Yeni Üyelik
7.
Bölüm

"Jünior Orhan Sahnelerde"

@almelia

Hülya rüyasında Orhan'ın askere gideceğini görüyordu, adam zaten askerdi ama bu görev değildi, altı aylık askerliklerdendi. Rüyaydı işte kız ne yapsın? Bir de rüyada Orhan'la evliydi, küçük bir kızı vardı yan odada uyuyan. Son gecesiydi kocasıyla geçen ve kız "Gitmesen olmaz mı Orhan?" diyordu kocasına.

 

Orhan dönüp Hülya'ya baktığında gözlerini hala kapalı gördü kızın. Belli ki rüya görüyordu. Yahu bir insan rüyada da cilve yapar mıydı? Bir dakika, rüyada bile cilvesini Orhan'a mı yapıyordu?

 

Orhan ellerini sinsi sinsi ovarak çıktı odadan çünkü bu iş kesin olacaktı.

 

Orhan içerideki koltuğa uzandı ama saatlerce uyuyamadı, Hülya da tuvaleti gelene kadar gayet iyi uyuyordu.

 

Hülya ve Orhan'ın odaları da altlı üstlü olduğu için kız uyku sersemliğinden kendi evinde olduğunu sandı, kendi tuvaletine gitti sandı. Sonunda yüzünü yıkayıp ağrıyan başı şişmiş mi diye aynaya bakınca kendi banyosunda olmadığını anlamıştı.

 

Her şey bir bir zihninin havalarından inip yerine yerleşti.

 

Orhan'ın evinde olduğu için telaşlanmadı, odasına geçip eşyaları orada mı diye baktı, yalnızca ayakkabıları oradaydı ve onları parmaklarına takıp odadan çıktı.

 

Orhan, Hülya'nın kalktığını duymuştu. Kalkıp koltuğa oturdu, kız gelip Orhan'ı görmek isteyecek gibi hissediyordu çünkü. Yaklaşan adımların sesini duydu.

 

Hülya tam kapıya kadar geldi ve aslında dönüp bakmadan evden çıkacaktı ama anahtarı olmadığı için gözü Orhan'ı aradı.

 

"Yatağa dön Hülya, sabah dönersin eve."

 

Ayakkabılarını kapının kenarına bırakıp adama doğru yürüdü Hülya. Hiç beklemeden adamın yanına oturdu, Orhan da hemen yanına oturan kıza döndü. Oda karanlıktı ama birbirlerine ışıl ışıl bakan gözleri birbirlerini görebilecekleri kadar aydınlık veriyordu.

 

"Beni kucağında mı taşıdın eve?" diye saçma sapan bir soru sordu Hülya çünkü ona çok tatlı gelmişti bu.

 

"Hoşuna gittiyse daha sık yaparım." Hülya güldü. Orhan tatlı bir adamdı ve onunla olmak çok farklı hissettiriyordu. Fakat bu gece sondu, bu hisler bir daha uyanmayacaktı.

 

"Daha sık yaparsan sana aşık olurum o yüzden bir daha yapma." Hülya komik olur sanmıştı ama cümleyi kurar kurmaz pişman oldu.

 

"Keşke olsan Hülya."

 

"Bunu istemiyorsun Orhan. Seninle konuştuk, kadınlar hakkında pek sevecen görüşlerin olmadığını biliyorum, hatta elde etmek için erkeklerin kadınlara yalan söylemek zorunda kaldığını da sen söylemiştin. Bu kadar şey söyledikten sonra benimle alay etme lütfen. Evet belki arkadaş olmamızı istemedin ama ben istiyorum, arkadaş olalım ve bir daha arkadaşlığa uymayacak bir şey yapmayalım."

 

Hülya gerçekten de orta noktayı bulmak için direniyordu çünkü adamla muhabbetini hemen kesmesi zordu, en azından selamlaşabilen ya da şakalalabilen arkadaşlar olsalar her şey daha kolay olurdu.

 

"Hepsini unut Hülya," dedi Orhan güçlü bir sesle. "Arkadaşın olmak istemiyorum, benim ol istiyorum. Senin olmak istiyorum."

 

Kızın kafası sahiden karışmıştı, hayatının en uzun gecesini yaşıyordu resmen.

