@almelia
|
"Ya sen kadını aldattıktan sonra bir kere özür diledin mi acaba Allah'ın kara belası seni. Pü sana!"
Hülya sabahın dokuzunda balkonda yaptığı kahvaltısında çoğu zaman olduğu gibi yine Avrupa Yakası Cem öfkesiyle iştahından oluyordu.
"Ay yazık sana be yazık! Sus bari kadının keyfini kaçırma be adam be."
Hülya maalesef bir dönem babaannesiyle yaşadığı için izlediği dizi-filmlere yahut da kitaplara aşırı tepkiler verirdi. Geçmişini ve kanından olanı inkar edemezdi ya o da böyleydi işte.
Fakat Orhan, Hülya'nın kimsenin onu duymayacağını bile bile ekrana sayıp sövmelerini duyan tek kişiydi. Sabahın en güzel saatlerini yani Hülya'nın uyuduğu o sessiz saatleri evin dışındaki spor salonunda geçirdikten sonra eve gelince yalnız oturacağıma Hülya'yla oturayım bari diyerek balkona çıkmış, aç susuz oturup kızın her karaktere ettiği ayrı hakaretleri dinlemişti. Avrupa Yakası'na dair hiçbir şey hatırlamasa bile kızın hakaretleri sayesinde hangi karakteri sevip sevmeyeceğini öğrenmişti.
Tüm arkadaşları işteydi, ailesi Ankara'daydı ve oğullarının izin aldığından habersizlerdi. Orhan ailesini severdi fakat yalnızca bir hafta katlanabileceği için yanlarına sonra gidecekti. Aslında şimdi Çeşme'de şezlonga uzanıp denize yeni girecek olanlara büyüklük taslayıp "Sabah çarşaf gibiydi," demesi gerekiyordu ama tatile çıkacağı arkadaşının izni son anda bir hafta sonraya ertelendiği için bir haftayı evinde geçirip koca yılın acısını çıkarıp dinlenmeye karar vermişti. Tatil nasıl gidiyor diye sorsalar yazıktır ki pek iyi şeyler söylemezdi. Daha ilk günden apartmanda yangın çıkmış, deli sandığı komşusuyla tanışınca kafası karışmış ve jr Orhan Abi'nin ayarları bozulmuştu.
Hülya üç aylık tatili konusunda bir soruyla karşılaşacak olsa insanlarla görüşmediğim sürece harika diye yanıt verirdi. Orhan gibi şikayet etmezdi çünkü tatili Orhan'ınki gibi sınırlı değildi. İstediği zaman annesinin yanında işe başlayabilirdi çünkü sağlık meslek lisesinde okuduğu için bir hemşireydi ve atanamayacak olsa da özelde çalışabilirdi.
Ve Hülya, Orhan konusunda da pek bir şey düşünmüyordu. Evet gece eve geldiğinde o kaslı herifin bir kat yukarısında yatıyor olduğunu düşünmek nabzını yükseltmiş olsa da bu kadarıyla kalmıştı. Daha ne düşünecekti ki, erkek her türlü erkekti neticede.
Şahika kızın elindeki kızarmış sosisi almak için patisiyle vurduğunda aklı başından gitmiş gibi çığırmaya başladı aşkla Hülya.
"Oy benim kuşum. Sosis mi istiyormuş benim bal köpüklü böreğim?" Şahika bazen kölesi Hülya'nın salak olduğunu düşünüyor muydu, kız bunu merak ediyordu.
"O zaman o totişten bir ısırık. Hanimiş totişi benim beyaz meleğimin. Ay cankuşum, ay balkuşum."
Şahika, Hülya'nın salak olduğunu düşünüyor muydu bilinmezdi ama hemen üstteki Orhan, Hülya'nın zekası konusunda pek hoş olmayan şeyler düşünmeye çok önceden başlamıştı. Artık Hülya'nın anlamdan yoksun iltifatlarını ezberlediği için dinlerken şaşırmıyordu.
