintiye. Balkona kaçmasının dolaylı sebebi onu kurtuluş meydanında da bulmuştu.
"Anlamadım," derken soruyor gibiydi kız ve duyduğu tiksintinin kelimelerine bulaşmasını engellemeye çalışıyordu.
Adam başka yıpranmamış ceketi, cilalı yeni botları ve daha da kısaltılmış sakallarıyla karşısında duruyordu kadının. Balkon ufaktı, cidden ufaktı ve adam zaten orada mıydı yoksa yeni mi gelmişti bilemiyordu Melya. Ancak küçük balkona kızın rahatsız olacağını bile bile girmiş olduğu ihtimali daha yüksek geldi genç kadına, bu adama karşı içinde fokurdayan rahatsız edici bir his vardı.
"Her karşılaştığımda sizi kalabalıklardan uzaklaşırken buluyorum."
"Hareketlerimi yorumlamanız çok gülünç, kimseden kaçtığım yok." Melya adamın kendisini görmesini bile istemeyecek kadar sevmemişti onu.
Hemen devam etti, adam yeni bir şey söylemesin diye. "Balkonun ufacık olduğunu görmenize rağmen genç bir kadının olmasına aldırmayıp girmenizin haklı nedenini öğrenebilir miyim acaba beyefendi?" Genç kadın soruyu sorarken hakaret ediyor gibiydi ve bunu engellemeye çalışması çok işe yarayamıyordu. Adamın hiçbir ifade barındırmayan yüzü kızı hayrete düşürdü.
"Aynı soru esasen sizin için geçerli hanımefendi ancak farkındaysanız sizi gücendirmemek adına bunu size yöneltmedim." Yersiz öfkeden kulakları uğuldayan Melya bu sözcükleri öyle hemen anlayamadıysa da çok geç olmadan kavramıştı, yine de teyit etmek adına sordu.
"Benden evvel mi burada olduğunuzu söylüyorsunuz?"
Adam ne alay ne ciddiyet barındırıyordu, monotondu, duvar gibiydi neredeyse.
"Balkonun çelik kapısı gürültülüdür, sizden sonra gelmiş olsam muhakkak ses duyardınız."
Genç kadın hak verdi, kendisini duymaz ve görmezden gelmek yerine açıklama yapmasına da sıcak baktı ancak adama değil, sıcak bakacağı son kişi oydu. Çünkü hayatında fazla kişi yoktu ve bu adam oldukça değersizdi gözünde.
Konuyu uzatmak niyetinde değildi. "Müsaadenizle?" derken kendini demirlerden ayırmış çıkmaya niyetlenmişti. Geçmesi için bedenini döndürmesi dışında hiçbir tepki vermedi ve hiçbir şey söylemedi adam.
Melya balonun geri kalan vaktini iki kez daha dans ile yitirdi ve bitirdi. Sonunda kendisini eve götürmek üzere orada olan beyaz atına bindiğinde onu, o adamı bir daha görmeyeceğinin kesin inancıyla koşturuyordu.
|
0% |