Yeni Üyelik
3.
Bölüm

"Kedi Kaçınca Kesişen Yollar"

@almelia

"Fes başıma, fes başıma püskülü ben olayım. Sabah pazara varayım..."

 

 

Şehrazat nöbet yorgunluğunu atamadan uyanıp Hülya'nın önüne koyduğu börekle limonataya bakarken biricik yavrusunun sesi yüzünden kusacak gibiydi. İki kızı vardı, ikisi de uzun süre üniversite denen uzaklarda olduğu için Şehrazat kendisini çok yalnız hissetmişti. Fakat üç aydır büyük kızı Hülya yüzünden yalnızlığın sağladığı o sessizliği itiraf etmese de özlüyordu.

 

 

 

Ne üzücü, ne kadar da yazıktı tüm bunlar. Şehrazat yalnızlık beraberinde sessizlik de getirir sanıyordu fakat hemen üst katındaki yapayalnız, biçare Orhan yalın haline rağmen gürültüden migren krizleri geçiriyordu.

 

 

 

"Hülya üstteki çocuğa da getir bir tabak. Doğru düzgün hoşgeldin diyemedik, teşekkür de edemedik. Hadi kızım git, azıcık sessizlikten ölmem annem git ne olur."

 

 

 

Hülya annesinin üsttekinin iyiliğinden çok kendi sefasını düşündüğünü fark etti ama içten içe kekini istemeyen Orhan'ın böreğini sevip sevmeyeceğini merak ediyordu.

 

 

 

Orhan duştan çıkarken altına geçirdiği şortla kendisini koltuğun üstüne atmış, alttan gelen sessizlikten şüphelenir olmuştu. Uzun süren sessizlik artık korkutmaya başlamıştı gencecik çocuğu.

 

 

 

Nereden bilsin ki korktuğu başına gelmek üzere yola çıkmıştı, hem de elinde bir tabak börekle.

 

 

 

Kapı çalınca Orhan, Bora geldi sanmıştı çünkü arkadaşını bekliyordu. Tatlı sürprizleri her insan hak ederdi tabii ki, Hülya da bu yüzden açılan kapının ardından neşeyle elindeki tabağı kaldırıp sallıyordu.

 

 

 

Orhan kendisini çıplak hissetti kızı görünce, tamam zaten altında bir şort dışında üstünde hiçbir şey yoktu ama Orhan'ın bahsettiği başka bir çıplaklıktı. Eli göğsüne gitti, kasla şişmiş memelerini kapattı nedense.

 

 

 

Hülya o kapatana kadar her şeyi görmüştü, görmediği kısımları da hayal gücü sağ olsun abartıyla tamamlamıştı zaten.

 

 

 

"Selam. Annem börek yapmış sana da getirmemi istedi. Hoşgeldin ve teşekkür böreği."

 

 

 

Hülya artık rol yapıyordu çünkü ya adam onu sırtını duvarlara çarpacak şekilde eve soksun istiyordu ya da elindeki tabağı alıp kapıyı yüzüne çarpsın.

 

 

 

"İçeri geç,"dedi Orhan emreder gibi. Hülya pek itaatkar bir tip olduğundan terliklerini ayağından savurarak içeri girdiğinde Orhan koşarak koridorun sonundaki odasına giriyordu. E hani kızın sırtı duvarlara çarpacaktı, elindeki tabak bile olduğu gibi duruyordu. Dış kapının hemen karşısında olan oturma odasına geçti aptal gibi dikilmemek için.

 

 

 

Orhan sanki yedi yaşındaymış da mahalleden arkadaşı onu çift kale maça çağırmış gibi bir heyecanla çekmecesindeki her şeyi iki eliyle yere savurup yerden kendine bir tişört seçmiş ve üstüne geçirmişti.

 

 

 

Kapıdan çıkıp kızın karşısına geçmeden önce derin bir nefes aldı yine çocuk gibi.

 

 

 

"Niye zahmet etmiş annen?" Kız biraz ürkerek döndü arkasındaki Orhan'a. Adama doğru baktığında "Ne zahmeti canım sana özel yapmadı ya biz de yiyoruz herhalde," dedi hiç istemese de. Kötü ruhlar kızı ele geçirdiği için böyle boş konuşuyordu.

 

 

 

Orhan omzunu kapıya yaslarken kaşları da çatılmıştı fakat kızın söylediğine değil söylediği şeyin mantıklı olmasına.

 

 

 

Hülya TV ünitesine konmuş çerçevedeki fotoğrafa baktı adamın gövdesine kafasını gömme isteğini bastırmak için.

 

 

 

Fotoğrafta yaşlı bir çift iki ayrı sandalyeye oturuyordu kucaklarında da sekiz-on yaş civarı bir erkek bir de kız çocuğu vardı.

 

 

 

"Jünior Orhan," dedi kız fotoğraftaki oğlan çocuğuna bakarak. Gülerse ayıp etmiş olur sandığı için dişlerini alt dudağına geçirmiş ve kıvrılmasını engellemeye çalışmıştı.

 

 

 

Orhan'ın duyduğu cümle ve gördüğü manzara biçare delikanlının tepesinden kaynar su dökülmüş gibi hissetmesine neden olmuştu. Kaynar su Orhan'ın yönetici rolündeki abisini de yakmaya başlayınca korkuyla kapıdan kaçınca şortunun altındaki şişkinliğe baktı.

 

 

 

"Hani be, nereden gördün sen onu?" Jr Orhan'a bakarak konuşsa da sorusu Hülya'ydı.