"Oy benim böcüşüm, aman da boncuğum." Orhan alt kattaki Hülya'nın sesiyle paralel şekilde bu cümleyi söylerken ses telleri çelikten gibi robotik çıkmıştı. Kızın kediye ettiği lafları ezberlediğine kendini ikna etmeye çalışıyordu.
"Miyav," dedi bu kez de robot gibi ifadesiz sesle, artık Şahika'yı da taklit ediyordu.
"Yerim senin miyavını annem." Orhan kendisini biraz fazla kaptırıp Hülya'nın son repliğini de söyleyecekti ki cebindeki telefon biri ölüyormuş gibi gürültüyle çınlayınca rolden çıkıp "Siktir!" diyordu.
Hülya sessizce, ortalığı kasıp kavuran zil sesi yüzünden Şahika'ya vereceği salamı balkonun köşesine savurup kediyi uzaklaştırdı ve balkon demirlerinden vücudunu sarkıtıp sesin üst kat komşusundan gelip gelemediğini anlamaya çalıştı.
Orhan telefonu hemen açsa da içeri geçene kadar cevap vermemişti.
Arkadaşı geçen hafta apartmanın arkasındaki fabrikadan çıkan yangını araştırmak için oraya geleceğini söylemek için aramıştı. Orhan arkadaşına sinkaflı küfürler edince arkadaşı hiç alınmadı.
"Aa olur mu Orhan'ım asıl ben senin... Tabii tabii bilmukabele bir tanem benim. Aynı şekilde ben de mabadın hakkında öyle düşünüyorum canımın içi, kardeşim, can dostum benim tabii."
"Öpüyorum seni Bora," dedi Orhan daha iyi bir küfür bulamayınca. "Kapat.
Mutfağa gelip balkonun kapısına kadar yürüdü ama ta aşağıdaki kız sanki Orhan balkona adım atar atmaz onu görecekmiş gibi hissettiği için duraksamıştı. Ama korkusunun neye dayandığı bile belli olmadığı için kendisine sinirlenmişti. Kızın umrunda olmadığını kendisine göstermek için ilerleyip balkonun demirlerine ilerledi ve gördüğü şeye karşı "Ananı sikeyim!" diye kaba bir küfür savurdu.
Hülya komşusundan gelen küfrü kişisel algılamamak için başı yukarıda olsa da yutkundu bir şekilde.
"Estağfurullah ben sizin annenizi asıl."
Orhan, Hülya'nın ağzının bozuk olduğunu zaten biliyordu ama hak ettiği karşılığa tepki veremedi. Hele de kız kafasını kaldırıp ona bakarken ve demirlerin ardında kalan bacakları parlak parlak orada dururken Orhan bu konularda pek konuşabilecek gibi değildi.
"Günaydın," diye şakıdı Hülya hiçbir şey olmamış gibi. Orhan'ın yüzünü ilk kez görüyor gibiydi, sakalsız adamları biraz saf bulurdu ama Orhan hakkında böyle düşünmeyeceği kadar korkutucu gözleri olduğunu düşünmüştü kız.
"Kahvaltını yaptın mı?"
Orhan en son ne zaman böyle tatlı bir soru aldığını düşündüğü için sesini çıkaramadı ama başını iki yana salladı.
"Hm, ben yaptım. Hadi görüşürüz." Adamın konuşası yoksa Hülya ağzından zorla laf almak için saçmalayacak değildi sonuçta. Ona neydi herifin kahvaltısından amaan.
Kapı çaldığında Orhan avel avel olduğu yerde dikilip bir bacağını sandalyeye çekip dizini masaya yaslayan Hülya'yı izliyordu. Tamam saçma olurdu ama yine de kız onu kahvaltıya çağıracak sanmıştı. Kapısı çaldığı için içeri geçip kapıyı açmıştı. Aşağıdan Hülya'nın sesi geliyordu.
"Memoşum hoşgeldin!"