 

"Orhan ilişkilerden nefret ediyorsun."

 

Orhan kızın yanağını kavrayıp ona yaklaştı. Hülya adamın sıcaklığıyla yandı, üzerindeki ince elbise bile ona fazla gelmeye başlamıştı sıcaklık yüzünden. Adam ona dokunduğu gibi konudan alakasız hatta arkadaşlık iddiasını çürütmek için meme uçları adama doğru sivrilmişti.

 

"Senden etmiyorum ama ışığım." Gece o kadar sessizdi ki Orhan kızın güm güm atan kalbinin sesini duyabiliyordu. Avcuyla, heyecanlı kalbi sakinleştirmek istedi ve elini kızın göğsüne götürdü. Fakat bu kez kendi kalbi de göğüsünü aynı şiddetle yumruklamaya başladı çünkü kızın elbisenin kumaşını iten meme ucu tam avcunun ortasına batıyordu.

 

Kız elini adamınkinin üstüne bastırdı Orhan titrek bir nefes alınca.

 

"Ben ediyorum ama Orhan. İlişki düşünmüyorum, hayatımda birine yer yok benim."

 

"Hülya," dedi Orhan kızın göğsünü sıkıp kızı belinden kendine çekerken. "Hiçbir mantıklı dayanak olmadan aramızdaki bu şeyi heba mı edelim?"

 

Hülya adamın onu sarması yüzünden tamamen alıklaşmıştı. Tek düşündüğü adamın sıcaklığında erimekti, Orhan ne derse doğru derdi daha fazla adama karşı çıkamayacaktı en azından şu an.

 

"Beni istiyor musun?"

 

"İstiyorum Hülya." Orhan kızın saçlarını tutup başını geri çekene kadar sıktı, acı uyandıran değil iç ürperten cinsten bir sıkıştı.

 

"Beni ne kadar istediğini göster Orhan, fikrimi değiştirmek için buna ihtiyacım var." Hülya bunu cinsel bir anlamda söylememişti ama sesi ve kendisini adama bastırışı yüzünden öyle anlaşılıyordu.

 

Orhan kızın cümlesi biter bitmez dudaklarını birleştirdi. Günlerdir hatta aylardır bastırmaya çalıştığı çekim bir anda serbest kalınca ikisini de dev bir okyanus dalgası gibi çarptı. Öyle ki Orhan kızın dudaklarını emerken kız acı ve zevk arasında sıkışıp kalmış, adamın hoyratlığından korksa mı yoksa o sertlikte eriyip gitse mi karar bile verememişti.

 

Hülya, Orhan'ın baskınlığıyla kesilen nefesini geri kazanmak için adamın dudaklarını ısırdı, fakat Orhan bunun geri çekilmesi için değil de ileri gitmesi için bir işaret olduğunu sanarak kızı tek hamlede kucağına çekip sert ereksiyonunu bastırdı kızın bacakları arasına.

 

Elbisenin ince askıları omuzlarından düşmüş, dekoltesi iyice açılıp adamın göz hizasına kadar girmişti. Orhan neredeyse koklayarak kızın dudaklarından çenesine, boynuna, göğüslerine öpücükler yığarak sonunda meme uçlarından birine vardı. Dolgun etin ortasında çakıl taşı kadar sert kabarıklığın etrafında dilini bir kez döndürmesi Hülya'nın vücudunda kalan tüm kas gücünü çekip almıştı sanki. Yapabildiği tek şey inlemekti ve kız boğuk inleyişle alnını adamın saçlarına bastırdığında Orhan'ın saygı değer jünioru dizginlerinden kurtulmaya çalışır gibi seğirdi. Orhan morarmış hayalarla gezdiği günlerin acısını çıkarmak için kızın kalçalarını sertçe aletine bastırdı, kızı kucağına sürttü ve erkeksi inlemesi boğazında çınlarken şortunun ince kumaşını yırtıp atmak, bir an evvel kızın derinliklerine yerleşip konuşlanmak istedi.

 

Hadi, diye yalvarıyordu jünior Orhan. Göz yaşı döküyordu, Hülya'yı istiyordu. Orhan artık ona kötü davranamıyordu, adam haklıydı, Hülya'yı istemeyecek de kimi isteyecekti sonuçta.