 

 

 

Hülya karşısında saçma sapan hareketler yapan adamın baktığı yere baktı, bahsettiği şey o malum yerse görmüştü evet.

 

 

 

"Mahrem yerlerine isim takman çok hoşmuş," dedi kız, çatallı sesi düzeltmek için sesli şekilde yutkundu. "Ben fotoğraftaki çocuktan bahsediyordum, sana benziyor."

 

 

 

Orhan bir anda parmaklarının ucunu kaşlarına bastırdı ve saç diplerine sürdüğü parmaklarını hızla çekip kızın elindeki tabağa uzanırken "Abimin oğlu," diyordu. Kız elleri bomboş kalınca e bu el boş mu kalacak der gibi oldu. Adam geniş bedeni ve heybetli cüssesini de alıp mutfağa giderken ellerim bak boş kaldı diye mırıldanmadan edemedi.

 

 

 

El mecbur adamın peşine takılıp mutfak kapısının kirişine yaslanınca Orhan da böreği kendi tabaklarından birine yerleştirip kızın tabağını yıkamaya geçmişti. Hülya'nın elleri kaşındı, boş kaldığından mıdır bilinmez tabii.

 

 

 

"Evin bizimkinin eşyasız hali gibi görünüyor."

 

 

 

Orhan hala alt kattaki deli komşusunun sesini kendi evinde duyuyor olduğuna inanmadığı için evde görmeye de normal tepki veremiyordu.

 

 

 

"Evimde eşya var," dedi kız hakaret etmiş gibi. Hülya, Orhan'ın huysuzluğundan hala eğlenebildiği için ikisi de hala şanslıydı.

 

 

 

Kız bir şey demeden mutfağın içine doğru ilerledi, farklı bir yer değildi, sanki kendi evinin mutfağındaymış gibi rahattı.

 

 

 

Orhan arkasındaki masadan kağıt havluyu almak için arkasını dönünce kıza çarpacak gibi ve elindeki tabağı düşürecek gibi olmuştu. Kalp çarpıntısı dışarıdan duyuluyor muydu, Orhan bunu düşünürken Hülya'yı kalçasının hemen üzerindeki bel boşluğundan nazikçe balkon tarafına itip önünden çekilmesini istiyor ve ona dokunmayı kesemeyeceğinden korkuyordu.

 

 

 

Orhan kızın, elinin altındaki yumuşak etinin kasıldığını fark edince keyiften dört köşe olmuştu. O, kızın tabağını kurularken Hülya boğazını temizleyerek "Ne yapıyorsun, ben makineye atardım zaten," demişti. Orhan huysuz bir adam olabilirdi ama Hülya da bazen öyle görünüyordu.

 

 

 

"Gelen tabak boş ve pis gönderilmez, annenin aile terbiyesi almadığımı düşünmesini istemem."

 

 

 

"Annem neden senin hakkında bir şey düşünsün canım?" Delinin zoruna bak der gibi bir sesti bu.

 

 

 

Orhan tezgahın altındaki ikinci çekmeceyi açıp bir yığın jelibondan birini seçmeye çalıştı tabağa koymak için. Kızın söylediği şeye kaş çatabilirdi ama anlamsızdı bu.

 

 

 

"Hangisini istiyorsun?" Hülya tezgaha yaslanmış o güçlü ele baktığı için adamın nereye baktığını görememiş ve kendine gelince adama yaklaşmıştı. Çekmecedeki envai çeşit jelibon yüzünden kızın gözlerinde şimşekler çaktı. Adamın damar döşeli elinden daha ilgi çekiciydi jelibonlar onun için.

 

 

 

O kadar hevesle iç çekti ki nefesi aralık dudaklardan hızla dökülünce Orhan nefesinin sıcaklığını göğsünde hissetti. Bir de jr Orhan, bizlik bir durum var mı diye ayaklanmıştı ama Orhan sakince kızı izlemeye devam etti.

 

 

 

"Jelibon!" dedi Hülya az önce Orhan'ın kendisine tişört ararken yaşadığı heyecanla.

 

 

 

"Bunu, bunu," diye başladı aç gözlü Hülya. "Üstünde ekşi ekşi şekerler olanlara bayılıyorum. Bir de," dedi ama Orhan ona öyle dikkatle bakıyordu ki sonunda Hülya da utanabildi.

 

 

 

Orhan hala kıza bakarken "Hangisi?" diye sordu ama sesi bakışları kadar keskin değildi, kızın aptal jelibon sevdası adamın boğazına kaçmış gibiydi sesi.

 

 

 

"Bir de bu, bunun da parlak yerleri güzel."

 

 

 

"Al bakalım," dedi Orhan abisinin kızına markette istediklerini alır gibi sesle. Jelibon denen halttan hoşlanmazdı. Sadece Hülya annesi işten gelirken sürekli jelibon alsın diye çığırdığı için neymiş bu meretin numarası diye birkaç çeşit almış hiçbirini de sevmemişti.

 

 

 

"Jeliboon," diyordu Hülya dişlerini iştahla birbirine bastırarak.

 

 

 

Hülya dokunduğu ve seçtiği jelibonları yüzsüzce kendi tabağına koyduğunda boynundan omurgasına bir sıcaklık yayılmıştı. Mutfak aynı mutfaktı ama sanki daha küçük gibiydi, adamın yanındaki varlığı her şeyi küçültmüştü. Böyle giderse kızın gururu da iyiden iyiye küçülecek ve adamla arasındaki mesafeyi kapatacaktı, özellikle de dudakları arasındaki uçsuz bucaksız mesafe kapanmaya açtı.