Kapısı bile çalmamış olan Orhan, Hülya'nın kendinin aksine şen mi şen sesine katlanamayıp kapıyı çarparak kapatmıştı.
Hülya dokuz yaşındaki kuzeni Mehmet'i eve alırken yukarıda çarpan kapı yüzünden ürkse de gülmüştü.
"Kapısı çaldı sandı salak." Hülya her zamanki Hülya'ydı ve söylediği şeye tam iki dakika yirmi yedi saniye kahkaha atmıştı.
Yine balkona geçip Mehmet'e de çay doldurdu Hülya.
Mehmet ona anne babasından duyduğu yalan yanlış bütün sikimsonik şeyleri anlatırken Hülya anlattıklarıyla ilgileniyormuş gibi yapıyordu ve diyalog kurmaya çalışıyordu kuzeniyle.
Üst kattaki Orhan da sanki yanlarındaymış gibi sıkıntı içinde onları dinliyordu. E çünkü yalnız bir adamdı, ne yapsındı en ufak sese yapışıyordu.
"Var ya çocuğun bisikletine çok pis tekme attım."
Hülya gözlerini devrilmeden yakaladı.
"İyi halt ettin," dedi sadece.
Üst katta kollarını ensesine yaslayan Orhan da "İyi bok yedin," diyordu kimsenin umrunda olmadığını bildiği güven dolu sesiyle.
"Polise söylerlerse ne olacak peki?" Hülya bu tarz zorba konuşmaları sevmezdi ama söylemişti işte.
"Yok ebesininki," dedi Orhan omuzlarını sarsarak gülerken.
"Düzgün konuş."
Orhan diğerinin üzerindeki ayağını rahat rahat sallarken Hülya sanki ona cevap vermiş gibi hissettiği için donup kalmıştı. Fakat bunun mümkün olamayacağını anlayıp gevşek hallerine geri döndü.
"Çocuğun hakkı seni polise vermek." Hülya abarttığının farkındaydı.
"E o da bana küfretti çünkü. Ben polise gittim mi?"
"Ne kadar terbiyesiz bir çocukmuş. Ailesi onları öğretmiş demek ki ablam, senin ailen sana arkadaşının bisikletine tekme atmayı mı öğretti?"
Memoş, Hülya'yı severdi, sayardı ama bazen laflarına pek itibar etmezdi.
"Ailem öğretmiyor diye dayak mı yiyeyim Hülya abla?"
Orhan "Söyle bakalım Hülya ablası, çocuk seni alt ettikten sonra ne diyeceksin acaba?" diyordu işsiz işsiz.
Hülya bir şey diyememişti ama sanki Allah ona üç yardımcı göndermişti tam o an. Zil çalınca ve kalkıp kapıyı açınca kapının önünde ikisi erkek biri kadın tam üç jandarma gördü Hülya.
Orhan, Hülya'nın tabiriyle salak olduğu için yine kendi zili çaldı sanıp kapıyı açtığında Hülya'nın ve arkadaşının sesini duydu. Kapıyı bu kez kapatmadı ki konuşulanları duysun. Bora'nın Hülya'nın kapısını çalacağını bilseydi kızı korkutması için ona yalvarırdı.
Hülya biraz tırssa da pek korkmadı, üç aydır evden çıkmayan hayatsız bir kadın için eve üç jandarma hiçbir sebep bulup gelemezdi çünkü.
Jandarmalardan biri konuşmaya karar verene kadar Hülya içerideki Mehmet'e bağırıp "Memoş polisler seni almaya gelmiş, gel hadi," diye bağırmıştı bile. Üçü birden kaşlarını çatsa da genç jandarma tebessümle konuşmaya başladı.
"Merhaba."
"Buyurun?"
"Babanız evde mi?" Hülya'nın babası olmadığı için jandarmalar kesinlikle onun ailesi için gelmemişti. Ve galiba Hülya'yı çocuk sanıp kaale almamışlardı.
Mehmet ağlayarak Hülya'nın bacağına sarılmıştı çoktan. Genç adam Hülya ona cevap verene kadar Mehmet'i susturmayı görev edinmişti.