 

Elini kızın bacakları arasına sokup kızın çamaşırını kenara ittiğinde anladı Hülya'nın da kendisiyle aynı durumda olduğunu. Sırılsıklam olmuştu, adamın hafif dokunuşuna karşı kendini o parmaklara itip kendi işini görmeye çalışıyordu.

 

"Orhan oynamayı kes, ya işini bitir ya da kendim halledeceğim," diye konuşurken sesi kalınlaşmış, cümleler çaresiz ve öfkeli hırıltılar halinde dökülmüştü.

 

Orhan'ın akıl kırıntıları Hülya'yı bu kadar savunmasız bırakabilmiş olmaktan dolayı sevinçle taklalar atarken adam boğuk bir kıkırtı ile başını geri atıp kızın karanlıkta bile kızarmış ve terle nemlenmiş güzel yüzüne baktı.

 

"Hallettiğini görmek istiyorum."

 

Orhan jünior Orhan'a attığı kazık için bu kez iyi bir ceza alacağına emindi fakat Hülya'yı kendi kendine boşalırken görmenin kutsallığı ağır bastığı için iki kalın parmağını genç kadının ıslak katmanları arasına itti ve öylece durup kızı bekledi.

 

Hülya öyle huysuzca kıvranıyordu ki zevkten çok öfke hissediyor, Orhan'ı paramparça etmek istiyordu. İçindeki parmakların üzerinde yükselip akçaldı bir süre, Orhan'ın yoğunluğu öyle boğucuydu ki kız bir an ağlayarak aletini içine sokması için yalvarmayı düşündü. Fakat adamın darmadağın saçları, arzu ile kısılmış parlak gözleri Hülya'ya öyle devasa bir hayranlıkla bakıyordu ki kız bir an Orhan'ın bu geceki garip ısrarına kanacaktı. Kimse Hülya'ya daha evvel böyle ölüp biter gibi bakmamıştı, açıkçası kimsenin daha önce kimseye böyle baktığını da düşünemiyordu. Orhan kendini Hülya'da kaybetmiş gibi görünüyordu. Bu durumdan cesaret buldu Hülya, yeteri kadar özgür davranmıyormuş gibi daha da artırdı dozajı.

 

Omuzlarındaki askılardan ağır ağır çıkan kız Orhan'a öyle edepsiz, derin, tutkuyla bakıyordu ki adam toy bir ergen gibi gözlerini kırpıştırdı. Hülya'nın dudakları tehlikeli bir biçimde tebessüme kıvrıldı. Orhan nefesinin kesildiğini hissetti fakat henüz bunun hiçbir şey olduğundan habersizdi. Hülya'nın elbisesi göbeğine kadar düştü. Kızın göğsü, omuzları, boynu tamamen çıplakken ince gövdenin eşsiz zarafeti, şeytani seksiliği Orhan'ı göğsüne bir balyoz inmiş gibi sarstı. Otomatik bir şekilde elini memelerden birini kavramak için kaldırsa da Hülya eli ittirerek açıkta kalan meme ucunu kavrayıp Orhan'a tam anlamıyla kafayı yedirtti.

 

Hülya iki eliyle memelerini kavrayıp uçlarını parmakları arasında döndürürken içindeki parmakların kıvrıldığını, o iki parmağın adamın aleti kadar taşlaştığını hissedebiliyordu. Orhan'ın güzel, dolgun dudakları aralanmış, nefesleri sıklaşmış halde kızın kucağında zıplayışını izliyordu.

 

Orhan yanlış bir karar verdiğini düşündü, Hülya'nın kendi işini görmesi öyle kolay atlatılacak bir şey değildi ve kızın içine bir kez bile giremeden, sadece izleyerek boşalacağından emin olduğu için utanç duyuyordu.

 

"Hülya," diye hırlarken sesi sandığı kadar çaresiz çıkmadı, ardından sert bir emir gelecek gibi tehditvari çıkmıştı daha çok. "Sen parmaklarıma boşalırken ben çamaşırımın içine boşalırsam bunun için bir ceza alırsın."

 

Kız bu sesin böyle kullanabileceğine şaşırsa da zevk aklını bulandırdığı için parmaklar üzerinde zıplamaya devam ederken "Dokun kendine," diye yalvardı hiç düşünmeden.