 

 

 

Aslında Hülya kolay kolay kızarıp bozarmazdı ama onun bir saniyede yüzünü sarıp sarmalayarak kızaracağı şeyler de olurdu tabii. Mesela annesinin alt kattaki sesi sanki evin içindeymiş gibi duvarlara çarparken ve "Bilmiyorum, börek versin diye yukarı yolladım daha gelmedi," diyen sesini duyunca kızarmıştı, muhtemelen telefonla konuşuyordu Şehrazat.

 

 

 

Kızın kızarması Orhan'dan önce jr Orhan'ı ilgilendirdiği için bizim Orhan kıza alık alık bakmaya devam etti.

 

 

 

Hülya sanki kızarıklık dudaklarından yayılıyormuş gibi dudaklarının etlerini koparmaya başlayıp Orhan'a baktı.

 

 

 

"Benim sesim de bu kadar duyulmuyor buradan değil mi?"

 

 

 

Sonunda Orhan, Hülya'yı ele geçirmiş ve iki ayın öcünü almaya hak kazanmış gibi hissedip içinde müthiş halde sırıttı. Fakat bir mesele vardı ki eğer kıza sesinin duyulduğunu söylerse kızın sesini bir daha duyamamak ihtimali onu hafiften rahatsız ediyordu.

 

 

 

Çok düşünmeden "Hayır," dedi. "Pek evde olmam evdeysem de diğer tarafta olurum uyumak için."

 

 

 

Kızın kızarıklığı sanki boyaymış da silinebilirmiş gibi usulca akmaya başlayınca maalesef annesi buna izin vermeye niyetli değil gibiydi.

 

 

 

"Ne bileyim ya, iyi hoş birine benziyor adam ama bizim kız yabani bir şey, adama cilve milve yapmıyordur, kesin canını sıkıp keyfini kaçırsın diye işkence ettiğinden geç kalmıştır."

 

 

 

Orhan dudaklarını ısırdı, dudağının sağ köşesi yukarı seğirecek gibiydi ama Hülya'nın ağlar gibi gözlerinin üzerine eğilen kaşları jr Orhan'a kahkaha attırdı.

 

 

 

"Anne," dedi Hülya, Orhan'ın gözlerinin içine bakarak duyduklarını silme çabasıyla.

 

 

 

Orhan kız utanmasın diye tepkisiz kaldı ama başı iki yana sallandı alay etmeye fırsat bulduğu için. "Annene benzediğimi sanmıyorum."

 

 

 

Kız elini tabağa koyup oradan kaçmak istediğinde bile Orhan çenesini kapatmıyordu. "Annen neden benim hakkımda bir şey düşünsün canım?"

 

 

 

Kız adamın kendisini taklit ettiğinin farkındaydı. Tabağını da alıp evden kaçmaya kalktığında Orhan arkasından "Börek için teşekkürler," diyordu. Kız dönüp baksa Orhan'ın sırıtan yüzünü görürdü o yüzden dönmedi.

 

 

 

Kapıyı açıp kendisini dışarı attığında tabağına sıkı sıkı sarıldı çünkü kapının önünde bekleyen adamın gövdesi kızın alnının çatısıyla buluşunca kız savrulmuştu.

 

 

 

Geçen günkü genç jandarmayı tanıdı kız.

 

 

 

"İyi misin?" Bora'nın sesi kızı sarsa da kız düşen jelibonlarını toplamak için eğildiği için adama bakmadı.

 

 

 

"İyiyim, iyiyim."

 

 

 

Bora yardım etmek için eğildiğinde kızın yüzünü anca görebilmişti.

 

 

 

"Seni almaya gelmiştim ben de," diye bir espri yaptı yerden aldığı pakedi kızın ellerine sıkıştırırken. Hülya kafasını kaldırıp baktığında üniforması yoksa da adamı tanıyıp güldü.

 

 

 

Arkasında kalan evde neler olup bittiğini unutup Bora'ya kahkaha atmıştı.

 

 

 

O kahkaha Bora'yı keyiflendirse de kapıyı kapatmak için gelen Orhan'ınkini tamamen silip atmıştı.

 

 

 

"Gelemem, ben suçsuzum."

 

 

 

"Tüm suçluların ilk lafı budur." Bora, Hülya'yı bileğinden tutup ayağa kaldırdığında Orhan bilmem kaç kiloluk çelik kapıyı arkadaşının kafasına geçirmek için sökmeye çalışıyordu.

 

 

 

"Menteşelerini sikeyim böyle kapının." Bunu sesli söylediğinin farkında değildi ama iyi ki sesli söylemişti.

 

 

 

Kapının önündekiler dönüp ona bakınca gülmeyi kesmişti.

 

 

 

"Senin hastalık ne oldu, karın hala affetmedi mi?" Arkadaşının sapasağlam bir bekar olduğunu biliyordu ama sonuçta Hülya bunu bilmiyordu.

 

 

 

Kız Bora'ya baktı geçmiş olsun demek için adam Orhan'ın dağ gibi görünen ve orada yaşamaya layık cüssesine şaşkınlıkla bakıyordu.

 

 

 

"Ne hastalığı?"

 

 

 

Orhan çıplak ayaklarını taşa basıp Bora'yı pis ayakkabılarıyla evin içine çekerken "Vardı ya, bel soğukluğu meselesi. Onu diyorum, ne oldu o iş," diyordu.

 

 

 

Bu cinsel hastalık yalanını nasıl uydurduğunu bilemese de Bora'yı Hülya'dan uzak tutacağına yeter diye düşünüyordu.

 

 

 

Bora "Şaka yapıyor, istersen içeri gel kahve içelim," diyordu hala.