"Senin için gelmedik, ağlama."
Mehmet akan burnunu Hülya'nın bacağına sürdüğünde Hülya bunu intikam olarak algıladı.
"Şaka yaptım, içeri geç," dedi Hülya, Mehmet'i iterek.
"Biraz zorba bir tavırdı sanki," demişti kadın olan Hülya'ya.
"Aa, hiç zorba değilimdir, derisi kalınlaşsın istedim sadece." Tam o esnada Şahika, Hülya'nın ayaklarına dolanırken "Anne polisler geldi, karakola gidecekmişsin hazırlan," diye içeri doğru bağırdı Hülya. Annesi böyle daha hızlı geleceği için daha iyi bir yoldu bu Hülya'ya göre.
"Ne?" diye çığırdı annesi. Mehmet arkada kızın annesini itip "Sen bittin," diye korkutmaya devam ediyordu.
Üç jandarma Hülya'ya dudakları aralanmış halde baktığı için kız açıklama yapmak istemişti "Derisi kalınlaşsın diye."
Genç olan dışında kimse gülmüyordu. Şahika miyavlayarak dikkatleri üzerine çekince Hülya biraz utanmış ve kedisini kucağına alıp "Seni almaya gelmişler boncuğum, mama mı çaldın yoksa?" diye sorup sahte sahte gülüyordu gerginlik azalsın diye.
Genç jandarmayla göz göze geldiğinde "Derisi kalınlaşsın," diyorlardı birbirlerine bakarak. Adam onu komik bulmuştu fakat yukarıda dinleyen Orhan ve diğer iki jandarma ruh hastası olduğunu düşünüyordu.
Yaşlı olan adam "Derisi kalınlaşması gereken başka biri kalmadıysa anneniz gelebilir mi acaba?" diye gerginliğe gerginlik katmıştı.
Hülya gözlerini çizgi haline gelecek şekilde kısıp "Eh he he he," diye gülünce genç olanın da sempatisini kaybetmişti. "Birazdan ayna karşısında kendime söyleyeceğim ama bu annemin gelmesine engel değil merak etmeyin." Ardından annesine fazla gürültülü bir şekilde bağırdığında üst katta kapının aralığından onları dinleyen Orhan'ın bile kulakları çınlamıştı.
"Ne oluyor Hülya ne polisi ya?" Şehrazat sonunda çıkageldiğinde Hülya kaçarcasına kapının önünden çekilmişti.
İlk bulduğu aynaya sessiz çığlıklar atmayı görev bellediği için "Hülya!" diyordu gerçekten bağırıyormuş gibi davranarak. "Komedi makinen işlemediği için polisler seni almaya gelmiş, sakın avukatın olmadan konuşma."
Hülya "Ne vardı yani azıcık gülseler?" diye balkondaki Mehmet'i darlarken Orhan da balkona geçmiş ve kendince Hülya'ya tepki vermişti.
"Senin gibi bir dolu hastayla uğraşıyorlar, gülecek hali mi var adamların?"
Orhan içinde öfke varsa da yine gevşek pozisyonunu alıp Hülya'yı dinlemek zorunda hissetti kendisini.
"Hayır yani genç olan da çok tatlıydı, o da gülmese kafamı kuma falan gömmem gerekirdi."
Orhan pozisyonun rahatlığına rağmen biraz bile rahat değildi ve dişlerini birbirine bastırdığı için gergince aralarından konuştu. "Keşke gömseydin de yavşak arkadaşıma tatlı dediğini duymasaydım." Biri görse kıskandığını sanırdı ama bu tabii ki mümkün değildi.
İkisinin de telefonuna aynı bildirim düştüğü için sinirleri gevşedi ve telefonlarına baktılar. Apartman yöneticisi akşam dokuzda apartman toplantısı yapılacağını söylüyordu. Adam yangından sonra kızın numarasını da apartman grubuna eklediği için artık mesajlar ona da geliyordu fakat kız pek umursamadı çünkü böyle şeylere annesi dahil olurdu o değil.