 

Açıkçası Orhan'ın da düşünmek için sağlam beyin hücresi kalmamıştı, itaat gerekiyorsa derhal ederdi.

 

Kendisini koltuktan birkaç santim kaldırıp şortuyla beraber baksırını kalçalarından sıyırdığında tepesi zevk suyuyla parlayan aleti özgürlüğe kavuşarak seğirdi. Tam olarak istediği şekilde değilse de jünior Orhan sonunda sahnelerdeydi. Naralar, sevinç haykırışlarıyla taarruza geçmek istiyordu, Hülya kalelerini düşürmek, kızı fethetmek istiyordu.

 

Orhan yalnız bir kez uzunluğunu sıvazladıktan sonra "Boşalt beni," diye emretti son kez. Bundan sonra yalnızca biçare haliyle yalvarabilirdi kıza.

 

Hülya bu istekle titredi, adama dokunacak olma heyecanı ile kasılınca bir an boşalacak gibi oldu ama hemen ürkek parmakları adamın geniş uzunluğuna sardı. Orhan'dan öyle edepsiz bir ahlama çıktı ki Hülya bu adamla evlenme fikrinin o kadar da korkutucu olmayacağına karar vermişti bile. Bu sesi daha fazla duyma isteği esasında bir ihtiyaca dönüştü ve parmakların iyice sıkarak adamı sıvazlamaya, daha hızlı olmaya çalıştı. Adamı memnun etmeye çalışmaya öyle odaklandı ki içinde kıvrılan parmakları, klitorisine bastırılan baş parmağı hissettiğinde kendisini kaldırıp yeniden parmakların üzerinde kaydı.

 

Orhan zevkten dengesini kaybetmiş olan kızın ritmi kaçırdığını, yalnızca Orhan'ı tatmin etmeye çalışırken kendiyle ilgilenemediğini anladığında kızın memesini kavrayıp yüzüne yaklaştırdı ve ağzını koca memenin üzerine kapattığında kız adamın aletini kopacak kadar sert biçimde sıktı.

 

"Daha sonra da lazım olacak Hülyam," dedi kızın göğsüne doğru. "Sert sevdiğim doğru ama aletim olmadan bunu yapamam."

 

Hülya bir an boş boş bekledi sonra donup kalan elinin mengene gibi sardığı alete bakınca "Ay pardon," diyiverdi yolda birinin omzuna çarpmış gibi. Adam diliyle ıslattığı meme ucuna doğru kıkırdadığında erkeksi ses, burundan dökülerek memesine çarpan nefes Hülya'yı yeniden kendinden geçirdi.

 

"Daha fazla dayanamayacağım ben Orhan."

 

Ağlar gibi çıkan ses ve sözler Orhan'ın göğsündeki gorili harekete geçirmişti, yüreği gorildi ve içeriden göğsünü yumruklamaya başlamıştı. Meme ucunu ısırıp kızın zevk çığlıyla iki büklüm oluşuna aldırmadan "Daha fazla dayanırsan benim jünior surete bürünüp beni ringe yuvarlayacak Hülya," dedi bir mafya babasının tespit ettiği casusu tehdit ettiği havayla. Aralarındaki cinsel yoğunluk ikisinden de büyüktü o yüzden ikisi de ilkelleşip mağaralı gibi davrandıklarının farkında bile değildi.

 

Orhan kalçalarını kızın eline doğru kaldırıp indirebilmek için geri yaslandı, Hülya'nın bir eli meme ucunda Orhan'ınkine yakın bir etki yaratabilmek için çırpınırken derisi kızın ıslaklığıyla buruşmuş olan iki parmağın üzerinde zıplayıp duruyordu bir yandan da.

 

"O kadar güzelsin ki."

 

Orhan büyülenmişti, konuştuğunun dahi farkında değildi.

 

"Sen de," diyebildi kız bir solukta.

 

"Elime boşal bebeğim," diye hırlayıp parmaklarıyla kızın iç duvarını okşadıktan sonra baş parmağıyla klitoris üzerinde daireler çizmeye girişti. "Şimdi."