 

 

 

Orhan kapıyı kızın şaşkın yüzüne kapatmadan önce "Ne şakası, kızdan mı utandın yoksa?" diye üsteliyordu.

 

 

 

Hülya saygısız Orhan'ı pek bir yerlerine takmadı, koşa koşa annesine gidip susmasını söylemesi lazımdı çünkü.

 

 

 

Eve balıklama dalınca annesinin eline koluna yapışıp "Anne, sakın mutfakta ya da balkonda o adam hakkında konuşma. Sesin adamın evinde yankılanıyor," diyordu ağlamak üzere halde.

 

 

 

"Sen nereden biliyorsun bunu Hülya, adamın evine mi girdin?"

 

 

 

"He girdim," dedi Hülya çirkefleşerek. "Davet etti girdim, teşekkür et, hoşgeldin de diyen sendin."

 

 

 

Şehrazat kızın elindeki tabağı görünce kızının çirkefliğine tepki vermedi.

 

 

 

"Ne tatlı çocuk bak boş göndermesin diye yıkamış şeker vermiş sana."

 

 

 

Hülya bu laftan hiç hoşlanmamıştı ama üst katta Bora'nın ağzını eliyle örtüp onları, kendisi hakkında bir şey diyecekler mi diye dinleyen Orhan çok hoşlanmıştı bu laftan.

 

 

 

"Çok tatlıysa helvasını yap yiyelim." Hülya üzerine geçirdiği gömleği çıkarıp askılı atletiyle kendisini balkondan gelen rüzgara vermişti. "Ben ne diyorum sen ne diyorsun anne."

 

 

 

"Adamı niye yiyorsun Hülya, tövbe tövbe ya."

 

 

 

Hülya'nın annesi iyi kadındı ama laf anlamaz dinlemezdi. Hülya annesine yalvarır gibi baktı, sussun diye.

 

 

 

Çok geçti, Orhan ve abisi Jr Orhan yenme lafını çoktan duymuş ve keyiflenmişti bile.

 

 

 

Bora'nın ağzı özgürlüğüne kavuşunca "Ulan psikopat, ulan sosyopat," diye anırmaya başlamıştı.

 

 

 

"Kızın yanında niye salak salak, yalan yanlış, saçma sapan konuşup beni rezil rüsva ediyorsun?"

 

 

 

Orhan ayaklarını balkon demirleri arasındaki betona yaslayıp rahatça oturuyordu.

 

 

 

"Niye rezil olasın, kızı bir daha görmeyeceksin." Buna sadece kendi inanıyordu çünkü Bora çoktan geçen gün kızın kapısına gittiğini, onun komik olduğunu falan anlatıp bir daha göreceğinden emin olduğu konularından bahsediyordu.

 

 

 

"Bok görürsün."

 

 

 

" Niye taşınıyorlar mı?"

 

 

 

"Yoo," dedi son gevşekliğiyle. "Sen bir daha görmeyeceksin."

 

 

 

Bora çoktan arkadaşının kıza abayı yaktığıyla ilgili zırvalara başlamıştı. Orhan'sa bu teori ve zırvalara sesini çıkarmadı, kabul ettiği için değil reddederse Bora açık yakalamış gibi sürekli aynı konudan üstüne geleceği için.

 

 

 

"Sapık gibi kız aşağıda ne diyor diye dinlemek için mi burada oturuyorsun?" Bora sırıtıp Orhan'ın kolay kaçan keyfini hepten yok etmek istiyordu.

 

 

 

Orhan'ın sessizliği Bora'nın çenesini açardı hep.

 

 

 

"Ey ahir zaman, ne zorsun sen. Bizim koca oğlan abayı yakmış ses bile çıkaramıyor."

 

 

 

Orhan kendi halinde takılırken iyiydi, rahattı fakat Bora'nın lafları, gizlemeye çalışsa da onu müthiş rahatsız etmişti.

 

 

 

O gece Orhan başını yastığa koyduğunda gün içinde hiç yorulmadığı için Hülya'ya karşı uçkuru düşük tavırlarını düşünerek uykusundan olmuştu.

 

 

 

Hülya'nın gecesi de pek farklı değildi. Adamın salak jelibonlar için bile davetkar bir şekilde al bakalım diyişi Hülya'nın gece senaryolarına yem olduğu için kız tövbeler ede ede kendisini tokatlıyordu.

 

 

 

Ne yazık ki Orhan da Hülya da davranışlarına çeki düzen verme kararıyla günü kapatmış ve yenisine başlamışlardı. Gün içinde epey de iyiydiler çıktıkları bu kararlı yolda ama olan yine olmuştu.

 

 

 

Hülya duştayken Şahika akşamın o vaktinde balkondan atlayıp bahçedeki otların tadına bakmaya gitmişti. Birinci kattan atladığı için zarar görmüş olması mümkün değildi ama pek çok farklı tehlike vardı dışarıda ve Hülya, Şahika'nın yokluğuyla yüzleştiği için gözleri yaş dolu halde hiç açılmayan giysi çekmecelerinde bile kedisini arayıp delirmişti.

 

 

 

Annesi nöbetteydi, ondan yardım isteyemezdi, en yakın arkadaşıyla arasında ilçeler boyu mesafe vardı. Çıkıp kedisini arayacaktı tabii ki fakat Hülya verdiği kararlardan cayıp Orhan'ın evine giden merdivenleri tırmanmıştı. Çünkü yardıma ihtiyacı vardı.

 

 

 

Orhan verdiği kararı uygularken pek zorlanmamıştı çünkü tüm gününü denizde yüzüp arkadaşlarını boğmaya çalışarak geçirdiği için Hülya'yla ilgili bir şey hiç düşünememişti.