Orhan da mesajı pek üstüne alınmamış gibiydi, genelde toplantılara katılmaz çünkü işte olurdu. Şimdi işsiz işsiz evde oturup yalnızlıktan alt komşusuyla hayali sohbetler etmiyormuş gibi toplantıya gitmeyeceğini sansa da saat dokuz olduğunda yeni bir uyarı mesajıyla gitmesi gerektiğini anlamıştı Orhan. Hülya da annesini nöbete çağırdıkları için toplantıya katılması gerektiğini aynı saatlerde idrak etmişti.
Orhan gittiğinde masanın etrafı tamamen doluydu, Orhan'ı çocuk gibi aralarına sıkıştırmaya çalıştılar ama 1.90'lık ve yüz küsür kiloluk bir adamı öyle tatlı tatlı aralarına anlamayacakları için sen de şu köşeye geçiver kardeşim minvalinde tatlı sözlerle Orhan'ı masanın dışına oturtmuşlardı. Apartman görevlisi herhangi biri daha gelirse diye Orhan'ın yanına bir boş sandalye bırakınca Orhan kolunu sandalyenin başlığına yaslayıp bitse de gitsem diyordu.
Hülya neredeyse katları uçarak tırmanıp toplanma alanı dedikleri alakaya maydanoz boş odaya girdiğinde sanki hocalarla dolu öğretmenler odasına girmiş gibi utanmış "Merhaba, merhaba, kusuruma bakmayın merhaba," diyerek gördüğü boş sandalyeye kilitlenerek ilerliyordu.
Kız oturacağı yerdeki Orhan'ı henüz görmemişti ki Orhan kız odaya girer girmez herkes odağından özellikle çekilmiş gibi yalnızca kızı görebilmişti.
Oturacağı yere dağlar taşlar aşmış gibi nefes nefese halde vardığında sandalye başlığına gevşek gevşek yayılan adam hala aynı şekilde oturduğu için kimmiş bu gevşek diyerek Orhan'ın yüzüne baktı. Kız adamı görmeyi hiç beklemediği için şaşkınlıktan kalkan kaşlarını sanki çapkın bir şaka yapmış gibi hızla aşağı indirip birkaç kez de bunu tekrar edince ez azından utangaç değil de sapık olduğumu düşünür diye sevinerek sandalyenin köşesine oturmuştu.
Orhan üst gövdesinin bir kısmını yasladığı sandalyeden ayrılsa da bir kolu hala kızın sandalyesine tutunuyordu. Kızın vanilya kokusu genzini yaktığı için bir eli de burun kemerini sıkıyordu.
Hülya da öyle keyifli ve rahat değildi ama, Orhan'ın nemli ve geriye taranmış saçlarından anladığı üzere duştan çıkmıştı ve de şampuanının ferah kokusuyla parfümünün baharatlı odunsu kokusu Hülya'nın gözlerini her kapattığında birtakım yatak pozisyonlarını aklına getirmesine neden oluyordu.
Hayatlarında katıldıları ilk apartman toplantısı daha farklı olur sanmıştı ikisi de fakat birbirlerine fazla yakın olmaktan dolayı almak zorunda oldukları kokuları yüzünden ikisinin de migreni tetiklemiş ve zihinleri değer sınır tanımaz şeyler düşünmeye başlamıştı.
Masanın ortalarında oturan dördüncü kattan Tahsin yeni bir çift gibi görünen Hülya ve Orhan'a baktığında sorusuyla diğerlerini de onlara bakmaya teşvik etmişti.
Parmağı ikisi arasında mekik dokurken "Sizin bir şikayetiniz var mı gençler?" diye de soruyordu. İkisi de küfür edilmiş gibi baktılar soru soran adama.
Hülya'nın heyecandan dili damağına yapıştığı için zor da olsa konuşmuştu, Orhan sadece başını iki yana salladığı için kız kendinş konuşmak zorunda hissetmişti.