 

Ve kız dağıldı, öyle şiddetli sarsıldı, öyle katlanılmaz biçimde hassaslaştı ki öz suyu adamın dizlerine, parmaklarına damlarken o parmaklardan kaçmaya çalıştı. Fakat Orhan kızı sertçe tutarken parmaklarına nabız gibi sarılan duvarların arasında bir süre daha girip çıkmayı sürdürdü. Kızın gözlerinden yaşlar süzüldü, kız daha önce kendi parmaklarına boşalmıştı, başka bir erkekle de birlikte olmuştu fakat bu kadar edepsiz, müstehcen hissettirenine denk gelmemişti hiç. Bu yoğunluk kronik bir hale gelirse hiçbir irade uzun süre dayanamazdı buna. Hülya gözlerinin arkasında patlayan beyaz havaifişeklere rağmen az evvel Orhan ile evlenmenin kötü bir fikir olmadığına karar vermiş oluşunu kınadı. Yalnızca parmakları bile zevkten göz yaşı dökmesine neden olan adamla evlenip ömrünü geçirmesi mümkün olamazdı. Bu zevk işkencesi olurdu ve kızı her türlü vaktinden evvel öldürürdü.

 

Orhan kucağında dağılan fakat aletini hala bırakmasa da sıvazlamayı bırakan elin parmaklarını çözmeye çalıştı. Jünior Orhan'ın göz yaşları zevk suyu halinde dışarı aksa da Orhan dağılmış Hülya'yı kendisine muamele çeksin diye zorlamayacaktı.

 

Hay sikeyim, dedi jünior. Bunu iki anlamda anlamak da yerine olurdu. İsyanını dindiren Hülya'nın yeniden gövdesini okşamaya başlaması oldu. Hele de kız çatlamış, boğuklaşmış sesiyle "Seninle ilgilenmek istiyorum," diyince jünior kabardı, yumruklar onun göğsünü dövmeye başladı, bu kez sevinçten göz yaşı döktü.

 

Orhan'ın aleti Hülya'nın avcunda nabız gibi atarken genç kadın bu büyük organa jünior diye hitap edilmesine inanamadı bir an. Bu haliyle esas Orhan jünior görünüyordu. Orhan işkence görmüş tükenmiş bir adam gibi başını koltuğa dayayıp kısık gözlerle gür kirpikler arasından kızı izlerken sert gövdesinin ne kadar kasıldığını kız hemen anladı. Sabrı tükenmek üzere gibiydi. Orhan kalçasını kaldırıp kızın parmaklarının arasına süzülüp geri çekildi, bu birkaç kez sürdü ve Hülya elini çektiğinde adam bir kurttu sanki, avcının okuyla gürleyen bir kurt gibi gürledi.

 

"Hülya öldür beni!" Orhan o yol üzereydi, tam orgazmın kıyısını tırmanmışken kız geri çekilmişti. Gaddar kadın, diye düşündü hemen jünior. Fakat Hülya bacaklarının arasındaki sırılsıklam organın üzerinde dolaştırdığı elini kendi sıvısıyla ıslanmış bir biçimde Orhan'ın aletini kavramak için hareket ettirdiğinde o his Orhan'ın gözlerini kapatacak kadar hiddetliydi.

 

"Öldürmekten daha iyi bir planım var," dedi Hülya edepsiz bir sesle. Orhan da buna göğsünü sarsan bir gürleme ile karşılık verdi. Satenimsi ten ıslak parmaklar arasında kolayca kayarken sık sık seğiriyor, kabarmış damarlar kızın avcunu gıdıklıyordu.

 

"Hülya," diye böğürdü Orhan fakat daha çok jünior Orhan dile gelmiş gibiydi. "Ağzını aç!"

 

Kız karşı gelmeden, anlam aramadan ağzını açtı ve Orhan eliyle başının arkasına baskı yaparak yüzünü eğmesini sağladı. Orhan kızın elinin üzerine parmaklarını sarıp hem hızı hem baskıyı artırdıktan birkaç saniye sonra bir patlama gibi boşaldı. Adam korkutucu şekilde odanın duvarlarını çınlatarak inlerken spermler kızın dudaklarına, göğsüne, çenesine, boynuna, diline saçılıyordu. Adamın orgazmı öyle uzun sürmüştü ki Hülya Orhan'ın yıkılışına mest oldu. Onu alıp saklamak istedi, bir sex oyuncağı olarak değil tabii ki yanlış anlaşılmasın...