 

 

 

Denizin tuzlu suyundan arınmak için duşa girip yine altında bir şortla çıktığında da yorgunluktan kimseyi düşünecek hali yoktu. Zaten birkaç gün sonra tatile gidecekti, o zaman Hülya'nın esamesi bile okunmazdı ona kalırsa.

 

 

 

Ne kadar da iradeliydi bizim Orhan. Tabii çalan kapının arkasında kızarık top bir burun ve yaşlı gözlerle Hülya'yı görene kadardı bu irade. Yüzü ağlamaktan ve ağlamayı kesmeye çalışmaktan benek benek olmuştu.

 

 

 

Hülya, Orhan'ın da nemli saçlarını ve göğsüne süzülen damlaları görünce kendisi gibi duştan çıktığını anlamıştı ama bu kez ince tüylerin örtmeye çalıştığı sağlam göğüs Hülya'yı etkileyemedi.

 

 

 

"Şahika kaçtı," diyordu annesine, elinden oyuncağını alan kardeşini şikayet eder gibi. Ve bunu söylerken Orhan sanki Orhan değilmiş gibi adamın kollarında ağlamaya gidiyordu ki Orhan da otomatik olarak kapının kulbunu tutmayan boştaki elini kız için açınca Hülya kendisine gelip sarsak bir adımla geri kaçtı.

 

 

 

"Tamam sakin ol," dedi Orhan kızın titrediğini saklamak için sürekli sallanan bedenine sarılmamak için.

 

 

 

Orhan malum Şahika'nın kızın kardeşi falan olduğunu sandığı için ne yapacağını düşünmeye başlamıştı.

 

 

 

"Ağlama tamam." Hülya bir anda donup Orhan'a baktı. Süpermen gövdesine sahip olduğu için onun süper güçlerine de sahip olabilir gibi gelmişti Orhan ona. Kedisini o süper güçlerle kurtarsın diye yalvarır gözlerle baktı.

 

 

 

"Ben arkadaşlara haber veririm şimdi. Kaç yaşındaydı, gideli yirmi dört saat oldu mu, ne zaman oldu anlat bana."

 

 

 

Orhan içinden inşallah reşit değildir de ekipler aramak için harekete bir an önce geçer diye düşünürken Hülya kollarını kendine sardı Orhan'a sarılmasınlar diye ve bu kez daha sağlam bir adım attı adama doğru. Orhan, bu kez kaçmasın diye bir elini kızın yanan koluna sardı.

 

 

 

"Kedim kaçtı."

 

 

 

Orhan karanlık evrenlerden çekilip alındı ve bilfiil Hülya'nın karşısına geçti rahat bir nefesle.

 

 

 

Kız Orhan'ın elinin vücuduna yaydığı sıcaklıktan kaçmak için eşikteki mermerden inip geriye doğru gitti.

 

 

 

"Bulmama yardım eder misin?" Hülya, Orhan'a gelmenin sanki pek de iyi bir fikir olmadığını düşünmeye başlamıştı fakat adamın ben ne alaka abla deme ihtimali yüzünden bu fikre kapıldı.

 

 

 

"Annem nöbette. Kendi başıma göremeyebilirim belki diye..." Ama cümlenin sonu gelmedi. Orhan sağolsun kızı ızdırabından kurtarmak niyetiyle "Bekle, hemen geliyorum," deyip üstüne doğru düzgün bir şeyler geçirmeye gitmişti.

 

 

 

Orhan çıkarken el fenerini de aldığı için Hülya sevinmişti çünkü kendisi telefonunu bırakın evin anahtarını bile almamıştı. Peki neden mi hiç stresli değil bu konuda? Tabii ki kendisini yangından çıkarmaya nasıl geldiyse evinin kapısını açmaya da aynı şekilde girecek olan Orhan'a güveniyordu. Bunu Orhan'a hemen söylemedi.

 

 

 

"Neredesin pire torbası?" Kediyi aramaya çıktıklarında Hülya, Orhan'ın daha kibar olacağını sanmıştı.

 

 

 

"Yok anneciğim öyle demek istemedi abi, sen gel bana hadi." Kız sanki uzay boşluğundaydı da sesi hiçlikte yankılanıyor gibiydi.

 

 

 

Arka bahçedeki bodur gül ağaçları arasında Şahika'yı aramaya başladıklarında Hülya'nın elleri çizile çizile şekil değiştirmişti. Bir yandan kedisinin yokluğuna bir taraftan da ellerinin acısına ağladığı için ağlayışları ve içli nefesleri ucube gibi görünmesine yol açıyordu.

 

 

 

Orhan, Hülya'nın ucube gibi göründüğünü düşünmüyordu çünkü kızın kendisinden yardım istemeye gelmesi, isterkenki yüzü onu allak bullak etmişti. Kediyi bulmak istiyordu çünkü Hülya ona minnet duysun istiyordu ama bir yanı pis pire torbası az daha oyalansın ki Hülya'yla daha fazla vakit geçirsin tarafındaydı.

 

 

 

"Kim kedisine Şahika ismini koyar ki. Babaanneme sesleniyor gibiyim." Orhan boş boğazını tutamadığına pişman olacaktı ki Hülya gülerek ona doğru yürüdü. Kolunun tersiyle yüzünü silerken sesi boğuk çıkmıştı.

 

 

 

"Aynen senin gibi düşünüyorum," derken gözünü örten kumaş yüzünden adımını attığı yerdeki boşluğu fark edemeyip sarsılmıştı. Orhan tabii ki kızın düşmesine izin vermeyeceği için kızı tuttuğunda Hülya teşekkür eder gibi adamın omzuna dokundu ve elinden kurtulurken "Aptal kardeşimin fikriydi," demişti.