"Ay yok ben şikayet belirtmek için değil konuşulanları anneme iletmek için geldim. Benim ilk seferim de siz devam edin." Hülya stres altında yitirdiği mantığı yüzünden gözlerini sahte gülümsemeyle kısıp ona bakan herkese hayranıymış gibi el sallamaya başlamıştı.
Adam, Hülya'yı konuşmadan önce eşiyle birbirlerine çok yakışan bir elmanın yarısı olarak görürken şimdi akıl sağlığından şüphe etmiş gibi bakıyordu kıza. Evli olduklarını sanmış ve kızdan annem laflarını duyunca hemen anlam verememişti.
"Ah! Ben sizi evli sandım yahu, şaşırdım o yüzden."
Orhan hemen Hülya'nın sandalyesini tutan parmaklarını daha da sıktı oradan çekmek yerine, çift sanılmak hoşuna gitmişti. Kız omzunun üstünden ona baktığında hemen kızın bakışlarını yakalayıp çapkın bakışlar attığını sandı.
O öyle sanabilirdi fakat Hülya kendisine içinde canlılık ibaresi olmayan gözleri görünce adam kendisinden nefret etti sanmış ve dördüncü kattan Tahsin'in sözlerine defaatle karşı çıkmıştı.
"Yok canım ne evlenmesi!" Yutkunamadığı için boğazına takılan tükürük yüzünden bir öksürük seansı dinledi herkes.
"Evlilik falan yok, beyefendiyi tanımam bile ben."
Orhan sanki az evvel tatlı bakıyormuş da şimdi poker yüze geçmiş gibi surat astı, kendisi de kıza ölüp bitmiyordu ama bir anda asker arkadaşımdan, beyefendi mahlasına geçiş yaptığı için kızın sırtına yakın olan eliyle kızı itesi gelmişti.
Dört numaradan Tahsin içinden iyi ki evli değilsin, seni alan iki ay dayanamaz kapı dışarı eder dese de dışarıdan sessizce önüne dönüp yeni kararlar hakkında ne yorum yapsam da seneye apartman yönetici seçilsem diye düşünmeye geçiş yapmaya çalışmıştı.
"Asker arkadaşlığımıza ne oldu?" Orhan masanın ortasına doğru gövdelerini itip konuşan adamların ne kadar aptal göründüklerini düşünürken kendisinin daha aptal olduğu ortaya çıkmıştı çünkü soruyu sorduğunun farkında bile değildi.
"Güzellik sınırına takıldım," diyordu Hülya sırıttığını sanarak fakat daha çok karşısında tehlike gören tilki yüzüne benzemişti o gülüşle, bu ikisinin de tabiri değildi bu arada, yazarın düşüncesi böyleydi.
Orhan yalnızca kızın kokusu ve yakınlığı yüzünden söylediği şeye pişman olmuş gibi oldu. Oldu mu olmadı mı emin olamadı. Arkadaş olsalar sık sık bu yakınlıkta olurlardı çünkü.
Hülya yıllarca romantik ve klişe aşk romanlarından okuduğu üzere Orhan'la gerçeğe uygun değilse de o harika kitaplara yaraşır bir tanışma yaşadığı için arkadaş olsalar işler nereye gider bunu düşünmüştü.
Toplantının sonuna doğru apartman yöneticisi Orhan ve Hülya'nın bir sıkıntı olması durumunda haberleşebilmesi için numaralarını birbirlerine verebileceklerini söylemişti. Sonra altlı üstlüydüler, daire olarak yani.
Orhan kıza telefonunu uzatıp numarasını girdirtmişti. Artık Hülya'nın son aramalarında ÜstKat O. diye biri vardı.
İkisi de birbirlerine bir telefon kadar uzak olduklarını düşündükleri için önce hangisi iletişime geçmek zorunda kalacak merak ediyorlardı.
