@almelia
|
Yaz nihayet tamamen gelmişti ve dayısının kentteki evine gitmeleri için yalnızca bir günleri vardı. Bu fikir Melya'yı tüm düşüncelerden soyutladı, kenti, dayısını ve yengesini hatrı sayılır ölçüde seviyor, bu sevgiyi gayet akıllıca hissediyordu.
Sonunda evine vardığında, yatağına yattığında yastığı aklındaki her şeyi silmişti. Baloya gittiğini, oradan döndüğünü bile unutmuştu kız, uyku onun tazeleyici gücüydü.
Melya gün boyu hazırlıklarla uğraşacağının bilinciyle uyanmıştı. Kente yolculuk hazırlıkları boyunca Kavin'in ona sorduğu sorunun detaylı yanıtıyla meşgul olmuştu genç kadın. Belli ki Kavin'in değişikliğe ihtiyacı vardı, bu ihtiyacın arkadaşında da oluşmuş olabileceğini sorgulamıştı. Kabul etmek gerekirse Melya da bu değişiklik ihtimalini bir şekilde hisseder olmuştu, ihtiyaç duyduğu için değildi bu. İçinde her daim konuşan düşünce sesinin dışındaki his sesiydi bunu fısıldayan. Bu yanıt arayışı Lizya'yla çıktıkları yolculukta da aklının bir köşesinde işleyip duruyordu.
Anne ve babası kız kardeşlerin kentte ihtiyaç duyabilecekleri her şeyi karşılamıştı. Melya'nın hazırlıkları bitmek, sandığını kapatmak üzere iken Anne Kahra Melya'yı yakalamış ve ona "Benim sevgili olgun kızım, kardeşin her ne kadar uysal ve sevimli bir kız olsa da senin kadar oturaklı olmaması beni kaygılandırıyor. Kentte dayın ve sevgili yengene sorun çıkartacağı her koşulu önceden sezerek ortadan kaldırmanı diliyorum. Bu isteğim ben ve babanızın ortak dileğidir yavrum," diye öğütlemişti. Melya ufak bir dadılık görevi üstlendiğini hissettiği birkaç saniyede bile kafasındaki soru yanıtlanmak için çarpışıp duruyordu.
Ta ki on saate kadar dayanan yol bitip kentin istenenden sıcak havası hissedilir olduğunda, dayısının evine ait kapı onlar için açıldığında ve yengesine dayılarından önce sarılıp hasret giderir olduklarında bu soru da yanıt arayışı da kaybolup gitmişti. Ancak yine de o esnada Melya, annesinin içini rahatlatmış, zaten Lizya'nın göz kulak olunması gereken hiçbir kötü huyu olmadığını belirtmeyi unutmamıştı.
"Kentin en güzel hanımları geldi sonunda," diye seslendi dayıları keyifle. Lizya dayısının iri gövdesine atılıp sıkı sıkı sarılmak için vakit kaybetmemişti. Melya sırasını beklerken içi öyle huzurluydu ki buraya gelmiş olmaları ve burada evvelinde geçirmiş oldukları onca zaman kusursuzdu. Melya ve Lizya'nın kente dair tek bir kötü anısı yoktu.
Evin en büyük odası olan toplanma odasına geçip uzun uzun sohbet etmiştiler, kentte evler fazla büyük olmazdı. Asillik belirtisi burada evlerin büyüklüğü değil dış cephenin şaşaası ile içinin dekoruydu. Dayısının evi asillik boyutunu gayet karşılayacak kadar iyiydi ve Melya'nın o evi çok sevmesinin nedenleri arasında bu iyi dekor kesinlikle bulunmuyordu.
Evin şaşaası umurunda bile değildi, o yanlarında keyif aldığı ve bu aldığı keyifle uzunca süre beslenebildiği için yengesi ve dayısının olduğu her evi böyle şevkle severdi.
Kentte yalnızca tek büyük ev vardı, o da Hayezlerin şatosu idi ve Melya'nın tanıdığı kimse daha önce o şatoya birebir gidip Hayezleri kendi evlerinde görmemişti. Onlar hakkında her zaman efsaneler dolaşırdı. Melya bunları biliyordu çünkü altı yıl boyunca eğitim gördüğü öğrenim yuvasının binası o şatoya bakardı. Gençler arasında gösterişe dair merak her daim olurdu ve o öğrenci yuvasındaki genç kızların hepsi oraya Melya gibi eğitim şevkiyle gelmiş olmadığı için zihnilerini hayallerle meşgul etmeye daha meyilliydiler.