 

 

 

Orhan bacaklarının hemen dibinde dizlerinin üzerine çöken Hülya'ya bakarken hipnoz olduğu için feneri kızın baktığı yere doğrultmak yerine kıza doğrultuyordu.

 

 

 

Hülya ışık tepesinden dökülüp etrafı daha da kararttığı için gözlerini kaldırıp yerinden oynamayan, sırık gibi dikilen adama baktı.

 

 

 

"Bana verir misin?"

 

 

 

Jr Orhan olay yerine hızlı bir giriş yaptı, ne vereyim abla, tam olarak ne istiyorsan açık açık söyle Hülya'm ne istersin, de bana diyordu başına buyruk dikelmesiyle.

 

 

 

Orhan'ın boğazına takılan hayvan adamın nefesini vahşi ve motorumsu hırıltıya dönüştürünce adam hemen yutkundu.

 

 

 

Bir yanı sus ulan kodumun jüniorı diye Orhan abisine saygısızlık ederken düzelmeyen nefeslerle de "Neyi?" diye soruyordu kıza.

 

 

 

Hülya, Orhan'ın garipleşen tavrını ışık yüzüne vurduğu için görmedi ama gayet iyi anladı. Elini fenere doğru uzatırken dengesi bozulunca ki tepesinde dikilen Orhan'ın da bunda çok etkisi vardı, adamın bacağına tutundu düşmemek için. Bacağının içine, jr Orhan'ın zincirlerini kırmak için yatırıldığı sağ taraftaki isyanın hemen yakınlarına doğru tutundu kız.

 

 

 

Jr Orhan Allah Allah nidaları atarken bizim Orhan iyi ki bu yavşağın sesi duyulmuyor diye şükredip kızın elini mahrem yerlerinin yakınında çekip kızı dengede tuttu.

 

 

 

"Of dengemi bozuyorsun, ver şu feneri!"

 

 

 

Hülya'nın ağzından bunlar çıkmıştı bir kere, buna da utanacak değildi zaten yalan değildi ya sonuçta.

 

 

 

"Şahika kuşum, gel annene bebeğim hadi."

 

 

 

Jr Orhan bana diyor diyerek üstüne alındı Orhan'sa kızın ona bakmadığından aldığı rahatlıkla jr Orhan'ın başını ezip susturmaya çalışmıştı.

 

 

 

Bir saatten uzun süre aradılar Şahika'yı, Şahika yoldan çıkıp gece hayatının dozunu artırarak karşı apartmanın ön bahçesinden birkaç yabani ot çiğnediği için onu bulamıyorlardı.

 

 

 

Hülya artık ağlamayı kesmişti. Ağır ağır apartmanın kapısına yürürken Orhan da umutsuzca kızı takip etti.

 

 

 

"Kodumun tüy yığını yüzünden kızın yüzü düştü," diye mırıldanıyordu keyifsizce.

 

 

 

Hülya apartmanın kapısını sonuna kadar açıp önüne bir taş bıraktı. Merdivenlere mutsuz mutsuz oturduktan sonra eve girmeyi ve anahtarı olmadığı için zaten giremeyeceğini düşünmeden "Yardım ettiğin için çok teşekkür ederim," diyordu Orhan'a. "İyi geceler."

 

 

 

Kız ellerini üzerine oturduğu mermere yaslayarak omuzlarını geriye atarken sabaha kadar orada oturup Şahika'nın gelmesini beklemeyi planlıyordu.

 

 

 

Orhan, kız kendisini geri atınca yukarı sıyrılan şortunun ona baksana der gibi görünen tenine bakmamaya çalıştığı için kızın gitmesi için bulunduğu imayı anlamadı. Devamlı diz çöküp dizlerine toprak bulaştıran Hülya'nın yanına oturmak için eğilirken kız adam üstüne çıkacak sanıp nefessiz kalmıştı.

 

 

 

Orhan eliyle kızın dizine vurup toprağı silkeledi ve hemen bedenini kızın yanına atıp serin taşa oturdu. Hülya dağılmış pozisyonunu düzeltip dizlerine yapışan kiri silkelemeye devam etti.

 

 

 

Orhan, kızın ona neden gitmediğini sormasından korkuyordu çünkü aklına bahane gelmiyordu, asıl sebep onun yanında olmak istemesiydi.

 

 

 

Hülya eğilip dizlerini ve bacaklarındaki tozu silkelerken omzunun üstünde Orhan'a dönmüştü. Orhan kızın kendi halinde kuruduğu için dalgaları kabarmış güzel saçlarına baktığı için kız döndüğünde gözleri hemen buluştu.

 

 

 

"Benim için beklemene gerek yok. Yorulduysan gidebilirsin." Kız açıkça gitmesini istemediği için yorulduysa gitsin diye şart koşmuştu.

 

 

 

Orhan turuncu sokak lambasının ışığıyla bal gibi parlayan gözlere bakarken ağzını açamayıp başını iki yana sallayarak cevap vermişti. Elleri az önce kızın yaptığı gibi oturduğu mermere yaslandığı için omuzları geride kalmıştı, kız ona bakmasa onu bu mesafeden uzun uzun izlerdi.

 

 

 

"Gelir herhalde değil mi?" Adam tabii ki bunun cevabını bilemezdi ama bir umut sormuştu işte.

 

 

 

"Gelecek." Orhan o şımarık piçi bugün ya da yarın bulmaya kesinlikle kararlı olduğu için sesi de öyle çıkmıştı.