Ne Hülya ne de Orhan toplantıdan bir halt anlamayarak evlerine döndüklerinde Orhan kızın sesini duymamak için kurduğu oyun konsoluyla eve taşındığından beri ilk kez oynamıştı.
Hülya'yı da Orhan'ı da toplantıda rahatsız eden bir şey vardı ki görevli bulana kadar apartmanın merdivenlerini her hafta bir daire sakini silecekti. İlk kurban da Hülya'ydı.
Hülya bağırarak ben senin kulun muyum, beni sen mi yarattın diye bir Müslüm şarkısı tutturduğu için mahallenin en uzak bakkalı Rüstem bile sesini duyuyordu ne yazık ki.
Hülya yine mutfakta ne yapıyordu da kendini bu kadar kaptırmıştı diye merak edilecek olursa kendisi kek yapıyordu. Kakaolu ve limonlu bir kek. Yiyeceğinden değildi, evin limonlu kek kokmasını seviyordu yalnızca.
Orhan hem kızın sesine hem de yaptığı kekin muazzam kokusuna maruz kalarak can veren ilk kişi olmaktan belli bir miktar korktuğu için kendisini evden sürükleyerek arabasına atmıştı ki Hülya'nın geçen gece kedisinin mama kavanozunu arka koltukta unuttuğunu görmüştü.
Kapısının önüne bırakıp ziline de basarsa kız kapıyı açana kadar arabasına geri dönüp kaçacak kadar atik bir adamdı ama o kadar korkar değildi işte. Hem niye korkacaktı Allah aşkına, insanların arasında parlayan, kokusu iç gıdıklayan, sesini ısrarla kötü kullansa da Orhan'ın şarkı kültürünü genişletecek kadar abuk subuk şarkılar söyleyen, biraz da balık etliye meyilli fıstık gibi kızdan mı korkacaktı.
"Tövbeler olsun," diyordu ikisi de farklı yerlerde ve farklı şeylere. Orhan kendi düşüncelerinin yoldan çıkacak gibi olmasına tövbe ederken Hülya kabaran kekine tahrik olup ona sarılmak istediği için ediyordu.
"Ay Esmeralda kes artık sormayı ya. Yangın çıktı, adam beni kurtardı, kahve ısmarladı sonra da senin gibi cazgırla arkadaş olamam dedi. Öyle de bitti konu işte." Hülya en yakın arkadaşı Müzeyyen'e markete gitse omzuna çarpan teyzeleri bile anlatan bir tip olduğu için tabii ki arkadaşı ona ee neler yaptın bakalım tarzı bir soruyla gelince tabii ki Orhan'ı da anlatmıştı.
Görüntülü konuşurken sürekli donan Müzeyyen yine dolduğu için tepkisinden aksaklıklar yaşanmıştı, Hülya o sırada kekini dilimliyordu kokusu eve iyice dağılsın diye.
"Ne?" Müzeyyen'in uzaktan gelen sesi Hülya'nın kulaklarını çınlattı. "Sana cazgır mı dedi o göt oğlanı?"
Hülya arkadaşlarına karşı abartı tavırları inanılmaz sevdiği için anlattığı şeylerde büyük tepkiler almak için böyle birkaç şeyi de bin katarak söylerdi. Bir de arkadaşlarının isimlerini unutup hepsine kendisine ait olan dışında isimler söylediği için işi iyice salmış ve aklına gelen her ismi sıralar olmuştu.
"Sus be Ayten. Bana kim cazgır diyebilir Allah aşkına, yol ver şaşkına."
"Ne diyorsun yine Allah'ın şizofreni, doğru düzgün anlat adama sulanayım mı yoksa bir kaşık suda boğayım mı karar veremiyorum."
Hülya arkadaşı Orhan'a sulansın istemedi tabii ama kendi de sulanmıyordu. İlişkilerle ilgili defteri öyle bir kapatmıştı ki cüssesi geniş hoş bir adam gördü diye yelkenleri indirecek değildi.