Melya Hayezlerin gizli bir oğulları olduğu efsanesini duymuştu. Neredeyse her gün şato ve yuva arasındaki yürüyüş alanında günlük yürüyüşlerini yapan kızlardan en az biri gizemli bey Hayez'i görmüş olurdu. Bazısı şatonun o uzak ve uzun pencerelerinden birinde gencin düşünceler içerisinde ufka baktığını görmüş olurdu. Kimisi yolun başındaki köşeyi dönerken genç adam sonuna yerleştirilmiş köşeyi dönermiş ve ancak geniş sırtını görebilen olurdu. Ve buna benzer pek çok, uzakta görülmüş Hayez oğlanının muhayyeli öğrenim yuvasının her bir odasını tekrar tekrar aynı şekillerde dolaşırdı.
Melya efsanelere karşı bilgisizliğinden dolayı ilk başlarda bu tesadüfi görüşmelere inanıyorduysa da çok geçmeden gerçeği anlamıştı. Ne öyle bir oğul vardı ne de var bile olmayan o oğlu gören kızlar.
"Melya?" diye seslendi yengesi Kena Hamr. O esnada Melya konuşmuyor, konuşulanları dinliyordu.
"Buyurun yengeciğim?"
Yenge Kena oturduğu hasır sandalyesinde Melya'ya doğru hafifçe eğildi konuşmadan evvel. "Yarın, sizin gelişiniz namına bir gece planlıyoruz. Karin sosyetesine tanıtıldığınıza göre T* Kenti'nin sosyetesine çıkmanıza engel olabilecek bir durum göremiyorum."
Lizya heyecandan nefesini almış ancak ciğerlerinden boşaltmayı unutmuştu. Kentin sosyetesine tanıtılmak ve bunun kendi konfor alanında yapılması öyle basit bir olay değildi, Melya fazlasıyla bilincindeydi bunun ve bu bilinçlilik onun ürkmesi için gereken her şeyi görmesine yardımcı oluyordu. Bu bir yardım olmasa bile. Karşı çıkması işten bile değildi, yengesine içtenlikle teşekkür etmiş ve sandalyesini onunkine yaklaştırarak dizleri üzerinde birleştirdiği elinin tepesine sevgi dolu bir öpücük kondurmuştu. Yengesinin onları düşünerek yaptığı her şeyden memnun olurdu zaten ancak kent sosyetesinin henüz çözemediği ve alışık olmadığı karakteri sebebiyle onlara sergilenmek Melya'yı ne yazık ki fazlaca endişelendiriyordu.
Endişelerini dağıtmak adına dayısının evi ile iki yıl öncesine kadar yaşadığı öğrenci yuvasındaki yolu yürümeye karar vermiştiler. Lizya kente her geldiğinde ablasının öğrenim gördüğü o yeri görmek isterdi, yengesi ve dayısı da seve seve eşlikçileri olurdu.
"Melya! Altı seneni burada geçirmiş olmana inanamıyorum, aslında ne uzun bir süre, değil mi?" Lizya her zaman bu konuda heyecanlıydı. Aslında Lizya pek çok konuda saf bir heyecan duyabilecek meziyetteydi.
"Altı sene sahiden de uzun bir vakit fakat kardeşim, sanki o günler ruhum hiç oraya uğramamış olmalı ki kendimi buraya pek az yakın hissediyorum. Bir zamanlar bu böyle değildi tabii."
Yengesinin bu konuda bir fikri yoktu ki yalnızca gülümsemişti fakat dayısı çıkmadan önce taradığı bıyıklarını parmakları ile yeniden düzeltirken konuştu:
"İnsan beyni geçmişi geride bırakmaya fazla meyillidir kızım, ancak ruhunu geçmişine karıştırmaman mümkün değil. Bu öğrenim yuvası üzerine şu ankinden biraz daha uzun süre düşünsen aranızdaki bağı yeniden hissedeceksin."
Melya'nın bir bina ile arasındaki bağı anımsamaya hiç ihtiyacı yoktu. "Haklısınız, dayıcığım. Muhakkak dediğiniz gibidir," sözleriyle dayısını desteklemişti yine de.
Etrafı uzun demir çitler ve o çitleri saran sarmaşıklarla örtülü binanın yakınlarına geldiklerinde ardında kalan, çokça uzak olmasına rağmen yine de pek net görülen meşhur şatoyu da görmüşlerdi. Yengesi boşta olan koluna girip Melya'ya bir sohbet konusu açmıştı böylece.