 

 

 

"Kierkegaard’a göre umutsuzluk, uyumsuzluğun değil, kendi derinliklerine yönelen bir ilişkinin sonucu olduğu için, ona göre benliğin gelişimi mutsuzluktan geçer," dedi Hülya karşısındaki ortaokulun karanlık binasına bakarken.

 

 

 

"Yani?"

 

 

 

Hülya omuz silkip konuşmanın yönünü değiştirmeye karar verdi.

 

 

 

"Araştırmalarıma göre umutsuzluk yaratan durumlar olmadığı sürece umut etmek diye bir şey meydana çıkamaz."

 

 

 

Orhan alt komşusu Hülya'nın deli olduğunu zaten biliyordu, şimdi bu eksantrik laflarla iyice emin olmuştu.

 

 

 

"Kedin gelecek Hülya."

 

 

 

Hülya adamın ismini telaffuz ederken kullandığı tonlama yüzünden içini hoş eden hislerle anlamamış gibi "Hm?" demişti.

 

 

 

"Kedin diyorum gelecek diyorum."

 

 

 

Ee, Hülya demiyordu ama.

 

 

 

"Hm?"

 

 

 

Orhan kızın yüzünde bir beklenti gördü ama neye yoracağını bilemedi.

 

 

 

Kız nefesini tutmuş beklerken Orhan ellerini yerden sökünce bedeni ve sesi kıza daha da yaklaşmıştı.

 

 

 

"Kedin gelecek Hülya."

 

 

 

Hülya istediği şeyi duyduğu için omuzlarını sarsarak gülerken Orhan'ın başı döner gibi olmuştu. Kız zaten sürekli gülüyordu ama bu kez bir farklı gibi gelmişti ona.

 

 

 

"Yalnız sıkılmıyor musun?"

 

 

 

Şahika hala maden arar gibi çalı çırpılar arasında bir dolanır bir de göbeğini yaya yaya yatar hallerde olduğu için Orhan ve Hülya sohbet etmeye başlamıştı.

 

 

 

"Sıkılıyorum," dedi Orhan dürüstçe.

 

 

 

"Neden yalnız yaşıyorsun o zaman?"

 

 

 

Hülya, Orhan'a daha yakın olmak için bir merdiven yukarı çıkıp dibine oturmuştu ama sahiden bu bilinçli bir istek ve hareket değildi, kız o kadar yakın olduklarının farkında bile değildi. Olması gereken zaten bu yakınlıkmış da Orhan ve Hülya memnunmuş gibi oturuyorlardı işte.

 

 

 

"Çalıştığım zaman yalnız olduğumu fark etmiyorum, eve uyumaya geliyorum." Bu yalandı, ne kadar yorgun da olsa on beş dakika kadar falan alt kattaki komşunun sesini dinlerdi evde yalnız olmadığını hissetmek için.

 

 

 

"İzinde misin şimdi?"

 

 

 

Hülya terliğinin içine kaçan küçük taştan kurtulmak için bacağını kaldırmış, omzunu geri atmıştı. Eğilen başı sanki Orhan'ın omzuna düşecek gibi olunca ve kızın kokusu Orhan'ın burnundan genzine dolunca Orhan çok derin bir nefes aldı. Kız omuzlarını düzeltmeden önce bilerek başını adamın sert omuzlarına sürtmüştü kedi gibi.

 

 

 

"Evet."

 

 

 

Hülya adamı duymadı bile aklına kedisi ve onun yokluğu gelmişti.

 

 

 

"Eğer Şahika'yı bulursam sana bir kahvaltı sözüm olsun o zaman. Yalnızlığının ne kadar değerli olduğuyla seni yüzleştirmek isterim."

 

 

 

Kız sadece kendinin güleceği bir şaka yapmış ve yüzü gülmez, hep ifadesiz duran adam da gülmüştü, demiştik Hülya esprilerine gülündüğünde bir sorun varmış gibi hissedip huzursuz olurdu.

 

 

 

Orhan'ın dudakları kıvrıldığında Hülya eğilip Orhan'ın yüzüne baktı dikkatle. Birazdan alnını adamın burnuna yapıştıracak gibiydi.

 

 

 

Adam Hülya'nın sorunlu bir tip olduğunu bildiğinden kızın bakışlarına karşılık vermedi.

 

 

 

"Sen neden yalnızsın?" Bu, Hülya'nın sorduğundan daha farklı bir soruydu.

 

 

 

"Yok değilim."

 

 

 

Orhan'ın göz kapakları göz bebeklerinin bir kısmını örtecek kadar düştü keyifsizlikten.

 

 

 

"Annemle yaşıyorum ya."

 

 

 

Hülya salak değildi, adamın ilişkilerle ilgili yalnızlıktan bahsettiğini biliyordu ama Hülya biraz salaktı o yüzden soruyu çevirmeye çalışmıştı.

 

 

 

"Yaşın kaç senin?" Orhan alay eder gibi sorsa da etmiyordu Hülya da alaycı sorulara alınmazdı pek.

 

 

 

"Yirmi beş."

 

 

 

"Evde kalmışsın." Orhan kızın omzuna omzuyla vurmak için arkadaki ellerini öne alıp silkeledi. Orhan hafifçe çarptı sansa da güçlü bedeni kızı azıcık ileri savurunca yine kızı tutan da o olmuştu.

 

 

 

Eli sırtından geçip diğer omzunu tutuyordu. Kız da elini Orhan'ın bacağına sarmış ve düşmemek için tırnaklarını şortun açıldığı yerdeki tenine geçirmişti.