 

Sonunda sıvılar azalarak fışkırma işini noktaladı ve Orhan güçlü soluklarla kucağındaki kızı bile sarsarken kızın çenesini nazikçe kaldırıp yüzüne bakmasını sağladı.

 

"Ağzına gelenleri yut," diye emretti soluk soluğa. Çenesinde denk gelen sıvıyı baş parmağı ile sıyırıp kızın dudaklarından içeri tıktıktan sonra kız itaatle ağzının içindeki parmağı emdi ve diline yayılan tatlı-tuzlu meniyi yuttu.

 

"Bir gün benimle evleneceksin." Orhan bu cümleyi bir inleyişin ardından sert bir biçimde attı ortaya. Hülya ile evlenmek, onunla aile kurmak, ömrünü onunla geçirmekten başka bir şey düşünemiyordu. Kız cevap vermediğinde onu zorlamadı, nazikçe kendine çekip göğsüne bastırdı ve kızın solukları horlar gibi hırıltıya dönüşene dek saçlarını okşadı. Müstakbel karısı ile uyuduğu ilk geceydi bu, aslında karısının uyuduğu kendisinin kırk tilki ile planlar kurduğu bir geceydi ama ilkin günahı olmazdı. Hülya'nın vahşi tabiatına az buçuk hakimdi adam, kız bugünden sonra ya tam teslim olacaktı ya da kaçıp saldırganlaşacaktı.

 

Eh, hem jünior Orhan hem de bizim Orhan ilkini tercih ederdi ama ikincisi de onları korkutup kaçıramazdı. Saatler süren kararlılığın ardından güneş gökte yükselip gecenin rengini kırmaya başlamıştı ki güzeller güzeli Hülya "Oy, anam anam anam, aman belim belim, koptu koptu," gibi nidalarla doğrulmaya çalıştığında Orhan gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıp dirayetli kaldı.

 

"Tutuldum, tutuldum," diyordu Hülya otomatik olarak. Adamın kucağında sızıp kalmış olmanın utancı yer bulamıyordu yüzeyde çünkü Hülya kaskatı kesilen kasların acısıyla güç bela adamın dizlerinden sürünerek koltuğa kaydı.

 

"Allah seni kahretmesin, bir örtü bile atmamışsın üstüme."

 

Orhan bunu tam olarak nasıl yapacağını anlayamadı bile. Üzerinde uyuyan birinin üstünü örtmek için ayağa kalksa uyuyan uyanırdı sonuçta.

 

"Hava otuz derece Hülya," diye tahmini bir sayı söyledi kız henüz utangaç davranmadığı için yersiz naziklikle onu ürkütmemek için.

 

"Uyuyanın üstüne kar yağar kör cahil, karda kışta kaldım tutuldum işte."

 

"Getireyim hemen bir örtü, uzan sen."

 

Orhan kalkmaya meyletti ama Hülya huysuzdu, uyumadan evvel olanlarla yüzleşmekten kaçıyordu, kaçsa da yakasını bir türlü bırakmıyorlardı o yüzden her şeyin müsebbibi olan adamı azıcık haşlamaya karar verdi.

 

"Arabadan çantamı getir, eve gideceğim ben. Burada kalıp heykele dönüşeceğime gider evimde battaniyeler, yorganlarla havale geçiririm daha iyi."

 

Ardından zor da olsa yerinden kalkıp üstünü başını toparlamaya başladı. Adamın gözlerine bakmaya cesareti yoktu.

 

"E hadi, çantam! Kapkaççı mısın nesin? Neden çantamı getirmedin ki. İçinde işe yarar bir şey çıkar sandıysan eğer bir tampon, bir gloss ve tam senlik olan allığım var şimdiden söyleyeyim."

 

Kapıya varıp yere bıraktığı topuklularını alan ama ayağına giymeyip kapıdan dışarı çıplak ayaklarla çıkan Hülya, Orhan'da hafiften bir ümitsizlik hissi doğurmuştu. Kız hala gözlerine bakmadığı için, saçma bir şaka yapıp uzun uzun gülmediği için, yalnızca huysuzluk yaparak utancını gizlemeye çalıştığı için Orhan kızı ateş hattında bırakmış gibi hissetti.