Orhan kızın evine giden merdivenleri giyotinin kurulduğu alana yürür gibi tırmandığı esnada Hülya'nın kendisi hakkında "Of Müze, şam şeytanı gibi bir şey adam. Sulanmalık bir durum yok," dediğini bittabi duymadı.
Kapağı kapalı olmasına rağmen çürük balık gibi kokan mama kavanozunu diğer eline alıp bir cesaret kızın kapısını çaldı.
İki günde kızı iki ayda gördüğünden daha fazla görmüştü.
Hülya elindeki bıçağı bırakmayı akıl edemeyip bu saatte gelenin iyi bir nedenden gelmiş olamayacağı korkusuyla kapıya koştu. Müzeyyen hala Orhan hakkında sorular soruyordu ve kız kapıyı açtığında da "Kimmiş, şam şeytanı Osman mı?" diye bağırıyor ve Hülya'nın telefonundaki hoparlörleri sızlatıyordu.
Orhan, içeriden gelen sesi duyduğunda bozuldu. Kendisi Osman olmadığına göre ve Osman'dan da şam şeytanı diye bahsedildiğine göre Hülya'nın eski sevgilisidir diye düşünmüştü. Nereden bilebilirdi Müzeyyen'in isim hafızası interneti kadar kötü olduğu için Osman derken Orhan demek istediğini.
Hülya gecenin bilmem kaçında yani on birinde kapısını çalan arzu nesnesi gibi görünen devle karşılaşınca elindeki bıçak ayağının ucuna düştü.
E Hülya biraz ağzı bozuk olduğu için verdiği ilk tepki de "Ananı..." diye başlamıştı tabii.
"Estağfurullah asıl ben sizin ananızı," dedi Orhan çirkef ve huysuz suratıyla. Tabii Hülya da böyle bir suratla karşısında dikilen adamın kafasından geçenleri bilemeyeceğinden "Ne vardı?" dedi ağzında hayali bir sakızı çirkin çirkin çiğner gibi yapıp.
"Kedinin maması."
Orhan kavanozu alan kıza bakmayıp içeri doğru hafiften süzülüp kızın ayağının dibine düşen bıçağı aldı. Kızın bacağına kuş gibi değen elinin tersi yüzünden hem kız titredi hem kendisi.
"Arabada kalmış herhalde değil mi? Ben de nerede kaybettim diye düşünüyordum."
Hülya adamın elinden kendine uzanan bıçağın kabzasını da tutup alırken Orhan içeriden gelen sıcak ve yoğun kekin kokusu yüzünden iyice huysuzlaşmıştı. En son ne zaman böyle bir kokuyu kendi evinde duydu bilmiyordu.
"Evet," dedi sadece Hülya'ya. Tam iyi akşamlar dileğiyle çekip gidecekti ki Hülya hızla "Bir dakika bekle," diyip mutfağa koşmuştu.
Müzeyyen ekrana giren Hülya'yı görünce gevşek ağzı iyice gevşeyip konuşmaya başlayınca Hülya hemen telefonu kapatıp bir tabağa kek koymuştu.
Saniyeler sonra Orhan kendisine uzatılan kek tabağını görünce kokusu kadar güzel görünen kek yüzünden tükürük bezlerinin iki kat daha fazla çalıştığını fark edip yutkundu.
"Annem yaptı da ikram edeyim," dedi Hülya en kibar haliyle.
Orhan'sa kız sanki ona tokat atmış gibi geriye sıçarken "Kek sevmem," diyerek gitmeye kalkmıştı.
Hülya ağzı birkaç santim açık kalmışsa da adamın sırtını izlerken gayriihtiyari bir soru sormuştu. "Ne seversin peki pardon?" Sorusunun sonunu da sessizce zıkkım mı diye getirmişti tabii.
Orhan kızdan kurtulmak için "Börek," diyip kendisini yollara attı.
Gariptir ki ertesi gün Hülya da tam Orhan'ın o güzel ağzına layık bir börek yapmıştı. Ya da annesi.
|
0% |