 

 

 

"Otuz iki yaşındasın Orhan."

 

 

 

Tam iki saat olmuştu Şahika için dışarı çıkalı. Kız yorgunlukla kalçasını yana itip yanağını adamın bacağını tutan elinin üzerine bıraktı.

 

 

 

"Evde kalan ben miyim sence?" diye de ekledi Hülya.

 

 

 

Orhan nefes almayı bırakıp gözü kararana kadar öylece durdu. Hülya, Orhan'a bakmak için başını bir santim oynatsa jr Orhan kızı yakaladığı gibi kendine katacaktı çünkü.

 

 

 

"Evlilik düşünmüyorum ben."

 

 

 

Hülya üzerine çok düşünmeden adamın dizlerine bırakmıştı başını, Şahika'sız uyanacağı bir sabah olması ihtimali onu öyle üzüyordu ki kız kendini bıraksa gözyaşları da kendini salardı.

 

 

 

"Ne tesadüf," dedi Hülya da. "İnan ben de düşünmüyorum."

 

 

 

Orhan'ın aklında evlilik düşünmüyorsa dizimde neden yatıyor sorusu vardı ama geri zekalı olduğu ortaya çıkmasın diye sustu.

 

 

 

Güçlü parmaklarıyla kızın kolunu sıktı desteklemek niyetiyle.

 

 

 

"Sana hiç, otuz yaşına geldiğimizde hala evlenmediysek birbirimizle evleniriz diyen olmadı mı?" Hülya neden sapık gibi adamın dizine yattığını anca sorguluyordu ve durumu normalleştirmek niyetiyle de sorular soruyordu işte.

 

 

 

"Sana oldu mu?"

 

 

 

Orhan niyeyse bunu sorarken kendisini mutsuz hissetmişti, iki aydır az ya da çok tanıdığı deli komşusu bir gün evlenebilirdi, bir başkasıyla.

 

 

 

"Hem de ne." Hülya nefesini sıkıntıyla adamın ince tüylerle döşeli bacağına verip adamı ürpertti.

 

 

 

"Bana olmadı."

 

 

 

Hülya sanki kalkabileceği fırsatı bulmuş gibi yalancı bir hevesle doğrulmuştu. Tabii doğrulurken kulağının arkası jr Orhan'ı ezince garibim Hülya'yı tam yakaladığını sandı ki Hülya çoktan kalkmıştı bile adamın mahremini hissederek. Kulağına elini bastırdı, bir şey olmamış gibi davranmakta ustaydı neyse ki.

 

 

 

"O zaman otuz yaşıma kadar evlenmediysem seninle evlenirim. Tabii bunun için epey yalvarman gerekecek çünkü otuz yedi yaşında, pişmaniyeye dönmüş bir adamla evlenmem zor olabilir."

 

 

 

"Senin ağzının ayarı hiç yok değil mi?" Orhan yönetici abisi jr Orhan'ın gazına gelip kızın dibine kadar girip, kıyır kıyır bir sesle sormuştu bunu.

 

 

 

Hülya eliyle bir kulağını kapamıştı ama adamın sorusunu duymak için kulağa ihtiyacı yok gibi geldi bir an ona.

 

 

 

"Bugüne kadar ayar verebilen olmadı." Hülya bunu seni yatağa bağlayıp aklını almak istiyorum der gibi bir sesle söylediği için Orhan çoktan kafasını kızın dudağına dudakları tam yerleşecek şekilde eğmişti.

 

 

 

"Bunu yapabilirmişim gibi hissediyorum nedense." Jünior Osman yaparsın abim şeklinde gaz vermeye devam ediyordu.

 

 

 

"Nasıl?" Hülya'nın merak ettiği aslında ne zamandı ama bu soru çıkmıştı işte.

 

 

 

"Bir şekilde doldurarak," dediğinde Orhan, Jünior dağları tepeleri aşıp benim sıram diyordu. Benden bahsediyor çekilin!

 

 

 

"Miyav."

 

 

 

Hülya'nın gözü karardı, kulakları uğuldadı hiçbir şey duymadı. Orhan'ın sıcak nefesi yüzünde dolaşıp kızın kirpiklerini titretiyordu. Adamın dizinde yatarken bile bu kadar yakın değillerdi.

 

 

 

"Ne bu, beni öp demek mi?"

 

 

 

Orhan'ın gözleri keskince Hülya'nın aralanmış dudaklarını izliyordu ama kulaklarında kızdaki uğultunun aynısından vardı.

 

 

 

"Miyav."

 

 

 

"Benden günah gider Hülya."

 

 

 

Orhan'ın kanı damarlarının kıyılarına öyle sert çarptı ki fırtına öncesi sessizlik diye bir şey yok olmuştu.

 

 

 

"Miyav." Hülya, Orhan'ın kararan gözü ve ona uygun sözleri yüzünden öpüşmezse ölürmüş hastalığına yakalanmış gibi bitap düşmüş halde adamın dudaklarını dudaklarına beklerken Şahika'nın ıslak burnu yere sıkı sıkı tutunan eline değmişti.

 

 

 

"Bal köpüğüm, Şahikam, böceğim!"

 

 

 

Orhan hiçbir şey anlamadı, Hülya kedisini kucaklayıp Orhan'ın alnının teriyle çalışıp da hak ettiği öpücükleri pire torbasının götüne göbeğine yapıştırıyordu. Orhan'ın son gördüğü şey bu oldu çünkü sinirden gözü dönmüştü.

 

 

 

"Balının köpüğünü sikeyim."

 

 

 

 

Loading...
0%