 

"Hülya," dedi ve her yanın sessizliğinden dolayı sesi koridorda yankılandı.

 

"Hadi!" diye çemkirerek ellerini çırpıyordu Hülya adam ayağa kalksın diye. Adam ağır ağır, kibirle ayağa kalkarken "Uysal kızım nerede?" diye soruyordu.

 

"Uysal kızını sikcem şimdi!" diye parladı Hülya. Orhan için bu edepsiz parlama, utanç huysuzluğundan iyiydi. O yüzden "O işi bana bırakırsan çok müteşekkir olurum," demekte bir sorun görmedi. Ama kız şimdi hem utanç huysuzu hem de patlamaya hazır bir bomba gibi Orhan'a tehlikeli bir sağ kroşe geçirmeye yeltenmişti.

 

Orhan verdiği kararın arkasında durarak kızı zorlamamayı seçti ve "Kapının önüne in, çantanı birazdan getireceğim," demekle yetindi.

 

Hülya sonunda evine girebildiğinde Orhan'a bir kez bile bakmamıştı. Duşunu alıp yatağına girdiğinde gözüne bir damla bile uyku girmemişti. Annesi nöbetten çıkıp eve geldiğinde Hülya tek kelime etmemişti. Çünkü bu mesele öyle basit bir mesele değildi. Orhan iyiydi, hoştu. Sahiden de öyleydi ama bu bir erkekle ömür geçirmek için yeterli değildi. Yeterli olsa annesi ve babası şimdi Türkiye'nin iki ucunda yaşayan birer yabancıya dönüşmüş olmazdı. İlişkiler Hülya'ya, ailesine, kızın çevresine göre değildi ve bunda cayılacak bir yan yoktu.

 

Sonuç olarak yatağından kalkıp hazırlandığında birkaç gün kayıplara karışmak gibi planları vardı.

 

"Öpüldün Şahrazat, bu saatten sonra tek başınasın."

 

Bu havalı son sözün ardından üç-beş araç değişikliği ile dedesinin köyüne ulaşmıştı. Ortalardan kaybolmanın havalı bir şey olduğunu sananlar ne kadar da yanılıyordu!

 

"Sana iş yaptıracağız diye ödün kopuyor değil mi?" diye sataştı Memoş'un annesi olan teyzesi. Demir divanda ayaklarını duvara dikip hasta numarası yapan kıza geldiğinden beri kimse bulaşmamıştı haliyle. Evin en değerli torunu öyle köy işi yaptırılacak cinsten değildi sonuçta.

 

"Beni göremezsin kadın, ben yokum."

 

Hülya bir süre yok olmak istiyordu fakat hala evinin balkonunda ses yoklayan bir Orhan vardı. Gittiğinden beri Hülya'nın sesini duymamış olan Orhan hava kararmaya başladığında kızı rahat mı bırakmalı yoksa varlığını hatırlatmalı mı karar veremiyordu. İki aydır bu kızın sesini duymadığı çok nadir gün olmuştu, bugün onun yüzünden bir gün daha eklenmişti.

 

Üstkat O.

 

İstek parça?

 

Hülya kilometrelerce uzaktayken eh! bir de dağın başında bir köydeyken bu ironik mesaja ulaşamamıştı. Fakat sanki hissetmiş gibi kirli taş merdivenlere çöküp "Ben niye evleneyim de ben niye evleneyim" minvalinde bir Karadeniz türküsü ile tarlalara dadanan yaban domuzlarının kulaklarını pasa büyüyordu.

 

"Ne olur sus," diye yalvardı Memoş. Memoş kuzenini severdi, aklı yettiğince sayardı da ama hareketli bir Karadeniz türküsünü arabeskleştirmeye saatler harcayan Hülya onu bile bezdirmişti.

 

"Ay! Ayı var arkanda!"

 

Hülya haykırışının tesir ettiğini ortadan kaybolan Memoş'un yokluğuyla göz göze gelince anladı ve ayı mayı olmayan kapının önünde ben niye evleneyim demeye devam etti.

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%