"Genç kızların bu şatoya dair pek çok fikri ve hayali olduğunu duymuştum, sen de onlardan mıydın sevgili kızım?"
Melya hiçbir konuda abartıya kaçmadığı gibi bu konuda da fazlaca düzeyliydi ancak yine de onlardandı.
"Evet yenge, sanırım ben de derslerin hücumundan bunaldığım zaman karşımda sergilenen şu şatonun odalarından birinde rahat bir uyku çekmeyi hayal ediyordum." Aslında Melya yalnızca bu hayal ile yetinmiş değildi. Gizemli oğul Bay Hayez'in etkilendiği kız olmayı, onu yüceltip tüm arkadaşlarının hayran olduğu meşhur şatoya Bayan Hayez olma teklifi edildiğini de hayal ederdi zaman zaman. Böylece Melya bunu kabul edecek ve yuvadaki arkadaşlarının her birinin istediği şeyi yapmış olacaktı, hanımı olduğu şatonun kapılarını bir balo bahanesiyle arkadaşlarına açıp akıllarındaki gizemden kurtulmalarını sağlayacaktı.
Hem sürekli düşlenen birine ve bir yere sahip olma düşüncesi tüm insanlar için tatlı bir histi. Ancak Melya kesin şekilde biliyordu ki Bay ve Bayan Hayez'in gizemli, yakışıklı bir oğulları yoktu. Melya onlar hakkında bir araştırma yapmış değildi ama gizemli, yakışıklı oğlu sıkılan genç kızların üretip inandığı su getirmez bir gerçekti. Belki de Hayezlerin gerçekten bir oğulları vardı fakat o beyin hiçbir zaman arkadaşlarının inandığı kadar genç ve yakışıklı olduğuna inanmazdı, düşüncelerini mantığının sesiyle yoğuran her insan bunda ortak karara varırdı.
Bu konuya hemencecik ilgisini kaybetmişti Melya, dönüş yolunda bambaşka konularda bolca konuşmalar yapılmıştı.
Dönüş yolunda hiç beklemediği bir şey olmuştu. Daha doğrusu biri ile karşılaşmışlardı. Melya'nın eğitim yuvasında öğretmenlik yapan tek bay öğretmeni ile karşılaşmışlardı. Yaşı otuzu çoktan geçmiş olan edebiyat öğretmeni Bay Saran, Melya'nın karşı cinsten ilgisini çeken ilk kişiydi ve her zaman onun gibi saygılı, kültürlü hatta eğitimli bir eşi olmasını dilemişti. Onunla karşılaşmak kente adım attığında unuttuğu sorunun yanıtını bir alev gibi parlatmıştı Melya'nın zihninde. O yanıt, Melya'nın sahiden iyi yahut kötü, bir şekilde bu yaz değişeceği ve Karin'e çok daha farklı döneceğiydi.
Velisi dayısı olduğu için tüm öğretmenlerini tanırdı, Bay Saran'ın cinsiyeti hasebiyle de yakınlık kurabildiği tek öğretmen o olmuştu.
"Bay Saran! Sizi Melya'yı görmekle onurlandırmama izin verin. Verdiğiniz eğitimin boşa gitmediğini görüyorsunuz değil mi?" Dayısı Melya'nın beline yerleştirdiği eli ile kızı hocasına takdim etmişti. İkisinin gözünde de iftiharın parlak ışığını görmek genç kızı ölesiye mutlu etmişti.
Bay Saran ile karşı karşıya geldiklerinde cinsiyetlerine göre reverans sundular.
"Melya seni görmek çok güzel, öyle hoş bir kadın olmuşsun ki senin için duyduğum gururun bir benzerini de kendim için duyuyorum. Gözlerinde kültürlü bir genç hanımın ateşi yanıyor." Genç kız bu sözlerin abartılı ve süslü olduğunu bilse bile keyiflenmiş ve gururlanmıştı. Eski eğiticisine teşekkürler etmiş, ardından yengesi hemen söze karışıp yarın gece düzenlenecek kutlama yemeğine gelmesi yönünde teklif sunmuş ve bundan nasıl bir mutluluk duyacaklarını ballandıra ballandıra anlatmıştı.
Bay Saran teklifi kabul ettiğinde genç kız her ne kadar sevinmiş olsa da gerginliğindeki artış bir kişilik daha artmıştı. Oysa bu yürüyüşün amacı endişelerini dağıtmaktı.
Yapacak bir şey yoktu, eve dönülmeli ve gece için en güzel şekilde hazırlanılmalıydı.
|
0% |